PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : BİRCAN'DAN KÖŞE YAZILARI


abircan
01.02.2008, 12:30
Değerli hemşerilerim zaman zaman buraya sevdiğim köşe yazılarını aktaracağım, yorum , cevap yazmak zorunda değilsiniz, katılır katılmazsınız, saygı duyarım, ama kendimce önemli bulduklarımı aktarmak istiyorum.
saygılarımla

altuntas58
01.02.2008, 12:38
Değerli hemşerilerim zaman zaman buraya sevdiğim köşe yazılarını aktaracağım, yorum , cevap yazmak zorunda değilsiniz, katılır katılmazsınız, saygı duyarım, ama kendimce önemli bulduklarımı aktarmak istiyorum.
saygılarımla

Sevgili kardeşim sevdiğiniz köşe yazılarınızı sabırsızla bekliyorum

özdemir
01.02.2008, 12:49
başarılar dilerim. elimizden gelip dilimizin döndüğünce yorum yaparız inşallah.

abircan
01.02.2008, 13:36
Yiğit Bulut ybulut@gazetevatan.com 01.02.2008

Milliyetçilik ülkeyi soydurmamak değil mi?


Son günlerde kamuoyunda çok ilginç tartışmalara şahit olmaya başladık. Herkes birbirine girdi. TUSİAD, laiklik konusunda “çok sert şekilde” yerini belli etti ve hükümet ile türban konusundaki destekçisi MHP’yi hedef aldı. Hükümet, “hem TÜSİAD’ı”, hem muhalefeti hem de “olmamalı” diyen herkesi “eleştiri” oklarına boğdu. Meydanlarda “hükümeti” ip atacak kadar ileri örneklemeler ile eleştiren MHP, bu sefer TUSİAD’a döndü ve işi “milliyetçilikleri sadece akçeli işlerde” diyecek kadar sert bir noktaya vardı. “Bir vatandaş olarak” soralım; kim haklı? Algıladıklarımı maddeler halinde ele almak istiyorum;

1- TÜSİAD’ın “laiklik konusundaki tespitlerine”, gizli ajanda uyarısına ve “Cumhuriyeti koruma yolunda” her türlü açıklamayı yaparız tavrına sonuna kadar katılıyorum.

2- TÜSİAD’ın AB yolundan kopmakla ilgili cümlesine sonuna kadar karşıyım. Türban yolunda atılan “var olan yapıyı zedeleyebilecek adımlar” ne kadar tehlikeliyse; bana göre “olmayan AB adına yapılan düzenlemeler” de en az o kadar tehlikeli.

3- Devlet Bahçeli’nin “Türk milliyetçiliğini” koruma adına yaptığı açıklamaları paylaşıyorum ama “başkalarını milliyetçi olmamakla” suçlayan Bahçeli’nin, hükümet olduğu dönemde “Avrupa ve Amerika’nın” isteği ile Derviş’in 15 yasasına neden “en fazla milletvekiline sahip” olmasına rağmen, destek olduğunu anlayabilmiş değilim. Yine aynı dönemde “Telekom’u satmayalım” diyen Enis Öksüz’ü, Derviş istiyor diye neden “yediğini” de unutamadım.

4- Hükümetin “genç kızlara okuma hakkı” demesine tarafım ama “AB” maskesi altında “var olan yapıyı bozma teşebbüsleri” gibi; “girilen yolu suiistimal” etmesine karşıyım. Bu noktada TÜSİAD’ın “gizli gündemleri var” eleştirisine daha yakınım.

Sevgili dostlar, bu “gürültü” içinde gerçek olan bir gerçek var; laiklik ve Cumhuriyet kavramlarını “aşındırmak isteyenler” kızlarımıza okul hakkı örtüsü altında yola çıkmışlar, yolları bir noktada onlarla ortak olanlar “bilerek veya saflık içinde” onlara destek oluyorlar ve olan yine bu ülkeye oluyor! “Bütün bu efendilere” sesleniyorum; aşağıdaki gerçeklere bir bakın ve “ülkeyi birileri yerken” nasıl olup da “milliyetçi” olduğunuzu bize bir anlatın!

1- Bir ülke dünya üzerindeki en yüksek nominal faizi ödüyor ve düşen kurla birlikte “içeriden-dışarıdan” bozulan dolarlar; “yıllık yüzde 35-42” dolar bazında getiri sağlıyorsa,

2- Sıcak paranın sağladığı getiri, bir ülkenin “vatandaşına harcanması gereken sağlık, eğitim, savunma, yatırım” harcamalarından kesilerek “aktarılıyorsa”,

3- Konsolide bütçe rakamlarının neredeyse yarısı “sıcakçılara” sunuluyorsa,

4- Sıcak para “finansal sonuçları” değiştiriyor, ama arkasında “makro dengeler” tarihte görülmemiş bir “bozulma” gösteriyorsa,

5- “Reel sektör” kuruluşları, bankaları, telekom şirketleri, limanları, yer altı kaynakları kontrolsüz bir “özelleştirme” politikasıyla “yabancıların kontrolüne” geçiyorsa,

6- Sıcak paranın yarattığı sonuçlar “makro ekonomik bozuklukların” orta ve uzun vadeli “enkazın” sorgulanmasını engelliyorsa,

7- “Daha önce yaratılan finansal kriz” döneminde gönderilen “sıcakçıların Derviş’inin” kurduğu sistemde “dolar kurunun kontrolü” dışarıdan gelen “para” eline geçmiş ve “kura basarak” kârını katlama şansını “elde etmişse”, o ülke artık “kontrol alına” alınmış ve “halkın her sektörde çalışarak” yarattığı “katma değer” sıcak para tarafından “finansal pozisyonlar” aracılığıyla transfer edilebilir hale gelmiş demektir...

Son söz: Sıcak para, ülkenin iliğini-kemiğini 57. Hükümet ve sonrası kurulan yapı içinde, o günden bugüne kadar, tam tabiriyle “emiyor”. Bunu görmeyenler veya “aracı” olanlar, “gizli ajandalarını” uygulamaya çalışıyorlar... Ve en kötüsü yaptıklarını eleştirenlere de “milliyetçilik” dersi veriyorlar! Ben size gördüğümü söyleyeyim; ülkemiz ”maddi-manevi” her alanda yıpranıyor ve bu yıpranma yakında ”rendelenmeye” dönüşecek!

abircan
01.02.2008, 14:03
Tufan TÜRENÇ
tturenc@hurriyet.com.tr

Arı kovanına çomak soktular


KARŞIMDAKİ işadamı çok endişeliydi.

Ciddi bir korku içindeydi "Ben, karım, çocuklarım hatta torunlarım önemli değil. Türkiye gidiyor" dedi.

Belli ki son gelişmeler insanları iyice tedirgin etmiş.

İşadamı artık AKP iktidarının demokrasiyi kullanarak Türkiye’yi Ortadoğu karanlığına sürüklediğine inanıyordu.

Artık diyorum, çünkü beş yıldan beri bir araya her gelişimizde yaptığım uyarılara fazla kulak asmamıştı.

"Canım abartıyorsun. Türkiye’yi kimse bir Ortadoğu ülkesi yapamaz. Rejim oturmuştur" demişti.

Hiç anlaşamazdık.

Zaman zaman da sert tartışmalarla biterdi konuşmamız.

Şimdi söyledikleri aynen şöyle:

"Ben sana kızardım. Hatta önyargılı olduğuna inanırdım. Ama şimdi ben de senin gibi düşünüyorum. Gidişi hiç iyi görmüyorum."

* * *

Bütün sıkıntısı duygularını, düşüncelerini bir işadamı olarak açıklayamamaktı.

Kendisini bir cendere içinde hissediyor, susmayı içine sindiremiyordu.

Onu kahreden ruh durumunu şöyle açıklıyordu:

"Konuşmaya, görüşlerimi açıklamaya korkuyorum. Üç müfettiş gelir, bir kulp takarlar ve beni götürürler."

Bunu söylerken ellerini birbirinin üzerine koyup bilekleri kelepçelenmiş gibi yapıyordu.

AKP’nin Türkiye’yi ne hale getirdiğini görüyor musunuz?

Bugün korku içinde olanlar yasadışı tek işi olmayan, vergisini kuruşuna kadar ödeyen, yalan, dolan, talandan uzak duran, namuslu, onurlu insanlar.

Ama AKP için bu nitelikler önemli değil.

Onlar uygar ve çağdaş insanları sevmiyorlar.

Çünkü sevmedikleri bu insanlar laik, demokratik cumhuriyetten ve değerlerinden yanalar.

Atatürk ve devrimlerine sahip çıkıyorlar.

* * *

Tutucu-otoriter ittifakın tek amacı türbanı üniversitelere sokmak.

AKP, ülkenin geleceğini teslim edeceğimiz gençleri yetiştiren kurumları tarikatlara teslim etmek istiyor.

Arkasından da türbanı ortaöğretime, ilköğretime ve kamuya yaymak.

Gözleri başka bir şeyi görmüyor.

MHP de buna destek oluyor.

Rektörler günlerdir uyarıyorlar:

"Türban üniversiteleri cadı kazanına döndürür. Ne huzur kalır, ne düzen. Bu değişiklik yapılırsa kurumlarımızdaki huzur biter. Çıkacak kargaşaya hákim olamayız."

Ama aldıran yok.

* * *

Bundan sonra neler olacağını söyleyelim:

Üniversitelere her türlü kıyafet girecek.

Çarşaf, peçe, potur, sarık...

Rektörlerin bunları engelleyebilmesi söz konusu değil.

Başı açık öğrenciler, özellikle taşra üniversitelerinde yoğun bir baskıya uğrayacak.

Bir süre sonra onlar da örtünmek zorunda kalacaklar.

Üniversitelerde yasaların değil, tarikatların söyledikleri olacak.

Tayyip Erdoğan arı kovanına öyle bir çomak soktu ki...

Bu iş en fazla onun başını ağrıtacak.

abircan
01.02.2008, 14:12
1 Şubat 2008

Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr

Kazan bu...


Doğurduğuna

inanıyorsan

patladığına da

inanacaksın!

İşyeri, ruhsatsız.

İşçi, sigortasız.

Maaş, kayıtdışı.

Vergi, kaçak.

Elektrik, arak.

Üretim, belirsiz.

Kazan, denetimsiz.

Bina, çürük.

*

Netice?

20 insanımız daha gitti.

*

Vali’ye soruyorlar...

Neden patladı?

"Henüz bilmiyoruz."

Neresi patladı?

"Henüz bilmiyoruz."

Ne üretiyorlarmış?

"Henüz bilmiyoruz."

Kaç kişi çalışıyormuş?

"Henüz bilmiyoruz."

*

Korktum bi an için.

"Siz ne iş yaparsınız" diye sorsalar...

Vali, "Henüz bilmiyoruz" diyecek!

*

Mayıs 2005...

Zeytinburnu’nda bina çöktü.

Şubat 2006...

Zeytinburnu’nda bina çöktü.

Kasım 2006...

Zeytinburnu’nda bina çöktü.

Dün...

Zeytinburnu’nda bina patladı, çöktü.

*

Zeytinburnu Belediye Başkanı, üç dönemdir oturuyor o koltukta.

Son seçime baktım...

Yüzde 52.5 almış.

Necidir kendisi?

İmam.

Büyükşehir Başkanı?

O da imam.

*

E sonra ne oluyor?

Tren uçtu...

"Contadan."

Bina patladı...

"Kazandan."

Bu şartlarda nasıl yaşayabiliyoruz hálá?

Allah’tan.

abircan
01.02.2008, 14:23
1 Şubat 2008

Yalçın DOĞAN


Ya bizdensin ya düşman


1995’te kuruluyor. 1995’ten AKP’nin iktidara geldiği 2002’ye kadar, yedi yılda üye sayısı sadece 41 bin.

AKP iktidara geliyor, 2002 ile 2007 sonuna kadar, beş yılda üye sayısı tam altı kat artarak, 249 bin 725’e ulaşıyor.

Kısaca Memur-Sen, açılınca Memur Sendikaları Konfederasyonu az zamanda büyük işler başarıyor. AKP ile birlikte büyük sıçrama. Türkiye’de toplam sendikalı sayısı azalırken, Memur Sen üye sayısı kat kat artıyor.

Bu rakamlar Çalışma Bakanlığı’nın resmi verileri.

MASADA TASFİYE

Memur Sen AKP’nin gözdesi. Aynı alanda diğer sendikal örgüt KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) AKP’den darbe üstüne darbe alıyor.

İş yerlerinde şu memurun terfi sırası mı var, önce sendikal siciline bakılıyor, KESK’e mi üye, o zaman terfi biraz sıkıntılı.

Yok, Memur Sen üyesi ise, "ha o mu, o bizden" muamelesiyle, her türlü terfi elden takip, iş bitiyor.

KESK üvey evlat, pratik hayat devreye giriyor, sıradan memur kendi geleceği için, Memur Sen’i seçmek zorunda bırakılıyor.

AKP memurlar arasında sadece atamalarla değil, sendikal örgütlenme yoluyla da, kuşatma harekatı içinde.

O kadar belli ki, toplu sözleşmelerde, adı üstünde sözleşme, yani iki tarafın buluşacağı makul bir nokta, AKP, KESK’in önerilerini hiç dikkate almıyor. AKP’nin önerisini masaya Memur Sen getirmiş oluyor.

Seçim yoluyla tasfiye edemediğini masa başında tasfiye. Ama, AKP’ye sorarsanız, "bu sendikal rekabet" gibi, masum bir gerekçe.

SON ÖRNEK

Toplumu kuşatmada son bir örnek var.

Bir yasa taslağı dolaşıyor ortada. Sırada Serbest Muhasebeciler Ve Mali Müşavirler Odası var. Bu örgütün 75 bin üyesi var ve AKP’li değil.

Bu örgütü ele geçirmek mümkün olmayınca, onu tasfiye için hazırlık yapılıyor. Yine seçim yoluyla tasfiye edemediğini, siyasal gücüne dayanarak, yasalarla ele geçirmek hırsının son örneği. Tam bir kuşatma.

Türbanı serbest bırakma, bu kuşatmanın en tepedeki dayatması. Üniversite ile sınırlıymış, zerre kadar inanmıyorum.

Her alanda, Cumhuriyet tarihinin en tehlikeli kamplaşmalarından birini yaşıyoruz. Toplumu her alanda ele geçirme harekatı. Son derece fütursuz.

Aşılanan duygu, "ya bizdensin ya düşman" gibi, uçurumun kenarında bir yer.

Daha bir cümle yazamıyorlar

GÖBEKLERİ çatlıyor üniversitelerde türbanı serbest bırakmak için, üstelik AKP ve MHP’de o kadar hukukçu var, ama makul ve geçerli bir Anayasa değişiklik metni bile yazamıyorlar.

Ya bunlar kötü hukukçu ya da türban yasağını kaldırmak Cumhuriyet’in temelleriyle oynamak olduğu için, çok zor. Ya da, ikisi birden.

Yazılan metin, ertesi gün bozuluyor. Bir ve birden çok hukukçunun yazdığı metin, başka bir ve birden çok hukukçu tarafından eleştiriliyor. Bunun üzerine, o metin yeniden bozuluyor, yeniden yazılıyor. Her yaz-boz işlemi, hukuk çerçevesinde gibi komik açıklamalarla, çaptan iyice düşüyor.

Daha şimdiden, ortaya "bu Anayasa Mahkemesi’nden döner" tezleri çıkıyor. Çok erken tezler. Hukuk açısından döner, dönmez, bunu bilmek zor.

Ama bilinen bir şey var, AKP yağdanlıkları, hele de bir zamanların solcuları, bugünden Anayasa Mahkemesi’ni etkilemeye çalışıyor. Demokrasi etiketi altında.

Bunlar Brecht’in rahipleri, yok bir şey olmaz gafleti. Değilse, el üstünde tutulmak peşrevi.

abircan
01.02.2008, 14:25
1 Şubat 2008

Bekir COŞKUN
bcoskun@hurriyet.com.tr

Kültür Başkenti’nde patlama...


"Kültür Başkenti"ndeki patlamadan sonra, kentin valisi, kendi kendine "Koş..." dedi:

"Koş Muammer, bir şey patladı..."

Patlayıcı maytap, havai fişek malzemeleri ile ateşli buharlı kazanlar yan yanaydı.

Eğilip uzun uzun baktılar:

Niye patladı?..

Dünyanın her yerinde patlayıcılar ile ateş yan yanayken patlama olmaması durumunda koşup bakarlar; niye patlamadı?... "Kültür Başkenti"nin adamları ise eğilmiş bakıyorlar; patlayıcı ile ateş bir araya gelince niye patladı?..

"Kültür Başkenti" ilginç bir yerdir.

Misal "Kültür Başkenti"nin valisi enteresan bir haber verdi:

"68 yaralıdan 40’ı ambulans ile taşınmıştır..."

Oooooo...

Bu iyi bir şey.

Demek ki ambulans ile yaralılar denk gelebildi.

Peki 40’tan geri kalan 28 yaralı ya da 20 ölü?..

Vali onları bulmak için kendi kendine şöyle dedi:

"Koş Muammer..."

*

"Kültür Başkenti"nde boya atölyeleri, iplikçiler, çorap imalathaneleri, ilaç depoları, naylon işleme fabrikaları, lastikçiler, petrol tankları, fişek-maytap yapıcıları, kuş yemi satıcıları, tavuk kesimhaneleri, tenekeciler, borucular, plastikçiler, káğıtçılar... Saymakla bitmez, tümü iç içe, kentin içindedir.

Kentin yüzde 60’ı ruhsatsız, kaçak, izinsiz...

Zaten burayı "Kültür Başkenti" yapmaya kalkan Başbakan, Bizans kalıntısı antik yapılara daha geçen gün "Harabe..." dedi. Ve o tarihin kentin üzerine betonarme otel yapılmasına karşı çıkanlara kızdı.

"Kültür Başkenti" böyle bir yer.

Gerçi "Kültür Başkenti" kendine dünyada itibarlı bir yer arıyor aramasına... Diyelim ki maytap-havai fişekler ile ateş kazanlarının bir arada olduğu o patlayan binanın adı ne:

"Prestij..."

Vali de eğilmiş bakıyor:

Niye patladı?..

Bakarken birisi bağırıyor "Kültür Başkenti"nde:

"Yine patlayacak, kaçın..."

"Kültür Başkenti"nin valisi söyleniyor:

"Koş Muammer..."

özdemir
01.02.2008, 15:01
BAŞÖRTÜSÜ VE DİNOZOR ÖZGÜRLÜĞÜ



Başörtüsünün serbest olması, Türkiye’de özgürlüğe aykırıdır. Daha da ileri gideyim...

“Başörtüsü özgür Türkiye için bir tehdittir”


Başörtüsünün serbest olması, Türkiye’de özgürlüğe aykırıdır. Daha da ileri gideyim, başörtülü bir öğrenci, özgür Türkiye için gerçek bir tehdittir.

Tabi insan hakları ya da inanç özgürlüğü yerine dinozor haklarına ve özgürlüğüne inananlar ve Türkiye’de dinozor özgürlüğünü hakim kılmaya çalışanların Türkiye’si için tehdittir başörtüsü.

İşin aslına gelince: Bu ülkede nüfusun en az yüzde 80’i (*) öğrencilerin sırf başörtüsünden dolayı üniversite kapılarından dönmelerini hiçbir zaman içine sindiremedi. Modern ve özgür bir Türkiye’ye de yakıştıramadı.

Yüzde 80’lik dilimin dışında kalanların bir bölümü de başörtüsü serbest olsun ya da olmasın umursamıyor. Kalburun üstünde ise, oran olarak toplumun mini minnacık kısmını oluşturan ama gürültüleriyle dinozorları aratmayan bir kitle kalıyor. Bunların kim olduğunu merak ediyorsanız gazetelere televizyonlara bakmanız yeterli. Ki zaten biliyorsunuz.

Bu bir avuç ama gürültücü kitlenin bugünlerde işi gerçekten zor. Ne yapacaklarını, başörtüsüyle ilgili millet iradesini ortaya koyan siyasi partilere karşı ne tür söylemler geliştireceklerini şaşırmış durumdalar. Yıllardır “Millete rağmen” ama millete hoş görünerek ortaya koydukları politikaları, şimdi daha yüksek perdeden ve militanca seslendiriyorlar.

Peki başörtüsünün serbest olmasından niye bu kadar rahatsızlar?

BAŞÖRTÜSÜ, SİMGE DİYENLERİN “ZAFER SİMGESİ”YDİ

Evet başörtüsü bugüne kadar hep bir simgeydi. Ama başına bağlayanların değil, onu yasaklayanların simgesi. Yani “Türkiye’de bizim dediğimiz olur, bu ülke “millete rağmen” bizimdir” diyenlerin zafer göstergesiydi başörtüsü yasağı. Bugün başörtüsü serbest olursa, hayalini kurdukları, kendileri gibi inanan (daha doğrusu inanmayan) kendileri gibi düşünen, kendileri gibi yaşayan insanlardan oluşan bir ülke rüyasının bir türlü gerçekleşmediği gerçeği gözlerine batacak.

Şimdi hep birlikte yasağı nasıl savunduklarına bir bakalım.

TÜRKİYE İÇİN ÇOK BÜYÜK GERİ ADIM OLURMUŞ.

Eski Yargıtay Başkanı Vural Savaş’a göre başörtüsü Anayasaya girerse Türkiye için büyük bir geri adım olurmuş.

Peki ama niye?

Kızların okumasının, devletin üniversitelerine gidip, yine YÖK’ün belirlediği eğitim programına göre kendilerini yetiştirmelerinin kime ne zararı olabilir, Türkiye’yi nasıl geriye götürebilir?

Bu soruya cevap bulmaya çalışmayın, onların cevapları hep hazır. Zaten yıllardır vatandaş anlamasın diye allayıp pullayıp muallaktan alıp yine oraya astıkları kalıplaşmış cümleleri var.“Yasalar, hukuk, laiklik, modernleşme başörtüsünden zarar görür.” Bu açıklamalarda söylenmeyen şey ne? Gerçekten geriye giden yasalar, hukuk, laiklik kısacası özgür Türkiye mi? Tabii ki hayır. Sadece, gizli diktanın Türkiye’ye biçtiği azınlık iktidarının başörtüsüne tahammülü yok.


BİR NUMARALI DİNOZOR ÖZGÜRLÜĞÜ SAVUNUCULARI


Şu başörtüsü tartışmaları çıktı çıkalı ilim, bilim ve teknolojik araştırmalar kenarda bekliyor. (Tabi kenara bırakacak araştırmalar varsa.) Rektörler bugünlerde çok yoğunlar. Millet iradesine karşı kurtuluş savaşı başlatmaya çalışıyorlar. Savaş da nereden çıktı diyen var mı? Buyurun üniversite çevrelerinin ve rektörlerin açıklamalarına bir göz gezdirin. Başörtüsü yasağını savunmak için yasaları ve hukuku ortaya sürenler yasaları çiğneyeceklerini nasıl da şimdiden bas bas bağırıyorlar.


Bakın deprem Profesörü Cemal Şengör neler söylüyor.“ Yasal olarak kabul edilse bile türban kabul edilemez. Türbanı taktın mı şeriat istiyorum demektir... Ordu gayet tabii ki darbe yapabilir. Niye yapmasın? Ordunun görevi memleketi korumaktır..."


Prof. Şengör’ün vazife biçtiği ordu, milletine karşı mı darbe yapacak? Ya da bu ordu milletin ordusu değil de Şengör’ün ordusu mu, diye sormaya kalkmayın. Sadece kabul edin. Yasa eğer onlar koyarsa yasa olur, oyunun kuralı onlar yazarsa kural olur. Yoksa yasama organı çoğunluğun oluruyla evet demiş, yasa çıkmış onlar için önemli değil.

Dinozor özgürlüğünün bir başka savunucusu İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu da aynı perdeden konuşuyor. Neymiş: Sayın rektör, TBMM'nin en büyük irade olduğunu kabul etmiyormuş, burası Kasımpaşa Cumhuriyeti değil; Türkiye Cumhuriyeti’ymiş.

Sahi biz de; bir devlet memuru millete, yasalara ve meclise karşı kin ve kan kusan açıklamalar yapana kadar öyle biliyorduk. İyi ki hatırlattınız evet burası Jurassic Park değil, “TÜRKİYE CUMHURİYETİ.”

Nadir KILIÇ

*(Başörtüsüne karşı çıkan CHP’nin yüzde 21 oy aldığını ve CHP’liler arasında da başörtüsüne evet diyenlerin olduğu gerçeğini hesaba katarsak, bu oran daha da büyüyor)

özdemir
01.02.2008, 16:10
Yedi sülalemde başörtülü yok dedi ve 'O' can alıcı soruyu sordu...

Başörtülüleri yakalım mı?
Manşethaber'den Erkan Tan, başörtüsünü sorun olarak görenlere can alıcı bir soru sordu.

Başörtüsü ya da türban takan ve hayatını bu şekilde geçirmek isteyen hanımefendiler milletin en büyük derdiydiler, şimdi iyice gündeme geldiler.

Türkiye’nin yıllardır enerjisini harcadığı, birbiriyle tartıştığı, bir türlü üzerinde görüş birliğine varamadığı ve en sonunda kabız olduğu en sancılı mesele.

Şimdi bu işi nasıl çözeceğiz diye kıvranıyoruz.

Başını örterek yaşamak isteyen, buna inanan, bu vaziyette gezen, dolaşan ve bunun doğru olduğunu düşünen hanımlarımız var mı?

Evet var!

Beğenirsin ya da beğenmezsin. Düşüncelerine katılırsın ya da katılmazsın. İnancını paylaşırsın veya paylaşmazsın ama var böyle insanlar.

Bizim insanlarımız bu hanımlar. Beraber ağlıyoruz, beraber seviniyoruz, hastane kapılarında beraber sıra bekliyoruz, çocuklarımızı askere beraber gönderiyoruz. Sev ya da sevme aynı vatanda birlikte yaşıyoruz. Aynı milletin fertleriyiz.

Öyle mi ? Değil mi?

Fakat bazılarımız bu hanımları feci halde rejim düşmanı, Atatürk ilke ve devrimlerinin karşıtı, kendi doğrularına ve yaşam biçimlerine tehdit olarak görüyorlar.

Doğru olabilir...! Küçümsemiyorum...! Reddetmiyorum...! Onları da anlamaya çalışıyorum...!

Ama bir ve beraberiz...!

Bazen başörtülüler yok diye kiralıyoruz ama karşı daireyi de onlar kiraladıkları için aynı apartmanda karşı komşumuz oluveriyorlar.

Kimi zaman iş yerimizde en sevdiğimiz ve güvendiğimiz arkadaşımızın kızkardeşinin de başının örtülü olduğunu öğreniveriyoruz.

Yalan mı...?!

Ya da üniversitede çok iyi anlaştığımız, beraber ders çalışıp, birlikte kopya çektiğimiz kız ya da erkek arkadaşımızın annesinin de başının örtülü olduğunu hatırlayıveriyoruz.

Daha da ilginç olanı, böyle yaşamak isteyen, uzak yada yakın kendi akrabalarımız gözümüzün önüne geliveriyor.

Nasıl olacak peki...?!

Bu sorunu nasıl çözeceksiniz...?!

Bu hanımlardan ve onların yaşam biçimlerinden rahatsızlık duyanlar, korkanlar size soruyorum.

Öneriniz nedir ?

Ancak ben çok iyi biliyorum ki sizin kesinllikle karşı olduğunuz tek konu bu hanımların üniversitelere başörtüleriyle girmeleri değil.

Sizler bu hanımlar hiç olmasın istiyorsunuz. Bu hanımları aynı milletin fertleri olarak görmüyorsunuz. Bu hanımlara, böyle hanımlarla evlendikleri için kocalarına ,onlardan doğdukları için çocuklarına da karşısınız. Nefret geliştirmişsiniz.

Onlar içimize girmeye çalıştıkça ürküyorsunuz. Aramıza karıştıkça korkuyorsunuz. Adeta bir ve beraber olalım istemiyorsunuz. Onlar size doğru geldikçe siz kendinizi çekiyorsunuz.

Anlaşmak değil görüşmek bile istemiyorsunuz. Görüşmek değil konuşmak bile istemiyorsunuz. Konuşmak değil karşılaşmak bile istemiyorsunuz.

Ne istiyorsunuz?!

Bu insanları, tren vagonlarına doldurup, Silopi’ye kadar götürüp Habur sınır kapısından dışarı mı atalım?

Ya da bu hanımları, onların çoluk çocuğunu, sizin gözünüz görmesin diye vagonlara doldurup yakalım mı?

Veya başörtüsü mangaları, SS (simgelerle savaşanlar) tugayları kurup, başörtüsü türban kullananların başlarından zorla örtülerini mi çıkartalım?

Toplumsal barış böyle mi zedelenmez...?!

Bu yazıyı tarafgir bulup, anlamını azaltmaya çalışmak isteyenler için haykırıyorum.

Annem, kızkardeşim, teyzem, halam, anneannem, babaannem, bunların gelinleri ve yedi sülalem içindeki hiçbir kadın, dayılarımın ve amcalarımın hanımları başörtülü ya da türbanlı ya da tülbentli ya da çarşaflı ya da burkalı değildir.

Karımı zaten herkes biliyor.

MANŞETHABER.COM/ERKAN TAN-(TV8 ANKARA PROGRAM MÜDÜRÜ)

sivaslıgenç
01.02.2008, 16:54
1 Şubat 2008

Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr

Kazan bu...


Doğurduğuna

inanıyorsan

patladığına da

inanacaksın!

İşyeri, ruhsatsız.

İşçi, sigortasız.

Maaş, kayıtdışı.

Vergi, kaçak.

Elektrik, arak.

Üretim, belirsiz.

Kazan, denetimsiz.

Bina, çürük.

*

Netice?

20 insanımız daha gitti.

*

Vali’ye soruyorlar...

Neden patladı?

"Henüz bilmiyoruz."

Neresi patladı?

"Henüz bilmiyoruz."

Ne üretiyorlarmış?

"Henüz bilmiyoruz."

Kaç kişi çalışıyormuş?

"Henüz bilmiyoruz."

*

Korktum bi an için.

"Siz ne iş yaparsınız" diye sorsalar...

Vali, "Henüz bilmiyoruz" diyecek!

*

Mayıs 2005...

Zeytinburnu’nda bina çöktü.

Şubat 2006...

Zeytinburnu’nda bina çöktü.

Kasım 2006...

Zeytinburnu’nda bina çöktü.

Dün...

Zeytinburnu’nda bina patladı, çöktü.

*

Zeytinburnu Belediye Başkanı, üç dönemdir oturuyor o koltukta.

Son seçime baktım...

Yüzde 52.5 almış.

Necidir kendisi?

İmam.

Büyükşehir Başkanı?

O da imam.

*

E sonra ne oluyor?

Tren uçtu...

"Contadan."

Bina patladı...

"Kazandan."

Bu şartlarda nasıl yaşayabiliyoruz hálá?

Allah’tan.

Ya abi tamamda bu yazında neden imam olmalarını küçük görüyorsun ki?Eminim imamlar bu yazıyı yazan gazeteciden daha akıllıdırlar.
Tamam bir forum açtın da biraz saygı sevgi,hoşgörü içerisinde yazılar yazsan.

sivaslıgenç
01.02.2008, 16:56
Modern bir yaşam biçimi olan arkadaşım, başörtüsü tartışmaları hakkında öyle şeyler söyledi ki...

Toplumun "açık görüşlü" olarak tanımlanan kesiminden bir arkadaşımla sevdiğimiz bir restaurantta yemekteydik geçen akşam. Biraz da gazeteci merakıyla arkadaşıma kritik bir soru sordum:

"Bak şurada başı örtülü olmayan iki hanımefendi oturuyor. Onların kıyafet tercihi beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Çevremdeki değerlerini önemseyen arkadaşlarım için de aynı durumun söz konusu olduğunu biliyorum. Peki sende ve senin çevrende, tesettürlü hanımefendilerle karşılaşmak, onlarla çeşitli ortamlarda birarada bulunmak nasıl bir his uyandırıyor? Rahatsız oluyor musunuz başıörtülü insanları görmekten?"

Lâfı ölçüp biçerek konuşmayı seven arkadaşım bir an bile düşünmeden "hiç" dedi ve bitirmedi sözlerini devam etti:

"Bu halkın meslesi değil. Benim annemin başı örtülü idi. Ve biz çeşitli baskılardan dolayı annemizin bu halini maalesef bir 'ayıp' gibi gördük. Batı normları bize öyle kabaca dayatıldı ki, Anadolu insanın kendine özgü kılık kıyafeti ayıp sayılmaya başlandı, köylülük olarak yorumlandı. Oysa ben bugün Amerika'yı, Avrupa'yı, hatta büyük ölçüde dünyayı görmüş biri olarak önce annemize sonra da kendi kendimize ne kadar haksızlık yaptığımızı daha iyi anlıyorum."

Değerli dostumun tespitleri bununla sınırlı kalmadı. "Bu" dedi son günlerde ayyuka çıkartılan başörtüsü tartışmalarını kastederek, "Türkiye'deki çok küçük bir azınlığın problemi. Bunlar değişime ayak uyduramadıklarından dolayı ellerindeki gücü kaybediyorlar. Ve bunun da farkındalar. Şimdi 'hır' çıkarmaya çalışıyorlar. Demokratik koşullarda devam ettiremeyeceklerini anladıkları limitsiz saltanatlarını, ülkede 'anti demokratik' bir ortam oluşturarak sürdürmeye uğraşıyorlar. Ama büyük bir hata yapıyorlar. Böyle devam ederlerse sahip oldukları herşeyi kaybedecekler."

Doğruyu söylemek gerekirse olan biteni bu denli net ortaya koyması beni şaşırttı. Çünkü arkadaşım ne siyasetçi, ne gazeteci, ne de stratejist. Sanatla çok içiçe, iyi para kazanan, renkli insanlarla oturup kalkan bir kişi. Öyle sosyoloji, siyaset bilimi masteri, doktorası filan da yok. Ülke gündemine yakınlık açısından bakıldığında da milyonlarca üniversite mezunu vatandaştan sadece birisi.

Özetle diyor ki;

- Halkın başörtüsünden rahatsızlığı yok
- Başörtüsü yasağının manası da yok
- Tesettürlü insanlara karşı yürütülen kampanyanın arkasında millet yok
- Demokrasiyi bu millete çok gören sözde seçilmişler var
- Onlar pozisyon kaybetme telaşındalar
- Ama değişime direndikçe daha fazla kaybedecekler
- Hatta ellerindekilerden de olacaklar...

İşte bunları söylüyor. Sözleri hem tecrübe, hem çarpıcı tespitler, hem de önemli uyarılar taşıyor.

Şimdi bu yazıyı okuyanlardan bazıları, bu konuşmanın yazarların zaman zaman yaptığı gibi 'söylemek istediklerini bir hayal kahramanına söylettirme' tekniğinden ibaret olduğunu düşünebilirler. Ama yanılırlar. Tıpkı bunu sadece iki kişi arasında cereyan eden sıradışı bir diyalog olarak değerlendirdiklerinde yanılacakları gibi...
Çünkü şu anda Türkiye'de milyonlarca insan - bu kadar derli toplu olmasa da - buna benzer konuşmalar yapıyor ve fikirler beyan ediyor. Ve hemen hepsinden de yukarıdakine benzer sonuçlar çıkıyor.

İlgilenenlerin bilgisine arz olunur.

abircan
05.02.2008, 13:08
5 Şubat 2008

Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr

Allah memlekete hırsızın hayırlısını versin kardeşim


"Çalsın ama iş yapsın" temennisi, nihayet kanun oluyor.

*

"Nası yani?" derseniz...

Hükümetimiz, Vakıflar Kanunu çıkarmaya çalışıyor. Bu kanun, hırsızlık, dolandırıcılık, hileli iflas, üçkáğıtçılık, haysiyetsizlik, ********lik, adilik, namussuzluk gibi suçlardan mahkûm olan kişilere de, vakıf kurma imkánı veriyor.

Çünkü...

Hükümetimiz adına açıklama yapan Başbakan Yardımcımız, aynen şöyle diyor:

"Hırsız ya da dolandırıcı, hayır işi yapmak istiyorsa, yapamazsın deme hakkımız olmadığı inancındayız."

*

Bir daha yazayım...

"Hırsız ya da dolandırıcı, hayır işi yapmak istiyorsa, yapamazsın deme hakkımız olmadığı inancındayız."

*

Bir daha yazayım mı?

*

Reformdur bu, reform.

Kerhaneciyi vergi rekortmeni yapan sistemin varsa... Hayali ihracatçıya takdir plaketi veren bakanların varsa... Dindarım diye milleti dolandıranın mağaza kurdelesini milletvekillerin kesiyorsa... Askeri ihalede katakulli yaptığı için yargılanan müteahhidi, şeref tribününde yanına oturtan generalin varsa... Para gelsin de nerden gelirse gelsin ayaklarıyla, şeriatçıya madalya takan zihniyetin varsa... Hortumcuya damardan girip, hortumlama sanığını Çankaya Köşkü’ne davet eden rejimin varsa...

"Çalsın ama iş yapsın" diyen kanunun da olmalıydı mutlaka.

*

Atatürk’e küfredeceksin.

Devrimini tasfiye edeceksin.

Bilimi reddedeceksin.

Hukuku ulemaya devredeceksin.

Rektörleri kovacaksın.

Türban namustur, diyeceksin.

İtiraz edene, dinsiz damgası vuracaksın.

Sonra...

"Hayır işi yapsın" diye dolandırıcıya, hırsıza vakıf kurduranı, alkışlayacaksın!

*

Az bile, az.

"Devletin malı deniz, yemeyen keriz" kanunu da lazım bu ülkeye...

"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" yönetmeliği lazım... "Adaaam sen de, salla başını, al maaşını" önergesi lazım... "Gelen ağam, giden paşam" tasarısı şart... "Deveyi havuduyla götürrrr" tüzüğü lazım...

*

Çalsın ama iş yapsın...

Nihayet kanun oluyor.

Hayırlara vesile olur inşallah.

altuntas58
05.02.2008, 13:20
Abircan kardeşim paylaşımlarınız için sağolun

abircan
05.02.2008, 13:25
5 Şubat 2008

Yalçın DOĞAN


Demirel’e kulak verin


DAHA türban yasağını kaldırmakla ilgili fiili girişim yok. MHP’nin türbana balıklama dalması daha ortada yok. Daha böyle bir gündem yok.

CHP eski milletvekili Bülent Tanla Ankara’da 12 Ocak günü Süleyman Demirel’i ziyaret ediyor. Türban açıklamasından bir kaç gün önce.

Demirel, Tanla’ya:

"Yeni Anayasa’da ya da onu beklemeden, türban için yasal bir düzenleme yaparlarsa, Türkiye için iyi olmaz. Türkiye geriye gider."

Demirel, türban yasağının kaldırılması girişimini önceden fark ediyor.

GÜVENLİK VE DIŞ AÇIK

Fark etmenin ötesinde, kaygı duyuyor, ekliyor: "Türkiye’yi yönetmek zorlaşır".

Zorluğu körükleyecek çok ayrı iki nedeni vurguluyor Demirel.

1- Asayiş sorunu.

2- Dış ödemeler dengesi açığı.

Kendi deneyimlerinden biliyor. Asayiş sorunu ile dış ödemeler açığı yan yana geldiğinde, iş çatallaşıyor.

Demirel’in bu sözlerini iyi okumak gerek. Ne de olsa, erbabı bilir.

Türban-asayiş-dış ödemeler dengesi açığı, tehlikeli bir üçgen. Tehlikeli üçgenin fitilini türban ateşliyor. Diğer ikisi zaten var.

"Türkiye geriye gidiyor". Nereye, nasıl gidiyor? "Türkiye’yi yönetmek zorlaşıyor". Zorluk nasıl bir sonuç yaratıyor?

Tanla’nın dediği gibi, "Meclis’te türban aritmetiği var, ama türban Türkiye’nin geometrisini bozuyor."

AKP’nin Demirel’i uzun uzun dinlemesinde çok yarar var. Kendi iktidarı için. Ayrıca, hepimiz için.

Erdoğan dediğim dedik

İNŞAAT ve tekstil başta, pek çok sektör güç durumda. Halkın yarısı ayda 800 YTL ile geçinme derdinde.

Tayyip Erdoğan’ı çok yakından tanıyanların gözlemi dikkat çekici:

"Türbana inancı var, tamam, ama ayrıca ekonomik sıkıntıları unutturmak için, türban kendisi açısından iyi bir fırsat."

Fırsat gibi görünen sıkıntıyı şu an unutturmak, geçici. Temelde sorunu çözmüyor. Türban ve Erdoğan’a dönük gözlemler sürüyor:

"İnatçıdır, önyargılıdır, kimsenin sözünü dinlemez. Dediğim dedik. Aklına koyduğu bir konuda, kendisini ikna etmek çok zordur."

Bu tanımlama, eğer doğru ise, bilimsel kuşku nafile. Bu durumda, ben yanılıyor muyum, acaba nerede yanılıyorum, gibi, her insanın zaman zaman kendine sorması gereken soru, Erdoğan için geçersiz.

Türbana dönük onca eleştiri, rejime dönük ciddi uyarılar var, Erdoğan bunları görmüyor mu, okumuyor mu? Onu yakından tanıyanlar:

"Karşı yazılardan mutlu bile olur."

Eğer, bu gözlem de doğru ise, vay halimize.

AKP’de dört solcu

TÜRBAN yasağının kaldırılmasına ilişkin dört AKP’linin tutumunu yine de merak ediyorum. Dört eski sosyal demokratın tavrını.

Turizm ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ile Zafer Üskül ve Haluk Özdalga ile Ayşe Bahçekapılı.

Türbana özgürlük, herhalde onların da inancı. Soldan AKP’ye büyük dönüşün yanında, türban elde var bir. Yine de, geçmişin derinliklerinden gelebilecek ince bir sızı, aynalarda yankılanıyor mu?

Gerçi çok zaman değil, seçimden bu yana geçen altı ay içinde, onların AKP’ye uyumu müspet ve makul ve münasip ve hatta makbul.

sivaslıgenç
05.02.2008, 13:28
30 Yıldır başörtüsünü tartışıyoruz.

Yasakçı zihniyet “laiklik elden gidiyor Cumhuriyet’in temeline dinamit konuyor” safsatasıyla başörtülü öğrencilerin Üniversitede okumasına karşı çıkıyor. 1988 yılında rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın yaptığı düzenlemeyle Yükseköğrenim de başörtülü okumanın önündeki engeller kaldırıldı. İşin aslı şuanda bile bir yasaklama söz konusu değil. Yani yöneticilerin keyfi uygulamaları bir yasak varmış gibi yansıyor. Ancak hükümet yasayı daha açık seçik bir şekilde tanımlayarak bu keyfi uygulamanın önüne geçmek istiyor.
Şimdi burada beraber izlediğim arkadaşlarımın kanını donduran, tüylerini diken diken eden ve gözyaşlarına boğan bir olayı anlatmak istiyorum.
28 Şubat sürecinin ihtişamlı günlerindeyiz. Kemal Alemdaroğlu yönetimindeki İstanbul Üniversitesi yine yasakçı zihniyetin bayraktarlığını yapıyor. O dönem İstihbarat Şefimiz olan Ahmet Böken, muhabir arkadaşların başörtüsüyle ilgili bir haberi birlikte izlemesini istedi.
Hafızam beni yanıltmıyorsa olay İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde yaşandı. Başörtüsüyle kampuse girmek isteyen kız öğrenci görevlilerin tarafından içeri alınmıyordu.
Zaten uzun süredir yaşadığı stresli günlerden bunalan kız öğrenci, çevresindeki öğrenci arkadaşlarının yapma etme haykırışları arasında ağlayarak ve birazda çığlık atarak “bunu mu istiyorsunuz diyerek başındaki örtüsünü çekip çıkardı”.
O anda dünya başımıza yıkılmıştı. Donup kalmış ve haber merkezinde bir anda sessizlik hakim olmuştu. Kafamı kaldırdığımda kimsenin benden bir farkının olmadığını gördüm; içimizi parçalayan manzara oda da bulunan bütün arkadaşlarımın gözlerini yaşartmıştı. Hiçbir şey diyememiş, yaşanan insanlık dramı karşısında sesimizi çıkaramamış , duyduğumuz tarifsiz acıyı sadece birkaç damla gözyaşıyla dışarıya atabilmiştik.
Hala o manzara gözlerimin önünde. Ne zaman başörtüsüyle ilgili bir tartışma yaşansa o haberdeki adını sanını bilmediğim kız öğrencinin hali gelir aklıma.
Hangi aklı başında vicdan sahibi bu manzara karşısında üzülmez?
Hangi mantıkla körpecik beyinlerin hafızalarına böyle bir acı kazınır?
Yasakçı zihniyet keşke azıcıkta olsa empati kabiliyetine sahip olabilse. Belki o zaman yürekleri cız eder, insafa gelirlerdi!
Ancak hepimiz biliyoruz ki onların derdi özgürlük mücadelesi değil. Başörtüsü üzerinden takiyye yaparak dine ve dindara saldırıyorlar. “Laiklik gidiyor Cumhuriyet yıkılıyor” naralarıyla sadece ve sadece kendilerini kandırıyorlar

özdemir
05.02.2008, 13:42
Gene laiklik

Çok önemli ve yanıtlaması, hem çok güç ve hem de çok anlamlı bir soru var: "Üniversite ve yüksek okullara başörtülü kız öğrencilerin girmesine izin vermek, Türkiye'de laik devlet düzeninin sonu olur mu?"


Eğer böyle bir edimi, laiklikten uzaklaşmanın "ilk adımı", ya da bir "aşaması" olarak değerlendirmezsek; laikliği nasıl tanımlarsak tanımlayalım, bazı kız öğrencilerin üniversite ve yüksek okullara başörtüsüyle girmeleri, laiklikten çıkma olarak değerlendirilemez. Olsa, olsa; "İslami duyarlılıkları fazla olan çevrelerin, laik çevrelere karşı bir zaferi", olarak değerlendirilebilir ki; bu da her iki taraf açısından, çok önemlidir.

Aslında; bence doğruluğu tartışmalı olan, fakat ne denli tartışmalı olursa olsun; "öyle düşünenler" açısından, yaşamsal önemi olan iki olgu var. Bir kısım insanlarımız; başörtüsünü, İslamiyetin vazgeçilmez koşulları arasında görüyor. Bence, İslamiyette "örtünme" olmasına karşın; bunun nasıl yapılacağı konusu pek belirli olmasa da, eğer birileri buna samimiyetle inanıyorsa, yapılacak bir şey yok. Bir kısım insanlarımız da; üniversite ve yüksek okullara başörtüsüyle girilirse, bunun arkasının geleceğini ve tüm eğitim kurumlarıyla kamu kurumlarında, başörtüsünün başlayacağını ve bunun da laikliğin sonu olacağını düşünüyorlar.

Bence, bu düşünce de doğru değil. Ama eğer biri buna samimiyetle inanıyorsa, söyleyecek fazla bir şeyimiz yok. İşin bu aşamasında yapılması gereken şey; biribiriyle uzlaşmaz görünen bu iki yaklaşımı, hangi ortak payda çerçevesinde uzlaştıracağımız ve birlikte yaşamayı mümkün kılacağımız. Zira, başka çaremiz yok. Sayı ve oranları bir yana; ne örtünmek isteyenleri başka yerlere sürme olanağı var, ne de laiklik konusunda endişe duyanları ortadan kaldırmanın yolu var. Eninde sonunda, bir anlaşma noktası bulunacak.

Binlerce kez yazdım ve söyledim: "Türkiye'nin, toplumsal ve siyasal yaşamındaki sorunların çok önemli bir bölümü, 12 Eylül'ün ve 12 Eylül düzenlemelerinin bir sonucudur." Şimdilerde, "türban sorunu," olarak ortaya çıkmış olan sorun da, 12 Eylül uygulamalarının bir sonucudur. 12 Eylül öncesindeki kanlı dönemin sorumluları arasında saydıkları üniversiteleri; akılları sıra, "zabt-ı rapt" altına almak isteyen süper zekalılardan oluşan "cunta" 2547 Sayılı Yüksek Öğrenim Yasası'yla, merkezi bir yapı oluşturdu. Daha sonra; değişik üniversitelere, merkezden rektörler atandı.

Rektörler dekanları; dekanlar, bölüm başkanlarını atadı. Ve, dikensiz bir gül bahçesi yarattılar! 2547 sayılı yasaya kadar, üniversitelerde bir başörtüsü sorunu yoktu. Bir yandan, "sol tehlikeye" karşı, İslamiyeti kullanmaya çabalayan 12 Eylül yöneticileri, bazı üniversitelere, öyle rektörler atadılar ki; bu işe, atananlar da şaştı. Hayatında hiçbir biçimde yöneticilik yapmayan kimi meslektaşlarımız, üniversitelerin başına getirildi.

Toplumlar, bu denli unutkan olmamalı. Kimi arkadaşlarımı çıldırtacak kadar önem verdiğim ve değerli bulduğum Sayın Deniz Baykal, geçenlerde, "Nerden çıktı bu türban?", diye soruyordu. "Daha önce halkımız, Müslüman değil miydi?". Deniz Baykal bu konuda unutkanlık girdabına düşmüşse, varın ötesini siz tahmin edin...

Türban, YÖK'ün atanmış başkanı Sayın İhsan Doğramacı'nın, "kıvırtmasının", sonucunda ortaya çıkan bir kavramdır. Geçen haftaki bir yazımda da değinmiştim. Bir üniversite rektörünün YÖK'e, "öğrencilerin başları örtülü olarak okullarına gelip gelemeyeceğini", sorması üzerine; Sayın Doğramacı'nın, meseleyi dejenere etmesinin bir sonucudur. "Başörtüsü yasaktır", demişti Sayın Doğramacı, "Fakat modern bir örtünme şekli olan türban, serbesttir."

Bir gün sonra, başörtüsünün adı türban oldu. Türbanı, herkes kendince tarif ediyor. Hepsi yanlış. Türban; kalın kumaş, ya da ince deriden yapılan ve etrafı lastikli bir tür şapkadır. Bizim çocukluğumuzda, kimi yaşlılar kullanırlardı. Günümüzde eşarpla örtünenler, eşarbı nasıl bağlarlarsa bağlasınlar, bunun adı, "başörtüsüdür".

Ben, laik düzenimizi tehdit altında görmeyenlerdenim. Yeter ki; halkımızı, "duygusal tepkilere" itecek davranışlardan kaçınılsın, işler "inatlaşmaya" taşınmasın. Farklı düşüncelerin birlikte yaşaması da çok zor, bazı şeylere alışmak da...


Toktamış ATEŞ

abircan
05.02.2008, 13:44
MİSYONERLİK PATLADI! 210 kişi din değiştirdi 05-02-08


YAZAR: CAN DÜNDAR



25 bin cami yaptırma derneğine karşılık, 1 tane opera sanatçıları derneği var.

Çünkü Türkiye'deki opera-bale izleyicisi toplamı 165 bin...





Geçen 21 Haziran'da bu köşede Türkiye'den bazı rakamlar aktarmıştım. Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Sekreteri Turan Eser'in verdiği bazı rakamlardı bunlar... "Türkiye muhafazakârlaşıyor" tezini doğrulayan rakamlar:

"Türkiye'de 67 bin okul, 85 bin cami var.

"77 bin doktor, 90 bin din görevlisi var.

"Diyanet bütçesi 8 bakanlığın toplam bütçesi kadar".



Geçenlerde Federasyon'un genel başkanlığını üstlenen Turan Eser'le cumartesi günü İsviçre Alevi Birlikleri Federasyonu'nun Zürih yakınlarındaki bir toplantısına gittik. Bu kez ÖDP Genel Başkanı, milletvekili Ufuk Uras da bizimleydi.



Eser, yeni rakamlarla çıkageldi.

Türkiye'nin bir fotoğrafını çekmeye yardımcı olan bu rakamları da sizlerle paylaşmak istiyorum.

* * *

Sivil toplumdan, sivil bir anayasadan söz ediyoruz ya; acaba gerçekten sivilleşiyor muyuz?

Rakamlara bakılırsa evet...

Türkiye'de 87 bin sivil toplum örgütü var.

Az değil; ama gelin ayrıntısına bakalım:

Çoğunluk, yöre dayanışma dernekleri; yani "hemşeri örgütleri"nde...

İkinci sırada, 25 bin "cami yaptırma derneği" var.



Turan birkaç somut örnek veriyor:

Sakarya'nın Ferizli ilçesinde 46 dernek var. 1 yüksekokul yaptırma derneği, 1 sağlık ocağı yaptırma derneği, 6 spor derneği... ve 25 cami yaptırma derneği...



Bursa İnegöl'e bağlı Cerrah beldesinin nüfusu 3 bin...

Beldeye bin kişilik cami yaptırılıyor.

Beldenin okuluna Marmara depreminde "Oturulamaz" raporu verilmiş. Okul o halde kullanılmış. 2003'te Belediye Başkanı diyor ki, "Okul için alan tahsis ettim, çivi çakılmadı."

* * *



25 bin cami yaptırma derneğine karşılık, 1 tane opera sanatçıları derneği var.

Çünkü Türkiye'deki opera-bale izleyicisi toplamı 165 bin...



Yılda ortalama 8 milyon insan tiyatroya gidiyor.

Peki, camiye gidenler?

2003 Aralık ayında AKP Ankara Milletvekili Said Yazıcıoğlu Meclis'te diyor ki:

"Her hafta cuma günleri 20 milyona yakın yetişkin insan cuma namazı için camiye gidiyor. Camilerde cuma sohbeti ve hutbeyle beraber 1-1.5 saatlik, tabiri caizse, yaygın bir din eğitimi söz konusudur. Bu, çok büyük bir rakam ve imkândır."

70 milyonluk İran İslam Cumhuriyeti'nde cumaya gidenlerin ortalaması 7 milyon...

İran'da hafta içi günlük ortalama 2 milyon...

Türkiye'de 10 milyon...

* * *

"Ne güzel; vatandaş dinine sahip çıkıyor. Tam da misyonerlik alıp yürümüşken..." diyebilirsiniz.

O halde şu misyonerlik rakamlarını da verelim:

2005'te Türkiye'de toplam 210 kişi dinini değiştirmiş.

Öte yandan Türk Araştırmalar Merkezi'nin verilerine göre son 3 yılda sadece Almanya'da Müslümanlığa geçenlerin toplamı 1260... Bunların yüzde 60'ı kadın... Çoğu da Müslüman erkeklerle evlenen Alman kadınları...

Diyanet'in yurtdışında 1260 din görevlisi var.

"Misyonerlik patladı" balonu Malatya katliamını hazırladı. Almanlar ne yapsın?



4 Şubat 2008, Milliyet

sivaslıgenç
05.02.2008, 14:19
Başörtüsü meselesinde cevapsız sorular!
Buyrun cevaplayın. Yüz puanlık uzman sorusu!Cevaplayamazsınız tabi.Susarsınız. Şapa oturursunuz böyle. Nuh Gönültaş O soruyu yazdı.

Kezban Hatemi Hanımefendi güzel bir soru sordu laikçilere:

Siz bu başörtülü kadınların eşlerinin sizleri yönetmesini kabul ediyorsunuz da nasıl oluyor da bunların eşlerinin ya da kızlarının üniversitelere girmesini laikliğe bir tehdit olarak görüyorsunuz?

Buyrun cevaplayın. Yüz puanlık uzman sorusu!

Cevaplayamazsınız tabi.

Susarsınız. Şapa oturursunuz böyle.

Diliniz dönmez olur.

Böyle temelsiz, ne laiklikle ne demokrasiyle uymayan bir kısım faşist yasaklardan yana olursanız adamı böyle şapa oturturlar işte.

İkinci güzel soru Habertürk Televizyonu Yayın Yönetmeni Melih Meriç'ten geldi. Melih Meriç Basın Klübü'nde ekrana çıkarttığı üç üniversite rektörüne şu soruyu yöneltti:

"Siz sayın rektörler, üniversitelerde başörtüsü yasağının kalkmasını isteyen üniversite öğretim görevlilerinin imzası 1500'ü aştı. Siz üniversitelerde bu öğretim elemanları ile güzel güzel çalışırken sayıları yüzde ikiyi bile geçmeyen bu başörtülü öğrencilerle niye anlaşamıyorsunuz?"

Bu da tam bir uzmanlık sorusu.

Hadi buyrun çıkın işin içinden.

Öyle ekrana çıkıp isimlerinizin önündeki koca koca profesör sıfatları ile yasakçılık yaparsanız soruları cevaplayamaz böyle sınıfta kalırsınız!

İşte iyot gibi bir soru daha?

Muhatabın bütün bilinç altını ortaya çıkaran tam bir turnusol kağıdı.

Peki kipa ile (ıÜüKipa, Yahudi erkeklerin genellikle dini törenlerde bazen de normal zamanlarda giydikleri, kafanın tam tepe noktasını örten ve küçük mandallarla saçlara tutuşturulan bir tür takkedir. Yahudiler açısından tamamen dini bir sembol niteliği taşır.) gelmek isteyen öğrenci olursa üniversiteye alır mısınız?

Akdeniz üniversitesi rektörü Prof. Dr. Mustafa Akaydın:

"Ben Hıristiyan bir ülkenin rektörü olsam uğraşmam bu işle. Benim üniversiteme kipayla girsinler hiç sorun olmaz kipayla gelen yüzde 20 olsa onu da yasaklarım."

Demek ki rektörlük görevleriniz arasında halkı Müslüman olan bir ülkenin üniversitesinde rektör olduğunuz için Müslümanlarla ve onların kıyafetleri ile uğraşmak ve halkın çoğunluğunu temsil edenlerin eğitim hakkını engellemek gibi bir göreviniz de var!

Vay vay vay... Rektöre bak.

Ne yani Müslüman bir ülkede insanlar Müslüman gibi yaşayıp Müslüman gibi giyinemeyecekler mi?

Bu üniversite rektörleri gerçekten bilgi birikimleri açısından da çok zayıf insanlar. Sorulara ya yanlış cevap veriyorlar, ya da şapa oturuyorlar!

Rektörlerin çoğu tıpçı.

Tıp fakültelerinde öğretim görevlisi sayısı diğerlerine göre çok olduğundan rektör olarak Tıp Fakültesi öğretim üyeleri iş başına getiriliyor. Bunlar da haliyle sosyoloji, tarih gibi sosyal ilimlerden bihaber oluyorlar.

Mazur mu görmek lazım bilmiyorum, ama bu Ahmet Necdet Sezer'in atadığı rektörlerde bir din düşmanlığı bir Müslüman düşmanlığı var.

Özel olarak onlar seçilmiş ve rektör olurken onlardan "başörtülü öğrencileri asla üniversitelere sokmayacaksınız" gibi bir söz alınmışa benziyor!

NUH GÖNÜLTAŞ/BUGÜN

abircan
11.02.2008, 17:08
Ferai TINÇ
ftinc@hurriyet.com.tr

AB ve içki yasağı


İÇKİCİ oldukları için değil, ama muhafazakarlığın müdahaleci ve yasakçı boyutlara ulaşmasından endişelenen birçok insan, son zamanlarda içki yasaklarıyla ilgili gelişmeleri tedirginlikle izliyor.

Spor kulüplerinde yer alan restoranlardaki içki yasağı, içki markalarının spor karşılaşmalarında sponsor olabilmelerinin engellenmesi, sigara yasağı ile ilgili düzenlemeye eklenen ve içki sponsorluk-reklamlarının vergiden düşülmemesi bu gelişmelerin bir kısmı.

Bir de televizyonlara gelen uyarılar var. Kral TV’de şarap bardağı göründüğü için sansürlenen klip ve Kürşat Başar’ın Kanaltürk’teki yemekli sohbetine gelen uyarı. Kral TV, sansürün kendi tasarrufu olduğunu söylerken, Kanaltürk, yazılı uyarının RTÜK’ten geldiğini belirtiyor. (RTÜK kabul etmiyor.)

Bunlar geçen hafta peş peşe gündeme düşen haberlerdi.

Özellikle tv’deki yasaklar ve Avrupa Birliği uygulamalarıyla ilgili olarak bir araştırma yaptım.

Bir yandan Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun Tasarısı taslağını inceledim diğer yandan İktisadi Kalkınma Vakfı’ndan yardım aldım. Onların, benim ricam üzerine hazırladıkları karşılaştırmalı bilgi notundan yararlandım. Avrupa Birliği kararlarına baktım.

* * *

TELEVİZYON yasakları ile ilgili olarak 23 Ocak 2008’de RTÜK, yazılı bir açıklama ile iddialara yanıt vermişti.

Yeni taslak hazırlanırken Avrupa Birliği ve dünya normlarının dikkate alındığı belirtiliyor ama Türk halkının ihtiyaçlarının da gözönünde tutulduğu vurgulanıyordu. Ayrıca, izleyicilerin alkol kullanımıyla ilgili hassasiyetinin arttığına da dikkat çekiliyordu. Geçen yıl yerli dizilerle ilgili şikayetlerin yüzde 47’sini alkol ve sigara tüketimini özendiren sahneler olduğu da açıklamada yer alıyordu.

Yeni tasarıda, "alkol, tütün ürünleri ve uyuşturucu madde kullanımını özendiren yayın yapılamaz" deniyor.

RTÜK’ün yazılı açıklamasında da böyle bir yaklaşımın tasarıda bulunduğu kabul ediliyor.

Bunda ne var diyeceksiniz. Bir defa şunu söyleyeyim, Avrupa Birliği mevzuatında bu üç madde, bir arada zikredilmiyor. Hepsi ayrı ayrı ele alınıyor, bu yüzden de düzenlemeler farklı.

Ayrıca alkolle ilgili düzenlemeler reklamlarla ilgili. Yayınlarla değil.

Avrupa Birliği Görsel İşitsel Medya Hizmetleri Direktifi’nde, "Sigara ve diğer tütün ürünlerinin her türlü görsel-işitsel ticari iletişimi yasaktır" denirken, "alkollü içeceklerin reklamlarının özellikle çocukları hedef almaması ve aşırı tüketiminin teşvik edilmemesi" öngörülüyor.

Evet yeni yasa taslağı Avrupa normlarıyla birçok noktada örtüşüyor. Ancak Avrupa normlarının akasına sığınıp televizyonlarda gösterilen filmlerde, dizi ve kliplerde alkol zaptiyeliğine çıkılamayacağı da ortada. Çünkü yok böyle bir şey.

* * *

AB müktesebatında, alkollü içeceklerle ilgili reklamlar bile, belli ölçülere uymak koşuluyla serbest.

Evet, "alkollü içecek reklamlarında üye ülkeler kamu yararı ve kamu sağlığı gözetecek, kendi halkının ihtiyaç ve beklentilerini karşılayacak düzenlemelerde bulunma ve önleyici tedbirler alma hakkına sahip" deniyor.

Ama sadece "reklam"lar ile sınırlı olan bu yaklaşım bile yayın içeriklerine müdahale olanağı vermiyor.

TV yayınlarında "içki-kadeh" yasağı getiren anlayış Avrupa Birliği normlarının, Türk halkının ihtiyaçlarına göre uygulandığı iddiasında.

İşte bu, "biz AB’yi işimize geldiği gibi yorumlarız" yaklaşımı insanı tedirgin ediyor, yoksa içki bir sembol. Diğerleri gibi.

Muhafazakar zihniyetin, hayatı işine geldiği gibi yorumlayarak iktidar gücünü kullanmaya başlaması alarm zillerini çaldırtan gerçek neden

abircan
11.02.2008, 17:15
'Atatürk ikinci derece peygamber'
Timur Selçuk: "Yaradan hiç bir ulusa böyle iki Mustafa armağan etmedi"

11.02.2008 00:13

Müzisyen Timur Selçuk'tan tartışılacak sözler: "Yaradan hiç bir ulusa böyle iki Mustafa armağan etmedi. Mustafa Kemal benim için ikinci dereceden peygamberdir”


Uzun bir süreden sonra sahnelere geri dönen Timur Selçuk, hem müzik dinlemeyi bilmeyenleri hem de hükümeti her zamanki sert üslubuyla eleştirdi: “Şu anki hükümet, ülkenin inançlarını yıpratıyor. Türbanı ulaşmak istediği yolda bir araç olarak kullanıyor.”

Türk sanat müziğinin efsane bestekarı Münir Nurettin Selçuk’un oğlu, müzik adamı Timur Selçuk’la buluşmak için Taksim Sıraselviler’deki Çağdaş Müzik Merkezi’nde buluşuyoruz. Fotoğraflarını çektiğimiz sırada piyano başında verdiği mini resital Timur Selçuk’u herkesin canlı dinlemesi gerektiği inancımı kuvvetlendirdi. Tabii hiçbir yerde konser vermiyor olması da bu takibi zorlaştırıyor. En son 1974’de verdiği konserden sonra ilk defa geçen hafta Erol Evgin’in ısrarlarıyla The Plaza Otel’de bulunan Sky Bar’da üç gün canlı performans sergileyen Timur Selçuk, hem kendi şarkılarını hem de babası Münir Nurettin Selçuk’un şarkılarını seslendirdi. Aldığı güzel tepkiler ve ısrarlar nedeniyle Mart ayında yeniden canlı performans yapacağını söyleyen Timur Selçuk’la sohbetimiz Türkiye’nin en büyük bestekârlarından Münir Nurettin Selçuk anılarıyla başlıyor ve türbana kadar gidiyor.


* 34 yıl aradan sonra ilk defa sahneye çıktınız. Neden sahneye çıkmıyordunuz ve fikrinizi ne değiştirdi?
1970’lerin ortalarında ülkenin siyasi durumu beni sahnelerden uzaklaştırmıştı. Kıbrıs çıkartmasıyla birlikte bir daha sahne almadım. Geride bıraktığım dinleyiciler Yaşar Kemal’in söylediği gibi “O güzel insanlar, o güzel atlara bindiler, gittiler ve bir daha dönmediler...” Artık o sadık, müzik dinlemeyi bilen insanlar yoktu etrafta. Geçen hafta gördüm ki o insanlar güzel atlarıyla dönmüşler.


* Nasıl bir dinleyici kitlesi vardı ve sizin ruh haliniz nasıldı?
Ben çok heyecanlıydım, aradan geçen 30 yılı aşkın bir süredir böyle bir şey yapmamış olmak ister istemez beni heyecanlandırdı. Tabii bir de 70’ime merdiven dayadığımı düşünecek olursak, iki saat boyunca sahnede olmak beni yorar diye düşünmüştüm ama hiçbir problem yaşamadım. Dinleyicilerim arasında çok yaşlılar da vardı, çok gençler de. 80 yaşını aşkın bir adam eşiyle birlikte geldi ve babamın eserlerini dinlemek için geç vakitlere kadar kaldı. Bu benim için büyük bir onurdur.


* Yeniden sahne alacak mısınız?
Sahnede olmak değil ama geç saatlere kadar ayakta olmak ve ertesi gün kalkıp derse gitmek beni yoruyor. Tabii yaşlandık artık, bünye eskisi gibi dinamik değil. Ama Mart ayı için konuştuk, bir aksilik çıkmazsa arada bir böyle programlarla dinleyiciyle buluşmak lazım.


* Müzik piyasasında “Babasının eserlerini kimseye söyletmeyen zor adam” olarak anılıyorsunuz. Neden izin vermiyorsunuz?
Münir Baba, kendi şarkılarını öğrencilerine seçerek verirdi. Üsluba önem veren bir adam olduğundan ölümüne yakın dönemde de maddi manevi çok zorluklar yaşadı ama kendi bilgisinden de hiç geri adım atmadı. Babam, sanatçı olmadığı halde eserini doğru okumadığı için Mustafa Kemal’i azarlamıştı. Böyle bir adamdan bahsediyorsunuz. Eğer bu şekilde sahip çıkmazsam yattığı yerden bana beddualarını eksik etmezdi. Ben de babamın isteklerini yerine getiriyorum. Zaten gece kulüplerinde konserlerde bu şarkıların içine ediliyor, bunlara bir yasaklama getirmiyoruz. Albüme basılacak olan eserler konusunda çok hassas davranıyorum. Belge olarak kalacak olan albümlerde bir yanlış yapılacak olursa, ondan sonra gelecek olan şarkıcı bir yanlış daha yapacak. Buna müsaade edemem.


* Babanızın Mustafa Kemal’le ilişkileri nasıl bozuldu?
Yine Türk Sanat Müziği icra ederken Mustafa Kemal de eşlik edecek olmuş, Münir Baba da Mustafa Kemal’e sinirle dönerek; “Ya siz söyleyin ya da bırakın ben söyleyeyim” demiş. Münir Baba bu konuda taviz verecek bir adam değildir; karşısında kim olursa olsun. Tabii Mustafa Kemal bu duruma kırılıyor ve iki yıl kadar küs kalıyorlar. Ama sonra Mustafa Kemal, Münir Baba’nın hassasiyetinin ne olduğunu kavradığında yanına çağırıyor ve sohbetlerine kaldıkları yerden devam ediyorlar.


* Maddi zorluklardan bahsettiniz, teliflerden para kazanabiliyor musunuz?
Hayır, en son Mesam’dan 15 YTL telif geldi! Gazinolarda milyarlarca liraya şarkılar türküler söyleyenler bir lira para ödemiyor. Benim bir tek Münir Nurettin şarkısıyla, sizi helikopterle bulunduğunuz yerden alıp buraya getirebiliyor olmam lazım.

* Babanızın da sizin de hep yurt dışı konserleri ve eğitimleri oldu. Hiç yurt dışında yaşamayı düşündünüz mü?
Ben bu soruya babamla olan bir diyaloğumla cevap vermek istiyorum. Hastalığının son dönemlerinde eşyalarına bakınırken Paris Operası’ndan tenor olması için gönderilmiş mektubu buldum. Üstelik bir hayli yüksek meblağteklif edilmiş. Babamın yanına gittim; “Babacım size zamanında böyle teklifler yapmışlar neden kabul etmediniz” diye sordum. Bana; “O zaman kim Münir Nurettin olacaktı oğlum” dedi. Ben de bu sözünden yola çıkarak ülkemi bırakmayı hiç düşünmedim.


* Peki Münir Nurettin Selçuk sizin eserlerinize nasıl yorumlarda bulunurdu?
1970’li yıllarda Paris’ten döndüm. Şan Sineması’nda konserim oldu, babam da izlemeye geldi. Konser bittiğinde daha terim soğumadan, sert bir üslupla ilk söylediği şey şu oldu: “Besteciliğin konusunda çok gelişmişsin ama bestelerini ses sanatçısı olarak icra edecek olgunlukta değilsin. Şan dersleri alman gerekir” Bugünkü başarımı babamın o sözlerine borçluyum .


*Sizce Münir Nurettin Selçuk yeteri kadar değeri bilinen bir sanatkâr oldu mu?
Türk insanı Münir Baba’nın 21’inci yüzyıl müzik tarihinin mihenk taşı olduğunu, aydınlanma sürecinden sonra anlayacaklar ama ben o dönemi göremeyeceğim. Bir defasında yine Paris’ten babamın konseri için döndüğümde konser salonunun yarısının boş olduğunu gördüm. Babama dönüp: “Paris’te verdiğin konserleri düşününce bu salondaki boşluğu bir tülü anlayamıyorum, nerede dinleyicilerin” diye sordum. Çok sakin ve mütevazı tavrıyla: “Oğlum beni aradıkları gün, onlar da beni bulamayacak” demişti.


“Hükümet siyasi zafer için türbanı, yani kadını öne sürüyor”

Timur Selçuk’un Hz. Muhammed’i ve Mustafa Kemal’i hep aynı cümlede buluşturması bir hayli tepki görmüştü. Selçuk; “Mustafa Kemal benim için ikinci dereceden peygamberdir” diyor ve devam ediyor: “Yaradan hiçbir ulusa böyle eşsiz iki ‘Mustafa’ armağan etmemiştir. Birisi ilahi Hz. Muhammed Mustafa diğeri ise devrimci Mustafa Kemal Atatürk’tür. Yedi düvele kafa tutan, Kurtuluş Savaşı’nı yapan Mustafa Kemal! Ben iki Mustafa’yı gönüllerinizde bir tutun, bunları çarpıştırmayın, birbirine kırdırtmayın, bunlar sizlerin yaşam kaynağınız, çağdaşlığa gitme yolundaki en büyük yakıtınız ve desteğiniz derim. Bu da hem solcu hem de sağcı arkadaşlarım tarafından yadırganıyor! Yadırganabilir ama ben buna inanıyorum.” Bugünkü hükümet ve türban konusunda ise şunları söylüyor: “Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan benim kardeşimdir, aynı toprakların insanlarıyız, ama nasıl kardeşlerimdir; görüşlerini ve uygulamalarını paylaşmadığım kardeşlerimdir. Dine yaklaşım açılarını hiç doğru bulmuyorum, hatta ülkenin inançlarını yıpratıyorlar. Allah ‘Tebliğ et, baskı yapma’ der. Türban konusuna gelecek olursak; aydınlanma kadından başlayacak ve bu toplumu kadınlar şaha kaldıracak ama önce kadınların aydınlanması gerekiyor. Bakın etrafınıza, hükümet siyasi zafer için türbanı, yani kadını öne sürüyor, PKK terör örgütü kadın ve çocukları silah altına sürüyor, uyuşturucu satmak isteyenler kadını kullanıyor. Kadınlarımız kendine çeki düzen versin ve artık uyansın. Türban ulaşılması gereken yolda bir araç olarak kullanılıyor.”


Vatan

abircan
11.02.2008, 17:27
Nevzat Yalçıntaş `ters`ten çaktı...
Eski AKP milletvekili Nevzat Yalçıntaş, eski rektör Kemal Alamdaroğlu ile birlikte Habertürk TV`de Erol Mütercimler`in hazırlayıp sunduğu "Aynanın Arkası" adlı programa katıldı. Yalçıntaş`ın yaptığı "türban" yorumu izleyenleri şaşırttı..

MUHAMMET KUTLU `nun haberi


Yalçıntaş , Habertürk Televizyonu ’nda Türban konusunda ilginç değerlendirmelerde bulundu…


Yalçıntaş : “Türban sorunu, ABD tarafından Türkiye ’ye bir nifak olarak sokulmuştur”


Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş , Habertürk Televizyonu ’nda Erol Mütercimler ’in hazırlayıp sunduğu “Aynanın Arkası ” adlı programa katıldı. İstanbul Üniversitesi Eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu ile birlikte, Mütercimler ’in gündemdeki üniversitelerde türbana izin verilmesiyle ilgili Anayasa değişikliğine ilişkin sorularını yanıtladı.


Prof. Dr. Yalçıntaş , programda son derece şaşırtıcı değerlendirmelerde bulundu. Başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, AK Partili yöneticilere yakınlığıyla bilinen Yalçıntaş , türban sorununun 12 Eylül darbesiyle birlikte, Amerikalı uzmanlar tarafından Türkiye ’nin gündemine sokulduğunu iddia etti.


Yalçıntaş , Amerikalı uzmanların, dönemin Türkiye yönetiminde söz sahibi olan askeri yetkililere, İran devrimine gidilen aşamada, Humeyni yanlılarının, Şah Rıza Pehlevi ’ye bağlı askerlerin karşısına çarşaflı kadınları sürdüklerini, bu yüzden askerlerin gösterileri engellemekte elinin kolunun bağlı kaldığını belirterek, türban konusunda kesinlikle taviz verilmemesini salık verdiklerini anlattı.


Gösterilerde ve izinsiz yürüyüşlerde, önde yürüyen çarşaflı kadınları gören askerlerin, belki de anneleri, kız kardeşleri olabileceği endişesiyle silah kullanmaktan kaçındıklarını kaydeden Yalçıntaş , Erol Mütercimler ’in büyük takdirini kazanmış göründü.


Aslında, sorunun İran ’da ayrı, Türkiye ’de ayrı sonuçları olduğunu anlatmaya çalışan Yalçıntaş , verdiği örneği Erol Mütercimler ’in türbanın sakıncalarına örnek olarak algılamasına da itiraz etmedi.


Erol Mütercimler , “Siyasiler, bu yanlıştan dönmeli değil mi hocam? Eğer yanlıştan dönerlerse Türkiye kazanır değil mi hocam ?” şeklinde Yalçıntaş ’ı türban konusundaki Anayasa değişikliği ısrarından vazgeçilmesi yönünde açıklama yapmaya yöneltmeye çalıştı.


Ancak Yalçıntaş , bu anlama gelebilecek şeyler söylemekten kaçındı.


Erol Mütercimler ’in neredeyse gözlerini yaşartan açıklamalar yapan Yalçıntaş , “Konu Türkiye ’ye bir nifak gibi sokuldu. Bir kördöğüşüne dönüştü. Herkes geçmiş dönemleri suçladı niye halledemediler diye. Nifak, fitnedir, adam öldürmekten daha kötü bir şeydir. Amerikalılar, türbanı bir fitne olarak gündemimize koydular. Belki de onların önerdiği, Türkiye ’nin şartlarına uymuyordu. Bizim askerlerimize, Amerikalıları ikna etmek düşerdi. Bizim şartlarımızı onlara anlatmak düşerdi. Ama yapmadılar sanıyorum …” şeklinde son derece ilginç açıklamalarda bulundu.

Arif Coşkun
11.02.2008, 17:53
TARİHTEN DERS ALMAK

Araştırmalar Türklerin devlet kurma meziyetini M.Ö. 10 bin yıllarına kadar uzatıyor. M.Ö. 1200 yılında kurulan Çu devletinin bir Türk devleti olduğu biliniyor. Devlet kurma, devlet olabilme yeteneğimiz tartışılmaz. Güneşin doğduğu yerden, battığı yere kadar dünyanın bir çok yerinde devletler kurmuşuz. Türk devletlerini savaş meydanlarında yenilgiye uğratarak yıkan hiçbir kuvvet bu güne kadar görülmemiş. Çinli, Rus, Hinli, Acem, Arap, Avrupalı, Afrikalı Türk’lere direnememiş. Çin setti, Haçlı seferleri, Bizans surları bile Türkleri durduramamış.

Türk devletlerinin yıkılış sebeplerine baktığımız zaman ise şaşırtıcı sonuçlara ulaşıyoruz. Türk tarihi incelendiğinde çoğu devletin iç çekişmeler veya başka bir Türk boyu tarafından yıkıldığını görmekteyiz. Düşmanlar güç kullanarak yok edemedikleri Türk devletlerinde hanlara, hükümdarlara gelin vermişler. Şehzadeleri de kendi kızlarıyla evlendirmişler. Ülkeyi yönetenler örf ve geleneklerinden uzaklaştırılmaya çalışılmış, çeşitli saray entrikalar ile taht kavgaları çıkarılmış, şehzadeler birbirini boğazlar hale getirilmiş. Bununla birlikte ülke içersinde yaşayan farklı kimliklerdeki insanlar etnik, dinsel, sosyal, kültürel yönleriyle kışkırtılarak isyanlar çıkartılmış. Kardeşi, kardeşe kırdırmışlar. El altından ‘’Düşmanımın düşmanı, dostumdur’’ mantığı ile karşı olanlara destek verilmiş. Amaç kışkırt, böl, parçala, yok et. Ne acıdır ki bunda da başarılı olmuşlar.

Önce küreselleşen dünyamıza bir bakalım. Son yüzyılda iki dünya savaşı yaşandı, insanlar öldü. Savaşın izlerini yok etmek ve ülkelerin yeniden yapılanması için bedeller ödendi. Savaşta birbirlerini acımasızca yok etmeye çalışanlar ne hayret ki şimdi dost oldu. ABD ile Japonya ve Rusya ilişkilerine bir bakın. Almanya ile Fransa ve İngiltere ilişkilerine bir bakın. Bunlar değil miydi 1940’lı yıllarda birbirleriyle savaşan, birbirini boğazlayan. ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı atom bombası ile 300 bin masum insanın öldürülmesi, milyonlarca yahudinin nazi toplama kamplarında yok edilmesi, ne çabuk unutuldu. Ne oldu eski düşmanlara, düşmanlıklara?

Şimdi de bu bilgiler ve tecrübeler ışığında dünyamızdaki mevcut en büyük Türk Devleti olan ülkemize bir bakalım. Yüce insan Atatürk Osmanlının kalıntıları üzerinde bir Cumhuriyet inşa etti. Atatürk bu Cumhuriyeti öyle sağlam temeller üzerine kurdu ki, yıkılması imkansız. Üstüne de ‘’Ey Türk gençliği! birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir’’ ve ‘’Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır’’ diyerek, hepimize bu Cumhuriyeti koruma, kollama ve yaşatma görevi verdi. Geçen hafta Amerika da bir Internet sitesi ‘’Tekrar dünyaya gelmesini istediğiniz bir kişi, sizce kim olmalı?’’ diye bir anket düzenledi. 200 bin oy kullanılan ankette %89 ile Atatürk’ün birinci çıktığını kaçımız biliyor? Bu büyük insanın kurduğu, bu büyük Cumhuriyet normal koşullarda yıkılmaz, yok edilemez. Bunu herkes biliyor. Ama, bir çok ülke her ne hikmetse bu Cumhuriyetin var olmasını istemiyor. Yok etmeyi düşünmese bile güçlü ve lider bir ülke olmasını hazmedemiyor. Bunun için de tarih boyunca yaptıklarını işte yine yapıyorlar. Etnik, dinsel, sosyal, kültürel kavramları kaşıyorlar. Ülkemizi bölmek, parçalamak zayıf düşürmek amacıyla kardeşi, kardeşe vurdurmaya çalışıyorlar. Entrikalar, ihanetler, arkadan vurmalar, sinsi planlar diz boyu.

Cumhuriyetçiler, İslamcılar. Türbancılar, türbana karşı olanlar. Aleviler, Sünniler. Terör örgütüne canlı kalkan olmaya gidenler, karşı çıkanlar. Askerden medet umanlar, askere karşı olanlar. Neden bu tezgaha düşüyoruz. Ne oldu bize. Biz bu ülkenin vatandaşları değil miyiz? Neyimiz eksik, fazla olan ne. Bu Cumhuriyet için beraber savaşmadık mı. Bu ülke için canını verenlerin kökeni, mezhebi olur mu. Amaç ne. Nereye sürükleniyoruz. Bunları düşündünüz mü hiç?

Emperyalizm kol geziyor. Düşmanlarımız bıyık altından gülüyor, zafer çığlıkları atıyor.

Bunu ne zaman göreceğiz, ne zaman fark edeceğiz?

Ben bu ülkeyi ve halkımızı çok seviyorum. Ama, bu gidiş iyi bir gidiş değil. Bunu da görüyorum. Ey Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Cumhuriyetin temel değerlerine, bu ülkenin birliğine, coğrafyasına sahip çık ve kıymetini bil. Tarih boyunca kurulan Türk devletlerinin yıkılışı gibi bu cumhuriyetin de yok edilmesine, tarihin tekerrür etmesine izin verme.

Yöntem aynı, amaç aynı.

Ama, sonuç aynı olmasın…

Arif Coşkun
15.02.2008, 15:05
Serdar Akinan'dan şok analiz!!!
"Bir grup, bir başka gruptan siyasi bağımsızlığını kazandığında, yani yeni bir devlet kurulduğunda, günümüzde insanların yaptığı ilk iş, bir anayasa hazırlamaktır." Serdar Akinan yazıyor...

Kanlı olacak...

Sevgili arkadaşlar, siz çok ciddi bir kavram kargaşası yaşıyorsunuz.

Yasayla anayasayı karıştırıyorsunuz.

411 adet elin kanla yazılmış bir temel metni; bir felsefeyi "sorunsuz" değiştirebileceğini varsayıyorsunuz.

Felsefeci İoanna Kuçuradi'nin anayasa kavramına getirdiği tanıma bir bakalım mı önce?

"Bir grup, bir başka gruptan siyasi bağımsızlığını kazandığında, yani yeni bir devlet kurulduğunda, günümüzde insanların yaptığı ilk iş, bir anayasa hazırlamaktır."

"Siyasal bir birim olarak devletin iç yapısı ya da anayasası, başka bir deyişle belirli bir devlette devletin nasıl kurulduğu, çeşitli devlet tipleri arasındaki farkı oluşturur."

"Bu rejim farkından daha temel bir farktır ve aynı rejimin farklı ülkelerdeki işleyişini de etkiler."

Anlamadınız mı?

Peki bir de şöyle anlatayım... Sevgili bir üstadım toparlamış...

ABD Anayasası: 1775-1783 arası kolonyal İngiliz güçlerine karşı verilen uzun ve kanlı bir savaştan sonra kabul edilmiştir. En önemli değişikliklerin başında gelen köleliğin kaldırılması ise ( 13th amendment) iç savaş ile gerçekleştirilebilmiştir.

İngiliz Anayasası: Hemen İngiliz Anayasası diye bir şey yok ki demeyin. Evet, İngiliz Anayasası'nın kökenleri Magna Carta (1215)' ya dayanır ve onun üzerine kuruludur. Şekil yönüyle de Yahudilerin Talmud'unu çağrıştırır. Yazılı olmayan, geleneğe ve tarihe bağlı kurallar sistemi. Ancak biraz tarih bilenler de bilir ki, bugünkü İngiliz yasaları, Cromwell'in I. Charles'a karşı ayaklanması (1642-1650 arası; ilk burjuva devrimi olarak da kabul edilir) sonucunda, daha sonra II. Charles'a kabul ettirdikleri Habeas Corpus (1679)'a dayanır. Bunlar da kapı gibi yazılı kurallardır. Yani İngiliz Anayasası vardır ama diğerlerine benzemez. Bu savaş da epey kanlı olmuştur.

Fransız Anayasası: Söylemeye gerek yok herhalde: 1789 Fransız devrimi. Kan mı dediniz?

Japon Anayasası: (1947) General Mc Arthur neredeyse kendi elleriyle yazmıştır bu anayasayı. Hiroşima ve Nagazaki epey ikna edici olmustur sanırım.

Alman Anayasası: (1949) Müttefikler dikte ettirmişlerdir.

İtalyan Anayasası: (1949) Müttefikler dikte ettirmişlerdir.

Rus Anayasası: (1993) Yeltsin'in tankların üstündeki görüntüleri hâlâ gözlerimizin önündedir sanırım. Diğer yandan onu önlemeye çalışanlar da hapsi boylamıştır. Kelleleri uçmadıysa, bunu Kızıl Ordu'nun saf değiştirmesi ve kanlı bir yönetim değişimine yol açmamış olmasına borçludurlar.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası: (1924) Kurtuluş Savaşı; (1960) askeri darbe, (1982) askeri darbe... Üç anayasa da epey bir kan üzerine inşa edilmiştir, değişik nedenlerden olsa da...

Şimdi bu işbirlikçi arkadaşlar anayasamızın "laiklik" taşını kaldırıp atıyor.

Ne tarihten, ne felsefeden, ne sosyolojiden ne de laftan anlıyorlar...

ABD ve İngiltere bunlara, "Yürü koçum kim tutar seni..." dedi ya...

Oysa kurucu felsefe ile oynuyorsun...

Kılıç çekiyorsun.

Kime?

88 yıl önce bu toprakları o Müslüman katillerine vermeyenlere...

Müslümanların katilleriyle işbirliği yapan sen değil misin?

Bu adamlar 88 yıl önceki aynı katiller değil mi?

Masalarında hâlâ o haritalar dolaşmıyor mu?

Yanlış yaptınız.

Mertçe; karşımıza çıkarak; "Kemalizmi yıkacağız, manda olacağız..." diyerek ve delikanlı gibi kan dökerek yapmadınız.

Öte mahallenin itlerini arkanıza alıp kaçak güreştiniz.

Şimdi adam seçiyorsunuz... Yanınızda üç tane Neo-İslamcı, dört tane eski solcu aydın... Karşınızda şahsiyetsiz bir muhalefet, üniformalarını hızla epriten bir üst yapı...

O 411 el "gerçekte" kaç kişiyi temsil ediyor? Göreceğiz...

Söz bitmiştir.

Kansız olmaz.

Ben demiyorum... Tarih diyor.
Serdar Akinan/Akşam

abircan
06.03.2008, 14:18
İran'da da böyle başladı 6 Mart 2008


H.Hakan KABAHASANOĞLU/GİRESUN, (DHA)



Artık bu olay mahalle baskısı boyutunu aştı.
Anadolu'nun her yerinde lokantaların içki ruhsatları iptal ediliyor.
Spor kulüpleri için çıkarılan ‘alkol yasağı’ bahane edilerek birçok eğlence merkezi için kapatma kararı veriliyor.
Bu tabloya her gün yenisi ekleniyor.
İşte son örnek...
Giresun'da zabıta, Paljda isimli filmin afişini sansürleyerek kaldırdı.
Benzeri olaylar daha önce de yaşanmıştı...

İŞTE SANSÜRÜN FOTOĞRAFLARI

DAHA ÖNCE BUNLAR YAŞANMIŞTI

- İSTANBUL:
Havaalanında mayo krizi

- ANTALYA:
Heykel, halkı ikiye böldü

- GAZİANTEP:
Sergide kadın figürlerine çaputla sansür

Giresun Belediyesi zabıta ekipleri, belediye binası karşısındaki panoda yer alan film afişini, müstehcen olduğu gerekçesiyle kaldırttığı iddia edildi. Belediye Başkanı ve Zabıta Müdürü ise ise konudan bilgileri olmadığını söyledi.

Geçen hafta Sinema Best ve G-CITY sinemalarında vizyona giren ‘Plajda’ filminin afişleri, biri Belediye hizmet binasının karşısında bulunan Atapark olmak üzere kentin 3 noktasındaki panolara asıldı. Ancak afişlerden belediye binası karşısında olanı, belediye zabıtasının isteği üzerine dün akşam kaldırıldı. Zabıta ekiplerinin dün akşam sinemaya gelerek afişlerin kaldırılmasını istediklerini anlatan Sinema Best yetkilisi Serdar Işık, “Zabıta memurları halkın afişi şikayet ettiğini, belediyenin tam karşısında olması nedeniyle de Belediye Başkanı Hurşit Yüksel’in talimatı olduğunu söylediler. Biz de dün gece bu afişi kaldırmak zorunda kaldık. Diğer 2 panodaki afişler ise duruyor. Kültür Bakanlığı’nın izni ile basılan afişe bu kadar tepki gösterilmesini anlayamadık” dedi.

BAŞKAN: HABERİM YOK

Giresun Belediye Başkanı AKP’li Hurşit Yüksel ise konu hakkında bilgisi olmadığını ve böyle bir talepte bulunmadığını söyledi. Zabıta Müdürü Mehmet Yılmaz da, konudan bilgisi olmadığını belirterek, “Böyle bir talimat verildiğini hatırlamıyorum. Ancak mesai saati dışında nöbetçi müdür oluyor. O talimat vermiş olabilir” diye konuştu.
‘Plajda’ adlı film her iki sinemada bir hafta daha gösterime devam edecek.

abircan
06.03.2008, 14:19
iRAN ISLAM DEVRIMINI YASAYAN IRAN'LI FELSEFE OGRETMENININ KALEMINDEN



Sevgili Turkiyedeki dostlarim ve kardeslerim,



Devrim sirasinda devrim muhafizlari tarafindan once tecavuz edilip, daha sonrada ipe gonderilen cok sevgili kiz kardesim Mehtab'in anisina...



Bu mektubu sizlere yazmamdaki neden bizim 30 sene kadar once yasadigimiz o talihsiz ve karanlik gunun Turkiye icinde yaklasiyor oldugunu gormem ve bundan daha derin olarak kalbimde hissetmem oldu. Turban yasasinin mecliste onaylandigi tarihin Iran islam devriminin oldugu gune denk gelmesi kalbimde bunun ilahi bir gucten gelen uyari fisegi oldugu hislerini uyandirdi ve bu mektubu kaleme almaya karar verdim. Biliyorum hepiniz kalbinizde karanligin otoritesini hissettiniz. Karanlik otorite gelmeden hissettirdi yaklastigini.



Iran Islam devriminden 1 hafta kadar once Turkiye'ye gecen, uzun bir sure burada yasayan ve daha sonra Kanada'ya iltica eden ve halihazirda bu ulkede felsefe ogretmenligi yapan bir Iranliyim. Ataturk'un aydinlik Turkiyesini cok seviyorum ve yuregim kan aglayarak Iran'da 'O gun' gelmeden onceki olaylarin sanki bir tekrarini sinemada izliyor gibi Turkiye'de goruyorum. Yobaz karanliginda hunharca katledilen kiz kardesim anisina sizlere

yalvariyorum ki, sakin olmaz demeyin! Sakin Turk Ordusu oldugu surece olamaz demeyin cunki asagida anlatacagim gibi o gun geldiginde tum

ordularin eli kolu baglanabilir. Bizim ailemiz Iran'da laik, sol goruslu ve aydin bir aile idi. Devrimden 1 ay once bize bile soyleseler idi 1 ay sonra durum bu olacak diye biz bile guler gecerdik, 'delimisin?' diye sorardik belki de. Belki de derdik ki 'Sah'in bu guclu ordusunu nasil yeneceklerde

Seriat karanligini getirecekler?'.



Sizlere once Iran Islam devriminin nasil gelistigini kisaca anlatmak istiyorum cunki Turkiye'deki gelismelerle cok buyuk benzerlikler mevcut.



IRAN ISLAM DEVRIMINI BASARIYA GOTUREN AYAKLAR:

1-Buyuk kesimi fakirlesen halk dincilerin pencesine dustu. Bu halk yiyecek, giyecek gibi ufak yardimlarla onlarin safina cekildi. Beyinleri yikandi ve

fakirliklerinin temelinde kirli ve dinsiz rejim oldugu benliklerine yazildi. Aclikla bogusan halk bu cehaletin pencesine kolaylikla dustu ve rejime dusmanlasti. (COK FAKIRLESEN TURK HALKINADA AYNI SEYLER YAPILIYOR)

2-Hep demokrasi ve ozgurluk dendi. Humeyni devrimi yapana kadar hep demokrasi ve ozgurluk vaad etti. Bu sekilde bir cok sol goruslu insanlarida

kendi saflarina cekti. Bu insanlar devrim akabinde ipe giden ilk insanlar oldu. (TURKIYE'DE HEP DEMOKRASI VE OZGURLUK DIYORLAR)

3-Emir komuta zincirinde yapilanmis olan din adamlari halki kontrol altina aldi. (BASI ABD'DE YASAYAN MALUM TARIKAT'IN YAPILANMA BICIMI OLAN 'ABI' YAPILANMASI BU EMIR KOMUTA SEKLIDIR VE DEVRIMIN EN ONEMLI AYAKLARINDAN

BIRISI BU EMIR KOMUTA YAPILANMASIDIR. BU EMIR KOMUTA YAPILANMASI DEVRIMIN HALK ORDUSUDUR VE DEVRIM SIRASINDA BU EMIR KOMUTA COK KISA ZAMANDA COK BUYUK KITLELERE EGEMEN OLUR.)

4-Kargasa ve kaos ortaminda askeri Kislalar basildi. Ellerinde Kur'an ile kislalar ele gecirildi. (BU AYAGA COK DIKKAT EDELIM CUNKI DEVRIM SIRASINDA TURK SILAHLI KUVVETLERINI ELE GECIRMENIN EN ANAHTAR AYAGI BUDUR.)

Turk silahli kuvvetleri bildigim kadari ile 600-800,000 kisiden olusan bir kuvvetdir. Yanliz unutulmamasi gereken gercek bu ordunun ancak %0.1(Binde Bir) lik bir bolumu rejimin muhafizidir. Yani harb okullarinda egitim gormus subaylar ancak bu kadardir. Geri kalan %99.99 er rejim muhafizi

degildir. Onlar emirlere gore hareket eden vucut parcalaridir. Beyin olan ise az sayidaki subaylardir. Iran devriminde kargasa ve kaos ortaminda

kislalari basan yobazlarin ellerinde Kur'an ile erleri gecerek direnen subay ve komutanlari katlettiler. Burada kilit nokta ellerinde Kur'an ile harekete gecen buyuk halk kitlelerine karsi erlerin silah kullanmakta zorlanacagi gercegidir. Zaten kullansalar bile cahil ve beyni yikanmis halk oyle bir kudretle kislalara saldirmistirki sonunda kislalar teslim alinmistir. O askerin actigi ates sonucu halktan cok olen olmustur ama sonucta bir noktada erler silah birakmak durumunda kalmislardir. Erin kendi basina alacagi savas insiyatifi dusmana karsidir. Ama buyuk kitleler halinde ve ellerinde kur'an larla uzerine gelen kendi halkina karsi bu kararliligi gostermesi mumkun olamaz. Yani er buna bir noktadan sonra direnmez yada direnemez. Cunki o er karsisindakinin karanlik bir devrim yapacak olan insanlar oldugunu bilecek bilincte de degildir, kaybedecegi aydinligin ne oldugunu da. Bunu bilecek olan sadece subaylardir. Ve kanlarinin son damlasina kadar savasacak olanlarda bu konuda aydinlanmis Turk subaylaridir. Ama yukarda bahsettigim uzre onlar ordunun sadece ve sadece en fazla binde birini teskil ederler. Yani devrimin asil savunucusu Turk ordusunun tumu degildir, sadece subay kademesidir ve erlerin durdugu ve etkisizlestirildigi noktada o subay kademesinin yok edilmesi kolay olacaktir. Iran'da ordu bu sekilde etkisiz hale getirilmistir. 'Er dusman isgali durumunda durmaz ve etkisizlestirilemez, sonuna kadar da savasir, ama buyuk bir kudretle gelen kendi halki karsisinda durabilir.'



Su asamada aldiklari bu buyuk ivme ve arkalarindaki cok buyuk gucler ile onlari normal yollardan durdurmak cok zor olacaktir. Ve bunlarin durdurulmadan hareket edecegi her gun ivme ve guclerini artiracak ve isi zorlastiracaktir. Silahli kuvvetler ne kadar erken hareket ederse o kadar iyi olur. Sonra gec olabilir. Silahli kuvvetlerin su veya bu neden ile eli kolu bagli ise ki oyle gorunuyor bu durumda silahli kuvvetler 'O GUN' geldiginde kislarini nasil muhafaza edeceginin planini cok iyi yapmalidir. Cunki kilit bu noktadir. Silahli kuvvetler etkisiz hale getirelemedigi muddetce devrim basariya ulasamaz. Bu nedenle her askeri kislaya normal erlerin haricinde kislalari kaninin son damlasina kadar savunacak 'OZEL CUMHURIYET DEVRIM MUHAFIZLARI BIRLIKLERI' olusturulmali ve bunlarin boyle buyuk bir halk hareketine karsi erlerden once devreye girip, erler

saskinliklarini uzerlerinden atana kadar catismaya girmeleri saglanmali ve burada kazanilacak vakit ile gerideki subaylar erlerin dagilmasinin onune

gecmelidir. Yani ordunun esas gucu ve govdesi olan erlerin kontrolu kesinlikle kaybedilmemelidir. Iran ordusunun boyle bir hazirligi olmadigi icin gafil avlandi.



Olusturulacak olan 'OZEL CUMHURIYET DEVRIM MUHAFIZLARI BIRLIKLERI' yobazlar ile catisirken, erlerde uzerlerindeki saskinligi atacaklar ve subaylarin organizasyonu ile catismalara destek vereceklerdir. Olusturulacak 'OZEL CUMHURIYET DEVRIM MUHAFIZLARI BIRLIKLERI' cok ozel egitilmeli ve de Ataturk'e ve devrimlerine cani pahasina savunacak sekilde inanmis olmalidirlar. Aksi halde basarisizlik kacinilmazdir. Cunki en son Lubnan'da gordugumuz uzre davasina inanmis bir kac yuz Hibullah Militani dunyanin en iyi ordularindan birisi olan israil ordusunu agir zaiyatlarla yenilgiye ugratti.



Sevgili dostlar ve kardesler, elimden geldigince sizleri bilgilendirmeye calistim cunki aydinligi savunmak durumunda olan sizler Iran'in gectigi bu

karanlik tuneli anlamak durumundasiniz. Iran'in bu aci tecrubesi sizlerin uyanik olmasi icin bir sans olur umarim. Asagidaki birinci linkte Iran'in

devrimin hemen oncesi goruntuleri ile hemen sonrasi goruntulerini bulacaksiniz. Orada goreceginiz uzre Iran devrim oncesi belki su anki Turkiye'den bile daha modern. Yani olmaz, olmaz demeyin. Ikinci linkte ise Devrim lideri Humeyni'ye kadinlarin siir okumasi. O linki vermemin nedeni ise o koltukta bir gun bugun ABD'de ikamet eden malum cemaatin basi olan sahsin oturabilecegi ihtimalidir. Aci ama sanki tarih tekerrrur ediyor.



[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
__________________

LaEdri
06.03.2008, 15:01
yaşasın iran!!!!!!!!

:)......................

bodyguard
06.03.2008, 15:18
islamiyetten cokmu korkuyorsun abircan????

abircan
06.03.2008, 15:42
islamiyetten cokmu korkuyorsun abircan????


hiç insan yaratandan korkarmı, ama bazı yarattığı yaratık bile sayılamacaklardan korkarım, Allah'tan ve onun kutsal kitabı kuran'dan korkarmı
ben korkmam,

benim korkum onun arkasına sığınıp insanlara baskı eziyet tecrit bazan ölüme götüren uygulamalardan korkarım, domuz bağından korkarım, meydanlarda asılmaktan korkarım, kendi muta nikahı yapıp tek anlık ilişkiye girip boşayan , ama güya kendince zina yaptı denilen kadını taşlayandan korkarım, dört kadınla yaşamı kendine hak görenden korkarım, faiz haram deyip bankalarda milyon dolarları olandan korkarım, kredi kartı kullanandan korkarım, din adına yolsuzluk , haksızlık adam kayırmacılık yapandan korkarım, mezhepcilik yapandan korkarım, kafatasçıdan dar ümmetçi kafadan korkarım,
kısaca yobazdan korkarım elbet, çünkü ben 93 te sivas kültür merkezinde öümden kurtuldum
sen korkmazmısın

58Taraftar
06.03.2008, 15:50
ya ben bu köse yazilarina okumadan önce bir baktim iki baktim....baktim ve gördüm hepsi HÜRRIYET gazetesinden alinma...siz abonesiniz galiba bu hürriyet gazetesine
zaten yazilarin HÜRRIYET gazetesinden olmasi herseyi acikliyor...okumaya bile gerek yok

bodyguard
06.03.2008, 15:55
hiç insan yaratandan korkarmı, ama bazı yarattığı yaratık bile sayılamacaklardan korkarım, Allah'tan ve onun kutsal kitabı kuran'dan korkarmı
ben korkmam,

benim korkum onun arkasına sığınıp insanlara baskı eziyet tecrit bazan ölüme götüren uygulamalardan korkarım, domuz bağından korkarım, meydanlarda asılmaktan korkarım, kendi muta nikahı yapıp tek anlık ilişkiye girip boşayan , ama güya kendince zina yaptı denilen kadını taşlayandan korkarım, dört kadınla yaşamı kendine hak görenden korkarım, faiz haram deyip bankalarda milyon dolarları olandan korkarım, kredi kartı kullanandan korkarım, din adına yolsuzluk , haksızlık adam kayırmacılık yapandan korkarım, mezhepcilik yapandan korkarım, kafatasçıdan dar ümmetçi kafadan korkarım,
kısaca yobazdan korkarım elbet, çünkü ben 93 te sivas kültür merkezinde öümden kurtuldum
sen korkmazmısın

peki sence basörtüsü bu saydiklarinimi getirecek
yada AKP bu yazdiklarinimi getirecek???
Sizde eminimki cok iyi biliyorsunuzde neden 4 kadin hak oldugunu ve hangi düsünceyle peygamber efendimizin 4 kadin ile evlendigini??? yinede her defasinda bu konuyu gündeme getirmeniz bence din bilgisizliginden kaynaklaniyordur.
Ayriyetden ben simdiki zamanda 4 kadin ile evli olan erkeklerin cok nadir oldugunu hatta hatta 1% orandan bile daha az oldugunu görüyorum.

Size bir sorum var Abircan: mini etek giyip erkekleri tahrik eden ve bundan dolayi genc kizlarimizin tecavüze ugramasindan korkmuyormusunuz? icki aleminde kör kütük sarhos olup eve arabasi ile giderken trafik kazasi yapip 5 kisilik bir ailenin kanina girmesinden korkmuyormusunuz? veya kör kütük sarhos olup sokaktan gecen bir vatandasa saldirip öldürenlerden korkmuyormusunuz?
Meyhane köselerinde parasini bitiren ama eve ekmek parasi getirmeyenlerden korkmuyormusunuz? Laiklik altinda zina yapanlardan korkmuyormusunuz?

sizinde dediginiz gibi allah korkusu olmayanlar bu saydiklarimdan korkmaz....

seva
06.03.2008, 17:33
Herkes Kur'an'dan kafasina göre hüküm çikaramaz.Basörtüsü ,Kur'an'n hanimlarla ilgili bir emridir. Uygulayip uygulamama kisinin kendi tercihidir.

seva
06.03.2008, 18:16
İslami bir konuyu islami kaynaklardan almak gerçeklilikdir.işte asıl muteber olan budur. islam dışı zihniyeten islami bir mesele ne kadar doğru olur?ne kadar muteber olur?
bunu sizin takdirinize bırakıyorum.
Sn dastana islama saldırmak için işine gelen safsataları kullanıyor. gerçeklere sırt çeviriyor dolayısıyla bu haliyle ne bir kimseyi inandırır nede gerçekçi olabilir.
saygılarımla

Hz. Resul Efendimiz isteseydi daha gençliğinde iken ; genç , zengin bir çok kızla evlenebilirdi. Bu imkanı vardı fakat evlenmemişlerdir:

Peygamber efendimiz kendi döneminde ‘Muhammedü’l-emin ‘ (güvenilir Muhammed ) olarak adlandırılmış ,sadece zenginlerin üye olabildiği ‘Hılfu’l-fudul’ derneğine zengin olmadığı halde kabul edilmiş ,çevresince kendine güvenilen ,genç,ahlaklı ve yakışıklı bir insandı.Kabeyi su bastığı zaman ‘ Haceru’l –esved ‘ taşını , kabile reisleri arasında tek reis olmayan peygamberimiz yerine koymuştur.Peygamber efendimiz peygamberliğini ilan ettiği zaman Mekkeli müşrikler peygamberimize şu teklifte bulunurlar : ‘Ey Muhammed eğer sen para istiyorsan sana para verelim, başımıza başkan olmak istiyorsan seni başkan yapalım, eğer istiyorsan seni kabilemizin güzel kızlarıyla evlendirelim.Yeter ki sen bu davadan yani islamı anlatmaktan vazgeç. ‘

Peygamberimiz onlara şu cevabı verir: ‘Bir elime ayı , bir elime güneşi koysanız ben bu davadan vazgeçmem.’

Görüldüğü gibi Peygamberimizin dünya malına düşkün olması veya benzeri bir iddia gerçek olsa idi , daha genç iken tüm bu imkânları elinin tersi ile bir kenara itmemesi gerekirdi!Ama O Yüce insan , insanları battığı ahlaksızlık ve kötülük batağından kurtarmak için mücadele ve iftiralara muhatap olma pahasına iyiliği tebliğ ve yayama yolunu tercih etmişlerdir...

Peygamberimiz 25 yaşına kadar evlenmemiş , ibadetle meşgul olmuştur.

Peygamber efendimiz 25 yaşında iken 40 yaşında ve dul olan Hz. Hatice ile evlenir.Hz. Resul Hatice annemizle zenginliği için evlenmemiştir.Çünkü Hz. Resul , Hz. Hatice’nin tüm malını Allah yolunda dağıtmıştır(Hz. Resul daha sonra kendisine gönderilen hediye ve altınları da fakirlere dağıtacaktır.) Hz. Hatice ile peygamberimiz 25 sene evli kalırlar.Hz. Hatice , peygamberimize :’Ey Muhammed ben yaşlandım , artık başka hanımla evlen ‘ deyince peygamberimiz şu cevabı verir: ‘ Böyle söyleme Hatice , üzülürüm.’Hz. Hatice 65 yayında vefat eder. Hz. Resul 2-3 sene daha kimse ile evlenmez , 53 yaşına gelir.

Not : O dönemde ‘sahabi’ ( Peygamber Efendimizin arkadaşları) savaşlarda şehit oluyor, eşleri dul, çocukları yetim kalıyordu. Peygamberimiz sahabiye bu dul hanımlar ile evlenmelerini, onları evsiz, çocuklarını bakımsız bırakmamalarını tavsiye ediyor, kendisi de bu dul hanımlar ile 53 yaşından sonra evleniyorlar.

Hz. Sevde: 53 yaşında, dul.

Hz. Aişe: Peygamberimizin dul olmayan tek eşidir. Peygamberimiz genç yaşta olan (17-18 yaşlarında : Hz. Aişe’nin ablası Esma hicrette 27 yaşındaydı. Hz. Aişe ablasından 10 yaş küçük olduğuna göre onun da hicrette tam 17 yaşında olması gerekir. Ayrıca Hz. Aişe peygamberimizden önce Cübeyr’le nişanlanmış, daha sonra dini nedenlerle ayrılmışlardı. Demek ki evlenecek çağda bir kızdı, nişanlanmış, nişan bozulmuş sonra peygamberimizle evlenmiştir-) Hz. Aişe ile evlenir. Müslüman hanımların sormaya utandığı sorulara cevap vermesi için peygamberimiz Hz. Aişe ile evlenmiş ve onu öğretmen olarak yetiştirmiştir. Hz. Aişe peygamberimizden 2000 hadis rivayet etmiş, Müslüman kadın ve erkeklere öğretmenlik yapmış, hatta Müslüman orduların komutanlığını dahi üstlenmiştir.

Hz. Hafsa: Dul,

Huzeyfe kızı Zeynep: 60 yaşında dul,

Ümmü Seleme: 65 yaşında 4 çocuklu dul,

Cahş kızı Zeynep: Dul,

Ümmü Habibe: 55 yaşında dul,

Cüveyriye, Safiye: Esir (esir ve cariyelerle evlenmek âdet değil iken peygamberimiz onlar ile evlenerek onların da aile kurma haklarının olduğunu , onlarında insan olduğunu çevresindekilere ispat eder .)

Meymune: 2 çocuklu dul,

Mısırlı Mariye: Cariye

Hz. Resul 50 küsür yaşına kadar tek eşle evli kalıyor ,her türlü dünyevi teklifleri reddediyor ve 50 yaşından sonra genç ve zengin bir çok kız yerine koruma ve tebliğ amacını güden , karşılıklı rızaya dayanan evliliklerini objektif olarak inceleyen herkes evliliklerin hiç birinde dünyevi bir amaç olmadığını görebilirler yeterki tarafsız olarak olayları inceleyebilelim.

Bazılarının aklına şu soru takılabilir, evlenmeden o kadınlara yardım yapılamaz mı idi ?

NE KADAR IYI BILINIRSE BILINSIN BIR ERKEK DUL BIR KADININ EVINE ARADA BiR BILE OLSA VE KADINLAR 50-55-65 YASLARINDA BILE OLSA UGRARSA DEDIKODU KAÇINILMAZ OLUR! ÖZELLIKLE BÜTÜN PROJEKTÖRLER ÜZERINE ÇEVRILI VE DEVAMLI HATASI ARANAN BİR UYARICI VE “REJİM DÜŞMANI “ ( ! ) OLURSAN... HZ. MUHAMMAD’E DÜŞMANLARI (HAŞA ) “ DELİ, CİNLENMİŞ , YALANCI... “ DEDİLER AMA HİÇ BİR DÜŞMANI ONA " ŞEHVET DÜŞKÜNÜ , ÇIKARCI, RÜŞVETÇİ , ..." DİYEMEMİŞTİR. ÖZELLİKLE BU KONULARDA DÜŞMANDAN DAHA İYİ ŞAHİT Mİ OLUR.. AYRICA EFENDİMİZİN OLAYA CİNSEL AÇIDAN YAKLAŞMADIĞININ BİR DİĞER DELİLİ BAZI " ANNELERIMIZIN" YASLARINDAN DOLAYI O TÜR IHTIYAÇ DÖNEMINI ÇOKTAN GEÇTİKLERİDİR HELE YAS 50 -65 ARASI İSE VE ÜLKE INSANLARIN ERKEN OLGUNLASIP YASLANDIGI SICAK BIR ÜLKEDE YAŞANILIYORSA ... YAZI BÜTÜNÜ İLE OKUNUNCA ZATEN HZ. MUHAMMED'IN DÜNYA ZEVKINE DÜSKÜN OLMADIGININ ÖRNEKLERI ILE DOLU OLDUĞU GÖRÜLECEKTİR.

NE MUTLU O’NA VE O’NUN İZİNDEN GİDEBİLENLERE !



Bazı ön yargılı çevreler Hz. Zeynep annemiz ile Hz. Resul’ün evliliklerine dillerine dolarlar. Güya Hz. Zeynep’ten hoşlanan Hz. Resul onun eşinden boşanmasını bekleyip onunla evlenir. Halbuki Hz. Zeynep Hz. Resul’ün akrabasıdır ve daha onu kız iken tanımaktadır. İstese onunla kız iken evlenebilirdi. Halbuki evlenmedi ve kendi eli ile Zeynep’i evlatlığı olan kölesi ile evlendirir. Ailenin devamı için huzursuzluk baş gösterip, boşanma talepleri gelince Hz. Resul hep bunlara engel olur. Fakat aile kendiliğinden dağılıp boşanma vuku bulunca her konuda, her türlü tapuyu yıkmakla görevlendirilen Hz. Resul, evlâtlıkta evlât gibidir. Evlenince hanımı kızın gibi olur türünden ön yargıları yıkmak için Allah’ın ayeti ile emretmesi üzerine Hz. Zeynep ile evlenir. Tapu dolayısıyla dedikodular çıkacağını bile bile, çünkü Hz. Resul insâni olmayan tüm tapu-taassuplara savaş açmıştı: Kadın savaşmıyor, miras alamaz, kız çocuğu uğursuzdur, namusumuza leke getirebilir, diri diri gömülmelidir. Soy erkek çocuktan devam eder, kız çocuk soyun kesilmesine neden olur...gibi bir çok günah – zararlı ön yargıları, yaşayarak, hayatıyla peygamber efendimiz yıkmış, yok etmiştir.

Hz. Muhammed’e atılan bir diğer iftira ‘da HZ. Safiye ile evlenmeleri olayıdır : Güya Hz. Resul esir olan Safiye annemize “ benimle evlenirsen seni serbest bırakırım , “ diye bir teklifte bulunmuştur. Halbuki olay şöyle gelişmiştir:


...Savaşta esir olan yahudilerden olan Hz. Safiye ‘ye Hz. Resul “ sana bir teklifim var , istersen serbestsin mallarını al ve git , istersen sana evlenme tekif ediyorum ,müslüman ol , yanımda kal “ teklifini özgür ve hür iradesiyle değerlendiren Hz. Safiye annemiz , kendi isteği ile teklifi kabul eder ve Hz. Muhammed’in yanında kalır. Bunun üzerine Müslümanlar “ biz annemizin akrabalarını esir etmeyiz , “ diyerek esir edilen tüm yahudileri serbest bırakırlar... yahudilerde bu gelişmeler üzerine islama girerler...



1. Peygamber Efendimiz bir günde iki öğün sıcak yemek yememiştir. Bazen aylarca evinde sıcak yemek bulunmazdı. Sirke ile kuru ekmek yer ve “Ne güzel nimet” buyururdu. Hasır üzerinde yatar, uyandığı zaman vücudunda hasırın izleri belli olurdu. Müslümanlar uyurken gece yarısı kalkıp namaz kılmak kendisine farzdı. Kendisine iftar etmeden birkaç gün üst üste oruç tutmasına izin verilmiştir.
2. Hz. Resul insanlara karşı merhametli idi. Kendisini her türlü kötülükten koruyan amcası Hamza’yı öldürüp ciğerlerini yiyen Hint’i ve katili Vahşi'yi affetmiş, kendine hakaret edip, Müslümanları öldürüp aç ve susuz yurtlarından kovan Mekke Müşriklerini,Hayber'li yahudilerin hidayet bulmaları için onlara dua etmiştir.Kendisini zehirlemeye çalışan Yahudi kadını afetmiş , bir topluluk içinde kendisine karşı ağzı bozuk ve saygıdan uzak bir şekilde konuşan kadına karşı takındığı yumuşak ve seviyeli tutumu ile kadının hal ve hareketlerinin değişmesine sahip olmuş , çevresine gerektiğinde nükteler yapan , Nisa suresini dinlerken gözyaşlarını tutamayan ," insanlara hizmet eden insanların efendisidir" buyurup ,halka gerektiğinde eliyle su dağıtan , kibirleden uzakişleri paylaşmayı seven ,evinde iken herkes gibi " ayakkabılarını tamir edip,elbiselerini dikip temizleyen kendi işini kendi gören ,koyunları sağan b.r insan olan Hz. resul çocukları da çok severdi : Onları bir sıraya dizer karşılarına geçer “ bana ilk gelene hediye vereceğim” derdi, çocuklar sevinç içinde O’na koşar çevresini sararlardı. Torunlarını sırtına alır , namazda iken onların kendi sırtlarına çıkmalarına izin verirdi.Bayram günü ağlayan ,aç bir çocuğu temizleyip doyurmuş ,ona bayram sevincini tattırmış , her çocuğa yetişkin gibi selam verip, onlarla şakalaşır ,namaz esnasında ağlayan bir çocuk sesi üzerine , çocuğun ailesinin cemaat içinde olabileceğini düşünüp namazı hızla bitirmiş , kendisine 9 sene hizmet eden Enes'i bir defa bile azarlamamış ... bir insandı.
3. Hz. Resul hayvanlara ve bitkilere de merhametli idi. Yere uzanmış iken elbisesinin üzerine yatan kediyi uyandırmamak için elbisesini keserek ayağa kalkar, islâm ordusunun yolu üzerine çıkan bir köpek ve yavrusunu rahatsız etmemek için ordunun yolunu değiştiren , susuz bir deve görünce eli ile ona su veren peygamberimiz , savaş vakti bitkilerin kesimini yasaklamış, “yarın kıyamet kopacağını bilseniz ağaç dikin” buyurarak insanları ağaç dikmeye davet etmiştir.

Peygamberimiz evlilikleri ile büyük bir merhamet örneği göstermiş, hayatının son senelerinde karşılıklı rıza ile fedakârlık göstererek Müslüman hanımlara kol kanat germiştir. Ayrıca bu evlilikler Peygamber Efendimizin hanımlarının kabilelerini de etkilemiş, onların kendiliğinden İslâm’a ısınıp kabul etmelerine vesile olmuştur.

HZ. RESUL HAKKINDA BATILI AYDINLARIN BAZI SÖZLERİ:

Thomas Carlyle:’İnsanlar her şeyden daha fazla Muhammed’e kulak vermelidir. Diğer bütün sözler, onun karşısında boş sözlerdir.’

Prof.Dr.H. Mones:’O’nun her sözü bir vecizedir.’

Jane Pelo:’O’nun davasında heyecanı asildi.’

Aleksi Lovazon:’O Allah tarafından gönderilmiş bir hak peygamberdir.’

G’la Faytt:’Ey şanlı arap!Aşk olsun sana....Adaletin ta kendisini bulmuşsun.’

Raymons Leronge:’14 asır geçmesine rağmen Hz. Muhammed bu zamanın tek rehberi,tek hidayet resulüdür.’

Sosyolog V.D.Eratsen:’Ben şahsen Hz. Muhammed’in hayranıyım.’

Prof.Jules Masserman:’Bütün zamanların en büyük lideri Muhammed idi.’

Prof.Dr. Michael Hartuhammed tarihte dini ve dünyevi açılandan en üstün başarıya ulaşmış tek kişidir.’

Tolstoy: Muhammed, hürmet ve saygıya fazlasıyla lâyıktır.

Gibson: Hz. Muhammed’i sevmeyenler onu yeterince tanımayanlardır.

Dostyoyevski: Büyük İslâm Peygamberi yüce yaratıcının katına çıkıp onunla buluşmuştur. Ben Mirac’a bütün kalbimle inanıyorum.

B. Smith: Büyük liderlerin hayat ve karakterleri ile yapılan eleştiriler İslâm Peygamberi için yapılamaz.

Prens Bismark: Senin asrında yaşayamadığımdan dolayı çok üzgünüm Ey Muhammed. Kur’an Allah’ın kitabıdır. İnsanlık senin gibi bir kabiliyeti bir defa görmüş bir daha göremeyecektir. Ben senin önünde hürmet ve saygı ile eğilirim.

Geothe: Hiç kimse Muhammed’in kurallarından daha ileri bir adım atamaz. Biz Avrupa Milletleri medeni imkânlarımıza rağmen Hz. Muhammed’in son basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız. Şüphe yok ki bu yarışmada kimse onu geçemeyecektir.

Shebol: Hz. Muhammed insan olması itibari ile bütün insanlık onunla övünür. Biz Avrupa’lılar 2000 sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek en mesut ve en bahtiyar nesiller oluruz.

Bernard Shaw: Ben bu hayret uyandırıcı insanın hayatını inceledim. Benim görüşüme göre onu insanlığın kurtarıcısı olarak tanımamız lâzımdır.

Voltaire: Türk kardeşime diyeceğim ki; senin dinin bana çok saygı değer bir din görünüyor... senin dinin çok asil.

Lamartine: İnsan büyüklüğü hangi ölçüyle ölçülürse ölçülsün acaba ondan daha büyük bir insan bulunur mu?

Knematirul: Herkesin itiraf etmekten çekindiği şeyi ben haykırıyorum. Hz. Muhammed hiç kimse ile kıyaslanamayacak kadar büyük bir devrimcidir.

BATILI İNSANLAR KADAR İSLAM PEYGAMBERİNE OBJEKTİF YAKLAŞABİLSEK VE O'NU ÖRNEK ALABİLSEK YETER ... !

FatihCan
06.03.2008, 18:17
Okuma zahmetinde bulunamıyorum çünkü zamanım yok

aozdemir
06.03.2008, 18:20
eğer insan kötülük yapmayı kafasına koymuşsa o hedefine ulaşmak için her şeyi kullanacaktır. bu din de olabilir, laiklik te, ırkçılıkta, mezhepçilikte.

seva
06.03.2008, 18:22
Okuma zahmetinde bulunamıyorum çünkü zamanım yok

Bazılarının aklına şu soru takılabilir, evlenmeden o kadınlara yardım yapılamaz mı idi ?

NE KADAR IYI BILINIRSE BILINSIN BIR ERKEK DUL BIR KADININ EVINE ARADA BiR BILE OLSA VE KADINLAR 50-55-65 YASLARINDA BILE OLSA UGRARSA DEDIKODU KAÇINILMAZ OLUR! ÖZELLIKLE BÜTÜN PROJEKTÖRLER ÜZERINE ÇEVRILI VE DEVAMLI HATASI ARANAN BİR UYARICI VE “REJİM DÜŞMANI “ ( ! ) OLURSAN... HZ. MUHAMMAD’E DÜŞMANLARI (HAŞA ) “ DELİ, CİNLENMİŞ , YALANCI... “ DEDİLER AMA HİÇ BİR DÜŞMANI ONA " ŞEHVET DÜŞKÜNÜ , ÇIKARCI, RÜŞVETÇİ , ..." DİYEMEMİŞTİR. ÖZELLİKLE BU KONULARDA DÜŞMANDAN DAHA İYİ ŞAHİT Mİ OLUR.. AYRICA EFENDİMİZİN OLAYA CİNSEL AÇIDAN YAKLAŞMADIĞININ BİR DİĞER DELİLİ BAZI " ANNELERIMIZIN" YASLARINDAN DOLAYI O TÜR IHTIYAÇ DÖNEMINI ÇOKTAN GEÇTİKLERİDİR HELE YAS 50 -65 ARASI İSE VE ÜLKE INSANLARIN ERKEN OLGUNLASIP YASLANDIGI SICAK BIR ÜLKEDE YAŞANILIYORSA ... YAZI BÜTÜNÜ İLE OKUNUNCA ZATEN HZ. MUHAMMED'IN DÜNYA ZEVKINE DÜSKÜN OLMADIGININ ÖRNEKLERI ILE DOLU OLDUĞU GÖRÜLECEKTİR.

NE MUTLU O’NA VE O’NUN İZİNDEN GİDEBİLENLERE !


o zaman sana özel olsun :D

FatihCan
06.03.2008, 18:31
Bazılarının aklına şu soru takılabilir, evlenmeden o kadınlara yardım yapılamaz mı idi ?

NE KADAR IYI BILINIRSE BILINSIN BIR ERKEK DUL BIR KADININ EVINE ARADA BiR BILE OLSA VE KADINLAR 50-55-65 YASLARINDA BILE OLSA UGRARSA DEDIKODU KAÇINILMAZ OLUR! ÖZELLIKLE BÜTÜN PROJEKTÖRLER ÜZERINE ÇEVRILI VE DEVAMLI HATASI ARANAN BİR UYARICI VE “REJİM DÜŞMANI “ ( ! ) OLURSAN... HZ. MUHAMMAD’E DÜŞMANLARI (HAŞA ) “ DELİ, CİNLENMİŞ , YALANCI... “ DEDİLER AMA HİÇ BİR DÜŞMANI ONA " ŞEHVET DÜŞKÜNÜ , ÇIKARCI, RÜŞVETÇİ , ..." DİYEMEMİŞTİR. ÖZELLİKLE BU KONULARDA DÜŞMANDAN DAHA İYİ ŞAHİT Mİ OLUR.. AYRICA EFENDİMİZİN OLAYA CİNSEL AÇIDAN YAKLAŞMADIĞININ BİR DİĞER DELİLİ BAZI " ANNELERIMIZIN" YASLARINDAN DOLAYI O TÜR IHTIYAÇ DÖNEMINI ÇOKTAN GEÇTİKLERİDİR HELE YAS 50 -65 ARASI İSE VE ÜLKE INSANLARIN ERKEN OLGUNLASIP YASLANDIGI SICAK BIR ÜLKEDE YAŞANILIYORSA ... YAZI BÜTÜNÜ İLE OKUNUNCA ZATEN HZ. MUHAMMED'IN DÜNYA ZEVKINE DÜSKÜN OLMADIGININ ÖRNEKLERI ILE DOLU OLDUĞU GÖRÜLECEKTİR.

NE MUTLU O’NA VE O’NUN İZİNDEN GİDEBİLENLERE !


o zaman sana özel olsun :D


iyide ben ne dedim ki şimdi bu söylediklerin bana özel oluyor :confused:

seva
06.03.2008, 18:36
yani zamanım kısa dedinde bende zamanına uygun yazdım :D

FatihCan
06.03.2008, 18:39
yani zamanım kısa dedinde bende zamanına uygun yazdım :D

ha tamam :) ama ben bunu senin yazına değil hatta ben senin buraya köşe yazısı attığını dahi görmedim..

Ben abircanın köşe yazıları için yani bu tek yönlü objektif olmayan yazarlar için ayıracak vaktyim yok demek istemiştim :)

seva
07.03.2008, 07:41
haklısın kardeşim insanlar islam dinimizi algılamadığı için hep yanlış anlaşılıyor halbuki islamda açıkça belirtilmiştir.

serkanka58
07.03.2008, 09:05
hiç insan yaratandan korkarmı, ama bazı yarattığı yaratık bile sayılamacaklardan korkarım, Allah'tan ve onun kutsal kitabı kuran'dan korkarmı
ben korkmam,

benim korkum onun arkasına sığınıp insanlara baskı eziyet tecrit bazan ölüme götüren uygulamalardan korkarım, domuz bağından korkarım, meydanlarda asılmaktan korkarım, kendi muta nikahı yapıp tek anlık ilişkiye girip boşayan , ama güya kendince zina yaptı denilen kadını taşlayandan korkarım, dört kadınla yaşamı kendine hak görenden korkarım, faiz haram deyip bankalarda milyon dolarları olandan korkarım, kredi kartı kullanandan korkarım, din adına yolsuzluk , haksızlık adam kayırmacılık yapandan korkarım, mezhepcilik yapandan korkarım, kafatasçıdan dar ümmetçi kafadan korkarım,
kısaca yobazdan korkarım elbet, çünkü ben 93 te sivas kültür merkezinde öümden kurtuldum
sen korkmazmısın


bi kere insan neden korkar neden korkmaz sanane kul allahından korkar
neden korkar birincisi onun sevgisini kaybetmekten...
ama ben bunları sana niye açıklayayımki sen gine nedenini bildiğin halde bunlarıda anlamamazlıktan geleceksin.

aozdemir
07.03.2008, 09:09
serkan ağzından bal damlıyor. bu kişiyi ne güzel anlattın böyle.

seva
07.03.2008, 09:23
öte dünyada bu gibi insanların halini merak ediyorum.

abircan
10.03.2008, 16:35
Abdullah Gül çok değil iki hafta önce Vakit Gazetesine ne demişti hatırlayın:

''Benim babam küçük esnaf ve sakallı olduğu için beni Cumhurbaşkanlığına layık görmediler.''

Sakallı babanın Cumhurbaşkanlığına seçilmek için engel değil klasik bir AKP istismarı olduğunu

Sayın Demirel'in sakallı babalarını hatırlatılarak çürütülmüştü.

Geriye kalıyor zavallı esnaf istismarı.

Heyhat, o da büyük bir çarpıtmaymış.

Gazetelerdeki habere göre meğer Abdullah Gül'ün babası Ahmet Hamdi Gül beyefendi öyle zavallı

bir esnaf filan değilmiş.

Tersine kökleri 1972 ye dayanan bir şirkete ASTEKSAN ve 4000 metre kare kapalı alanı olan

devasa bir fabrikaya sahipmiş..

Bitmedi...

Abdullah Bey in zavallı dediği babasının İstanbul da da KITOKO iç ve dış Tic. LTd . diye de ayrı bir

şirketi varmış.

Bütün bu şirketlerin Adana ve Romanya'da şubeleri bulunuyormuş.

Abdullah Gül'ün babası fabrikasında ne imal ediyor?..

Şehir, park ve bahçe mobilyaları, çöp kutuları, otobus durakları, aydinlatma elemanları ve reklam

bilboardları.

Peki zavallı esnaf Hamdi Gül bunları nerelere mi satıyor?

ASTEKSAN in internetteki web sayfasına bakalım...

AAaaaa o da ne!

42 AKP li belediyenin referansları var orada.

Keza İstanbul Büyükşehir belediyesine bağlı IETT ve ISTON da var.. bu listede...

Referans ne anlama geliyor....

ASTEKSAN 42 AKP li belediyede iş yaptı ve bitirdi anlamına geliyor..

Görüyor musunuz Abdullah Gül'ün zavallı esnaf babasını...

Peki, bütün bu işlerin alınması ya da verilmesinde cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül' ün payı ya

da katkısı var mı?

Bunu ihaleye giren diğer şirketlere sormak gerek...

İstanbul'un 2300 bilboardunu 5 trilyona Abdullah Gül'ün babası yapacak..

Şimdi soruyoruz... Abdullah bey, bunlara ne diyorsun..?

42 AKP'Lİ belediyenin babana verdiği ihalelerin hesabını vermek durumundasın..

TURBANI, DINDAR CUMHURBASKANI HIKAYESINI VE 367 ISTISMARINI BIRAK - GEL, HESAP

VER....

BABAN 42 AKP LI BELEDIYEDEN BU IHALELERI NASIL ALDI?

BUNLARI TURBAN ISTISMARI YA DA CUMHURBASKANLIGI MAGDURIYETI MASALI ILE

ORTEMEZSIN.

abircan
10.03.2008, 16:52
Ahmet HAKAN
ahmethakan@hurriyet.com.tr

Türbanlılar neden zevksiz


HENÜZ Mustafa Kemal ortada yokken...

Henüz Cumhuriyet ilan edilmemişken...

Henüz "Kılık Kıyafet Devrimi" falan yapılmamışken...

Siz zannediyor musunuz ki...

"Osmanlı aristokrasisi"nde ya da Osmanlı üst sınıflarında bütün kadınlar türbanlıydı?

Siz zannediyor musunuz ki...

"Kaç-göç" falan söz konusuydu?

Hayır!

Osmanlı üst sınıfı, Cumhuriyet’ten çok önce Batılılaşmıştır...

Türban atılmıştır... "Kaç-göç" ortadan kalkmıştır... Kadınlı erkekli ev davetleri, Osmanlı üst sınıflarının en önemli sosyalleşme alanı olmuştur... Fransız mürebbiyeler eliyle çocuk yetiştirme modası Tanzimat’tan sonra hız kazanmıştır... Piyanolar gösterişli evlerin başköşelerinde yerini almıştır...

Böylece...

Türban takmak ya da "kaç-göç" gibi uygulamalar, kırsala terk edilmiştir...

Cumhuriyet devrimleri, işte böyle bir yapının üzerine gelmiş ve Osmanlı üst sınıfları bu nedenle Cumhuriyet’e kolaylıkla intibak etmiştir.

Ancak...

"Kırsala terk edilen dindarlık", zamanla kırsaldan çıktı...

Sosyal hareketliliklerin başlaması, toplumsal hayata katılım olanaklarının artması, demokratik sistemin işlemesi, siyasal alanda temsil olanağının elde edilmesi gibi nedenlerden dolayı, "kırlarda kalan dindarlık", şehirlerimizde görünmeye başladı...

Yani...

"Günümüzün türbanlıları", istisnasız kırsal bir kökenden gelmektedir.

* * *

Hal böyle iken...

İslamcı ve de Osmanlıcı yazarımız Mehmet Şevket Eygi, bulduğu her fırsatta şu şekilde yakınmaktadır:

"Müslümanlar da amma zevksiz yahu... Başörtüleri bir felaket... Deve hörgücü gibi başlarını bağlıyorlar... Estetikten nasiplerini almamışlar... Ah Osmanlı, vah Osmanlı."

İslamcı ve de Osmanlıcı yazarımız Mehmet Şevket Eygi, ne Osmanlı üst sınıflarının Osmanlı’nın son döneminde "türban"ı çoktan attığı bilgisini göz önünde bulundurmaktadır, ne de bugün estetik açıdan eleştirdiği insanların kırsal kökenden geldiğini hesaba katmaktadır...

Böyle olunca da bir "olmaz"ın peşine takılmış, kırık plak gibi tekrarlayıp duruyor:

"Türbanlılar felaket giyiniyor! Estetik yok!"

Tamamı kırsal kökenden gelen insanlardan, "İncelmiş bir burjuva zevki" ya da "damıtılmış bir aristokrat tavrı" bekleyerek, hem snopluk yapıyor, hem de haksızlık...

Oysa şöyle bir etrafına baksa...

Türban takan insanlar arasında, bırakın burjuvayı ya da aristokratı, dört kuşaktır şehirde oturanlara bile rastlayamayacak...

Ve birazcık düşünse:

Bu tür zevklerin, ancak çok uzun zamandan sonra oluştuğunu idrak edecek...

Bunları idrak ettikten sonra da, bu kadar dertlenip kederlenmeye gerek duymayacak...

abircan
10.03.2008, 16:54
Rahmi TURAN
rturan@hurriyet.com.tr

Suudi Prensesi Sultana


TÜRKİYE’deki kadınların bir kısmı kapanmak ve ikinci sınıf insan olarak erkeklerin esaretinde yaşamak için can atarken Suudi Arabistan’da kapanmak zorunda olan kadınlar çok mutsuz. Çünkü Suudi Arabistan, "şeriat yasaları"nın en katı biçimde uygulandığı bir İslam ülkesi...

Orada kadının hükmü yok... Saraya mensup prensesler bile, kraliyet ailesinden gelmenin tanıdığı ayrıcalıklara ve olağanüstü zenginliklere rağmen insan gibi yaşamadıklarının farkındalar...

Baskı dışında hiçbir geleneğin bulunmadığı bir "şeriat düzeni"nde yetişen ve Batı dünyasında kadınların ne kadar farklı bir yaşam sürdüklerini görebilen Prenses Sultana El Suud’un, İngiliz gazeteci Jean Sasson’a anlattıkları, tesettüre zorlanan Arap kadınının din bahanesiyle nasıl acımasızca ezildiğini gösteriyor.

Kadınları, köle gibi yaşamaya mahkûm eden bu adaletsiz ortaçağ düzenini gözler önüne seren Prenses Sultana El Suud’un Türkçe’ye de çevrilen anılarını, her Türk kadını ibretle okumalıdır. (Birinci kitap "Sultana" ikinci kitap "Sultana’nın Kızları" Varlık Yayınları)

Eski Suudi Arabistan Kralı Fahd ibn Abdülaziz’in yeğeni olan Prenses Sultana "Peçe altındaki kadının öyküsünü sergileyen kitaplarda yazılanları Jean Sasson’a ben anlattım" diyor. Sultana, büyük servet sahibi bir Suudi Prensesi... Ülkesinde kadınlara yapılan haksızlık ve baskıları, büyük tehlikeleri göze alarak cesurca dile getiriyor.

* * *

Suudi Arabistan’da kadınların acımasızca ezildiğini, her şeye aşırı sansür uygulandığını belirten Prenses Sultana, Suudi Arabistan televizyonuna yabancı bir şirketin, bir gıda maddesini tanıtan sıradan bir film yapabilmesi için şu yasaklara uyması gerektiğini söylüyor.

Reklamlarda cazibeli bir kadın kesinlikle rol alamaz.

Kadınlar vücut hatlarını belli eden giysiler giyemez. Örneğin; kısa etekler, pantolonlar. Yüzü ve elleri dışında etinin hiçbir kısmı görüntülenemez.

İki insan aynı kaptan yemek yiyemez ya da aynı bardaktan su içemez.

Hızlı vücut hareketleri yapılamaz. (Eğer kadınlar rol alıyorlarsa, hiç kıpırdamadan oturmak ya da ayakta durmak zorundadır.)

Göz kırpmak yasaktır. Kadınların gülümsememesi önerilir.

Öpüşmek asla söz konusu değildir. Tabudur.

* * *

Prenses Sultana anlatıyor:

"Ülkemde, bekár erkek ve kadınların birbirlerini görmeleri din yasalarınca yasaklanmıştır.

Bunun sonucu olarak, ülke içinde erkekler erkeklerle dostluk kurar, kadınlar da kadınlarla görüşürler. Bu nedenle aynı cinsten kişilerin arasında cinsel gerilim bazen kaçınılmaz oluyor.

Ülkemizde uzun bir süre yaşamış olan yabancılar, krallığımızda (Suudi Arabistan’da) eşcinsel ilişkilerin ne kadar yaygın olduğunu bilirler.

Katıldığım birçok kadınlar arası toplantıda kalın peçelerin ve kara çarşafların ardından, titreşen güzellerin ve umut verici davranışların zaferlerine tanık olmuşumdur. Aşka susamış Suudi kadınlarının, parfümlere bulanarak gittikleri düzgün toplantılar bir süre sonra bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan coşkuyla, çılgınlar partisine dönüşür ve taraflar birbirlerini seçerek, şehvetle dans ederler. Utangaç bakışlı kadınların, başka kadınlarla, sımsıcak sarılarak yanak yanağa ateşli danslar yaptıklarını gözlerimle görmüşümdür. Sürücüleri onları otoparkta beklerken, kadınların birbirlerine aşk sözcükleri fısıldadıklarını ve gizli randevular verdiklerini duymuşumdur. Daha sonra aynı sürücüler bu kadınları, aynı gece başka erkeklerin çekiciliğine kapılarak baştan çıkan kocalarına götürür."

Suudi Arabistan Prensesi Sultana anılarının sonunda, şeriat yasalarından ve çağdışı baskıdan kurtulmak için umutsuzca büyük çaba sarf ettiklerini söylerken, Türkiye’deki bir kısım kadının çılgınca o düzene doğru koşmasına ne denir?

abircan
11.03.2008, 14:41
peki sence basörtüsü bu saydiklarinimi getirecek
yada AKP bu yazdiklarinimi getirecek???
Sizde eminimki cok iyi biliyorsunuzde neden 4 kadin hak oldugunu ve hangi düsünceyle peygamber efendimizin 4 kadin ile evlendigini??? yinede her defasinda bu konuyu gündeme getirmeniz bence din bilgisizliginden kaynaklaniyordur.
Ayriyetden ben simdiki zamanda 4 kadin ile evli olan erkeklerin cok nadir oldugunu hatta hatta 1% orandan bile daha az oldugunu görüyorum.

Size bir sorum var Abircan: mini etek giyip erkekleri tahrik eden ve bundan dolayi genc kizlarimizin tecavüze ugramasindan korkmuyormusunuz? icki aleminde kör kütük sarhos olup eve arabasi ile giderken trafik kazasi yapip 5 kisilik bir ailenin kanina girmesinden korkmuyormusunuz? veya kör kütük sarhos olup sokaktan gecen bir vatandasa saldirip öldürenlerden korkmuyormusunuz?
Meyhane köselerinde parasini bitiren ama eve ekmek parasi getirmeyenlerden korkmuyormusunuz? Laiklik altinda zina yapanlardan korkmuyormusunuz?

sizinde dediginiz gibi allah korkusu olmayanlar bu saydiklarimdan korkmaz....




OOO HOCAM SENDEKİ ZİHNİ BULANIKLIĞI BEN ÇÖZEMEM KUSURA BAKMA
LAİK EVE SARHOŞ GİDENMİ, MİNİ ETEKLİ KIZA SALDIRANMI BOŞVERSENE SANA ANLATACAK BİŞEY YOK

abircan
11.03.2008, 14:45
ha tamam :) ama ben bunu senin yazına değil hatta ben senin buraya köşe yazısı attığını dahi görmedim..

Ben abircanın köşe yazıları için yani bu tek yönlü objektif olmayan yazarlar için ayıracak vaktyim yok demek istemiştim :)

OO YİN EALINTILANMIŞ İSMİMMM
BAŞINIZA ABİRCAN KADAR TAŞ DÜŞERRRR EMİİİİ :)))

bodyguard
11.03.2008, 18:34
OOO HOCAM SENDEKİ ZİHNİ BULANIKLIĞI BEN ÇÖZEMEM KUSURA BAKMA
LAİK EVE SARHOŞ GİDENMİ, MİNİ ETEKLİ KIZA SALDIRANMI BOŞVERSENE SANA ANLATACAK BİŞEY YOK

[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

serkanka58
11.03.2008, 20:55
ya kardeş valla bu tür alıntı yazıların çok sıktı!!!!!!!!!
sen hiç olumlu bir şey yazmazmısın yaaa

abircan
12.03.2008, 08:42
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

mahsuni şerifim nur içinde yat

1970lerde amerikaya katil katil diye türkü söylediği için hapis yatmış onurlu bir türk ozanı, çağımızın pir sultanıydı

şimdiki sanatçılar onun apdest suyu bile değil

Sweetgirl
12.03.2008, 09:30
yeniden forum kurallarini hatirlayalim isterseniz
gördügüm kadari ile cogu kurallari unutmus



Forum Kullanıcı Kuralları

Saygıdeğer Sivaslilar.Net Forum Kullanıcıları,

Forum ortamımız ciddi, düzeyli, saygın bir üsluba sahip olup, pek çok yönüyle alışagelmiş internet sitelerinden farklılık gösterebilir.

Forum katılımcılarının bu ortamda hareketleri, bu ortamda yapılmak istenenlere saygı göstermeleri bizler için çok önemlidir.

Bu yüzden internet kullanıcılarının, buraya internette dolaştıkları herhangi bir siteye olduğu gibi üye olmamalarını ve özellikle internet ortamında kendini "gereğinden fazla rahat" , "kurallardan bağışık hisseden" konuklarımızın forum alanlarımızda seneler içinde oluşan bu düzene alışmakta büyük güçlük çekebileceğinin önemle altını çizmek istiyoruz.

Saygın ve ciddi bir ortamda yardımlaşmak, haberleşmek, kendi bildiklerini diğer katılımcılarla paylaşmak isteyen, sitemize ve forum alanlarımıza düzenli katılımda bulunacağı inancını taşıyan konuklarımızı üye olarak aramızda görmek istiyoruz.

Artan üye sayımızla beraber, forum kurallarına eklemeler yaptık. Bu eklemeler daha medeni, daha rahat tartışabilmek, fikir alışverişinde bulunmak amacıyla yapılmıştır.

Hakaretin kime yapıldığı önemli değildir. Kendinize sarf edilmesini hakaret olarak gördüğünüz, eşiniz, çocuğunuz, anneniz, babanız ve dostlarınız arasında kullanmadığınız kelimeleri forumda da kullanmayınız.

Sizinle aynı fikirde olmayan kişileri Sivaslı olmamakla itham etmeyerek, onlara kendi fikirlerinizi anlatınız. Her Sivaslı aynı fikirde olmayabilir.

Forumda cezaları yalnızca Admin verir. Kullanıcıların hepsi eşittir. Hiçbiri bir diğerini cezalandıramaz.

Forum adabının; yöneticiler olarak bizlerin, siz kullanıcılara daha iyi hizmet verebilmek için korumamız gerek en önemli olgu olmasından ve Forum adabının korunmasının Forumları’nın kalitesinin sürdürülmesinde çok büyük önem arz ettiğinden, üyelerimizin bu konuda hassasiyet göstermelerini özellikle rica ederiz.


[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

fertelliyim
12.03.2008, 10:10
MİSYONERLİK PATLADI! 210 kişi din değiştirdi 05-02-08


YAZAR: CAN DÜNDAR



25 bin cami yaptırma derneğine karşılık, 1 tane opera sanatçıları derneği var.

Çünkü Türkiye'deki opera-bale izleyicisi toplamı 165 bin...





Geçen 21 Haziran'da bu köşede Türkiye'den bazı rakamlar aktarmıştım. Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Sekreteri Turan Eser'in verdiği bazı rakamlardı bunlar... "Türkiye muhafazakârlaşıyor" tezini doğrulayan rakamlar:

"Türkiye'de 67 bin okul, 85 bin cami var.

"77 bin doktor, 90 bin din görevlisi var.

"Diyanet bütçesi 8 bakanlığın toplam bütçesi kadar".



Geçenlerde Federasyon'un genel başkanlığını üstlenen Turan Eser'le cumartesi günü İsviçre Alevi Birlikleri Federasyonu'nun Zürih yakınlarındaki bir toplantısına gittik. Bu kez ÖDP Genel Başkanı, milletvekili Ufuk Uras da bizimleydi.



Eser, yeni rakamlarla çıkageldi.

Türkiye'nin bir fotoğrafını çekmeye yardımcı olan bu rakamları da sizlerle paylaşmak istiyorum.

* * *

Sivil toplumdan, sivil bir anayasadan söz ediyoruz ya; acaba gerçekten sivilleşiyor muyuz?

Rakamlara bakılırsa evet...

Türkiye'de 87 bin sivil toplum örgütü var.

Az değil; ama gelin ayrıntısına bakalım:

Çoğunluk, yöre dayanışma dernekleri; yani "hemşeri örgütleri"nde...

İkinci sırada, 25 bin "cami yaptırma derneği" var.



Turan birkaç somut örnek veriyor:

Sakarya'nın Ferizli ilçesinde 46 dernek var. 1 yüksekokul yaptırma derneği, 1 sağlık ocağı yaptırma derneği, 6 spor derneği... ve 25 cami yaptırma derneği...



Bursa İnegöl'e bağlı Cerrah beldesinin nüfusu 3 bin...

Beldeye bin kişilik cami yaptırılıyor.

Beldenin okuluna Marmara depreminde "Oturulamaz" raporu verilmiş. Okul o halde kullanılmış. 2003'te Belediye Başkanı diyor ki, "Okul için alan tahsis ettim, çivi çakılmadı."

* * *



25 bin cami yaptırma derneğine karşılık, 1 tane opera sanatçıları derneği var.

Çünkü Türkiye'deki opera-bale izleyicisi toplamı 165 bin...



Yılda ortalama 8 milyon insan tiyatroya gidiyor.

Peki, camiye gidenler?

2003 Aralık ayında AKP Ankara Milletvekili Said Yazıcıoğlu Meclis'te diyor ki:

"Her hafta cuma günleri 20 milyona yakın yetişkin insan cuma namazı için camiye gidiyor. Camilerde cuma sohbeti ve hutbeyle beraber 1-1.5 saatlik, tabiri caizse, yaygın bir din eğitimi söz konusudur. Bu, çok büyük bir rakam ve imkândır."

70 milyonluk İran İslam Cumhuriyeti'nde cumaya gidenlerin ortalaması 7 milyon...

İran'da hafta içi günlük ortalama 2 milyon...

Türkiye'de 10 milyon...

* * *

"Ne güzel; vatandaş dinine sahip çıkıyor. Tam da misyonerlik alıp yürümüşken..." diyebilirsiniz.

O halde şu misyonerlik rakamlarını da verelim:

2005'te Türkiye'de toplam 210 kişi dinini değiştirmiş.

Öte yandan Türk Araştırmalar Merkezi'nin verilerine göre son 3 yılda sadece Almanya'da Müslümanlığa geçenlerin toplamı 1260... Bunların yüzde 60'ı kadın... Çoğu da Müslüman erkeklerle evlenen Alman kadınları...

Diyanet'in yurtdışında 1260 din görevlisi var.

"Misyonerlik patladı" balonu Malatya katliamını hazırladı. Almanlar ne yapsın?



4 Şubat 2008, Milliyet



:D:D:D Sorun anlaşıldı galiba bunların derdi Camilere akan yardımlarda

abircan
12.03.2008, 14:38
allahın evi taş toprağın biraraya geldi yer değil, kanın etin kemiğin tırnağın beynin biraraya geldiği insan bedenidir, hergün hiç durmadan atan yüreğindir, beynindir, bunu hiç unutmayın

abircan
12.03.2008, 15:57
Tufan TÜRENÇ
tturenc@hurriyet.com.tr

Biz tartışıyoruz, atı alan Üsküdar’ı geçiyor


KÜRESEL krizin tehlike sinyallari sıklaştı.

Ekonomi uzmanları bundan en fazla etkilenecek ve ekonomik depreme uğrayacak ülkelerin başında Türkiye’nin geleceğini söylüyor.

İş çevreleri hükümeti sürekli uyarıyor:

Acil önlemler alın.

İç piyasada dar boğaz giderek büyüyor.

Ekonomik performans düşüyor.

Büyüme hızı yavaşladı, rekabet gücü geriliyor.

Enflasyon yükseliyor.

Binlerce firma kapanıyor.

İşsizlik artıyor.

Cari açık giderek büyüyor.

Dışardan daha fazla kaynak bulmak zorunlu hale geliyor.

Avrupa Birliği ile ilişkiler durdu.

IMF ile ilişkiler belirsizlik içinde.

Aman mali disiplini bozacak düzenlemelerden kaçının. Yerel seçimlerde denetim dışı harcamalar yapmayın.

* * *

Başbakan Erdoğan bunları dile getirenleri o bildiğimiz üslubuyla tersliyor:

"Ne yapacağımızı sizden mi öğreneceğiz."

Sonra da çıkıyor kürsüye, 13 milyon insanın yoksulluk, 600 bin insanın da açlık sınırı altında yaşadığını unutarak ekonomide pembe tablolar çiziyor.

Halkı aldatıyor.

Sadaka ekonomisi uygulayarak oy almaya devam edeceğini hesaplıyor.

İyi güzel de bu yalancı politika nereye kadar gidecek?

Türkiye duvara toslayana kadar.

Peki sonra ne olacak?

Bu kötüye gidişi gizlemek için Başbakan sürekli olarak gündemler yaratıp hepimizi tartıştırıyor.

"Türban" diyor.

Kadınlara "En az üç çocuk doğurun" diyor.

"Katili devlet değil, ancak maktulün ailesi affeder" diyor.

Biz bunları tartışırken o ülkeyi istediği gibi yönetiyor.

Ne ekonomide olup biteni, ne yolsuzlukları, ne devletin ele geçirilmesini, ne rejimin canına okunmasını görüyoruz.

* * *

Bu da yetmiyor Genelkurmay’la muhalefet de birbirine girerek Tayyip Bey’in işini kolaylaştırıyor.

Tartışma tam durulacağı sırada yapılan gereksiz konuşmalarla yeniden alevleniyor.

Ben Deniz Baykal’ın konuşmasını baştan sona dikkatle dinledim.

Genelkurmay Başkanı’nın bu konuşmayı niçin vatan hainliği ve seviyesizlik olarak değerlendirdiğini anlayamadım.

Tartışmayı uzatmasının nedenini ise hiç anlayamadım.

Laik, demokratik rejim zor bir dönemden geçiyor.

AKP Türkiye’nin üzerine Amerika’nın da telkini ve desteğiyle İslam şalını alıştıra alıştıra geçiriyor.

Atatürk’ün başlattığı aydınlanma devrimini yavaş yavaş karartıyor.

Ülkenin sosyal yaşamını dinsel esaslara göre yeniden şekillendiriyor.

Çağdaş eğitimi, dini eğitimle sulandırıyor.

Yabancı fonlar ve tarikatlar eliyle beslenen bir sürü aydın bu geri gidişe destek veriyor.

Ülke ayağımızın altından kayıp gidiyor.

Bütün bu olup bitene karşın biz ne yapıyoruz?

Bol bol tartışıp birbirimizin kaşını gözünü yarıyoruz.

Öte yandan atı alan da Üsküdar’ı geçiyor

abircan
12.03.2008, 16:10
12 Mart 2008

Bekir COŞKUN
bcoskun@hurriyet.com.tr

Kendiliğinden memleket...


İKTİDAR bir şey yapmıyorsa, bence bekliyor ki ekonomi kendiliğinden düzelsin.

Kişi başına milli gelir bir gecede 1750 dolar nasıl arttı:

Kendiliğinden...

Nüfusumuz bir günde 2 milyon nasıl azaldı:

Kendiliğinden...

Nüfus azalınca kişi başına düşen gıda tüketimi miktarı kendiliğinden arttı mı?

Arttı...

Başbakan "En az üç çocuk doğurun" derken, bu ekonomik zorluklar içinde o çocukların nasıl büyüyeceğini de açıkladı mı size:

"Kendiliğinden..."

*

Kimse söylemeden Kuzey Irak’tan kendiliğimizden çekildik, artık biliyorsunuz.

Gururla açıklanmıştı; girişimiz de kendiliğindendi.

Muhalefet, iktidar dururken Genelkurmay Başkanı’nın kendiliğinden konuşmasından şikáyetçi.

Genelkurmay Başkanı ise o zehir-zemberek bildiriyi kendiliğinden yazdığını açıkladı.

Şimdi muhalefet bekliyor:

Genelkurmay Başkanı kendiliğinden sussun...

*

Tarihimize bakın; milletin haberi yoktu, cumhuriyet kendiliğinden gelmişti.

Şimdi de cumhuriyet kendiliğinden gidiyor.

Dinci rejim kendiliğinden geliyor diyorlar.

Kendiliğinden memlekettir burası.

Siz zahmet etmeyin.

Sesinizi yükseltmeniz, başınızı kaldırmanız, tepki göstermeniz, hatta ilgilenmeniz gerekmiyor.

Oturun...

Seyredin...

Öyle sinip, pısın...

Her şey kendiliğinden düzelirse düzelir.

Nasıl ki çalışmadan, alın teri dökmeden, didinmeden, kafa yormadan kendiliğinden zengin olmak istiyorsa bu millet... Ortaçağa dönmüş bir toplumun bireyleri olarak da kendiliğinden adam yerine konulmayı bekler durur...

Kendiliğinden memlekettir burası...

Bakın; böyle bir topluma rağmen, Türkiye hálá ayakta durabiliyor, kendiliğinden...

abircan
12.03.2008, 16:14
Özdemir İNCE


AKP’nin gündelik hayat zorbalığı


AKP iktidarının "liberal demokratlarca" kuşkuya değer bulunmayan "saklı amaçlarını" bazı ipuçlarından hareketle tahmin edebiliriz. Bunlardan birisi de içkidir.

Şaraptan alınan ÖTV’yi dayanılmaz oranlara çıkartıp, üreticiyi bağlarını sökmeye zorlayan AKP, şimdi de içki içilen ve satılan yerlere karşı amansız bir savaşa girmiştir. Örneğin 14.10.2005 günlü bir genelge ile İçişleri Bakanlığı içkili yer bölgelerini şehir dışına çıkarmaya başlamış, basında "kırmızı bölgeler" diye adlandırılan bu girişim epey yankı yapmıştı.

ALKOL TERÖRÜ

Ankara Barosu’nun Danıştay’da açtığı dava, 8. Daire’nin 07.03.2007 gün ve 2005/6261; 2007/1246 sayılı kararıyla kabul edilerek genelge iptal edilmiştir. Kararda, "Yönetmelikte yer verilmeyen kısıtlamaların genelge ile getirilmesi, içkili yerlerin tecrit anlamında şehir dışına itilmesi sonucu vereceğinden içerik yönünden hukuka aykırı" bulunmuştur.

Dini mesajlar çağrıştıran bu girişimlerinin özellikle Anadolu kasabalarında "mülki idare baskısı" yarattığı, neredeyse içki içilecek yer bulunan şehir, kasaba kalmadığı bilinmektedir. Tabii AKP’li belediye ve diğer kurumların lokallerinde alkol terörü uzun zamandır sürmektedir. Son olarak da, spor kulüplerinin lokallerine yönelik "koruyucu" (!) önlemler devreye girmeye başlamıştır.

OYSA KAZANILMIŞ HAK

Dernekler Kanunu’nun 26. maddesinde "...dernek lokallerinde alkollü içki kullanılması ve bu tesislerin işletilmesi mülki idare amirlerinden izin almalarına bağlıdır" denilmektedir.

İçişleri Bakanlığı 01.04.2005 tarihinde yayınladığı ve 01.04.2008’de yürürlüğe girecek bir genelgeyle, "Gençlik Spor veya Gençlik ve Spor kulüplerinin sosyal amaçlı tesisleri ile lokallerinde alkollü içki kullanılmasına izin verilemez" hükmünü getirmişti. İlk bakışta gençleri içkiye özendirmemek için masum bir önlem gibi görünen bu girişim uygulamaya girdiğinde, örneğin Galatasaray ve Fenerbahçe kulüplerinin Kalamış ve Kuruçeşme’deki tesislerinde içki içilemeyecektir. Aynı şey TED, ENKA, Ankara 19 Mayıs, Kavaklıdere Sporting Tenis Kulüplerinde ya da Briç, Satranç, Atlı Spor kulüplerinde de yasaklanabilecektir. Halbuki şu anda hepsinin içki ruhsatı mevcuttur ve bu ruhsatlar süresizdir, kazanılmış haklar söz konusudur.

SAVAŞIN BİR CEPHESİ

Bu lokallerde veya sosyal tesislerde 18 yaşın altında genç sporcuların bulunması ve içki içenlerle birlikte olması esasen hemen hemen olanaksızdır. Önemli bir bölümünün lokali ile spor yapılan sahaları ayrı ayrı yerlerdedir. Lokal ile spor alanlarının aynı yerde olduğu derneklerde ise "18 yaşın altındaki sporcuların" bu lokallere girmesi esasen yasaktır. Asıl amaç (!) anlaşılan bu derneklerin üyesi yetişkinleri içkiden ve günah işlemekten korumaktır.

Teknik hukuk açısından sakat ve iptale mahkûm bu girişim tıpkı türban ve imam-hatip fesatlarında olduğu gibi Cumhuriyet’e karşı başlatılan amansız savaşın cephelerinden biridir.

Küçük bir hukuk bilgisi: Yasalar Anayasa’ya, yönetmelikler de yasalara aykırı olamaz! Yasa hiçbir yasak getirmemişken, yönetmelikle yasak getirmek hukuk bakımından çok açık sakatlık olup kişi özgürlüklerine ağır bir tecavüzdür. Gündelik hayat da türban savunucusu liberal demokratların ilgisine mahzar olmayı beklemektedir, efendim!

Arif Coşkun
13.03.2008, 10:43
KANALTÜRK

AKP iktidari, mecliste en büyüktür. AKP iktidari, cumhurbaskani, baskomutan, basbakan, bakan, danisman, genel müdür, müdür, memurkadrolarini doldurduguna göre devlet ne kadar büyükse, o kadar büyüktür.
Keyfine göre Anayasa yaptirdigina bakilirsa, devletten de büyüktür.
Keyfine göre yargiç, savci atadigina, istedigi yasayi çikarip, var olani
keyfine uydurduguna ve keyfine uymayan mahkeme kararlarina da uymadigina göre, hukuktan bile büyüktür!
Medyanin yarisi AKP'li olup, diger yarisi da susta durduguna göre, AKP
iktidari, medyadan çoook daha büyüktür...

Ne var ki AKP Iktidari, büyüklügüne bir türlü inanamiyor, sindiremiyor,
tasiyamiyor, kendisini küçük görüyor ki hâlâ Kanaltürk'le ugrasiyor.
Ugrastikça da kendini küçültüyor.

Kanaltürk nedir?
Bir avuç gözü kara "deli gönül"ün, varlarini yoklarini ortaya koyup,
inandiklarini dile getirip düsündüklerini söyledikleri, AKP'ye sert muhalefet yapilan, ama karsit görüslere de yer veren, birbirinden
donanimli ve yetenekli insanlarin, bes aydir maas almadan, özveriyle
çalistiklari bir televizyon kanali. Bir özelligi var: Çok seyrediliyor.

Vay sen misin etine buduna bakmadan AKP'ye kafa tutmaya kalkan dendi ve
Büyük AKP Iktidari, küçücük Kanaltürk'ü "bitirme" planinda önce Maliye'yi kullandi. Onlarca müfettis bir yildir ablukaya aldi kanali. Yetmedi, reklam verenlere tek tek telefon açtirildi, gözdagi verdirildi.
Derken RTÜK sopasi devreye girdi, dünya medya tarihine geçecek
cezalar kesildi. Son darbeyi, üç gün boyunca reklam yasagiyla indirdiler. Neymis efendim? Yolsuzluk ve Yoksulluk programinda bir tekzip 20 saniye sonra döndürülmüs. Ama döndürülmüs, hem de gecikmeden dolayi özür dilenerek bir kez daha döndürülmüs. Hiçbir biçimde cezayi hak etmiyor Kanaltürk. Hele 20 saniyelik bir gecikmeye, üç günlük reklam kesintisi, insafsiz bir infaz!

Infazci niçin RTÜK? Çünkü Tuncay Molloveisoglu, ki bence Ugur
Mumcu'dan sonra Türkiye'nin en iyi arastirmaci gazetecisidir, Yolsuzluk ve
Yoksulluk programinda Almanya'daki Deniz Feneri Dernegi ve Kanal 7'ye
yapilan baskinla tutuklanan yöneticilerini gündeme getirdi. Alman polisi,
Deniz Feneri'nin "yoksullara yardim" diye topladigi 14 milyon euro'nun kayip oldugunu ve bu paradan 7 milyon euro'nun Kanal 7'nin Almanya subesi Euro 7'ye aktarildigini tespit etmisti! Ama Tuncay Mollaveisoglu arastirmayi derinles tirince:

RTÜK baskani Zahit Akman'in Kanal 7'nin kuruculari arasinda olup, bu görevinden ancak RTÜK üyesi seçildikten sonra 30 Eylül 2005'te ayrildigi ve... Kanal 7 hisselerini Alman polisi tarafindan tutuklanan Deniz Feneri Dernegi Baskani Mehmet Gürhan'a devrettigi, iddiasina da
ulasti. Hem de belgeleriyle!

Belgelerle destekli bu iddia, CHP'li Milletvekili Emin Koç tarafindan
meclis gündemine tasindi ve Devlet Bakani Besir Atalay'in önünde soru
önergesi olarak duruyor.

Zahid Akman'in RTÜK'ü, iste baskanina yönelik bu yolsuzluk iddiasi
yüzünden infaz ediyor, Kanaltürk'ü. Ve iddianin ucu kimbilir kimlere dayaniyor ki kaybolan 14 milyon euro'luk "yoksul yardim" larinda, Büyük AKP Iktidari da Kanaltürk batinca rahat bir soluk alacak... mi dersiniz ?

Fos büyüklük var, pos büyüklük var. AKP'ninki fos büyüklük.
Yoksa bu kadar korkar miydi, küçücük Kanaltürk'ün posundan?


Bu haberi silen değerli mod.arkadaşım ne gibi bir sakınca gördünüz haber niteliğimi taşımıyor? Buradan yazamıyorsanız özel mesajla iletirseniz çok sevinirim nedenini en azından öğrenmiş olayım saygılar.:confused:

fertelliyim
13.03.2008, 11:04
Baykal'dan Din Bilgisi dersi ! CHP Lideri kürsüde din adamı edasıyla konuştu - Video

Buyurun burdan yakın

[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

fertelliyim
13.03.2008, 11:15
SENARYO MU ÇÖZÜM ARAYIŞI MI?
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

Ahmet TAŞGETİREN


CHP lideri Baykal'a göre "Büyük bir senaryo var." MHP lideri de aşağı yukarı ona katılıyor.

Baykal, senaryoyu Amerika'nın oluşturduğunu, hükümetin ve askerin bu senaryoda rol almaya razı olduğunu, hava ve karadan yapılan sınır ötesi harekâtın, toplumun gazını almak için yapıldığını- yaptırıldığını, sonunda kamuoyunun "siyasi çözüm"e hazır hale getirilmek istendiğini, "Talabani'nin daveti"nin de işi "siyasi çözüm"e sürüklemenin ilk adımı olduğunu, bu arada bir de Anayasa değişikliği yapılacağını ve ondan sonra artık "Anayasa'nın Türk milletinin anayasası olmayacağını" söylüyor. Büyük bir itham.

"Amerika'nın kullandığı bir siyasi iktidar ve bu kullanıma razı olan bir askeri yapı." Çok büyük bir itham. Böyle bir itham karşısında önce Genelkurmay Başkanı'nın "İspat etsinler üniformamı çıkarırım", ardından Başbakan Erdoğan'ın "Siyaseti bırakırım" demesi kaçınılmaz. Peki gerçek ne? İlk bakışta insanın, "Aaa, sahiden de Baykal'ın dediği gibi oluyor" tepkisini vermesi mümkün.

Talabani geldi, DTP yöneticileri ile önce Meclis Başkanı Toptan, ardından Cumhurbaşkanı Gül, ardından Başbakan Yardımcısı Çiçek görüşmeler yaptı. Bir paketten söz edilip duruyor. Amerikalılar operasyonun sürdüğü günlerde bile "Bu iş sadece silahla olmaz, siyasi çözüm de gerekli" diyorlar. Kuzey Irak'tan gelen seslerde de "Meselenin siyasi boyutu dikkate alınmadan çözüm olmaz" sözleri duyuluyor. Evet, tüm bu gelişmeler, ucu ucuna eklenince "senaryo" kurgusu öne çıkıyor.

Baykal, "İş sonunda PKK ile masaya oturma noktasına gelecek" bile diyor. Ve o iddia için de "Acaba mı?" kuşkusu doğuyor. Ama ana muhalefet mantığından çıkıp, bir başka mantığı devreye sokmak da mümkün. Yani Baykal'ın bu senaryosuna mukabil, bir başka senaryo daha oluşturmak... Şunları düşünelim: -Türkiye'de hem askeri hem sivil kanat, çok uzun zamandan beri terörle mücadelenin sadece askeri yöntemle mümkün olmadığını seslendiriyor. Son MGK'da da bu, kayda geçirildi.

Öncelikle dağa çıkışın önlenmesi, bunun için de dağa çıkışın zemininin ortadan kaldırılması, bunun için de bölgede sosyal, kültürel, ekonomik adımlar atılması düşüncesi Ankara'nın ortak kabulü halinde. Bu, kamuoyunun da benimsediği bir düşünce...

Amerika'nın "PKK ortak düşmanımızdır" dediği, terör örgütünün uluslararası planda tecrid edildiği, hava ve kara harekâtı ile "PKK'nın bitiş sürecinin başladığı"na inanıldığı, yani Türkiye'nin önemli bir psikolojik üstünlük sağladığı bir safhada, bölgede atılacak olumlu adımlarla terörün sosyal zemininin yok edileceği de, öngörülen, dillendirilen bir tasarım. Ben de yazılarımda bunu ifade ettim. Ve ben, hükümeti, askerleri bilmem ama (!), benim bu düşüncemin Amerikalılar'la bağlantılı olmadığına yüzde yüz eminim. -Gelelim Talabani'ye... Talabani Irak'ın Cumhurbaşkanı.

Evet bir Kürt. Ama ne yapalım ki Irak'ta o cumhurbaşkanı seçildi. Ve ne yapalım ki Irak'ta Kürtler var. Irak'ta Kürtler'in var olduğunu Amerikalılar yanında, Irak'ın Arapları da, Şiileri de, Sünnileri de, Türkmenleri de kabul ediyor. Farklı Arap ülkelerinden gelen 1500 Arap parlamenter Erbil'de, yani Kuzey Irak'ın başkent diye takdim ettiği şehirde konferans düzenliyor.

Erbil'de elçilikler açılıyor. vs. İran Devlet Başkanı Ahmedinejad Bağdat'a geldi, Talabani ile kucaklaştı, hatta ona, onun en sevdiği tanımlama ile yani "Mam- Amca" diye hitap etti. Talabani'nin üstünü çizmek, Ankara için, sürdürülebilir bir diplomasi midir? Baykal olsa "Ben seni tanımayrum" mu diyecekti? -Ya DTP ile görüşmeye ne demeli? DTP'yi yok farz etmek mümkün mü? Adamlar, yüzde 10 barajın olduğu, üstelik o barajın, onların önünü kesmek için konulduğu bir sistemde, engelleri aşarak Meclis'e bir grup taşımışlar. Demek ki, onları taşıyacak bir toplumsal zemin var. Ne yapmalı o toplumsal zemini?

Oy hakkını elinden mi almalı? Bunu Baykal başarabilir mi? Olmaz. O zaman onlarla görüşeceksiniz, onları cüzzamlı konumuna sürüklemek, sorun çözmüyor, aksine sorunu besliyor. Kaldı ki, onlarla görüşmek, onların her talebine evet demek anlamına da gelmiyor. Aksine belki onları, "Türkiye realitesi"ne çekmek için de görüşmek gerekiyor. Bu durumda, Talabani'yi çağırdınız, DTP'lilerle görüştünüz, bölgede terör zeminini ortadan kaldırmak için sosyal, kültürel, ekonomik hatta siyasi ve hukuki anlamda beyin fırtınası gerçekleştirdiniz... Bunlar olmamalı mıydı?

Bunları yapmak illa da Amerika'nın ya da Avrupa'nın taleplerine eklemlenmek anlamına mı geldi? Böyle düşünmek yerine "Keşke bunları, Amerika ve Avrupa'nın seslendirmesine gerek kalmadan yapabilseydik" demek daha doğru olmaz mı? Baykal'ın komplo teorisi, misyonsuz kalmış bir ana muhalefetin kendi kendini dolduruşa getirmesi gibi görünüyor. Gevşek zeminde gaza basmak, heyecanlı ama boş nutuk, yani bir patinaj... Oysa böyle yol alınmaz.


13.Mart.2008 09:20:54

fertelliyim
13.03.2008, 11:21
Ahmet TAŞGETİREN

[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

Demirel'in önerdiği model, İslam'ın kısıtlamaları kabul ettiği, Müslümanların da kısıtlanmış bir İslam'a razı olduğu modeldir.

Demirel, ezanın Türkçe okutulduğu ve dindar insanların "Ezan asli ifadeleriyle okunsun" talebinde bulunduğu zamanlarda bir politikacı olsaydı acaba ne derdi? Şöyle bir şey mi mesela? -Arapça ezan şeriat arayanların aracı. Şimdilerde "Türban" için seslendiriyor bu söylemi: Dediği şu: "Türban denilen hadise aslında tesettürün örtünmenin başlangıcıdır.

Örtünme dediğimiz hadise ise birtakım İslami cereyanların amacına göre kadının dört duvar arasında muhafazasının şartlarındandır. "Türbanı İslam'ın şartı haline getirirseniz bugün uyulmayan o kadar çok husus var ki, onları da teker teker istemek durumunda kalacaksınız.

Uyulmayan hususlardan bir tanesi din ile devletin ayrılmış olmasıdır. Yine bu şeriat arayan İslami cereyanlara göre, din ile devlet ayrılamaz. Dinin kuralları aynen uygulanmak durumundadır. Halbuki dinin birtakım kuralları uygulanmamakta, onun yerine çağdaş hukuk uygulanmaktadır.

Yarın siz, bu uygulanan çağdaş hukukun kurallarına, 'Biz İslam'ı yaşamak istiyoruz, İslam'a uygun değildir' deyip onlara da itiraz edebileceksiniz. Netice itibariyle bu, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin üstüne oturduğu devrime itiraza varabilecek hususları bünyesinde taşır." Demirel'in sözünü epey uzunca aldım, ta ki düşüncesi tam anlaşılsın. Bu sözün özü şöyle anlaşılabilir: -İslam'ı yaşamaya izin verilmek istenirse bu İslam'ın bütünü yaşama talebine kadar varır, bu ise rejimin sonu olur. O zaman ne yapmak lazım?

Devlet, keyfinin istediği şeye izin vermeli, keyfinin istemediğine izin vermemeli. Devlet kim? O günün siyasi, hukuki, askeri yönetim kadroları...

Demirel bu yapının, Demokrasi- Laiklik ve İslam'ın uyum içinde olması anlamına geldiğini ve bu yapının Türkiye'yi İslam dünyası için model kıldığını söylüyor. Oysa bu modelin İslam'ın keyfi biçimde kısıtlanmasını olağan kılan bir model olduğu açık.

Demirel'in önerdiği model, İslam'ın kısıtlamaları kabul ettiği, Müslümanların da kısıtlanmış bir İslam'a razı olduğu modeldir. Ama bu model, aynı zamanda, İslam adına inanç özgürlüğü sorununun sürekli gündeme gelmesi sonucunu doğuran modeldir.

Tek parti döneminde Kur'an öğrenimi için mücadele verilmiştir. Sonraları ezan için mücadele verilmiştir. O dönemde devletin mantığı, tam da, Demirel'in mantığıdır. Devlet, İslam üzerinde her türlü tasarrufta bulunabileceğini düşünmüş, bundan ötesini "irticai talep" diye nitelemiştir.

Ama, aynı devletin, diyelim, çok partili hayat ve Demokrat Parti iktidarı döneminde daha geniş bir inanç özgürlüğü alanı oluşturabileceği ortaya çıkmıştır. Hoş o zaman da, "irticai talep" suçlaması, tek partici zihniyet tarafından devam ettirilmiştir.

Tıpkı bugün Demirel'in söylemi biçiminde. İlginçtir, bugün, Demokrat Parti'nin "Daha geniş inanç özgürlüğü" çizgisini Ak Parti Hükümeti yürütmekte, Demirel de "Tek partici söylem"in reenkarnasyonunu temsil etmektedir. Dün sembol ezandı, bugün başörtüsü...

Demirel mantığının her inanç özgürlüğü talebini "Şeriat arayışı" olarak nitelemesi gerçekten gariptir. Oysa tabii olan şudur: Kurulu bir düzen var. Bu düzen laikliği benimsemiş. Laiklik uygulaması dini alanı ilgilendiriyor. Bütün din mensuplarının, laiklik yorumu ile alakadar olması kadar tabii bir şey olamaz. Lozan'da Türk Temsilci Heyeti "Biz Türkiye'de laik bir düzen kuracağız" dediğinde, İtilaf devletleri temsilcileri ısrarla, bu düzende gayrı müslim azınlıkların özgürlük alanının nasıl düzenleneceğini sormuşlardır. Ve garanti almak istemişlerdir. Ayın soru, neden Müslümanlar için sorulmasın?

Bir Müslümanın İslam'ı en kamil manada yaşamak istemesinden daha tabii ne olabilir? Kurulu düzenin önüne tabii ki talepler sıralanacaktır. Bunun karşısında kurulu düzen, kısıtlamalarını ilan edecektir. Bana göre burada ortaya çıkan talepler ve kısıtlamalar arasındaki uyum veya uyumsuzluk, kurulu düzenin özgürlük kalitesini ortaya koyacaktır. "Teker teker istemek..." Demirel'e göre olmaması gereken bir şey. Bir tehlike...

O zaman istemeyin. O zaman yaşamayın. O zaman budanmış bir dini hayata razı olun! O zaman siz de, kurulu düzenin, toplum değerlerini gözetmeyen bir laiklik uygulaması içinde olduğu yargılamasına razı olun! Ve o zaman, demokrasinin yaralı olduğu yargısına razı olun. Ve o zaman, o şahane bileşim, Demokrasi- Laiklik-İslam ahengi söylemini rafa kaldırın. Yanılıyor muyum?



11.Mart.2008 07:13:12

abircan
14.03.2008, 09:59
Özdemir İNCE


Peygambercilik oyunu


DÜN akşam arkadaşım Murat’la konuşuyorduk, "Türki cumhuriyetler (Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan) ve Türkik kökenli toplumlar Sovyet dönemini yaşamasalardı, günümüzde Afganistan’dan farkları olmazdı. Örneğin Fars kökenli Tacikistan ve Moğolistan bile Afganistan’dan daha iyi durumda" dedi.

Bu konuya daha sonra döneceğim, nedenlerini irdeleyeceğim. Ama siz bu arada, bu konuda, o zamana kadar biraz düşünün.

GERÇEK ANLAMI

Şimdi, bu ilginç karşılaştırmayı bir yana bırakıp yazımızın başlığına gelelim: The Economist dergisinin Fethullah Gülen’i "peygamber" ilan etmesi konusunda Hürriyet Gazetesi’nde yayımlanan haberi anımsarsınız. Haber üzerine, Fethullah Gülen, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’e sitem dolu, duygusal bir protesto mektubu göndermiş. Bu haberi yayınladığı ve "prophet" sözcüğünü yanlış çevirdiği için Hürriyet’i kınıyor.

Hürriyet’in de yayınladığı gibi "prophet" sözcüğünün birçok anlamı vardır. Ama asıl anlamı "peygamber"dir. Öteki anlamlar yananlamlar sınıfına girer. "Prophet" sözcüğünün anlam kaymasına uğraması dinsel bağlamın dışında kullanılmasını gerektirir. Örneğin, ("Fethullah Gülen, a prophet of Turkish politics") gibi bir cümle kurulsa, sözcüğün anlamı değişir, cümlenin Türkçesi "Türk politikasının üstadı (önderi) Fethullah Gülen" olur.

Hürriyet’te yayınlanan tercüme doğrudur. Bu doğruluğu da The Economist’teki yazıda yer alan bilgiler kanıtlamaktadır: "Kendisi, dinleyenlerin gönlündeki bam telini çalan ve gözyaşlarıyla sulanmış olan vaazlar veren son derece duygusal bir vaiz olmasına karşın başında bulunduğu hareket, içinde bulunduğu şartlara fevkalade riayet etme irfanına sahiptir ve küresel bir şirket gibi profesyonel hareket etmektedir." (Zaman, 08.03.08)

Ayrıca bunca şamataya gerek yok, isteyen The Economist yazarına sözcüğü hangi anlamda kullandığını sorabilir.

KUTSAL ÇEVİRİ

Fethullah Gülen’in protesto etmesi gereken yer Hürriyet Gazetesi değil kuşkusuz, The Economist Dergisi. Bakalım haberin kaynağını protesto edecek mi?

İşin içinde Fethullahçılığa özgü bir oyun da var: Fethullah Gülen, Ertuğrul Özkök’e yazdığı mektupta The Economist’i de eleştirirken, Fethullahçı hareketin komutanı Zaman Gazetesi, söz konusu haberi iftiharla yayınlamış bulunuyor. (Zaman, 08.03.08)

Zaman Gazetesi’ndeki çevirinin Hacivat Türkçesi Nuray Mert’in de dikkatini çekmiş; "Zaman gazetesindeki tercüme, nedense, fazlasıyla ağdalı ve bol sayıda eski Türkçe kelime ve deyimlerle doluydu" diyor (Radikal, 11.03.08). Amaç, kutsal metin duygusu yaratmak!

Çeviride bazı değişiklikler yapılması Nuray Mert’in dikkatini çekmiş. "A ’prophet’ who finds honour, and some suscipcion, on his own country" ("Kendi ülkesinde saygı ve biraz da şüpheyle karşılanan bir peygamber") cümlesinin Zaman’da yayınlanan çeviride yer almaması benim dikkatimi çekti. Neden acaba?

FETHULLAHÇI KAFA

Fethullah Gülen, hakkında yayınlanan bir yazı ve o yazıda kullanılan bir sıfattan çok rahatsız (!) ama Zaman Gazetesi o yazıyı iftiharla yayınlıyor. Fethullah Gülen peygamber sıfatını geri çevirip sempati toplarken ne kadar alçakgönüllü bir zat olduğunu da kanıtlıyor. Ve böylece bir taşla bir kuş sürüsü vuruyor. Buna Fethullahçı ticaret kafası denir!

abircan
14.03.2008, 10:01
Yalçın BAYER
ybayer@hurriyet.com.tr




FETHULLAH Gülen’in Ertuğrul Özkök’e yazdığı mektubu (11.3.2008) Hürriyet’te okudum.

Sayın Gülen mektubunda, "Allah’a kul olmak, Hz. Muhammed’e layık bir ümmet olmak hayatımın en temel gayesidir" diyor ve devam ediyor:

"Muhammed Aleyhisselam’dan sonra peygamber gelmeyeceği Kuran ayetiyle o kadar sabittir ki, aksini iddia etmek cehalet ve sapıklık olarak görülmüştür."

Ama yine Sayın Fethullah Gülen birkaç sene evvel şöyle diyordu:

"Ben bir şeyin delisiyim: Herkes imanın tadını tatsın, gerçek imanın ruhta nasıl bir cennet meydana getirdiğini görsün. Herkes Allah’ı tanısın, ruhuna yok olmanın azabını tattırmasın ve ahirete inansın. Bu şekilde, ruhta meydana gelen cennet, cennet Türkiyemize ve mümkün olursa dünyaya da taşınsın."

Şimdiki yeni beyanı ile eski beyanını ele alıp yüce kitabımız Kuran’ın imanla ilgili ne dediğine bakalım:

Yunus Suresi, ayet 99: "Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi iman ederlerdi. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?"

Yine aynı sureden ayet 100: "Allah’ın izni olmadan hiç kimse iman edemezdi. O, akıllarını iyi kullanmayanlara azap verir."

Bu ayetlerin ışığında şöyle demek gerekmez mi?

Cenab’ı Hak, Peygamber Efendimizin insanları iman sahibi yapmasına izin vermemiş ve izin vermediği sürece kimse iman edemez; insanların iman sahibi olmalarını tamamen kendi takdirine bırakmış; O dilerse, O isterse, O izin verirse... Ancak insanlar iman sahibi olabilirler!

Sayın Fethullah Gülen bir yandan, "Allah’a kul olmak, Hz. Muhammed’e layık bir ümmet olmak hayatımın en temel gayesidir..." derken, nasıl oluyor da insanları imana çağırmak yetkisini kendinde görüyor, ki bu yetkiyi Cenab’ı Hak kendi elçisine, sevgili Peygamberimize vermezken? Sayın Fethullah Gülen nasıl bir sıfat ve nasıl bir yetki ile insanları imana çağırmaya cesaret gösterebiliyor?

CEHALET VE *****LIK

Bu tavrıyla, Peygamber Efendimiz’den daha üstün bir yetkiyle ve hatta Cenab’ı Hakk’ın takdiriyle imansız olan insanları imana çağırmış olmuyor mu? Böyle şeylere Sayın Fethullah Gülen cehalet ve sapıklık diyor! Efendim?

Bir şey daha söylemek istiyorum. Sayın Gülen diyor ki: "Hz. Muhammed’e layık bir ümmet olmak."

Bir insan ümmet olmaz; Peygamberinin ümmetinden olur. Birkaç satırlık mektubunda bile yanlışlarını göremeyen Sayın Fethullah Gülen cami kürsülerinde çağlayanlar gibi coşup akıp giderken, nasıl akıl dışı, ciddiyetten uzak beyanlarda bulunduğunu din ve dil uzmanlarına sormak lazım; çünkü ona meftun olan cemaat bunu göremez. Bir ilkokul mezunu olarak bir ikisini ben söyleyeyim:

Mehmet Akif Ersoy’un bir din düşmanı olarak niteliği II. Abdülhamid’i şöyle anlatır Sayın Gülen:

"Celadetli, hem de çok celadetli bir padişah idi. Hacca hiç gitmediği halde onu Medine sokaklarında gezip dolaşırken çok kimse görmüştür."

Kendisi için de şöyle der:

"Bir sahabe gibi yaşamak istiyorum."

Böyle diyor ama nedense Suudi Arabistan’a, Medine’ye değil de Amerika’ya gidiyor bir sahabe gibi yaşamak için. Bundan başka hangi sahabe gibi yaşamak istediğini de söylemiyor. Mesela Cemel Vakası olarak tarihe geçmiş, Hz. Ali ile Hz. Ayşe (Peygamber’in eşi) arasında yapılan ve aralarında sahabilerin de bulunduğu 15 bin Müslüman’ın birbirlerini öldürdüğü harpte bulunan sahabilerden bir gibi mi?

Ahmet GÜMÜŞDAL - STUTTGART

GÜNÜN SÖZÜ

"Hürriyet’e ve zenginliğe kavuşan bir kısım Müslümanlar şeytanın tuzaklarına düşmüşlerdir. (...) Yağcılara, yalakalara, meddahlara, paralı ağlayıcılara yazıklar olsun! (...) İslam’a hizmet için haram para ve imkán kullanılmaz. Hela süpürgesi ile cami temizliği yapılmaz. ’Bu düzen bozuktur, böyle bir düzende her bozukluk yapılır, her halt yenilir...’ diyenler şeytandır."

(Mehmet Şevki Eygi)

abircan
14.03.2008, 10:02
Özdemir İNCE

Bir Fethullah Gülen yaratmak

FETHULLAH Gülen talebanından, Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'nın "Anlama Gayreti" başlıklı iki yazısını (Zaman, 14-15.02.08) okuyunca, Fethullah Gülen hareketinin ürettiği insanların "yeni bir Fethullah Gülen" yaratmaya giriştiklerini fark ettim.

ABD ve İngiltere'de akademik muhitlerde düzenlenen, CIA'nın "adam yaratmak" modeline uygun çalışmaları da bu bağlamda değerlendiriyorum. Sözünü ettiğim CIA modelini anlamak için Frances Stonor Saunders'in "Parayı Verdi Düdüğü Çaldı" (Doğan Kitap) adlı müthiş kitabını okuyabilirsiniz.

EVRENSEL ÖNDER!

Fethullah Gülen cemaatinin okuttuğu, adam ettiği, bir yerlere getirdiği insanlar, yazarlar, gazete yönetici ve yazıcıları, akademisyenler, şimdi, Fethullah Gülen Hocaefendi için gayet kullanışlı bir evrensel düşünür ve önder imgesi yaratmaya, inşa etmeye çalışıyorlar.

Bu yazımda bana gelen özel mektup ve mesajlardan, Fethullah Gülen aleyhinde olduğu iddia edilen belgesel yazı ve tanıklık kitaplarından, Hocaefendi'nin yaptığı konuşmalardan, ABD'ye kaçmasına yol açan televizyon haber ve programlarından kesinlikle yararlanmayacağım. Elimin altında, cemaatten olduğunu tahmin ettiğim, Utah Üniversitesi Siyasal Bilimler Bölümü öğretim üyesi Hakan Yavuz'un 2003 yılında Oxford University Press tarafından yayınlanan "This Translation of Islamic Political Identity in Turkey" adlı kitabının Türkçe'ye çevirisi olan "Modernleşen Müslümanlar" (Kitap Yayınevi) adlı kitabı var. Bu kitaptan alıntılar yapacağım. Yazar, "Nurcular, Nakşiler, Milli Görüş ve AK Parti"yi incelerken, Fethullah Gülen cemaatini Yeni-Nurcu Hareketi adıyla takdis etmektedir. Bu kitaptan birkaç ay önce de söz etmiştim. Şimdi gelelim alıntılara:

"1983 yılından sonra, en önemli değişim, eğitim alanında gerçekleşti. Eğitim sisteminin özelleştirilmesi, bu sistemi rekabete açtı ve hareket daha iyi bir eğitim sistemi kurma gereksinimine ve arzusuna yatırım yaptı." (S. 248)

"Gülen hareketi, nasıl yaşamalıyız ve nasıl yaşamamız gerektiği mevzuunda nasıl düşünmeliyiz gibi konulara, kamuoyu oluşturulması sürecinin içine 'dini' taşıma çabası gösterdi." (S. 249)

"Hareket yükselen yeni Anadolu-Müslüman burjuvazisiyle sembiyotik bir ilişki kurmayı başarmış ve bu burjuvazinin kaynaklarını Kemalist-laik düzende siyasal ve kültürel üstünlük iddiasında bulunanların varsayımlarına meydan okumak için kullanmıştır." (S. 250)

"Dünyayı İslam ahlakı bağlamında şekillendirme amacını taşıyan 'aktivist dindarlığın' oluşumu, yeni-Nur hareketinin özüdür... Gülen öncülüğündeki harekette, hizmet, himmet ve ihlas gibi Türk-İslam kültürünün içsel itici güçleri toplumu İslam ahlakı ideallerine göre şekillendirmek için kullanılmaktadır... Cemaatin misyonu, verili bir toplumda sosyal ve kültürel eylem matrisi oluşturmak için, İslam'ın mesajını anlamak, tartışmak ve taşımaktır." (S. 253)

TOPLUMA DİNİ KEFEN

Gülen hareketi bireyleri değil toplumun tamamını yeniden İslamlaştırmak, Nurculuk paftasına göre biçimlendirmek, topluma dini bir kefen biçmeyi amaçlamaktadır. Fethullahçılık, Anayasa'nın değişmez hükümlerini değiştirmeyi amaçlamaktadır. Böyle bir amacı yoksa bütün yaptıklarını neden yapmaktadır? Bütün örgütlü dinsel hareketler tehlikeli ve yıkıcıdır! (Devam edecek.)

abircan
14.03.2008, 10:05
Özdemir İNCE

Varoluşçu Fethullah Gülen

ZAMAN Gazetesi'nin Fethullahçı yazıcıları, şeyhleri konusunda iyice azıttılar.

Bunlardan Ali Ünal (1 ve 2 Mart 2008) Jean-Paul Sartre ile Fethullah Gülen'in sorumluluk "telakkileri"ni (anlayışlarını) özdeşleştirmeye kadar vardırıyor işi. Bu iddia doğru(!) ise, o zaman, AKP'nin sadaka ekonomisini İslamcı komünizm olarak tanımlayabiliriz artık!

Fethullahçı değil mi, uydurur uydurur Fethullahça söyler!

PARASIYLA 'YARATAN'

Zırvalamak konusunda Fethullahçının Türk'ü, ecnebisi fark etmiyor, hepsi zırvalıyor! Ecnebiler para karşılığı kitap yazdıkları, konferans verdikleri için zırvalamak umurlarında bile değildir. Türkler de "taliban" ve "mürit" zaten. Örneğin, Belçikalı bir profesör, Rik Coolsaet bir kitabında Fethullah Gülen'i "Türk milletini 'yenileyen' liderlerden biri" olarak tanıtıyormuş (Zaman, 03.03.08). Bu gidişle "yaratan" da olur, olacak. Parasıyla değil mi?

Ama asıl ilginci, ABD'nin Texas Eyaleti'nin Houston Rice Üniversitesi'nden Karşılaştırmalı Dinler Hocası Jill Carroll'un, "Medeniyetler Diyaloğu: Gülen'in İslami Öğretisi ve Hümanist Söylem" (A Dialogue of Civilisations: Gülen's Islamic Ideals and Humanistic Discourse) adlı kitabı. Mürit yazıcılardan Ali Ünal almış sazı eline, felsefi terminoloji(!) de kullanarak kitabı öve öve bitiremiyor. Yazısında bir yığın ünlü ad, Mevdudi, Kant, Karl Popper, Immanuel Kant, John Stuart Mill, Konfüçyüs, Eflatun ve Jean-Paul Sartre... Fethullah Hoca'nın bu insanların hepsiyle akrabalığı varmış... Ötekilere karışmam ama Jean-Paul Sartre benim alanıma girer. Bu nedenle biraz Varoluş (Existantialiste) felsefesine değinelim.

ÖZ MÜ, VARLIK MI?

Sartre'cı Fethullah Gülen zırvasını anlatabilmek için, "Öz mü varlıktan önce gelir yoksa varlık mı özden önce gelir?" sorusunu yanıtlamak zorundayım. Zaten Sartre'cı tanrıtanımaz varoluşluğun temel sorusu, temel sorunsalı da budur.

Sartre, varlığın, varoluşun (l'?tre) özden (l'essence) önce geldiğini söyler. Oysa tektanrılı dinler bunun tersini ileri sürer: Öz, varoluştan önce gelir. Bunun anlamı şudur: Tanrı insanı tasarlamış ve buna göre yaratmıştır. İnsan yaratılmadan Tanrı'nın kafasında bir insan düşüncesi (fikri) vardır. Daha harbi söylemek gerekirse, varoluşçuluğa göre, insanı Tanrı değil, kendisi yaratmıştır, yaratabilir, yaratmak zorundadır. İlkin insan vardır; yani insan önce dünyaya gelir, var olur, ondan sonra tanımlanıp belirlenir, özünü ortaya çıkartır. İnsan kendini nasıl yaparsa öyle olur! Varoluşçuluk, Tanrı'nın yokluğunu kanıtlamakla uğraşmaz, daha doğrusu onun varlığı-yokluğu ile ilgilenmez.

YA MUHAMMED YA SARTRE!

Fethullahçıların kiraladığı bir yazar (Jill Carroll), özgürlük, sorumluluk, sorumluluk bilinci, ahlak, ideal gibi varoluşçu kavram ve birimleri "Hocaefendi"nin metinlerine yamayarak ona Jean-Paul Sartre'ın yanında modern bir felsefi makam icat etmiş anlaşılan. Fethullah Hoca, Allah ve Hazret-i Muhammed'i inkár etmeden Sartre'ın yanına oturamaz. Ya Allah ve Hz. Muhammed ya Sartre! Bu işlerde öyle abrakadabra avantası yok!

Pek yakında, Fethullah Hocaefendi'nin müzik konusundaki ileri fikirleriyle Stravinski ve atonal müzikçiler ile aynı çizgide olduğunu ileri süren kitaplar yayınlanırsa hiç şaşırmam. Dahası, içinde Giacometti, Salvador Dali, Picasso ve Miro'nun yapıtlarının yer aldığı bir "Hocaefendi Kataloğu" da yayınlanabilir. Parasıyla değil mi, bastırırlar parayı!

abircan
14.03.2008, 10:18
Fethullahçı Müslümanlar uyanın



Rıza Zelyut

01 Ekim 2007


'La ilahe illallah, Muhammedür resulullah!' diyen ve buna da gönülden iman edenlere sesleniyorum:


Siz; İslam dünyasına karşı Haçlı savaşı başlatan Amerika'nın yanında olmak ister misiniz? Sanmıyorum.

O zaman; hem Müslüman görünüp hem de Amerika için çalışan kişilerden uzak durun. Burada açıkça,

Amerika'nın emrine girmiş bir propaganda uzmanı olduğu anlaşılan Fethullah Gülen'den söz ediyorum. Bu kişi, İslam'a değil, ABD'ye hizmet ediyor. 'Allah, dünya gemisinin kaptanlığına Amerika'yı oturttu.' diyerek beyaz batılı Hıristiyan emperyalizmini meşrulaştıran o değil midir? Milliyet'ten Can Dündar'ın naklettiği bilgiler Fethullah Gülen'in ABD tarafından yetiştirildiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Çünkü; Amerika'da hazırlanan siyasi-stratejik raporlarda hep onun adı geçiyor. ABD çıkarına hizmet edecek İslam anlayışının lideri olarak o örnek veriliyor. Ve Amerika; bu çizgidekilere yıllardır muazzam para ve siyasi destek veriyor. Can Dündar'ın pazartesi günü aktardıklarına bakar mısınız:

'Bahsedeceğim raporlar 'Rand Coorparation' imzasını taşıyor. Amerikan dış politikasına yön veren bu etkili 'fikir fabrikası', Donald Rumsfeld, Condoleezza Rice, Francis Fukuyama gibi uzmanlarıyla tanınıyor. (...) Rand Coorparation, Amerikan yönetimi için bir rapor hazırlayıp 2 şey tavsiye etti:

'1) Türkiye'deki İslami hareketi daha yakından tanımalı, onların ideolojileri hakkında daha yakından bilgilenmeli ve diplomatlarını eğitmeliyiz.

2) ABD'nin İslamcı akımın ılımlı üyeleriyle resmi olmayan ilişkiler kurması yararlı olacaktır.'
1999'da ABD Dışişleri Bakanlığı'nca hazırlanan 'Din Hürriyeti Raporu'nda Fethullah Gülen'den 'ılımlı İslami lider' olarak bahsedilecekti.

Sonra Cheryl Barnard'ın raporu geldi. (...) O da 2003'te 'Sivil Demokratik İslam Raporu' hazırladı. (...) Rapora göre, ABD'ye en iyi müttefik 'ılımlı İslamcılar'...

Nasıl desteklenecekleri konusunda şunları öneriyor:

'Çalışmalarının, görüşlerinin yayımlanması ve dağıtılmasına maddi katkı yapılacak.
Daha geniş kitlelere özellikle gençlere ulaşmaları teşvik edilecek.

Sivil toplum kuruluşları kurmalarına, eğitim için yer bulmalarına ve politik süreç içinde gelişmelerine destek olunacak.

Görüşlerini yaymak için web sitesi, okul, enstitüler kurmalarının önü açılacak.
Ilımlı İslamın kitlelerin alternatifi olması sağlanacak.'

(...)Raporun sonundaki 'Derin strateji' bölümünde daha somut öneriler var. Şöyle denmiş:
'Ilımlı İslamcıların cesur sivil liderler olmasına çalışılmalı. Demokrasi, insan hakları, kadın hakları konusunda etkili politikalar geliştirmeleri sağlanmalı. Sivil toplum örgütleri oluşturarak Ilımlı İslamcı liderlere yardım edilmesine çalışılmalı...'

Fethullah Gülen'in örnek olarak verildiği ılımlı İslamcıların ekonomik güç eksikliği dile getirilip maddi destek yapılması önerilmiş.'

Can Dündar perşembe günü de yazıya devam edip 26 Mart 2007 tarihinde yaylımlanan Rand Corparation'ın yeni raporundan aktarmalar yapıyor. Burada Fethullah Gülen, 'Hıristiyan ve Yahudilerle diyalog çalışması başlattı. İki kez Patrik Bartholomeos ile görüştü. 1998'de Papa'yı ziyaret etti; İsrail'in hahambaşı ile buluştu' denilerek örnek dinsel lider seçiliyor.
Raporda; ABD yönetimine Türkiye'yi etki altına almak için de şu kesimlerimizin desteklenmesi öneriliyor: 'Liberal ve laik Müslüman bilim adamları ve aydınları, genç ılımlı Müslüman akademisyenler, toplumsal önderler; kadın hareketi öncüleri, ılımlı gazeteciler ve yazarlar.

Desteklenenlerin başında da Fethullah Gülen ve çevresi geliyor. Para ve siyasi destek bu kesime yağıyor. 'Gülen'cilerin okulları, yurtları, dershaneleri Amerikan dolarları ile böyle yaygınlaştırılıyor.

Amerika onların bankacılıktan tutun da kargoculuğa kadar Türkiye'nin bütün sektörlerinde öne çıkarttırıyor. Hükümet, bu konuda ne gerekiyorsa yapıyor.

Fakat, aynı Amerika; İslam dünyasına karşı Haçlı savaşını yürütüyor. Müslümanların kanını hunharca akıtıyor. Fethullah Gülen, bu saldırıda ABD'nin yanında yer alıyor.

Şimdi; ona inanan samimi Müslümanlara sesleniyorum: Elinizi vicdanınıza koyup öyle karar verin. Haçlı emperyalizmin silahlı gücü Amerika'nın bu kadar desteklediği birisinin siz Müslümanlara bir faydası olabilir mi? Bu dünyada değil öbür dünyada...



[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

abircan
14.03.2008, 10:27
FETULLAH GÜLEN DOSYASI

Yazar: Milli Çözüm Araştırma Ekibi

...

1970'lerin ortalarında, Milli Görüş istikametinde hizmet gören Ak-Evler hareketinden koparılarak "AKYAZILI" Vakfı kurdurulan Fetullah Gülen, giderek Bediüzzaman'ın çizgisinden uzaklaşarak masonik merkezlere yaklaştı. Dünya'ya hükmeden ve çok gizli ve de kirli işler çeviren siyonist mahfillerle; Pek karmaşık ve karanlık ilişkiler ağına takıldı.

Hiçbir resmi sıfat ve statüsü bulunmayan, yüksek öğrenim bile yapmayan sade ve samimi bir hoca efendinin değil, bakanların ve başkanların bile erişemediği uluslar arası bir protokol pozisyonuyla; Papayla programlara... Politikacılarla pazarlıklara başlamıştı.

İlk bakışta: Hiçbir resmi etiketi ve dini temsil yetkisi bulunmadan, şahsi gayret ve marifetiyle (hatta bazılarına göre özel velayet ve kerametiyle) bu denli yaygın bir organizeye ve saygın bir otoriteye eriştiği sanılsa... Daha doğrusu malum merkezlerce böyle sunulsa da; aslında O, "küresel çete"nin ve siyonist sömürücü sermayenin, artık sadece bir maşasıydı... Kahraman rolü oynatılan bir figürandı. Ve O'nun patron değil, piyon olduğu, sonunda zan ve tahminlerle değil, resmi belgeler ve şahitlerle ortaya çıkmıştı.

İşte Amerika'daki siyonist yahudi stratejisti ve CIA Ortadoğu şefi Graham E. Fuller Fetullah Gülen'e bunun için sahip çıkmakta ve O'nu yere göğe sığdıramamaktaydı.

...

Katıksız ve amansız şeriat düşmanı Bülent Ecevit'in bile Fetullah Gülen'e övgüler dizmesinin ve Fetullahçıları partisinden aday gösterip Milletvekili seçtirmesinin arkasında, acaba ne gibi hedefler yatmaktaydı.

Milli Görüşten ve Erbakan gerçeğinden uykuları kaçan Bilderberg'ci Ecevit'lerin ve Graham Fuller'lerin Fetullah Gülen'i ve O'nun siyasi temsilcisi AKP'yi böylesine sahiplenmeleri acaba hangi hikmetlere dayanmaktaydı?

"Türkiye demokratikleştikçe (Fetullah Gülen'in ve AKP'nin benimsediği ve Amerika'nın desteklediği) İslam'ın, Türklerin hayatında daha önemli bir konuma "geri dönmesi" kaçınılmazdı." Diyen Graham Fuller böylece ağzındaki baklayı da kafasındaki şeytanlığı da açığa vurmaktaydı.

....

Rusya Fetullah Gülen okullarını kapatıyor:

Rusya yönetimi, ülke içindeki Fethullah Gülen okullarını kapatmak için harekete geçti. Gülen'e bağlı çeşitli şirketleri yakın takip altına alan Rus yönetimi, okulları "Amerikan ve İngiliz casusu yetiştirme merkezi" olarak görüyor. Rusya yerel yöneticileri arasında bu okullarda okumuş bazı görevlilerin de işine son verilmesi için hazırlıklar yapılıyor.

Rusya Federasyonu, Fethul*lah Gülen okullarını kapatmaya başladı. Ulaşan bil*giye göre, Rusya Federasyonu yö*netimi Fethullah Gülen okullarını açan şirketleri yakın takibe aldı. Söz konusu operasyonun, Fethul*lah tarikatının okullarına ve şir*ketlerine karşı zaman zaman yapı*lan soruşturmaların en kapsamlısı olacağı açıklandı.

Öte yandan, Rusya Federasyo*nu: yerel yöneticileri arasında bu okullarda okumuş bazı görevlile*rin de işine son verilmesi için hazırlıklar yapıldığını hatırlattı.

Rus yetkililer, Fethullah Gülen okullarını açıkça "Amerikan ve İngiliz casusu yetiştirme merkezi" olarak tanımladı. Öte yandan, Türkiye kamuoyuna "modern okullar" olarak sunulan bu okullardan bazılarında çok sinsi ve siyasi faaliyetler yapıldığı ve ABD'nin dünya hakimiyeti için beyinlerin yıkandığı özellikle vurgulandı.

FSB: CASUSLUK YAPIYORLAR

Rusya iç Güvenlik Örgütü FSB Başkanı Nikolay Patruşev, 17 Aralık 2002'de Türk basınında yer an açıklamasında, gerçekleştirdikleri en başarılı etkinlikler arasında Türk casusların deşifre edilmesini de saydı. FSB Başkanı 2002 yılı etkinlik raporunda Fethullah Gülen okullarında çalışan öğret*enlerin casusluk faaliyetlerinin deşifre edildiğini belirtti. FSB Baş*ını, açıklamasında, okulların sahibi konumundaki Tolerans, Serhat ve Ufuk vakıflarının isimlerini verdi.

.....

Şu soru mutlaka sorulmalı doğru ve doyurucu cevabı herhalde bulunmalıdır:

Bir zamanlar: "Amerika ve Rusya sistem olarak materyalist felsefeyi benimsemiştir. Aslında ne Rusya'nın ne de Amerika'nın bize bakış açıları farklı değildir.

Hatta hiçbir fark yoktur, denilebilir. Israrla söylüyoruz ki, ikisi de bizim aman vermez düşmanımızdır."Diyen Fetullah Gülen'e ne oldu ki şimdi:

"Amerika, hala bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır... Amerika şu anda: Bütün konum ve gücüyle, bütün dünyaya kumanda edebilir ve buna layıktır." Demeye ve Amerika'yı övmeye başlamıştır?

Fetullah Gülen'in asıl amacı; İslam'ı yaymak mı, yoksa siyonist Gizli Dünya Devleti'nin kovboyu olan Amerika'ya uyumlu ve ılımlı vatandaş hazırlamak mıdır?

Prof. Alpaslan Işıklı'nın tespitiyle, "yurt dışındaki okullarıyla, Türkiye deki vakıf, dershane, üniversite çalışmalarıyla siyonist emperyalizmin dünya hakimiyetine ve küresel bir totalitarizmin kurulma hedefine hizmet mi yapılmakta dır?

Daha önceleri: "sebeplere riayet, bir sorumluluk olsa da; onlara tesiri hakiki vermek apaçık bir dalalet ve inhiraf (sapıklık)tır."

"Köpek, kendisini besleyeni sahibi olduğunu sanır ve bu yüzden sahibine gösterdiği sadakat görünüşe, yani nedenselliği dayanır." Diyen Fetullah Gülen, şimdi nasıl oluyor da:

"Amerika ile dostça geçinmeden ve Amerika istemeden, dünyanın hiçbir yerinde, hiç kimseye ve hiçbir şey yaptırmazlar...

Şimdi (bana bağlı) bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına (yani siyonizmle uyuşarak) gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığımız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz..." diyerek, herkesi Amerika'ya kayıtsız şartsız teslimiyete çağırmaktadır?

Fetullah Hoca'ya göre: Kuvvet ve Kudret sahibi, Allah mıdır, yoksa Amerika mıdır?

"Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli bir rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli, Amerika göz ardı edilerek, şurada veya burada kendi başına bir iş yapılmaya kalkışılmamalıdır...

Rusya bile sizi desteklese, eğer Amerika istemezse, işinizi bozacaktır... Çünkü Amerika kendi işlerinin bozulmamasından yanadır. Bu da yadırganmamalıdır." Diyecek kadar Amerika'ya tapınan ve siyonizmin yenilmez gücüne(!) sığınan bir Fetullah Gülen, acaba Kur'an kahramanı mı, yoksa Amerika'nın kuklasımıdır?

BEKLENEN MESİH Mİ, YOKSA PAPALIK MİSYONERİ Mİ?

Vaazlarında ve kitaplarında:

"Hazreti Mesih (İsa A.S) Ahir zamanda o önemli misyonu eda etmek üzere mutlaka nüzul edecektir. Nüzul edecektir ama içinizden şahs-ı manevinin muhtevi bulunduğu mana ve ruha nüzul edecektir. (Yani Hz. İsa şu anda içinizde bulunan; lideriniz ve temsilciniz olan şahsiyete inecektir.) diyerek, dolaylı biçimde Mesihliğini ve Mehdiliğini ilan eden ve nicelerini buna inandıran Fetullah Gülen;

"Sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatı âlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız." Diye başladığı papa'ya mektubunda:

"Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Papalık Konseyi Misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz." Diyor...

Şimdi aklımıza ve vicdanımıza güvenerek soralım:

Fetullah Gülen beklenen Mesih veya Mehdi Aleyhisselam mı dır?

Yoksa kendi itiraf ve ifadesiyle Papalık Konseyi Misyonunun basit bir parçası mı dır?

Takiyye yaptığı ve ikili oynadığı açıktır. Ancak, acaba asıl aldatmak ve kullanmak istediği Hristıyanlar ve Museviler midir, yoksa Müslümanlar mıdır?

Doğru cevap: siyonist yahudiler ve Haçlı emperyalistler Fetullah Gülen'i... Fetullah Gülen ise Müslümanları kullanmaktadır.

Çağ ve Nesil dizisinin 4. kitabının son yazısında ve lider başlığı altında:

"Ve eskilerin "Kaht-ı rical" dedikleri seviyeli insan, idareci ve kadro ile lider kıtlığı (yaşanıyor)

Yakın geçmişi ve hâlihazırdaki vaziyeti itibarıyla: Şu karmaşık dünyanın gerçek manada bir lider tanıyıp tanımadığını bilemeyeceğim; bildiğim tek şey varsa o da, bizim dünyamızda böyle bir liderin olmadığıdır...

... O Polat sinelerin ve çelikten sedaların yerinde, şimdi sinekler uçuşuyor... Evet, ateşböceklerinin yıldızlaştığı, sineklerin kartallaştığı bu talihsizler diyarında, şimdi aslan inleri, tilki çalımlarıyla inliyor... Bülbülyuvaları saksağanların elinde perişan ve her tarafta yarasalar şehrayinler tertip ediyor...

Hakim güçler, insafsız ve temettü (sömürme) avında...

Hasıla koskoca dünya başı boşların elinde ve bir baştan bir başa lidersizlikle kıvrım kıvrım (kıvranıyor)..." diyor ve ardından "nasıl bir lider?" diye kendisini anlatmaya başlıyor...

Yakın geçmişteki ve günümüzdeki bütün dini ve siyasi liderleri böylesine küçümseyen ve kötüleyen Fetullah Gülen'in, şimdi Amerika'ya ve Papalığa karşı perestlik derecesindeki hürmet ve teslimiyet nasıl bağdaştırılacaktır?

...

Şimdi soruyoruz:

1- Fetullah Gülen'e, Papayla görüşmek ve işbirliğine girişmek üzere; Türkiye ve dünya Müslümanları böyle bir yetki verdi mi?

Yoksa malum ve melun merkezler mi o'na böyle bir kılıf geçirdi?

2- Bu tavrı ve telaffuzlarıyla, İslam'ın tebliğcisi ve temsilcisi mi, yoksa Vatikan'ıda kontrolüne alan siyonizmin hizmetçisi mi?

3- Hz. Peygamber Efendimizin devrinin önemli devlet liderlerine gönderdikleri ve "Ya, bozuk ve batıl inançlarınızı bırakıp İslamiyet'e ve benim risaletime iman edersiniz. Ya da tüm tebaanızın da günahını yüklenerek cehenneme girersiniz." İçerikli mektuplarıyla, Fetullah Gülen'in Papaya yazdığı mektubunda söyledikleri aynı şeyler midir?

Hâlbuki Efendimizin ki, izzet ve davet, bunu ki ise, zillet ve teslimiyettir.

4- F. Gülen, haddini aşarak, bugüne kadar İslamiyet'in hep yanlış anlaşıldığını ve bunun Müslümanların suçu olduğunu söylüyor ve doğrusunun kendisi tarafından ortaya koyulacağını ima ediyor!..

Peki, bugüne kadar sahip çıktığını iddia ettiği Bediüzzaman ve Onun izlerini takip ettiği tüm ehlisünnet uleması; İslam'ın neresini yanlış anlamışlardı ve hangi yanlışları Müslümanlara öğütlemişlerdi?

5- Papayı Türkiye'ye davet ve kutsal yerleri ziyaret teklifini, Süleyman Demirel adına tekrarlama yetkisini ve cesaretini kendisine kim vermişti?

Yoksa mason Demirel'le, özel bir ilişki içindemiydi? Hani bu Hoca ve ekibi siyasetten uzak kimselerdi?

6- Urfa'da 3 dinin ortak eğitimini verecek ilahiyat okulunu açma kararı, İsrail'le birlikte mi verilmişti?

Çünkü AKP'li belediye Başkanı döneminde bu proje, İsrail yardımıyla Urfa'da gerçekleştirilmişti.

7- Fetullah Gülen, acaba insanlığı en azından kendi taraftarlarını; İslam'i değerlere göre yeniden düzeltmek ve yeryüzünde adil bir düzen yerleştirmek isteyen ender ve önder bir şahsiyet miydi?

Yoksa Papalık Konseyinin basit bir parçası, Papa hazretlerinin ve GAP'ta yatırım yapan İsrail'in bir hizmetçisi miydi?

Chalmers Johnson (University of California'da emeritus Profesör): The sorrows of empire, New York, 2004. Bu kitapta C. Johnson, ABD'nin dış politikasının tümüyle Wolfowitz gibi neo-conların söz sahibi olduğu pentagon'un elinde olduğunu, Beyaz Saray'ın by-pass edildiğini belirtiyor. Johnson diyor ki; "ABD, ona buna demokrasi sat*mak istiyor, Ortadoğu'ya da "demokrasi yok" gerekçesiyle müdahale ediyor ama kendisi demokrasinin ilkelerinden uzaklaştı. ABD adeta bir imparatorluk oldu ve militarist bir düzen içinde. Ancak, ABD imparatorluğun diğer imparatorluklardan ayıran; önemli bir özellik var, ABD imparatorluğu bir "üs-ler imparatorluğu"dur. İngiliz ya da Fransızlar gibi gittiği yerlerde toprak İşgali amacı taşımıyor, dünyanın değişik bölgelerini "Üs" leri aracılığıyla kontrol altında tutup, ele geçirmeyi hedefleyen bir imparatorluktur Amerika..."

Daha ne söylesin Johnson?! Bitmedi. Tam yerine denk geldi, son habere buyurun;

ABD, askeri malzemelerini Türkiye üzerinden nakletmek için 7 liman ve 6 havaalanını kullanma izni aldı. ABD'nin kullanı*mına verilen liman ve alanlara ilişkin karar yürürlüğe girdi. Bush'un geçtiğimiz aylarda açıkladığı "Türkiye cephe ülkesidir;" sözleri ABD'ye verilen liman ve üslerle daha bir an*lam kazandı.

Haber turuma devam ediyorum sevgili okur, nasıl hoşunuza gidiyor mu? Bambaşka bir dala konuyoruz, ne âlâsı var demeyin, an*layana; 'En büyük Yahudi nisanı Nazarbayev'e verildi. Dünya Yahudileri Konseyi, Kafkasya'nın enerji merkezlerinden Kazakistan'ın Devlet Başkanı Nursultan Nazarbavev'e, medeniyetlerarası diyaloga katkılarından dolayı, "Uluslararası Maimonides Nişanı-en büyük Yahudi nişanı" verdi. Avrasya Kuruluşları Bir*likleri temsilcileri ve Nazarbayev ödül töreni*nin ardından, Kazakistan-Astana'da yeni yapılan Orta Asya'nın en büyük sinagogu Rachel-Habad Lyubavivch'i törenle açtılar.

Bu en büyük Yahudi nişanının Nazarbayav'e verilmesinin diğer önemli sebebi ise; Fetullah Gülen'in okullarına yaptığı destek olduğu konuşulmaktadır.

Fetullah Gülen'le MOON ve MASON İlişkileri:

Moon tarikatı ile Fetullah teşkilatı arasındaki örgütlenme modellerindeki siyonist ilişkileri yanında en önemli benzerlikse birinin Mesihliğe, diğerinin ise İslam temsilciliğine ve Mehdiliğe soyunmalarıdır.

Her ikisini de organize eden, Amerika'daki siyonist kuruluş; CSIS'tır.

CSIS 1962'de Georgetown Üniversitesi'nde kurulmuş. Amerikan devletine ve özellikle petrol ve silah şirketlerine hizmet veriyor. Dış ülke yöneticileriyle, bürokratlarıyla, Amerikan çıkarlarına dolaylı ya da dolaysız hizmet verecek akademisyenlerle bağlar kuran CSIS, bir devlet kurumuyken, yenidünya düzenine uyum sağlamak üzere şirkete dönüştürülüyor. CSIS, Ortadoğu petropolitik araştırmalarıyla da ünlüdür. Ortadoğu bölümünün içinde Türkiye'ye de ayrı bir bölüm açılmış, CSIS birimlerinin yönetimlerinde istihbarat örgütlerinde ve yabancı ülke*lerdeki diplomatik misyonlarda dünya deneyimi kazanmış eski dev*let memurları bulunuyor. Üçüncü ülke adamları da bu şeflere raporlar hazırlıyorlar.

CSIS yabancı devletlerin görevlilerini de gerektiğinde ABD'de konuk edip, ilgili konularda konferans vermelerini sağlar. Bunların arasında Türkiye başbakanları da bulunmaktadır. Hatta CSIS, Kafkasya petrol boru hatları ile ilgili toplantılarını Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığında gerçekleştirmiştir. Sonraları Başba*kanlık danışmanlığına getirilen, DSP milletvekili ve Ecevit'in ABD gezilerinde en büyük yardımcısı, 2002 yılında Kıbrıs'dan sorumlu Devlet Bakanı, Harvard mezunu Tayyibe Gülek komitenin sekreterliğine getirilmiştir. CİA'nın bile bir üst kurumu gibi çalışan CSIS Fetullah Gülen'inde en büyük destekçisidir.

Çok sayıda ülkenin yanı Sıra ABD'de de "lobby" oluşturmak gerekçesiyle okullar kurulması bir gazetede şu ilginç açıklamayla yer alı*yordu:

"Gülen'in şimdiki planı, ABD'de Türklere de, Amerikalılara da eğitim verecek bir üniversite açmak. Virginia eyaletine bağlı kü*çük bir yerleşim birimi olan Staunton'da, boşaltılmış bir hasta*ne binasını devralan "Fethullahçı" grup, burada binden fazla öğrenci kapasiteli bir üniversitenin kurulması çalışmalarına başladı. Gülen Londra'da kolej açmış, matematik doktoru bir arkadaş*larının" Staunton Belediyesi ile anlaşması halinde, üniversitenin dünyanın her yanından gelecek öğrencilere "evet" diyeceğini söylüyor.

"Fethullah Gülen'in" adamları tüm dünyada, Tanzanya'dan Çin'e çoğunluğu eski Sovyetler Birliği Türki cumhuriyetlerinde yer alan 200'den fazla okul kurdular. Bu okullar İslam'dan çok Türk milliyetçiliğini esas alan bir felsefeyi yaymaktadır. "Balkanlar'dan Çin'e, Türkiye'yi model alan bu seçkinlerin oluşumunu görmek istiyor. (...) Bu kuruluşlar Müslüman olmayan öğrencileri kabul ediyorlar ve yüksek nitelikleri ve belki de İngilizceyi temel eğitim dili olarak kullanmaları nedeniyle, seçkinlerin ço*cuklarını çekmektedir.

Şimdi soralım İngilizce dilinde eğitim yapmayı esas alan bu kurumların "Türk milliyetçiliğini" nasıl esas aldığı ya da nasıl olup Tanzanya veya Çin yönetimleri seçkin aile çocuklarının "Türk Milliyetçiliğini esas alan" bir eğitimden geçirilmesine izin vermektedir.

"The man and his movement" (Bir Adam ve Hareketi)

26-27 Nişan 2001 tarihlerinde, Georgetown Üniversitesi'nde CMCU'nun son konferansının konusu "F. Gülen: The man and his movement (Bir adam ve onun hareketi) idi. Bu konferansta F. Gülen'in son elli yılda gelişen İslam'i hareketler içinde kurumlaşan tek hareket olduğuna dikkat çekildiğine ve eski CIA şefi Graham Fuller'in RAND şirketi adına Türkiye Nurculuğunu araştırmaya baş*lamış olduğuna dikkat edilirse ABD ile "entegrasyon"un liberal olarak tamamlanmak üzere olduğu söylenebilir.

CMCU konferansına katılanların kimlikleri ve deneyleri, Georgetovvn Devlet Üniversitesi'nin yanı sıra ABD yönetiminin ve Yahudi örgütleri ile Alman Stiftung'larının Türkiye'deki din ve ifade hürriyetine verdikleri değerin açık bir göstergesiydi (!): Toplantıya katılanların özellikleri işin ne denli ciddiye alındığını göstermekteydi:

Alan Makowsky: ABD Dışişleri istihbarat Bürosu eski şefi, Körfez savaşında ordu danışmanı, İsrail destekçisi WINEP (Washington Institute for Near East Policy) görevlisi. George Harris: ABD eski dışişleri görevlisi, eski Ankara B.elçisi, istihbarat uzmanı, Asya, Ortadoğu, Güneydoğu Asya uzmanı.

Roscoe Suddarth: Mali 1961, Lübnan 1963-65, Yemen 1967, Ürdün 1974-1990 istihbarat görevlisi, Middle East Institute başkanı.

Graham Edmund Fuller: Yemen, Cidde, Uzakdoğu CIA görev*lisi, ABD Hava Kuvvetleri ne bağlı RAND şirketi yöneticisi. Şimdi*lerde Türkiye'deki Nurcu hareketini ve "Irak, Bahreyn, Suudi Ara*bistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki çeşitli "Şii Müslü*man Cemaatlerin gelecekteki politik rolleri'ni Rend Francke ile bir*likte araştırıyor. Şii araştırması projesinin amacı, "Şiilerin özgürlü*ğü, siyasete ve yönetime katılımlarının geliştirilmesinin yollarını bulmak" olarak belirtilmektedir.

....

Moon'un Mesihliğinin nedeni ise şöyle belirtilir. Moon'a göre Hz. İsa politik becerisi bulunmadığından, Hıristiyanlığı ve insanlığı kurtaramamıştır. Bu nedenle Moon kendini Mesih olarak ilan ediyor. Sorgusuz bağlanılacak her şeyh-dede-şef örgütünde olduğu gibi, eleman devşirilme işi, hem Moonculukta, hem Fetullaçılıkta beyin yıkama esasına dayanır.

İnsanlığı kurtaracak bir 'Mesih' olarak, ortaya çıkan Moon'a kimse sahte peygamber diyememektedir. Bu örgütle Fetullah Gülen'nin yapılanma modeli oldukça benzeşmektedir. Ancak Türkiye merkezli Moon kilisesi kadar büyük değildir. Her ne kadar iki örgütün yükselmeye başlamaları Amerika'nın başlattığı, 1950'lerin komünizmle mücade*le örgütlenmesine dayanıyorsa da, Moon Hazretleri, Amerika'ya uzaktan yaslanacağına, kendisini ABD'ye atmış ve kırk yıldan bu yana işin ana müteahhitliğine soyunmuş bulunuyor. Fetullah Gülen ise: kırk yılın ardından farkına varmış ki; "Güç neredeyse orada olunmak" der gibi, o da Amerika'ya taşınmış. ABD federal devlet yönetimiyle içli dışlı olmayı başaran Moon, her geçen yılın ardından kutsallığının en üst noktasına ulaşmıştır. Her yıl 10-15 Şubat arasında "Gerçek Ana-Baba" nın doğum günleri büyük gösterilerle ve ayinlerle kutlanmaktadır. Tıpkı peygamberlerin do*ğum günlerinin kutlandığı gibi. Bu arada, onun otellerinde intihar ölümleri de sıklaşıyor. İki yıl önce kendi oğlu da aynı otelde intihar etmişti.

....



[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
EN DOSYASI

seva
14.03.2008, 11:16
1- Diyanet kapatılsın,

2- Din dersleri kaldırılsın,

3- Din sohbeti yasaklansın,

4- İlahiyat fakülteleri kaldırılsın,

5- Camiler kapatılsın,

6- Yeşil Sermaye kokusu olan işletmelerin tümü tasfiye olsun,

7- Bütün kurum ve işletmeler Dinsizlere teslim edilsin,

8- Ben dindarım diyenler, meydanlarda yakılsın,

9- Nerede Müslüman görülürse, hemen tutuklansın,

10- Bütün inananlar, toplama kamplarına götürülsün,

11- Toplama kamplarında, büyük fırınlar yapılsın,

Daha, hala inanan kaldıysa, görüldüğü yerde öldürülsün.


Hadi kolay gelsin, bayağı işiniz var demektir.

--
Söz bitmedi, Umut Yaşıyor!

Türkiye 12 Eylül Askeri Darbesiyle beraber farklı bir değişim süreci içine girdi. 1980 yılından itibaren 12 Eylül Askeri yönetiminin İslami bir değişimi benimsediği ve bu doğrultuda Türkiyede ki bazı kesimleri kolladığı ileri sürüldü..Oysaki yaşanan değişim bunun aksini ispatladı..Tüketim kültürünün hakim belirleyen olduğu bir değişim dayatılmaya çalışıldı..Bugün yaşanan budur….Toplumsal doku bugün artık paramparça olmuştur..Türk halkına belli yaşam formları ideal olarak dayatılmaktadır.Belli formların tercih edilmesi halinde ideal bir toplum seviyesine varacağımız hergün medyatik bombardıman altında bize sunulmaya devam ediyor…


Diyanet kapatılmasın, ama özerk olsun, yani devlet kontrol ve güdümünden çıkarılsın. Devletin finansal yardımı yanında, isteyenler de; hibe, bağış veya aidat ödemek suretiyle maddi destek sağlayabilsin.
VARMISINIZ

seva
14.03.2008, 11:18
Ahmet TAŞGETİREN

[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

Demirel'in önerdiği model, İslam'ın kısıtlamaları kabul ettiği, Müslümanların da kısıtlanmış bir İslam'a razı olduğu modeldir.

Demirel, ezanın Türkçe okutulduğu ve dindar insanların "Ezan asli ifadeleriyle okunsun" talebinde bulunduğu zamanlarda bir politikacı olsaydı acaba ne derdi? Şöyle bir şey mi mesela? -Arapça ezan şeriat arayanların aracı. Şimdilerde "Türban" için seslendiriyor bu söylemi: Dediği şu: "Türban denilen hadise aslında tesettürün örtünmenin başlangıcıdır.

Örtünme dediğimiz hadise ise birtakım İslami cereyanların amacına göre kadının dört duvar arasında muhafazasının şartlarındandır. "Türbanı İslam'ın şartı haline getirirseniz bugün uyulmayan o kadar çok husus var ki, onları da teker teker istemek durumunda kalacaksınız.

Uyulmayan hususlardan bir tanesi din ile devletin ayrılmış olmasıdır. Yine bu şeriat arayan İslami cereyanlara göre, din ile devlet ayrılamaz. Dinin kuralları aynen uygulanmak durumundadır. Halbuki dinin birtakım kuralları uygulanmamakta, onun yerine çağdaş hukuk uygulanmaktadır.

Yarın siz, bu uygulanan çağdaş hukukun kurallarına, 'Biz İslam'ı yaşamak istiyoruz, İslam'a uygun değildir' deyip onlara da itiraz edebileceksiniz. Netice itibariyle bu, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin üstüne oturduğu devrime itiraza varabilecek hususları bünyesinde taşır." Demirel'in sözünü epey uzunca aldım, ta ki düşüncesi tam anlaşılsın. Bu sözün özü şöyle anlaşılabilir: -İslam'ı yaşamaya izin verilmek istenirse bu İslam'ın bütünü yaşama talebine kadar varır, bu ise rejimin sonu olur. O zaman ne yapmak lazım?

Devlet, keyfinin istediği şeye izin vermeli, keyfinin istemediğine izin vermemeli. Devlet kim? O günün siyasi, hukuki, askeri yönetim kadroları...

Demirel bu yapının, Demokrasi- Laiklik ve İslam'ın uyum içinde olması anlamına geldiğini ve bu yapının Türkiye'yi İslam dünyası için model kıldığını söylüyor. Oysa bu modelin İslam'ın keyfi biçimde kısıtlanmasını olağan kılan bir model olduğu açık.

Demirel'in önerdiği model, İslam'ın kısıtlamaları kabul ettiği, Müslümanların da kısıtlanmış bir İslam'a razı olduğu modeldir. Ama bu model, aynı zamanda, İslam adına inanç özgürlüğü sorununun sürekli gündeme gelmesi sonucunu doğuran modeldir.

Tek parti döneminde Kur'an öğrenimi için mücadele verilmiştir. Sonraları ezan için mücadele verilmiştir. O dönemde devletin mantığı, tam da, Demirel'in mantığıdır. Devlet, İslam üzerinde her türlü tasarrufta bulunabileceğini düşünmüş, bundan ötesini "irticai talep" diye nitelemiştir.

Ama, aynı devletin, diyelim, çok partili hayat ve Demokrat Parti iktidarı döneminde daha geniş bir inanç özgürlüğü alanı oluşturabileceği ortaya çıkmıştır. Hoş o zaman da, "irticai talep" suçlaması, tek partici zihniyet tarafından devam ettirilmiştir.

Tıpkı bugün Demirel'in söylemi biçiminde. İlginçtir, bugün, Demokrat Parti'nin "Daha geniş inanç özgürlüğü" çizgisini Ak Parti Hükümeti yürütmekte, Demirel de "Tek partici söylem"in reenkarnasyonunu temsil etmektedir. Dün sembol ezandı, bugün başörtüsü...

Demirel mantığının her inanç özgürlüğü talebini "Şeriat arayışı" olarak nitelemesi gerçekten gariptir. Oysa tabii olan şudur: Kurulu bir düzen var. Bu düzen laikliği benimsemiş. Laiklik uygulaması dini alanı ilgilendiriyor. Bütün din mensuplarının, laiklik yorumu ile alakadar olması kadar tabii bir şey olamaz. Lozan'da Türk Temsilci Heyeti "Biz Türkiye'de laik bir düzen kuracağız" dediğinde, İtilaf devletleri temsilcileri ısrarla, bu düzende gayrı müslim azınlıkların özgürlük alanının nasıl düzenleneceğini sormuşlardır. Ve garanti almak istemişlerdir. Ayın soru, neden Müslümanlar için sorulmasın?

Bir Müslümanın İslam'ı en kamil manada yaşamak istemesinden daha tabii ne olabilir? Kurulu düzenin önüne tabii ki talepler sıralanacaktır. Bunun karşısında kurulu düzen, kısıtlamalarını ilan edecektir. Bana göre burada ortaya çıkan talepler ve kısıtlamalar arasındaki uyum veya uyumsuzluk, kurulu düzenin özgürlük kalitesini ortaya koyacaktır. "Teker teker istemek..." Demirel'e göre olmaması gereken bir şey. Bir tehlike...

O zaman istemeyin. O zaman yaşamayın. O zaman budanmış bir dini hayata razı olun! O zaman siz de, kurulu düzenin, toplum değerlerini gözetmeyen bir laiklik uygulaması içinde olduğu yargılamasına razı olun! Ve o zaman, demokrasinin yaralı olduğu yargısına razı olun. Ve o zaman, o şahane bileşim, Demokrasi- Laiklik-İslam ahengi söylemini rafa kaldırın. Yanılıyor muyum?



11.Mart.2008 07:13:12
dün dündür bugündür sözlerine ne kadar benziyor.

abircan
14.03.2008, 11:27
12 eylülün kime neye hizmet ettiği ortada
türkiyemin dış borcu 1 milyar bile değildi
şimdi 400.000,000 usd
devlet toplum ikiye ayrılmış durumda sözde laikler ve dinciler diye
yoksulluk artmış
fakirle yoksul arasındaki gelir uçurumu dahada artmış
eğitim zırcahillerin elinde, yeni nesiller tam bir ot embesil
din cahillerin elinde
sermaye yahudilerin elinde
ordu onun bunun oyuncağı olmuş
abd sınır komşumuz oldu
sol adına demokrasi adına birşey kalmadı,
kültür ancak kutlu doğum haftası kutlamakla eşdeğerleştirildi, birde erzurumda ermeniyi öldürme tiyatrosuna kadar kısırlaştırıldı,
sinema recep ivediklere kaldı
memurum işini bilmeye özalla bu devirde başladı
uyuşturucu insan kaçakcılığı bu dönemden sonra azdırıldı, güneyde yüzlerce 5 yıldızlı otel böyle inşa edildi
çok sesli demokrasi diye çok renkli televizyonlar bu toplumun kültürün iğdiş etti, tüketim kalıplarını değiştirdi, evde anesini döven yeni yetmelerin sayısı hızla arttı çünkü harçlık kavgası gözü bişeyi görmez yeni nesilleri anneye sopa atar hale getirdi
bunu yapan 12 eylüldü


dah açok yazacak şey var 12 eylülün milletimizie kattıklarına
sabrı olan devam ettirsin allah aşkına

abircan
14.03.2008, 12:51
fetullah efendi ile ilgili yukarıda alıntılı olan köşe yazılarını önemle okumanızı rica ederim

özellikle müslüman kimliğini öne çıkaran arkadaşlarımdan rica ediyorum

maweraa
14.03.2008, 12:56
özellikle müslüman kimliğini öne çıkaran arkadaşlarımdan rica ediyorum

senin etnik kimliğin ne hocam sen hangi dine mensupsun arada yazılarında gördüğüm kadarı ile Müslümanım dediğin yerleri görüyorum, ama bakıyorumki senin bu yazından anlasılan senin inanış tarzın farklı...

serkanka58
15.03.2008, 09:34
abircan sana bir kere daha sormuştum hatırlıyomusun?
sen ergenekonculardanmısın?
bu güne kadar ergenekonla ilgili olarak sağ cenah deşifre oldu!
şu an sırada sol cenahı ve radikal leri var.
sen hangisisin?

Dağcı
15.03.2008, 09:40
abircan sana bir kere daha sormuştum hatırlıyomusun?
sen ergenekonculardanmısın?
bu güne kadar ergenekonla ilgili olarak sağ cenah deşifre oldu!
şu an sırada sol cenahı ve radikal leri var.
sen hangisisin?

Bu köşeye yazı yazmak istemiyordum ama senin yorumuna tebrik için yazıyorum. Helal sana kardeş. :)

Hürriyet ve Cumhuriyet'ten bu ergenekonla ilgili doğru düzgün hiçbir haber çıkmıyor ne iş?

abircan
26.03.2008, 08:29
Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr

Alnımız açık başımız Dik


"Teröre karşı dik duracağız."

"AB’ye karşı dik duruyoruz."

"Dikleşen değil, dik duran..."

"Milletimiz artık başı dik yürüyor."

"Yılmadık, dik durduk."

"Dik durmaya devam edeceğiz."

"Dik duruşumuz semeresini verdi."

"Alnımız açık, başımız dik."

Başbakan ha bire böyle diyor.

*

"Bi şeyi kırk kere söylersen, olurmuş" misali, söyleye söyleye, olacağı buydu, sonunda memlekete Dik geldi!

Dik Çeyniğ.

*

"Terskere"den sonra küsmüştü.

Afganistan’a fedai lazım...

Barışası geldi.

*

Aslına bakarsanız, Bush altı ay sonra yok... AKP’ye de kapatma davası var... Dolayısıyla, bu iki iktidar, sabahtan akşama kadar dik dursa, gene de durumları yamuk.

*

O nedenle...

Ben pek Dik’e bakmadım.

Eşine baktım.

*

Ankara’ya indi.

Halıcıya gitti, Lynne Cheney...

"Hangi halıcıya?" derseniz...

Önceden belirlenmişti.

MİT illa ki kontrol etmiştir.

Polis de.

Girdi mağazaya.

Beğendi bir Uşak halısını.

Sordu: "Kaç para?"

Dediler ki: "800 dolar."

Ne yaptı biliyor musunuz?

Yanında getirdiği dizüstü bilgisayarını açtı, dükkanın ortasında internete bağlandı, ABD’deki halı sitelerini tıkladı, alacağı halının fiyatını kontrol etti, kazık mı değil mi, ona baktı, sonra da "Tamam" dedi, ödeme için kredi kartını uzattı.

*

Demem o ki...

Biz, adamlardan aldığımız "anlık istihbarata" güvenerek, uçakları havalandırıyor, binlerce askerimizle dağda taşta operasyona kalkışıyoruz... Kadın, bizden aldığı "anlık istihbarata" güvenip, halı bile almıyor, halı!

*

Cümleten hayırlı dik duruşlar.

abircan
26.03.2008, 08:30
Yılmaz ÖZDİL yozdil@hurriyet.com.tr

Aman ha!

İSTİHBARATI, ABD'ye bağladık.

Ekonomiyi, IMF'ye.

Yasaları, AB'ye.

Telefonu, Arap'a verdik.

Cep, İngiliz'in.

Öbür cep, Lübnanlının.

Bi limanı, İsrailliye sattık.

Bi limanı, Hong Kongluya.

Garaj, Dubailinin.

Araç muayeneye, Alman bakıyor.

Petkim'i Kazak aldı.

Kazak'ı bi çıkardık...

Fanila Ermeni!

Sigorta, Fransız'ın.

Çimento fabrikaları da...

Rakı, Amerikalının.

Sigara, British-American.

Banka, Yunanlının.

Öteki, Hollandalının.

İtalyan var.

Belçikalı var.

Rus var.

Televizyon, Amerikalının.

Radyo, Kanadalının.

*

90 metrekarelik kooperatif evinden, sabahın köründe polis zoruyla alınan, 83 yaşındaki İlhan Selçuk'a "yurtdışına çıkış yasağı" getirildi bu arada.

*

Aman dikkat edin ha!

İlhan Selçuk yabancıya mabancıya gider... Biteriz.

abircan
26.03.2008, 08:34
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr

İktidar macunu...

"EN az üç çocuk..." dedikten sonra, kimi vatandaşlarımızın "Yani bu ortamda yapacak halimiz mi var?" itirazına yanıt geldi ve Başbakan milletimize mesir macunu dağıttı.

Bunun dışında daha ne yapabilir?..

Gerisi millete düşüyor.

Üç, beş...

Yine de "Yapamayız" demeyin.

Başbakan hedefi gösteriyor, işareti veriyor, sayıyı belirliyor, "Hadi bakalım" diyor, macunu dağıtıyor...

Milletin iktidarı kuvvetli olsun maksat.

*

Milletin iktidarı iyi de, memleketin durumu kötü:

Doğu ve Güneydoğu illeri birer savaş alanı gibi, her gün bir kentte isyan provası yapıyorlar.

Ekonomi çatırdıyor.

İşadamları her sabah kábuslar içinde uyanıyorlar. İşsizlik, yoksulluk arttı. Her gün iflas eden orta boy ve küçük esnaf sayısı ikiye katlandı.

AB umutları zayıfladı.

ABD'nin yine dayatmaları kapıda diyorlar.

"Hükümet yok mu?" derseniz...

Bizzat Türkiye'yi yöneten iktidarın "dinci devlet kurma girişimi" iddiasıyla kapatılması söz konusu.

İyi mi?..

O da kapatılma korkusu ile karşı tarafa saldırıyor, 1960 öncesi olduğu gibi evleri basıp, insanları alıp götürmeye başladılar.

Korku var...

Toplum bölündü.

Üniversitelerden kahvehanelere, demokratik örgütlerden hastanelere kadar, insanlar birbirlerine düştüler.

Bir anda kábusa döndü Türkiye.

*

Niçin?..

Çünkü "yüzde 47 oy"un şımarıklığıdır.

Cumhuriyetin kurum ve kavramlarını yok sayıp, sadece "Millet iktidarının işaret ettiği gibi" diyerek devleti tersyüz etmeye kalkmanın kaçınılmaz depremidir bu olanlar.

(.......)

Elbette milletimizin iktidarı için macun iyi bir fikirdi.

Ama macun yetmiyor.

Ve iktidar dik duramıyor.

abircan
26.03.2008, 14:42
İlhan Selçuk'tan müthiş bir yazı. Son cümlesi inanılmaz. Okuyunuz ve
okutunuz. Bu yazı dava edildi ama davayı ilhan Selçuk kazandı.

HANGİ PEZEVENK



Amerika Irak'ı işgal ederken ne düşünüyordu:
Diktatör Saddam 'i devireceğiz, yerine demokrasiyi
kuracağız; halk bizi çiçeklerle bekliyor...
Ne oldu?.. Irak nerdeee?.. Demokrasi nerdeee?..

***
Amerika bir yandan Irak'ı işgal ederken öte yandan
Türkiye için ne düşünüyordu? .
"Ilımlı İslam Devleti Modeli..."

Kafaya bak sen!..
Irak için demokrasi...
Atatürk 'un kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti için
İslam Devleti Modeli...

***
Amerika'nın Irak'a donuk projesi fos çıktı...
Peki, Türkiye'ye donuk projesinden ne haber?..
Gelen giden haberlere, yorumlara, aklıevvellerin el
altından ve üstünden tezgâhlanan söylentilerine bakılırsa,
Amerika'nın aklı başına gelmeye başlamış...
Diyorlarmış ki:
- Ilımlı İslam Devleti Modeli macerası hem
Türkiye'ye uymadı, hem Amerika'ya zarar verdi...

***
İslam kutsal bir dindir...
Ama, ister ılımlısı olsun, ister radikali, "İslam
Devleti Modeli" nin gerçek adı nedir?..
Tek sözcük:
İrtica!..
Peki, irtica nedir?..

***
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad Tahran
sokaklarında kadın avına
çıkmıştı...

O kadının başörtüsünden taşan saçı, bu kadının
türbanından taşan perçemi tesettüre uygun muydu, değil miydi?..
İrtica budur!..

Ama, irtica elbette bu noktada da durmaz...
Ahmedinejad ayni günlerde eski ve yaşlı kadın
öğretmeninin elini öperken fotoğrafçının objektifine yakalanmasın mı!..
İran?daki Hizbullahçılarda tepki kıyamete dönüştü...

***
Mürteci ne diyordu:
- Müslüman İran halkı, şeriata aykırı bu tür
davranışları affedemez!..
İrticainin dibi yoktur!..
İslam Devleti'nin ılımlısı, yumuşağı, serti olmaz!..
Allah adına ahkâm kesmek bir devletin düzeninde ağır
basmaya başladı mı, insan silinir gider...
İnsanin yerini kim alır?..
Mürteci!..

***
İşin en kotu yanı, yüce Allah, Hazreti Peygamber,
Kuranıkerim adına konuşan mürteci sürüsünün devlet düzeninde iktidarı
ele geçirdikten sonra, gün geçtikçe azmasıdır...

Bu takımdan biri, yolda yürüyen Bektaşi'nin ensesine
okkalı bir tokat vurmuş...
Baba hızla donup bakınca açıklamış:
- Ne bakıyorsun Erenler, bu tokat Allah'tandı. ..
Bektaşi:
- İmanım, demiş, elbette öyledir; ama Allah'ın bu
işi hangi pezevengin eliyle yaptırdığına bakıyorum...

Ilımlı İslam Devleti mi?..
Amerika bu isi hangi pezevenk marifetiyle Türkiye'de
tezgâhlamak istiyor?..

abircan
28.03.2008, 08:51
Bekir COŞKUN
bcoskun@hurriyet.com.tr

Hırsız...


BU hırsız yaman hırsız.

Sabah kalktığımda yatağımdan, daha gözlerimin bir tekini açmıştım ki farkına vardım:

Dün gecemi çalmıştı hırsız.

Evdeki hani o çay sohbetlerimi, genelde son yarısını seyrettiğim sinema filmini, marangozhanede tahtaları mutlulukla doğrayışımı, kedi-köpeklerle oynaşmamı, keman çalışımı...

Hiçbiri yoktu yerinde.

Almıştı hepsini.

Dün gece gülüşümü de çalmıştı hırsız.

*

Bu hırsız yaman hırsız.

Biliyorum bizim evden değil sadece, mahallede kim varsa, semtte, kentte, başka şehirlerdeki evlerde, köylerde, beldelerde...

Kapı kapı, hane hane, her eve girip soyuyor neyimiz var, neyimiz yok bu arsız.

Çalınmıştır eminim yine dün gece; babaların gülüşü...

Annelerin uykusu...

Gençlerin umudu...

Hayallerimiz...

Her şeyimizi çalıyor bu hırsız.

*

85 yıllık alın teri ve çaba ile varmak istediğimiz yeri nasıl çaldı bir bakar mısınız?

Marşlarımız...

Şarkılarımız...

Çağdaşlık-uygarlık sevdalarımız...

Yarınlarımız...

Kimi zaman sağa-sola koşuşup "Bakın bakalım başka neyimizi çalmış hırsız" diyoruz birbirimize.

Ve bir çığlıktır kopuyor:

"Işığımız..."

Bir de bakıyoruz ki çalınmış:

İnancımız...

Dualarımız...

Selamlaşmamız...

Duygularımız...

Barışımız...

Aydınlığımız...

Bu hırsız yaman hırsız...

recosan58
28.03.2008, 09:42
İhanete maruz kalanlar henüz farkında değiller ama İhaneti yapanlar, fark edildiklerinin farkına varıp gürültü çıkarmaya başladılar.

Ergenekon operasyonuyla ilgili son günlerde sesini çıkaranları, ileri geri konuşanları ’’bu mantık dışıdır’’ diyenleri iyi takip edin.

Köşeye kıstırılmış kedi gibi hırçınlaşmaya, saldırmaya başladılar. Çünkü operasyonun bir ucunun kendilerine de dokunacağından korkuyorlar.

Korkmalarında haklılar. Bu ülkede yıllardır en önemli mevkileri tutan bu zihniyetteki insanların, Türkiye adına ne tür bir faydaları dokunmuş, hizmetleri olmuş ona bir bakın.

Ülke adına tek bir hizmetlerini bile bulamazsınız. Çünkü işgal ettikleri konumları Ülke adına, Millet adına hizmet için değil, belli bir misyonu yerine getirmek için kullanmışlar.

Bunu yaparken de ihanette sınır tanımamışlar.

İşte bu panik ve korku bundan kaynaklanıyor.

Yaptıkları ihanetler bir bir ortaya çıkmaya başladı.

Hem de kan donduracak ihanetler.

Sanmayın ki bu ihanetler basit, çıkar amaçlı yapılan yolsuzluklardan, darbe ortamı hazırlamak için organize edilen gösterilerden, hatta birkaç cinayetten ibaret.

Bir ülkeye bir millete yapılabilecek en büyük ihanet neyse işte o yapılan. Yapılmak istenen istenen değil. Evet yapılmış. Hem de uzun yıllar boyunca.

Bunu yaparken de sessiz sedasız yapmışlar. Milletin sırtına basarak yapmışlar. Bilerek ya da bilmeyerek birçok vatan evladı da bu hainlikler yapılırken, hainlere omuz vermiş.

Bağlantılar bir bir ortaya çıktıkça, ihanetin vahameti daha da gün yüzüne çıkıyor. Çıkacak da. Yeter ki bu hainliğin üzerine gidenlerin önü kesilmesin.

Yeter ki ‘’Namusuzlar kadar cesaretli olmaya başlayan Namuslular cesaretlerini kaybetmesin’’.



Ali DEMİRER

recosan58
28.03.2008, 09:44
Cümali ÇAYGEÇ

Ergenekon Terör Örgütü’ne yönelik İstanbul Cumhuriyet Savcılılığı’nın başlatmış olduğu soruşturma devam ediyor.

Şu ana kadar soruşturma kapsamında yüze yakın şüpheli gözaltına alındı. Bunlardan 43’ü çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi. Gazeteci İlhan Selçuk ve İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu da tutuksuz yargılanmak üzere şartlı serbest bırakıldı.
Bir soruşturmada olması gereken ne ise, aynen uygulanıyor.
Benim burada üzerinde duracağım nokta soruşturma devam ederken özellikle adı Büyük! Gazetelerin ve alt grup gazetelerin takındığı inanılmaz sağır sultan tavrı.

Soruşturmada Ergenekon Terör Örgütü’nün planları, hedefleri, gerçekten dehşet verici boyutlarda. Bu iddiaları her gün gazetelerde okuyoruz. İddialar, tutuklanan zanlıların ev, işyeri ve ofislerindeki belgeler, krokiler bu oluşumun planladığı karanlık hesaplar, gerçekten tüyler ürpertiyor.

Ama ne gariptir ki bu iddiaları sadece birkaç gazete veriyor. Aslında soruşturmada gizlilik kararı var. Televizyon haberlerinde genel olarak bu gizliliğe riayet ediliyor. Ancak gazetelere çok fazla ağır cezalar verilmediği için bu yasağı pek fazla uymuyorlar. Bu sebeple cezaları göze alan gazeteler, soruşturmadan sızan bilgileri okuyucularına aktarıyor.

Şimdi işin garipliği, Hrant Dink Cinayeti’nde, Malatya’daki Yayınevi katliamında ve daha birçok olayda, gazetecilik yapan, belge üstüne belge ifade üzerine ifade yayınlayan, yayın yasağı dinlemeyen büyük! gazetelerimiz ve onların küçük kardeşleri, Ergenekon Terör Örgütü operasyonunda ‘‘sus pus’’ olmuş durumda.

Ve soruşturmadaki gelişmeleri aktaran gazetelere de düşmanca bir tavır içerisine girmiş durumdalar. Televizyonlardaki programlarda gazetelerindeki manşetlerde ‘‘emniyeten ve savcılıktan, ‘şucu, bucu’ gazetelere ısrarla bilgi servis edildiğini ’’ iddia ediyorlar.

Burdan sormak istiyorum. Her platformda en iyi gazeteciliği kendilerinin yaptığını savunan ve kendi grubu dışındaki meslektaşlarını daima küçük gören büyük gazetecilere ne oldu? Daha üç dört ay öncesine kadar Ergenekon Terör Örgütü Operasyonun ilk dalgasında bütün gelişmeleri adım adım veren büyük gazetelerimiz gerçekten haber alamaz, toparlayamaz duruma mı düştü?

Hrant Dink Cinayeti’nde, Zirve Yayınevi katliamında ve daha nice olayda hep birkaç adım önde giden gazetelerimiz o zaman bu belgeleri, bu ifadeleri nereden alıyorlardı. Kaynak yine polis yine adliyeler yine avukatlar değil miydi? Peki ne oldu? 6 ay içerinde emniyetteki, adliyedeki bütün kadrolar değişti mi, yoksa topyekün bir değişime mi uğradılar ki, bu gazetelerimiz şimdi haber alamıyor?

Haberciliği, gazeteciliği mi unuttular? Yoksa büyük patronlar, yazı işlerine muhabirlerinin getirdikleri haberleri ‘‘Bu işin ucu nereye gider bilmiyoruz aman görmezlikten gelin’’ mi? dedi.

Yok yok bunlar gerçekten gazeteciliği unuttular.

banu58
28.03.2008, 12:00
UFUK URAS: CHE GUEVARA TİŞÖRTÜ GİYEN DE, TÜRBAN BAĞLAYAN DA ÜNİVERSİTEYE GİRMELİ

BASINDA ÖDP


ÖDP Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, "Bizim için Che Guevara tişörtü giyen de türban bağlayan kadın da saçı uzun ve küpeli erkek de aynı eğitimden yararlanma hakkına sahiptir" dedi...


Uras, Parlamentoda düzenlediği basın toplantısında, başörtüsü sorununun "AK Parti, MHP ve CHP nin, toplumu kutuplaştıran tutumları nedeniyle içinden çıkılmaz hale geldiğini" ifade etti.


Üniversitelerin, düşünce ve inanç özgürlüğünün, ileri demokratik normlarla ve yasaklama olmaksızın yaşayabildiği bilimsel mekan ve ortamlar olması gerektiğini savunan Uras, "Bizim için Che Guevara tişörtü giyen de türban bağlayan kadın da saçı uzun ve küpeli erkek de aynı eğitimden yararlanma hakkına sahiptir.

Bireysel özgürlükler, başkasının özgürlüklerini engellemediği sürece yasaklanamaz, kaldı ki saçları değil ama Beyinleri örtülü erkekler her yere gidebilmekte, hatta eli satırlı saldırganlar üniversite koridorlarında dolaşabilmektedir" diye konuştu.


Anayasa değişiklik girişiminin "Kapsamlı bir özgürlükçü anlayıştan uzak olduğunu" söyleyen Uras, şöyle devam etti: "AKP-MHP ikilisinin getiriş biçimiyle yeni ve daha riskli gelişmelerin tetikleyicisi haline gelen bu anayasa değişikliği samimi bir kabulü hak etmekten uzaktır.

AKP-MHP ittifakı bu ülkeye özgürlük ve demokrasi değil, olsa olsa Türk-İslam sentezinin çok iyi bildiğimiz baskı ve şiddet dolu anlayışını getirecektir. Hangi nedenle olursa olsun bu ittifakı destekleme eğiliminde olanlara, bu yanlışa düşmemeleri çağrısını yapıyoruz."

CHP LİDERİ BAYKAL A ELEŞTİRİ
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ın dünkü grup toplantısındaki konuşmasını da eleştiren Ufuk Uras, "CHP lideri, Meclis çatısı altında din alimliği yapmakta, örtünmenin dindeki yerini tartışmaktadır. Sayın Baykal a sormak istiyoruz; Parlamentoda dini referanslarla bir tartışma sürdürmek, laikliğe ne derece uygundur? Dini kurallar örtünmeyi zorunlu kılıyor ise Türbana evet mi diyeceksiniz?" diye konuştu.


Uras, yeni özgürlükçü bir anayasa yapılması çağrısında bulunarak, "Perakende değişikliklerle özgürlük olmaz" dedi.

Kaynak:haber1

UFUK URAS bile Türbana karşı değil ama LİDERim diyenlerin, bireysel çıkarlarımı desek,yoksa İslama saldırımı bilmem ama uç nedenlerden dolayı türbana karşı çıkmakta ısrarlı...

Bizler ne küpeli erkeğin,nede piercing takan bayanın üniversitede okuma özgürlüğüne karşıyız.
Ama Dini için örtünenin üniversite kapısında kalmasına veya başını açmasına kesinlikle karşıyız.
Özgürlükçü düşüncelerin birden yasakçı olması şaşırtıcı...

Kadir58
03.04.2008, 12:50
Arslan BULUT - Yenicag Gazetesi

Tayyip Bey'i pazarlık masasına çekmeye çalışıyorlar

AKP’ye oy verdiğini saklamayan bir tanıdığım, Anayasa Mahkemesi’nin davayı kabul kararından önce endişeyle sordu:
-Ağabey, AKP’yi kapatırlar mı?
-Kapatırlar!
-İyi ama ağabey nasıl kapatacaklar? Amerika, Avrupa arkasında!
-Bunu sen mi söylüyorsun? Amerika ve Avrupa AKP’yi niçin destekliyor hiç düşünmedin mi?
-Tamam da ağabey, ne yapsın adamlar? Askerler bildiri yayınladı, yargı dava açtı, onlar da çareyi ABD ve Avrupa’da arıyor.
-Fakat bu destek yeni değil ki? Kuruluşunda bile tam destek oldular!
-Ben onu bunu bilmem, AKP kapatılırsa, yerine geçecek partiye destek veririm.

***

AKP medyasında da son günlerde, AB ve ABD’nin tutumu manşetlerden inmiyor! Fakat, haberleri asıl kaynağından okuduğunuz zaman görüyorsunuz ki, yorumların çoğu, Türkiye’deki iliştirilmiş veya eklemlenmiş tiplere dayalı! Karşılıklı etkileşim içindeler!
Son ana kadar, Anayasa Mahkemesi’nin, davayı kabul etmeyeceği umudu üzerinde yoğunlaşmışlardı. Bu dilek ve temennilerini manşete çekmekle, kamuoyu baskısı yapmış olacaklarını varsayıyorlardı herhalde! Fakat, artık gazete ve gazeteci olarak görülmedikleri için hiçbir etkileri kalmadığını unuttular!

Avrupa Birliği, son bir umutla iki komiserini Türkiye’ye gönderme kararı aldı! Önemli açıklamalar yapacaklarmış!

Bu arada Hürriyet’in manşeti ile Milliyet’in başyazısı da “Acaba yeni bir eklemlenme çabası mı var?” sorusunu gündeme getirdi! Tayyip Bey, Türkiye’nin milli gelir artışını kastederek “Türkiye birinci ligdedir” diyor, Hürriyet de bunu manşet yapıyor! Milyonlarca insana kömür ve erzak yardımı yapılan bir ülkenin ekonomi yönetimini bu şekilde sunmak için bir sebep olmalı! Milliyet, “Ecevit ile Demirel diyalog kursaydı 12 Eylül olmazdı” dan yola çıkarak Baykal ile Erdoğan’ı pazarlık masasına oturtmaya çalışıyor? Ne olacak pazarlık yaparlarsa? Anayasa’yı değiştirip AKP’yi kurtarma operasyonu mu yapacaklar? Ve Milliyet de bunu destekleyecek mi?
Bir taraftan “otobüsü durdurup namaz kılıyorlar” gibi özellikle Karadeniz’de bir gelenek halini almış uygulamadan AKP’yi sorumlu tutuyor, bu minvalde uydurma haberler yapıyorlar, dava açılınca da meseleyi pazarlık masasına çekip kendilerine pay çıkarmaya çabalıyorlar! Bunu da ülkenin ve milletin geleceği adına yaptıklarını iddia ediyorlar! Eğer AKP yöneticileri size uyarsa onların aklına şaşarım!

***

Bazen sırf bu çıkar hesapları yüzünden Tayyip Erdoğan için üzülüyorum, inanır mısınız?
Ama kendisini de defalarca uyardık! Özetle dedik ki, “Yol yakınken bu yanlış tutumlardan vazgeçin. Liderlik kabiliyetiniz var ki bu kadar insanı peşinize taktınız ama bu yetmiyor! Önemli olan seçtiğiniz yoldur! Gelin, cumhuriyetin kuruluş felsefesine dönün. Bu çizgide hareket eder de aynı zamanda milli ve dini idealleri de hayata geçirmeye çalışırsanız, size kimse dokunamaz!
Fakat başından beri meşruiyeti ABD ve AB desteğinde aradığınız gibi devletin temel niteliklerini de onların yardımı ile değiştirebileceğinizi zannederseniz yanılırsınız! Köylüleriniz sizin için ’haysiyetine düşkün bir adam’ diyor! Gittiğiniz yol, ne size ne Türkiye’ye itibar kazandırır. Tarihe nasıl geçeceğinizi düşünün! Avrupa ve Amerika’yı arkasına alarak milletinin kaderi ile oynayan adamlar olmayın.”

Fakat kimin umurunda! Birkaç olumlu söz dışında hiçbir icraat yok!
Şimdi de “Baykal ile masaya otur” derken sizi kendileri ile pazarlığa çağırıyorlar Tayyip Bey! Baykal da bunu görmeyecek bir kişi değil ama “dengeler” ile oynamayı seviyor!
Tayyip Bey, Türkiye’nin kaderi söz konusu ise ne Milliyet’i dinlerler, ne Hürriyet’i!
Bence bir vicdan muhasebesi sonucunda Türkiye için en doğru yola kendi kararınızla girebilirsiniz!

ofgurleyuk78
03.04.2008, 13:01
Gerçekten Türkiye 1. liğde. Ama baştakiler Avrupa liği değil de Expo İzmir için bize oy vermeyen Arapların liğine düşürmeye çalışıyorlar. Halen Arap krallarının, şeyhlerinin ayaklarına kadar götürüyorlar Koskoca T.C. Devletini utanmadan. Yazık. Çok yazık.

abircan
04.04.2008, 09:10
Avrupa Birliği’ne açık mektup








Sayın Olli Rehn ve Sayın Joost Lagendijk, AB Genişlemeden sorumlu Avrupa Komisyonu Üyesi ve Avrupa Parlamentosu Dış İşleri Kurulu Türkiye sorumlusu sıfatıyla, birliğin Türkiye sözcülüğünü sizler yapıyorsunuz.

Kuşkusuz, Anayasa Mahkemesi’nin iktidardaki AK Parti’ye dair kapatılma davasını kabul etmesiyle başlayan süreci dikkatle izliyor ve hemen değilse yakın zamanda konuya ilişkin “Avrupa görüşü”nü açıklayacaksınız.

Avrupalı ve Avrupacı (sosyolog) bir Türk gazeteci olarak, bu mektubu, size ulaşan bilgilere ek, hatta elinizdeki verilerin bir sağlaması olarak okumanızı saygıyla rica ediyorum.

Sayın yetkililer, Türkiye’deki kapatma davası hakkında görüş açıklamadan önce lütfen kendinize sorun:

AB’ye üye herhangi bir ülkenin bakanlar kurulunda 24 bakandan 21’inin ruhban (clergé) olduğu bir hükümet var mıdır? Hemen tamama yakını diyanete bağlı (ecclésiastique) papaz ve hahamlardan oluşan bir hükümetin, seküler ya da laik devletçiliği savunup izlemesi mümkün müdür?

Türkiye’de, sayın yetkililer, Cumhurbaşkanı ve Başbakan başta, hükümeti, hatta meclisi oluşturan çoğunluk, orta öğretimlerini ülkedeki 100 binden fazla cami ve mescide imam, hafız ve hatip yetiştiren İHL’lerde yapmış olup, diplomalı din adamlarıdır. Bazılarının yüksek öğretimi de üniversiter düzeyde ilahiyattır.

AB’ye üye herhangi bir ülkenin başbakanı, Vatikan’ı içeren İtalya dahil, konuşmalarında İncil, Tevrat ya da başka bir kutsal kitaba göndermeler yapar mı? Seküler devletin mahkeme kararına karşı ilahi hukuku örnek gösterip, din kurallarını referans alabilir mi?

***


Türkiye’de sayın yetkililer, dinci bir katilin zaten kana bulayıp bir yargıcını öldürdüğü Danıştay Mahkemesi’nin bir kararına karşı “ulema cevazı” çıkarılmakta, siyasal söylevler Kur’an’dan ayetlerle süslenmekte ve zaten AKP’ye kapatma davası, Sayın Başbakan Erdoğan tarafından son günlerde sık sık Kur’an’daki “Araf Suresi” yle kınanmaktadır.

AB’ye üye bir ülkede, elbette 24 parti kapatılmaz, 25’inciyi kapatmak için de kollar sıvanmaz. Ama soruyu bir de şöyle sorun:

AB’ye üye bir ülkede 17 parti hukuksal ve teknik eksikliklerle, 7’si de rejim yıkmak için kurulur mu?

Cevabı için, Türkiye’nin üç ay bile dayanmayan kaldırımlarına bakmanızı rica ediyorum: Komik gelebilir, ama Türkiye’de “sağlam” kurulan hiçbir şey yok gibidir, siyasal partileri de kaldırımlarıyla benzerlik arzeder. Rejimi yıkmak için kurulan partilerin çokluğunu da, Türkiye’deki yasasız inşaatların ezici sayısına karşı yasal inşaatların azınlık durumuyla karşılaştırabilirsiniz.

Oysa, bu kapatma davası hakkında asıl bilmeniz gereken şudur:

AİHM, Türk iç hukukunda parti kapatma davalarının çok kolay açıldığına dikkat çekerek, Türkiye’deki yasama organına (meclise) “ara çözümler, ara formüller” üretmesini önermişti.

Beş yıllık AKP iktidarı, meclisteki ezici çoğunluğuna karşı beş yılda ne bu ara çözüm/ara formülleri üretti, ne yasayı değiştirdi. Üstelik, sayın yetkililer, hazırlattığı yeni Anayasa taslağında da, partileri kolay kapattıran 38. Madde, olduğu gibi duruyor!

Neden, diye merak ederseniz, size ancak kendi cevabımı verebilirim: Partilerin kapatılmasını önlemek yerine kadınların kafasını kapatmakla uğraşmayı tercih ettiler!

Bu tercih ve seküler hukuka karşı şer’i hukuku özümseyen zihniyet, üniversitelerden polis kadrolarına, devlet işlerinin tüm yönetim katlarına yetenek / birikim liyakatıyla değil, dini referanslarla atamaları inanılmaz boyutlara ulaştırdı.

***


Size son sorum, bir toplumun yarısını, diğer yarısından ayıran, saklayan ve ezen, üstelik bu ayrımcılığı “Kutsal kitap böyle yazıyor!” gerekçesiyle hayata geçiren bir zihniyetin ne kadar demokrat sayılıp, demokrasiden ne anladığı olacaktır.

AKP’nin beş yıllık iktidarında, mostralık kadın milletvekillerinden sadece biri, o da “kadın ve aileden sorumlu” bakan olarak 24 üyeli hükümete girebilmiştir.

Oysa Türkiye’de TÜSİAD Başkanı bir kadındır. Başta Sabancı Holding, en başarılı ekonomi kuruluşlarının başında da kadınlar vardır.

Kapatılma davası hakkında açıklama yapmadan önce, bütün bunları iyi düşünün. Eğer Türkiye’nin her şeye rağmen yarısını oluşturan laik cumhuriyetten yana nüfusuna söyleyeceğiniz bir şey yoksa, söylemeyin, susun. Bırakın da biz ülkemizi karanlıklara karşı, her zamanki gibi yardımsız ve yalnız savunalım.

Saygılarımla.



Mine G.KIRIKKANAT

Vatan Gazetesi 02.04.2008

abircan
08.04.2008, 09:32
Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr

Taaa 2036...


BANKALARI sattık.

Fabrikaları sattık.

Telefonları sattık.

Limanları sattık.

E hazıra dağ dayanmaz...

Miras bitti.

Sıra çocuklarımıza geldi...

Onları satacağız.

*

Sosyal Güvenlik Yasası, budur.

*

Bakın, ne diyorlar bize?

"Tasarıyı tasa etme...

Seninle alakası yok!

Taaa 2036’da hayata geçecek."

*

Nasıl olsa, "taaa 2036’da hayata geçecek" diyen arkadaşlara kimse sormuyor, "madem, taaa 2036’da hayata geçecek, niye taaa 2035’te yapmıyoruz bu yasayı da, taaa bugünden yapıyoruz?"

*

Böyle bu işler çünkü...

Faiz haram diyenlerin dünyanın en yüksek faizini verdiğini görmezsen, üretmeden, satarak zengin olacağını zannedersen, sata sata borcunun büyüdüğünün farkında değilsen, kullandığın toplu iğne bile ithalken ihracatla övünürsen, kayıtdışının sırtını sıvazlayanların emekçinin sırtını coplamasına aferin dersen, kendin işsiz gezerken işsizliğin azaldığına inanırsan, kıçında don yokken milli gelir 9 bin dolar diye sevinirsen... Bedeli olacak tabii!

*

Sat bakalım evlatları.

Çoktan çok, azdan az...

Bi tane olan, bi tane.

Üç tane olan, üç tane.

abircan
16.04.2008, 12:35
Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr

Pirinç


Ve, ulusal bilinç uyanıyor...

"Pirinç almayın!"

Yeni kampanyamız bu.

*

Peki ne alalım?

*

Buğdayı ABD’den getiriyoruz.

Mercimeği Kanada’dan...

Mısırı Arjantin’den getiriyoruz.

Susamı Sudan’dan...

Arpayı Ukrayna’dan.

Baklayı İtalya’dan.

Sarmısağı Çin’den.

Anadolu’da gezerken çekirdeğini yanlışlıkla elinden düşür, ayçiçeği fışkırır...

Rusya’dan getiriyoruz.

Pamuk Yunanistan’dan.

Elma Şili’den.

Portakal Brezilya’dan.

Muz Panama’dan.

Vişne Almanya’dan.

Ceviz Çin’den.

Hesapta milli yemeğimiz...

Fasulye İran’dan.

Barbunya ABD’den.

Soya Arjantin’den.

Pirinç Avustralya’dan.

Nohut Meksika’dan.

En cüzel çay?

İngiltere’den.

İneklere yem olarak döktüğümüz kepeği bile utanmadan ABD’den getiriyoruz...

İnekler Hollanda’dan.

*

Kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydi memleketim... Memleketimi IMF’ye satan arkadaşlar sayesinde, bugün, Mali, Kamerun, Peru, Suriye, Ekvador, Mısır, Hindistan, Burkina Faso’nun da aralarında bulunduğu 103 ülkeden ithalat yapıyor, karnını doyurabilmek için.

*

ÖSS’ye giren çocuklarımızın, Allah zihin açıklığı versin diye yuttuğu 3 adet okunmuş pirinç tanesi bile, ithal... Sen hangi ulusal bilinçten bahsediyorsun?

*

Dolayısıyla, önerim şu...

Mazot 20 YTL olsun.

Çobanları bakan yapın.

Doğurun.

kangallim
16.04.2008, 12:37
olur hay hay bekleriz abi..
şimdiden elinize sağlık

abircan
06.06.2008, 14:26
Melih AşıkAçık Pencere
m.asik@milliyet.com.tr

Market yutuyor


Bursalı okurumuzdan telaşlı bir haber; “Dev marketler Bursa’yı işgal ediyor. Belediye Başkanı uyuyor... Son olarak Maya İnşaat ve Hollandalı Corio, Bursa’da 210 milyon dolar yatırımla ‘Anatolium’ adlı dev bir alışveriş merkezi kurmaya başladı...”
Bir başka okurumuz İstanbul’dan yazıyor:
- Starbucks ve Gloria Jeans’ler kahvehaneleri, pastaneleri yutuyor... Carrefour’lar, Metro’lar, Migros’lar bakkalları, tuhafiyecileri, kırtasiyecileri ufalıyor... IKEA mobilyacıları, uluslararası moda devleri butikleri, terzileri bitiriyor. Bırakınız bankaların, sanayiin, sigortaların yabancıların eline geçmesini, bakkal, çakkal, tuhafiyeci, ayakkabıcı, özsetle esnaf büyük sermayeye yem oluyor...
Yakınmaları dinlerken aklımıza Ali Sirmen dostumuzun tespiti geliyor:
“Halkımız hep sağ partilere oy verir, sol çözümler bekler.”
Sevgili okurlarımıza soralım...
- Halkımız oylarını sağ partilere verirken kapitalizme, liberalizme, küreselleşmeye vermedi mi? Bunun doğal sonucu da büyük balığın küçük balığı yutması değil mi? Başka ne gibi sonuç bekliyorduk...
İktisatçı Mustafa Sönmez diyor ki:
- Küçük girişimcinin, bakkalın, esnafın çöküşüne de neden olan büyük mağazacılığın, özellikle, kentsel merkezlerde inşası, bu esnaf çöküşünü getirdi. Haksız rekabetle karşı karşıya kalan küçükler hızla tasfiye oluyorlar. Bu merkezlerin, kentin dışında yer almaları hem küçüklere bir “pozitif ayrımcılık”, hem de kent dokusunun sağlıklı gelişimi açısından zorunlu idi ama AKP iktidarı ve öncekiler bunu pek önemsemeyip, yerli ve yabancı büyük sermaye girişimi olan bu yatırımlara gelişigüzel kucak açtılar, teşvik ettiler. Şimdi hem küçük girişimcinin tasfiyesi, iflası hem de kentlerin sağlıksız, hormonal, kirli büyümesi sorunu ile karşı karşıyayız.
Bu yutulma olayı belediyeleri aşıyor.. Genel politikanın sonucu... Halkın paryalaştırma sürecinin bir parçası...


Soru: AİHM’nin özelliği nedir?
Yanıt: AKP ve AKP’yi destekleyen basın tarafından henüz hücuma uğramamış bir yargı organı olması...
Haldun Ertem


Karar
Anayasa Mahkemesi’nin türbanla ilgili anayasa değişikliğini reddetmesinin anlamı nedir? Bazıları kendisini Anayasa Mahkemesi yerine koyup gerekçesini bile beklemeden kararı topa tutarken, eski Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk daha geniş bir yorum yaptı... Dedi ki:
“Anayasa Mahkemesi bu kararıyla Türkiye’de laisizmin bir devlet ideolojisi ve devletin rejimi olduğunu ortaya koymuştur. Bu bir rejim ve devrim muhafızlığıdır. Rejimin güvencesidir. AKP’nin bu engeli aşması artık mümkün değildir. Bu kararı veren Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yle ilgili kapatma davasında ne yapacağı da biraz daha belirginleşmiştir.”
* * *
Ve bir hukukçu dostun notu: Anayasa Mahkemesi tüm baskılara rağmen cumhuriyeti korumaya devam etmiştir. Hukukçularımızın, göğüslerini laikliğe siper etmelerinden şükran, hayranlık ve gurur duymak gerekir. Bu, tarihimizde bir dönüm noktası olacaktır. Sonuca ve hukuka herkes saygı göstermelidir... Daha gerekçeyi bile görmeden Anayasa Mahkemesi’ni topa tutmanın ne AKP’ye ne de ülkeye yararı olabilir... Unutmayalım, hukuk her an, hepimize lazım olabilir...



Nesin
AKP’ye Ak Parti diyenlerin sayısı artıyor... Ağızlar giderek Ak Parti deyimine daha çok alışıyor... Okurumuz Doğan Göker, dün Başbakan Erdoğan’ın şeddelendire şeddelendire “Ak Parti” dediğini duyunca birden rahmetli Aziz Nesin’in soyadını nasıl seçtiğine ilişkin öyküsünü anımsamış... Bize de anımsatıyor:
“... Soyadı Kanunu çıktığında herkes bir telaş gidip kendilerine yeni soyadları seçtiler. Ben bir süre bekledim ve izledim. İnsanlar genellikle kendilerinde olmayan nitelikleri seçiyorlardı soyadları olarak. Örneğin, ufak tefek biri gidip ‘Dağdeviren’ soyadını seçti, son derece ödlek olan bir diğeri ‘Kahraman’ oldu, en namussuz olanı da ‘Dosdoğru’ ... Ben de kendime ‘NESİN’ soyadını aldım ki, kendi kendime sorduğumda ne olduğumu, ne olmam gerektiğini bileyim.”
Okurumuz sözü şöyle bağlamış:
- İnsanlar ak demekle ak olmazlar... Önce gerçekten ak olmak lazım...


Ankara şebeke suyunda bulunan arsenik ve kadmiyum kanser riski taşıyormuş.
Kanserden korunmak için yalnızca sigarayı değil, suyu da bırakmak gerekiyor galiba...
G. Elmas


Suruç’un suyu...
Suruç’tan bir vatandaş yazıyor: “Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde 1990’dan beri tarım suyunu bekliyoruz. Ama su gelmiyor... İşin tuhaf yanı Atatürk barajından sadece kırk kilometre uzaklıktayız... Başbakan Mardin’e, Diyarbakır’a GAP suyunun götürüleceğini söylüyor... Barajın burnunun dibindeki Suruç’a su getiremiyorken oralara nasıl götürecekler... Merak içindeyim...”


Götüren Şahin!
İbrahim Şahin TRT Genel Müdürlüğü’ne aday olduğunda RTÜK’e ayrıntılı özgeçmişini vermişti. Yazdığı makalelerin tek tek isimlerini eklemeyi bile ihmal etmemişti. Ama Avea, Vodafone gibi kurumlarda yönetim kurulu üyesi olduğunu gizlemişti. Bunlar sonradan ortaya çıktı, Vodafone’dan 12 bin YTL aylık aldığı da... Derken CHP Milletvekili Muharrem İnce açıkladı:
“ Ticaret Sicili gazetesini karıştırırken gördüm ki, İbrahim Şahin, Telekom’un iştiraki olan ‘Assist Rehberlik ve Müşteri Hizmetleri Anonim Şirketi’ adlı şirkette yönetim kurulu üyeliği yapıyor ve buradan da ayda 5 bin YTL alıyor.”
Muharrem İnce, İbrahim Şahin’in 50 bin YTL aylık gelirinin olduğunu söylüyor... Rakam yanlış mı? Olabilir... Doğrusu neyse İbrahim Şahin açıklamak zorunda...

abircan
10.06.2008, 10:57
Başlarken veya Besmelenin anlamı üstüne


Merhaba, sevgili okuyucularım. Hürriyet bizleri yine bir araya getirdi, yine kucaklaştırdı. Bu birlikteliğin hepimiz için, Türkiye için mutluluklara vesile olmasını diliyorum.


Yeni bir işe Besmele ile başlamak Müslümanların önemle korudukları bir davranıştır. Ama Kur’an tarafından da önerilen bu başlama şeklinin amaç ve anlamını gözden kaçırmamak gerek. Böyle bir başlama şeklinin önerilmesi hangi gerekçeye dayanıyor? Sadece Besmeledeki kelimelerin telaffuzu mu yoksa işe başlarken bir zihin ve bilinç temelinin atılması mı?



Bu noktayı biraz irdeleyelim:



Kur'an'ın ilk cüm*le*si Besmeledir ve anlamı şudur: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.” Günlük dilde bunu kısaca, “Esir*ge*yen, ba*ğış*la*yan Al*lah'ın adıy*la” diye çevirmekteyiz. Kur'an, böy*le bir gi*riş ya*pa*rak dik*kat*le*ri*mi*zi, ana ko*nu*su*nun "Al*lah ", ve Al*lah'ın te*mel ni*te*lik*le*ri*nin de ‘esir*ge*mek ve ba*ğış*la*mak’ ol*du*ğu ger*çe*ği*ne çek*miş*tir.



Peygamberimiz Hz. Muhammed, "Bes*me*le*siz baş*la*yan iş*ler so*nuç*suz kal*ma*ya mahkûm*dur" di*yor.



Ku*ran'ın ve Hz. Pey*gam*ber'in dikkat çektikleri gerçek, Bes*me*le'nin her*han*gi bir işe baş*lar*ken bi*linç*siz*ce okun*ma*sı de*ğil*dir. Ya*ni, bu*ra*da is*te*nen, du*dak*tan-me*ka*nik bir ‘söy*le*me’ de*ğil, iç*ten ve şu*ur*lu bir yöneliştir.





Kur'an, bü*tün gü*zel*lik*le*ri, iyi*lik*le*ri, eylemleri, ya*ra*tı*cı*lı*ğı ve ölüm*süz*lü*ğü yük*le*di*ği merkez kudrete "Al*lah" de*mek*te ve ken*di*si*ne ina*nan*la*rın, el ata*cak*la*rı her iş*te bu mer*kez kav*ra*mın içer*di*ği de*ğer*le*re bağ*lı*lı*ğın bi*lin*cin*de ol*ma*la*rı*nı, on*lar*dan is*te*mek*te*dir. Bes*me*le ko*nu*sun*da il*ginç açık*la*ma*lar ge*ti*ren İslam Do*ğu ya*zar*la*rı ya*nın*da Gar*det ve Schu*on gi*bi ün*lü Ba*tı*lı din fel*se*fe*ci*si-dü*şü*nür*ler de şu ger*çe*ği ıs*rar*la be*lirt*miş*ler*dir. Baş*lanan her iş*te, esir*ge*yen, ba*ğış*la*yan Al*lah'ın adıy*la ilk adı*mı at*mak, Tanrı’yla ya*ni Ya*ra*tı*cı Kud*ret'le, gü*zel*lik ve iyi*lik üze*re ha*re*ket edi*le*ce*ği*ne iliş*kin bir söz*leş*me yap*mak de*mek*tir. İslam konusunda yazan Fransız bilgin Gar*det şunu ekliyor: "Bes*me*le*nin gün*lük ha*yat*ta de*fa*lar*ca tek*ra*rı, bir şu*ur*lu söz*leş*me*nin sü*rek*li ye*ni*len*me*si an*la*mı*nı ta*şı*mak*ta*dır." (Gar*det; Islam, 73)



Ne var ki, Kur'an'ın ge*tir*di*ği ev*ren*sel me*sa*jın ölüm*süz de*ğer*le*ri*ni yö*re*sel ge*le*nek*le*rin, hat*ta hu*ra*fe ve çı*kar*cı*lık*la*rın kur*ba*nı et*miş bi*rey ve top*lum*la*rın Bes*me*le'yi bir ka*lıp ha*lin*de tek*rar*la*ma*sın*dan bek*le*ne*cek so*nuç, kuş*ku*suz, az ön*ce de*ğin*di*ği*miz sonuç de*ğil*dir.



Evet, sev*gi*li oku*yu*cu*lar! Kur'an Bes*me*le ile baş*lı*yor ve Hz. Pey*gam*ber "Her işe Bes*me*le ile baş*la*yın" di*yor. Kur'an ve Hz. Pey*gam*ber'in me*sa*jı dik*ka*te alı*na*rak bu for*mül ifa*de çö*zü*lür*se, her işe şu de*ğer*le*re ulaş*mak ni*ye*tiy*le baş*la*yın de*mek ge*re*ke*cek*tir. İyi*lik ve gü*zel*lik, paylaşım, esir*ge*mek ve ba*ğış*la*mak ya*ni hoş*gö*rü, sev*mek ve hiz*met et*mek...



Bu man*tık ve gö*nül sı*cak*lı*ğıy*la, bu ni*yet ve yak*la*şım*la ‘Bes*me*le’ çe*ke*rek başlıyoruz sizinle birlikteliğimize, yazılarımıza, görüntülü sohbetlerimize.



Beraberliğimiz süresince bu man*tık ve ni*yet için*de ola*ca*ğız.



Söy*le*mek is*te*di*ği*mi*zi bi*raz da*ha aça*lım: Tıp*kı Kur'an gi*bi ev*ren*sel ola*ca*ğız; renk, dil, din, ırk, böl*ge, grup kay*gı*mız ol*ma*ya*cak. "İn*san" di*ye*ce*ğiz ve in*san için ya*za*ca*ğız. Tıp*kı Kur'an gi*bi, Al*lah'ı ‘Âlem*le*rin Rab*bi’, Hz. Pey*gam*ber'i "âlem*le*rin rah*me*ti" bi*le*rek ko*nu*şa*ca*ğız.



"Al*lah'ın öf*ke*si*nin sı*nır*lı, rah*me*ti*nin*se her şe*yi çe*pe*çev*re ku*şat*tı*ğı*nı" (ayet), bi*li*yo*ruz. "İn*san*la*rın en ha*yır*lı*sı in*san*la*ra en çok hiz*met eden*dir.” (ha*dis); "Can*lı*lar, Ya*ra*tı*cı'nın ev hal*kı gi*bi*dir, ve en de*ğer*li in*san Yara*tı*cı'sı*nın ev hal*kı*na en ya*rar*lı olan in*san*dır." (ha*dis) ilkelerini Bes*me*le'nin uzan*tı*la*rı sa*yı*yo*ruz.





Ben si*zi; mutluluğu paylaşımda arayan duy*gu*la*rı, ümit*le*ri, öz*lem*le*ri, sev*gi*le*ri, fa*kat ba*zen de göz*yaş*la*rı*nı pay*laş*ma*ya ça*ğı*rı*yo*rum.


Güzel yarınlara hep birlikte, sevgili okuyucularım!

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK

albina58
10.06.2008, 11:00
Ağa birde yeri gelmişken araya sıkıştırayımda,emrivaki olsun.

Yaşar Nuri ÖZTÜRK'ün son kitabı,

ALLAH'I ALLAH İLE ALDATANLAR'dan bir kesit alsak.

Pusula_58
10.06.2008, 11:28
Ağa birde yeri gelmişken araya sıkıştırayımda,emrivaki olsun.

Yaşar Nuri ÖZTÜRK'ün son kitabı,

ALLAH'I ALLAH İLE ALDATANLAR'dan bir kesit alsak.

Bu kitabı bende duydum, en kısa zamanda edinip okuyacağım,
Keşke herkes Yaşar Nuri Öztürk gibi insanlara dini bilgi verebilse.Yaptığı açıklamalar anlaşılır bir dilde ve gerçekleri o kadar güzel ifade ediyorki, büyük bir zevkle dinliyor ve takip ediyorum.

abircan
10.06.2008, 12:01
Ağa birde yeri gelmişken araya sıkıştırayımda,emrivaki olsun.

Yaşar Nuri ÖZTÜRK'ün son kitabı,

ALLAH'I ALLAH İLE ALDATANLAR'dan bir kesit alsak.

o son darbe olacak bazı hokkabazlar için , biliyorum farkındayım bir iki yerde baktım bulamadım ama hakkında yazılmış bir iki yazı okudum içim alev alev yanıyor kitaba kavuşmak için, bacanak baldız internetteN Sipariş etmişler onlar alacak diye ben ısrarla arayıp almadım, ama geç kavuşulan sevgili hasreti gibi geç kavuşmak istiyorum o büyük esere
ALLAH İLE ALDATMAK
YAŞAR NURİ ÖZTÜR

albina daha önce burada yazdım o kitabı, kimseden tıss yokkk , yok zekeriye şuymuş yok yaşar nuri buymuş havalarında bazıları hala, adam yer yerinden oynatacak bazıları hala uyuyor, asıl islamda reform , atılım yenilenme adın a ne dersek diyelim yaşar nuri hocanın büyük katkısı olacak şimdiden, öyle diyanetin yaptığı gibi tiridine bandım göstermelik okuymayan yazmayan dünyadan haberi olmayan mahalle imamına eğitim vermeye benzemiyor bu iş, herkes bu kitabı okumalı onu biliyorum

abircan
10.06.2008, 12:06
Allah İle Aldatmak
29 Nisan 2008 Salı 17:00
Yaşar Nuri: "Türkiye'yi Allah ile aldatma zehrinin panzehiri İslam gerçegidir."
"Kur’an, “Allah ile aldatılmayın!” ihtarında bulunmasına rağmen Türk halkı, dinine olan derin saygısı yüzünden Allah ile aldatılıyor.

Allah ile aldatmanın rantından en büyük terör örgütleri bile yararlanıyor. PKK’nın başı, yandaşlarına şu talimatı veriyor:

”Peygamberler şehri Urfa’ya ilahiyat akademisi kurun!”.

Allah ile aldatmak; dini; çıkar, koltuk, baskı, egemenlik aracı yapan bir sanayi koludur. İşin esası bakımından ne dini vardır ne de imanı. Onun dini-imanı, Tanrısı, ibadeti hep çıkarı ve hesabıdır.

Allah ile aldatanlar dokunulmaz, eleştirilmez bir ‘tahakküm teolojisi’ oluşturmuşlardır. Türkiye’de bu teolojiyi egemen kılmak istiyorlar ve bunda büyük ölçüde başarılı olmuşlardır. Bu bir Haçlı-İngiliz siyasetidir. Atatürk bu şeytanî siyaseti, ta 1920’de Müslüman dünyaya tanıtıyor; İngilizlerin siyasetinin ‘İslam’ı İslam’la yok etme siyaseti’ olduğunu ilan ediyor. Allah ile aldatma zulmünün en ağırları kadın ve kadın hakları konusunda işlenmektedir. Türkiye’de bugün kadın, özellikle örtünme meselesinin istismarı aracılığıyla, Allah ile aldatan zümrelerin temel sömürü aracı olarak öne çıkarılmaktadır.

Türkiye’de sosyal devleti çöküşün eşiğine getiren sebeplerin başında Allah ile aldatanların yarattığı ‘sadaka kültürü’ ve bu kültürün yarattığı ‘sömürü merhametçiliği’ gelmektedir. AKP iktidarı bu yıkıcı sebebin saltanat dönemini temsil etmektedir. Allah ile aldatanlar, iane çadırlarıyla yetinecek bir toplum özlemektedirler.

BOP’un temel hedefi, Ortadoğu’da İsrail’den daha büyük devlet bırakmamaktır. Yaşadığımız günlerin ABD ve AB’sinde, Türkiye ile ilgili ilk hedef Türk Ordusu’nu etkisizleştirmek olarak dikkat çekiyor.

Laikliğe saldırıyı emperyalizmin Haçlı kurmayları kotarıyor. Müslümanlar burada sadece taşeronluk yapmaktadır.

Türkiye’yi Allah ile aldatma zehrinin panzehiri ancak İslam’ın gerçeği içinden çıkarılabilir."

herkesin okuması dileğiyle bu kitabı buraya yazıyorum

abircan
10.06.2008, 12:26
ATATÜRKTEN herkesin alacağı çok ders var , herkes yeniden ama yeniden keşfedecek, atatürk dinsiz değildi, atatürk yobaz hiç değildi, son osmanlı gericiliğinin , yaşadığı handikapların, geri kalmışlığının, herşeyin bürokrasiye bağlandığı , rüşvetin bile tarifesinin olduğu bir düzen halini almıştı, sözde hilafetin başı , islam dünyasının lideri idik ama ingiliz valilerinin komutasındaydık, bir nevi hindistan pakistan durumu 50 lere kadarki, o atatürk, dini en temiz ellere en saf haliyle aracısız ulaştırmak için çalışmış, eserler hazırlatmış bir insan, ama bizim amerikan uşakları onun dinsizliğini, alkolikliğini,zürriyetsizliğin i komadılar dinin kökünü kazıdığını 80 yıldır anlata anlata bitiremediler atatürkü, osmanlı bitmişti, paramparça idi, tefecilerin oyuncağı olmuştu, islam coğrafyası yerlerde sürünüyordu, atatürk bu iklimi değiştiren eşi benzeri olmayan dahada zor gelecek bir liderdi , emperyallerin salyalarını yalatı onlara , ve halada onun yaktığı ateşle orta doğu ve islam hakimiyeti olan asya afrika atatürkün ışığıyla bu haçlı sürüsüne karşı koyuyor, onlar biliyorlarki atatürkü kazırlarsa buradan artık tüm emellerine ulaşacakalar, ama çok şükürkü bunun farında olan milyonlarca atatürk genci var artık bu coğrafyada, çinliler bile ilkokulda mustafa kemali öğretiyorlarsa bir bildikleri vardır heralde, bunun kıymetini bilelim, put atatürkçülüğüne, gardrop atatürkçülüğüne herkes gibi bende karşıyım, öyle bilimsellikten uzak, toplumsal gerçeklikten uzak afaki sosyolojik şekillendirmlere tariflere yüz vermeyelim artık, herşeyi yerli yerine oturtalım , kavramları kurumları vs ve önceliklede akıl sağlığımızı doğru düşünme yeteneğimizi, sağduyumuzu
sağlıcakla kalın

abircan
11.06.2008, 08:27
Okuyabilmek


Yapılan tespitlere göre en az okuyan milletler arasındayız.


Ne acı ne düşündürücü ne ürpertici bir gerçek!

Hangi noktadan sonra ve ne ölçüde Batılı olduğumuz tartışılabilir. Fakat başlangıçtan beri ve büyük ölçüde Doğulu olduğumuz tartışma üstü bir gerçektir. Doğulu ve Müslüman Doğuluyuz. Bunu geregince bilsek ve baştan beri iyi değerlendirebilseydik, Batı lokomotifine yük vagonu olmanın acıları içinde kıvranma yerine, Doğu vagonlarına lokomotif olabilirdik.

Ne yazık ki, olmadı.

Doğu toplumları; dini yanlış anlamayarak, din gerçeğini yozlaştırmayarak yürüdüklerinde yükselir ve mutlu olurlar. Çünkü Doğu insanı aşk ve gönül insanıdır. İç dünyası Iblis'e değil, Âdem'e dosttur. Üzerinde olduğumuz gerçek, özellikle Müslüman Doğu için bir matematik gerçek görünümü arz eder.

Müslüman dünya, din mirasının en mükemmel ve en son kaynağı Kur'an'ı, gereğince anladığı zamanlarda ilim, düşünce, estetik ve refahta bugün Batı ile arasında aleyhine belirginleşen tabloyu lehine belirginleştirmişti. İslam Doğu'nun başkenti Bağdat'ta Müslüman şehirliler çalar saatle uyanırken, Batılılar, yıkanmayı bilmiyor ve hayvanlar gibi topraktan kök söküp yiyorlardı.

Bugün Haçlı işgali altında bulunan Bağdat’a durum sadece bu da değildi. Batı’yı eski Yunan’la tanıştırıp rönesansın tohumlarını atan eski Yunan metinlerini Batılılara öğretenler, o günkü Müslüman başkenti Bağdad’da Müslüman yönetimince kurulan akademilerdeki edebiyat ve felsefecilerdi.

Daha sonra ne oldu? Tembellik, feragat ruhunun pörsümesi, Kur’an’ın egemen kılmak istediği aklı prangalayan tarikatların İslam dünyasını bir ahtapot gibi kuşatması Doğu'yu kucağına aldı ve dünün mutluluk, yükseliş, öncülük gibi değerlerin ilham kaynağı olan din; sancıların, kavgaların, yerinde saymaların ve zavallılıkların telafisi için kalkan yapılan bir istismar kurumu haline geldi.

Sebep; bize göre, Kur'an'ın ilk emri, ilk kelimesi yani, bir tür yapı hücresi olan “Oku” emrinin Müslüman'ın rüyalarını, dünyalarını, gönlünü, beynini ve günlük hayatını yönlendiren bir kutsal motor güç olmaktan çıkışıydı. Dünün; matematikten astronomiye, tıptan metafiziğe kadar bütün ilimlerinin kurucuları olan nesiller, başını çektikleri kervanın gerisinde kalmış, nal ve tezek toplamaya başlamışlardı.

Oku emrinin fitilini yaktığı ve parıltılarıın ufuklara yükselttiği yürüyüş aşkı sönmüştü.

21'inci yüzyıla girmiş bulunuyoruz. Otoritelere göre bu, sanayi toplumundan bilgi toplumuna giriş veya geçiş olarak değerlendiriliyor. Bunun bir anlamı da, bilginin yaygınlaştırılması olacaktır. O halde, önümüzdeki yıllar eğitimin, üniversitenin ön plana çıkması, insanın mutluluğu yolunda kültürel tatminin yeniden değerler listesinin başına oturması yılları olacaktır.

Kitap, yeniden en yüce değer olacaktır.

Bunun, daha kısa bir cümle ile ifadesi şudur, sevgili okuyucularım: "Oku" emri, yeniden öncelik kazanıyor.

Kur'an bağlıları için bu, hem bir bahtiyarlığın hem de bir ürperiş ve üzüntünün habercisidir. Bir bahtiyarlığın habercisidir; çünkü Tanrısal kitabın ilk emri çağın öne çıkan değeri olarak belirginleşmiştir. Bu olgu, bir ürperişin de habercisidir; çünkü bu, "Oku" emriyle bağlantısı asgariye inmiş bir İslam dünyasının kendi değerler kaynağına ne denli ters düştüğünün acı bir belgelenişidir...

Kur'an'la beyin ve gönül dostluğu olanlar bilirler ki, "Oku" emri, gazete okumaktan, göklerin sırrını okumaya kadar bütün bir ilim-fikir-hikmet-estetik dünyasını kaplar. Başka bir deyimle,"Oku" emriyle bize, insan, evren, vahiy kitaplarının okunması, yorumlanması, değerlendirilmesi, eşya ve olayların, tüm varlığın didik didik edilmesi görevi yüklenmiştir.

İslam-Doğu, artık öğrenmiş olmalı ki, zaman ona, bağlı olduğu Kitab'ın ölümsüz tespitlerinin, yaşanan bütün devirlerin üstünde ve önünde gittiğini göstermiştir. Öğrenmiş olmalı ki, "ilim Çin'de de olsa gidip alınız" diyen Peygamber’in buyruğuna ters düşerek, evinin içine, elinin altına girmiş ilimleri bile değerlendirememenin faturasını ödemek çok ağır istiraplara mâl olmaktadır. Amerikalı yazar Henry Clausen'in, esası bakımından Kur’an kaynaklı olan şu sözünün ölümsüzlügü, zaman tarafından bir kez daha doğrulanmıştır:

“Öğrenmek pahalıdır; ama cehalet çok daha pahalıdır.”

İnsanin üstünlüğü, onuru evrensel olduğu için, onun cehalete yenik düşmesinin doğuracağı musibetler ve felaketler de evrensel olacaktır. Çünkü insanın onurunun da gücünün de zeminini bilgi oluşturuyor. Büyük Sokrat'ın büyük sözlerinden biri de, onun, "Bilen insanın bilgisiz insana üstünlüğü neye benzer?" sorusuna verdiği şu muhteşem cevaptır:

“Bilgi sahibi insanin cahil insana üstünlüğü, diri insanın ölü insana üstünlüğü kadardır.”

İslam Doğu'nun insan, hayat ve evrene bakışını mutlu ve bereketli sonuçlara kaynaklık edecek duruma getirmenin yolu, ilkeleri, adresleri, kodları Kur'an'da verilmiştir. Bu kodları yakalamak için Kur’an’ı Kur’an’ın istediği gibi okumak lazımdır. Yani tedebbür (derin derin düşünmek) suretiyle okumak lazımdır. Yani herkesin kendi dilinde anlayarak okuması lazımdır.

Arap alfabesinin harflerini iyi telaffuz etme hüneri kazanmayı Kur’an okumak sanma gafletinin aşılması lazımdır.

Bütün bunların gerçekleşmesi için de Kur’an üzerindeki Arapçı hurafe tasallutuyla, Washingtoncu, Brükselci işbirliği tasallutunun kaldırılması kaçınılmazdır.


YAŞAR NURİ ÖZTÜRK

dark_yamtar58
11.06.2008, 09:50
10 HAZİRAN 2008



Atatürk'ü sevmez, Humeyni'yi sever


Dün gece Teke Tek programında yaşadığım şoklar, giderek yaşlanan kalbime ağır gelmiş olacak ki, sabaha kadar uyuyamadım.
Maksadım üniversitede türban meselesini, üniversitede okuyan kızlarla konuşmak, tartışmaktı.
Konuklarımdan ikisi türbanlı, ikisi ise başı açık kızlardı.
Başı açıkların biri kendini liberal, diğeri ise Kemalist olarak tanımlıyordu.
Her dört kız da kendi görüşleriyle paralel derneklerde çalışıyorlardı.
Ve emin olun ki, şimdiye kadar yaptığım hiç bir Teke Tek programı beni bu kadar şok etmemişti.
1999'dan bu yana türban eylemcisi olan Nuray, inanç özgürlüğü kapsamında türbanla eğitim hakkını savunurken, bunun eğitimle sınırlı olmayacağını, kamuda çalışmak dahil her türlü hakkı kapsaması gerektiğini söyledi.
Bu alıştığımız bir durumdu.
Türbanlı aktivistlerin tamamı bu söyleme sıkı sıkıya sarılıyordu.
Yani AKP'nin Anayasa'da yaptığı ama iptal edilen değişiklik zaten onları kesmeyecekti. Bu biliniyordu.
Ancak Nuray konuyu bambaşka taleplere taşıdı.
Nuray'a "İnanç gereği diye yasama tarafından oluşturulmuş hukuku beğenmeme ve kendi inançlarınıza göre yargılanma talebinizin ortaya çıkmayacağını ve yarın öbür gün Müslümanların kadı mahkemesinde yargılanmasını istemeyeceğinizi kim garanti edebilir?"
diye sordum.
Çok samimi yanıt verdi.
"Kimse garanti edemez. Hatta isteriz de. Niye insan kendi inandığı hukukla yönetilmesin"
Şok olmuştum.
"Bu çok hukukluluk anlamına gelir. Bir demokraside böyle bir şey nasıl olacak?" diye sordum.
"Niye olmasın" dedi.
Daha sonra değir türbanlı kız Kevser'e bir soru yönelttim.
"İran'daki baskı rejiminin İslam'a örnek olamayacağını söylüyorsun ama facebook'daki sayfanda Humenyi resimleri varmış"
dedim.
"Evet var. Humeyni'yi çok severim" dedi
"İran'daki rejimi kuran o değil mi?" dedim.
"Onun kurduğu rejimi bozdular" dedi.
"Peki Humeyni'yi çok seviyorsun. Atatürk'ü de sever misin?" diye sordum.
"Asker olarak çok başarılıymış" dedi.
Askerlik vurgusu dikkatimi çekti.
Tam bir Milli Görüş çizgisiydi.
Sonra dönüp aynı soruyu diğer türbanlı konuğum Nuray'a yönelttim.
Humeyni'yi o da çok seviyordu.
"Peki Atatürk'ü seviyor musun?" diye ona da sordum.
Önce biraz şaşırdı. Ne diyeceğini bilemedi.
Sonra "Acaba düşündüğümü söylersem suç olur mu?" dedi ve yine büyük bir samimiyetle "Hayır Atatürk'ü hiç sevmem" dedi.
"Niye?" dedim.
"85 yıldır çektiğimiz çilelerin müsebbibi o da ondan" dedi.
"İyi de sevmediğin o adam Türkiye'yi İngiliz, Fransız, Yunan işgalinden kurtardı. Onun sayesinde bağımsız bir ulus olduk. O olmasa idi bugün burada yabancı bir ülkenin mandası altında olabilirdik. Sömürge olurduk" dedim.
Ama Nuray kararlıydı.
"Kurtuluş savaşını Atatürk değil, inançlı Müslümanlar başlattı. Maraş'ta bir kadının türbanına el uzatılmasıyla kurtuluş savaşı başladı. Atatürk'le ilgisi yok" dedi.
"Atatürk bu savaşı organize etmeseydi, Maraş'ta veya başka bir yerdeki bu gibi tepkiler ezilip yok edilirdi" dedi.
Ona da yanıtı vardı.
"Belki de daha iyi olurdu. Belki yabancı manda altında inançlarımız daha iyi yaşayabilirdik. Daha özgür olabilirdik"
dedi.
Değerli okurlar.
İşte Türkiye Cumhuriyeti'nin karşı karşıya olduğu durum bu.
İstenen bu.
Bugün söylenmese de talep edilecek olan bu.
Anayasa Mahkemesi kararına karşı gösterilen tepkinin nedeni bu.
Türkiye Cumhuriyeti'nden alınmak istenen rövanş bu.
Bunun kılıfı özgürlük.
Bunun kılıfı demokrasi.
Bunun kılıfı liberalizm.
Yerse.
Yemezse zorla.
Öyle diyorlar.





Dark_Yamtar58...( Yorumsuz )

abircan
11.06.2008, 11:12
gitseler acaba o kızlar çok özledikleri iran rejimini, 3 gün yaşarlarmı acaba orada

abircan
11.06.2008, 11:14
Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr

Domates


Rusya "ilaçlı bunlar, yenmez" diyerek, bizim domatesleri geri gönderiyor; Başbakan hálá, "istikametimiz millettir" falan diyor.

Sadece domates de değil...

Patlıcan, limon, patates, kiraz, üzüm.

Hiçbirini almıyor adam.

"Hayvana bile yedirilmez" diyor.

*

Rus’a kakalayamayınca, normalde imha edilmesi gereken sebze-meyvenin istikameti neresi oluyor?

Millet.

*

"İstikamet" dedim, aklıma geldi...

İstikameti AKP olan gazeteler var.

İnsanoğlunun Mars’a Tayyip Erdoğan sayesinde gittiğini öne sürüp, Portekiz yenilgisini Başsavcı’ya bağlarlar!

Aynı Tayyip Erdoğan’ın kankası rüşvetten mahkûm olur, yazmazlar.

Dün baktım tek tek...

Türban hepsinde manşet.

Domatesi hiçbiri yazmamış.

Belli ki, işin ucu iktidara dokunur diye, suya sabuna dokunmamışlar.

*

Zannedersin domates laiktir...

*

Halbuki, kanser bu.

Türbanlı-türbansız ayırmıyor.

İmam değil, istersen müftü ol...

Kamyon kasasında uzayan salatalıktan yedin mi, ayvayı yiyorsun.

*

Çok önemlidir bu konu.

Hayatidir.

Çünkü unutmamak lazım...

Birbirimize düşman olmak için bile önce yaşamamız gerekiyor!

Hepimiz ölürsek manası yok.

abircan
11.06.2008, 16:15
Bekir COŞKUN
bcoskun@hurriyet.com.tr

Zor günler...


YİNE zor günler.

Şimdi de Anayasa Mahkemesi’ne kızdılar.

Niçin?..

Çünkü "Artık Cumhurbaşkanı da bizden" demelerinden ve laikliğe ilk darbeyi vurmaya kalkmalarından hemen sonra, Anayasa Mahkemesi önlerine çıkıverdi.

Ve kızdılar...

*

Anayasa Mahkemesi’nin ilk görevi; TBMM kararlarının Anayasa’ya uygunluğunu denetlemektir.

Üzerine "namus ve şerefleri" üzerine yemin ettikleri Anayasa’da böyle yazıyor.

Açıp bakın; madde 148...

Kıvırıp "Mahkeme ancak şekil yönünden bakar" tezi ise doğru değil:

Anayasa’nın "teklif dahi edilemez" hükmüne karşı hile yaparak, değişikliğin içine "türban" sözcüğünü koymayıp... Ama içinde "türban" sözcüğü geçmeyen değişikliğin daha ilk günü "türban serbestisini" ilan etmek, size "şekli değiştirilmiş suç" gelmiyor mu?..

Söyleyin:

Anayasa’nın "değiştirilmesi teklif dahi edilemez" hükümlerini hileyle değiştirmeye kalkmaktan daha çok "şekilsizce" ne olabilir?..

*

Ve Anayasa Mahkemesi’ne kızdılar.

Anayasa Mahkemesi; üzerine namusları ve şerefleri üzerine yemin ettikleri Anayasa’da eskiden de vardı.

Tam altı sene batmadı da...

Durup dururken Anayasa Mahkemesi kararlarının "askılı veto" ile askıya alınmasını da (sanki palto bu) öneriyorlar... "Redd-i hákim" yapmayı da... Yargıçlarımız sanki düşmanmış gibi "savaş" ilan etmeyi de...

Çünkü; Anayasa Mahkemesi’nin hukukçu, onurlu, şerefli ve yürekli üyeleri, laik cumhuriyete karşı oyunlarını bozdu.

Ondan...

*

Elbette hedefleri Mustafa Kemal’in cumhuriyeti.

Bunu bilmeyen var mı?

Önlerine çıkan herkese, amaçlarına engel olan her şeye kızıyorlar. Tehdit ediyorlar, yok etmeye çalışıyorlar... Saldırıyorlar...

Bu günler...

Zor günler...

abircan
11.06.2008, 16:18
Özdemir İNCE


Bir fotoğraf üzerine fikir idmanı


22 Mayıs 2008 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin birinci sayfasında yayınlanan bir fotoğraf ve altında bir yazı: "Kol kola gezdiler."

Başlığın altında da bir açıklama:
"Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile eşi Hayrünnisa Gül, Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer ve eşi Margit Fischer’i Kayseri’de ağırladı. Gül ve Fischer çifti, kentin tarihi yerlerini kol kola gezdi."

YABANCI ERKEK

"Kol kola gezmiş de ne olmuş, ne var bunda?" diye sorabilirsiniz.

Çünkü cumhurbaşkanları kendi aralarında, eşleri de kendi aralarında kol kola gezebilirler.

Ya da Bayan Gül sağ başta durur, onun sol koluna eşi Cumhurbaşkanı Gül gidebilir; Avusturya Cumhurbaşkanı da sağ koluyla Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın sol koluna, sol koluyla da eşinin sağ koluna girebilir.

Ancak durum böyle değil:
Sağ başta Cumhurbaşkanı Gül duruyor, onun yanında eşi Hayrünnisa Hanım; Avusturya Cumhurbaşkanı Herr Fischer sağ koluyla Bayan Gül’ün, sol koluyla da kendi eşinin koluna girmiş.

Dindar bir Müslüman olan, başı türbanlı, uzun etekli Bayan Gül’ün koluna bir yabancı erkek, hem de gayrimüslim biri girebilir mi?

Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasası’na ve yasalarına göre, özellikle de Medeni Kanun’a göre bu davranışta herhangi bir sakınca yok.

Bu nedenle fotoğraftaki görüntüyü eleştirmek münafıklık olur.

Ama durum başka, türban dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava eden ve gene türban yüzünden ülkenin huzurunu kaçıran bir çift söz konusu.

Bu nedenle, durumu, genç ve derin bir ilahiyatçı dostumun bilgisine sunup yardım istedim. Gönderdiği açıklamayı bilgi ve ilginize sunuyorum:

İSLAM’DA HARAM

İslam fıkhına göre, Hanefilerde, eğer kadın genç, güzel ve çekici ise bir yabancı erkeğin ona dokunması haramdır.

İslam fıkhında ve Hanefi mezhebine göre, erkek yabancı bir kadının eline ve yüzüne belli şartlarda bakabilir ama dokunması caiz değildir.

Buna göre, kadınla musafaha (tokalaşma) haramdır.

Bu konudaki rivayetlerin hemen hemen hepsi ve sahih olanları Peygamber’in kadınlarla tokalaşmadığını söyler.

Tokalaşmayla ilgili Ümmi Atiye’ye dayanan ünlü bir rivayet de şudur:
"Resulullah Medine’ye gelince Ensar kadınlarını bir evde topladı. Sonra Ömer’i bize gönderdi, Ömer gelip bize selam verdi.

O evin dışından elini uzattı, biz de içinden uzattık.

O da ’Allah’ım şahid ol’ dedi (Taberi ve Kurtubi)." Görüleceği gibi burada musafaha değil, el uzatma vardır.

KİTAPTA YERİ YOK

Üniversite hocası ilahiyatçı dostum başka kaynaklar da gösteriyor ama bunların hiçbiri kola girmeyle ilgili değil.

Demek ki eskiden kadın-erkek kola girme diye bir gelenek yokmuş.

Bu nedenle kaynakta ve gelenekte bu konuda bir açıklama yok.

Sanırım bu nedenle olacak (!), İslamcı gazeteler ve yazıcıları bu hususa değinmediler; belki de "kara kaplı kitapta yeri yok!" diye görmezden geldiler.

Ben elbette fotoğrafta gördüklerimi eleştiriyor değilim, sadece bir fikir idmanı yaptım.

abircan
12.06.2008, 14:26
:mad:Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr

I love Humeyni!


"Humeyni’yi seviyorum.

Atatürk’ü sevmiyorum.

Maraş’ta Fransız askerleri Nene Hatun’un başörtüsüne uzandı. Sütçü İmam ilk ateşi açtı, böylelikle Kurtuluş Savaşı başladı. O dönemin sosyolojik yapısını incelerseniz, cephedeki insanlar hep Müslüman... Atatürk olmasaydı, İngilizler olsaydı, haklarım daha geniş olacaktı."

*

Böyle dedi.

*

"Türbanlı böyle dedi" demiyorum; çünkü bütün türbanlılar böyle düşünmediği gibi, böyle düşünen türbansızlar da var.

Demem şu...

*

Nene Hatun, Maraşlı değil.

Erzurumlu.

Savaştığı düşman, Fransız değil.

Rus.

Rus başörtüsüne saldırmadı.

Aziziye Tabyası’na saldırdı.

Milli mücadelenin mangal yürekli evladıdır ama, milli mücadelenin ilk kurşununu Sütçü İmam sıkmadı.

Hasan Tahsin sıktı.

Maraş’ta değil, İzmir’de.

Takvime bak.. Hasan Tahsin’in tetiğe basmasıyla, Sütçü İmam’ın tetiğe basması arasında 6 ay var...

Sütçü İmam, Fransız vurmadı.

Ermeni vurdu.

Maraş’ta düşmana ilk müdahaleyi yapan da, aslında Sütçü İmam değil.

Çakmakçı Sait.

Silahı yoktu.

Yumruğuyla saldırdı.

Şehit oldu.

Maraş’ı önce kim işgal etti?

Arkadaşın İngilteresi!

Kim sesini çıkarmadı?

Arkadaşın padişah efendisi!

Kim kurtardı?

Arkadaşa daha geniş haklar tanıyacak olan İngilizlerin gemisiyle kaçan padişah efendinin idam etmek için arattığı Atatürk!

*

O dönemin sosyolojik yapısını incelerseniz, cephedeki insanların hep Müslüman olmadığını da görürsünüz...

Bizzat Ordinaryüs Profesör Mazhar Osman’ın ağlayarak okuduğu "şehit listesi"ne göre, bu toprakları İngilizler işgal etmesin diye savaşan, can veren İstanbullu hekimler arasında, 140 Türk, 32 Ermeni, 25 Rum, 18 Yahudi var.

Ve, dikkatinizi çekerim, hepsine birden "şehit" demişler... Çünkü şehitlik kavramı, "o dönemin sosyolojik yapısı"na göre, dinle alakalı değil, yurtseverlikle alakalı.

*

Uzatmayayım.

Tehlike ne İran’dır, ne İngiltere...

Kara cehalettir.

abircan
12.06.2008, 15:39
Fatih Altaylı
Date: Wed, 11 Jun 2008 18:05:35 +0300



HAYRET YANİ GENÇ BİR İNSANIN BU KADAR FİKİRSİZ OLABİLMELERİNE VE NE SÖYLEDİKLERİNİ FARKINDA OLMAMALARINA ŞAŞIRIYORUM.





Dün gece Teke Tek programında yaşadığım şoklar, giderek
yaşlanan kalbime ağır gelmiş olacak ki, sabaha kadar uyuyamadım.
Maksadım üniversitede türban meselesini, üniversitede okuyan
kızlarla konuşmak, tartışmaktı.
Konuklarımdan ikisi türbanlı, ikisi ise başı açık kızlardı.
Başı açıkların biri kendini liberal, diğeri ise Kemalist olarak
tanımlıyordu.
Her dört kız da kendi görüşleriyle paralel derneklerde
çalışıyorlardı.
Ve emin olun ki, şimdiye kadar yaptığım hiç bir Teke Tek programı
beni bu kadar şok etmemişti.
1999'dan bu yana türban eylemcisi olan Nuray, inanç özgürlüğü
kapsamında türbanla eğitim hakkını savunurken, bunun eğitimle
sınırlı olmayacağını, kamuda çalışmak dahil her türlü hakkı
kapsaması gerektiğini söyledi.
Bu alıştığımız bir durumdu.
Türbanlı aktivistlerin tamamı bu söyleme sıkı sıkıya
sarılıyordu.
Yani AKP'nin Anayasa'da yaptığı ama iptal edilen değişiklik zaten
onları kesmeyecekti. Bu biliniyordu.
Ancak Nuray konuyu bambaşka taleplere taşıdı.
Nuray'a "İnanç gereği diye yasama tarafından oluşturulmuş hukuku
beğenmeme ve kendi inançlarınıza göre yargılanma talebinizin
ortaya çıkmayacağını ve yarın öbürgün Müslümanların kadı
mahkemesinde yargılanmasını istemeyeceğinizi kim garanti edebilir?"
diye sordum.
Çok samimi yanıt verdi.
"Kimse garanti edemez. Hatta isteriz de. Niye insan kendi inandığı
hukukla yönetilmesin"
Şok olmuştum.
"Bu çok hukukluluk anlamına gelir. Bir demokraside böyle bir şey
nasıl olacak?" diye sordum.
"Niye olmasın" dedi.
Daha sonra diğer türbanlı kız Kevser'e bir soru yönelttim.
"İran'daki baskı rejiminin İslam'a örnek olamayacağını
söylüyorsun ama facebook'daki sayfanda Humenyi resimleri varmış"
dedim.
"Evet var. Humeyni'yi çok severim" dedi
"İran'daki rejmi kuran o değil mi?" dedim.
"Onun kurduğu rejimi bozdular" dedi.
"Peki Humeyni'yi çok seviyorsun. Atatürk'ü de sever misin?" diye
sordum.
"Asker olarak çok başarılıymış" dedi.
Askerlik vurgusu dikkatimi çekti.
Tam bir Milli Görüş çizgisiydi.
Sonra dönüp aynı soruyu diğer türbanlı konuğum Nuray'a yönelttim.
Humeyni'yi o da çok seviyordu.
"Peki Atatürk'ü seviyor musun?" diye ona da sordum.
Önce biraz şaşırdı. Ne diyeceğini bilemedi.
Sonra "Acaba düşündüğümü söylersem suç olur mu?" dedi ve yine
büyük bir samimiyetle "Hayır Atatürk'ü hiç sevmem" dedi.
"Niye?" dedim.
"85 yıldır çektiğim çilelerin müsebbibi o da ondan" dedi.
"İyi de sevmediğin o adam Türkiye'yi İngiliz, Fransız, Yunan
işgalinden kurtardı. Onun sayesinde bağımsız bir ulus olduk. O
olmasa idi bugün burada yabancı bir ülkenin mandası altında
olabilirdik. Sömürge olurduk" dedim.
Ama Nuray kararlıydı.
"Kurtuluş savaşını Atatürk değil, inançlı Müslümanlar
başlattı. Maraş'ta bir kadının türbanına el uzatılmasıyla
kurtuluş savaşı başladı. Atatürk'le ilgisi yok" dedi.
"Atatürk bu savaşı organize etmeseydi, Maraş'ta veya başka bir
yerdeki bu gibi tepkiler ezilip yok edilirdi" dedi.
Ona da yanıtı vardı.
"Belki de daha iyi olurdu. Belki yabancı manda altında
inançlarımız daha iyi yaşayabilirdik. Daha özgür olabilirdik"
dedi.
Değerli okurlar.
İşte Türkiye Cumhuriyeti'nin karşı karşıya olduğu durum bu.
İstenen bu.
Bugün söylenmese de talep edilecek olan bu.
Anayasa Mahkemesi kararına karşı gösterilen tepkinin nedeni bu.
Türkiye Cumhuriyeti'nden alınmak istenen rövanş bu.
Bunun kılıfı özgürlük.
Bunun kılıfı demokrasi.
Bunun kılıfı liberalizm.
Yerse.
Yemezse zorla.
Öyle diyorlar.
NOT:Programda liberal görülerini ütopik bir dünyada dile gterin
konuğum, program sonunda türbanlı kızlarımızın telefonlarından
yaa tebrikleri kabul ederken çok mutlu görünüyordu.
NOT2: Bu programdan sonra Türkiye'yi bekleyen gelecekten gerçekten
çok korkmaya başladım. Başbakan'a kur yapan Hülya Avşar'ın bu
programı izlemiş olmasını çok isterdim.

Ne zaman adam oluruz?

Özgürlük istediğini söyleyenlerin gerçekte ne istediğini
anladığımız zaman

umit_koc
12.06.2008, 15:45
o pargramda kendi istedikleri gibi yorumladılar.
ama lafları çarpıtmışlar ve istedikleri şekilde anlanması için uğraşmışlar
amaçları baş örtülülerin dışlanmasıdır. ama biz bu tuzaga düşmeyecegiz.

burası türkiye isteyen istediği gibi dini inancını sergiler. isteyen kapanır isteyen kapanmaz. buna kimse karışamaz.

abircan
18.07.2008, 11:37
Yaşar Nuri Öztürk
ynozturk@hurriyet.com.tr

Aldatılmış hainler


Türk halkının en bol ve en kolay harcama yapma sebebi âhiret sebebidir.


Bu alan; Allah’ın, dinin, sevabın devreye sokulduğu alandır. Daha açıkçası, bu alan, Allah ile aldatmanın tüm hararetiyle işletildiği alandır.



Müslüman ülkelerde, özellikle Türkiye’de haram kazanç simsarları bugün en çok bu alanı kullanmaktadır. Bu alan, Türkiye’de çok büyük bir ‘aldatılmış hainler zümresi’ de yaratmıştır. ‘Aldatılmış hainler’ tâbiri, literatüre bizim kazandırdığımız bir tâbirdir. Sözlü olarak ilk kez, Hulki Cevizoğlu’nun sunduğu Cevizkabuğu programında, yazılı olarak da ilk kez ‘Allah ile Aldatmak’ kitabında kullandık ve açıkladık.

Aldatılmış hainler, hainliklerini okşayan söylemlerle aldatılanlardır. Yani onların aldatılması mazlum ve mağdurluklarından değil, hainlik damarlarının okşanması yüzündendir. Bakın nasıl:
‘Aldatılmış hainler’, paraları şöyle denerek çarpılanlardır:
“Paralarınızı bize verin, biz bu paralarla şirketler kurup servet ve sermayeyi Kemalist dinsizlerin elinden alacak, büyük servetler kazanarak size iki ayrı kazanç kapısı açacağız:
1. Laik Mustafa Kemal devletini yıkıp yerine şeraite dayalı Müslüman bir devlet kurarak size büyük sevaplar kazandıracağız,
2. Kazandığımız kârlardan size pay çıkararak, paralarınıza faizsiz-helal kazanç sağlayacağız. Böylece, bir taşla iki kuş vurmuş olacaksınız: Hem dünyanız ihya olacak hem âhiretiniz.”
İşte, Allah ile aldatmanın hain ve alçak tezgâhı böyle işletildi. Ve ‘aldatılmış hainler’ böyle uyutulup soyuldu. Soygunun sadece Avrupa’daki Müslümanlardan götürdüğü para, elli milyar Avro civarında. Deniz Feneri Soygunu denen ve Alman hükûmeti tarafından takibe alınan vurgun buna dahil değildir ve o vurgunun rakamının da birkaç milyar Avro civarında olduğu söylenmektedir.
Türkiye içi Mercümek, Yimpaş, Kombassan, İhlas gibi ‘Allah ile aldatarak soyan holdingler’in götürdükleri paranın rakamı, yukarıda verdiklerimizin üstünde bir rakamdır.
Bu vurgunlar, elbette ki birçok masum, temiz, gerçek dindar insanı mağdur etmiş, ocağını söndürmüştür ama soyulanların büyük bir kısmının ‘Aldatılmış hain’ sınıfına girdiğini çok iyi bilmekteyiz.
Birçok masumu yaktılar ama birçok hain de cezasını buldu. Başka bir deyişle, aldatan hainlerle aldatılmış hainler belalarını birbirinden buldu.
Türkiye’ye bakın, son yıllarda milyar Avroluk ve Dolarlık vurgun ve soygunların hemen tamamı, Allah ile aldatma tezgâhı işletilerek gerçekleştirilmiştir. Bu alan, riski en az olan alan, bu alan harcaması hiç olmayan alan, ama bu alan en vicdansız ve en zalim alan…
Burada görülmesi ve ibretle değerlendirilmesi gereken gerçek şudur:
Âhiret sebebiyle harcama yapmak veya yaptırmak için nasihat yeterli olmaktadır. Musibete asla gerek yoktur. Tam aksine, Türk halkının musibetle yüz yüze gelmesinin temel sebeplerinden biri de âhiret diye aldatılarak yaptığı harcamalardır. Bu bakımdan, Türk halkını soymanın en rahat, en keyifli ama insanlık için en zararlı, en namer şekli âhiret gerekçesini kullanmaktır. Yani Allah ile aldatmak.


Bu aldatma alanının nasıl işlediğini anlamak için bizim ‘Allah ile Aldatmak’ kitabımızın okunması lazımdır. Bu konuda o kitabın yerine konacak başka bir şey yoktur. Ancak biz, o kitabın iki satırlık bir özetini size verebiliriz. Bu özet, ‘Allah ile aldatılmayın’ emrini veren Kur’an-ı Kerim’in şu ayetidir:



“Ey iman sahipleri! Şu bir gerçek ki, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla tıkabasa yerler ve Allah'ın yolundan geri çevirirler.” (Tevbe Suresi, 34)

Yani Allah ile aldatarak soyanların başında dini temsil ettiğini söyleyenlerle din söylemi kullananlar vardır. Ve bunlar, “Sizi Allah’a götüreceğiz” diyerek soyarlar ama sonuç Allah’tan uzaklaştırma ve uzaklaşma olur.
Bir uyarı, bundan daha veciz ve etkili biçimde nasıl yapılır!
EMEVÎ OYUNUNA DİKKAT!
Türk halkını aldatan dinci vurguncuların adları bu ayette elbette geçmiyor. Bazıları buna dayanarak, “Bu ayet bizim için değil, Yahudi ve Hıristiyan din adamları için inmiştir; bizi bağlamaz.” diyebilirler. Nitekim, onların fikir ve ruh babası olan Emevî Kralı Muaviye böyle bir iddiada bulunmuştur. Hem de sahabe neslinin karşısında. Bugünkü Allah ile aldatma soyguncuları bu iddiayı haydi haydi ileri süreceklerdir. Nitekim, bu Muaviye hezeyanı iddiayı zaman zaman telaffuz ettiklerini bilmekteyiz.
Evet, ayet onlardan asırlar önce indi ve peygamberlik bittiği için yeni bir ayet de gelmeyecek. Ama ayetin dikkat çekmek istediği hikmet, ruh ortada.
Ayetin iniş sebebinin rahipler ve hahamlar olduğunu ileri sürerek bu ayetin Allah ile aldatma tezgâhına vurduğu darbeden kendilerini korumak istiyorlar. Oysaki bizim için önemli olan, ayetteki temel gerekçedir. Tefsir terimini kullanırsak, bizim için önemli olan ‘illet’dir. İllet, Allah ile aldatarak soymak veya soyulmaktır. Bu nerede varsa ayet orada geçerlidir. Her halde, Cenabı Hak, Kur’an’da, ‘Müslümanım’ diyerek soyanları istisna etmemiştir.
İşin teknik-dinsel yanına gelince, orada söylenecek olan da şudur:
Ayetin hükmü geneldir. Çünkü tefsir ilminin temel kurallarından birine göre, “Bir ayetin iniş sebebinin özel oluşu, ondaki anlam ve mesajın genelliğine engel değildir.”
Özgün ifadesiyle, “Sebebin hususiyeti nassın umûmiyetine mâni değildir.”
O halde, iman edenlere hitapla başlayan bu ayette altı çizilen gerçekten hepimizin ders alması gerekir. “Allah ile aldatarak soyanların Haçlı, zünnarlı olanlarını eleştiririz ama sarıklı-takkeli olanlarına dokunamayız” yolunda bir savunma veya mazereti Kur’an’a dayandırmaya kalkmak ayrı bir imansızlıktır.
Böyle bir gerekçe, İslam ve iman adına ileri sürülemez. Sürülürse buna din değil, ‘din perdesi altında dinsizlik’ denir. Böyle bir iddia sadece şeytanın işine yarar, Müslümanın değil.

madımak_58
18.07.2008, 11:41
süper bir yazı olmuş.sizinde yüreğinize sağlık can...

abircan
18.07.2008, 11:46
süper bir yazı olmuş.sizinde yüreğinize sağlık can...

SENDE SAĞOL CAN, BİRCAN DEMEK İSTEDİN GALİBA :)
YAZAN BEN DEĞİL İLAHİYAT PROFÖSÖRÜ YAŞAR NURİ ÖZTÜRK HOCA
İSLAMIN AYDINLIK YÜZÜ BENCE ANLAYANA TABİ

madımak_58
18.07.2008, 12:07
SENDE SAĞOL CAN, BİRCAN DEMEK İSTEDİN GALİBA :)
YAZAN BEN DEĞİL İLAHİYAT PROFÖSÖRÜ YAŞAR NURİ ÖZTÜRK HOCA
İSLAMIN AYDINLIK YÜZÜ BENCE ANLAYANA TABİ

:) kısaltma yaptık arkadaşım,istemiyorsan bi daha yapmayız :)

Yaşar Nuri Öztürk'ü tek geçerim.her konuşmasında bir anlam var...

madımakta yanan
18.07.2008, 15:27
Paylaşım için saol can yüregine saglık

Alibaba58
18.07.2008, 15:35
Abircan abiye çok teşekkürler herzaman yerinde konulara değiniyor. Yanındayız seni destekliyoruz. :)

MELTEM YK
12.08.2008, 15:38
paylaşımın için sağol güzel yazmış

abircan
07.10.2008, 15:01
Bekir COŞKUN
bcoskun@hurriyet.com.tr

Bize ağlamak düşer...


TASALANMAYIN birazdan geçecek.

Gazetelerdeki "Yüreklere ateş düştü" manşetleri unutulacak, televizyondakiler "gazoz kapaklarını" konuşmaya dönecekler, siyasetçiler içlerinden "işte unutuldu gitti" diyerek ve sırıtarak dolanacaklar, Genelkurmay yine Kuzey Irak’a kaç sorti yaptıklarını açıklayacak.

Sizler unutacaksınız...

Ben unutacağım...

Sadece orada bir yığma evde, bir gelin gizli gizli ağlayacak, bir anne sabahlara kadar acı çekecek ve bir çocuk okulda "Bu şehit çocuğudur" diye başının okşanmasını boşu boşuna bekleyecek.

*

Niçin?..

Çünkü kimliğini yitirmiş toplumlar böyle yaparlar.

O şanlı-şerefli savaşları bile inkár eden, bir ulusun şahlanışını dahi küçümseyen... Kutsal savaşının yiğit komutanı Mustafa’sına küfredenleri başına taç yapan... İslam áleminin son asırlarda kazandığı tek şanlı zaferin kurduğu cumhuriyetini tekmeleyen halklar...

İşte böyle olurlar...

Silik...

Ezik...

Çaresiz...

*

PKK Kuzey Irak’ta, Genelkurmay’ın yaptığı açıklamaya göre asıl saldırı oradan yapıldı.

Kuzey Irak ABD’nin, Kuzey Irak ordusu ABD’nin, cumhurbaşkanları ABD’nin, başbakanları ABD’nin, hükümetleri ABD’nin, bize verilen istihbarat ABD’nin, kurşun atacaksak o yana izin ABD’nin...

ABD; bu utanmadan şehit cenazelerine gidenlerin strateji ortağı.

Yapıştıkları kuyruk...

Sıkıysa Türkiye’yi yönetenler, ağızlarını açıp birkaç laf dahi etseler ya ABD’ye...

Ne gezer?..

Çünkü; koşup koşup yaladıkları yer ABD’nin...

*

O zaman bize ağlamak düşer.

Ve unutmak...

Yolunu kaybetmiş milletlerin yazgısıdır bu...

Kaybettiği değerlerden, unuttuğu tarihinden, büyük kahramanlarına ihanetlerinden, varlık nedenlerine vefasızlıklarından sonra, geriye bu kalır:

Ağlamak ve unutmak...

LaEdri
07.10.2008, 21:12
Maalesef acı gerçek bu.Yıllarca hep böyle oldu hangi parti hangi iktidar geldiyse hep birilerinin eline bakar olduk.Yazık gerçekten!

abircan
09.10.2008, 17:03
Fotoğraftaki şüphe
08 Ekim 2008 09:14
Milliyet

Fotoğraflarına bakıyorum. Bu kaçıncı bakışım acaba? Daha önceleri bu kadar genç değillerdi sanki. Giderek gençleşiyor vesikalıkları. Yaşlanan benim elbette. O yüzden gençleşiyor ölü çocukların vesikalıkları.
Eskiden aynı yaşlarda olurduk, şimdi kardeşimden bile küçükler. Ben büyüdüm, onlar öldüler. Hiçbirinin adı dizilerde yeni ünlü olmuş bir jön kadar bile bilinmiyor ama bazı evlerin havasız salonlarında onların vesikalıkları kahraman yakışıklı olarak hâlâ gülümsüyor.
Ne eşlerinin ne de kızlarının isimlerini dün çıkmış şarkıcılar kadar bile bilmiyoruz. Onların isimleri şehit ailesi aylığı listelerinde birikiyor. Bizim kandan ülkemiz böyle böyle, öğüte öğüte ülke oluyor. Burası bir kan ülke, fotoğrafçılarda hep birazdan ölecek çocukların vesikalıkları çekiliyor. 18'ine gelen çocuklar bu ülkede tarayıp saçlarını, en yakışıklı bakışlarını takıp gözlerine, son fotoğraflarını çektirmek için şipşakçılara koşuyor.

9.5 saat
Başını gazeteden kaldırıyor erkekler. Bu ülkenin her yerinde yaslı bir sessizlikle gazetelerden başlarını kaldıran erkekler birbirlerine şunu soruyor:
'9.5 saat! Nasıl olur da kimsenin haberi olmaz!'
Soru işaretsiz sorular bunlar. Kan damlası sesi kadar bir ses çıkıyor ünlemlerinden. Değil mi ki bu memlekette bütün erkekler askerlik yapıyor, değil mi ki herkes askeri metalin ürpertisini tıraşlı ensesinde hissetmiş, neyin ne olduğunu biliyorlar. Herkes birbirine soruyor:

'Cep telefonu da mı yoktu?'
Birbirlerine hepimizin paralarıyla alınan silahları, elektronik haberleşme cihazlarını anlatıyorlar. Kendilerini artık 'Bu vatan için kurşun yiyen de atan da...' zırvalarına inandırmadan önce soruyorlar. Bu mırıltı, kutsal askerlik duvarında bir çatlak açıyor.
Ölü çocukların ne zamandır bizi açmaya, derinleştirmeye çağırdıkları bir çatlak o. Hepsi ölüm anındaki korkuları yüzlerinde donmuş olarak bu savaşı bitirecek şüpheyi duymasını bekliyorlar kalabalıkların.
Vesikalıkları sararırken evlerin duvarlarında. En sevdikleri bile unutmak zorunda kalıyor yokluklarını ve bayraklarla sokaklara çıkanların ölümlerini gürültüye getirmesini istemiyorlar. Onlar hesap sorulsun istiyorlar.

Cephane çocuklar
Hepsi ölürken korktu ve hepsi ölüm anında sorsan bu savaşın bir kişi daha ölmeden bitmesini isterdi. Ne generaller ne kutsal Türk ordusu, ne Allahallahallah ne Müslüman Türk gencinin cennetteki şehitlik mertebesi; hepsi biraz daha yaşamak, çocuklarını görmek, genç kadınlarının belini sarmak isterdi.
Yüzleri yaslı duvarlarda eskiyen o çocuklar bu ülkenin bitmez tükenmez, hesabı sorulmaz, sonu gelmez cephanesi değildi. 'Analar scorsky doğurmuyor' değil mi komutanım? 'Askerlik yan gelip yatma yeri değil' değil mi ey Başbakan? Ah! Bilsen ikbal sahibi olmayan evlerde erkek doğuran kadınların rahimleri ölü çocukların vesikalıklarını görünce nasıl bir acıyla geriliyor! Biliyorlar; bu çocuklar kendilerini yaşasalardı aç bırakacak bir ülke için ölüyorlar.

Sorun!
Delirmiş, korkudan delirmiş erkekler çoğalıyor her gün. Savaştan dönenler, öldürmekten ve ölüm korkusundan dönenler yapayalnız evlerine dönüyor. Onlar 'kurtulanlardan' sayılıyor. 'Hadi bakalım geçti bitti' deniyor onlara. Onlara sorun. Yalnızken sorun, numara yapmak zorunda kalmayacakları zaman sorun. Anlatsınlar size savaşın ne olduğunu. Kimse sormuyor onlara.
Askerlikten soğumamak için değil, yaşamaktan soğumamak için, korkmamak için, şüphe etmemek için sormuyorlar.
O vesikalıklar oysa, ne gürültülü bir yas bekliyor bizden ne yeni ölüler için yemin etmemizi. Bir tek şey bekliyorlar. Hesap sormamızı. Bu hesabı kendilerine benzeyen Kürt çocuklardan değil, askeri ve sivil iktidardan sormamızı bekliyorlar. Giderek gençleşiyor fotoğrafları.
ECE TEMELKURAN - MİLLİYET

abircan
11.10.2008, 00:45
9 Ekim 2008
Yaşar Nuri Öztürk ynozturk@hurriyet.com.tr

Siyaset, ama nasıl?

Türkiye, hain terörün pusularıyla şehit düşen önce 17, ardından da 5 evladının arkasından gözyaşı döküyor. Yürekler yanıyor, ocaklar sönüyor. Ve “Mekânları cennet olsun!” diyerek ıslak gözlerimizi silmenin ötesinde bir şey yapamıyoruz.


Türkiye gerekli tepkiyi vaktinde, gerekli eylemi de yeterince koyamayan bir ülke oldu.



Devletin adı, tarihi, gelenekleri büyük ama subaşlarında, bu ülkeyi taşıyacak devlet adamları olmadığı için isim ve tarih derde deva olmuyor.



Türkiye, siyasete girmeyen bilim ve fikir adamlarının yazıp çizdikleriyle düzlüğe çıkamaz.



Türkiye, sadece sağduyulu bir kitleye sahip olmakla da kurtulamaz. Sağduyulu kitle, siyaset yoluyla ülkenin kaderine yön verme yeterliliğinde olanların siyasete girmeleri halinde bir anlam ifade eder. Bunun içindir ki, sağduyulu halk yanında, bilinç üreten bilim ve fikir insanlarının, aydınların siyasete katılmaları gerekiyor.



Türkiye'de sessiz ve derinden, ama çok bilinçli ve kararlı bir 'Cumhuriyeti ve bağımsızlığı tahrip hareketi' yürütülmektedir. Siyaset dinciliği bu hareketin temel aracı ve öncü kuvveti halinde, Çanakkale'de ve Kurtuluş Savaşı'nda yenik düşen İslam düşmanları tarafından kullanılmaktadır.



Dine kayıtsız kalmayı ve meydanı dinci talana bırakmayı laiklik sanan solcu ve sözde laik aymazlık ise bu karşı devrime hayal bile edemeyeceği bir güç kazandırmaktadır.



Türkiye, hıyanetle gafletin esrarlı beraberliğiyle eritilmekte, çürütülmekte, bitirilmektedir.



Bu namert süreci, tarihin ve Tanrı'nın önünde etkisiz kılmak için, bir büyük siyasal seferberliğe muhtacız. Bu, basit bir particilik olmayacaktır. Bir büyük iman ve dava hamlesi olacaktır. Bir büyük halk seferberliği olacaktır.



Her şeyi birilerinden, özellikle 'rap rap' seslerinden beklemeye alışmış kitlelerin artık acıyı ta iliklerinde duymaları ve can havliyle işe el koymaları gerekiyor.



Türkiye bir namus kavgasının içine itildiğinin artık farkına varmalıdır. Kavga, üç zeytin bir yumurta kavgası değildir; kavga ar-namus, şeref-haysiyet kavgasıdır.



Bu kavgayı tanımlamada en etkili ifadeleri yine halkımızdan dinlemekteyim. Bir Anadolu çocuğu durumu şöyle dile getiriyor:



"Türkiye artık ana-avrat kavgası verilecek bir bâdirenin içine itilmiş bulunmaktadır."



Bu ülkeyi sevenlerin, bu ülkenin yarınları ile evlatlarının yarınlarını birlikte düşünenlerin, gelinen noktayı, acının derinliğini artık kavramaları gerekir.



Bugünkü Türkiye'de siyaset işte, bu bilinç ve bu ıstırapla yapılmalıdır. Siyaset, eğer böyle yapılırsa Türkiye'yi düzlüğe çıkarır. Particilik oyunlarıyla düzlüğe çıkamayız.



Seferberlik siyasetine muhtacız. Caka satma, yiyip içip sızma, kamu nimet ambarının altında yeni bir delik açma siyasetleriyle onur ve geleceğimizi kurtaramayız.



Kısacası, bu ülkenin kaderini canının, ırzının, namusunun kaderi bilen millet evlatlarının sadede gelmeleri vaktidir. Bağımsızlığımız tartışılıyor, topraklarımızın en seçkin kısımları (su kıyıları, stratejik alanlar) yabancılara satılıyor. Didim gibi bir küçük kasabada sadece İngilizlerin satın aldığı mülk sayısı 17 bin. Daha şimdiden mahallelerine İngiliz asıllı muhtar

İstiyorlar.



Yarın neler isteyeceklerini tahmin etmek zor değil.



Deniz Feneri dinci soygununu uzaktan seyreden iktidar, yabancıları memnun eden her şeyden memnun. Onu rahatsız eden tek şey, Atatürk mirası. Şaşırtıcı bir yanı yok bunun. İktidarın başındaki zat, “Türkiye'nin son yetmiş yılı boşa harcanmıştır”, yani Cumhuriyet dönemi boşa harcanmış yıllardır diyerek ‘kariyer' yapan kişidir.



Türkiye'yi düzlüğe çıkaracak siyaset üreteceklerin bu gerçeği bilerek iş koyulmaları gerekir.

abircan
16.10.2008, 10:18
:mad:Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr

Neredeeeeen nereye geldik?


"Abdullah Öcalan hangi futbol takımını tutuyor" diye sorsam...

Herhalde herkes biliyordur.

*

Böyle başladı bu iş.

*

"Türkiye’yi böleceğim" diye ortaya çıktığında, bizim basın koşmuştu hemen Bekaa Vadisi’ne, nasıl da güzel futbol oynadığını, militanlarıyla şakalaştığını, şiir yazdığını, aslında duygusal bir insan olduğunu, aşklarını falan övgü dolu sözlerle aktarmışlardı. "Abdullah Bey" diye hitap eden mi ararsın, "sayın" diyen mi... Sofrasına oturdular. Kitaplar yazdılar.

*

Zorlayın hafızanızı...

Bin Ladin’le röportaj yapan bir tane Amerikalı gazeteci var mı? HAMAS lideriyle konuşup, bunu gazetesine manşet yapan bir tane İsrailli gazeteci? Bulamazsınız... Mesela, El Pais gazetesinde ETA militanıyla hücreevinde yapılmış sıcak bir sohbet okumanız mümkün mü? Çeçenler canımız ciğerimiz... Ama bizim için öyle... Çeçen liderlerin sofrasına oturup, "Aslında onların da haklı oldukları taraflar var" diye yazan Rus gazeteci görülmüş müdür? Veya, futbolun beşiği İngiltere... Yıllarca vuruştular; bir tane IRA militanının gol atarken fotoğrafı yayınlandı mı İngiliz gazetelerinde?

*

Genelkurmay Başkanı Başbuğ, dün bağıra bağıra "teröristi güçlü göstermeye çalışan gazeteciler" olduğunu söylerken, bu sorular geldi aklıma... Dünyada, kendi ülkesini, kendi milletini vuran teröristi "sempatik" göstermeye çalışan gazeteci bi tek nerede?

*

Böyle başlar bu işler çünkü...

Terörist "insan"laştırılır.

Sonra arkası gelir.

abircan
16.10.2008, 11:30
Bekir COŞKUN
bcoskun@hurriyet.com.tr

Arkadan vurmak...


İKTİDAR Türk askeri ile anlaşamıyor.

Sorun çıkıyor.

Ama peşmerge ile anlaşıyor...

Talabani ile uzlaşıyor...

Barzani ile buluşuyor...

Anlaşamadığı; Türk ordusu.

*

Ankara’da birisi 6 saat, öteki 6.5 saat süren toplantılardan ilkinden sonra bir bakan Ordu’nun istediği altı maddeden sadece üçünde uzlaşma sağlandığını açıkladı.

6.5 saatlik ikinci toplantıda ise, koordinasyon sağlanamadığı için yeni bir "koordinasyon kurulu" kararı aldılar.

Ama aynı gün Barzani ile Bağdat’ta yapılan 2 saatlik görüşmenin ardından açıklanan sonuç neydi:

Tam uzlaşı...

*

Ben böyle bir iktidar görmedim.

Ülkesini bölmek isteyenlerle anlaşıyor da, ülkeyi bölmek isteyenlere karşı can veren askeri ile anlaşamıyor.

Bunun dibinde yatan ilinti asla PKK, terör, Güneydoğu, barış, güvenlik, müvenlik değildir...

Dibinde yatan:

Askeri sindirmek...

Hırpalamak...

Yıpratmak...

Ve etkisizleştirmek...

Ki yobaz istediği düzeni kurabilsin, ele geçirdiği cumhuriyetin kalelerinde kalabilsin...

Nitekim dün "sistemli saldırılar" diyen Genelkurmay Başkanı’nın sesini duydunuz.

Bir tepki, bir isyan, bir acı değilse ne?..

*

Onlar bizim askerlerimiz.

Hepimiz bunu böyle biliriz.

Sadece yobazlar bunu böyle bilmiyorlar ve her fırsatta askeri arkadan vurmaya kalkıyorlar.

Tamı tamına adı böyledir bunun:

Arkadan vurmak...

Yüreksizlerin, ikiyüzlülerin, döneklerin, kaypakların bildikleri tek yöntemdir...

Arkadan vurmak, arkadan vurmak...

sıvvaslı
16.10.2008, 11:43
DOGRU SÖZE NE DENİR......................... .............................. ......

abircan
05.11.2008, 12:29
Türkiye’de cinsiyet uçurumu derinleşirken...
5 Kasım Çarşamba 2008
Meral Tamer / Milliyet

Yer: Swissotel, Montreux salonu. 3 yuvarlak masa düzenlenmiş. POLİTİKA masasında Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu ve Dünya Bankası Avrupa ve Orta Asya İnsani Kalkınma Bölümü’nden Gordon Betcherman, EĞİTİM masasında Koç Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Attila Aşkar ve İngiltere’den Cheadle Camisi İmamı Ebu İsa Nimetullah, İŞ DÜNYASI masasında ise Unilever Türkiye’nin CEO’su İzzet Karaca ve Heidrick&Struggles Türkiye Başkanı Ayşegül Aydın konuşmacı.
Konumuz Türkiye’de kadınlarla erkekler arasındaki cinsiyet uçurumunun boyutları. Biz katılımcılar, hangi alanla daha fazla ilgiliysek, o konuşmacıların masasındayız. Mesela ben rektör ve imamla fikir jimnastiği yapmayı tercih ettim.
Masalarda Dünya Ekonomik Forumu DEF’in 2007 Cinsiyet Uçurumu Raporu var. Biliyorsunuz Türkiye, araştırmanın yapıldığı 128 ülke arasında maalesef 121. sırada; utanç verici bir durum. Üzerinde çok konuşulduğu için Müslüman ülkelerden bazılarının da sıralamadaki yerlerini vermem lazım:
- Endonezya: 81
- Malezya: 92
- Ürdün: 104
- Birleşik Arap Emirlikleri: 105
- Katar: 109
- İran: 118
- Umman: 119
- Mısır: 120
- Fas: 122
- Suudi Arabistan: 124
- Pakistan: 126
- Yemen: 128

Tek bilgisayarlı imam
30 kişilik grup içinde tek benzemez bizim İngiliz vatandaşı imam Nimetullah. Sadece başında takkesi, üzerinde cübbesi ve uzun sakallarıyla değil, önünde bilgisayarının olmasıyla da teknolojik olarak bizlerden hayli farklı. Görüşleriyle de tabii.
Gerek Çubukçu, gerekse Aşkar’ın verdikleri rakamlar, kız çocuklarının ilkokuldan üniversiteye okullaşmasında son dönemde büyük ilerleme kaydedildiğini ortaya koyuyor. İyi de okulu bitiren bu kızlar neden iş hayatına katılmıyor ya da katılamıyor?
Biliyorsunuz devletin resmi istatistikleri, iş hayatındaki kadın nüfusunun sürekli azalarak % 23’e kadar indiğini gösteriyor. Dünya Bankası yetkilisi Betcherman’ın da hayretle ifade ettiği gibi dünyanın diğer bütün ülkelerinde kadınların iş hayatına katılımı son 10 yılda artarken, Türkiye’de tam tersine geriliyor. Bunu nasıl açıklayacağız?
Betcherman da Müslümanlığın önemli bir etken olduğuna işaret ediyor, ama hemen ardından da Endonezya ve Malezya’da kadınların iş hayatındaki yüksek katılımını hatırlatıyor. Zaten bu 2 ülke, Cinsiyet Uçurumu Raporu’nda Müslüman ülkeler arasında en iyi durumdalar, ama yine de 128 ülke içinde son üçte bir arasında yer almaktan kurtulamıyorlar.

Önce okula, sonra eve...
İmam Nimetullah ısrarlı: “Kadınların iş hayatına katılmama nedeni dini değil kültüreldir!” Dini değilse bütün İslam ülkelerinin listenin sonlarında yer almaları tesadüf mü?
İmamın hararetle savunduğu bir başka husus daha var: “Kızlar mümkün olduğunca çok okullaşmalı; en yüksek dereceye kadar okutulmalı. Ama okulu bitirdikten sonra çalışıp çalışmama kendi tercihidir. Erkekler için okul sonrasında iş hayatı gereklidir, kadınlar için değil.” Bizim AKP hükümeti de aynen böyle düşünüyor. Ve bu düşünce tarzının propagandası müthiş başarıyla yapılıyor.
Kadın Girişimciler Derneği KAGİDER’in geçen ay açıklanan ve şehirli kadınların % 50’sinin, okulu bitirdikten sonra evinin kadını olmayı tercih ettiklerini ortaya koyan araştırmaya neden şaşırıyorsunuz?

Arif Coşkun
05.11.2008, 12:56
Bu birazda toplumun bakış açıısna bağlı,
Çok değil daha bundan 30-40 yıl evvel kız çocuğu okuyupta ne yapacak evinin kadını olsun eşine ailesine baksın gibi baskın bir fikir hakimdi.
Ülkmemizde pek çok kesimde hala kadını 2.sınıf görüp onun aklı ermez denir onun fikirleri hep 2 plana atılır.Ve hatta kedin erkek eşitliğine şiddetle karşı çıkılır.
Bu süreçten gelip bu sıralamada olmak,şaşırtıcı değil aslında daha çok engebeli yolumuz var inancındayım.

özdemir
05.11.2008, 13:12
eğer nüfusunun çoğunluğu müslüman olan bir ülkede kız çocuklarına sadece başını açıp öyle üniversiteye gireceksin, başörtünü çıkarıp ondan sonra iş hayatına atılacaksın dersen sonuç böyle olur :(

abircan
05.11.2008, 13:19
eğer nüfusunun çoğunluğu müslüman olan bir ülkede kız çocuklarına sadece başını açıp öyle üniversiteye gireceksin, başörtünü çıkarıp ondan sonra iş hayatına atılacaksın dersen sonuç böyle olur :(

nüfusun çoğunluğu değil nüfusun % 99 diyecektin galiba dilin sürçtü heralde :)
yanlız yine yazan bu dileği bir bayan değil erkek olması yine manidar değilmi özdemir, kadının adınada en temel örtünme hakkı hakkında bile erkekler ön planda niyekine aceep

özdemir
05.11.2008, 13:23
anladın sen onu abircan ;)
seninkide dam üstünde saksağan vur beline kazmayı :D

abircan
05.11.2008, 13:23
sabah milliyette bir foto haber vardı , pakistanın değişik eyaletlerinde kadınların uğradıkları kezzaplı saldırı, kimi 5 yaşındayken uyurken niye erkek doğmadı diye, kimi erken evlenince kocasına eğitimini tamamlayacağını belirtince kimide bilmem ne sebeple hemde hamileyken yüzüne kezzap atılan kadınların yüzleriydi,
aynı çağda bu insanlarla yaşıyor olmama üzüldüm, aynı andada çok şükür bizde henüz bu kadar yaygın bir geri anlayış yok dedim, inşallahta olmaz çünkü burası ANADOLU

özdemir
05.11.2008, 13:26
burasının ANADOLU olduğunun yeni farkına varanlardansın kanımca ;)

abircan
05.11.2008, 13:34
burasının ANADOLU olduğunun yeni farkına varanlardansın kanımca ;)

HIMMM evet sayende özdemir arkadaşım , sağol

LaEdri
05.11.2008, 14:49
sabah milliyette bir foto haber vardı , pakistanın değişik eyaletlerinde kadınların uğradıkları kezzaplı saldırı, kimi 5 yaşındayken uyurken niye erkek doğmadı diye, kimi erken evlenince kocasına eğitimini tamamlayacağını belirtince kimide bilmem ne sebeple hemde hamileyken yüzüne kezzap atılan kadınların yüzleriydi,
aynı çağda bu insanlarla yaşıyor olmama üzüldüm, aynı andada çok şükür bizde henüz bu kadar yaygın bir geri anlayış yok dedim, inşallahta olmaz çünkü burası ANADOLU

Pakistandaki bir olayı Türkiye'de olur diye aktarıp kaygılanmak çok boş.
Afrika'nın ilkel kabilelerinde kadınlar çıplak geziyor,boyunlarına çemberler takılıyor ve boyunları yarım metreyi buluyor.Şimdi bunu Türkiye'ye kaygı sebebi olarak aktarmak ne kadar anlamsız ise,Pakistandaki kadının durumunu buraya aktarmak o derece boş.

Kibrisli
05.11.2008, 15:14
Pakistandaki bir olayı Türkiye'de olur diye aktarıp kaygılanmak çok boş.
Afrika'nın ilkel kabilelerinde kadınlar çıplak geziyor,boyunlarına çemberler takılıyor ve boyunları yarım metreyi buluyor.Şimdi bunu Türkiye'ye kaygı sebebi olarak aktarmak ne kadar anlamsız ise,Pakistandaki kadının durumunu buraya aktarmak o derece boş.

e abircanda onu diyor olmaz diye, bu arada afrikada boyun uzatmak kulak deliğini genişletmek gibi olaylar gelenek, ama insanın yüzüne kezzap dökmek suç, sen şimdi Türkiye'de kadınların yüzüne kezzap dökülmüyor mu sanıyorsun, yahu daha yeni Zara'da kızımızın yüzünü taşla param parça ettiler, başka bir yerde ailesi zorla tecavüz ettirdiler, Türkiye için kaygılanmak gerekir adabımızı kültürümüzü kaybediyoruz, Türk'lüğün geçmişten gelen geleneklerini kaybediyoruz, bu da yozlaşmaya neden oluyor.Türklükte kadın erkek eşittir, Peki Türkiye'de ne kadar eşit?Sözde eşit, evlendiğinde kadın bakire değilse öldürülür ama kimse damata sormaz senin durumlar nedir geçmişten diye, Türkiye'de töre cinayetleri işleniyor hala, ailenin istemediği birisine kaçan kızlar öldürülüyor, hamile olsa bile ya da doğruması bekleniyor sonra öldürülüyor. Sizce Türkiye için kaygılanmamak ne kadar doğru şimdi. Pakistandaki kezzapa bakıp Türkiye'ye dikkat edelim, erken uyarı olarak bakalım, yoksa bize birşey olmazla gitmez bu iş bir bakmışız yanımızda bir kadını öldürmüşler.

Saygılar

LaEdri
05.11.2008, 15:17
Hayır da neden Pakistan?
Bu olaylar bizim ülkemizde yüzyıllardır devam eden bir şey.Yeni olmaya başlamış gibi göstermek boş.
Gerçi o Abircan Bey'in onu yazmaktaki amacı belli ya!Neyse!

Kibrisli
05.11.2008, 15:33
valla niye pakistan pakistan yerine afganistanda olsa olur, medeni ülkelerde bu tür olaylar yaşanmadığı için olabilir, belki o ülkelerde verecek örnek bulunamamıştır, Türkiye'de yüzyıllardır olan birşey değil, Türklerde kararı Bey alır Hanıma sormadan uygulanmazmış dünyanın en medeni ırkıyız biz geçmişten beri, bizdeki olacak olan medenilikle alakası yok bizde olmasının nedeni sapkın beyinlilik. Pakistan evet medeni bir ülke değil sadece insanlar değil devlette butür nedenlerden dolayı kadını cezalandırıyor, tıpkı iran ya da afganistan gibi. ama Türkiye'de sapkınlıktan ve fakirlikten oluyor bu olaylar. Yoksa Türk örf ve adetleri zaten izin vermez böyle şeylere. Türk örf adetlerinde geçmişten beri bakılınca töre cinayeti diye bir var mı sizce? Hayır yok, Türklerde kızı isteyeni kız isterse evlendirilirler yoksa "bu adam zengin, oğlum sen şuna bi tecavüz et sonra evlenirsiniz" demezler, ya da kız kaçtıysa birisi ile bitmiştir kız artık onundur evlendirilirler gül gibi de yaşar gider. Atatürk'ün bahsettiği birşey vardır "Türk'lüğün unutulmuş medeni vasfı" der hani, Türklükte medeni vasıflar ezelden beri vardır zaman zaman unutulmuştur yine öyle bir dönemdeyiz, ortaasya Türklerini okumalıyız, Mevlanayı, Hacı Bektaş'ı okumalıyız, Ahmet Yesevi'yi tanımalıyız, Yunus'u okumalıyız, Fatih'i iyi öğrenmeliyiz o insanlar nasıl yetişmiş, ne kadar medenilermiş şimdi değil ama zamanla Medeni Vasfımızı yeniden unutmaya başlayabiliriz, Bir Atatürk daha bekleyemeyiz, eğer unutmaya devam edersek örfümüzü, adetimizi, medeni vasfımızı, hatırlarsanız geçen yıl Mersinde şırınga ile kızların bacaklarına asit sıkan adamı bu sene Ankara'da devlet opera balesindeki bir sanatçının (!) yaptıklarını bunlar gibi çok olay çıkar karşımıza...

Saygılarımla...

LaEdri
05.11.2008, 15:39
Avrupalı kadın seçme gibi bir hakka sahip değilken biz kadına seçme hakkını verdik.Kadın Türk Milletinde önem arzeden bir konumdadır.Amenna.
Ancak ülkemizde kadına yönelik şiddet olayları,hep İslam'a mal edilmeye çalışılıyor.Bunun için hep Afganistan,İran örneği veriliyor.Bakın oralarda İslam hukuku yaygın ve bu tür olaylar var.Biz de eğer İslam'ı hayat tarzı olarak seçersek bizim kadınımız da aynı şeye maruz kalır gibi cahilce ve ahmakça düşünceler var.Benim lafım ona.

Kibrisli
05.11.2008, 15:51
Avrupalı kadın seçme gibi bir hakka sahip değilken biz kadına seçme hakkını verdik.Kadın Türk Milletinde önem arzeden bir konumdadır.Amenna.
Ancak ülkemizde kadına yönelik şiddet olayları,hep İslam'a mal edilmeye çalışılıyor.Bunun için hep Afganistan,İran örneği veriliyor.Bakın oralarda İslam hukuku yaygın ve bu tür olaylar var.Biz de eğer İslam'ı hayat tarzı olarak seçersek bizim kadınımız da aynı şeye maruz kalır gibi cahilce ve ahmakça düşünceler var.Benim lafım ona.

AAAaa olur mu öyle şey herşey de olduğu gibi bu konudada genelleme yapmak yanlış olur, Afganistan'ı İran'ı örnek vermek İslam'a bağlanamaz. Kadın tecavüze uğradığı için İran'da asılıyorsa bu yanlıştır tartışılır ama yine İslam'a bağlanamaz ama burada konu başka orada devletin yaptığı değil insanların yaptığı olayların yanlışlığı söyleniyor.
İslam kadınlara değer veren bir dindir İran'daki, Afganistan'daki yanlış uygulamaları eleştirmek yanlış değildir ama İslam'la bağdaştırılamaz.

Saygılar...

Nazligül
05.11.2008, 15:53
valla niye pakistan pakistan yerine afganistanda olsa olur, medeni ülkelerde bu tür olaylar yaşanmadığı için olabilir, belki o ülkelerde verecek örnek bulunamamıştır, Tür...............


bu konulari normalde pek fazla okumuyor hatta bu konularada girmiyordum
sadece bu kisima cevap vermek istiyorum
medeni ülke dediginiz ülke galiba avrupa ülkeleri veya hristiyan ülkeler den bahsediyorsunuz....
ve size sadece sunu diyecegim, bu ülkelerin insanlari bu tür seyleri haber etmiyor. Kadini dayakda yese, siddetde görse bunlarin üstünü örtüyor. Belki bir diyeceksiniz bunlarin üstünü örtmek iyimi, evet bence bunlarin üstünü örtmek acmakdan daha iyi.

Cahiller cahil kaliyor acilmadigi zaman diye düsünebilirsiniz. Oysa bence tam tersi, bu haberleri görerek insanlar dahada siddete tesvik ediliyor. "su söyle yapmis ben bir tokat atsam ne olacakki?" düsüncelere sahip olunuyor.

Sundan emin olun, alman ülkesinde olsun amerikada olsun veya sizin herhangi medeniyetli ülke dediginiz bir ülke olsun, hepsindede bu tür olaylar yasaniyor. Yalniz hic kimsenin haberi olmuyor.

Ama nedense bizim milletimiz bizim dinimizi yasayan insanlar, sirf müslümanligi kötüleme amacli "ISTE Müslümanlik" basligi altinda kötü haberler aciyor....

Bircan beyfendininde bunlardan biri olduguna inaniyorum....

Kibrisli
05.11.2008, 16:05
Bircan beyi koruyacak değilim kendi düşüncesini kendisi savunabilecek kapasitede birisi.
Kadına uygulanan şiddet diğer ülkelerdede var haberleride geliyor gelmiyor değil özellikle ABD'de hem de okumuş kesim kadına karşı olan şiddeti daha çok yapıyor istatistikler var elimizde ama buralarda olduğu kadar büyük olaylar değil.Bu olayların olması normal değil hiçbir yerde normal olarak karşılanmamalı. İslam'la bağdaşmaz zaten İslam'ın yapısına aykırı bir durum.
Burada tartışılan devletin yaptığı baskı değil insanların, halkın yaptığı baskı ve şiddet ve benim dediğim Türk'lük diğer her millete göre daha medenidir ve bunu unutmayalım unutmamak içinde bu şiddeti ve caniliği yapanlara tepki gösterelim, gizlemek saklamak çözüm değil, gerekli tepki verilmediği için artıyor bu olaylar.
"İşte müslümanlık" diye birşey yok çünkü genelleme yapamayız hatta dediğim gibi İslam'ın çizdiği medeni insan modeline, onun hoşgörüsüne uymayan bir durum zaten ama Devlet eliyle yapılan baskıyı kabullenmemek gerekir kadın tecavüze uğramış hamile kalmış çocuk doğana kadar bekleyip sonra asmak nedir? Bunu devlet yapıyor İran'da, Türk genci alkol alıyor idama mahkum oluyor bu kabul edilemez bir durum ama işte Müslümanlık diye de gösterilemez o bakımdan ben Abircan'ın böyle bir düşüncede olduğunu sanmıyorum.

Saygılar....

Nazligül
05.11.2008, 16:11
Heryerde yapiliyor ve heryerdede cezasi veriliyor.
Yalniz sizde benim demek istedigimi anlayamadiniz galiba. Bu sayilarin bu kadar yüksek olmasi herkesin bu olaylardan haberdar olmasi.
Siz bilmediginiz birseyi yapabilirmisiniz???
"kocasini önce zehirlemis, sonra asmis, intihar süsü vermis"

Bu tür haberlerden dolayi insanlar neyi nasil yapacagini ögreniyor ve yapiyor. Ve kendisini suclu görse bile, daha kötü seyler yapanlar var diyor.

Kibrisli
05.11.2008, 16:15
Farklı görüşteyiz ben haberlere çıksın diyorum ama böyle magazinsel olarak değil.
Şimdi şu Üzmez'i kanal kanal gezdiriyorlar, o da sanki yaptığı doğru gibi savunuyor kendisini o adamı tv ye çıkartmıcaksın, rezil edeceksin basında, insanlar sokaklara dökülecek terbiyesizliğini yüzüne vuracakki böyle olaylar azalsın.
Benim görüşüm böyle

Saygılar sunarım

seva
05.11.2008, 17:53
Farklı görüşteyiz ben haberlere çıksın diyorum ama böyle magazinsel olarak değil.
Şimdi şu Üzmez'i kanal kanal gezdiriyorlar, o da sanki yaptığı doğru gibi savunuyor kendisini o adamı tv ye çıkartmıcaksın, rezil edeceksin basında, insanlar sokaklara dökülecek terbiyesizliğini yüzüne vuracakki böyle olaylar azalsın.
Benim görüşüm böyle

Saygılar sunarım

Sayin Hüseyin Üzmezde hic bir anormallik yok o erkeklik görevini yapmis ne yapsin daha ÜFLEMIS :D



türkiyenin adalet sistemi bu !


suriyede olsa adamın ç..... keserler :D


boylelikle; basaortulu tangalilardan sonra, tecavuzcu gulec yuzlu muslumanlari da gorduk.
kimbilir kaç paraya satmışlardır onurlarını..


dogru desen ne degisecek ????? ............

yanlis desen ne degisecek ????.....


hep beraber el ele kolkola cehenneme gideriz

Kibrisli
05.11.2008, 18:17
harika bir yorum:):):):):):D:D:D

Nazligül
06.11.2008, 16:03
Farklı görüşteyiz ben haberlere çıksın diyorum ama böyle magazinsel olarak değil.
Şimdi şu Üzmez'i kanal kanal gezdiriyorlar, o da sanki yaptığı doğru gibi savunuyor kendisini o adamı tv ye çıkartmıcaksın, rezil edeceksin basında, insanlar sokaklara dökülecek terbiyesizliğini yüzüne vuracakki böyle olaylar azalsın.
Benim görüşüm böyle

Saygılar sunarım

Bilmem farkindamisiniz ama sonucda yine benim dedigime geliyorsunuz.
Bu konular bu kadar medyaya tasindigi icin bu kadarda cok artiyor.

Arif Coşkun
06.11.2008, 17:00
Tartıştığınız konunun detaylarını fazla bilmiyorum ama,
benim diyeceğim şu:
Yapanın yanına kar kalan bir sistemimiz var,
Yapana caydırıcı cezaların verilmediği bir adalet yapımız var,
Yapanın Ankara'da emmisi,dayısı varsa gerisi boş bir yapımız var,
Bu yapı yıkılmadıkça ne yaparsak yapalım, herşey sözde kalır" havanda su dövmeye " benzer ve böyle gelmiş böyle gider.