PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : -CUMA SOHBETLERİ-


Abdurrahman 58
21.03.2008, 13:40
Bir savaş sonrasında Ümmü Hallâd isminde bir kadın Hz. Peygamber'in (s.a.v) yanına geldi. Yüzü dahil her tarafı kapalıydı. Savaşa giden çocuğunu soruyordu. Çocuğu şehid olmuştu. Haberini alınca, edebini ve halini hiç bozmadı. Ashaptan biri kadının bu haline şaşırdı ve kadına,
"Allah Resûlü'ne gelmiş şehid düşen çocuğundan bu halde haber mi soruyorsun?" dedi. Bunu duyan kadın,
"Çocuğumu kaybettiysem hayâmı da kaybetmedim ya!" dedi.
(Ebû Davud, Cihâd, 8)


Örtünme Nedir?
Dinimizde erkeğin ve kadının avret yerlerini örtmesi konusu tartışma götürmeyecek derecede açık, kesin ve şekli bilirli bir hükümdür. Fakat son zamanlarda değişik sebeplerle tartışma konusu yapılmaya başlanmıştır. Biz de bu konudaki şüpheleri gidermek için bu temel farzın ne olduğunu değişik yönleri ile ele alacağız.

Örtünme Farz Bir Emirdir
Avret yerlerini örtmek farzdır. Bu konudaki ilâhî emir kesindir. Bu emir her mümine verilmiştir ve kıyamete kadar geçerlidir. Yüce Allah namaz gibi örtünmeyi de kesin hükme bağlamış, bunu insanların keyfine ve tercihine bırakmamıştır. Örtünme şekli, şahsa ve duruma göre az çok değişse de hüküm değişmez. Böyle olması rahmettir. O, aynı zamanda örtünmenin bir insan, aile ve cemiyet için ne kadar gerekli olduğunu da göstermektedir.

Akıllı olup bulûğa eren her erkek ve kadın emredilen yerlerini örtmekle yükümlüdür. Erkek ve kadına göre avret bölgelerinin nereler olduğu aşağıda açıklanacaktır.

Örtünme, Kur'an ve Sünnet’te açıkça emredilmiş, kimlerin ne zaman, nerede, ne şekilde örtüneceği bildirilmiştir. Bütün İslâm âlimleri örtünmenin farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir.

Örtü âyeti indikten sonra bütün müslüman kadınlar bu emri istenen şekilde uygulamaya başlamışlardır. Son asır hariç, hiçbir devirde müslüman kadının örtünmesi tartışma konusu yapılmamıştır.

Örtünme bir âdet değil ibadettir. Âdet olduğu için örtünenler de vardır. Fakat her mümin kadın, örtünün yüce Allah'ın emri olduğunu bilerek örtünmeli, böylece âdeti ibadete çevirmelidir.

Kur'an ve Sünnet’te örtü için ölçüler verilmiş fakat tek tip kıyâfet belirlenmemiştir. Bunun için her kadın, verilen ölçülere uymak şartıyla maddî imkânına, iş durumuna, iklim ve çevre şartlarına göre bu emri yerine getirebilir.

Yüce Allah erkeklere şu emri vermiştir:

"Mümin erkeklere söyle: Gözlerini harama bakmaktan çeksinler ve ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için daha temizdir." (Nûr 24/30)

Yüce Allah kadınlara da şöyle emretmiştir:

"Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar. Irzlarını korusunlar. Görülmesi tabii olan yerler hariç ziynet yerlerini açmasınlar. Baş örtülerini yakalarının üzerine kadar salsınlar. Ziynet yerlerini izin verilenler dışında kimseye göstermesinler. Bir de ayak bileklerine taktıkları gizli süsler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler, (önceki kusurlarınızdan dolayı) hepiniz Allah'a tövbe edin. Böylece korktuğunuzdan emin, umduğunuza nâil olursunuz." Nûr 24/31

Elmalılı Hamdi Yazır (rah) meşhur tefsirinde der ki:

“Bu âyette emredilen şudur: Kadınlar başlarını, saçlarını, kulaklarını, boyunlarını, gerdanlarını ve göğüslerini açık tutmayıp anlatıldığı gibi güzelce örtünsünler. Bunun için onu temin edecek baş örtüsü kullansınlar. Cahiliye (İslâm öncesi) kadınları da hiç baş örtüsü kullanmaz değillerdi. Fakat yalnız enselerini bağlar veya arkalarına bırakırlar, yakaları önden açılır, gerdanları ve gerdanlıkları açık olurdu, ziynetleri görünürdü.

İslâm önce açıklığı yasaklamıştır. Sonra, kadınların başlarını örtüp başörtülerini yanları ve göğüsleri üzerine sarkıtmasını emretmiştir. Böylece sadece tesettürün farz oluşu değil, aynı zamanda onun ne şekilde olacağı da gösterilmiştir. Kadın edep ve nezaketinin en güzel ifadesi bundadır.”

Kadınlara örtüyü emreden ikinci âyet şudur:

"Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, evlerinin dışına çıkarken cilbâblarını (dış elbiselerini) üzerlerine alsınlar. Bu, onların tanınması ve incitilmemesi için en uygunudur. Allah çok affedici ve çok esirgeyicidir." Ahzâb 33/59

Cilbâb, bütün bedeni örten elbiseye denir. Kadınların vücutlarını tamamen örttükleri her türlü elbise cilbâb yerine geçer.
Örtünmenin farz olduğu ikinci yer mescid ve namazdır. Bu konuda âyette şöyle buyrulmuştur:

"Ey âdemoğulları! Her mescide (namaza) gelişte elbiselerinizi giyin (avret yerlerinizi örtün)." A‘râf 7/31

Âyetteki hüküm, Kâbe'de yapılan tavafı ve namaz için mescide gelmeyi de içine alır. Buradaki ziynetten maksadın "elbise ve giysi" olduğu belirtilmiştir. Böylece İslâm namaz ve tavaf gibi ibadetlerde avret yerlerinin örtülmesinin farz olduğunu bildirmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v) örtünme ile ilgili âyetlerin tefsirini yapmış ve onların nasıl uygulanacağını göstermiştir. Bu konuda çeşitli hadisler vardır. Biz ikisini nakledeceğiz:

Hz. Âişe (r.ah) anlatır:

Bir gün Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ ince bir elbise ile Resûlullah'ın (s.a.s) huzuruna girmişti, Hz. Peygamber ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu:

"Ey Esmâ! Kadın erginlik çağına ulaşınca onun şu yüzü ve elleri hariç diğer yerlerinin görülmesi helâl değildir." Ebû Davud, Libâs, 31.

Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur:

"Allah Teâlâ erginlik çağına girmiş bir kadının namazını başörtüsüz kabul etmez." Ebû Davud, Salât, 84.

Örtünmenin Hedefi

Örtünmeden maksat edeptir. Edebin hedefi insanı terbiye etmek ve ona şeref vermektir. Örtü ve edep içindeki insan sürekli ibadet halindedir, rahmet altındadır; kulluk yapmaktadır ve sevap almaktadır. Edepli insan hem günahlardan korunur hem de ateşten. Sonuç yüce Allah'ın rızâsıdır. Onun bir kulundan razı olmasından daha büyük hangi saâdet vardır?

İnsandaki edep ve hayâ duygusu örtünmeyi gerektirir. Ancak mümin erkek ve kadınların örtünmede asıl gayesi yüce Allah'ın rızâsını kazanmaktır. Çünkü Allah Teâlâ'nın emir ve yasaklarına uymak bir ibadettir. Namaz ve oruç gibi ibadetleri emreden yüce Allah ibadetin içinde ve dışında örtünmenin şekil ve sınırlarını da belirlemiştir.

Bazıları, örf ve âdetinden dolayı örtünür. Örtünmenin yüce Allah’ın farz bir emri olduğunu bilmez. Bu kadınlar örtünün farz olduğunu bilip bundan sonra Allah’ın emrini yerine getirmek için örtünmeye devam etmelidir.

Bazıları örtüyü bir süslenme aracı olarak kullanırlar. Değişik desen ve modellerdeki kıyâfetlerle kendilerini daha cazip bir hale getirir, dikkat çeker, çekmek isterler. Bu yanlıştır. Helâl değildir.

Örtünmenin ibadet olması için şunlara dikkat etmelidir:

1. Örtünme ile yüce yaratıcının emrine yerine getirmeye niyet etmeli ve O'nun rızâsı için giyilmelidir.
2. Örtü dinimizin öğrettiği ölçülerde olmalıdır.

Kadın örtünmekle ayrıca kocasının hakkını koruduğunu, nikâh akdine vefa gösterdiğini ve böylece büyük bir hayır yaparak sevap aldığını bilmelidir.

Örtünme İşinde Kocaya Düşen Sorumluluk

Evli kadınların örtünmesinden başlarındaki kocaları sorumlu olduğu gibi, kız çocuklarının evleninceye kadar örtünme ile ilgili problemlerinden de birinci derecede babası sorumludur. Çocukla uzun süre birlikte olan, onun eğitim ve terbiyesiyle yakından ilgisi bulunan anne de ikinci derecede sorumlu olur. Âyette şöyle buyrulur:

"Ey iman edenler! Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kendinizi ve ailenizi koruyun." Tahrîm 66/6.

Ateşten korumanın ancak iman ve edeple olacağı bildirilmiştir.

Şu hadislerin uyarısı da önemlidir:

"Sizin hepiniz birer çobansınız ve hepiniz yönettiğiniz kişilerden sorumlusunuz. Erkek ailesinin çobanıdır ve kıyamet gününde onlardan sorumlu olacaktır. Kadın da kocasının evinden ve çocuklarından sorumludur." Buhârî, Ahkâm, 1.

"Çocuğunun senin üzerinde hakkı vardır." Müslim, Sıyâm, 182.


Örtünme Emanettir

Her farz gibi örtü de yüce Allah'ın bir emanetidir. Kadın ve erkeğe örtüyü yüce Allah emanet etmiştir. Onu koruyanı Allah dünyada fitneden, âhirette ateşten korur. Onu ihmal eden hesaba çekilir ve kendisine, "Niçin avret yerlerini yabancıların yanında açtın?" diye sorulur. Bunun hesabını vermek kolay değildir.
Namus, erkek ve kadın için imandan sonra en büyük emanettir.

Mümin namusunu korumak için can verse şehid olur; cenneti bulur. Kadın kocasının, koca da kadınının namusudur. Biri diğeri için elbise yapılmıştır. Birbirlerini örterler, süslerler, korurlar, tamamlarlar.

Tedavi gibi bir zaruret yokken evinin dışında, yabancıların yanında örtüsünü çıkaran bir kadın, iki kimseye vefasızlık yapmış olur. Biri vücudun sahibi yüce Allah, diğeri de nikâh emanetini taşıyan kocası. Sonra bu kadın kendisi başta olmak üzere herkese zarar vermiş olur.

Koca medeniyet zannedip kadınından örtü perdesini açmasını istese bile kadın Allah için açmamalıdır. Allah korusun, şeytana uyulup örtü açılırsa ortaya güzellikler değil, bir sürü çirkinlikler çıkar. Yüce yaratıcımız bu konuda hepimizi şöyle uyarmaktadır:

"Ey âdemoğulları! Sakın şeytan ilk anne babanız Havva ile Âdem'e yaptığı gibi (haram şeyleri süsleyerek) sizi de fitneye düşürmesin. Şeytan onların ayıp yerlerini göstermek için elbiselerini çıkartıp cennetten çıkmalarına sebep oldu." A‘râf 7/27.

"Ey âdemoğulları! Sizin için çirkin yerlerinizi örtecek ve giyip süsleneceğiniz elbiseler yarattık. (Onlarla örtünün. Şunu da unutmayın ki) takvâ elbisesi daha hayırlıdır." A‘râf 7/26.

Örtünme Emniyettir

Örtü bir emniyettir. Örtüyü giyen de gören de emniyette olur. Örtülü bir kadınla karşılaşan kimsenin gözü ve gönlü haramdan korunur. Örtünen de vebalden kurtulur. Bir kötü işi yapmamak gibi ona sebep olmamak da farzdır. Dinimiz, kötü işlerden önce ona giden yolları da kapatmıştır. Bunun için zina gibi en çirkin işe düşülmesin diye, bir sürü tedbir almıştır. Bunların başında örtünme gelmektedir.

Örtünen kadın önce kendisini koruma altına almış olur. Sonra kendisine bakan yabancı kimseyi nefsinin vesvesesinden ve kötü düşüncelerinden kurtarır. Bu durumda şeytan istese de kalbi bozmaya yol bulamaz. Böylece örtü, harama karşı bir siper olur. Onu giyen sevap aldığı gibi, örtüye hürmet eden de sevap alır.

Örtü hem güzelliği hem de çirkinliği örter. Örtü ile kadın güzelliğin âfetinden korunduğu gibi, çirkinliğin de ezikliğinden kurtulur.

Örtü ile kadınlar arasında zengin-fakir, zayıf-şişman, kültürlü-kültürsüz ayırımı ortadan kalkar; herkes sade bir örtü içinde müslüman kadın olarak tanınır. Böylece zengin gözüküp şımarma ve fakir bilinip utanma tehlikesi olmaz.

Mümin için kalp Cenâb-ı Hakk'ın nazar ettiği özel bir mahaldir. Orası ilâhî aşkın bulunduğu, tadıldığı ve meyvelerinin alındığı yerdir. Bunun için devamlı temiz ve huzurlu olması gerekir. Yoksa yüce aşk tadılamaz; insan ağzına koyduğu aş tadıyla kalır.

Velîlerden Şiblî hazretlerine (k.s), "Mümin erkeklere söyle gözlerini haramdan sakınlar" âyetinin mânası nedir?" diye sorulduğunda şöyle demiştir:

"Bunun mânası şudur: Onlara söyle; baş gözlerini haramdan, kalp gözlerini de Allah'tan gayri şeylerden çeksinler."

Göz gönüle açılan bir penceredir. Kalp ehli için göz ve bakışlar çok önemlidir. Yüce Allah'a âşık bir mümin için en önemli iş gönlünü ve gözünü haramdan korumaktır. Dünya ehli bunu anlamaz.

Şeytanın erkeğe karşı en birinci silâhı kadındır; avlamak istediğini onunla vurur. Şeytan örtü içindeki kadınla hedefine kolay ulaşamaz. Bunu bilir ve kadını örten elbiseyi çıkartmak için bin türlü vesvese verir. Bunu tek olarak başaramazsa, insan şeytanlarından yardım ister. Bunun için yüce Peygamberimiz (s.a.v) kadınları şöyle uyarmıştır:

"Kadın örtülmesi gereken bir varlıktır. Kadın dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker (onu günaha nasıl alet edeceğini hesap eder)." Tirmizî, Radâ, 18.

Bazıları, örtünen kadınların içinde nice kötü kadınların bulunduğunu, örtünün onlara bir fayda vermediğini söyler. Böyle kadınlar bulunabilir. Örtü ona bir fayda vermese de ona bakan ve örtülü olduğu için haramdan korunan kimselere fayda verir. Örtülü olup kötülük niyetinde olan bir kadın ancak onu yakından tanıyanlara ve kendisi gibi kötülük peşinde olanlara zarar verir.

Ancak iyi niyetli bir kadın açık olsa ve bu şekilde dışarı çıksa, hiç kimseye zarar verme derdi de olmasa, o bu pozisyonu ile kendisine kötü niyetle bakana zarar verir, kötü niyetli olana kapı açmış olur. Kendisi hiç harama bulaşmadan evine dönse bile, kendisine kötü niyetle bakıp harama düşen bir sürü insan bulunur. Sebebi de bu kadın olur.
Bu nedenle örtü, kadın ve erkek için her yönden emniyettir. O, iyilere de kötülere de fayda verir. Yüce Allah örtünmenin faydasını anlatırken şöyle buyurmuştur:
"Mümin kadınlara söyle örtünsünler; çünkü bu, onların tanınması ve incitilmemesi için en uygunudur." Ahzâb 33/59.


Örtünme Dinî Bir Alâmettir

Allah için giyilen örtü kalpteki imanın ve edebin alâmetidir. Bunun için örtüye bürünen mümin kadın bu iman ve edebi korumak için elinden geleni yapmalıdır.
Kur'an ve Sünnet’e göre yapılan örtünme İslâm dininin alâmetidir. müslüman kadın örtüsü ile tanınır, bilinir ve ona göre tavır alınır. Bu örtü, bütün müminlerin ortak emanetidir. Örtüyü giyen de onu gören de örtüye dinin öğrettiği edebe göre davranmalıdır. Örtüyü dünya menfaatleri için kullananlar ve onun şerefini zedeleyenler mesul olurlar.

İnsanı hayvandan ayıran en önemli farklardan biri de utanmadır. Buna hayâ denir. Hayâ kadının en kıymetli sermayesi ve en güzel süsüdür. Bir kadın hayâsını korumak için hayatını verse değer; çünkü hayâ gidince elde etten ve kemikten başka bir şey kalmaz.
Örtü edebe, edep cennete götürür. Yüce Allah örtüsünü ve edebini koruyan erkeklerle kadınlara affını, cennetini ve cemâlini müjdelemiştir. Ahzâb 33/35.
Bu müjdeye ulaşanlara ne mutlu!


Örtünmenin Sınırı

Örtünmenin amacı bakılması haram olan yerleri kapatmaktır. Bu yerler kadınlarda el ve yüz dışında bütün bedenidir. Zor durumda ayaklar için de ruhsat vardır. Kadın namazda veya yabancı erkeklerin yanında eli ve yüzü hariç bütün bedenini örtmelidir. Örtü altından sarkan saçların da örtülmesi gerekir.

Başın yüz kısmı hariç, diğer bütün yerleri örtülmelidir. İç elbise üzerine giyilen dış örtü ayak topuklarına kadar inmelidir. Kollar da el bileklerine kadar kapalı olmalıdır.
El ve yüzün namazda ve namaz dışında örtülmesi gerekmez. Ayaklar için de ruhsat vardır fakat zaruret yoksa örtülmesi daha güzeldir. Ayakların açık kalması hacetten kaynaklanınca, bir günah olmaz.

Nitekim, "Kadınlar süslerini (yabancı erkeklere) açmasınlar" Nûr 24/31. âyetinde "kendiliğinden görünen yerler müstesnadır" ifadesiyle bedenden bazı yerlerin açık kalabileceğine işaret edilmiştir.

Âyetlerdeki emre bakılınca örtünmede kadın için iki parçalı bir giysi şekli ortaya çıkar. Birincisi saç, boyun ve göğüsleri örten ve omuzlara doğru yakaların üstüne salınan baş örtüsü; ikincisi ise dış giysidir.


Dış giysi de iki şekilde olabilir:

1. Baş örtüsünün üstünden, bedeni aşağıya kadar örten büyük parça giysi.
2. Baş örtüsünün altında boyundan aşağı topuklara kadar örten dış giysi.

Örtünmenin gayesi, avret yerlerini örterek kendini ve karşıdakini haramdan korumaktır. Bunun için önemli olan giyilen elbiselerin parçası değil, özelliğidir. Şimdi bu özellikleri kısaca açıklayacağız.


Kadının Elbisesinde Ölçü

Elbise İnce ve Dar Olmamalı

Kadının dış elbisesinin sık dokunmuş ve altını göstermeyen kalınlıkta olması gerekir. Cildin rengini gösterecek derecede ince olan giysi ile kadın örtülmüş sayılmaz. Bu yüzden derinin beyazlığı veya kırmızılığı belli olan elbise ile namaz geçerli olmaz ve bununla örtünme gerçekleşmez. Eğer giysi kalın olmakla birlikte uzvu belli ederse ve hacmi ortaya koyarsa, bu çirkin görülmekle birlikte namaz geçerli olur. Şâfiîler’e göre vücut hatlarını belli eden böyle bir dar giysi ile namaz kılmak kadınlar için mekruhtur, erkeklerin de dar giysiyi terketmesi daha uygundur.

Kadın buna dikkat etmelidir. Giysinin geniş ve altını göstermeyen nitelikte olması gereklidir. Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ'nın (r. ah) ince giysilerle Peygamber Efendimiz’in yanına gelince Allah Resûlü ondan yüz çevirerek onu şöyle uyarmıştır:

"Bir kadın erginlik çağına girdiğinde onun elleri ve yüzü dışında bir yerinin yabancı erkeklerin yanında açması helâl olmaz." Ebû Davud, Libâs, 31

Hz. Peygamber'e (s.a.v) Mısır yapımı bir elbise hediye edilmişti. Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) onu Hz. Üsâme'ye (r.a) verdi. O da hanımına verdi. Resûlullah (s.a.v) elbiseyi Hz. Üsâme'nin üzerinde göremeyince, ne yaptığını sordu; o da hanımına verdiğini söyledi. O zaman Hz. Peygamber (s.a.v),

"Eşine söyle, altına bir gömlek giysin. Çünkü vücut şeklinin ortaya çıkmasından korkarım" Ahmed, Müsned, 5/205. buyurdu. Zira elbisenin kumaşı sık dokunmuş olmakla birlikte altını belli edecek derecede ince idi.

Âlimler bu hadisin açıklamasında şöyle demiştir:

"Bu hadise göre, kadınların bedenlerini vücut hatları belli olmayacak şekilde bir giysi ile örtmeleri gerekir. Avret yerini örtmek için bu şarttır. Giysinin altına ayrıca bir gömlek giyilmesinin emredilmesi, onun ince olması ve vücut hatlarını göstermesi yüzündendir."

Şu hadis-i şerif de ince elbisenin tehlikesini haber vermektedir:

"Ümmetimin son dönemlerinde öyle kadınlar çıkar ki onlar görünürde giyinmişlerdir, fakat (elbiselerinin inceliği, darlığı ve kısalığından) çıplak hükmündedirler. Onlar saçlarını toplayıp öyle şekil verirler ki başları deve hörgücüne benzer. Onlar cennete giremez ve cennetin kokusunu bile alamazlar." Müslim, Libâs, 125.


Baş Örtüsünde Ölçü

Baş örtüsü, başı tamamen örtmelidir. Bu örtü, kadının bütün saçlarını, boyun ve göğüs kısımlarını örtecek ve bunlardan hiçbir şey göstermeyecek şekilde olmalıdır.
Başa örtülen şeyin maddesi ve şekli kadının maddî durumuna, yaşadığı iklime, alıştığı örfe ve çalıştığı işe göre değişik olabilir. Maksat, örtülmesi gereken yerleri örtmektir.
Başörtüsünde dikkat edilecek bir önemli husus, kadının saç şeklini ve modelini belli etmemesidir. Hz. Peygamber (s.a.v), bazı kadınların başlarını örttüğü halde, örtü altındaki saçlarına verdikleri tuhaf şekiller yüzünden lânete uğradıklarını, Ahmed, Müsned, 2/223. bu şekilde kıldıkları namazların bile kabul edilmediğini haber vermiştir. Bezzâr, Müsned, nr. 3015.

Hz. Âişe'nin (r.ah) huzuruna altını gösteren ince başörtülü bir gelin getirilmişti. Onu şöyle uyardı:

"Nûr sûresine inanan bir kadın bunu örtünmez."

Başa örtülen şey, sırf erkeklere ait bir giysi olmamalıdır. Bir de diğer bâtıl din veya görüşlerin özel alâmeti olan giysilerden sakınmalıdır.

Örtü ile de güzellik gösterisinde bulunmak, dikkat çekmek ve şehveti tahrik etmek mümkündür. Hatta kadın bazan cazibeli bir örtü içinde daha dikkat çekici olabilir. Örtü bunlara alet edilmemelidir.

Örtü bir ibadettir. İbâdet Allah rızâsı için yapılmalıdır. Örtü edebince yapılırsa ibadet olur; yoksa âfete dönüşür.
Bir kadının kötü niyetli de olsa örtülü olması, iyi niyeti olup açık gezmesinden daha hayırlıdır.

-(ALINTI)-

aozdemir
21.03.2008, 13:44
teşekkürler serkan. ellerine sağlık.

_DuMaN_58
21.03.2008, 16:14
Çok güzeldi ellerine sağlık...

banu58
28.03.2008, 11:07
Paylaşımın için sağol!
Allah razı olsun!

altuntas58
28.03.2008, 12:29
Bizimle paylaştığınız bu değerli sohbetler için teşekkürler

Abdurrahman 58
28.03.2008, 12:39
GÜNAHLARDAN VE ŞÜPHELİ ŞEYLERDEN UZAK DURMAK
İlâhî emirlere ve yasaklara aykırı inanç, söz, fiil ve davranışlar ile dinimizce suç sayılan işlere günah denilmektedir [3]. İnsanoğlu hata işleyebilir. Bu, onun yaratılışında var olan bir özelliğidir. İnsanı Allah katında değerli kılan da bu hatalarından tövbe etmesidir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v) “İnsanoğlunun hepsi günah işler. Günah işleyenlerin en hayırlısı, pişman olup, tövbe edenlerdir” buyurmuştur [4].
Rehberimiz Yüce Kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm ve önderimiz Hz. Muhammed (s.a.v) yapılması yasak olan fiilleri bildirmiş, müminlerin bunlardan sakınmalarını istemiştir. Kişi bu emir ve yasaklara riayet ettiği takdirde yolunu şaşırmayacak, dünya ve âhiret saadetine erecek, Allah’ın sevgili kulları arasına da girecektir. Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur. “Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sarılıp durdukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın Kitâbı Kur’ân-ı Kerîm ve benim sünnetimdir” [5]. Diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur. “Helal olan şeyler belli, haram olan şeyler de bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın çoğunun helal mi haram mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler vardır. Şüpheli konulardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise, gitgide harama dalarlar. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki onun bu araziye girme tehlikesi vardır… İnsan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte o et parçası kalptir” [6].

Abdurrahman 58
04.04.2008, 15:30
KARDEŞLİK
Allah Teâla, inananların kalplerini birbirine ısındırmış ve “Müminler kardeştir.” buyurmuştur. Allah Resûlü (s.a.v) de peygamberlik hayatı boyunca, müminler arasında tarihte eşine rastlanmaz bir kardeşlik binası inşa etmiş, birbirini Allah için seven bir toplum meydana getirmiştir.
Müslümanlar, Resûl-i Ekrem Efendimizin inşa ettiği Ensâr ve Muhacirlerden meydana gelen bu “kardeşleşmiş” toplumu örnek alarak aralarında İslâm’ın kardeşlik binasını yeniden inşa etmeye mecburdurlar. Bugün, havadan, sudan, ekmekten daha çok müslümanların bu kardeşliğe ihtiyacı vardır. İçerideki ve dışarıdaki bütün şer güçlerin İslâm’a ve müslümanlara saldırdıkları bir devirde, müslümanlar “kardeş” olmanın şuuruna eremezlerse, birbirleriyle kucaklaşıp kaynaşmazlarsa ezilmekten ve zulme uğramaktan kendilerini kurtaramazlar.
Kur’an ve Sünnet çizgisinde kardeş olarak yaşamanın ilk şartı müminin kendisi için istediğini, din kardeşi için de istemesidir. Müslümanın müslümanı yalnız Allah için sevmesi, mümin kardeşine karşı kin ve düşmanlık duygusu beslemekten, onu kıskanmaktan, kusurlarını araştırmaktan sakınması; ona tepeden bakmaması, üstünlük taslamaması, kardeşi hakkında temiz duygular beslemesi, onun iyi yanlarını anlatıp kusurlarını saklı tutması da kardeşlik görevinin diğer temel esaslarıdır.


Bütün bu ferdî görevlerin yanında sosyal görev olarak da müslümanın, diğer müslümanların dertlerini kendi derdi olarak görmesi, aralarındaki kavga ve kırgınlıkları gidermeye çalışması, küskün ve kırgın müslümanları barıştırması önemli bir vazifedir. Yüce Rabbimiz bu hususta şöyle buyurur: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin” [1]. Resûlullah (s.a.v) da şöyle buyurmuştur: “Müslümanların dertlerini dert edinmeyen müslümanlardan değildir” [2]. “Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba; beyaz tenlinin siyaha, siyah tenlinin beyaza karşı bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır” [3].
Tarihte nice büyük devletleri yok eden hastalıkların başında tefrika, yani ayrılıkçılık gelmektedir. Merhum Mehmet Akif’in dediği gibi: “Girmeden bir millete tefrika, düşman giremez. Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.”
Tefrika yukarıda saymaya çalıştığımız kardeşlik görevlerinin ihmal edilmesiyle ortaya çıkan sosyal bir hastalıktır. Bu hastalık önlenmezse toplumu en sonunda iç çatışmalara, yıkıma, esarete kadar götürür. Ne yazık ki bunun acı örneklerini İslâm dünyasında üzülerek görmekteyiz. Millî bekâsına önem veren bütün milletler ayrılık gayrılığa sebep olacak her türlü fitneye karşı uyanık olmanın yollarını aramışlardır.
Hutbemi doğumunun 800. yıl dönümünü kutladığımız Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin çağlara ışık tutan birlik çağrısıyla bitiriyorum: “Topumuz bir tek inciyiz, bir tek / Başımız da tek, aklımız da tek. / Ne diye iki görür olup kalmışız / İki büklüm gök kubbenin altında ne diye. Dünyada nice diller var, nice diller / Ama hepsinde anlam bir. / Sen kapları, testileri hele bir kır, / Sular nasıl bir yol tutar, gider / Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak / Can nasıl koşar, bunu canlara iletir”.
_______________
[1] Hucûrât, 49/10.
[2] Taberânî, Mu’cemu’l-Evsât, (thk. Tarık b. Ivazallah b. Muhammed-Abdülmuhsin b. İbrahim el-Hüseynî), Kahire, 1415, I, 151; VII, 270.
[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 411.

Pehlül DÜZENLİ
Laleli Camii İmam-Hatibi
Eminönü

yusufsahin58
25.04.2008, 11:33
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])


CUMÂ GÜNÜNÜN SÜNNETLERİ

Cumâ gününün 20 sünneti ve edebi vardır. Bunlar şunlardır:

1- Cumâyı Perşembe’den karşılamalıdır. Meselâ; yeni ve temiz elbiseyi hazırlamalı, işleri bitirip Cumâ’yı ibâdetle geçirmeye gayret etmeli.

2- Cumâ günü, Cumâ namazı için gusül abdesti almalı. (Bu gusül hakkında, farz diyenler de vardır.)

3- Başı tıraş etmeli. Sakalın bir tutamdan fazlasını ve tırnakları kesmeli ve beyaz giymeli.

4- Cumâ namazına mümkün olduğu kadar erken gitmeli.

5- Ön safa geçmek için, cemâatin omuzlarından aşmamalı.

6- Câmide namaz kılanın önünden geçmemeli.

7- Erken gidip birinci safta yer almalı.

8- İmam minbere çıktıktan sonra hiçbir şey söylememeli, ezanı da tekrar etmemeli.

9- Namazdan sonra, Fâtiha, Kâfirûn, İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini 7 defâ okumalı.

10- İkindiye kadar câmide kalıp, ibâdet etmeli.

11- Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından anlatan âlimlerin dersinde bulunmalı.

12- Cumâ günü duânın kabul olduğu vakti aramalı, bunun için hep ibâdet etmeli.

13- Cumâ günü çok salevât-ı şerîfe getirmeli.

14- Kur’ân-ı kerîm ve Kehf sûresini okumalı.

15- Az veya çok sadaka vermeli.

16- Ana-babayı veyâ bunların ve sâlih Müslümanların ve evliyânın kabirlerini ziyâret etmeli.

17- Ev halkının yemeklerini bol ve tatlı yapmalı.

18- Çok namaz kılmalı, namaz borcu olanlar kazâ namazlarını kılmalı.

19- Cumâ gününü, ibâdetle geçirmeli.

20- İkindiden sonra, seccâde üzerinde elinden geldiği kadar; “Yâ Allah! Yâ Rahman! Yâ Rahîm! Yâ Kavî! Yâ Kadir!” deyip, sonra duâ etmelidir.

Hayırlı Cumalar...Dualarınızda Bulunma Duasıyla

Abdurrahman 58
02.05.2008, 13:30
MİLLÎ ve MANEVÎ DEĞERLERİMİZE SAHİP ÇIKALIM
Muhterem Müslümanlar!
Milletleri ayakta tutan millî ve manevî değerlerdir. Bu değerler, milletlerin birlik beraberlik ve toplumsal dayanışma içerisinde yaşamasını ve millî kimliğiyle tarih sahnesinde yer almasını sağlamaktadır. Milletler, söz konusu değerleri gelecek kuşaklara aktardığı oranda varlıklarını sürdürürler. Tarih, bize millî ve manevî değerlerine sahip çıkmayan ve başka milletleri körü körüne taklit edip millî şahsiyetlerini kaybedenlerin dünya coğrafyasından silinip yok olduklarını göstermektedir. Bu yüzden, bir toplumu içten yıkmak isteyenler, inanç, ahlâk ve millî değerleri yok etmeyi ilk hedef olarak seçmektedirler.

Değerli Müslümanlar!
Yüce dinimizle millî kültürümüz adeta bütünleşmiş ve dinimizin güzel prensipleriyle yoğrulmuştur. Sevgi, saygı ve fedakârlığın geliştirilmesinde, toplum hayatımızın ahenkli ve sağlam bir şekilde devam ettirilmesinde, gençlerimizin ve çocuklarımızın yetiştirilmesinde, manevi değerlerimizin ve millî kültürümüzün katkısı büyüktür. Özellikle genç kuşakları bu değerler çerçevesinde eğitmek ve yetiştirmek oldukça önemlidir. Çünkü gençlerin dinî ve ahlâkî değerlerden uzaklaşmaları, örf ve adetlerimize uymayan davranışları benimsemelerine, zararlı akım ve alışkanlıkların tuzağına düşmelerine yol açmaktadır.




Bu itibarla geleceğimizin teminatı olan gençlerimizi, millî, manevî ve kültürel değerlere uygun yetiştirmek, anne-baba eğitimci ve toplum olarak hepimizin görevidir. Nitekim Yüce Allah, dinî ve ahlâkî prensiplere sahip çıkarak kimlik ve şahsiyetimizi korumamızı emretmiş ve şöyle buyurmuştur: “İşte bu din, benim dosdoğru yolumdur. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar, sizi parça parça edip, doğru yoldan ayırır. İşte bunları, sakınasınız diye Allah size emreder” [1]. Sevgili Peygamberimiz (a. s.) de bizleri ahlâkî çöküntüye neden olabilecek, birlik ve beraberliğimizi bozacak başka milletlerin örf ve adetlerini benimsemekten sakındırmıştır.
Aziz Müslümanlar!
İnsanların meşruiyet ölçüleri içinde eğlenmeleri tabiî ve insanî bir ihtiyaçtır; dinimiz açısından bunda bir sakınca yoktur. Ancak bugün, toplumumuzda yılbaşı kutlaması adı altında düzenlenen eğlence ve toplantılar kültürel ve geleneksel bir temele sahip değildir. Bu tür eğlencelerde aklı ve sağlığı tehdit eden içki içmeyi, aile bütçesini sarsan kumarı ve israf boyutundaki harcamaları millî ve dinî değerlerimizle bağdaştırmak asla mümkün değildir. Ayrıca millî ve manevî değerlerimize ters bu tür eğlence ve adetler, kültürel tahribata yol açmakta, bizleri millî kimliğimizden uzaklaştırmaktadır. Bunun için kültürel mirasımızdan, dini anlayış ve heyecanımızdan kaynaklanan değerlerimizi yaşatmaya gayret edelim ve bu değerlerimizi genç kuşaklara aktarmaya çalışalım. Dinî ve millî değerlerimizle çelişen başka kültürlerin örf ve adetlerini körü körüne taklit ve özentiden kaçınalım. Yılbaşı kutlamalarını vesile edinerek Allah ve Resulünün razı olmayacağı tavırlar yerine, geçmiş senelerde yaptıklarımızı gözden geçirerek ve gelecek yeni yılda hayatımıza daha iyi nasıl yön verebileceğimizi düşünelim.
Allah cümlemizi rızasına uygun olmayan işlerden muhafaza buyursun.
________________
[1] En’âm, 6/153.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 31.12.2004 tarihli hutbesidir.

Kaptan-58
02.05.2008, 13:49
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

Nazligül
02.05.2008, 14:23
Kişiyi Marifetullah Sırrına Erdirecek Yedi Basamak Sırasıyla Şunlardır:
1.Sabır
2.Şükür
3.Tevekkül
4.Rıza
5.Teslimiyet
6.Muhabbet
7.Marifetullah
Allah’ın Rasulü şöyle dua ederdi. "Ey Allah'ım! Sana teslim oldum. Sana inandım. Sana dayandım. Sana döndüm. Senin kudretinle mücadele ettim. Ey Allah'ım, beni saptırmaman için Senin kuvvet ve şerefine sığınırım. Senden başka ilâh yoktur. Sen, ölmeyen dirisin. Cinlerle insanlar ise hepsi ölüme mahkûmdurlar." (Müslim).
Müminler Yalnız Allah'a Dayanıp Güvensinler
“Tevekkül , kalbin amelidir. Kalbe girdiği zaman kalbi ihya eder, tevekkül de imanı ihya eder. Ahmet Bin Hanbel
Tevekkül, Allah(cc) teslim olmak demektir. Tevekkül, kulun acziyetini, ızhar edip Rabbü’l-âlemin’e dayanması demektir.
Tevekkül kalbin hallerinden bir hal ,kalbin amellerinden bir ameldir.
“Tevekkül :Allah’a güvenmektir (Abdullah bin Abbas Hz.)
“Kim kul olarak Allah’a tevekkül ederse Allah ona dayanak olarak yeter. (Şakik Bin İbrahim (r.a))
Tevekkül: Rabbü’l-âlemin’in vaat etmiş olduğu hakikatlere kalbin tatmin olması ,itmi’nanıdır.” (Hasan-ı Basri (r.a))
Tevekkül: “Allah’tan gelene rıza göstermektir.” (Ali Bin Ahmed el-Buşinci )
Tevekkül : “Gücünden kuvvetinden soyunup Rabbü’l-alemin’in gücüne kuvvetine dayanmak.” (İbn-i Kayyum el-Cevziye)
Tevekkül : “Bütün işleri Rabbü’l-âlemin’in havline, gücüne, tedbirine güvenerek ona havale etmektir, işlerin hepsini ona vermektir.”( İbn-i Receb-i Hanbeli )
Tevekkül : “Kalbin samimiyetle Mevla’ya itamat ederek güzellikleri celbetme, zararlıları def etme dünyevi uhrevi her şeyi ona vermektir sebeblerden yüz çevirip esbabı da yaratanın Mevla olduğunu bilerek hakikata dalmaktır.”( İbn-i Haceri’l-Askalani )
Tevekkül : bir kulun gücünden kuvvetinden sıyrılıp Rabbü’l-âlemin’in gücüne kuvvetinde sükûn bulmasıdır. (Abdülkadir Geylani (k.s))
Tevekkül : kalbi ,Yaratan Mevla’nın kudret eline bırakmaktır. “Benim seçmem benim tercihim sen tercih etmedikçe ne ifade eder ki senin kaderler deryasında kalbimi nereye yönlendirirsen oraya gider ona razı olur demesidir.” Rabbü’l-âlemin’in dileğiyle birlikte kalbin o yöne dönmesi ona razı olması O’ndan gelene sükûn bulmasıdır. (Sehi’l-ettüsteri (r.a))
Ebu Saİd-el Harraz Hz.nin İfadesiyle; “Tevekkül : kalbin itminanıdır, azaların da kalbe tabi olup teslimiyetidir.
Ebu Turab En Nahşebi şöyle tarif ediyor; “Tevekkül : Bedeni ubudiyete atmak, kalbi Rabbü’l-âlemin’e katmak ve Rabbımızın her şeye kâfi olacağına itmi’nan olmaktır. Eğer o, Mevla verirse şükreder; o, Mevla vermezse sabreder demektir. “
Ebu Yakup Ennehcuri şöyle tarif ediyor; “Tevekkül : Allah’a tahkikiolarak kemalatına iman edip İbrahim Halilullah teslimiyeti ile hani Cibril, ateşe atıldığında gelmişti de bana ihtiyacın var mı demişti de İbrahim(as) :Eğer Rabbim seni benim için göndermediyse hayır Cibril demişti ya işte o hakikate ermektir. “
Sehil Ettüsteri (r.a) “Tevekkül : kalbin Allah’a itmi’nan olup Allah gayrısından bütün alakaları kesmesidir. Tevekkül katında rızkın az olması çok olması müsavi olmaktır. Karnın aç olması tok olması müsavi olmaktır. Sıhhat veya hastalık halinde bulunmak müsavi olmaktır. Tevekkül her türlü sebebi yaratanın da Mevla olduğunu bilmektir. “
Tevekkül : ubudiyet denizine nefsi atıp Rabbü’l-âlemin’in Rububiyyet sırrına çıkmaktır.
Tevekkül : Rabbü’l-âlemin’e kazasına kaderine tam teslim olmaktır.
Tevekkül : her halde Mevla’yı Zü’l-celal’e dönmektir.
İbnu Atahullah el-iskenderiyye ifadesiyle; “Tevekkül : İçerinin sükûneti ,kalbin itmi’nanı ,azaların da teslim olmasıdır. Tevekkül sebepleri almakla birlikte sebeplere itimat etmemektir. Tevekkül sebeplere yapışmakla birlikte sebepleri halk eden Mevla’yı Zü’lcelâl’i görmektir.
Tevekkül : Allah’a itimat ederek ona dayanıp hayırlı maslahat ve menfaatlari temin edip yine onun muhafazasıyla korunduğunu bilip zararları def edenin O olduğunu bilme halidir.
Tevekkülün tamamı Allah’a kesin inancın ,yakînin meyvesidir.
Ebu Hayyân şöyle ifade buyuruyor; Tevekkül : kulun Rabbü’l-âlemin’e dönmesi kazasına kaderine teslim olmasıdır.
Fahruddin-i Razi de şöyle buyuruyor, “insanın zahiri sebepleri dikkate almakla birlikte kalbinin sebeplere meyletmeden Rabbü’l-âlemin’e yönelmesidir.”
Azaların sebeplere sarılması caizdir. Ama kalbin sebeplere yönelip kayması tevekkül sırrına ermişlere caiz değildir. İşte insanların ekseriyetle tevekkülü anlama noktasında ihmal ettikleri nokta budur. Sebeplere sarılmak haktır caiz’dir. Sebeplere sarılmak tevekkülü ihlal etmez. Sebeplere azalar sarılırken kalbin o sebeplere takılmamasıdır.
Savi(ra) diliyle Tevekkül : bütün hallerde, işlerin tamamında Rabbü’l-âlemin’e kalbin tam güvenmesidir.
İmam Kurtubî; “Her halde Allah’a güven Allah’a dayan Allah’a tevekkül et. Bu hal tevekküldür”.
Ebu AbdUllAh el-Kuraşî de Tevekkül : “Rabbü’l-âlemin’e her an takılmaktır, her anı ona takılmaktır. Yani Gözün baktığında onun tecellisine takılmasıdır. Kulağın duyduğun da bir hakikate takılmasıdır. Göz, kulak , kalp hepsi Rabbü’l-âlemin’e ve ona götürecek bir hakikate takılmasıdır.
İmamı Gazali (r.a) “zahiri sebeplere sarıl ama batın da kalbin sakın ha zahiri sebeplerle meşgul olmasın bu tevekkülü ihlaldir.”
Ebu Talibi Mekki (ks)nin ifadesiyle “Tevekkül tevhidin nizamıdır. Salih amellerin de toplayıcısıdır. Hakiki tevekküle eren tevhid mizamının bayrağını dikmiş Salih amelleri de kazanmış olur.”
Ebu SüleymanEd-darani buyuruyor ki; “kul zühtiyette kemale erince o zühtiyet kişide tevekkül meyvesi meydana getirir. Kul zahit olmadan mütevekkil olamaz kul zühtiyete ulaşmadan tevekkül ehli olamaz.”
Vehb Bin Münebbih (r.a)’da; Tevekkül varılacak son noktadır, hakikatte tevekküle eren de çok azdır. Tevekkülün hakikatını da bulan azdır.”
Tevekkül’ün alameti Rabbü’l-alemi’nin kudret hazinesinde olana kişinin kendi elinde ve insanların elinde olandan daha fazla güvenmesidir.” (Hasan-ı Basri (r.a)
Tevekkülün Dereceleri
Tevekkülün dereceleri vardır. Yani insanlar hakikaten Mevla’ya mı tevekkül ediyor. Yoksa hakikatte tevekkül ettiği şey dünya’nın kendisi mi? Hakiki tevekkülün oluşabilmesi için bir kimsenin hakiki manada tevekkül ehli olabilmesi için İbn-i Kayyim el-Cevziyenin Medarikus-salikin isimli kıymetli eserinde şu esasları sayıyor; Kulun tevekküle ermesi için
1-Rabbini tanımalı, sıfatlarını bilmeli her şeye güç kuvvet getireceğini, her şeye kadir olduğunu, yaratmış olduğu şeylere kâfi olduğunu, yarattıkları şeyleri düzene koyan o olduğunu, her işin sonunun ona varacağını canı gönülden inanmalıdır.
2- Sebepleri dikkate almalı ama sebeplerin hakiki manada Rabbü’l-âlemin’in yaratmış olduğu birer aracı olduğunu bilmeli kalbi kesinlikle sebeplere yönelmemelidir.
3. Kalp tevhit makamında olmalı yani kalbin sebeplere kaymasını kalbin sebeplerle meşgul olmasını engelleyecek kalbinde bir tevhit makamının bulunması lazımdır.
4. Kalbin Allah’a dayanması onunla sükûn bulması onun kalpleri eviren çeviren olduğunu bilmesi ve onun her işi düzene koyacağı kalbin de karar kılmasıdır.
5. Rabbimiz’e karşı kalbinde hüsn-i zan beslemesi gerekir.
6. Kalbin O’na teslim olması, kalbin onun tecelli cezbelerine muhatap olduğunu bilmesidir.
7. Rabbımız’a her işini teslim etmesi kulun Rabbü’l-âlemin’in sırlar deryasına kendisini bırakması seçmenin, ihtiyarın Rabbimiz’in dilemesiyle olacağını kul istedikten sonra dilemeyi, istemeyi yaratanın Allah olduğunu bilmesidir.
8. Tevekkülün ruhu rızadır. Yani rıza olmadan tevekkül olmaz. Hani adamın birisi Hasan-ı Basri (r.a) ye gelmişti de
Adam: Efendim hacca gideceğim ama azıksız gideceğim ben Allaha tevekkül etmiş bir kimseyim.
Hasan-ı Basri (r.a) adamın haline baktı ki hakikaten diliyle söylediğiyle kalbi birbirine sanki pek uymuyor. O zaman onu şöyle imtihan etti)Peki sen ne zaman gideceksin Adam: işte falan zaman gideceğim.
Hasan-ı Basri (r.a) : peki niçin hemen yola çıkmıyorsun.
Adam: efendim kervanı bekliyorum.
Hasan-ı Basri (r.a) : Ha demek sen tevekkül ehlisin demek sen azıksız yola çıkacaksın hakikatte sen Allaha değil kervandakilerin azık çantasına ,azık torbasına tevekkül etmiş bir kimsesin haberin olsun ...
Rabbimiz “Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. “ (Ali İmran160) .
Allah’a dayansınlar çünkü şan şöhret geçicidir, Bir gün koybolur güzellik geçicidir, kaybolur, servet geçicidir, kaybolur insana dayanma ölür velhasıl “«Ve ölmeyen diriye dayan, O'nu överek teşbih et» (Furkân 58).” akıllı insan ölmeyen diriye Rabbü’l-âlemin’e tevekkül eder. Hüngür hüngür alayan bir gence “evladım niçin ağlarsın denilince” “efendim çok sevdiğim biri var idi oda öldü dayanamadım.” “o zaman sen de ölmeyen diriyi sevseydin ya! o zaman sen de ölmeyen diriye muhabbet etseydin ya! Elbette Rabbimiz’in bize sevmesini emrettiklerini severiz Rabbimizin bize sevmesini emrettikleri kimseleri sevmek ibadettir...
“Allah'tan korkan ve Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle dedi: "Onların üzerlerine kapıdan girin. Oradan girerseniz muhakkak galip gelirsiniz. Eğer layıkıyla inanıyorsanız yalnız Allah'a dayanın. “(Maide 23)
“Gerçek müminler ancak o müminlerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve bunlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler. “ (Maide 2)
Marifetullah meydanında olduğunu ifade eden bir kimse ,Rabbini bulmak için Rabbini bilmek için BU dünyada olduğunu söyleyen bir kimse tevekküle ermedikçe bu meydan da yol bulamaz. Tevekkül ehlinin sadakatı bir Ebu Bekir Efendimizde gizlidir. Ebu Bekir Sıddık Efendimiz’in mağaradaki Allah’ın Resulü’ne karşı tutumu ona bir zarar gelirmi ki diye tir tir titremesinde tevekkülün hakikati vardır Hz. Ömer Efendimiz’in hicret ederken hadi ben Allah yolunda hicret ediyorum kim çıkacaksa çıksın karşıma deyişindeki şecaatte tevekkül vardır. Hz Osman Efendimiz’in her anı ile Mela’ikeyi kiramın ona gıpta ettiği hayâsında tevekkül vardır. Hz Ali Efendimiz’in ilminde irfanında ve Ashabı Güzin Efendimiz’in tamamının kendilerine indirilmiş olan kitabı ve içlerindeki Peygamberin sözünü doğru çıkarmak için; “Anam babam canım her şeyimiz sana feda olsun Ya Resulallah” deyişinde tevekkülün sadakati vardır.
Hz. Lokman oğluna şöyle öğütte bulunmuştu; “Ey oğlum dünya uçsuz bucaksız derin bir denizdir. O denizde pek çok insan boğuldu niceleri o denize girdi de bir daha çıkamadı.Eğer sen gemiyin Allah’a iman olmasını, gemiyin astarının Allah yolunda amel olmasını, gemiyin yelkenin Allah’a tevekkül olmasını isterisen umulur ki; sen bu denizde boğulmadan sağ salim sıhhatli bir şekilde çıkmış olursun.
İbn. Müseyyib (ra)anlatıyor Abdullah bin selam(ra) ve Hz. Selman birbirleriyle şu şekilde ahitleştiler herkim önce ölürse Rabbim de müsaade eder ise hallerimizden haber verelim. Ve birisi öldükten sonra diğerine şu şekilde haber verdi; Huzurullah’ta amellerin en eftalinin tevekkül olduğunu buldum. Tevekkül ehlinin halinin Rabbimiz katında daha çok muteber olduğunu buldum. Tevekkül kadar Rabbimiz’in razı olduğu bir şey görmedim.
Abdullah bin Abbas öyle buyuruyor; “tevekkül imanın tamamını toplayan güzel bir haslettir. ”
Said Bin Cübeyir; “tevekkül (Allah’a dayanmak) imanın yarısıdır.”
Cüneyt bin Muhammed “tevhid kalbin sözüdür, tevekkül de kalbin amelidir. Tevhit kalbin ses vermesidir. Tevekkül de kalbin amelidir. “
Füdayl Bin İyaz (r.a); tevekkülün faziletini ifade ederken “tevekkül ibadetin kıvamıdır. Tevekkül kula vacib olan kalbin amellerinin en eftalidir.” “ buyuruyor.
Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.
Ömer ARİF

ALINTI ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])

Abdurrahman 58
23.05.2008, 14:01
Gençliğimiz geleceğimizin teminatıdır. Bazı ülkeler gençlik fakirliği çekerken, harcı İslâm terbiyesi olan sağlam bir aile yapımız sayesinde, dosta güven, düşmana kaygı veren büyük bir genç nüfusa sahibiz. Yarınların ağır sorumluluklarını omuzlayacak olan bu iftihar tablomuzun maddeten ve mânen dopdolu yetişmesi ve her türlü zararlı akım ve alışkanlıklardan korunması, geleceğimize güvenle bakabilmemiz açısından önemlidir. Bunun önemini kavrayan herkesin, üzerine düşeni yapması hem milli bir görev, hem dini bir vecibedir.

Hayatımızda her yaşın ayrı bir güzelliği olmakla beraber gençlik çağının yeri başkadır. Onun için o günler hep özlenir. Bir şair: “Ah o gençlik, bir gün geri dönse de ihtiyarlığın bana neler ettiğini ona bir anlatsam”[1] diyerek özlemini dile getirir. Ama ömürden giden artık geri dönmez ki! Peygamberimiz de bir hadislerinde: “İhtiyarlığından önce gençliğinin kıymetini bil.”[2] buyurarak gençleri ikaz etmektedir. Gençlik kuvvetinin her an eridiğini gören akıllı insan, onun kıymetini bilir ve sonra gençliğini pişman olmayacağı şekilde geçirmeye gayret eder.


Gençlik her türlü batıl ve sapkın düşüncelerin, zehir ve şehvet tâcirlerinin hedef kitlesidir. Gençlerimiz bunlardan korunabilmesi için her şeyden önce sağlam bir iman zırhı giymelidir. Zira sağlam bir iman her türlü kötülüğe karşı ilk ve en büyük sığınaktır. Bu hususta Yüce Rabbimiz: “ İman edipte yalnız Rablerine tevekkül edeler üzerinde şeytanın bir hakimiyeti yoktur.”3 İnanma ihtiyacı insanda fıtrîdir. İnanmadan edemez. Kurda kuşa, aya güneşe tapanların derdi de bu boşluğu doldurmaktır. Gençliğimizin iman kabı boş bırakılırsa birisi gelir orayı satanizmle, meditasyon, yoga ve ruh çağırma gibi bâtıl akımlarla doldurur veya gençlerimiz, misyonerliğin ağına düşer ve elimizden alınır


Herkes için olduğu gibi genç için de arkadaş seçimi önemlidir. Sevgili peygamberimiz (s.a.v.) beraber oturup kalktığımız arkadaşları kokuya benzetir. “Koku güzel olursa üzerimize güzel koku, pis olursa pis koku siner buyurur.”4 Bir diğer hadislerinde de “Kişi dostunun dini yolu ve yaşayışı üzeredir, öyleyse kiminle dostluk yaptığına dikkat etsin.” buyurur.[5] “Körle yatan şaşı kalkar” gibi ata sözlerimiz de arkadaşlığın etkisini çok güzel ifade eder.

Gençlik için istismara açık, tehlikeli hususlardan biri de şehevi duygulardır. Bir genç Rasûlullah (s.a.v.) e geldi. “Ya Rasûlallah bana zina konusunda izin ver” dedi. Rasûlullah (s.a.v.) onu karşısına aldı ve sormaya başladı: “Sen böyle bir şeyin annene yapılmasını ister misin?” “Hayır, ya Rasûlallah istemem” “Kız kardeşine, halana, teyzene?” “Hayır, istemem” dedi genç. “Senin gideceklerin de ya birinin annesi, kız kardeşi, halası veya teyzesidir. Onlar da istemezler.” buyurdu ve o gence bu duygulardan kurtulması için dua etti.[6] Peygamberimizin duasına mahzar ola bu genç; “Bir daha böyle bir şey aklımdan bile geçmedi” demiştir.


Gençliğin bu ve benzeri tehlikelere karşı uyarılmasında büyüklere de önemli görevler düşmektedir. Onlar kendi yanlışlıklarını ve kötü tecrübelerini genç nesle aktarırlarsa onlar da aynı yanlışları yapmaz, ateşlere basmazlar. İyiliği emretmek kötülükten sakındırmak farz… Bunları dinlemek de bir fazilettir. Hepimizin buna ihtiyacı vardır. Hz. Ömer’in ifadesiyle “Nasihat etmeyen ve nasihat dinlemeyen toplumda hayır yoktur.”[7] Hutbemizi peygamberimizin bu husustaki müjdeleri ile bitirelim: “Yedi kişi var ki, hiçbir gölgenin bulunmadığı mahşerde Allah onları gölgelendirecektir… Onlardan biri de gençliğini Allah’a ibadette geçiren genç adamdır.”[ 8]

Ahmet EFE / Ebubekir Camii İmam-Hatibi / Bağcılar
______________________________ _
1 Katru’n-Neda s. 206, Beyit, Ebu’l-Atehiyye’ye aittir
2 el-Müstedrak, Rikak, 4/306
3 Nahl, 16/99
4 Buharî, Zebâih, 31
5 Tirmizi, Zühd, 45
6 Müsned-i Ahmed, 5/257
7 Risaletü’l-Müsterşidîn s. 71
8 Buharî, Ezan, 36

[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])

gul-i_ahmer
17.09.2008, 11:10
Hayır Osman! Ruhbanlık yoktur

Rasûlullah (s.a.v) bir gün dostlarına kıyametten bahsetmişti. Onlar da çok duygulanıp ağladılar. Sonra içlerinden on kişi Osman Bin Maz'ûn'un evinde toplandı. Aralarında Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali de vardı.


Yaptıkları istişáre neticesinde, bundan böyle dünyadan el etek çekmeye, gündüzleri oruçla, gecelerini de sabaha kadar ibádetle geçirmeye, et yememeye, kadınlara yaklaşmamaya, güzel koku sürünmemeye ve yeryüzünde gezip dolaşmamaya karar verdiler. Bu haber Peygamber Efendimiz'e ulaşınca, kalkıp Osman Bin Maz'ûn'un evine gitti fakat kendisini evde bulamadı. Hanımına, Osman ve arkadaşlarının kendisine gelmeleri için haber bıraktı. Onlar da Peygamber Efendimiz'in huzuruna çıktılar. Efendimiz, karar aldıkları hususları kendilerine sayarak:

- "Bu konularda ortak karar almışsınız, öyle mi?" dedi

Onlar:

- "Evet ey Allah'ın Resulü bizim böyle bir karar almakta hayırdan başka bir gayemiz yoktur" dediler. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v):

-"Şüphesiz ki ben bunlara emrolunmuş değilim. Bu doğru değil. Elbette sizin üzerinizde nefislerinizin hakkı vardır. Bazen oruç tutun, bazen tutmayın. Gece hem ibadet edin hem uyuyun. Ben hem ibádet ederim hem de uyurum. Oruç tuttuğum günlerde olur. Tutmadığım günlerde. Et yediğim gibi hanımlarımla beraber olurum. Kim benim Sünnet'imden yüz çevirirse benden değildirÖ" (Vahidi, s. 207-208; Ali el-Kárî, el-Mirkát, , 182-183)

Peygamberimiz Sahabeyi hayatın içine çekecektir bu tavrıyla.

Hz. Ebû Bekir, dini yaşama husûsunda büyük bir azim ve gayrete sahipti. Bazı arkadaşlarıyla, Allah Rasûlü (s.a.v) gibi olmadıkları gerekçesiyle daha fazla ibadet etmeleri gerektiğini düşünmüşlerdi. Ancak peygamberimiz ruhbanlığa müsaade etmeyerek, ashábından kendi Sünnet'ini takip etmelerini istedi.

GÜNÜN AYETİ


İnsanların içinde öylesi vardır ki herhangi bir bilgisi, rehberi veya aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışmaya kalkar.
(Hacc 22/8)



GÜNÜN HADİSİ
Ebu Hureyre (r.a.) Peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Olgun mümin ahlakı en güzel olandır.
Ahlak bakımından en iyi olanınız da aile fertlerine en iyi davrananızdır.
(Ebu Davud, Sünnet: 14; Tirmizi, İman: 6)

GÜNÜN DUASI
Yatağından kalktığında şöyle buyururdu:

(Okunuşu) "Rebbiğfir ve'r-ham vehdi Li's-sebili'l Akvam."

(Anlamı) "Rabbim bağışla, merhamet et ve en doğru yola ilet."






ALINTI

dark_yamtar58
17.09.2008, 11:23
Kardeşim çok ağır konulara giriyorsun vallahi bu yazdıklarına sakin kafa lazım o zaman bizlerde internetten ulaşıp bu konularda bilgi sahibi oluyoruz ama şu anda bu yazıyı ne okuyabilir nede sana yorum yapabilme olanağımız yok

MeLody58
17.09.2008, 11:40
Bu konuLarı AydınLattın için Çok Tşk Ediyorum ALLah Razı OLsun...

gul-i_ahmer
17.09.2008, 11:45
Kardeşim çok ağır konulara giriyorsun vallahi bu yazdıklarına sakin kafa lazım o zaman bizlerde internetten ulaşıp bu konularda bilgi sahibi oluyoruz ama şu anda bu yazıyı ne okuyabilir nede sana yorum yapabilme olanağımız yok

SEN YORUM YAPSANDA OLUR YAPMASANDA.. BENM İÇİN FARKETMEZ.. Kİ KİMSE YORUM YAPMASADA BENM İÇİN BİŞEY EKSİLMEZ.. BEN YAZIMI KOYARIM OKUYAN OKUR ORASI BENİ BAĞLAMAZ..AYRICA KENDİ ADINA YAZARSAN SEVİNİRİM....

gul-i_ahmer
17.09.2008, 11:46
Bu konuLarı AydınLattın için Çok Tşk Ediyorum ALLah Razı OLsun...

DEMEKKİ OKUYAN ARKADAŞLARIMIZ VE OKUDUĞUNDA AYDINLANAN ARKADAŞLAR VARMŞ ...
ECMAİN KARDEŞİM RABBİM HEPİMİZDEN RAZI OLA....

MeLody58
17.09.2008, 11:52
tesekkür ederim ne demek tabiki yazacaksın bizde bizim için ordan bir ders alacagız okumak istemeyenlerde insanların yaptıgı şeylere eleştiri yapmasınlar allah kelamının başımınzın üstünde yeri var o yazmazsa ben yazmazsam kim yazazak nerden ögrenecegiz

sonbahar5803
17.09.2008, 12:46
Allah razı olsun kardeşim. O kadar güzel konulara değiniyorsunuzki...


İnsanların içinde öylesi vardır ki herhangi bir bilgisi, rehberi veya aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışmaya kalkar.
(Hacc 22/8)


Kuran, Sünnet, icma ve kıyas bir Müslümanın kaynağı olmalı. Bizler mürşit değiliz elbette; yorum yaparken, konu paylaşırken bu kaynaklardan yararlanıyoruz.

gul-i_ahmer
17.09.2008, 12:48
Allah razı olsun kardeşim. O kadar güzel konulara değiniyorsunuzki...


İnsanların içinde öylesi vardır ki herhangi bir bilgisi, rehberi veya aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışmaya kalkar.
(Hacc 22/8)


Kuran, Sünnet, icma ve kıyas bir Müslümanın kaynağı olmalı. Bizler mürşit değiliz elbette; yorum yaparken, konu paylaşırken bu kaynaklardan yararlanıyoruz.

ACİZANE GÖNLÜMÜZLE BÜYÜKLERİMİZİN AĞZIYLA KONUŞMAYA ÇALIŞIYOR;İLMİMİZİN SADAKASINI VERMEYE ÇALIŞIYORZ...

gul-i_ahmer
17.09.2008, 17:18
güncelleme.................... ...............

gul-i_ahmer
18.09.2008, 10:40
Cehennemden Allah'a sığınırım

Abdullah ibni Ömer (r.a) anlatıyor:

Peygamber Efendimiz zamanında, Sahabeden biri bir rüya gördüğünde mutlaka onu Rasûl-i Ekrem'e anlatırdı. Ben de buna imrenir içimden kendime şöyle derdim:

"Keşke ben de bir rüya görsem ve Resûlullah'a anlatsam."

O dönemler henüz çok gençtim, yaşım küçüktü. Bir gün mescide uyumuşken rüya gördüm. Rüyamda, iki melek beni alıp doğruca cehenneme götürdüler. Cehennem, kuyu duvarı gibi taşla örülmüştü. İki de direği vardı. Orada Kureyş kabilesinden bazı tanıdıkları gördüm be gördüğüm şeylerden korktum ve:
"Cehennemden Allah'a sığınırım

Cehennemden Allah'a sığınırım

Cehennemden Allah'a sığınırım!" diye bağırmaya başladım.

İşte o sırada onların yanına başka bir melek geldi, ve bana "Korkma!" dedi. Bir de elimde kalın ipek kumaş parçası gibi bir şey vardı. Onunla cennetin neresine işaret etsem, oraya doğru uçuyordum.

Bu rüyamı Peygamber Efendimizin eşi Hafsa ablama anlattım O da Rasûl-i Ekrem Efendimize söyledi.

Bunun üzerine Allah'ın Resûlü:

"Abdullah ne iyi adam! Keşke bir de gece namazı kılsa!" buyurdu.

Abdullah ibni Ömer'in oğlu Salim şöyle dedi:

"O günden sonra babam, geceleri pek az uyur; hep ibadet ederdi.


GÜNÜN AYETİ
Benim Rabbim çok merhamet eden, sevgisini ve lütfunu esirgemeyendir. (Hud 11/90)

GÜNÜN HADİSİ
İbni Abbas'ın (r.a.) rivayet ettiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: Kardeşinle münakaşa etme, aşırı bir şekilde şakalaşma, yerine getiremeyeceğin vaadde bulunma. (Tirmizi, Birr: 58)
GÜNÜN DUASI
Uykudan uyandığında şöyle derdi:

Okunuşu: "El-hamdulillahi'l Lezi ehyana ba'de ma ematena ve ileyhi'n-nüşur."

Anlamı: Bizi öldürdükten sonra yeniden dirilten Allah'a hamd olsun. Şüphesiz dönüş Allah'adır.




"

sensetik
18.09.2008, 11:46
hayat gerçekten çok kısa ama nedense bunu bile bile dini vecibelerimizi yerine getirmekten kaçıyoruz...Allah sonumuzu hayrede...

gul-i_ahmer
18.09.2008, 16:04
GÜNCELLEME.................... ........

gul-i_ahmer
19.09.2008, 10:52
Sırtında derin yaralar vardı

Tabiîn álimlerinden Kays ibni Ebû Házim anlatıyor:


Onu tanırsınız büyük sahabelerden. Bir gün Hz. Ömer parmaklarını sırtına koyduğunda parmakları sırtının çukurlarında kaybolmuştu. Müslüman olduğu için sırtını demirlerle dağlamışlardı. İşte o sahabeyi, ölüm döşeğinde bir dostu anlatıyor:

Asháb-ı kiramdan Habbáb ibni Eret'i hastalığı sırasında ziyaret etmiştik. Karnını yedi yerden dağlamışlardı. Habbáb şunları söyledi:

"Eski dostlarımız dünyaya kapılmadan göçüp gittiler. Biz ise o kadar çok mala sahip olduk ki, onu koyacak yer bulamayıp toprağa gömdük.

Rasûl-i Ekrem'in ashabından benim kadar beláya uğrayan biri daha var mı, bilmiyorum. O zamanlar bir dirhem bile bulamadığım olurdu, şimdi ise evimde kırk bin dirhem var. Uzun zamandan beri hastalık çekiyorum. Şayet Peygamber Efendimiz ölmek için dua etmeyi yasaklamasaydı, Allah'tan canımı almasını isterdim."

Bir başka gün yine Habbáb'ın yanına gitmiştik. O sırada duvar örüyordu. Bize şunları söyledi:

"Müslüman, Allah için harcadığı her şeyden sevap kazanır. Yalnız şu çamura verdiklerinden eline bir şey geçmez."

GÜNÜN AYETİ

Muhammed sizden herhangi birinin babası gibi sıradan bir insan değildir. O, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. (Ahzab 33/6)

GÜNÜN HADİSİ

Semure bin Cündüb (r.a.) Resulullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: Bir kimse, kendisine emanet olarak verilen şeyi yerine teslim edinceye kadar korumakla sorumludur. (Ebu Davud Büyu 88, Tirmizi Büyu 39, İbni Mace Sadakat 5)

GÜNÜN DUASI

Fecir doğduğunda şöyle buyururdu:

Okunuşu: "Esbehna ve esbehe'k-mülku lillah. Ve'l hamdulillah. Ve'l halku ve'l emru ve'l leylu ve'n neharu lillah"

Anlamı: "Bugün yine sabahladık. İşte bütün mülk Allah'ındır. Hamd o yüce Allah'adır. Yaradılış, bütün işler gece ve gündüz hepsi Allah'ındır."

seva
19.09.2008, 11:25
Anlamı: "Bugün yine sabahladık. İşte bütün mülk Allah'ındır. Hamd o yüce Allah'adır. Yaradılış, bütün işler gece ve gündüz hepsi Allah'ındır."


tşkler...

gfb34
19.09.2008, 13:29
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez][/URL]

Allah'u Teala Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurmuştur:
euzu billahimineşşeydanirracim.Bism illahirrahmanirrahim
''Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın.Aksine onlar diri olup Rabb'leri katında rızıklandırılmaktadır.Allah'ın lutfundan kendilerine vermiş oldukları sevinç içindedirler ve arkalarından henüz onlara kavuşmamış olanları,kendilerine bir korku olmayacağı ve üzülmeyecekleri üzere müjdelerler.''(ali imran 169-170)....

Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır:
''Ruhumu kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki Allah yolunda savaşıp öldürülmemi,sonra tekrar dirilip savaşarak öldürülmemi,yine dirilip savaşta öldürülmemi arzu ederim.'' (buhari cihad/10) ....

Bugün İnşallah sizlere şehitliğin öneminden,mertebesinden ve kısımlarından bahsedicem.

Kelime olarak şehit şahit manasındadır.Şehitlik Allah'ın kullarına vermiş olduğu en güzel,en şerefli makamlardan biridir.Şehitler Allah yolunda,hz. Peygamber (sav) yolunda ve nihayet din-i islam uğrunda ölenlerdir.Yüce mevlanın adını yüceltmek ve onun bize lutfettiği islamı korumak amacıyla ölenlerdir.
Allah'ın fırkasıyla Şeytanın fırkası tarih boyunca hep bir mücadele içinde olmuştur.Her dönemde olduğu gibi Asrı saadet döneminde de müşrikler iman edenleri hak yoldan döndürmek için her türlü yolu denediler.Mü'minler kafirler tarafından saldırıya uğrarken Allah tarafından mücadele ile ilgili ayetler inmeye başladı.Böylece mücadele mü'minler üzerine hak oldu.Mü'minler için savaşa çıkmak demek ya ölmek yada gazi olmak demektir.Yüce Allah bu yolda ölenlere çok büyük bir makam vaadetmiştir.Bu vaadini Hac suresi 58-59.ayetlerde şöyle bildirmiştir.
''Allah yolunda göç edip sonra ölen veya öldürülenlere gelince Allah onları en güzel bir rızıkla besleyecektir.Doğrusu Allah rızık verenlerin en iyisidir.Onları razı olacakları bir yere sokacaktır.Doğrusu Allah bilendir,Halimdir

Şüphesiz günümüzdede şehitlerin konumu tamamiyle aynıdır.Çünkü verilen mücadele aynıdır.Peygamber efendimiz buyuruyor ki :
''Şehitlerin en üstünü düşmanla karşılaştığında yüzlerini çevirmeyip öldürülenlerdir.''(Ahmed/5-285)
Bu hadisi şerife verebileceğimiz en güzel örnek şüphesiz kurtuluş savaşı ve çanakkale kahramanlarımızdır ''....Düşman siperleriyle siperlerimizin arası 7-8 metreye kadar yaklaşmış.Ön siperdekiler şehit oluyor.Arka siperdekiler şehit olacağını bile bile ön sipere koşuyor ve onlarda şehit oluyor.Bilen Kur'an-ı kerim okuyor bilmeyen kelime-i şehadet getiriyor...'' işte böyle anlatıyor Atatürk o anın yüksek ruh halini.

Tıpkı diğer insanlar gibi şehitlerimizde öldükten sonra amel defterleri kapanır ve salih amelde bulunma imkanları sona erer.fakat Ali imran suresi 154. ayette buyruluyorki:''Andolsun eğer Allah yolunda öldürülür yada ölürseniz Allah'tan bir bağışlanma ve rahmet onların bütün toplamakta olduklarından daha hayırlıdır.'' Bu ayette Allah şehitlerin cennete kavuşmak için en büyük ecri topladıklarını ve en büyük nimetlere kavuştuklarını bildirir.
Şehitlik bir mü'min için dünya hayatında elde edilebilecek en şerefli en saygıdeğer mertebedir.Öyle ki yüce Allah peygamber ehlini sayarken peygamberlerin yanında şehit olan mü'minleride sayar.Yüce Allah Muhammed suresi 4-6 ayetlerde şehitlerin konumunu şöyle bildirir.''.... Allah kendi yolunda öldürülenlerin yaptıkları işi zayi etmeyecektir.Onları doğru yola iletecek ve durumlarını düzeltecektir.Onları kendilerine tanımladığı cennete sokacaktır.''
Yine Abdullah bin abbas radiyallahu anhüma'dan rivayet edildiğine göre Peygamber efendimiz şöyle buyurmuşlardır '' Uhud savaşında kardeşlerimiz şehit olunca Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içine yerleştirdi.Onlar cennet nehirlerinden içerler meyvelerinden yerler ve arşın gölgesi altında asılı bulunan altın kandillere konarlar.Onlar yiyecek ve içeceklerin tadını,eğlenip dinlendikleri yerin güzelliğini görüncede 'kardeşlerimizin cihaddan uzak durmamaları ve savaştan yüz çevirmemeleri için bizim cennette rızıklandırıldığımızı onlara kim bildirecek' dediler.Allah'u Teala '' sizin arzunuzu onlara ben duyururum'' buyurdu. bunun üzerine bu ayetler indi.'' (müslim ebu davut)
Kur'an-ı kerimde 15 yerde şehitler övülmekte ve yüksek mertebelerinden bahsedilmektedir.Şehitlerin efendisi hz. Hamza'dır.Onun cesareti dillere destandı ve gördüğü hiç bir şeyden korkmazdı.Öyleki bu cesaretiyle '' Ey Hamza gördüğün hiçbirşeyden korkmazsın bu doğru.Ama heybetini gizli tut yürüyüşün ölümü korkutuyor'' gibi satırlarla örnek bir sahabe olmuştur.Yine hz Hanzala (r.a) uhud savaşından bir gün önce evlenmiş ve sabah acaba savaşı kaçırdımmı endişesiyle yıkanmadan savaş meydanına gitmiş ve şehit olmuştur. O büyük sahabeyide melekler yıkamıştır

Şehitler mücahitler arasından seçilmiş insanlardır.onları Cenabı Hak Seçer. Tevbe suresi 52. ayette şehitlik 2 güzelden biri olarak ifade edilmiştir.Yani Mü'min için savaşta iki güzel netice vardır. Ya galip gelecek ya şehit olacak.
Şehitler Allah'ın izniyle istedikleri kılığa girerler.Heryeri gezebilirler.Bu durum Bakara suresi 154. ayette '' Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin.Aksine onlar diridirler.Ancak siz farkedemiyorsunuz '' şeklinde belirtilmiştir.
Enes b.malik'den rivayet edildiğine göre peygamber efendimiz şöyle buyurmuşturlar : ''Şehitten başka dünyada hiç bir kimse yoktur ki dünyaya dönmeyi ve herşeyin kendisinin olmasını ister Şehit ise gördüğü ikramdan dolayı dönmeyi ve 10 kere öldürülmeyi temenni eder '' (müslim 1877)

Şehitlik şüphesiz her mü'minin hayalinde olan,ona erişebilmek için çabalayacağı bir makamdır.Ancak kişinin savaşa giderken öncelikli amacı ölmek değil galip gelmek,saldırıyı ve azgınlığı durdurmak olmalıdır.Ancak kişi kalbinde bu iman ve aşkla gidersesavaşta fedakarlıktan kaçınmaz.Çünkü kafasındaki düşünce kalırsam gazi ölürsem şehit düşüncesidir.buda daha önce belirttiğim gibi iki güzelden biridir.

Şahitliğin öneminden güzelliğinden bahsettik ancak şehit olmak çokda kolay değildir.Öncelikle kişinin şehit olması kalbindeki imana ve niyetine bağlıdır.şehitlik 3 kısımdır.

1-)Ahiret ve dünya şehidi : Bu kısım şehitler kamil şehitlerdir.Savaşta öldürülenler veya asiler,eşkiyalar,anarşistler veya evinde hırsızlar tarafından gadren ve zulen öldürülen kimseler bu kısımda yer alır.Bu kısma verebileceğimiz en güzel örnek çanakkale şehitlerimizdir.Bir müslümanın kamil şehit sayılabilmesi içn 6 şarta uygun olması gerekir.bunlar:
1-)müslüman olması
2-)akıllı olması
3-)baliğ olması
4-)temiz halde bulunması (boy abdestini varolması)
5-)vurulmanın akabinde hemen ölmüş olmak.yani vurulduktan sonra tedavi görür yer içer ve başka yere taşınır veya vurulduktan sonra 1 namaz vakti geçerse bu kısım şehitlikten çıkar ve uhrevi şehit sayılır
6-)öldürülmüş olmasından dolayı öldürülen kimseye kısas kısas icap etmek

Kamil şehitler yıkanmadan kanlı elbiseleriyle gömülürler.Hz. Ömer ve Hz Alide bu şartlardan biri bulunmadığı için yıkandılar.Hz. osman ise yıkanmadan gömüldü.Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre ''Müslümanın aldığı her yara Allah yolundadır.Sonra kıyamet gününde bu yara , vurulduğu günkü kılığında olacak kan fışkıracaktır.Renk kan rengi koku misk kokusudur.'' (müslim)

2-)Sadece ahiret şehidi : Dünya itibariyle şehit sayılmayan,yıkanıp kefenlenmiş olarak gömülen,fakat ahirette şehit muamelesi gören kimseler bu kısma girer. bu kimselere şehid-i uhrevi de denir.şehidi kamil şartlarından birini kaybeden kimseler bu kısma girerler.örneğin:
-suda boğulanlar
-ateşte yananlar
-veba gibi salgın hastalıktan ölenler
-doğum esnasında ölenler
-akrep yılan vs. sokması sonucunda ölenler....

Peygamber efendimiz (sav) buyuruyorlar ki : ''Kim samimi bir şekilde isterse,yatağında ölse bile Allah O'nu şehitler menziline sayar'' (tirmizi fedailül cihad 19)

3-)sadece dünya şehidi : bu kısım şehitler sadece dünya itibariyle şehit sayılanlardır.Bu kısım şehitler münafıklardır. Kişinin şehitlik gibi bir mertebeye ulaşabilmesi için öncelikle ona bu şerefi veren yaratıcısını tanıması,bilmesi O'na inanması ve O'nun yolunda olması gerekir.Bunların kalbinde bulunan nifak emaresini sadece Cenabı Hakk bildiği için dünyada şehid muamelesi yapılır.Ancak Allah katında şehit sayılmazlar.
Uhud savaşında yaşanan kuzman olayı bu gruba verebileceğimiz en iyi örnektir.Şöyleki: ''Kuzman cesur biridir. Savaşta çok yararlılık gösterir.Resulullah da önceden onun cehennem ehli olduğunu belirtmiştir .Kuzman ağır yaralı halde iken bir sahabe gelir ve 'Vallahi bugün büyük cesaret gösterdin .müjdeler olsun sana.' der.kuzman ise cevap olarak ' Ne müjdesi ? Ben ancak kavmimin şerefi için savaştım.Yoksa savaşmazdım' der. Daha sonra ise yarası şiddetlenir acıya dayanamaz ve kendini öldürür.İşte peygamber ordusunda olduğu halde şehitliği elde edemeyen kuzman misalleride vardır.

Sonuç olarak yeryüzündeki en büyük güç ve kudret şüphesin Allah 'a aittir.Peygamber efendimizin bir hadisi şerifi her dönemde Allah yolunda savaşan mü'minlerin bulunacağını ve daima üstün geleceklerini açıklamak için yeterli olacaktır. '' Ümmetimden kıyamet kopuncaya kadar hak üzere savaşan bir grup devamlı bulunacaktır.Ne onları yardımsız bırakanlar onlara zarar verebilir.Ne de muhalefet edenler.'' (Buhari 61/27)
Yine Ahzap suresi 23. ayeti kerimede Yüce Allah buyuruyor ki : ''Mü'minlerden öyle erler vardır ki,Allah'a verdikleri sözde sadık oldular.Kimi ahdini yerine getirdi,kimide bekliyor.Sözlerinde döneklik etmediler.''

Allah şehitlerimize rahmet eylesin.Cennetiyle cemaliyle onları şereflendirsin .Bizleride onların şefaatine nail olmayı ve onların yolundan yürümeyi nasip etsin.Allah ülkemizi her türlü felaket ve müsibetten korusun.Şuanda ülkemizde verilmekte olan haklı mücadelede Allah askerlerimize yardım etsin.Onları korusun.Şehid olacak erlerimizi Kamil şehid sıfatıyla şereflendirsin.
Allah'ım bizi bu dünyadan ancak ve ancak şehid olarak ve imanla çıkar..

gul-i_ahmer
19.09.2008, 14:35
güncelleme.................... .............................. ........

gfb34
19.09.2008, 15:23
hayırlı cumalar....................... .................

gul-i_ahmer
19.09.2008, 18:25
GÜNCELLEME.................... ......

gul-i_ahmer
20.09.2008, 09:40
İnce yapılı, narin ve heybetliydi

Peygamber Efendimizin torunu Hz. Hasan, Hz. Hatice'nin oğlu Hind ibni Abû Hále'ye, bir gün "Dayıcığım, bana dedemi anlat" dedi.


Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem'i çok iyi anlatmasıyla şöhret bulmuş olan Hind (r.a) O'nu şöyle anlattı:

Peygamber Efendimiz irice yapılı ve heybetliydi. Yüzü ayın on dördü gibi parlardı. Uzuna yakın orta boylu, büyükçe başlı, saçları hafif dalgalıydı, saçlarını ortadan tarardı, saçı bazen kulak memesini geçecek kadar uzardı. Rengi nûránî beyaz, alnı açık kaşları hilal gibi ince ve gürdü. İki kaşı arasında bir damar vardı. Öfkelendiği zaman kabarırdı. Burnu ince hafifçe kavisliydi. Sakalı sık ve gür, yanakları düzdü. Ağzı geniş, ön dişlerinin arası seyrek ve pek hoştu. Boynundan göbeğine kadar hafifçe yayılan tüyleri vardı, ne çok tüylü ne de tüysüzdü. Boynu, saf mermerlerden yapılan heykellerin boynu gibi gümüş berraklığında idi. Bütün organları uyumluydu son derece, vücudu yakışıklıydı. Göğsü ile karnı bir hizada olup ne zayıf ne de şişmandı. Göğsü ile iki omuzu arası genişçe mafsalları kalıncaydı.

Bedeni nur gibiydi. Göğüs çukurlarından göbeğine kadar ince bir tüy şeridi uzanırdı. Memelerinde ve karnında kıl yoktu. Kolları, omuzlar ve göğsünün üst tarafında kıllar vardı. Bilekleri uzun, avucu genişti. El ve ayak parmakları etli ve uzunca idi. Ayaklarının altı hafifçe çukur, üstü ise son derece düzgün ve pürüzsüzdü. Yürürken öne meyilli düz yürür, ayaklarını yere sert vurmaz, sakin, ama hızlı ve vakarlı yürür ve yürüdüğün de sanki meyilli bir yerden iniyormuş görünümü verirdi. Bir tarafa döndüğünde bütün vücuduyla dönerdi, sadece başını çevirmezdi. Konuşmadığı zaman, yerden çok göğe bakar ve düşünceli görünürdü.

Arkadaşlarıyla yürürken onları öne geçirir, kendileri arkadan yürürlerdi. Yolda karşılaştığı kişilere ilk önce o selam verirdi.

GÜNÜN AYETİ

Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır, eşleri de onları analarıdır. (Ahzáb 33/6)

GÜNÜN HADİSİ

Ebu Hureyre (r.a.) Peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Resulullah (s.a.v.) Hz. Hasan'ı öptü. Akra bin Habis de oradaydı. Akra, "benim on tane evladım var, bunlardan hiçbirini öpmüş değilim" dedi.

Peygamberimiz (s.a.v.) kendisine bir baktı ve "Kim şefkat ve merhamet göstermezse, Allah'ta ona merhametini ihsan etmez" buyurdu. (Buhari, Edep: 18; Müslim, Fezail: 65; Ebu Davud, Edep: 145; Tirmizi, Birr: 12)

GÜNÜN DUASI

Aynaya baktığında şöyle buyururdu:

Okunuşu: "El-Hamdulillahi'llezi halekani sevvani. Allahümme kema ahsente hakli, fehassin hüluki."

Anlamı: "Beni yaratıp güzel yapan Allah'a hamd olsun. Allah'ım! Yaradılışmı güzel kıldığın gibi ahlakımı da güzelleştir."

gul-i_ahmer
22.09.2008, 12:20
Allah'ım, sana havale ettim

ABDULLAH ibni Mesud (RA) anlatıyor:


Bir gün Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve selem, Kábe'nin yanında namaz kılıyordu. Ebu Cehil ile bazı arkadaşları da orada oturuyorlardı. Derken içlerinden biri, "Şu adama bakın! Hanginiz filanların yeni boğazladıkları devenin döl yatağını (işkembesini), içindeki pisliklerle birlikte alıp getirir ve secdeye vardığı zaman şunun sırtına koyar?" dedi.

Oradakilerin en kötüsü olan Ukbe ibni Ebu Muayt adındaki biri koşup gitti; devenin işkembesini alıp getirdi, Peygamberimiz secde edinceye kadar bekledi ve onu sırtına, iki omzunun arasına koydu.

Ben, bir şey yapmaya gücüm yetmediği için öylece bakıp duruyordum. Ah o zaman elimde bir kuvvet olacaktı ki!.. Onlar birbirinin üzerine devrilerek katıla katıla gülüyorlardı. Resul-i Ekrem ise başını secdeden kaldıramıyordu. Biri gidip, henüz küçük bir çocuk olan Hz. Fatıma'ya durumu haber vermiş. Hz. Fatıma koşarak geldi ve babasının sırtındaki pisliği alıp attı; sonra bunu yapanlara dönüp hakaret etti. Resul-i Ekrem yerinden doğruldu, sonra üç defa "Allah'ım bu Kureyş káfirlerini sana havale ediyorum" dedi.

Orada yapılan duanın kabul edileceğine inandıkları için, kendi aleyhlerinde Hz. Peygamber'in dua etmesi Mekkelilere ağır geldi.

Resul-i Ekrem onların adlarını birer birer sayarak şöyle buyurdu.

"Allah'ım, Ebu Cehil'i sana havale ediyorum, Utbe bin Rebia'yı, Şeybe bin Rebia'yı, Velid ibni Utbe'yi, Umeyye bin Halef'i, Ukbe bin Ebu Muayt'ı sana havale ediyorum."

O en sert konuştuğunda ancak bu kadarını söylerdi.

Canımı kudretiyle yaşatan Allah'a yemin ederim ki, Resul-i Ekrem'in adlarını saydığı bu kimselerin çoğunun, Bedir savaşından sağ dönmediğini gördüm.

GÜNÜN AYETİ



Seni -ey Peygamber- bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak görevlendirdik. (Ahzab 33/28)

GÜNÜN HADİSİ

Ebu Hureyre (RA), Peygamberimizin (SAV) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Rahim [akrabalık] kelimesi, Allah'ın Rahman isminden gelir. Allah da 'Kim akraba haklarını yerine getirirse, ben de o kimseye iyilik ve lütufla davranırım. Kim bunu yapmazsa ben ona iyilik ve lütufta bulunmam' buyurmuştur." (Buhari, Edep 13; Tirmizi, Birr 16)

GÜNÜN DUASI

Elbise giydiğinde şöyle buyururdu:

Okunuşu: "El-Hamdulillahi'il lezi kesani mauvari bihti avreti ve etecemmelu bifi Fi heyati."

Anlamı: "Hayatım boyunca beni güzel gösterecek ve edep yerlerimi örtecek elbisemi lütfeden Rabbime hamd ederim."

Kaptan-58
22.09.2008, 12:22
paylaşım için teşekkürler..............

sivasli_canan
22.09.2008, 12:23
Allah razı olsun.
___________

gul-i_ahmer
22.09.2008, 12:24
Allah razı olsun.
___________

paylaşım için teşekkürler..............


SAOLASINZ ARKADAŞLAR RABBİM HEPİMİZDEN RAZI OLA SİZİNDE OKUYAN GÖZLERİNİZE SAĞLIK...

fatoş_yvz
22.09.2008, 12:27
payLaşım içiN teşk.....................

gul-i_ahmer
22.09.2008, 12:29
payLaşım içiN teşk.....................

SAOLASIN CANO SENİNDE OKUYAN GÖZLERİNE SAĞLIK ...

tatli-dilli
22.09.2008, 12:40
Sevgili ve cok degerli Hocamiz, Nihat Hatipoglunun Hürriyet Gazetesindeki köse yazilarindan biri sanirim bu da ya da ben öyle hatirliyorum, cok kiymetli bir hoca öyle huzur buluyorumki onu dinlerken anlatamam...

gul-i_ahmer
22.09.2008, 12:52
Sevgili ve cok degerli Hocamiz, Nihat Hatipoglunun Hürriyet Gazetesindeki köse yazilarindan biri sanirim bu da ya da ben öyle hatirliyorum, cok kiymetli bir hoca öyle huzur buluyorumki onu dinlerken anlatamam...

EVET NİHAT HATİPOĞLU HOCAMIZIN SOHBETİ BENDE ÇOK SEVİYORUM SOHBETLERİNİ İŞ YERİNDE BOŞ OLDUĞUM ZAMANLAR HEP DİNLERİM BELKİDE BİR SOHBETİNİ ABARTMIYORUM 10 DEFA DİNLEDİĞİM BİLE OLMUŞTUR :D
ARTIK BENDE SOHBET EDERKEN ONUN GİBİ EDER OLDUM :):)

tatli-dilli
22.09.2008, 13:23
ben firsatim oldugu zaman star tv de iftara dogru programini izlemeye calisiyorum, farkli bir isigi ve nuru var, en azindan bana öyle geliyor, böyle kalbimde bir huzur ferahlik ve mutluluk oluyor...

gul-i_ahmer
22.09.2008, 13:48
ben firsatim oldugu zaman star tv de iftara dogru programini izlemeye calisiyorum, farkli bir isigi ve nuru var, en azindan bana öyle geliyor, böyle kalbimde bir huzur ferahlik ve mutluluk oluyor...

EVET BENDE SAHUR PROGRAMINI İZLEYEBİLİYORUM ..GEÇEN SENE VE ONDAN ÖNCEKİ İFTARLARDE İFTAR ÇADIRINIDA GİDİYORDU BİİZM MAHALLENİN İFTAR ÇADIRINADA GELMİŞTİ GELCEĞİ GÜN BÜTÜN AKRABALR TOPALNIP GİTMİŞTİK ÇOK NURLU YÜZLÜ BİR HOCAMIZ BEN ONA DED DİYORUM ZATEN ÇOK TATLI VE ŞİRİN VE İNSANA HUZUR VERİYO ÇOK FARKLI ANLATIMIYLA İNSANA ŞEVK VERİYO AMA BU SENE İFTAR ÇADIRLARINDA SOHBET VERMİYO :(

gul-i_ahmer
22.09.2008, 13:49
GÜNCELLEME.................... ..........

tatli-dilli
22.09.2008, 13:56
dün acikladi onu nicin böyle artik katilmadigini, cok yoruldugunu yolculuklar esnasinda vs. seminarler de vermiyormus artik pek fazla yurt ici ve disi olsun. isterdim cok onun bir seminarine katilmayi.

gul-i_ahmer
22.09.2008, 14:01
dün acikladi onu nicin böyle artik katilmadigini, cok yoruldugunu yolculuklar esnasinda vs. seminarler de vermiyormus artik pek fazla yurt ici ve disi olsun. isterdim cok onun bir seminarine katilmayi.

EEVT DÜN AÇIKLADI YIL KAZASI FALAN OLUYORMUŞ ZOR OLUYORMUŞ ...
OLSUN BAŞIMIZDA HİÇ EKSİK OLMASINDA VARSIN TV LERDE GÖRELİM SADECE:)

seva
22.09.2008, 14:11
Allah razı olsun. az da olsa canı yanan ve hemen bedduaya sarılan kardeşlerimize ithaf olunur.beddua etmek yerine güzel dualarda bulunalım.özellikle anne ve babalar.bizler o kutlu Peygamberin ümmetiyiz ona yakışan bir ümmet olma duası ile

seva
22.09.2008, 14:24
Peygamber efendimizi anlamak için mutlaka okumak,dinlemek,bir yerlerden araştrırlıp bilgilenmek farzdır.O yücelerin yücesi ve son olan yegane tek peygamber, ümmetini çok seven ve kurtuluşu için dualar yapanı sevmemek , kimin haddine.İnsanlar eğer huzurlu,mutlu, ve kutlu olmak isterlerse işaret ettiği yolu takip etmeliler.,onun özüne ulaşmak yanında olmaktır.Onda olan özellikler farklıdır.Herşeyi ile samimi tek bulunmaz biridir.Onun gibisi yoktur.Olmasıda mümkün değildir.AZADİYA İNSANI arkadaş bu değerli bilgilerinden ötürü sizleri selamlıyor.Bereket ve Mağfiret ayı olan bu Ramazan da her yönü ile Kurtuluş isteyen tüm islam aleminin geçirecekleri hayat yaşantıların da arzu ettikleri muratlar ne ise kabul olsun diyorum.

gul-i_ahmer
23.09.2008, 15:45
Peygamber duasındaki bereket

HAZRETİ Cabir anlatıyor:
Babam Abdullah İbni Harám, Uhud Savaşı'nda şehit düşmüştü, geride dokuz kız kardeşim ve bir hayli de borç bırakmıştı.


Borçlular sıkıştırdılar, alacaklarını almak için anlayışlı davranmadılar. Ben de peygamberimize başvurdum; alacaklılarla konuşmasını söyledim. Hurma bahçesinin o yıl verdiği ürünü kabul etmeleri ve borcun geri kalan kısmından vazgeçmeleri konusunda onları ikna etmesini istedim. Peygamberimiz olur dedi ve alacaklılardan bunu istedi, ama hiçbiri kabul etmedi. Bunun üzerine Allah'ın elçisi bana, "Yarın sana geleceğim" buyurdu.

Ertesi sabah Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer ile birlikte geldi, hurma bahçesini dolaştı, bu arada hurmanın bereketlenmesi için dua etti. Bana da "Hurmaları toplayıp cins cins ayır, iyi hurmaları (acve hurmasını) bir boy, kalitesiz hurmaları bir boy yap. Sonra durumu bana bildir" diye buyurdu.

Dediklerini yapıp durumu ona bildirdim. Hz. Peygamber geldi, hurmaların başına oturdu ve bana, "Haydi herkese alacağını ölçüp ver!" buyurdu.

Ben de hurmaları ölçerek herkese alacağını verdim, hurmalar hiç eksilmemiş gibi öylece duruyordu.

GÜNÜN AYETİ

Kendilerine ulaşmış hiçbir kanıt bulunmadığı halde Allah'ın ayetleri hakkında tartışanlar, gerek Allah yanında, gerekse müminler yanında büyük bir gazap ile karşılanır. Allah, büyüklük taslayan ve zorbalık yapan her insanın kalbini işte böyle mühürler. (Mümin 40/35)

GÜNÜN HADİSİ

Ebu Hureyre (RA) şöyle rivayet ediyor:

Resulullah (SAV), "Gıybet nedir, bilir misiniz?" diye sordu.

Sahabe, "Allah ve Resulü bunu daha iyi bilir" dedi.

Resulullah (SAV), "Gıybet, bir Müslüman kardeşini onun hoşlanmayacağı şekilde anmaktır" buyurdu.

"Eğer söylediğim şeyler kardeşimde varsa?" denildi

Resulullah (SAV), "Eğer söylediğin hususlar kardeşinde varsa onun gıybetini yapmış, şayet yoksa iftira etmiş olursun" buyurdu. (Müslim, Birr 70; Tirmizi, Birr 23)

GÜNÜN DUASI

Evine girdiğinde şöyle buyururdu:

Okunuşu: "Bismillahi dehelna. Bismillahi herecna ve Alallahi tevekkelna."

Anlamı: "Allahın adıyla eve girdik. Allah'ın adıyla evden çıktık. Ve sadece Allah'a tevekkül ettik."

gul-i_ahmer
24.09.2008, 15:47
Yoksa münafık mı oldum! SAHABE çok hassastı.

SAHABE çok hassastı. Efendimizin yanında yetişen bu kutlu nesil kılı kırk yarardı. Peygamber dergáhında yetişen sahabe şöyle diyor:


Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem'in yanındaydık, bize öğüt verdi, cehennemden söz etti. Sonra eve geldim, çocuklarla güldüm oynadım, eşimle şakalaştım eğlendim. Deminki halim yoktu. Bu durumum canımı çok sıktı ve kendimi evin dışına sokağa attım.

Yolda ağlayarak giderken Ebu Bekir'e rastladım:

"Neyin var, Hanzala?" diye sordu.

"Hanzala münafık oldu" dedim. Ebu Bekir, "Bu nasıl söz, sen ne diyorsun" diye sordu.

Şöyle dedim:

"Öyle ya, Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında bulunuyoruz. Bize cennet ve cehennemden bahsediyor; onları gözümüzle görmüş gibi oluyoruz. Huzurundan ayrılıp çoluk çocuğumuzun yanına ve işlerimizin başına dönünce, çok şeyi unutuyoruz."

Bunun üzerine Ebu Bekir, "Vallahi biz de aynı durumdayız. Yürü Resul-i Ekrem'e gidelim" dedi. Birlikte yola düştük ve Hz. Peygamber'in huzuruna girdik. Ben, "Ya Rasulullah! Hanzala münafık oldu" dedim.

"Bu ne demek?" buyurdu.

Ben, "Ey Allah'ın Elçisi" dedim. "Yanında bulunduğumuzda bize cennet ve cehennemden bahsediyorsun; biz de onları gözümüzle görmüş gibi oluyoruz. Senin huzurundan çıkıp çoluk çocuğumuzun yanına ve işlerimizin başına dönünce bunların çoğunu unutuyoruz."

Bunun üzerine Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Canımı kudretiyle elinde tutan Allah'a yemin ederim, eğer siz, benim yanımda bulunduğunuz hali devam ettirip hep zikirle meşgul olsaydınız, melekler yattığınız yataklarda, yürüdüğünüz yollarda sizinle tokalaşırdı. Fakat ey Hanzala, bir saatinizi ibadete, bir saatinizi dünya işlerine ayırınız.

Peygamber Efendimiz bu sözleri üç defa tekrarladılar.

GÜNÜN AYETİ

Servet ve evlat dünya hayatının süsleridir. Ölümsüz olan erdemli davranışlar ise Rabbinin katında hem mükáfatı daha değerli, hem de ümit bağlamaya daha elverişlidir. (Kehf 18/46)

GÜNÜN HADİSİ

Ebu Hureyre'den (RA) rivayet edildiğine göre Resulullah (SAV) şöyle buyurur:

"Yüce Allah rahmetini yüz parça yaptı. Doksan dokuzunu yanında tutup, bir bölümünü de yeryüzüne indirdi. İşte, bu bir parça rahmetten dolayıdır ki, bütün yaratıklar birbirlerine şefkat ederler. Hatta yavrulu hayvan bile yavrusunu ezmemek için ayağını çeker." (Müslim, Tevbe 17)

GÜNÜN DUASI

Yemek yediğinde şöyle buyururdu:

Okunuşu: "El-Hamdulilahi'l-lezi etemena ve eşbana. Ve sekana ve ervana ve ceelana müslümine."

Anlamı: "Bizi yedirip doyuran, su verip suya kandıran ve Müslüman kılan Rabbimize hamd ederiz."

gul-i_ahmer
25.09.2008, 13:27
Onu nasıl toprağa koydunuz!

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor.


Res'ul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem'in hastalığı iyice ağırlaşınca, sıkıntıları da arttı. Ateşi yükseliyordu. Bunu gören Hz. Fátıma:

"Vah babacığım, ne büyük sıkıntıların var!" diye ağlamaya başladı. Peygamber Efendimiz ona, hafifçe gülümseyip:

"Bu günden sonra babanın sıkıntısı kalmayacak" buyurdu. Peygamber Efendimiz, Rabbine aziz ruhunu teslim edince, Hz. Fátıma şöyle ağlamaya başladı:

"Ah benim, Rabbinin davetini kabul edip giden babacığım.

Ah benim, Rabbine bu derece yakın olan babacığım.

Ah benim, durağı Firdevs cenneti olan babacığım.

Ah benim, kara haberini cebráil ile paylaşacağımız babacığım."

Peygamber Efendimiz defnedildikten sonra, mezardan dönenler içindeki Hz.Enes'i gören Hz. Fátıma, peygamberimize yakın olan bu sahabeye sitem edercesine şunları söyledi.

"Enes! Allah'ın Rasulû'nün üzerine toprak atmaya eliniz nasıl vardı? Buna gönlünüz nasıl razı oldu?"

Hz. Fátıma da babasından sonra çok yaşamadı. Henüz çok genç olmasına rağmen, 27 yaşları civarında Peygamberimizin vefatından 6 ay sonra Hz. Fátıma da vefat etti. Hasret bu denli yakıcıydı. Peygamberimizin vefatından 6 ay sonra Medine halkı yine ağlayarak Hz. Fátıma'yı mezarına taşıyorlardı. Tarifi mümkün olmayan bir hasret, bir hüzün, Peygamber şehri Medine'yi çepeçevre kuşatmıştı.

GÜNÜN AYETİ

Resulüm! Sana indirdiğimiz feyiz kaynağı bir kitaptır bu, insanlar ayetlerini incelesin, akıl ve iz'an sahibi kimseler öğüt alsın diye! (Sád 38/29)

GÜNÜN HADİSİ

Numan bin Beşir'in (r.a.) rivayet ettiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor.

"Müminler birbirlerini sevmek, birbirlerine şefkat göstermek ve iyilik yapmakta bir vücut gibidir. O vücudun bir uzvu hastalanırsa, diğer uzuvlarda hastalığın acısını duyar, uykusuzluk ve ateşine iştirak eder." (Buhari Edep 37, Müslim Birr 66)

GÜNÜN DUASI

Su İçtiğinde Şöyle Buyururdu:

Okunuşu: "El-Hamdulilahi'l-lezi ceelel maefuruten bi rahmetihi ve Lem yec'elhu milhen acácen bi zunibina."

Anlamı: "İçtiğimiz suyu günahlarımızdan ötürü acı ve tuzlu kılmayıp da tatlı ve güzel kılan Rabbımıza Hamd olsun."

gul-i_ahmer
27.09.2008, 09:33
Bence sen oğluna isyan ettin

Hz. Ömer'in halifelik yıllarında bir adam çocuğunu alıp Hz. Ömer'e gelir.


Adamın yüz hatlarından, tavırlarından çocuğa gönül koyduğu bellidir. Nitekim konuşmaya başlayınca evladını şikáyet eder. Der ki, ey müminlerin emiri ben şu oğlumdan şikáyetçiyim. İsyankár olan, bizi dinlemeyen bir çocuğumuz var. Bir türlü yola gelmiyor, bana bir yol gösterir misin?

Hz. Ömer, delikanlıya döner ve bu hál nedir genç, bana anlatır mısın? Bilmez misin ki baba ve anneye isyan etmek en büyük günahlardandır. Babanın hakkını bilmez misin? Genç delikanlı son derece sakin bir şekilde şöyle der. Ben bütün bunları biliyorum. Ama beni de dinleyiniz. Çocukların baba ve anne üzerinde hiç mi hakkı yok? Hz. Ömer bu itiraz üzerine, tabii ki çocuğun da hakkı var. Baba, oğluna hayırlı olacak bir eş arayışına girmeli, çocuğuna iyi bir isim vermeli, Allah'ın kitabını öğretmelidir. Hz. Ömer'i dinleyen genç şöyle der: Ey Müslümanların Lideri! Babam bunların hiçbirini yapmadı. Annemi köle pazarından satın aldı. Ben hiçbir haysiyeti olmayan bir anneden doğdum, bir şey öğrenemedim, bana iyi bir isim koymadı, benim adım "Cual" bildiğiniz gibi cual, yerdeki küçük böceklere verilen isimdir. Bana Kur'an'dan da tek ayet öğretmedi. Benden ne bekler!

Hz. Ömer babaya döner. Duyuyor musun çocuğun dediklerini, bence o sana değil sen ona isyan etmişsin. Hakkını yemişsin. Haydi kalk ve git... Düşünmeye değer değil mi?



GÜNÜN AYETİ
Sizi huzurumuza yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır. Ancak iman edip yararlı işler yapanlar müstesna! Onlara yaptıklarından kat kat fazla mükafat verilecek ve onlar en yüksek makamlarda kalacaklardır. (Sebe 34/37)


GÜNÜN HADİSİ
Numan bin Beşir'in (r.a.) rivayet ettiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

"Müminler birbirlerini sevmek, birbirlerine şefkat göstermek ve iyilik yapmakta bir vücut gibidir. O vücudun bir uzvu hastalanırsa, diğer uzuvlar da hastalığın acısını duyar, uykusuzluk ve ateşine iştirak eder."
(Buhari Edep 37, Müslim Birr 66)

GÜNÜN DUASI
Gazaplandığında şöyle buyurdu:

Okunuşu: "Allahümmağfirli zenbi. Ve ezhib gayze kalbi. Ve ecşrnş mineşşeytani."

Anlamı: "Allah'ım günahlarımı bağışla. Kalbimin gazabını gider. Ve beni şeytandan koru."

Salim58
28.08.2009, 09:50
Peygamber duasındaki bereket

HAZRETİ Cabir anlatıyor:
Babam Abdullah İbni Harám, Uhud Savaşı'nda şehit düşmüştü, geride dokuz kız kardeşim ve bir hayli de borç bırakmıştı.


Borçlular sıkıştırdılar, alacaklarını almak için anlayışlı davranmadılar. Ben de peygamberimize başvurdum; alacaklılarla konuşmasını söyledim. Hurma bahçesinin o yıl verdiği ürünü kabul etmeleri ve borcun geri kalan kısmından vazgeçmeleri konusunda onları ikna etmesini istedim. Peygamberimiz olur dedi ve alacaklılardan bunu istedi, ama hiçbiri kabul etmedi. Bunun üzerine Allah'ın elçisi bana, "Yarın sana geleceğim" buyurdu.

Ertesi sabah Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer ile birlikte geldi, hurma bahçesini dolaştı, bu arada hurmanın bereketlenmesi için dua etti. Bana da "Hurmaları toplayıp cins cins ayır, iyi hurmaları (acve hurmasını) bir boy, kalitesiz hurmaları bir boy yap. Sonra durumu bana bildir" diye buyurdu.

Dediklerini yapıp durumu ona bildirdim. Hz. Peygamber geldi, hurmaların başına oturdu ve bana, "Haydi herkese alacağını ölçüp ver!" buyurdu.

Ben de hurmaları ölçerek herkese alacağını verdim, hurmalar hiç eksilmemiş gibi öylece duruyordu.

GÜNÜN AYETİ

Kendilerine ulaşmış hiçbir kanıt bulunmadığı halde Allah'ın ayetleri hakkında tartışanlar, gerek Allah yanında, gerekse müminler yanında büyük bir gazap ile karşılanır. Allah, büyüklük taslayan ve zorbalık yapan her insanın kalbini işte böyle mühürler. (Mümin 40/35)

GÜNÜN HADİSİ

Ebu Hureyre (RA) şöyle rivayet ediyor:

Resulullah (SAV), "Gıybet nedir, bilir misiniz?" diye sordu.

Sahabe, "Allah ve Resulü bunu daha iyi bilir" dedi.

Resulullah (SAV), "Gıybet, bir Müslüman kardeşini onun hoşlanmayacağı şekilde anmaktır" buyurdu.

"Eğer söylediğim şeyler kardeşimde varsa?" denildi

Resulullah (SAV), "Eğer söylediğin hususlar kardeşinde varsa onun gıybetini yapmış, şayet yoksa iftira etmiş olursun" buyurdu. (Müslim, Birr 70; Tirmizi, Birr 23)

GÜNÜN DUASI

Evine girdiğinde şöyle buyururdu:

Okunuşu: "Bismillahi dehelna. Bismillahi herecna ve Alallahi tevekkelna."

Anlamı: "Allahın adıyla eve girdik. Allah'ın adıyla evden çıktık. Ve sadece Allah'a tevekkül ettik."