Sabiha Serin
24.03.2008, 10:14
SİVAS'TA OKUYUCU GEZME GELENEĞİMİZ
Sivas’ın birçok gelenekleri gerek günün koşulları ve gerekse teknolojik yenilikler, ekonomik koşullar nedeni iledevam etmiyor.Bilhassa nişan, düğün ve sünnet gibi önemli günlerdeki geleneklerimizden birçoğunun halen devam etmesi unutulmaması tabi ki mutluluk vericidir. Sivas’ın ikliminin sert olması, soğuğu, belki insanın içini titretir ama Sivas insanının yüreği her zaman sıcacıktır.
Bundan 40-50 yıl hatta daha da fazla Sivas’ta bulunup birçok gelenek ve göreneklerimizi özümseyerek yaşayanlar o güzel günleri hatırladıkları zaman göz pınarlarında buğulanan göz yaşlarının akmasını engelleyemez ve geçmiş yıllara duyulan özlemi bir kez daha hissederler.
Çünkü o yıllardaki dostluk, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin şu anda yaşanılanlarla çok farklı olduğunu, birlik beraberlik, yardımlaşma ve dayanışmanın ne yazık ki azaldığını gözlemlediğimiz de üzülür ve bir hüzün kaplar içimizi.
Günümüzde nişan ve düğün olacağı zaman her ev buyur edeceği konuklarına mutlu günlerinde aralarında görmek için güzel söz ve cümlelerden oluşan davetiyelerle çağırıyorlar. Oysa o yıllarda düğüne konukları çağırma daha farklı sağlanıyordu. Çünkü o yıllarda teknoloji bu kadar yoktu, matbaaların sayısı da çok azdı. Dolayısıyla insanlar arası iletişimde zordu. Ancak o yıllarda yine de farklı çözüm arayışları ile iletişim sağlanıyordu. Düğünlere de davetiye ile değil de “Okuyucu Gezme” dediğimiz bir geleneğimiz ile davetliler çağrılıyordu.
O kuşakta düğün hazırlıkları içerisinde olan kız evi ve oğlan evi bütün üzerlerine düşen görevlerini yerine getirdikten sonra düğün ve gelin alma tarihini belirlerler. Bu tarihten bir hafta veya on gün önce her iki tarafta düğüne davet edeceği konukların listesini hazırlar. Bu listeyi de o ailenin büyüklerinden sözü geçen biriyle, eli kalem tutan okuryazar genç ile hazırlarlar. Davetli listesi hazırlanırken çok titiz davranılır, bütün akrabaların çağrılmasına özen gösterilirdi. Daha sonra sıra gelir bu listedeki isimlerin adreslerine düğün tarihini söyleyecek, tek tek evlerine gidecek yani okuyucu gezecek bir orta yaşlı bayan ve küçük bir kız çocuğu bulmaya. Bu bayan seçilirken de maddi durumu iyi olmayan ama aklı başında ağzı laf yapan hanımefendi, güler yüzlü birisi olmasına özen gösterilirdi. Ayrıca bu bayana da maddi katkı sağlanması düşünülürdü. Çünkü çağrı yaptığı evlerdeki ev sahipleri bu görevi yaptığı için ona ve yanındaki kız çocuğuna bahşiş verirdi. Ayrıca ev ev dolanıp herkese düğün haberini ulaştırdığı için yorulmasının karşılığında aldığı ufak bahşişler az da olsa evinin bir gereksinimini sağlardı. Eğer tercih edilen bu bayan kendisine verilecek bu güzel ve anlamlı görevi kabul etmişse birkaç gün önceden hazırlıklarını tamamlar. Evini temizler, yemeklerini hazırlar, birkaç günlük işini bitirirdi. Çünkü okuyucu gezme işi bir günde bitmezdi. Kolay mı tek tek adreslere yanındaki küçük kız ile gidip düğün haberini ulaştıracaktı. Bu görev sonunda da her önüne gelene “Vah anam gurban olayım. Vallah billah ev ev gezmekden ayaklarımın altına gara sular endi gı nedek helalı hoş olsun” diye dert yanarken bir taraftan da yaptığı bu asli görevi yerine getirmenin gururunu yaşardı.
Okuyucu gezecek bayan bulunduktan sonra sıra gelir yanında birlikte gezecek şöyle şirin, yürümeye dayanıklı, mızmız etmeyen, sabırlı, 7-8 yaşında bir kız çocuğu bulmaya. Büyüklerin oybirliği ile akraba ve komşulardan küçük kız çocuğu da bulunup, ailesinden de izin alınarak karar verilirdi. Zaten o yıllarda küçük kız çocukları için okuyucu gezme görevi sevinçle karşılanırdı. Çünkü onun için bu iş bir ayrıcalıktı, çevresindeki kız çocukları ona özenirlerdi.
Okuyucu gezilecek tarihte belirlendikten sonra o gün öncelikle küçük kız çocuğunun hazırlanmasına çok özen gösterilirdi. Öyle ki o kız çocuğunun görünümü düğün evinin bir imajı diye düşünülürdü. Sabah erkenden küçük kız uyandırılır (Zaten o da sabaha kadar sevincinden uyuyamamıştır bile). O yıllarda banyo pek olmadığı için çocuk ya hamama götürülür ya da avludaki yanan ocaktaki kazanda ısınan su ile evlerimizin için de o yıllarda cağ dediğimiz kare şeklindeki betondan yapılan özel bölmede derisi yüzülene kadar yıkanır. Sonrada kız çocuğunun en temiz elbisesi ve ayakkabısı giydirilir. Saçı özenle taranır, süslü tokalar takılır, ailedeki genç kızlar ona makyaj yapar, çocuğu bir güzel süslerlerdi. Daha sonra boynuna altın takılar, beşibirlikler takılırdı. Bu altınlar varsa ev sahibinden yoksa ödünç olarak akrabalardan temin edilirdi. Çünkü kız çocuğunda ne kadar çok altın takı olursa güya düğün evi de o kadar varlıklıymış imajı verilirdi.
Okuyucu gezecek bayanın ve küçük kız çocuğunun hazırlıkları tamamlandıktan sonra en son olarak kız çocuğunun boynuna evlerden verilecek bahşişlerin toplanması için bir çanta asılır. Genellikle bahşişler burada birikirdi (Demek ki ne güzel o yıllarda kapkaç olayları bile yokmuş). Orta yaşlı bayan ellerinde davetli listesindeki adresleri mahalle sıralamasına göre dizer. Kız çocuğunun elinden tutarak başlar görevini yapmaya. Her gittiği evin varsa zilini çalar, yoksa kapının zerzesini (tokmak) vurur, ev sahibi kapıyı açınca da şöyle der.......... hatunun selamı var. …….. günü cehize bahmaya, aynı günü akşamı cehiz yazmaya, …… günü gelin hamamına, hamamın olduğu akşam gına gecesine, …… günüde gelin almaya gelecekmişsiniz hepinizi de bekliyorlar bak gelin ha hemi.” derdi. Ev sahibi de okuyucu gezen bayana “Vah eylemi hayırlı uğurlu olsun, Allah’tan bi mani keder çıkmazsa helbet (tabi ki) geliriz. Sağol anam sana da bir sürü zahmet oldu.” diyerek doğal olarak samimiyet ve memnuniyetini ifade ederdi. Sonra ev sahibi de küçük kızın çantasına bahşiş verir bir takım ikramlarda bulunurdu. Bazen ayran veya şerbet, bazen de içeri alır onları dinlendirip, yemek ikramında bulunurlardı. Sıra ile bu şekilde evleri tek tek gezerler, Okuyucu Gezme (düğüne çağırma) görevini yerine getirirlerdi.
Çeyize bakmaya genellikle herkes çağrılırdı. Çeyiz yazmaya ise aile büyüklerindeki yaşlı erkekler gider, çeyiz listesini yapan kişiye de yüz havlusu veya işlemeli etamin seccade hediye edilirdi. Gelin hamamına ise genellikle çeyiz ve yemek hazırlıklarına yardımcı olan ailedeki bayanlar davet edilirdi. Çünkü onlar sabahtan akşama kadar kalabalık düğün halkına yemekler yaparlar, tek tek odanın duvarlarına asılan çivilere bağlanan iplere çeyizleri renkli kağıtlarla süsleyip şekil verip özenle asarlardı. Bu arada da o sıralar çok değerli olan pikaba plakları koyup ara sıra oyun oynayarak o telaşlı insanların yorgunluklarını unutturup etrafı şenlendirirlerdi. Bu nedenle de gelin hamamına gidebilmek için düğün evindeki işlere yardım etmek için birbirleriyle yarışırlardı.
Okuyucu gezen bayan elindeki davetli listesindeki evleri gezip, davet etme görevini tamamladıktan sonra toplanan bahşişlerden çok az bir miktar küçük kıza verilir, en fazla miktarı da okuyucu gezen bayana teslim edilirdi. Küçük kızda hemen aldığı o bahşişle ayağının tozuyla mahalle bakkalına koşar kenger sakızı veya gazoz alırdı. Ev sahibi ve onlara yardım eden akrabaları gelin hamamından geldikten sonra akşam yapılan kına gecesinde gürül gürül gıcırdayan tahtalara aldırmayıp çektikleri o güzelim Sivas Halayı ile yorgunluklarını çoktan unuturlardı.
O kuşaktaki çocuklar çok küçük şeylerden mutlu oluyorlardı. Güneşin doğuşunu ve batışını, kuşların cıvıltısını, doğanın eşsiz güzelliğini, oyun oynamanın hazzını mahalle arkadaşları ile paylaşır doyasıya çocukluklarını yaşarlardı. Sokakta oynarken acıkınca annelerimizin elimize verdiği domates ve ekmeği, susayınca mahalle pınarından içtiğimiz buz gibi kepenek suyunun tadı hala damaklarımızda kalmıştır. Ne yazık ki her ne kadar teknoloji gelişirse gelişsin şimdiki çocukların bizler kadar çocukluklarını yaşadıklarını zannetmiyorum ve üzülüyorum. Oysa kar gibi eriyen yıllar asla geri gelmiyor.Bilhassa çocukluk anıları hiç unutulmuyor..
Sivas’ta “Okuyucu Gezme” geleneği artık uygulanmıyor. Zaten uygulanmasına da gerek kalmadı. Çünkü o görevi artık matbaalar da basılan davetiyeler yerine getiriyor. Ancak; 40–50 yıl önce yaşanan diğer geleneklerimizden bazılarının unutulduğunu görüyoruz ve eskiye özlem duyuyoruz. Geleneklerimizin unutulması da eski birlik beraberlik, eş-dost-akraba ilişkileri, yardımlaşma, paylaşma gibi önemli unsurlarında yavaş yavaş azalmasına neden oluyor. İyi ve kötü günlerdeki dayanışmanın ve paylaşmanın, elde edilen başarıların onura edilmesinin yerini alan kıskançlık duyguları ve duyarsızlık ta sevgi ve saygıyı azaltıyor.
Çocuklarımıza ve torunlarımıza hangi ilde yaşarsak yaşayalım o yöremize ait öz değerlerimizi, geleneklerimizi ve göreneklerimizi tanıtır ve öğretirsek onlara iyi örnek oluruz. Yöresel kültürümüzün yaşatılmasına katkımız olur. Onlarda doğup büyüdüğü, yaşadığı yöresini, gelenek ve göreneklerimizi, Türk Kültürümüzü, sevgi ve saygıyı kendi kuşaklarında sonsuza kadar yaşatırlar. Dolayısıyla; işte o zaman daha temiz bir toplum, yüreklerde daha çok sevgi ve saygı unsuru oluşur. Bu nedenle gelenek ve göreneklerimize her zaman sahip çıkıp bu güzel değerlerimiz halen uygulanmasa da unutulmamasını sağlamış oluruz diye düşünüyorum.
Sevgi ve Saygılarımla......…
SABİHA SERİN
Araştırmacı Yazar
SİVAS
Sivas’ın birçok gelenekleri gerek günün koşulları ve gerekse teknolojik yenilikler, ekonomik koşullar nedeni iledevam etmiyor.Bilhassa nişan, düğün ve sünnet gibi önemli günlerdeki geleneklerimizden birçoğunun halen devam etmesi unutulmaması tabi ki mutluluk vericidir. Sivas’ın ikliminin sert olması, soğuğu, belki insanın içini titretir ama Sivas insanının yüreği her zaman sıcacıktır.
Bundan 40-50 yıl hatta daha da fazla Sivas’ta bulunup birçok gelenek ve göreneklerimizi özümseyerek yaşayanlar o güzel günleri hatırladıkları zaman göz pınarlarında buğulanan göz yaşlarının akmasını engelleyemez ve geçmiş yıllara duyulan özlemi bir kez daha hissederler.
Çünkü o yıllardaki dostluk, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin şu anda yaşanılanlarla çok farklı olduğunu, birlik beraberlik, yardımlaşma ve dayanışmanın ne yazık ki azaldığını gözlemlediğimiz de üzülür ve bir hüzün kaplar içimizi.
Günümüzde nişan ve düğün olacağı zaman her ev buyur edeceği konuklarına mutlu günlerinde aralarında görmek için güzel söz ve cümlelerden oluşan davetiyelerle çağırıyorlar. Oysa o yıllarda düğüne konukları çağırma daha farklı sağlanıyordu. Çünkü o yıllarda teknoloji bu kadar yoktu, matbaaların sayısı da çok azdı. Dolayısıyla insanlar arası iletişimde zordu. Ancak o yıllarda yine de farklı çözüm arayışları ile iletişim sağlanıyordu. Düğünlere de davetiye ile değil de “Okuyucu Gezme” dediğimiz bir geleneğimiz ile davetliler çağrılıyordu.
O kuşakta düğün hazırlıkları içerisinde olan kız evi ve oğlan evi bütün üzerlerine düşen görevlerini yerine getirdikten sonra düğün ve gelin alma tarihini belirlerler. Bu tarihten bir hafta veya on gün önce her iki tarafta düğüne davet edeceği konukların listesini hazırlar. Bu listeyi de o ailenin büyüklerinden sözü geçen biriyle, eli kalem tutan okuryazar genç ile hazırlarlar. Davetli listesi hazırlanırken çok titiz davranılır, bütün akrabaların çağrılmasına özen gösterilirdi. Daha sonra sıra gelir bu listedeki isimlerin adreslerine düğün tarihini söyleyecek, tek tek evlerine gidecek yani okuyucu gezecek bir orta yaşlı bayan ve küçük bir kız çocuğu bulmaya. Bu bayan seçilirken de maddi durumu iyi olmayan ama aklı başında ağzı laf yapan hanımefendi, güler yüzlü birisi olmasına özen gösterilirdi. Ayrıca bu bayana da maddi katkı sağlanması düşünülürdü. Çünkü çağrı yaptığı evlerdeki ev sahipleri bu görevi yaptığı için ona ve yanındaki kız çocuğuna bahşiş verirdi. Ayrıca ev ev dolanıp herkese düğün haberini ulaştırdığı için yorulmasının karşılığında aldığı ufak bahşişler az da olsa evinin bir gereksinimini sağlardı. Eğer tercih edilen bu bayan kendisine verilecek bu güzel ve anlamlı görevi kabul etmişse birkaç gün önceden hazırlıklarını tamamlar. Evini temizler, yemeklerini hazırlar, birkaç günlük işini bitirirdi. Çünkü okuyucu gezme işi bir günde bitmezdi. Kolay mı tek tek adreslere yanındaki küçük kız ile gidip düğün haberini ulaştıracaktı. Bu görev sonunda da her önüne gelene “Vah anam gurban olayım. Vallah billah ev ev gezmekden ayaklarımın altına gara sular endi gı nedek helalı hoş olsun” diye dert yanarken bir taraftan da yaptığı bu asli görevi yerine getirmenin gururunu yaşardı.
Okuyucu gezecek bayan bulunduktan sonra sıra gelir yanında birlikte gezecek şöyle şirin, yürümeye dayanıklı, mızmız etmeyen, sabırlı, 7-8 yaşında bir kız çocuğu bulmaya. Büyüklerin oybirliği ile akraba ve komşulardan küçük kız çocuğu da bulunup, ailesinden de izin alınarak karar verilirdi. Zaten o yıllarda küçük kız çocukları için okuyucu gezme görevi sevinçle karşılanırdı. Çünkü onun için bu iş bir ayrıcalıktı, çevresindeki kız çocukları ona özenirlerdi.
Okuyucu gezilecek tarihte belirlendikten sonra o gün öncelikle küçük kız çocuğunun hazırlanmasına çok özen gösterilirdi. Öyle ki o kız çocuğunun görünümü düğün evinin bir imajı diye düşünülürdü. Sabah erkenden küçük kız uyandırılır (Zaten o da sabaha kadar sevincinden uyuyamamıştır bile). O yıllarda banyo pek olmadığı için çocuk ya hamama götürülür ya da avludaki yanan ocaktaki kazanda ısınan su ile evlerimizin için de o yıllarda cağ dediğimiz kare şeklindeki betondan yapılan özel bölmede derisi yüzülene kadar yıkanır. Sonrada kız çocuğunun en temiz elbisesi ve ayakkabısı giydirilir. Saçı özenle taranır, süslü tokalar takılır, ailedeki genç kızlar ona makyaj yapar, çocuğu bir güzel süslerlerdi. Daha sonra boynuna altın takılar, beşibirlikler takılırdı. Bu altınlar varsa ev sahibinden yoksa ödünç olarak akrabalardan temin edilirdi. Çünkü kız çocuğunda ne kadar çok altın takı olursa güya düğün evi de o kadar varlıklıymış imajı verilirdi.
Okuyucu gezecek bayanın ve küçük kız çocuğunun hazırlıkları tamamlandıktan sonra en son olarak kız çocuğunun boynuna evlerden verilecek bahşişlerin toplanması için bir çanta asılır. Genellikle bahşişler burada birikirdi (Demek ki ne güzel o yıllarda kapkaç olayları bile yokmuş). Orta yaşlı bayan ellerinde davetli listesindeki adresleri mahalle sıralamasına göre dizer. Kız çocuğunun elinden tutarak başlar görevini yapmaya. Her gittiği evin varsa zilini çalar, yoksa kapının zerzesini (tokmak) vurur, ev sahibi kapıyı açınca da şöyle der.......... hatunun selamı var. …….. günü cehize bahmaya, aynı günü akşamı cehiz yazmaya, …… günü gelin hamamına, hamamın olduğu akşam gına gecesine, …… günüde gelin almaya gelecekmişsiniz hepinizi de bekliyorlar bak gelin ha hemi.” derdi. Ev sahibi de okuyucu gezen bayana “Vah eylemi hayırlı uğurlu olsun, Allah’tan bi mani keder çıkmazsa helbet (tabi ki) geliriz. Sağol anam sana da bir sürü zahmet oldu.” diyerek doğal olarak samimiyet ve memnuniyetini ifade ederdi. Sonra ev sahibi de küçük kızın çantasına bahşiş verir bir takım ikramlarda bulunurdu. Bazen ayran veya şerbet, bazen de içeri alır onları dinlendirip, yemek ikramında bulunurlardı. Sıra ile bu şekilde evleri tek tek gezerler, Okuyucu Gezme (düğüne çağırma) görevini yerine getirirlerdi.
Çeyize bakmaya genellikle herkes çağrılırdı. Çeyiz yazmaya ise aile büyüklerindeki yaşlı erkekler gider, çeyiz listesini yapan kişiye de yüz havlusu veya işlemeli etamin seccade hediye edilirdi. Gelin hamamına ise genellikle çeyiz ve yemek hazırlıklarına yardımcı olan ailedeki bayanlar davet edilirdi. Çünkü onlar sabahtan akşama kadar kalabalık düğün halkına yemekler yaparlar, tek tek odanın duvarlarına asılan çivilere bağlanan iplere çeyizleri renkli kağıtlarla süsleyip şekil verip özenle asarlardı. Bu arada da o sıralar çok değerli olan pikaba plakları koyup ara sıra oyun oynayarak o telaşlı insanların yorgunluklarını unutturup etrafı şenlendirirlerdi. Bu nedenle de gelin hamamına gidebilmek için düğün evindeki işlere yardım etmek için birbirleriyle yarışırlardı.
Okuyucu gezen bayan elindeki davetli listesindeki evleri gezip, davet etme görevini tamamladıktan sonra toplanan bahşişlerden çok az bir miktar küçük kıza verilir, en fazla miktarı da okuyucu gezen bayana teslim edilirdi. Küçük kızda hemen aldığı o bahşişle ayağının tozuyla mahalle bakkalına koşar kenger sakızı veya gazoz alırdı. Ev sahibi ve onlara yardım eden akrabaları gelin hamamından geldikten sonra akşam yapılan kına gecesinde gürül gürül gıcırdayan tahtalara aldırmayıp çektikleri o güzelim Sivas Halayı ile yorgunluklarını çoktan unuturlardı.
O kuşaktaki çocuklar çok küçük şeylerden mutlu oluyorlardı. Güneşin doğuşunu ve batışını, kuşların cıvıltısını, doğanın eşsiz güzelliğini, oyun oynamanın hazzını mahalle arkadaşları ile paylaşır doyasıya çocukluklarını yaşarlardı. Sokakta oynarken acıkınca annelerimizin elimize verdiği domates ve ekmeği, susayınca mahalle pınarından içtiğimiz buz gibi kepenek suyunun tadı hala damaklarımızda kalmıştır. Ne yazık ki her ne kadar teknoloji gelişirse gelişsin şimdiki çocukların bizler kadar çocukluklarını yaşadıklarını zannetmiyorum ve üzülüyorum. Oysa kar gibi eriyen yıllar asla geri gelmiyor.Bilhassa çocukluk anıları hiç unutulmuyor..
Sivas’ta “Okuyucu Gezme” geleneği artık uygulanmıyor. Zaten uygulanmasına da gerek kalmadı. Çünkü o görevi artık matbaalar da basılan davetiyeler yerine getiriyor. Ancak; 40–50 yıl önce yaşanan diğer geleneklerimizden bazılarının unutulduğunu görüyoruz ve eskiye özlem duyuyoruz. Geleneklerimizin unutulması da eski birlik beraberlik, eş-dost-akraba ilişkileri, yardımlaşma, paylaşma gibi önemli unsurlarında yavaş yavaş azalmasına neden oluyor. İyi ve kötü günlerdeki dayanışmanın ve paylaşmanın, elde edilen başarıların onura edilmesinin yerini alan kıskançlık duyguları ve duyarsızlık ta sevgi ve saygıyı azaltıyor.
Çocuklarımıza ve torunlarımıza hangi ilde yaşarsak yaşayalım o yöremize ait öz değerlerimizi, geleneklerimizi ve göreneklerimizi tanıtır ve öğretirsek onlara iyi örnek oluruz. Yöresel kültürümüzün yaşatılmasına katkımız olur. Onlarda doğup büyüdüğü, yaşadığı yöresini, gelenek ve göreneklerimizi, Türk Kültürümüzü, sevgi ve saygıyı kendi kuşaklarında sonsuza kadar yaşatırlar. Dolayısıyla; işte o zaman daha temiz bir toplum, yüreklerde daha çok sevgi ve saygı unsuru oluşur. Bu nedenle gelenek ve göreneklerimize her zaman sahip çıkıp bu güzel değerlerimiz halen uygulanmasa da unutulmamasını sağlamış oluruz diye düşünüyorum.
Sevgi ve Saygılarımla......…
SABİHA SERİN
Araştırmacı Yazar
SİVAS