bayatlı kenan58
07.06.2008, 14:23
“Ölüm'ü hatırlamak”, esâsen dört kısımdır.
Birincisi, “Gâfil”in ölüm'ü anmasıdır.
O, hatırlasa bile ölüm'ü zaman zaman,
Alamaz kendisini "Dünyâ'ya sarılmak"tan.
Hattâ hatırladıkça, sarılır daha fazla.
Ayrılığı düşünüp, ölüm'ü sevmez aslâ.
Bu yüzden kötü bilip, zemmeder ölüm'ü hep.
Der ki: “Bu, başımıza ne zaman gelir acep?
Yazık ki, ben de bir gün ölüp ayrılacağım.
O zaman ne olacak evim, barkım, ocağım?
Arzu ve emellerim, hep yarıda kalacak.
Benim kazandığımı, vârislerim alacak.”
Ölüm'ü düşündükçe, keder çöker içine.
Ve düşer bu dünyâ'dan ayrılık ateşine.
Gâfillerin, ölüm'ü bu türlü anmaları,
Daha uzaklaştırır Rablerinden onları.
İkinci kısım ise, “Tövbe eden bir kul”dur.
Ölüm'ü hatırlayıp, pişmânlığı çok olur.
Yaptığı günâhlara üzülüp, olur nâdim.
Der ki: “Bu günâhlarla ne olur benim hâlim?”
Kaçırdığı fırsatı çalışır telâfîye.
Çok ister kavuşmayı gufrân-ı ilâhîye.
O, kötü bilmese de, ölüm'ü onlar gibi,
Erken gelmesini de istemez tabii ki.
Çünkü hazır değildir ölüm için o daha.
İstemez o hâliyle, vâsıl olsun Allaha.
Her ne kadar ölmeyi istemese de erken,
Lâkin olmaz zararı, bu hâlis niyetinden.
Çünkü arzu eder ki, baksın hazırlığına.
Öyle çıksın mahşerde, Rabbinin huzûruna.
Üçüncü kısım ise, “Ârif” ve “Velîler”dir.
Bunlar istemezler ki, eceli etsin tehir.
Çünkü onlar, âşıktır Allahü teâlâya.
Can atarlar ölüp de Rablerine varmaya.
Ölüm'ü, yâdlarından çıkarmazlar bunlar hiç.
Çünkü ölüm'le gelir bunlara “Büyük sevinç”.
Kavuşmaktan başkaca olmaz bir gâyeleri.
Bundan ileri gelir ölmek istemeleri.
Bunlar, yalnız "Ölüm"le bulurlar huzûr, rahat.
Çünkü ancak ölüm'le mümkün olur bu vuslat.
Zâten "Ölüm", köprüdür, dünyâ'dan âhiret'e.
Bunlar da ölüm ile kavuşurlar rahmete.
Bunların da üstünde bir derece vardır ki,
Onlar da düşünürler ölüm'ü, şu farkla ki,
Ölüm'ün gelmesinde, bu çok yüksek zevâtın,
Yoktur bir fikirleri, geç olmuş, ya da yakın.
Hakk’a bırakmışlardır, onlar her hâdiseyi.
O, ne takdîr ederse, beğenirler o şeyi.
Kendi arzularından ileri geçmişlerdir.
Murâd-ı ilâhîyi, murâd edinmişlerdir.
“Rızâ derecesi”ne varmışlardır ki onlar,
Kalmamıştır onlarda şu veyâ bu arzular.
Takdîr-i ilâhîye eğmişlerdir tam boyun.
O, ne takdîr ederse, derler ki: “Budur uygun”.
“Ölüm” ile “Hayât”ın, onlarca farkı yoktur.
Ancak böyle bulurlar onlar rahat ve huzûr.
Öyle dalmışlardır ki aşkullaha bu kullar,
Onları, başka şeyler etmez pek alâkadar.
Birincisi, “Gâfil”in ölüm'ü anmasıdır.
O, hatırlasa bile ölüm'ü zaman zaman,
Alamaz kendisini "Dünyâ'ya sarılmak"tan.
Hattâ hatırladıkça, sarılır daha fazla.
Ayrılığı düşünüp, ölüm'ü sevmez aslâ.
Bu yüzden kötü bilip, zemmeder ölüm'ü hep.
Der ki: “Bu, başımıza ne zaman gelir acep?
Yazık ki, ben de bir gün ölüp ayrılacağım.
O zaman ne olacak evim, barkım, ocağım?
Arzu ve emellerim, hep yarıda kalacak.
Benim kazandığımı, vârislerim alacak.”
Ölüm'ü düşündükçe, keder çöker içine.
Ve düşer bu dünyâ'dan ayrılık ateşine.
Gâfillerin, ölüm'ü bu türlü anmaları,
Daha uzaklaştırır Rablerinden onları.
İkinci kısım ise, “Tövbe eden bir kul”dur.
Ölüm'ü hatırlayıp, pişmânlığı çok olur.
Yaptığı günâhlara üzülüp, olur nâdim.
Der ki: “Bu günâhlarla ne olur benim hâlim?”
Kaçırdığı fırsatı çalışır telâfîye.
Çok ister kavuşmayı gufrân-ı ilâhîye.
O, kötü bilmese de, ölüm'ü onlar gibi,
Erken gelmesini de istemez tabii ki.
Çünkü hazır değildir ölüm için o daha.
İstemez o hâliyle, vâsıl olsun Allaha.
Her ne kadar ölmeyi istemese de erken,
Lâkin olmaz zararı, bu hâlis niyetinden.
Çünkü arzu eder ki, baksın hazırlığına.
Öyle çıksın mahşerde, Rabbinin huzûruna.
Üçüncü kısım ise, “Ârif” ve “Velîler”dir.
Bunlar istemezler ki, eceli etsin tehir.
Çünkü onlar, âşıktır Allahü teâlâya.
Can atarlar ölüp de Rablerine varmaya.
Ölüm'ü, yâdlarından çıkarmazlar bunlar hiç.
Çünkü ölüm'le gelir bunlara “Büyük sevinç”.
Kavuşmaktan başkaca olmaz bir gâyeleri.
Bundan ileri gelir ölmek istemeleri.
Bunlar, yalnız "Ölüm"le bulurlar huzûr, rahat.
Çünkü ancak ölüm'le mümkün olur bu vuslat.
Zâten "Ölüm", köprüdür, dünyâ'dan âhiret'e.
Bunlar da ölüm ile kavuşurlar rahmete.
Bunların da üstünde bir derece vardır ki,
Onlar da düşünürler ölüm'ü, şu farkla ki,
Ölüm'ün gelmesinde, bu çok yüksek zevâtın,
Yoktur bir fikirleri, geç olmuş, ya da yakın.
Hakk’a bırakmışlardır, onlar her hâdiseyi.
O, ne takdîr ederse, beğenirler o şeyi.
Kendi arzularından ileri geçmişlerdir.
Murâd-ı ilâhîyi, murâd edinmişlerdir.
“Rızâ derecesi”ne varmışlardır ki onlar,
Kalmamıştır onlarda şu veyâ bu arzular.
Takdîr-i ilâhîye eğmişlerdir tam boyun.
O, ne takdîr ederse, derler ki: “Budur uygun”.
“Ölüm” ile “Hayât”ın, onlarca farkı yoktur.
Ancak böyle bulurlar onlar rahat ve huzûr.
Öyle dalmışlardır ki aşkullaha bu kullar,
Onları, başka şeyler etmez pek alâkadar.