Orijinalini görmek için tıklayınız : Dinler Tarihi
İLÂHÎ DÎNLER:
İlâhî Dîn:Allah tarafından, peygamberler vâsıtasıyla insanlık âlemine gönderilen, vahiy mahsûlü olan dînlere denir.
YAHÛDÎLİK
Yahûdîlik, yaşayan ilâhî kaynaklı dînlerden en eskisi, fakat mensûbu en az olanıdır. Bugün yeryüzünde 15-20 milyon civârında Yahûdî vardır. Bunların dört buçuk milyonu İsrâil'de, 6 milyonu ise Yahûdî nüfûsunun en yoğun oludğu, A.B.D.'de yaşamaktadır. Yahûdîlik, Bâbil Sürgünü'nden sonra millî bir dîn hâline getirilmiştir. Aslında bugünkü Yahûdîlik'in bir dîn mi, yoksa bir millet mi olduğu pek açık değildir. Yahûdîliğin Kutsal Kitâbı Tevrât'ın Balam Hikâyesi'nde şöyle bir târif geçmektedir:
"İşte, ayrıca oturan bir kavimdir ve milletler arası sayılmayacaktır:.
Yahûdîliğin sembolü, Yedi kollu şamdan ve Altı köşeli Yıldız'dır.
Yahûdî:İshâk oğlu Ya'kûb'un on iki oğlu vardı. Dördüncü oğlunun adı Yuda veyâ Yahuda idi. Dolayısıyla onun adına izâfeten İsrâîloğulları'na Yahûdî denilmiştir.
a-Tevrât'a Göre Yahûdîlik:
b-Kur'ân-ı Kerîm'e Göre Yahûdîlik:
Hz.Mûsâ ve On Emir:
l.Seni Mısır diyârından, esirlik evinden çıkaran Allah, Ben'im.
2.Benden başka tanrın olmayacak.
3.Allah'ın adını boş yere ağzına almayacaksın.
4.Cumartesi'yi kutsal kılacaksın.
5.Anne ve babana hürmet edeceksin.
6.Öldürmeyeceksin.
7.Zinâ yapmayacaksın.
8.Çalmayacaksın.
9.Yalan yere şâhidlik yapmayacaksın.
lO.Hiçkimsenin evine-barkına göz dikmeyeceksin.
Tevrât:Yahûdîlerin kutsal kitap külliyâtı: Tanah ve Talmut şeklinde ikiye ayrılır.
Tanah üç böyümden oluşur: Tora, Neviim ve Retuvim.
Kur’ân-ı Kerîm’e göre Tevrât::Tevrât kelimesi Kur'ân-ı Kerîm'de 18 yerde geçer. Fakat Yahûdî'lerin Tevrât'ın hükümlerini ve verdiği bilgileri gizlediklerini, değiştirdiklerini, bile bile hasîs menfaatleri uğruna bu yola gittiklerini bildirir. Bu yüzden Kur'ân-ı Kerîm, Tevrât'ın aslını (hiç bozulmamış şeklini) kabûl eder.
Talmut:Talmut, öğrenim mânâsına gelir. Yazılı olmayan ikinci Metine denir. Daha sonra yazılı hâle getirilmiştir. Talmut, Yahûdî'ler indinde Tevrât kadar önemlidir. Onun da ilhâm ve vahiy kaynağı olduğu kabûl edilir. Talmut iki bölüme ayrılır: Mişna ve Gemara. Mişna, ahlâkî kuralların açıklanmasıdır. Gemora da, Mişna'nın açıklanmasıdır.
Yahûdî Kutsal Kitâbında Tahrîf Belirtileri
En eski nüshalar M.S. VII ve X. yüzyıla âittir. Tevrât tek nüshaydı, ezberleme yeteneği yoktu, çoğaltılmamıştı. Bugün Yahûdî'lere âit İbrânîce Hristiyan'lara âit Yunanca ve Sâmirî'lere âit Sâmirî dilinde metinler birbirini tutmamaktadır. Misâl:
l.Hz.Mûsâ'ya nisbet edilen Tevrât'ın son bölümünde onun ölümü ve gömülmesi anlatılır.
2.Hz.Lût'u kızlarının şarap içirerek sarhoş etmeleri ve onunla zinâ etmeleri yeralır.
Çağdaş Yahûdî Mezhepleri
Yahûdî'ler, Yâhûdîliği değişen şartlara uydurmuşlardır:
a.Ortodoks Yahûdîlik: Diğer mezheblerin ayrılmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu mezhep, Ferisilik'le başlayan ve Rabbânî Yahûdîlik'le gelişen ana akımın günümüzdeki yansımasıdır. Ortodoks inançta, Yahûdî'lerin Tevrât'ın kânunlarına uymadıkları için sürgüne gönderildikleri yer alır.
b.Reformist Yahûdîlik:XIX. yüzyılın başlarında Alman Yahûdî'leri arasında çıkmıştır. Amerika Yahûdîleri arasında meşhurdur. Bugün Reformist Yahûdîlik, lâikleşmiş Yahûdîlik şeklini almış durumdadır.
c.Muhâfazakâr Yahûdîlik:Reformist Yahûdîlik'e tepki olarak doğmuştur. Yapı itibârıyla Ortodoks Yahûdîlik'in Amerikan versiyonudur. en belirgin özelliği, Siyonist olmasıdır.
d.Yeniden Yapılaşmacı Yahûdîlik.1983'de 102 yaşında ölen bir Amerikan Yahûdî'si olan, Kaplan isimli bir şahıs kurmuştur. Kaplan, Yahûdîliği, Yahûdî halkının kültür değeri olarak görür. Ölümden sonra dirilmeyi, âhireti reddeder. Mesîhçilik'i kabûl etmez.
Yahûdîlikte İnanç Esasları:
a. Yahûdîliğin İnanç Esasları:
Tevrât'da iki yerde geçen On Emir'de, inanç konularından sâdece Allah'a îmân meselesi üzerinde durulur. Diğer îman esasları açık değildir:
Yahûdîliğin İnanç Esasları:
Ayrıca Yahûdî'ler Tanrı'nın kendilerini seçtiğine ve Hz.Mûsâ'nın şahsında onlarla ahitleştiğine inanırlar. Allah’ı Millî Tanrı olarak görürler. Allah'a yorulmak ve dinlenmek gibi sıfatlar verirler. Mûsevî'likde âhiret inancı kapalı olup, melek ve kader inancı da çoğunlukla kabûl edilir.
b. Yahûdîlikte İbâdet şekilleri:
Yahûdî'ler ibâdetlerini Sinagog adı verilen mabetlerinde yaparlar. Günde üç vakit ibâdet yapılır. En önemli ibâdetleri Tevrât levhalarını okumaktır. Erkekler kipa ile başlarını örterler. Cenâzeler yıkanıp, kefene sarılır ve toprağa gömülür. Erkek çocuklar, doğumdan sekiz gün sonra sünnet edilir. İbâdet günleri Cumartesi'dir. Domuz, tek tırnaklı, vahşî ve kanları akmamış hayvanları, midye, istiridye gibi kabuklu deniz hayvanlarını yemek yasaktır.
BUDİZM:
Budizm'in kurucusu Budha (Buda), Gotama adında bir prenstir. Gotama, Nepal'in güneyinde, ufak bir kasabada mîlâttan önce 560 yılında dünyâya gelmiştir. Babası bir kasabanın prensiydi.
Budizm, varlığın sırlarını çözmeye çalışan, hayâtın acı ve zevklerinden el çekerek, kâmil ve olgun insan olmak yollarını araştıran bir ahlâk felsefesi güder. Budizm, VII. yüzyılda, İslâmiyet'in etkisi ile Hindistan'da sâdece Himalaya Dağı'nın eteklerinde kalırken, Sri Lanka, Siyam, Kamboçya, Çin Hindi ve Tibet'de varlığını sürdürdü. Dört temel gerçek, Buda'nın kurtuluş reçetesinin özünü oluşturmaktadır:
l.İnsan varlığının mâhiyeti, acı, ızdırap, kötülük ve doyumsuzluklarla doludur.
2.Bu acı ve ızdırâbın sebebi, arzu ve ihtiraslardır.
3.Onların yok edilmesi insanlığın asıl amacı olmalıdır.
4.İnsan, kalbinde yaşamaya olan susamayı yok ederek, vâr olmaktan, dolayısıyla acı çekmekten kurtulabilir. Bencilliği ile berâber, bireysel varlığı da kaybolur ve Nirvana'ya ulaşır. Buna göre Nirvana, bireysel varlığın yok oluşu ve bunun ayrılmaz parçası olan acı ve ızdırâbın dinmesidir. Nirvana'ya götüren yol sekiz kola ayrılmaktadır:
İnanç, İrâde, Söz, Fiil, Geçim Vâsıtaları, Çalışmak, Hâfıza ve Düşünce'dir.
Budizm'de Yasaklananlar: Öldürmek, Çalmak, Zinâ, Yalan, Sarhoşluk Veren şeyler.
Budizm'de Emredilenler:
l.Acılara tevekkülle katlanmak
2.Yaşayanların acılarını dindirmek
3.Hayır yapmak
4.Merhametli olmak.
Buda'nın "Yaratıcı Tanrı" hakkında ne söylediği açık değildir. Âhiret konusunda kutsal metinlerin ortaya koyduğu net bir görüşü yoktur.
Buda, dînini tamamlayamadığını ve kendisinden 1000 yıl kadar sonra gelecek olan Metteyya (Maitreya) ile tamamlayacağını ifâde etmiştir.
HRİSTİYANLIK
Hz. İsa'nın tebliğ ettiği fakat daha sonraları tahrif edilen din.
Günümüzde dünyanın her tarafından mensubu bulunan ve dünya nüfusunun l/5'inin dini olan Hrıstiyanlık, Filistin bölgesinde doğmuş evrensel bir dindir. Bir milyar civarında mensubu vardır. Menşei itibariyle vahye dayanan ve kutsal kitabı olan, özde tek tanrılı olmakla beraber, sonradan teslis inancına dönüştürülmüş bir dindir. Bu dinde ayrıca peygamber, melek, âhiret kader gibi dini kavramlar bulunsa da, bu kavramları anlayış ve açıklayış şekli İslâm'dakinden farklıdır. Hristiyanlıkta Hz. İsa merkezi bir öneme sahiptir. Bugünkü Hristiyanlık, Yahudilikteki inanç ve ibadet gelenekleriyle, Yunan-Roma (Greko-Romen) âleminin kültürlerini birleştiren bir kurtarıcı tanrı dinidir. Nâsıralı İsa'yı merkeze alan bir Yahudi Mesihi hareketidir. İsa, İsrâil'i, gelecek tanrı'nın krallığı'na hazırlamak istemiştir. Ancak bugünkü Hristiyanlık, İsa'nın havârîlerinin arasına sonradan giren Pavlus'un yorumları ile değişik bir hüviyet kazanmıştır (Annemarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara 1955, s. 117 VD. A. Abdullah Masdûsi, Yaşayan Dünya Dinleri (trc. Mesud Sadak), İstanbul 1981, s. 170-201; Ekrim Sarıkcıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul 1983, s. 200 vd.; Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1988, s. 136 vd.)
Hristiyan, Mesih'e bağlı demektir. Bu kelime, Yunanca "Hristos"tan gelir. İbranîcesi "Maşiah"dir, yağlanmış anlamını ifade eder. İncillerde "Hristiyan", "Hristiyanlık" gibi terimler yer almaz. Bu terimler, ilk defa Hz. İsa'dan 20-30 sene sonra Antakya'da kullanılmıştır (Resullerin işleri, XI, 26). İnciller daha çok, Hz. İsa'ya ağırlık vermektedirler ve onun bir tür hayat hikayesi durumundadırlar.
Hristiyanlık aslında tek tanrı anlayışını esas alan bir dindir. İncillerde ve diğer yazılarda bu hükmü doğrulayacak ifadeler vardır. Allah'ın birliğinden söz edilmektedir (Yuhanna, V, 44). Fakat yine aynı metinlerde bir kısım ifadeler, mecâzî deyimler, daha sonraları bir üçleme (teslis) anlayışına yol açmıştır. Bunda, İncil yazarları ile Hz. İsa arasındaki zaman aralığının rolü vardır. Öte yandan, Hristiyan Kutsal Kitabı'nda teslis, hiç bir yerde açıkça zikredilmemiştir. Ancak "ben ve baba biriz", "baba'nızın ruhu", "Allah'ın ruhu" gibi ifadeler, zamanla Allah'ın yanında İsa ve kutsal rûhun da tanrı sayılmasına kadar varan yorumlara yol açmıştır. Bu yorumları ilk başlatan, havârîlere sonradan katılan Pavlus olmuştur. "Hz. İsâ zamanındaki en büyük ilâhiyatçısı" olarak tanımlanan Pavlus, bugünkü Hristiyanlığın kurucusu olarak bilinmektedir. Modern bilginlere göre günümüz hristiyanlığı, Hz. İsa'nın getirdiği nizamdan çok, Pavlus'un yorumlarından ibarettir. Hatta denilebilir ki, sonraki yüzyıllar, dini inançlarını İncillerden çok, onun yorumlarına dayandırdılar. Pavlus'un telkinleri, Allah'ı değil, İsa Mesih'i ağırlık merkezi olarak almıştır. Ona göre İsa, sâdece bir insan değil, Tanrı'nın kudretiyle diriltilen bir kimse idi.
Hz. İsa'nın çarmıha gerilmiş olması ve tekrar dirilmesi, insanların Hz. Âdem'in Cennet'te, yasak meyveden yemiş olması sebebiyle doğuştan günahkâr oldukları inançları da Pavlus tarafından Hristiyanlığa sokulmuştur.
Görüldüğü gibi bugünkü Hristiyanlık, Pavlus'un yorumlarına dayanır. Gerek dinin aslî şekli, gerekse kutsal kitabları olan İncil, tahrifata uğramıştır. Artık Hristiyanlık muharref bir dindir. Bunun içindir ki, günümüz hristiyanlarının benimsediği Hristiyanlık ile, Kur'ân-ı Kerîm'in bize bildirdiği Hristiyanlık, birbirinden tamamen farklıdır.
Kur'ân-ı Kerîm'de Hristiyan için "Nasrânî", Hristiyanlar için de "Nasârâ" kelimeleri kullanılmıştır (Âli İmran, 3/67; el-Bakara, 2/62, 111, 113, 135, 140; el-Mâide, 5/14, 18, 51, 69, 82; et-Tevbe, 9/30; el-Hacc, 22/17). Ayrıca, "Ehl-i Kitap" ifadesinin yer aldığı âyetlerde, Hristiyanlar da muhatap alınmıştır. Meselâ "De ki; ey Ehl-i kitap! Aramızda eşit olan bir kelimeye gelin. Yalnız Allah'a kulluk (ibadet) edelim ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım" (Âli İmrân, 3/64) âyetinde olduğu gibi.
Kur'ân-ı Kerim'e göre, Yahudiler gibi Hristiyanlar da verdikleri sözde durmadıkları için, kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin salınmıştır. Hz. Muhammed onlara da gönderilmiş bir elçidir. O, Ehl-i Kitab'ın gizledikleri ve sakladıkları şeylerin çoğunu onlara açıklamıştır. Ancak Yahudi ve Hristiyanlar, kendilerinin "Allah'ın oğulları ve sevgilileri" olduklarını söyleyerek, Hz. Muhammed'e karşı çıkmışlardır. Yahudiler Uzeyr'i, Hristiyanlar da İsa'yı Allah'ın oğlu saymışlardır. İnsanları tanrılaştırdıkları için de küfre girmişlerdir. (el-Mâide, 5/12-18; et-Tevbe, 9/20) Allah'a çocuk isnad etmekle Tevhid'in özüne ve rûhuna aykırı hareket etmişlerdir. Halbuki "Allah, bu tektir. Her şeyden müstağnî ve her şey O 'na muhtaçtır. O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiç bir şey O'na denk değildir." (İhlâs, 112/1-4) .
Kur'ân-ı Kerim, Hz. İsa'nın Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu, O'nun da tevhid'i tebliğ ettiğini açıklar. (el-Mâide, 5/46-47, 62-69, 72-77). Bu durumda Meryem oğlu İsa'yı ilah edinen Hristiyanlar, "Allah, üçün üçüncüsüdür" (el-Mâide, 5/72-75) diyerek doğru yoldan sapmışlar, tevhid çizgisinden uzaklaşmışlardır. Tevhid esasından uzaklaşan Hristiyanların yüce Allah, dinlerinin aslına, tevhid ve İslâm yoluna çağırmaktadır. (el-Mâide 5/46).
Yukarıda da belirtildiği gibi hristiyanlık, aslı itibariyle hak dinlerderdendir. Peygamberi Hz. İsa, kitabı da İncil'dir. Bugünkü Hristiyanlığın odak noktasını oluşturan ve Pavlus teolojisinin temelini teşkil eden Hz. İsa, yalnız Allah'ın kulu ve Rasûlü'dür. Bunu bizzat kendisi şöyle ikrar etmiştir: ''Hz. İsa: Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni Peygamber yaptı; nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekât vermemi ve annene iyi davranmamı emrelti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde ve dirileceğim günde bana selam olsun" dedi (Meryem, 19/30-33). Ayrıca Hz. İsa'yı ve annesini tanrılaştırıp "teslis" akidesini oluşturan Hristiyanlarla Hz. İsa, kıyamet gününde yüzleştirilecekler ve böylece Hristiyanların uydurdukları yalanlar bir kere daha ortaya çıkmış olacaktır. Bu husus, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle belirtilir: "Allah Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara beni ve annemi Allah'tan başka iki tanrı olarak benimseyin," dedin?" demişti de; ''Hâşa, hak olmayan sözü söylemek bana yaraşmaz; eğer söylemişsem, şüphesiz Sen onu bilirsin; Sen benim içimde olanı bilirsin, ben Senin içinde olanı bilemem; doğrusu görülmeyeni bilen ancak Sensin" demişti, ''Ben onları sadece, Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, diye bana emrettiğini söyledim. Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında şahiddim, beni aralarından aldığında onları sen gözlüyorsun. Sen her şeye şâhidsin" (elMâide, 5/117).
Şu halde bugünkü Hristiyanlık, Hz. İsa'nın tebliğ ettiği Hristiyanlık değildir; ''Mesih, Allah'ın oğludur" gibi sözleri kendi ağızlarıyla uydurmuşlar (et- Tevbe, 9/30) ve "Meryem oğlu Mesih'i'de, kendilerine Allah'tan başka Rab edinmişlerdir" (et-Tevbe, 9/31). Aynı şekilde, mevcut Hristiyanların, Hz. İsa'nın getirdiği İncil'le hiç bir ilgileri yoktur (el-Mâide, 5/68). Çünkü Yahudi bilginleri gibi, Hristiyan râhipleri de birtakım menfaat temini için, Allah'tan kendilerine indirilmiş olan Kitab'ın hükümlerini değiştirmişlerdir (et-Tevbe, 9/34).
Özetle söylemek gerekirse; İslâmiyet ile bugünkü Hristiyanlık arasındaki belli başlı ayrılıklar şunlardır:
1. Hristiyanlık'ta teslis akidesi olduğu halde İslâm'da tevhid akidesi vardır. 2. İslâm bütün semâvî dinleri ve peygamberleri içine alır; Hristiyanlık ise, yalnız Kitab-ı mukaddes'i hak bilir ve Kur'an-ı Kerim'i vahye dayalı bir kitap olarak kabul etmez. 3. Hristiyanlık, insanın doğuştan günahkâr olduğunu ve bu sebeple temizlenmesi için vaftiz edilmesi gerektiğini savunur; İslâm ise, bütün insanların günahsız doğduğunu ve hiç kimsenin bir başkasının günahını yüklenmeyeceğini belirtir. 4. Hristiyanlıkta papaz ve rahiplerin günah çıkarmak ve affetmek yetkisi vardır; İslâmiyet'te ise, günahlar yalnız Allah tarafından bağışlanır. 5. Hristiyanlık'ta Hz. İsa'nın sözleri Allah kelâmı olarak telakki edilir; İslâmiyet'te ise, ilâhi emirler vahiy yoluyla, Cebrâil vasıtasıyla bildirilir. 6. Hristiyanlar'a göre İsa (a.s) çarmıha gerilmiştir. İslam'a göre ise, Allah onu kendi katına yükseltmiştir. 7. Her ne kadar bugünkü Hristiyanlar, kendi dinlerinin son din olduğunu iddia ediyorlarsa da, bu iddiânın İslâm nazarında hiç bir geçerliliği yoktur. Çünkü "Allah katında din, şüphesiz İslâmiyet'tir..." (Âli İmrân, 3/19) Ye artık "Kim İslâm'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir ve o, âhirette de kaybedenlerden olacaktır" (Âli İmran, 3/85).
Ahmet GÜÇ
SİHİZM
Hindistan'daki bazı gelişmeler sonucu XVI. yüzyılda ortaya çıkmıştır. İslâm ve Hinduizm karışımı bir harekettir. Kurucusu Nanak'tır. Günümüzde 6-7 milyon civârında mensûbu vardır. Dünyânın çeşitli yerlerinde de mensupları vardır. Sihizm, Tanrı'nın birliği, ibâdette adının çokça tekrâr edilmesi, değişik kastlardaki (sınıflardaki) insanların eşitliği, putlara tapınmanın kötülüğü, kardeşçe sevginin önemi, ölenin rûhunun ameline göre yeni bir bedende dünyâya geleceği gibi bâzı prensiplere dayanır. Ölüleri yakma âdetleri vardır. Sih'ler sigara ve içki içmezler, eğitime önem verirler. çocuklarını, çocukluk çağından itibaren sıkıntılı, yorucu bir hayâta alıştırırlar.
CAYİNİZM
Hindistan'daki dinlerdendir. Kökü M.Ö. VIII. yüzyıla dayanır. Brahmanizm'deki şiddetli sınıf ayrılıklarına tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu dîne inananlar genellikle sebze ve meyve yerler. Öldürme, yalan, hırsızlık, Şehvete ve dünyâ nimetlerine düşkünlük kötülenir. Tanrı anlayışı yoktur.
ESKİ TÜRK İNANÇLARI:
Türkler, Budizm, Hıristiyanlık, Yahûdîlik gibi dinlerin, örf ve âdetlerine ters buldukları için, devamlı olarak içlerine girmemişlerdir. Türklerin İslâmiyet'i kabûldeki en önemli noktası, onların daha önce tek tanrılı inanışı devâm ettirmesidir. Kaynaklarda Türk boylarının hemen hepsinde tek Tanrı (Gök Tanrı) inanışının olduğunu göstermektedir. Gök Tanrı, hayat veren, yaratan, cezâlandıran, yol gösteren millî bir tanrı kabûl edilmiştir.
Eski Türkler, Öbür dünyâda ikinci bir hayâtın varlığına, burada iyilik ve kötülüğün karşılığının verileceğine inanıyorlardı. Ahlâk anlayışı, özde-sözde ve davranışlarda doğruluktu. Yalan yere yemin etmek, başkalarını aldatmak, yermek hoş görülmezdi.
Ertugrul
13.04.2008, 21:36
Seva hanım İlahi dinler başlığı altında ilahi olmayan dinleri de tanıtıyorsunuz.
''İlâhî Dîn:Allah tarafından, peygamberler vâsıtasıyla insanlık âlemine gönderilen,
vahiy mahsûlü olan dînlere denir.'' Başlığı değiştirip Dinler demeniz daha uygun olur.
HİNDUİZM
Hint dinlerinin en yaygını Hinduizmdir. M.Ö. 1500'lü yıllarda ortaya çıktığı sanılmaktadır. Hinduizmin tanrı anlayışında çeşitlilik göze çarpar. Çok tanrıcılık; yaratıcı Brahma, koruyucu Vişnu ve yokedici Şiva'dan oluşan bir üçleme vardır. Hinduizmde hulûl (Tanrı'nın insan Şekline girmesi); tenâsüh (rûhun bir bedenden ötekine geçmesi) gibi inançlar bulunur.
Hinduizmin en belirgin özelliği, insanlar arasında bir sınıf farkının gözetilmesidir. Din adamı ve bilginler en üst sınıfı oluştururlar. Hinduizmde İnek ve Gana Nehri, kutsal kabûl edilen varlıklardandır. İnek, yer, gök ve hava âleminin anası kabûl edilir. İnekler yola yatarlarsa, yol ona göre düzenlenir. Onlar kesilmezler.
1981'de Müslümanlar Hindistan'da dört kutsal ineği kestikleri için büyük olaylar çıkmıştır. Müslüman mahalleleri ateşe verilmiştir. İbâdet sembolü Om'dur. İbâdet her yerde yapılabilir. İbâdet ferdîdir. Hint'li , sabah Şafaktan önce kalkar, evde veyâ nehir kıyısında yapabileceği sabah ibâdetine hazırlanır. Tanrı'sının adını zikreder ve yıkanır.
Hindistan'da bitkilerle beslenenlerin vejetaryenlerin) sayısı 1/4'dür. Domuz eti yemezler. Tapınaksız köy yoktur. Yüzyıl öncesine kadar kadın, ölen kocasıyla birlikte yakılırken, Şimdi bu âdet kaldırılmıştır.
Seva hanım İlahi dinler başlığı altında ilahi olmayan dinleri de tanıtıyorsunuz.
''İlâhî Dîn:Allah tarafından, peygamberler vâsıtasıyla insanlık âlemine gönderilen,
vahiy mahsûlü olan dînlere denir.'' Başlığı değiştirip Dinler demeniz daha uygun olur.
neden hırıstıyan din değil mi veya yahudi.
Ertugrul
13.04.2008, 21:54
neden hırıstıyan din değil mi veya yahudi.
İlahi Dinler bildiğimiz kadarı ile 3 tanedir. Bunlar da Yahudilik,Hırıstıyanlık ve son Hak Din İslamiyettir. Siz buraya bu üç ilahi dininin dışında putperest dinleride ekliyorsunuz.Konu başlığı uyumsuzluk ortaya çıkıyor.
İlahi Dinler bildiğimiz kadarı ile 3 tanedir. Bunlar da Yahudilik,Hırıstıyanlık ve son Hak Din İslamiyettir. Siz buraya bu üç ilahi dininin dışında putperest dinleride ekliyorsunuz.Konu başlığı uyumsuzluk ortaya çıkıyor.
başlığı değiştirme yetkim yok galiba.
PUTPERESTLİK
İnsanların, Allah Teâlâya yapmaları gereken ibadet, göstermeleri gereken saygı, sevgi ve korkuyu, Onun dışında herhangi bir mahluku mabud kabul ederek ona yöneltmeleri hali. Put, ayet ve hadislerde "sanem” ve "vesen” şeklinde de isimlendirilmektedir. "Asnâm-putlar”, "sanem” kelimesinin çoğuludur. İbnul-Esîr, en-Nihâye, adlı kitabında "sanem" kelimesini; "Allah'dan başka ilâh edinilen şey" diye tanımlamaktadır. Bu da müşriklerin taptıkları putlar anlamına geldiği gibi, Allah'ın nizamına ve hâkimiyetine engel olan tüm tağutlar manasınadır. Allah'ın nizamına ne şekilde olursa olsun engel olan ve bu manada putlara, heykellere ve büstlere değer veren kimseler de aynen putperest müşrikler gibidirler. Namaz kılsalar, oruç tutsalar, hac yapsalar da, onlardan hiçbir farkları kalmaz.
Yine İbnül-Esîr, şöyle demektedir: "vesen" ile "sanem" arasında fark bulunmaktadır. Vesen; insan sureti ve şekli gibi taştan, ağaçtan ya da toprağın her hangi bir madeninden yapılan cüsseli şeydir ki; bir yere dikilir, müşrikler tarafından buna tapınılır, ibadet olunur. Sanem ise; cüssesiz şekilden ibarettir. Kimi lügatçılar ise bu iki kelime arasında her hangi bir ayırım gözetmeyip her iki kelimeyi aynı anlamda ve birbirlerinin yerinde kullanmaktadırlar.
Allah Teâlâ insanlığın babası Adem (a.s)'ı eşi ile birlikte yeryüzüne indirdikten sonra, Adem'in nesli çoğalıp artmıştı. Bu ilk nesil, tek bir ümmet olup, aynı dine ve ayrı ma'buda tabi olarak, doğruluk ve istikamet üzere idiler. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "İnsanlar tek bir ümmetti. Allah Peygamberi müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi. İnsanların ayrılığa düşecekleri hususlarda aralarında hüküm vermek için onlarla birlikte hak kitaplar indirdi” (el-Bakara, 2/213). İbn Abas (r.a)'dan rivayet edilen bir hadiste şöyle denilmektedir: "Âdem ile Nûh arasında on asır vardır. Bu zaman içinde insanlar Allahın şeriatı üzerinde idiler. İhtilafa düştükleri anda Allah müjdeleyiciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberler gönderdi" (İbn Cerir et-Taberî, Tefsir, II,194). İkrime'den nakledilen diğer bir hadiste de; Âdem'le Nûh arasında herkesin İslâm üzere bulunduğu on asır vardır" (a.g.e, XXlX, 162) denilmektedir.
Düşman (şeytan) insanoğluyla sürekli uğraştı. Onları kâfirler ve müminler şeklinde iki gruba ayırana kadar mücadelesine devam etti. Öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettirip putperest bir toplum yapıncaya kadar savaşını sürdürdü. Allah Teâlâ, Nûh kavminin durumunu şöyle anlatmaktadır; "İnsanlara, sakın tanrılarınızı bırakmayın. Ved, Suva, Yağus, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin” dediler" (Nûh, 71/23). İbn Abbas şöyle demektedir: Bu isimler Nûh kavminin salih kimselerinin isimleridir. Onlar öldüklerinde şeytan bu kavme oturdukları yerlere onların hatırasını canlı tutmak için putlarını dikmeleri fikrini verdi. Onlar bunu yaptılar, ancak onlara hiç bir zaman tapınmadılar. Bu ilk nesil geçtikten sonra gelenler, dikiliş gayelerini unutup onlara tapınmaya başladılar (Buharî, Tefsir, 71).
Arapların dini inançlarına şirki ilk sokan kimse Amr bin Luheyy'dir. Resulullah (s.a.s); "Âmr İbn Âmir el-Huzâ'îyi Cehennemde bağırsaklarını sürürken gördüm. Bu adam ilk saibe bırakan adamdır" (Müslim, Cennet, 13; Buhârî, Menakıb, 9) demiştir.
Başka bir rivâyette de; "Arapları putlara tapmaya yönelten ilk kimsedir" (Ahmed İbn Hanbel, III, 353) denilmektedir. Peşinden her Arap kabilesi için yücelttikleri, sığındıkları, kurban kestikleri, şefaat diledikleri putlar ortaya çıktı. İbn Cüreyc'in de dediği gibi; Lât, Sakif kabilesinden yağla kavut'u karıştıran bir kimse idi ve öldüğü zaman mezarına bir put dikmişlerdi. Resulullah (s.a.s), Mekke'yi fethettiğinde, Beytullah'ın etrafında üçyüz altmış put bulmuştu. Resulullah (s.a.s), yayının ucuyla bu putların yüzlerine, gözlerine vurarak onları itiyor ve yere yuvarlıyordu. Sonra da Lât'ın dışarı çıkarılmasını ve yakılmasını emretti.
Bu putların aslının bazı salih ve veli kimselerinin suretleri olduğu ortaya çıkmıştır. Müşrikler, onların Allah'ın indinde büyük bir makama sahip olduklarına inanıyorlardı. Onları, Allah Teâlâ ile kendi aralarında aracılar ve şefaatçılar edindiler. Onlara göre Allah Teâlâ, ancak bu putların aracılığı ve şefaati ile halkı rızıklandırıyor, hidayet ediyor, fayda sağlıyor ve zarara uğramalarını engelliyordu. Onlar bu putları o salih kimselerin hatıralarını canlı tutmak, bu vesile ile ibadet ve dualarını daha bir şevkle yapabilmek için edinmişlerdi. Bu putlara tapınırken, aslında bu salih kimselere tapınıyorlardı. İbadetleri kendi elleriyle yaptıkları putlara değildi. Nitekim Allah Teâlâ, putperest bir kavimden bahsederken onların meleklere, cinlere ve peygamberlere tapındıklarını bildirmekte olup, bunların tamamı Kur'an-ı Kerim'de mevcuttur. Bu müşrikler, tapındıkları ilahların yarattığına, rızıklandırdığına, diriltip öldürdüğüne inanıyor değillerdi. Allah Teâlâ onların bu durumlarını hikâye ederek şöyle buyurmaktadır:
"Yemin olsun ki, eğer onlara; gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ay'ı hizmete amade kılan kimdir?" diye sorsan, mutlaka; Allah'tır" derler" (el-Ankebut, 29/61); yemin olsun ki, eğer onlara; gökten su indirip onunla yeryüzüne öldükten sonra tekrar hayat veren kimdir?" diye sorsan, mutlaka; "Allah'tır" derler" (el-Ankebut, 29/63). Kur'an-ı Kerim'de bu tip misaller çoktur.
Müşrikler telbiyelerinde şöyle derlerdi: "Yalnız bir şerik (ortak) müstesna, o sen'in şerikindir. Sen, ona ve onun sahip olduğu her şeye maliksin" (Müslim, Hac, 3/22).
İmam Şehristanî bu konuda şöyle demektedir: "Onlar ne zaman putlara yönelmek üzere ellerinde bir hüccet, delil, izin veya Allah Teâlâ tarafından bir emir olmadığı halde gayret gösteriyor, ihtiyaçlarının giderilmesini onlara bağlıyorlarsa, onların bu hareketleri bir ibadet olmuş oluyor. Onların bu putlardan ihtiyaçlarının giderilmesini taleb etmeleri, onda bir ilâhlık bulunduğuna inandıklarını isbat etmektedir. Bundan dolayıdır ki onlar; Biz onlara tapınmıyoruz. Onlar bizi sadece Allah'a yaklaştırıyor" (ez-Zümer, 39/3) derler.
Bu durum, Allah Teâlâ'ya olan ibâdeti hakkıyla yerine getirmenin; sevgi, boyun eğme, korkma, sığınma, tevekkül, korku ve ümit, kurban adama, namaz, dua vb. İbadet türlerinin tamamında hiç bir şeyi ortak koşmadan ona hasretmeden ibaret olduğunu ortaya koymaktadır. İbadet türlerinden her hangi birinde melek, nebi, salih kimse, taş, ağaç gibi şeylere yönelen bir kimse müşrik ve kâfirdir. Geçmiş müşriklerin şirkleri de bu idi. Fakat, ibadet ve şirkin anlamını bildikleri zaman, Allah'tan başkasına dua etmenin ve bir şey istemenin ne anlama geldiğini bilirler.
Bundan dolayıdır ki, ilâhlar edinip, onlara ibadet ederek Allah Teâlâ'ya ortak koştular; bunların ilâhlar olduklarını açıkça ortaya koydular ve Allah'tan başkasına tapındıklarını gizlemediler. Fakat çağdaş müşrikler ibadet, tevhid ve şirkin hangi anlama geldiğini bilmediklerinden; velilere, salih kimselere ve nebilere, tapınmanın her çeşidi ile tapındıkları halde, kendilerinin müslümanlar olduklarında ısrar edip duruyorlar. Bunun sebebi, onların bu yaptıklarını"ibadet" olarak isimlendirmemeleridir. Ayrıca ilâh edindikleri şeyleri de ilâhlar olarak isimlendirmemektedirler. Fakat böyle yapmaları onlara ne fayda sağlar ne de putperestlikten kurtarır. Hanbeli imamlarının büyüklerinden olan İbn Akil; "Cahil ve bayağı insanlara dinî sorumluluklar ağır gelmeye başlayınca, şerîatın koymuş olduğu prensiplerden yüz çevirerek nefisleri için uydurmuş oldukları prensipleri yüceltmeye yöneldiler. Bu onlara çok kolay gelir ve böylece başkalarının emri altına girmemiş olurlar" diyerek şöyle devam etmektedir: "Anlayışıma göre onlar kabirlere tazim etmek, şeriatın nehyettiği halde ateş yakarak onlara saygı göstermek, kıble edinmek ve özel bir temizliğe tabi tutmak, mezardaki ölüye ihtiyaçları arzetmek, "ey mevlam benim için şunu şunu yap" şeklinde kâğıt yazmak, hayır ve iyilik getirmesi dileğiyle toprağından almak, kabirlerin üzerine güzel kokular atmak, sırf onları ziyaret etmek için yolculuğa çıkmak sureti ile kâfir olmaktadırlar".
İbrahim (a.s)'ın kavmi yıldızlara tapınmakta idi. Onların inançları şöyleydi: "Alem için, yaratan, idare eden, ona hükmeden, bir varlık vardır. Bizim üzerimize düşen yükümlülük ise, onun yüce varlığına ulaşmaktaki aczimizin bilincinde olmaktır. O'na ancak, O'nun yakınları olan aracılarla yaklaşılabilir. Bu aracılar ise, fiil, hal ve cevher olarak takdis edilip temiz kılınan ruhanîlerdir. İcad etmede, yaratmada ve işleri bir halden diğer hale sokmada, yaratıkları başlangıçtan kemale erdirmede sebep olan aracılar bu kimselerdir.
Onlar bu işleri yüce, mukaddes, ilâhî zattan dileyerek aldıkları kuvveti, süflî varlıklar üzerine yayarak yerine getirirler; yedi gezegenin yörüngeleri içerisindeki hareketlerini düzenlerler. Bu gezegenlerden her biri bu ruhanîlerden birinin heykelidir. Yani her ruhânî için bir heykel vardır ve her heykelin de bir gök tabakası vardır. Ruhanînin bir heykel'e nisbeti, ruhun cesede nisbeti gibidir. Yani o ruh onun rabbidir. İdareci ve yönlendiricisidir. Ancak aracının görülüyor olması kaçınılmazdır ki, ona yönelmek ve ona yaklaşmak ve ondan istifade etmek mümkün olabilsin". Böylece onlar yedi gezegenden oluşan bu heykellere sığındılar; onların menzillerini, doğuş ve batış yerlerini iyice öğrendiler; gündüzleri, geceleri ve saatleri ona göre bir taksimata tabi tuttular; her heykel için özel bir efsun yaptılar; bir takım efsunlu sözler ve dualar öğrendiler; ayrıca her gezegen için bir gün tayin ettiler. Meselâ, Zühal için cumartesi gibi... Bu günde befirli bir saati gözetleyerek o saatte bu gezegenin hey'eti, yapısı ve şekli üzerine yapılmış dualarla ona has elbiseler giyiyor, ona ait tütsü ile tütsüleniyor, o heykele ait dualarını okuyarak ondan ihtiyaçlarını gidermesini istiyorlardı. Bu, diğer gezegenler için de aynı şekilde tekrarlanıyordu. Onlar bu gezeğenleri ilâhlar ve rabler olarak adlandırmakta idiler. Allah ise, rablerin rabbi, ilâhların ilâhı idi. Onlar, heykellere yaklaşarak ruhanilere yaklaşmış oluyor; ruhanilere yaklaşmakla da Allah Teâlâ'ya yaklaştıklarını kabul ediyorlardı.
Sonra yıldızlara tapınmak için tuhaf şeyler ürettiler. Bunlar, sihir ve kehanet kitaplarında zikredilen tılsımlar, efsunlar ve insanların yakalarına takılan diğer şeylerdir. Bunların tamamı üzerinde tam bir bilgi sahibiydiler.
Peşinden onlardan bir grup şöyle dedi: "Kendisiyle tevessülde bulunulan bir aracının, kendisiyle şefâat dilenilen bir şefâatçinin ve ruhanîlerin varlığı kaçınılmazdır. Madem ki vesileler bunlardır ve biz onları gözle görüp hitap edemiyoruz; o halde heykelleri olmadan onlara yaklaşmamız gerçekleşmez. Fakat heykeller (yıldızlar) bazı vakitler görülür, diğer bazı vakitlerde de gözükmezler. Çünkü onlar doğarlar ve batarlar. Dolayısıyla bizim için yaklaşma olayı tamamlanmış olmaz. Öyleyse, bu şahısların putlarını sürekli gözümüzün önünde olacak şekilde dikmemiz kaçınılmazdır. Böylece biz onlara bağlanır, onlarla heykellere ulaşır ve bu heykellerle de ruhanîlere yaklaşmış oluruz. Ruhanilere ulaşmakla da onlar vasıtasıyla Allah Teâlâya yaklaşırız ve Allah Teâlâya yaklaşmak için onlara ibadet ederiz; onlar bize Allah yanında şefaatçi olurlar. Onlar yedi heykeli temsil eden, insan suretinde putlar edindiler. Her put bir heykel (gezegen)'e karşılıktı. Bunun için onları heykel'in aslı olarak gözettiler; onlar için tapınaklar yaptılar, bekçilik ve hizmetçilik gibi görevler ihdas ettiler; onlara ibadet kastıyla ziyaretlerde bulundular ve onlar için kurban kestiler. Bu putperestlikler eski çağlarda olduğu gibi yeni çağlarda da sürekli var olmuştur.
Bunların bir grubu güneşe taparlardı. Şeriatleri, ona tapınma üzerine kurulmuştur. Onlar güneş için bir put edinmişlerdir. Onun bir elinde ateş renginde bir maden parçası vardır. Adına inşa ettikleri bir de özel tapınak vardır. Bu tapınakta, puta hizmet eden ve onu bekleyen görevliler bulunmaktadır. Bu mabede gelerek tapınıyor, dua ediyor, dilekte bulunuyorlar. Güneş doğduğu vakit hepsi secdeye kapanıyorlar. Aynı şekilde öğlen vakti tepe noktasına geldiği ve akşam battığı vakit de secdeye gidiyorlar. Bu üç vakitte tapınmaya gitmeleri için şeytan onları dürtü ile harekete geçiriyor. Bunun içindir ki Resulullah (s.a.s), görünüş itibariyle olsa bile, kâfirlere benzememek için bu vakitlerde namaz kılmaktan kaçınılmasını emretmiştir.
Bunun gibi başka bir topluluk aya, diğeri Zuhal gezegenine ve başkaları da buna benzer şeylere tapınıyorlardı. Putların yapılmasının asıl sebebi, ilahlarının ortada olmayışıdır. Böylece, onun şeklinde ve görünüşünde bir put yaparak onu ilahlarının vekili ve makamım dolduran varlık olarak kabul ediyorlardı. Akıllı bir kimse eliyle yaptığı tahtadan veya taştan bir nesnenin ilâh olamayacağını bilir.
Ölülere ve kabirlere saygı göstermek, şirkin çeşitlerindendir. Cenab-ı Allah kabirlerin üzerlerinde mescidler edinilmesini yasaklamış, bunu yapanı da lânetlemiştir. Ancak, özellikle kastedilen bir yer olarak seçilmediği zaman, bunda bir mahzur yoktur. Aynı şekilde mezarların bayram yeri edinilmesini de yasaklamıştır. Bayram, Arapça "tekrarlama, geri dönme" (el-Muavede) ve alışkanlık haline getirme (el-İ'tiyâd) kelimelerinden alınmıştır. Bu bir yere isim olarak verildiği zaman ondan, bu yerin toplanma yeri olduğu kastedilir. Tapınma veya başka şeyler için sürekli gidilen bir yer olur. Böyle bir yerde namaz kılmak, onu tavaf etmek, kıble edinmek, istilam etmek, toprağı üzerine çizgiler çizmek, üzerine bina yapmak, üstüne mum yakıp koymak ve buna benzer bir çok uygulama yasaklanmıştır. Bütün bunlar Resulullah (s.a.s)'ın ümmetine, önceki kavimleri helâk eden şirke düşmelerini önlemek için bir rahmettir. Bir çok ülkede kabirlerin üzerine yapılan binalar (türbe) görülmekte; insanlar onlara tazimde bulunmakta, uzaktan yakından onlara yakarmakta, Allah'ın evlerinde ve seher vakitlerinde yapmadıkları ibadetleri orada içtenlikle yerine getirmektedirler. Bir kısmı, onlar için secde etmekte, çoğunluğu ise namazın bereketini onların yanında dilemekte, mescidlerde yapmadıkları dua ve niyazları yapmaktadırlar. Bunların tamamı, bu kabirleri put edinmek ve Allah'dan başka bir ilâhâ tapınmaktır. Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: "Allahım! Kabrimi tapınılan bir put kılma" (Muvatta, Sefer, 85; Ahmed b. Hanbel, II, 246).
Bir başka hadisinde Resulullah (s.a.s) şöyle demektedir: "Allah, Yahudilerle Hristiyanlara lânet etsin; onlar nebilerinin kabirlerini mescidler edindiler". Âişe (r.anh), "Eğer bu (endişe)olmasaydı, Peygamber (s.a.s)' in kabri açıkta bulundurulacaktı" demiştir (Müslim, Mesacid, III).
Bütün bunlar, onunla şirk tohumlarının ekilmesini önlemek içindir. Resulullah (s.a.s), kabirlere tazim etmenin, onları put edinmenin Allah'dan başkasına ibadetin tohumlarını ektiğini bildirmektedir.
Puta tapıcılık sadece İslâm öncesi Arap toplumuna has bir olay değildir. Çağımızda da putçuluk daha değişik görünümler altında varlığını sürdürmektedir. Putçuluk, yalnızca sert bir taştan yapılmış heykel önünde eğilmek ve ona tazim göstermek olarak ele alınırsa, kuşkusuz büyük bir yanılgı içine düşülür. Kaldı ki, müşrik Arap toplumunun elleriyle yaptıkları putlara gösterdikleri saygıyı bu çağda da görmek mümkündür. Hattâ bu tür putçuluk bu gün fazlasıyla hüküm sürmektedir. Put, putlaştırmak isteyenlerin arkasına gizlendikleri birer işaret ve alametten başka bir şey değildir. Yoksa putun mutlaka bir ağaçtan dikilmiş yahut bir taştan yontulmuş olması zaruri değildir. Allah'ın dışında tapınılan herşey puttur. "Allah"ı bırakıp da kendilerine kıyamete kadar cevap veremeyecek şeylere tapanlardan daha sapık kimdir?" (el-Ahkaf, 46/5). Allah tarafından gönderilmiş bir delil olmaksızın, O'ndan başkasına itaat eden, bir hükme sahip olduğuna inanan, O'ndan başkasına dua edip bir şey isteyen, Allah'a şirk koşmuştur. Dolayısıyla putçuluğun şirkle ve küfürle yakından bağlantısı vardır. Puta tapan bir kimse hem Allah'a şirk koşuyor, hem de küfre giriyor demektir. Göklerde ve yerde bütün otorite ve yetkilere sahip olan, ancak Allah'tır; yaratma O'na mahsustur; bütün nimetler O'nun kudret elindedir; bütün işler yalnızca ve yalnızca O'na aittir; kuvvet ve çare O'nun hükmündedir; göklerde ve yerde olan her şey ister istemez O'na itaat etmeye, emrine boyun eğmeye mecburdur. İşte bunun için O'ndan başka ilâh yoktur. Kur'an-ı Kerim, insanların ibadet ettikleri şeylerin Allah'ın kulu ve O'nun karşısında aciz olduklarını açıkladıktan sonra, insanları ve cinleri ibadet kelimesinin muhtelif manalarıyla yalnız Allah'a ibadete, sadece O'na kulluk etmeye, ancak O'na itaatte bulunmaya, kişinin O'ndan başkasını tanrı kabul etmemesine ve ibadetin hangi çeşidiyle olursa olsun O'ndan başkasına tapılmamasına çağırıyor: "Andolsun ki, biz her ümmete, Allah'a kulluk edin, putlara tapmaktan kaçının diye bir elçi gönderdik..." (en-Nahl, 16/36).
Eymen ed-DIMAŞKÎ
Şamil İA V. F. 14
Hurufi İnançları
Hurufiliğe göre, varlığın özü sesten oluşur. Evren, sesin ortaya çıkması ile var olmuştur.
Özü oluşturan ses, canlılarda eyleme dönük (bilfiil), cansızlarda gizilgüç (bilkuvve) olarak vardır. Ses, canlılarda istem ve istekle ortaya çıkar.
Tanrı gizli bir hazinedir (Kenz-i Mahfi). Tanrı’nın ilk belirişi “Söz” (Kelam) ile olmuştur. “Söz” ilk nedendir ve Tanrı’nın soyut bir “İç Konuşması” (Kelam-ı Nefsi) niteliğindedir.
Kesin bir gerçek olarak görülen bu soyut söz, bazı öğelere ayrışır ve bu öğeler biçiminde dışsal bir nitelik kazanır. Aslında sözün ayrıştığı bu öğeler Arap alfabesinin yani Kur’an’ın 28 ve Fars alfabesinin 32 harfidir.
Söz bu dış öğeleri edinince, soyut durumunu yitirerek, “Söylenmiş Söz” (Kelam-ı Melfuz) biçimine dönüşür. Söylenmiş sözün birleşik görüntülerinden duygu ve bilinç evreni meydana gelir. Hurufiler, evrenin sonsuzluğuna ve sürekli döngüsel devinimine, bu devinimden doğal olayların oluştuğuna inanırlar.
Tanrı, kendisini insanın yüzünde “söz” biçiminde görünür kılmıştır. Sözün öğelerinin sayısal bir değeri vardır. İnsan yüzündeki burun “elif”, burnun iki yanı “lam”, gözler de “he” harflerini verir. Böylece insanın yüzünde simetrik yazılmış iki Allah sözcüğü ortaya çıkar.
İnsan yüzünde ayrıca çeşitli hatlar vardır: iki kaş, dört kirpik ve saçtan oluşan yedi çizgiye “Ana Hatlar” (Hutut-ı Ümmiye) denir ve her insan yüzünde bu çizgilerle doğar.
Bu yedi çizginin dört öğe (ateş, su, hava ve toprak) ile çarpımı Arap alfabesinin 28 harfini verir. Ayrıca erkeklerde ergenlikte ortaya çıkan yedi çizgi daha vardır. Bunlar sağ ve sol yanlar ayrı ayrı sayılmak üzere iki sakal, iki bıyık, iki burun kılı ve bir çene altı kılı olarak toplam yediye ulaşır ve “Baba Hatlar” (Hutut-ı Ebiye) adını alır. Böylece yetişkin bir erkeğin yüzündeki çizgilerin sayısı on dörde ulaşır.
Bu çizgilerin kendileri ve bulundukları yerler (Hal ve Mahal) olarak hesaplanması yine 28 harfi verir. Fazlullah, bu sayıyı 32’ye çıkartmış ve Fars alfabesindeki harf sayısına ulaştırmıştır.
Bu konuda Hurufiler şöyle bir açıklama da yapmaktadırlar: Tanrı’nın kendisini peygamberler aracılığı ile açıklaması aşamalar biçiminde olmuştur. Evrenin temel öğeleri olan harflerin her peygambere giderek artan sayıda bildirilmesi doğaldır.
Nitekim Adem’e 9, İbrahim’e 14, Musa’ya 22, İsa’ya 24, Muhammed’e 28 ve son peygamber olan Fazlullah’a 32 harf malum olmuştur. Bu peygamberlerden son dördüne bildirilen öğelerin sayısı, her birine indirilen kitapların yazılmış oldukları dilin alfabesindeki harf sayısı kadardır.
Bunlar İbranice’de 22, Yunanca’da 24, Arapça’da 28 ve Farsça’da 32’dir. Bu aşamalar nedeniyle son peygamber Fazlullah’ın kendisinden önceki peygamberlerin bildikleri herşeyin anlamını çözecek anahtara sahip bulunduğu aşikardır.
Kur’an’ın gizi 29 surenin başlarında bulunan “Huruf-u Mukatta’a”da gizlidir. Bu harfler yinelenmelerin sayılmaması durumunda 14 tanedir (elif, lam, re, kaf, hı, ye, ayın, sad, te, sin, he, mim, kef, nun) ve bunlar anlamı açık ve kesin (Muhkemat) olarak kabul edilirler. Arap alfabesinin kalan 11 harfi ise anlamı belirsiz ve yorumlamaya açık (Müteşabih) biçimde değerlendirilirler.
Asıl Tanrı sözü, Muhkemat’tan oluşan 14 harftir ve bunlar kendilerini insanın yüzünde gösterirler.
Hurufiler’e göre evrenin üç temel dönemi vardır: peygamberlik (Nübüvvet), imamlık (İmamet) ve tanrılık (Uluhiyet). Peygamberlik dönemi Adem ile başlamış ve Muhammed’de sonra ermiştir. İmamlık dönemi Ali ile başlamış ve on birinci imam Hasan Askeri ile bitmiştir. Fazlullah ile tanrılık dönemi başlamıştır.
Tüm peygamberler “Mehdi” olan Fazlullah’ın habercisi ve müjdecisidirler. Fazlullah’tan sonra gelecek olan “Yetkin İnsan” (İnsan-ı Kamil) Fazlullah’a uymak zorundadır. Fazlullah Musevilerin beklediği “Mesih”, Hıristiyanlar ve Müslümanların gökten inaceğine inandıkları “İsa”dır. Fazlullah, gökten inmiş ve kıyamet kopmuştur, dünya ahiret bir olmuştur. Bu nedenle ahiret yoktur.
Gerçek ortaya çıkmış ve tüm dinsel yükümlülükler kalkmıştır. Böylece Hurufiler tüm ibadetleri harfler ile yorumlayarak iptal ederler ya da değişik biçimde uygularlar. Örneğin hac, Fazlullah’ın öldürüldüğü yeri ziyaret etmektir. Şeytan taşlama ise, Fazlullah’ı öldüren ve “Maran Şah” (Yılanlar Şahı) dedikleri Timur’un oğlu Miranşah’ın yaptırdığı Senceriye Kalesi’ni taşlamaktır.
Reha Çamuroğlu, "Sabah Rüzgarı" adlı kitabında şunları belirtmektedir:
Hurufiliğin uyguladığı sayı ve harf oyunlarının asıl hedefinin inançsal olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Hurufilik’te amaç tüm o sayı ve harfler arasından insana, insanın konuşmasına, kendini açıklamasına ve bilinçlenmesine ulaşma çabasıdır. İnsan, belirli sayıdaki harflerle konuşmaktadır. İnsan, bu harfler aracılığı ile oluşturduğu dil sayesinde bir simgesel evren kurmakta ve böylece Tanrı’yı bulmakta, var etmektedir. Hurufilik’te ulaşılan bir nokta da konuşan insana, yazıya bağlanmış ve kaydedilmiş kutsal metinler karşısında üstünlük tanımaktır.
İnsan “Konuşan Kur’an”dır (Kur’an-ı Natık), kağıda geçirilmiş Kur’an ise “Sessiz Kur’an”dır (Kur’an-ı Samit). “Konuşan Kur’an” her an yenilenir, değişir ve kalıplaşmadan yaşar. “Sessiz Kur’an” belirli bir anda kaydedilmiş bir metindir.
Tüm heterodoks düşüncelerde olduğu gibi Hurufilik’te de kişi, “Zamanın Çocuğu”dur (İbn-ül Vakit). Onu sınırlı belgeler ve metinlerle kalıplamak ve kutsallığın sınırları içinde hapsetmek olanaklı değildir. Sonuç olarak, Hurufiliğin kullandığı harf ve sayı teknikleri, kalıplaştırmayı aşma yollarından biri olarak görülebilir.
2- Yehova Şahitlerinin Temel İnançları ve Uygulamaları
Yehova Şahitlerinin inançlarına yukarıda anlattıklarımız içerisinde kısmen işaret edildi. Bununla beraber burada onların inanç ve faaliyetlerinin kısa bir özeti sunulacaktır:
Teslis (Trinity) inancını reddederler. Yehova Şahitleri “bir tanrıda üç şahıs (yada şahsiyet) olamayacağını” söyler ve bu inançlarını Kıtab-ı Mukaddesle desteklerler. Baba Jehovah (Yehova) tek gerçek tanrıdır. İsa tanrının oğlu ve tanrıdan çıkan ilk varlık ve daha sonra insan suretinde görünen bir melekti. Oğul Baba’ya eşit değildir; Baba ondan daha büyüktür. Kutsal Ruh bir kişiliğe sahip değildir; O tanrının faal gücüdür. Yehova Şahitleri Kadir-i Mutlak, göklerin ve yerin yaratıcısı tanrı Yehova’ya inanırlar. Onlara göre kainat tanrının mükemmelliğinin bir eseridir ve hiçbir şekilde yok olmayacaktır; bu dünya bir gün cennete dönüştürülecek ve Yehova Şahitlerinin ebedi yurdu olacaktır. [43]
Yehova Şahitleri İngilizce’de “the Bible” (Kitab-ı Mukaddes) diye adlandırılan Eski Ahit (The Old Testament) ve Yeni Ahit (The New Testament)’i masum (hatasız) kutsal kitap olarak kabul ederler; yani Kitab-ı Mukaddes tanrının gerçek sözü (vahiy) dür. Yehova Şahitleri, mazisi 1950’li yıllara dayanan Kitab-ı Mukaddes’in, "Kutsal Metinlerin Yeni Dünya Tercümesi" (New World Translation of the Holy Scriptures) diye anonim bir tercümesini çeşitli dillerde yayınlamışlardır; ancak henüz Türkçe'ye tercüme edilmemiştir. Diğer Hıristiyanlar bu tercümede Hebrew ve Yunanca metinlerin tahrif edildiği iddiasında bulunurlar.[44] Buna karşılık Yehova Şahitleri de söz konusu çevirilerinin en sahih ve aslına en uygun çeviri olduğunu iddia ederler.[45]
Şahitler Krallık Evleri adı verilen kiliselerde toplanırlar. Suya daldırmak suretiyle vaftiz yaparlar. Şahsi ilişkilerde güzel ahlak kurallarına uyma konusunda ısrarlıdırlar. Zina sebebi hariç, boşanmayı uygun görmezler. Kutsal Kitaba dayanarak kan nakline karşı çıkaralar.Yehova Şahitleri temel olarak iki çeşit sakramenti (dini ayin) kabul ederler: Vaftiz (Babtism) ve Evharistiya. Vaftiz ayini sorumluluk çağına gelen bir imanlıyı günahlardan arındırmak maksadıyla tamamen suya daldırmak suretiyle yapılır. Bu hayatı tanrıya adamak anlamına gelir. Evharistiya ayini ise yılda bir kez Hz. İsa’nın ölümü hatırasına verilen akşam yemeğidir. İbadet yerleri Krallık Evi diye adlandırdıklar kiliselerdir. Hz. İsa’nın doğum gününü kutlamazlar. Hz. İsa doğum gününün kutlanmasını emretmediğini ölümünün hatırlanmasını söylediğini, Hıristiyanlardaki krıstmıst geleneğinin eski batıl dinlerden kalma bir adet olduğunu kabul ederler. İlk hıristiyanların da bu adetleri benimsemediklerini savunurlar.[46]
1920 ve 30'lu yıllarda radyo yayınlarını yoğun bir şekilde kullanan cemaat 1933 yılında Kıtab-ı Mukaddes derslerini radyo yoluyla iletmek için 403 radyo istasyonuna sahipti. Daha sonra radyo kullanımı, kasetlere kaydedilmiş Kutsal Kitap konuşmaları ve çeşitli dokümanlarla yapılan ev ziyaretleriyle yer değiştirdi. Evlerdeki Kitab-ı Mukaddes çalışmalarında Kitab-ı Mukaddese ilgi duyanlara öncelik verildi.[47]
Yehova Şahitleri her türlü tıbbi tedaviyi kabul etmelerine rağmen kan nakline karşıdırlar. Çünkü Tanrı kanı kutsal kılmıştır. Tanrı ruhun yada hayatın kanın içinde olduğunu söylemiştir. Kan naklinin yasak olduğu gibi kan içeren yiyecekleri de yemek yasaktır. Kan naklini kabul edenleri cemiyetlerinden atarlar. Ayrıca hayvanların hayatı da kutsaldır. Bir hırıstiyan ancak etinden ve diğer ürünlerinden yararlanmak için hayvanları öldürebilir. Sırf zevk için hayvanları öldürmek yasaktır. Kan nakline tedavi maksatlı dahi olsa şiddetle karşı çıkan Yehova Şahitlerinin, Bulgaristan'daki uygulamaları dikkat çeker. Şöyle ki: Yehova Şahitleri 1998 yılında Bulgaristan tarafından resmen tanınmaları için Avrupa Konseyine baş vururlar. Buna karşılık, Avrupa Konseyi gözetiminde Yehova Şahitleri için de kan nakli yapılması ve kullanılması konusundaki Bulgar hükümetinin talebini Yehova Şahitleri kabul ettiler. Şimdi Bulgaristan ile sınırlı olan bu durumun gelecekte, diğer Yehova Şahitlerini de kapsayıp kapsamayacağı merak konusudur.[48]
Yehova Şahitlerinin diğer gruplarla yok denecek kadar çok az ilişkileri vardır yada hiç yoktur denebilir. Seküler yönetim biçimlerinden tamamen ayrı kalmaya özen gösterirler. Dünyadaki hakim güçleri ve siyasi partileri şeytanın bilinçsiz müttefikleri olarak görürler. Bu yüzden her hangi bir ulusun bayrağına hürmet etmeyi yada askerlik hizmeti yapmayı reddederler ve genel seçimlerde hemen hemen hiç oy kullanmazlar. Onlar aynı zamanda diğer dini grupların da şeytanın hilelerine kanabilecekleri nedeniyle onları da şüpheyle karşılar ve uzak dururlar; yıllarca papaz, kilise, ayin gibi kavramları teşkilatlarının bünyesinde kullanmaktan kaçındılar. Bugün bu davranış biçimi nispeten değişti, ama onlar hala içlerine kapalı ve 20. yüzyıl Ekümenik (kiliseler birliği) hareketinden kendilerini tecrit etmektedirler. Onlar maksatlarının açıkça tanrının krallığını; teokrasiyi tesis etmek olduğunu ifade ederler. Bu teokrasinin Armageddon'u* takiben ortaya çıkacağına inanırlar. Onlar bu tahminlerini Kitab-ı Mukaddes'in apokaliptik kitaplarına; özellikle de Daniel ve Revelation kitaplarına dayandırırlar. Bu kitapları onlar, Tanrının dünya işlerindeki planına ve insanın kaderine işaret eden tek güvenilir kaynaklar olarak kabul ederler.[49]
Tanrının Semavi Krallığı 1914 yılında Hz. İsa’nın krallığında görünmez bir şekilde gerçekleşmiştir. Bu krallık 135.400 kişiden oluşmaktadır. Bu kimseler Hz. İsa’nın göğe çekilmesinden hemen sonra Pentakost’ta ve sonrasında seçilmiştir. 1935’de bu seçilenlerin sayısı 144.000 olarak tamamlanmıştır. Bunlardan 8.600 kimse hala hayattadır. Bu 144.000 Yehova Şahidi Tanrı ve Hz. İsa ile birlikte sonsuza kadar manevi varlıklar olarak kalacaklardır. Mesih ‘in görünmez şekilde dönüşüyle şeytanla arasında semavi bir savaş oldu; bu savaşta şeytan yenildi ve yer yüzüne atıldı. Bundan sonra kralların kıralı olarak Mesih semavi hükümranlığına başladı. I. Dünya Harbi şeytanın yeryüzünde görünüşünün, kötülüğün ve dünya sistemlerinin sonunun bir başlangıcıdır. Yakın gelecekte Armageddon savaşı başlayacaktır. Tanrının gazabıyla diğer hıristiyanlar ve din mensupları yok olacaktır. Zulüm ve kargaşa dönemi sonunda dünya temizlenecektir. Yer yüzünde Tanrının bin yıllık krallığı kurulacaktır. Armageddon savaşından kurtulanlar akabinde yaratılacak olan ideal dünyada (ütopik alemde) barış içinde yaşayacaklar; daha önce semaya çekilen değerli ölülere katılacaklardır. Bu bin yılık krallıktan sonra kısa bir süre için şeytan ve taraftarları tekrar ortaya çıkacak ve yok edileceklerdir. Armageddon savaşından önce ölenlerin ise varlıkları yok edilip toprak olacaklardır. Bu bağlamda günahkarlar ve inanmayanlar için cehennem hayatının olmadığını ileri sürerler. Onlara göre günahların karşılığı olarak bir azap söz konusu değildir; insan bu cezayı fiziksel ölümüyle zaten ödemektedir. Ölüler diyarı bir mezar olup cehennem ise kesin yok oluşun bir sembolüdür.[50] Semaya yükselen müminler için Tanrı yeni bir beden yaratacaktır. Bu bedenler hiçbir kusur olmaksızın önceki özlerine benzer olacak ve asıl kişilikleri ve hatıralarıyla yaşamaya devam edeceklerdir.[51] Böylece cennet yer yüzünde kurulmuş olacaktır.
ORTODOKS
Hristiyanlığın üç büyük mezhebinden biri.
Ortodoks (yunanca "orthos" doğru ve "doksa" inanç kelimelerinin birleşmesiyle meydana gelmiş "doğru inanç" anlamını ifade eder. "Doğu kilisesinin güttüğü mezhep, bu mezhebe uyan kişi" demektir. Ortodoksluk dışındaki diğer iki mezhep, Katoliklik ve Protestanlık'tır. Ortodoksluk 1054 yılında Roma'dan ayrılmıştır. Herhangi bir alanda geleneklere sıkı sıkıya bağlı olan, vahye ve meşru kilisenin kararlarına uygun doktrin ve düşüncelerin tümüne de Ortodoksluk adı verilir.
Batı dillerinde Sünnî Müslümanlar için de doğru inanç sahibi anlamında "ortodoks" terimi kullanılır. Hristiyan dünyasında hatalı olduğunu ve doğru görüşten saptığını kabul etmeyen hemen her kilise, bir bakıma kendisini "ortodoks" diye tanıtır (Bertholet, Wörterbuch der Religionen, Stuttgart 1962, s. 202).
Ortodoksluk, kuruluşunu Hz. İsa'ya kadar götürür. Ortodoksluk, IX. yy.dan sonra Islavlar arasında yayılmaya başlamıştır. Aynı yüzyılda Bulgarlar ve Sırplar da Ortodoksluğu kabul etmişlerdir. Rus Ortodoks kilisesi 1917 İhtilâli'nden sonra Patriklik haline getirilmiştir. Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki ilişkilerin bozulması da bu döneme rastlar (Meydan Larousse, İstanbul 1972, IX, 621).
Ortodoksluğun en büyük ruhanî lideri, Ortodoks Cihan Patrik'i (Patrik Ökümenik) İstanbul (Fener)'da oturur. 1453te Bizans İmparatorluğu Türklerin eline geçince, Patriklik Ortodoks-Osmanlı münasebetlerinin resmî kurumu olarak görev yapmıştır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethettiği zaman (1453) Patrik'i de himayesine almış, böylece bir Katolik-Ortodoks ittifakını ve iki kilisenin Osmanlı İmparatorluğu'na karşı tek cephe oluşturmasını önlemiştir.
Ortodoksluğun diğer patriklikleri İskenderiye, Kudüs ve Antakya'dır. Zamanla cemaatler arasında baş gösteren dini anlaşmazlıklar Doğu Ortodoks Kilisesi'nde de bölünmelere yol açmıştır. İstanbul Ortodoks Kilisesi de, Rum Ortodoks; Ermeni Ortodoks; Süryani Ortodoks olmak üzere başlıca üç kola ayrılmıştır. Rumlar İstanbul'u; Ermeniler, Erivan'ı; Süryaniler de Mardin'i merkez edinmişlerdir.
Tanzimat Fermanı (1839)'nın ilânı üzerine, Osmanlı İmparatorluğu hudutları içinde yaşayan Ortodoks azınlıklara da diğerlerine tanınan haklar fazlasıyla verilmiştir. Ancak bunlar, Osmanlı imparatorluğunun toleransını kötüye kullanarak özellikle I. Dünya Savaşı'ndan sonra müslümanlar aleyhine faaliyet göstermişler; din perdesi altında, Anadolu'da Büyük Yunanistan'ın kurulması yolunda gayret göstermişlerdir.
Papa XXIII'in Johannes gayretiyle (1962) Ortodoks ve Katolik kiliselerinin birleştirilmesi cihetine gidilmiş, Rodos'ta toplanan (Eylül I963) Ortodoks kiliseleri konferansında bu görüş benimsenmiştir. Neticede Ortodoks kiliseleri baş patriği Athenagoras ile Papa VI. Paulus Kudüs'te buluşarak (Ocak 1964, Aralık 1965) 900 yıl önce konan aforozu geri almışlardır. Bununla beraber her iki kilise de, biri diğerine bağlı olmaksızın varlığını bağımsız olarak sürdürmektedir (Orhan Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, İstanbul 1975, s. 475).
Son Fener Rum Patriği'nin ölümü üzerine boşalan Patriklik makamına Dimitri Bartalameos (Ekim 1991) seçilmiştir.
Ortodoksluğun başlıca özellikleri şöylece sıralanabilir:
l. Patrik ruhânî başkandır.
2. Papa, Hz. İsa'nın vekili değildir, insan olduğu için yanılabilir.
3. Rühul-kuds, Oğul yoluyla Baba'dan çıkmıştır.
4. Hristiyanlık tarihinde ancak ilk yedi Konsil (325-787) geçerlidir.
5. Hz. Meryem, Hz. İsa ve azizlerin kutsal tasvirleri (İkona) saygıya değerdir.
6. Her ülke kendi diliyle ibadet edebilir.
7. Haç sağdan sola doğru çıkarılır, kolları eşit uzunlukta olmalıdır.
8. Evharistiya âyininde ekmeğe maya, şaraba su katılır.
9. Vaftizden hemen sonra Konfirmation yapılmalıdır.
10. Keşiş, piskopos ve patrikler evlenemez. Buna karşılık papazlar evlenebilir.
11. A'raf, ahiret hayatına geçişte, günahkâr kişinin kısa süreli bir bekleme yeridir (G. Tümer, A.Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1988, s. 162).
Ortodokslar ibadetlerinde ikonalara saygı göstermekle beraber onlara tapmazlar. İbadet yalnız Allah'a yapılır. İkonaların bazı zamanlar ibadet vasıtası olarak kullanıldığı olmuştur. İkonası olmayan Ortodoks kilisesi yoktur, denilebilir. İnançlarına göre kilisenin başında İsa Mesih yer alır. O, yerlerin ve göklerin sahibi sayılır. Ortodokslara göre Kitab-ı Mukaddes ve Kilise geleneği, imanın kaynağı ve rehberidir (Türk Ansiklopedisi, İstanbul 1977, XXVI, 40).
Günlük, haftalık ve yıllık olarak düzenlenen dualar, yortular ve oruçlar, inanan kişilere Hz. İsa'nın hayatını daima hatırlatma gayesini taşır.
Osman CİLACI
sonbahar5803
13.04.2008, 22:35
Seva hanım İlahi dinler başlığı altında ilahi olmayan dinleri de tanıtıyorsunuz.
''İlâhî Dîn:Allah tarafından, peygamberler vâsıtasıyla insanlık âlemine gönderilen,
vahiy mahsûlü olan dînlere denir.'' Başlığı değiştirip Dinler demeniz daha uygun olur.
Hrıstiyanlık, Yahudilik (aslı bozulmuş İlahi din)
Müslümanlık (aslıl bozulmamış tek İlahi din (Hak Din) )
Diğerleri İlahi olmayan yani batıl dinler diye geçer. İnsanlar tarafından oluşturulmuştur.
Ertugrul
13.04.2008, 22:38
Hrıstiyanlık, Yahudilik (aslı bozulmuş İlahi din)
Müslümanlık (aslıl bozulmamış tek İlahi din (Hak Din) )
Diğerleri İlahi olmayan yani batıl dinler diye geçer. İnsanlar tarafından oluşturulmuştur.
Teşekkürler,bende bunu söylemeye çalışmıştım. Başlıkla konu alakasızdı sağolsun yönetici arkadaşlar düzeltmişler.
KATOLİK
Hristiyanlığın Roma kilisesine bağlı olduğu bir mezheb.
Kelimenin kökü Yunanca "Kath holou" dan gelmektedir. "genellikle" anlamındadır. Kelime, pek eski olup ayrı bir kilise deyimidir. Katolik; cihan şümûl, küllî Kilise demektir. Bu kelime, "her yerde, her zaman ve herkes tarafından" kabul edilen inanç veya uygulamaları ifade etmek üzere ve dinden çıkanlarla ana kitleden ayrılanlara karşı ana caddeyi koruyanları belirtmek için kullanıldı. Bu anlamda "Ortodoks" kelimesinin ifade ettiği anlamı da kazanmıştır.
Hristiyanlık 1054'de öncekilerden daha büyük bir sarsıntı geçirdi. Roma Papa'sı Fotyüs ile Bizans Patriği Mihael Serularyüs karşılıklı birbirlerini afaroz ettiler. Zahirde Kutsal Ruh'un "Baba"dan mı, yoksa hem "Baba" hem "Oğul" dan mı çıktığı başta olmak üzere bazı teolojik meselelerin bölünmeyi hazırladığı görülmekte ise de, geri planda, üstünlük, Kilise anlayışı ve diğer bazı siyasî sebepler bulunmaktaydı. Roma Kilisesi kendine bir ad buldu: "Katolik". Bu arada Bizans Kilisesi de "Ortodoks" adını almıştı. XVI. yüzyılda yine kutsal dil, İncil'in diğer dillere çevirilip çevirilememesi gibi, zahiri sebepler arkasında bulunan sosyal, siyasî, iktisadî (vergi, hâkimiyet vb.) faktörler sonucu ikinci bir büyük bölünme yaşanarak Protestanlık doğdu.
Hz. İsa'nın Kilisesini Petrus'un Kayası üzerinde kuracağını söylemesi (Matta, XV1, 1, Petrus ve Pavlus'un mezarlarının Roma'da bulunması dolayısıyla Roma'nın Hristiyanlığın merkezi olduğunu ileri sürmekte olan Katolik Kilisesi, kendini "Kutsal, Katolik, Havarilere dayanan Roma Kilisesi" olarak nitelendirir.
Daima Hristiyan âleminin en fazla mensubuna sahip bulunma özelliğini koruyan bu mezhebin dünyanın her tarafında üyeleri vardır. Bugün dünyada yarım milyarı geçen insan Katolik'tir. Katoliklerin dînî başkanı Papa lakabını alır. Papa bugün aynı zamanda Vatikan devletinin başkanıdır. İbâdet dilleri Latince olan bu kitlenin dînî geleneği, merkezleri Roma'dan kaynaklanır. Ancak II. Vatikan Konsilinde diğer dillerde ibâdete izin verildi. Papa VI. Hadrian'dan, 1522-1523'den beri Papa'lar münhasıran, (İkinci dünya savaşından sonra da Kardinal Meclisi üyeleri) çoğunlukla İtalyan asıllı olan kimselerden belirlenir. Avrupa'nın yarısına yakın, Kuzey Amerika'da dörtte bir, Güney Amerika'da ise çoğunluk nüfus Katoliktir. Roma'daki Papa ve Kardinal Meclisi'nin idare ettiği Katolik Kilisesi, başpiskoposluk ve piskoposluklara bölünmüştür. Meselâ 1958'de 10 başpiskoposluk ve 1283 esas ve 882 ünvan piskoposluğu vardı. Üstünlükte Kardinallerden sonra Piskoposlar gelir. Papa'yı Kardinaller seçer.
Katolik Kilisesi, doktrinde üç temele dayanır: Kutsal Kitap, Gelenek ve Kilisenin resmî telkini. Apokrif metinler Trent Konsilinde (1546-1563) alman bir kararla kabul edilir. Üç kredo (âmentü); yani Havariler, İznik ve Athanesyus Kredoları âyinlerde kullanılabilir. Şimdiki Katolik Kilisesine şekil veren Trent ve 1962-1965 yıllarında yapılan 11. Vatikan Konsilidir. Papa, Hz. İsa'nın vekili, Petrus'un halefidir. Papa, yanılmaz. Kilise dışında kurtuluş yoktur.
Kilise, Kutsal Ruh tarafından sevk ve idare edilir. İncil'in yorumu Kilise tarafından yapılabilir. Kutsal Ruh'un hem Baba hem Oğul'dan çıktığı; Hz. İsa'da ilahî, insânî iki tabiat bulunduğu; Hz. Meryem'in de oğlu gibi, aslî suçtan uzak olduğu, şefâat edebileceği, göğe yükseldiği; azizlerin de şefâatte bulunabileceği; kötülüğe temâyülün günah olmadığı kabul edilir.
Katolikler, 7 sakramente ve 20 konsil kararlarına itibar ederler. Onlara göre ergenlik çağına giren bir kimse senede bir günah çıkartmalıdır. Ruhban zümresi evlenemez, rahip olmayanlardan da evlenenler boşanamaz (boşandıktan sonra evlenme zina sayılır). Vaftiz, su dökülerek yapılır. Vaftizsiz ölen cehenneme gider.
Katolik Kilisesi; mister (sır) kültü, Roma ve Germen hukuku, Eflâtun ve Aristo felsefesi, modern tekâmül kâidelerinin bir karışımı yanında âyin sakrament, "kurban" (İslam'dakinden farklı olarak Hz. İsa'nın kendini insanlığın aslî suçtan kurtulması için feda etmesini âyinle tes'îd sadedinde), zühd, duâ, mu'cize inancı, hiyerarşi, keşişlik, mistisizm ve teoloji gibi dînî elemanları birarada bulundurmaya çalışan bir Hıristiyan mezhebidir (S.C.F. Brandon, A Dictionary of Comparative Religion, London 1970, s. 178; Eınar Molland, Christendom, London 1961; s. 43-96 vd.; Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1988, s. 160-161).
Günay TÜMER
Teşekkürler,bende bunu söylemeye çalışmıştım. Başlıkla konu alakasızdı sağolsun yönetici arkadaşlar düzeltmişler.
benim kafam karışık bu aralar o yüzden öyle yazmışım yoksa dikkat ederim kusura bakmayın...
Hrıstiyanlık, Yahudilik (aslı bozulmuş İlahi din)
Müslümanlık (aslıl bozulmamış tek İlahi din (Hak Din) )
Diğerleri İlahi olmayan yani batıl dinler diye geçer. İnsanlar tarafından oluşturulmuştur.
haklısın öyle olması gerekiyor zaten.
vBulletin v3.8.3, Copyright ©2000-2024, Jelsoft Enterprises Ltd.