seva
17.05.2008, 14:44
Engellilik ve Din
Hayatında az veya çok beklediği gibi olmayan şeylerle ve istediği gibi gitmeyen olaylar ve durumlarla karşılaşmayan bir insan herhalde çok azdır. İyilik ve güzellikler kadar olumsuzluklar ve sıkıntılar, hemen her insanın ya doğrudan hayatını, ya da en azından gözlem alanına girmenin bir yolunu bulmaktadır.
Bu nedenle yaşanılan çeşitli acılar ve sıkıntılar ve onlara sebep olan deprem, sel gibi doğal âfetler veya kaza, hastalık gibi durumlar, hemen hemen her insanı az ya da çok etkilediği gibi, onları ister istemez birtakım duygu ve düşüncelere de sevketmektedir. Âfet, kronik hastalık, sakatlık veya zulümle karşılaşan insan, bir yandan meselâ tıbbî veya hukukî yollarla bundan kurtulmaya çalışırken, öte yandan da çoğu kez, “neden bu olaylar başıma/başımıza geldi” şeklinde zihinsel bir sorgulama, açıklama getirme ve anlam bulma çabası içine girebilmektedir. (Cafer Sadık Yaran, Kötülük ve Teodise, Vadi Yay., 1997. s :7-8) Zira insan kendisinde ve çevresinde olup biteni anlayan ve anlamlandıran bir varlıktır. Bu nedenle bir acı ve kederle karşılaştığında bunu bir çok yönden sorgulayacaktır. Yaşanan acı ve ızdırap, bireyin yaşadığı durumu sorgulamasına da zemin hazırlayabilmektedir. “Niçin ben” ya da “niçin arkadaşımın, ana-babamın başına bu geldi, onu Tanrı mı istedi?” gibi bazı soruları sorabilmektedir. Kişi, yaşadığı acı ve ızdırap verici olay sebebiyle, bu ve benzeri soruları kendine sormak suretiyle bir yandan yaşadığı olayı anlamaya, onu anlamlandırmaya çalışırken, diğer yandan da bu sorulara bulabildiği - bulamadığı- cevaplarla da ne yapması gerektiğini belirleyecektir.
İstenmedik ve beklenmedik bir olay sonucu yaşadığı durum ile ilgili olayı anlamaya veya karşılaştığı sıkıntıları çözümlemeye yönelik davranan birey, kendine sorduğu soruların cevaplarını bulmada bazen yakınındaki kişilerin yardımını alırken; bazen de bu konudaki uzmanlardan yararlanabilmektedir. Özellikle de yaşanan olay kişi için hayatını altüst edebilecek, günlük yaşamını zorlaştıracak bir nitelikte ise, buna ilişkin soruların cevaplarını bulmada zorlanabilecektir. Yaşanan durumun nasıl meydana geldiğini açıklayabilecek sorulardan ziyade, “niçin” böyle bir durumla karşılaşıldığına yönelik soruların cevabı pek kolay bulunabilecek nitelikte değildir. İnsan böylesi soruların cevabını bulmada dine müracaat etme ihtiyacını hisseder. Çünkü din, insana varoluş içinde kendini bir yere yerleştirmeye imkân veren başvuru çerçeveleri hazırlar, bu açıdan din, realiteyi yorumlayarak bir fonksiyonu da yerine getirir. (Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi; Diyanet Vakfı Yay. Ank.1993. s. 116) Böylece din, ızdırap ve ölüm gibi hayatın kabul edilmesi çok zor olan yönlerine ilişkin bir takım cevaplar sunarak, (Hökelekli, a,g.e; s. 117) bireyin karşılaştığı durumu yorumlamasında müracaat kaynağını oluşturur.
Engelli bir birey de, öncelikle içinde bulunduğu durumu kavramaya, yaşadığı olayın hayatındaki anlamını belirlemeye ve karşılaştığı bazı sorunları çözmeye yönelik birtakım soruları kendine sorar ve cevaplarını bulmaya çalışır. Özellikle “niçin ben”, “neden böyle bir durumla karşılaştım”, “Tanrı bana, yaptığım hataların bedelini mi ödetiyor?” vb. soruların cevabını ararken din ile bir ilişki kurma ihtiyacını hissedebilir. İşte bu noktada, engellilik durumunu anlamada birey, din ile olan iletişiminde konuyu nasıl anlamalı, din ona nasıl katkı sağlayabilir? soruları önem taşımaktadır. Bu makalede, bu noktalara ana hatlarıyla değinmeden önce kısaca engellilik üzerinde durmak gerekir.
Engelliliğin anlam alanı ve din
Engelliğe neden olan bir sebepten dolayı yaş, cinsiyet, sosyal ve kültürel faktörlere bağlı olarak oynanması gereken rollerin, yetersizlikten dolayı yerine getirilememesi şeklinde yaşanan özür-engel hâli, (Yahya Özsoy,Mehmet Özyürek, Süleyman Eripek, Özel Eğitime Muhtaç Çocuklar, Özel Eğitime Giriş, Karatepe yay, Ank. 1994. s. 5; 1. Özürlüler Şurası, s. 74) bireyin yaşamında istenmeyen beklenmedik bir durumdur. Böyle bir durumla karşılaşan birey ve ailesi engel hâline karşı değişik tepkilerde bulunabilir. (Engellilik durumuyla ilgili ailelerin tepkilerini açıklayan modeller, aşama, sürekli üzüntü,kişisel yapılanma modeli ve çaresizlik, güçsüzlük ve anlamsızlık modeli olmak üzere dört kategoride toplanabilir. Bkz Fusun Akkök, Bayan Perşembeler, ODTU yay Ank. 1997; s. 17-18) Özellikle doğumla ilgili beklentinin aksine, doğan çocuğun özürlü olması, aile içinde çok karmaşık psikolojik duyguların yaşanmasına neden olabilir. Yapılan çalışmalarda yaşanan bu duyguların, doğal ve evrensel olduğu belirtilmektedir. (Latife Bıyıklı, Bedensel Özürlü Çocukların Benlik Kavramı (Aile Kabul Düzeyleri Açısından) Ank. Ün. Eğitim Bilimleri Fak.Yay, Ank.1989 s.5)
Engelli bireyin yaşamını sürdürebilmesinde, kendi durumunu algılamasında başta ailesinin ve toplumun tutum ve davranışları önemli ölçüde rol oynar. Olumlu benlik kavramı geliştirme ve kendini kabul düzeyinin yüksek olması, öncelikli olarak bireyin engel durumuyla ilgili sağlıklı tutum ve davranışlar gerçekleştirebilmesiyle mümkün olabilecektir. Bunun için de aile ve toplumun, engelli bireye olumlu katkılarının olması gerekir. (Gönül Erkan, Ortopedik Özürlü Çocukların Kendini Kabul Düzeyi Üzerine Bir Araştırma, İst.1990; s. 18-19)
Engelli birey ve ailesi açısından engel durumunu kabul etme, olumlu benlik kavramı oluşturma ve engel durumundan kaynaklanabilecek sorunları aşmada, olumlu katkıda bulunabilecek kaynaklardan biri de din olabilir. Çünkü din, bireyin kendini ve dış dünyasını tanıma, anlama ve buna bağlı olarak da bir yaşam felsefesi oluşturması açısından, ona birtakım bilgiler sunar. (Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, İletişim yay. Ank.1982 s. 24) Engelli bireyin de engel durumunu anlama, kavrama ve yaşadıklarını mâkul bir şekilde anlamlandırmaya çalışarak, engellilik hâlini kabul etmesine katkı sağlayacak birtakım bilgileri elde etmesinde, dinden yararlanması mümkün olabilir. Öncelikle engellilikten dolayı karşılaşabileceği sıkıntıları aşmada, iç dünyasında sığınabileceği bir varlığı hissetmesinde, mânen kendini iyi hissedebileceği ve moralinin yüksek olmasını sağlayabileceği durumları yaşayabilmesinde, dinî inancın önemli bir rolü olabilecektir. Çünkü aşkın bir varlığa inanmak, bireyde bir güven duygusu oluşturur. Birey, Allah’a iman duygusuyla birtakım değerlere bağlanmakta, kendini yalnız hissetmemekte ve aynı değerlere inanan diğer insanlarla birlikte olma duygusuyla da içinde bulunduğu toplumda kendisinin bir yerinin ve anlamının olduğunu kavramakta, sorunlarını aşabilecek bir gücü kendisinde hissederek güven duygusunu kazanabilmektedir. (Hüseyin Peker, Din Psikolojisi, Samsun 2000 s. 71)
Din, engelli bireye karşılaştığı sıkıntıları aşmada moral desteği sağlama, kendisine her zaman yardımcı olacak ve sığınabileceği yaratıcısı olduğu duygusunu kazandırarak, yaşama sevincini artırma yanında, yaşadığı durumu kavramasına da katkı sağlayacağı bilişsel nitelikte bazı açıklamaları da ona sunar. Neden böylesi bir durumla karşılaştığı sorusuna cevap bulmada, insanın varoluşuna ışık tutacak ve yaşadıklarını kavramasına katkı sağlayacak önemli bir ipucunu Kur’an-ı Kerim’de Bakara suresi 155. ayette (Ayette sabredenlere müjdele denilerek, yaşanılan olay sonucu karşılaşılan zorluklara dayanmak, özellikle de ilk zamanlarda isyan etmeden yaşanılan duruma dayanma, zorlukları aşma için çabalama, Allah’a yönelme, insanın sınavı kazanmasında önemli bir adım olacağına işaret edilmektedir. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, c. 1, Zaman Yay.) görmek mümkündür. Bu ayette, insanoğlunun dünya hayatında karşılaşabileceği birtakım sıkıntı, zorluklarla sınanacağı ve bunlar karşısındaki tavrının da (Ayette sabredenlere müjdele denilerek yaşanılan olay sonucu karşılaşılan zorluklara dayanmak, özellikle de ilk zamanlarda isyan etmeden yaşanılan duruma dayanma, zorlukları aşma için çabalama, Allah’a yönelme, insanın sınavı kazanmasında önemli bir adım olacağına işaret edilmektedir. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, c. 1, Zaman Yay; s. 452; Süleyman Ateş; Yüce Kuran-ı Kerim’in Çağdaş Tefsiri,Yeni Ufuklar Neşriyat; s. 264) sınanma açısından önemli olabileceğine dikkat çekilmektedir. (Sıkıntı ve zorluk karşısındaki sınanmayı kazanabilmek açısından Bakara suresi 156. ayette de bir musibet geldiğinde, “Allah’tan geldik ve ona döneceğiz” denmesi gerektiği belirtilerek Allah’a yönelme ve ancak O’ndan yardım istenebileceği vurgulanmaktadır. Bkz; Yazır, a.g.e; s. 453) Böylece insanın karşılaştığı zorlukların, onun yaratılış amacı olan kulluk (Kur’an-ı Kerim’de insanoğlunun yaratılış amacının Allah’a kulluk olduğu Zariyat suresi 56. ayetiyle ortaya konmaktadır) görevini yerine getirmede bir rolü olabileceğini söylemek mümkündür. Nitekim Mülk suresi 2. ayette de; “O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için hayatı ve ölümü yarattı” buyrularak, yaşamın bir özelliği olan zorluklar, sıkıntılar karşısında daha iyi, güzel, olumlu davranmanın gerekliliğini görmek mümkündür. Zira insanın hayatını sürdürme açısından gerçekleştirdiği yeme, içme, barınma gibi bazı davranışları yanında, iyi ya da kötü denebilecek seçme özgürlüğünü ortaya koyduğu birtakım eylemleri de söz konusudur. İnsanın karşılaştığı zorluklar, sıkıntılar, onun farklı davranmasında önemli bir yere sahiptir. Çünkü bu zorluklar, sıkıntılar karşısında boyun eğme, kendini koyverme, isyan etme, hayata küsme gibi bireyin çevresiyle uyumunu zorlaştıracak bazı davranışları gerçekleştirme veya zorluklara dayanma, onları aşmaya çalışma, onları doğru bir şekilde tanıyıp yeni şeyler öğrenerek kendini geliştirme (Kathy Black; A Healing Homiletic Preaching and Disability, Abingdon Press, Nasville 1996.s; 27-28) gibi hayatını devam ettirecek şekilde davranma imkânı vardır.
Engelli bir birey, bazen dinî argümanlardan yararlanarak yaşadığı durumu kavramada, izah etmede ve mevcut durumuna uyum sağlamada dinden destek alırken; bazen de birtakım dinî bunalım ve şüpheler içinde olabilmektedir. Bunların başında Allah’ın varlığı, merhameti gibi hususlar gelmektedir. Zira dünyanın ve üzerindeki hayatın bir başka yönünü oluşturan depremler, seller, kuraklıklar, hastalıklar ve ölümler, savaşlar, işkenceler, sakatlıklar gibi olgu ve olaylar, bunların neden olduğu acılar, kederler ve ızdıraplar, bir de Allah inancı açısından değerlendirilmekte ve sorgulanmaktadır. Yaşanılan veya karşılaşılan sıkıntılar, inanan insanların bile aklına zaman zaman, “acaba Rabbim bu dayanılmaz belâya, beni neden düçar etti?” vb. soruları getirebilmektedir (Yaren, a.g.e., s. 9). Bu sorulara cevap ararken yeterli, tatmin edici cevap bulamama durumlarında, olayların olumsuz etkileri sebebiyle de bazı bunalımlar, şüpheler yaşanmakta; hatta Allah’ın varlığı, kudreti sorgulanmaktadır. Yaşanan acı, ızdırap verici durumlarla Allah’ın varlığı ve iyiliği arasındaki aykırılığı esasına dayanan bu şüphe ve bunalımların giderilmesine katkı sağlayacak izahları, felsefe ve teolojide incelenen kötülük problemi konusuna bırakarak, (Bu konudaki ilmî ve felsefî izahlar için Bkz; Cafer Sadık Yaran; Kötülük ve Teodise, Günümüz Din Felsefesinde Tanrı İnancının Akliliği, Vadi Yay., 1997.; Swinburn Richard, Tanrı Var mı, (çev. Muhsin Akbaş), Arasta Yay., Bursa 2001) böylesi şüphe ve bunalımları yaşayan bireyin sahip olduğu yanlış, eksik dinî bilgilerle birlikte; Allah tasavvurunun tamamen korkuya, cezalandırmaya dayalı bir tasavvura dayanmasının önemli bir rolünün olabileceğini söylemek mümkündür. (Naci Kula, “Gençlerde Izdırap Tecrübesine Bağlı Dini Krizle Başa Çıkmaya Yönelik Öneriler”, Gençlik Dönemi ve Eğitimi 2; İsav Tartışmalı İlmî toplantı Dizisi, 2003) Kur’an-ı Kerim’i incelediğimizde, daha çok merhamet edici, bağışlayıcı bir Allah tasavvurunun öne çıktığını söyleyebiliriz. (Hatice Kelptekin; İman Hayatı Açısından Kur’an-ı Kerim’de Sevgi ve Korku, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1992) Buna ilaveten engellilik sebebiyle bazen bireyde aşırı suçluluk ve günahkârlık duygusu da oluşabilir. Zira genellikle haksız olarak ızdırap tecrübesi çeken kimseler şu soruyu kendilerine sormayı sürdürmektedirler.“Ben ne yaptım?” benzeri onlar aynı zamanda ahlâk yararını ihlâl etmekten ibadette kusur işlemeye kadar uzanan her türden cevapla ortaya çıkarlar. “Allah bana yaptığımı ödetiyor” Bu soruyu soran bir kimse, güçlü bir suçluluk duygusuna sahiptir. (Randolp Crump Miller, “Kötülük Problemi ve Din Eğitimi”, çev; Hasan Dam, OMU İlâhiyat Fak. Dergisi, s. 10; Yıl: 1998, s. 508-509)
Bu durum aynı zamanda insanın kendi vicdanından kaynaklandığını sandığı suçluluk duygusunu, çoğu kez otoriteden korkmak şeklinde gösterir. (Erich, Fromm, Kendini Savunan İnsan, çev; Necla Arat, Say Yay., İstanbul 1982. s. 158) Yaptığı hata ve suçları, aldığı eğitimin de etkisiyle çoğunlukla Allah’ın kendisini cezalandıracağı ya da anne babasını cezalandırmasıyla ilişkilendiren bireyde, aşırı suçluluk ve günahkârlık duygusuyla birlikte oluşabilecek olan otoriteden korkma, onun dinî hayatını da olumsuz yönde etkileyebilir. Çünkü suçluluk ve günahkârlık duygusunun çift yönlü etkisini hesaba katmak gerekir. Bunların dinî hayatı olumlu yönde etkiledikleri gibi, olumsuz etkileri de olabilir. Çok şiddetli dayanılmaz bir hâl alan suçluluk ve günahkârlık duygusu, tövbe ve pişmanlığa karşı duygusuzluğa, ilgisizliğe hatta buna sahip olan ahlâkî ve dinî değerleri hiçe sayıp bunlara saldırmaya bile sevkedebilir. Fakat normal bir seyir işleyen suçluluk ve günahkârlık duygusu, bir şahsiyet oluşumu safhasında kendinden razı olamama, geçici heveslerine değer vermeme, dinî ve ahlâkî görevlerini üstlenme ve sonuçta kendini aşmanın yollarını öğretebilir (Hökelekli, a.g.e., s. 106). Bu açıdan normal bir seyir işleyen suçluluk ve günahkârlık duygusunun, bireyin kendini aşması ve yaptıklarından ciddi anlamda pişmanlık duyabilmesi için, özellikle Tanrı tasavvurunda sevgi merkezli bir Allah tasavvurunun önemli bir rolünün olabileceğini söylemek mümkündür (Kula, “Gençlerde Izdırap Tecrübesine Bağlı Dini Krizle Başa Çıkmaya Yönelik Öneriler”, s. 118).
Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi 2004 Mayıs sayısında yayınlanmıştır.
Yard. Doç. Dr. Naci Kula
Gazi Ü. Çorum İlâhiyat Fakültesi
Hayatında az veya çok beklediği gibi olmayan şeylerle ve istediği gibi gitmeyen olaylar ve durumlarla karşılaşmayan bir insan herhalde çok azdır. İyilik ve güzellikler kadar olumsuzluklar ve sıkıntılar, hemen her insanın ya doğrudan hayatını, ya da en azından gözlem alanına girmenin bir yolunu bulmaktadır.
Bu nedenle yaşanılan çeşitli acılar ve sıkıntılar ve onlara sebep olan deprem, sel gibi doğal âfetler veya kaza, hastalık gibi durumlar, hemen hemen her insanı az ya da çok etkilediği gibi, onları ister istemez birtakım duygu ve düşüncelere de sevketmektedir. Âfet, kronik hastalık, sakatlık veya zulümle karşılaşan insan, bir yandan meselâ tıbbî veya hukukî yollarla bundan kurtulmaya çalışırken, öte yandan da çoğu kez, “neden bu olaylar başıma/başımıza geldi” şeklinde zihinsel bir sorgulama, açıklama getirme ve anlam bulma çabası içine girebilmektedir. (Cafer Sadık Yaran, Kötülük ve Teodise, Vadi Yay., 1997. s :7-8) Zira insan kendisinde ve çevresinde olup biteni anlayan ve anlamlandıran bir varlıktır. Bu nedenle bir acı ve kederle karşılaştığında bunu bir çok yönden sorgulayacaktır. Yaşanan acı ve ızdırap, bireyin yaşadığı durumu sorgulamasına da zemin hazırlayabilmektedir. “Niçin ben” ya da “niçin arkadaşımın, ana-babamın başına bu geldi, onu Tanrı mı istedi?” gibi bazı soruları sorabilmektedir. Kişi, yaşadığı acı ve ızdırap verici olay sebebiyle, bu ve benzeri soruları kendine sormak suretiyle bir yandan yaşadığı olayı anlamaya, onu anlamlandırmaya çalışırken, diğer yandan da bu sorulara bulabildiği - bulamadığı- cevaplarla da ne yapması gerektiğini belirleyecektir.
İstenmedik ve beklenmedik bir olay sonucu yaşadığı durum ile ilgili olayı anlamaya veya karşılaştığı sıkıntıları çözümlemeye yönelik davranan birey, kendine sorduğu soruların cevaplarını bulmada bazen yakınındaki kişilerin yardımını alırken; bazen de bu konudaki uzmanlardan yararlanabilmektedir. Özellikle de yaşanan olay kişi için hayatını altüst edebilecek, günlük yaşamını zorlaştıracak bir nitelikte ise, buna ilişkin soruların cevaplarını bulmada zorlanabilecektir. Yaşanan durumun nasıl meydana geldiğini açıklayabilecek sorulardan ziyade, “niçin” böyle bir durumla karşılaşıldığına yönelik soruların cevabı pek kolay bulunabilecek nitelikte değildir. İnsan böylesi soruların cevabını bulmada dine müracaat etme ihtiyacını hisseder. Çünkü din, insana varoluş içinde kendini bir yere yerleştirmeye imkân veren başvuru çerçeveleri hazırlar, bu açıdan din, realiteyi yorumlayarak bir fonksiyonu da yerine getirir. (Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi; Diyanet Vakfı Yay. Ank.1993. s. 116) Böylece din, ızdırap ve ölüm gibi hayatın kabul edilmesi çok zor olan yönlerine ilişkin bir takım cevaplar sunarak, (Hökelekli, a,g.e; s. 117) bireyin karşılaştığı durumu yorumlamasında müracaat kaynağını oluşturur.
Engelli bir birey de, öncelikle içinde bulunduğu durumu kavramaya, yaşadığı olayın hayatındaki anlamını belirlemeye ve karşılaştığı bazı sorunları çözmeye yönelik birtakım soruları kendine sorar ve cevaplarını bulmaya çalışır. Özellikle “niçin ben”, “neden böyle bir durumla karşılaştım”, “Tanrı bana, yaptığım hataların bedelini mi ödetiyor?” vb. soruların cevabını ararken din ile bir ilişki kurma ihtiyacını hissedebilir. İşte bu noktada, engellilik durumunu anlamada birey, din ile olan iletişiminde konuyu nasıl anlamalı, din ona nasıl katkı sağlayabilir? soruları önem taşımaktadır. Bu makalede, bu noktalara ana hatlarıyla değinmeden önce kısaca engellilik üzerinde durmak gerekir.
Engelliliğin anlam alanı ve din
Engelliğe neden olan bir sebepten dolayı yaş, cinsiyet, sosyal ve kültürel faktörlere bağlı olarak oynanması gereken rollerin, yetersizlikten dolayı yerine getirilememesi şeklinde yaşanan özür-engel hâli, (Yahya Özsoy,Mehmet Özyürek, Süleyman Eripek, Özel Eğitime Muhtaç Çocuklar, Özel Eğitime Giriş, Karatepe yay, Ank. 1994. s. 5; 1. Özürlüler Şurası, s. 74) bireyin yaşamında istenmeyen beklenmedik bir durumdur. Böyle bir durumla karşılaşan birey ve ailesi engel hâline karşı değişik tepkilerde bulunabilir. (Engellilik durumuyla ilgili ailelerin tepkilerini açıklayan modeller, aşama, sürekli üzüntü,kişisel yapılanma modeli ve çaresizlik, güçsüzlük ve anlamsızlık modeli olmak üzere dört kategoride toplanabilir. Bkz Fusun Akkök, Bayan Perşembeler, ODTU yay Ank. 1997; s. 17-18) Özellikle doğumla ilgili beklentinin aksine, doğan çocuğun özürlü olması, aile içinde çok karmaşık psikolojik duyguların yaşanmasına neden olabilir. Yapılan çalışmalarda yaşanan bu duyguların, doğal ve evrensel olduğu belirtilmektedir. (Latife Bıyıklı, Bedensel Özürlü Çocukların Benlik Kavramı (Aile Kabul Düzeyleri Açısından) Ank. Ün. Eğitim Bilimleri Fak.Yay, Ank.1989 s.5)
Engelli bireyin yaşamını sürdürebilmesinde, kendi durumunu algılamasında başta ailesinin ve toplumun tutum ve davranışları önemli ölçüde rol oynar. Olumlu benlik kavramı geliştirme ve kendini kabul düzeyinin yüksek olması, öncelikli olarak bireyin engel durumuyla ilgili sağlıklı tutum ve davranışlar gerçekleştirebilmesiyle mümkün olabilecektir. Bunun için de aile ve toplumun, engelli bireye olumlu katkılarının olması gerekir. (Gönül Erkan, Ortopedik Özürlü Çocukların Kendini Kabul Düzeyi Üzerine Bir Araştırma, İst.1990; s. 18-19)
Engelli birey ve ailesi açısından engel durumunu kabul etme, olumlu benlik kavramı oluşturma ve engel durumundan kaynaklanabilecek sorunları aşmada, olumlu katkıda bulunabilecek kaynaklardan biri de din olabilir. Çünkü din, bireyin kendini ve dış dünyasını tanıma, anlama ve buna bağlı olarak da bir yaşam felsefesi oluşturması açısından, ona birtakım bilgiler sunar. (Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, İletişim yay. Ank.1982 s. 24) Engelli bireyin de engel durumunu anlama, kavrama ve yaşadıklarını mâkul bir şekilde anlamlandırmaya çalışarak, engellilik hâlini kabul etmesine katkı sağlayacak birtakım bilgileri elde etmesinde, dinden yararlanması mümkün olabilir. Öncelikle engellilikten dolayı karşılaşabileceği sıkıntıları aşmada, iç dünyasında sığınabileceği bir varlığı hissetmesinde, mânen kendini iyi hissedebileceği ve moralinin yüksek olmasını sağlayabileceği durumları yaşayabilmesinde, dinî inancın önemli bir rolü olabilecektir. Çünkü aşkın bir varlığa inanmak, bireyde bir güven duygusu oluşturur. Birey, Allah’a iman duygusuyla birtakım değerlere bağlanmakta, kendini yalnız hissetmemekte ve aynı değerlere inanan diğer insanlarla birlikte olma duygusuyla da içinde bulunduğu toplumda kendisinin bir yerinin ve anlamının olduğunu kavramakta, sorunlarını aşabilecek bir gücü kendisinde hissederek güven duygusunu kazanabilmektedir. (Hüseyin Peker, Din Psikolojisi, Samsun 2000 s. 71)
Din, engelli bireye karşılaştığı sıkıntıları aşmada moral desteği sağlama, kendisine her zaman yardımcı olacak ve sığınabileceği yaratıcısı olduğu duygusunu kazandırarak, yaşama sevincini artırma yanında, yaşadığı durumu kavramasına da katkı sağlayacağı bilişsel nitelikte bazı açıklamaları da ona sunar. Neden böylesi bir durumla karşılaştığı sorusuna cevap bulmada, insanın varoluşuna ışık tutacak ve yaşadıklarını kavramasına katkı sağlayacak önemli bir ipucunu Kur’an-ı Kerim’de Bakara suresi 155. ayette (Ayette sabredenlere müjdele denilerek, yaşanılan olay sonucu karşılaşılan zorluklara dayanmak, özellikle de ilk zamanlarda isyan etmeden yaşanılan duruma dayanma, zorlukları aşma için çabalama, Allah’a yönelme, insanın sınavı kazanmasında önemli bir adım olacağına işaret edilmektedir. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, c. 1, Zaman Yay.) görmek mümkündür. Bu ayette, insanoğlunun dünya hayatında karşılaşabileceği birtakım sıkıntı, zorluklarla sınanacağı ve bunlar karşısındaki tavrının da (Ayette sabredenlere müjdele denilerek yaşanılan olay sonucu karşılaşılan zorluklara dayanmak, özellikle de ilk zamanlarda isyan etmeden yaşanılan duruma dayanma, zorlukları aşma için çabalama, Allah’a yönelme, insanın sınavı kazanmasında önemli bir adım olacağına işaret edilmektedir. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, c. 1, Zaman Yay; s. 452; Süleyman Ateş; Yüce Kuran-ı Kerim’in Çağdaş Tefsiri,Yeni Ufuklar Neşriyat; s. 264) sınanma açısından önemli olabileceğine dikkat çekilmektedir. (Sıkıntı ve zorluk karşısındaki sınanmayı kazanabilmek açısından Bakara suresi 156. ayette de bir musibet geldiğinde, “Allah’tan geldik ve ona döneceğiz” denmesi gerektiği belirtilerek Allah’a yönelme ve ancak O’ndan yardım istenebileceği vurgulanmaktadır. Bkz; Yazır, a.g.e; s. 453) Böylece insanın karşılaştığı zorlukların, onun yaratılış amacı olan kulluk (Kur’an-ı Kerim’de insanoğlunun yaratılış amacının Allah’a kulluk olduğu Zariyat suresi 56. ayetiyle ortaya konmaktadır) görevini yerine getirmede bir rolü olabileceğini söylemek mümkündür. Nitekim Mülk suresi 2. ayette de; “O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için hayatı ve ölümü yarattı” buyrularak, yaşamın bir özelliği olan zorluklar, sıkıntılar karşısında daha iyi, güzel, olumlu davranmanın gerekliliğini görmek mümkündür. Zira insanın hayatını sürdürme açısından gerçekleştirdiği yeme, içme, barınma gibi bazı davranışları yanında, iyi ya da kötü denebilecek seçme özgürlüğünü ortaya koyduğu birtakım eylemleri de söz konusudur. İnsanın karşılaştığı zorluklar, sıkıntılar, onun farklı davranmasında önemli bir yere sahiptir. Çünkü bu zorluklar, sıkıntılar karşısında boyun eğme, kendini koyverme, isyan etme, hayata küsme gibi bireyin çevresiyle uyumunu zorlaştıracak bazı davranışları gerçekleştirme veya zorluklara dayanma, onları aşmaya çalışma, onları doğru bir şekilde tanıyıp yeni şeyler öğrenerek kendini geliştirme (Kathy Black; A Healing Homiletic Preaching and Disability, Abingdon Press, Nasville 1996.s; 27-28) gibi hayatını devam ettirecek şekilde davranma imkânı vardır.
Engelli bir birey, bazen dinî argümanlardan yararlanarak yaşadığı durumu kavramada, izah etmede ve mevcut durumuna uyum sağlamada dinden destek alırken; bazen de birtakım dinî bunalım ve şüpheler içinde olabilmektedir. Bunların başında Allah’ın varlığı, merhameti gibi hususlar gelmektedir. Zira dünyanın ve üzerindeki hayatın bir başka yönünü oluşturan depremler, seller, kuraklıklar, hastalıklar ve ölümler, savaşlar, işkenceler, sakatlıklar gibi olgu ve olaylar, bunların neden olduğu acılar, kederler ve ızdıraplar, bir de Allah inancı açısından değerlendirilmekte ve sorgulanmaktadır. Yaşanılan veya karşılaşılan sıkıntılar, inanan insanların bile aklına zaman zaman, “acaba Rabbim bu dayanılmaz belâya, beni neden düçar etti?” vb. soruları getirebilmektedir (Yaren, a.g.e., s. 9). Bu sorulara cevap ararken yeterli, tatmin edici cevap bulamama durumlarında, olayların olumsuz etkileri sebebiyle de bazı bunalımlar, şüpheler yaşanmakta; hatta Allah’ın varlığı, kudreti sorgulanmaktadır. Yaşanan acı, ızdırap verici durumlarla Allah’ın varlığı ve iyiliği arasındaki aykırılığı esasına dayanan bu şüphe ve bunalımların giderilmesine katkı sağlayacak izahları, felsefe ve teolojide incelenen kötülük problemi konusuna bırakarak, (Bu konudaki ilmî ve felsefî izahlar için Bkz; Cafer Sadık Yaran; Kötülük ve Teodise, Günümüz Din Felsefesinde Tanrı İnancının Akliliği, Vadi Yay., 1997.; Swinburn Richard, Tanrı Var mı, (çev. Muhsin Akbaş), Arasta Yay., Bursa 2001) böylesi şüphe ve bunalımları yaşayan bireyin sahip olduğu yanlış, eksik dinî bilgilerle birlikte; Allah tasavvurunun tamamen korkuya, cezalandırmaya dayalı bir tasavvura dayanmasının önemli bir rolünün olabileceğini söylemek mümkündür. (Naci Kula, “Gençlerde Izdırap Tecrübesine Bağlı Dini Krizle Başa Çıkmaya Yönelik Öneriler”, Gençlik Dönemi ve Eğitimi 2; İsav Tartışmalı İlmî toplantı Dizisi, 2003) Kur’an-ı Kerim’i incelediğimizde, daha çok merhamet edici, bağışlayıcı bir Allah tasavvurunun öne çıktığını söyleyebiliriz. (Hatice Kelptekin; İman Hayatı Açısından Kur’an-ı Kerim’de Sevgi ve Korku, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1992) Buna ilaveten engellilik sebebiyle bazen bireyde aşırı suçluluk ve günahkârlık duygusu da oluşabilir. Zira genellikle haksız olarak ızdırap tecrübesi çeken kimseler şu soruyu kendilerine sormayı sürdürmektedirler.“Ben ne yaptım?” benzeri onlar aynı zamanda ahlâk yararını ihlâl etmekten ibadette kusur işlemeye kadar uzanan her türden cevapla ortaya çıkarlar. “Allah bana yaptığımı ödetiyor” Bu soruyu soran bir kimse, güçlü bir suçluluk duygusuna sahiptir. (Randolp Crump Miller, “Kötülük Problemi ve Din Eğitimi”, çev; Hasan Dam, OMU İlâhiyat Fak. Dergisi, s. 10; Yıl: 1998, s. 508-509)
Bu durum aynı zamanda insanın kendi vicdanından kaynaklandığını sandığı suçluluk duygusunu, çoğu kez otoriteden korkmak şeklinde gösterir. (Erich, Fromm, Kendini Savunan İnsan, çev; Necla Arat, Say Yay., İstanbul 1982. s. 158) Yaptığı hata ve suçları, aldığı eğitimin de etkisiyle çoğunlukla Allah’ın kendisini cezalandıracağı ya da anne babasını cezalandırmasıyla ilişkilendiren bireyde, aşırı suçluluk ve günahkârlık duygusuyla birlikte oluşabilecek olan otoriteden korkma, onun dinî hayatını da olumsuz yönde etkileyebilir. Çünkü suçluluk ve günahkârlık duygusunun çift yönlü etkisini hesaba katmak gerekir. Bunların dinî hayatı olumlu yönde etkiledikleri gibi, olumsuz etkileri de olabilir. Çok şiddetli dayanılmaz bir hâl alan suçluluk ve günahkârlık duygusu, tövbe ve pişmanlığa karşı duygusuzluğa, ilgisizliğe hatta buna sahip olan ahlâkî ve dinî değerleri hiçe sayıp bunlara saldırmaya bile sevkedebilir. Fakat normal bir seyir işleyen suçluluk ve günahkârlık duygusu, bir şahsiyet oluşumu safhasında kendinden razı olamama, geçici heveslerine değer vermeme, dinî ve ahlâkî görevlerini üstlenme ve sonuçta kendini aşmanın yollarını öğretebilir (Hökelekli, a.g.e., s. 106). Bu açıdan normal bir seyir işleyen suçluluk ve günahkârlık duygusunun, bireyin kendini aşması ve yaptıklarından ciddi anlamda pişmanlık duyabilmesi için, özellikle Tanrı tasavvurunda sevgi merkezli bir Allah tasavvurunun önemli bir rolünün olabileceğini söylemek mümkündür (Kula, “Gençlerde Izdırap Tecrübesine Bağlı Dini Krizle Başa Çıkmaya Yönelik Öneriler”, s. 118).
Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi 2004 Mayıs sayısında yayınlanmıştır.
Yard. Doç. Dr. Naci Kula
Gazi Ü. Çorum İlâhiyat Fakültesi