PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Rabler Hegemonyası


abircan
17.06.2008, 15:01
Yaşar Nuri Öztürk
ynozturk@hurriyet.com.tr

Rabler Hegemonyası


Kur’andan alarak kullandığımız bu başlığı, yine Kur’an’ın verileri ışığında şu anlamlarda değerlendirmeliyiz:


Allah ile aldatanların hegemonyası.


Yedek ilahlar hegemonyası.

Allah’ın yetkilerini kullanmaya kalkanların hegemonyası.

İnsanları din diye parçalayıp bölenlerin hegemonyası.

Allah ile aldatmak üzere Allah’ın vekili gibi iş görmeye kalkanların veya o mevkie yükseltilenlerin hegemonyası.

Hangisini alırsanız alın, özü ve amacı itibariyle tamamen Kur’ansal bir tespit üzerindeyiz. Daha doğrusu, Kur’an’ın dikkat çektiği bir büyük yıkımın, bir büyük belanın değişik adlarıyla karşı karşıyayız.

“Fırkalar yaratmak üzere rableştirilmiş kişiler...” deyimi Kur’an’ındır. (Yusuf Suresi, 39)

Kur’an, bu ayetiyle, şirkin yani din adı altında örtülü putperestliğin temel iki görünümünü bir kelam mucizesiyle birkaç sözcükte vermiştir: 1. İnsanları rableştirme, 2. Din adına fırkalar, klikler oluşturma. Yani din adı altında bölücülük yapmak.


Gelelim ayrıntılara:

Rab, Esmâül Hüsna'dan yani Allah'ın isim-sıfatlarından biridir. Bir varlığı, belirlediği hedefe aşama aşama götürmek için koruyup gözeten, besleyip doyuran, yönlendiren kudret demektir. Kur'an, birçok ayetinde Allah'ı "Âlemlerin Rabbi" diye tanıtarak, varlık ve oluşun Cenabı Hak tarafından şuurlu ve ısrarlı bir biçimde gözetlenip denetlendiğine dikkat çeker.

Yaratıcı faaliyetin rab olarak işleyişine ‘rubûbiyet’ denmektedir.

Kur'an, rab kavramını ısrarla gündeme getirmekle bir gerçeğin daha altını çizmiş oluyor: Allah ve din meselesinde rubûbiyet son derece önemlidir. Nitekim insanın şirke giden yola girmesi, sahte ilahların öncelikle rab sıfatını yozlaştırmalarıyla olmaktadır.

Kur'an, örtülü şirkin, yani din patenti altında sergilenen kılık değiştirmiş putçuluğun, gerçek Rab yanına bir takım sahte rablerin eklenmesiyle vücut bulduğunu gösteriyor. Bu noktada, rab kelimesinin çoğulu olan erbâb kullanılmaktadır. Erbâb, gerçek Rabb'e karşı veya onun yanına-yöresine eklenen bir tür sahte ilahlar kadrosu demek. Bu ilave rablerle bir şirk panteonu oluşturulmaktadır.

Şirk, esasında böyle bir panteonun kotardığı dinin adıdır. Şirk, Arap Emevî kodamanlarının tevhidi yozlaştırmak amacıyla tanıttıkları gibi dinsizlik, Allahsızlık falan değildir.


Şirk, bir dindir ama tek Tanrı’nın değil de bir ilahlar panteonun egemen olduğu dindir. Tanrılaştırılmış, dokunulmaz-eleştirilmez kılınmış kişiler işte bu ilahlar panteonun üyeleridir.

Kur’andan öğreniyoruz ki, Allah'a ortak koşmak ya şüreka (ortaklar) ya endâd (karşı ilahlar) ya da erbâb (rabler) hegemonyası kurmakla oluyor. Bu hegemonyanın belirgin niteliği, Allah'a ortaklık tavrı içine girilmesidir. Bunun açık veya örtülü, iyi veya kötü niyetle yapılmış olması hiçbir fark yaratmaz.

Allah'ın Allahlığına müdahalenin haklı gerekçesi olabileceğini düşünmek de şirktir. Hem de en sinsi ve en yıkıcı şirk.

Dinin şemsiyesine sığınarak rabler hegemonyası kurup, kutsala hürmet adı altında örtülü şirke gidilmesi Kur'an'ın dikkat çektiği en büyük tehlikedir. Ve Kur'an bize gösteriyor ki, bu günahın failleri daima din temsilcileri olmuştur. Tanrısal kitap, yüzlerce ayetinde, doğrudan veya dolaylı, bu din temsilcilerinden, üzerine basa basa yakınır.

Rabler hegemonyasıyla içinden çürütülmüş ve faturası Allah'a kesilen din, bazı devir ve zeminlerde şeytana ve karanlığa hizmet eden bir tahrip kurumu haline getirilebilmiştir.


Rabler hegemonyasının ilk adımı, melekleri; ikinci adımı da peygamberleri rabler haline getirmekle atılıyor. Kur’an’ı dinleyelim:

"Allah size, meleklerle peygamberleri rabler edinmenizi emretmiyor. O size, Müslüman adını almanızdan sonra küfür mü emrediyor!?" (Âli İmran, 80)


Demek oluyor ki, rabler hegemonyası, dine karşı olanlar tarafından değil, dinin içindeki unsurlar tarafından oluşturuluyor. Bunun içindir ki biz, rabler hegemonyasının ortaya çıkardığı şirki, ‘kutsalı şirk aracı yapmak’ veya ‘hürmet putperestliği’ diye anıyoruz.

Vahyin verilerine dayanmayan bir hürmet gösterisi, örtülü şirkin habercisi olarak görülmelidir.

‘Kur'an'daki İslam’ adlı eserimizde açıklandığı gibi, hurafe ve uydurmalardan dini temizlemek için didinen birçok İslam bilgini, bid'atları (dine sonradan sokulan şeyler) savunmayı, dış gerekçesi ne olursa olsun, şirk saymışlardır. Bu konuda, muhteşem bir örnek olarak 13. yüzyıl fıkıh bilginlerinden Ebu Şâme'yi saygıyla anmalıyız.

Rabler hegemonyasında en çok işleyen yol, din temsilcisi sayılan kişilerin (haham, rahip, sahabî, imam, şeyh, mürşit, üstad, efendi, ahunt, seyyid vs.) rabler haline getirilmesidir. Kur'an, tam bu noktada, tevhidi şirk bataklığına çeken Ehlikitap kitleleri örnek göstererek insanlığı dikkatli olmaya çağırıyor:

"Hahamlarını ve rahiplerini Allah'ın yanına-yöresine konan rabler edindiler. Meryem’in Oğlu Mesih'i de öyle. Oysa kendilerine, biricik Tanrı olan Allah'a ibadet etmeleri emredilmişti." (Tevbe, 31)


Geleneksel aldatmacı zihniyetler bu ayette korkunç bir anlam kaydırması yaparak şöyle bir meal yaratmaktalar:

“Allah’ı bırakıp da.....rabler edindiler...”

Böyle bir çeviri tam bir saptırma ve tahriftir.
Kur’an asla böyle söylemiyor. Müşrikler Allah’ı asla bırakmadılar, O’nu asla inkâr etmediler. Yaptıkları, Allah’ı tepeye oturtup O’nun altına yedek ilahlardan bir panteon yerleştirmektir.

Ve işin bam teli de buradadır. Şirkin zulüm ve yıkımı buradan kaynaklanmaktadır. Din adına istismar ve aldatmaların omurgasında da bu vardır. Bu böyle olduğu içindir ki, Kur’an’ın din anlayışı adına şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:

Açık ve katıksız bir ateizm veya dinsizlik, şirke bulaşmış sahte bir dinden daha iyidir, daha az tehlikelidir. Çünkü:

1. Din adına kimseyi aldatmak gibi bir namertliği yoktur,

2. Gerçek dine dönüş ümidini yok etmemektedir.

Kur'an, din temsilcilerinin rabler edinilmesindeki hesapçılığın maskesini düşürmekle kalmamış, bu hesapçılığın ‘Allah ve cennet’ yazılı pankartının sakladığı egoizmi de ortaya çıkarmıştır.

Nihayet Kur'an, din ve dindarlık adına söz söyleyen tüm kitleleri, örtülü bir şirkin pençesine düşmemeleri için saf ve berrak tevhide çağırıyor. Çağrının temel hedeflerinden biri de ‘insanın insanı rab edinmesinin önlenmesi’dir. İnsanlığa on beş asır önce iletilen şu birlik çağrısına bakın:

"Ey Yahudiler ve Hıristiyanlar! Bizim ve sizin aranızda aynı olan bir gerçeğe gelin: Yalnız Allah'a tapalım, ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım, birbirimizi Allah'ın berisinden rabler edinmeyelim..." (Âli İmran, 64)

Bu ayetin inişi üzerine, Peygamberimize, "İnsanları Rabler edinmek nasıl olur?" diye sormuşlardı. Cevap, üzerinde olduğumuz konu bakımından ürperticidir. Şöyle diyor Hz. Peygamber:

"İnsanları rab edinmek, din adamlarının sözlerini Allah'ın sözleri gibi kabul etmekle vücut bulur."

Peygamberimize göre, din adamlarını rab edinmek onlara ‘rab’ deme şartına bağlı değildir. Onların haram dediğine haram, helal dediğine helal demek onları ilah edinmiş olmak için yeterlidir. (bk. Elmalılı Hamdi Yazır; Tefsir, 4/2512-2513)

abircan
17.06.2008, 15:04
‘Kur'an'daki İslam’ adlı eserimizde açıklandığı gibi, hurafe ve uydurmalardan dini temizlemek için didinen birçok İslam bilgini, bid'atları (dine sonradan sokulan şeyler) savunmayı, dış gerekçesi ne olursa olsun, şirk saymışlardır. Bu konuda, muhteşem bir örnek olarak 13. yüzyıl fıkıh bilginlerinden Ebu Şâme'yi saygıyla anmalıyız.

Rabler hegemonyasında en çok işleyen yol, din temsilcisi sayılan kişilerin (haham, rahip, sahabî, imam, şeyh, mürşit, üstad, efendi, ahunt, seyyid vs.) rabler haline getirilmesidir. Kur'an, tam bu noktada, tevhidi şirk bataklığına çeken Ehlikitap kitleleri örnek göstererek insanlığı dikkatli olmaya çağırıyor:

"Hahamlarını ve rahiplerini Allah'ın yanına-yöresine konan rabler edindiler. Meryem’in Oğlu Mesih'i de öyle. Oysa kendilerine, biricik Tanrı olan Allah'a ibadet etmeleri emredilmişti." (Tevbe, 31)


Geleneksel aldatmacı zihniyetler bu ayette korkunç bir anlam kaydırması yaparak şöyle bir meal yaratmaktalar:

“Allah’ı bırakıp da.....rabler edindiler...”

Böyle bir çeviri tam bir saptırma ve tahriftir.
Kur’an asla böyle söylemiyor. Müşrikler Allah’ı asla bırakmadılar, O’nu asla inkâr etmediler. Yaptıkları, Allah’ı tepeye oturtup O’nun altına yedek ilahlardan bir panteon yerleştirmektir.

Ve işin bam teli de buradadır. Şirkin zulüm ve yıkımı buradan kaynaklanmaktadır. Din adına istismar ve aldatmaların omurgasında da bu vardır. Bu böyle olduğu içindir ki, Kur’an’ın din anlayışı adına şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:

Açık ve katıksız bir ateizm veya dinsizlik, şirke bulaşmış sahte bir dinden daha iyidir, daha az tehlikelidir. Çünkü:

1. Din adına kimseyi aldatmak gibi bir namertliği yoktur,

2. Gerçek dine dönüş ümidini yok etmemektedir.

Kur'an, din temsilcilerinin rabler edinilmesindeki hesapçılığın maskesini düşürmekle kalmamış, bu hesapçılığın ‘Allah ve cennet’ yazılı pankartının sakladığı egoizmi de ortaya çıkarmıştır.

Nihayet Kur'an, din ve dindarlık adına söz söyleyen tüm kitleleri, örtülü bir şirkin pençesine düşmemeleri için saf ve berrak tevhide çağırıyor. Çağrının temel hedeflerinden biri de ‘insanın insanı rab edinmesinin önlenmesi’dir. İnsanlığa on beş asır önce iletilen şu birlik çağrısına bakın:

"Ey Yahudiler ve Hıristiyanlar! Bizim ve sizin aranızda aynı olan bir gerçeğe gelin: Yalnız Allah'a tapalım, ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım, birbirimizi Allah'ın berisinden rabler edinmeyelim..." (Âli İmran, 64)

Bu ayetin inişi üzerine, Peygamberimize, "İnsanları Rabler edinmek nasıl olur?" diye sormuşlardı. Cevap, üzerinde olduğumuz konu bakımından ürperticidir. Şöyle diyor Hz. Peygamber:

"İnsanları rab edinmek, din adamlarının sözlerini Allah'ın sözleri gibi kabul etmekle vücut bulur."

Peygamberimize göre, din adamlarını rab edinmek onlara ‘rab’ deme şartına bağlı değildir. Onların haram dediğine haram, helal dediğine helal demek onları ilah edinmiş olmak için yeterlidir. (bk. Elmalılı Hamdi Yazır; Tefsir, 4/2512-2513)