gürün_güzeli
27.06.2008, 19:24
______________________________ __________
Önce kendime sonra herkese öğüt
Bazen dostlarla bir araya gelince:
"Haydi, bize bir şeyler anlat," diyorlar, öğüt istiyorlar. Oysa öğüt vermek, ilim servetinin zekâtıdır. Serveti olmayan nereden zekâtı versin? Eğri ağacın doğru gölgesini gören var mıdır? Yüceler yücesi Rabbimiz, İsa Aleyhisselam'a:
"Önce kendine öğüt ver. Şayet kendin öğüt kabul edersen, insanlara da öğüt kabul ettirebilirsin. Aksi takdirde benden utan!"(1) diye vahyetmiş.
Bir peygambere hitap bu iken, ben kim oluyorum?
Ya güzeller güzeli Efendimiz ne buyurmuştu:
"Ben size konuşan ve susan iki vaiz bırakıyorum: Konuşan vaiz Kur'an, susan vaiz ölümdür!"(2)
İşte ben önce bu sözleri nefsime tatbik etmeye çalıştım. Nefsim fikrimi kabul etti ama yapmaya gelince, ayak diretti. Bir sürü bahane sürdü önüme, ben de ısrarla dedim ki:
–Sen Kur'an'ın konuşan vaiz olduğunu, kıyamete kadar hükmü sürecek ilahi bir yol gösterici olduğunu kabul etmiyor musun?
Kısık bir sesle onayladı:
–Evet, kabul ediyorum, dedi.
–Öyleyse içinde geçen şu ayeti iyi dinlemelisin:
"Dünya hayatını ve onun ihtişamını isteyenlere, oradaki çalışmalarının karşılığı olarak tastamam veririz. Onlar bu konuda hiçbir haksızlığa maruz kalmazlar. Dünyada yaptıklarının hepsi boşa gidecek, işledikleri her şey heba olacaktır"(3)
Şimdi ey nefsim! Ölümden sonra seni terk edecek olanlara hâlâ iştahla sarılmaya, onlar için kendini harcamaya devam edecek misin? Nefsim sesini çıkarmadı. Bundan bana hak verdiğini ama uygulamaya yaklaşmadığını hissettim. Her şeye rağmen gençliğin verdiği bir enaniyetle ahireti uzak görüyor, dünyaya sevimli bakıyordu. Baktım etkili olmayacak, bu kez Peygamber Efendimizin haber verdiği susan vaizi örnek verdim:
Cenabı Hak Kur'an–ı Kerim'de:
"O kaçıp durduğunuz ölüm muhakkak ki size ulaşacak, sonra da gizli aşikâr her şeyi bilen Allah'a döndürüleceksiniz! O size yaptığınız amelleri bildirecek."(4) buyurmuştur.
–Bak dedim, peşin gördüğün şu dünya seni nasıl kendine çekiyor. Peki ölüm ansızın gelip seni yakaladığında, ne yapacaksın? O vakit, Cenabı Hakk'ın:
"Ne dersin, o inkârcıları yıllarca refah içinde yaşatsak da sonra tehdit edile geldikleri ölüm gelip çatıverse, o yaşadıkları yıllar onları kurtarabilir mi?"(5) ayetinde haber verdiği kimselerden olmayacak mısın? Bunları duyduktan sonra yine dünyaya sarılmaya devam mı edeceksin? Paranın geçmediği, torpilin sökmediği, dünyevi makam ve mevkinin işe yaramadığı o büyük günde, büyük Hâkim huzurunda hesap vermeye hazır mısın? Oysa akıllı insan, ölümü kuşanmadan önce dünyaya veda eder ki, ayrılınca perişan olmasın.
Nefsim bu sözleri kabul etti etmesine de, dilinin ucuyla… Gönlünün hâlâ dünya arzusuyla dolu olduğunu görünce, hayretimi gizleyemedim. Kur'an'ın mesajlarını duyduğu, ölümü gördüğü, ahirete inandığı halde onun azgınlığından, dünyaya olan meylinden vazgeçmeyişini anlayamadım. Uzun uzun araştırdım ve sonun da gördüm ki, onu bu kadar vurdumduymaz, bencil yapan, etkilendirmeyen yegâne sebebin ölümü kendinden uzak görmesidir. Ölümü yakın gördüğü zaman, her yerde karşısına çıkabileceğine, yaş sınırı tanımadığına tam iman ettiğinde, hakiki mümin olmak için gayret edeceğine karar verdim. Şimdi bu duyguyu nefsime tattırmak için çalışıyorum. Biricik Efendimizin:
"Hayata veda edenin namazı gibi namaz kıl."(6) tavsiyesini hayatıma uygulamayı çok arzu ederek...
Allah'ım nefsimi yola getirecek güç lütfeylesin. Bana da diyen herkesle birlikte, İslamı gerçek manada yaşayanlardan etsin. Şu hadis–i şerifteki müjdeye hep birlikte nail olmak duasıyla…
"Akıllı kimse, kendini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışıp hazırlanan kimsedir
Önce kendime sonra herkese öğüt
Bazen dostlarla bir araya gelince:
"Haydi, bize bir şeyler anlat," diyorlar, öğüt istiyorlar. Oysa öğüt vermek, ilim servetinin zekâtıdır. Serveti olmayan nereden zekâtı versin? Eğri ağacın doğru gölgesini gören var mıdır? Yüceler yücesi Rabbimiz, İsa Aleyhisselam'a:
"Önce kendine öğüt ver. Şayet kendin öğüt kabul edersen, insanlara da öğüt kabul ettirebilirsin. Aksi takdirde benden utan!"(1) diye vahyetmiş.
Bir peygambere hitap bu iken, ben kim oluyorum?
Ya güzeller güzeli Efendimiz ne buyurmuştu:
"Ben size konuşan ve susan iki vaiz bırakıyorum: Konuşan vaiz Kur'an, susan vaiz ölümdür!"(2)
İşte ben önce bu sözleri nefsime tatbik etmeye çalıştım. Nefsim fikrimi kabul etti ama yapmaya gelince, ayak diretti. Bir sürü bahane sürdü önüme, ben de ısrarla dedim ki:
–Sen Kur'an'ın konuşan vaiz olduğunu, kıyamete kadar hükmü sürecek ilahi bir yol gösterici olduğunu kabul etmiyor musun?
Kısık bir sesle onayladı:
–Evet, kabul ediyorum, dedi.
–Öyleyse içinde geçen şu ayeti iyi dinlemelisin:
"Dünya hayatını ve onun ihtişamını isteyenlere, oradaki çalışmalarının karşılığı olarak tastamam veririz. Onlar bu konuda hiçbir haksızlığa maruz kalmazlar. Dünyada yaptıklarının hepsi boşa gidecek, işledikleri her şey heba olacaktır"(3)
Şimdi ey nefsim! Ölümden sonra seni terk edecek olanlara hâlâ iştahla sarılmaya, onlar için kendini harcamaya devam edecek misin? Nefsim sesini çıkarmadı. Bundan bana hak verdiğini ama uygulamaya yaklaşmadığını hissettim. Her şeye rağmen gençliğin verdiği bir enaniyetle ahireti uzak görüyor, dünyaya sevimli bakıyordu. Baktım etkili olmayacak, bu kez Peygamber Efendimizin haber verdiği susan vaizi örnek verdim:
Cenabı Hak Kur'an–ı Kerim'de:
"O kaçıp durduğunuz ölüm muhakkak ki size ulaşacak, sonra da gizli aşikâr her şeyi bilen Allah'a döndürüleceksiniz! O size yaptığınız amelleri bildirecek."(4) buyurmuştur.
–Bak dedim, peşin gördüğün şu dünya seni nasıl kendine çekiyor. Peki ölüm ansızın gelip seni yakaladığında, ne yapacaksın? O vakit, Cenabı Hakk'ın:
"Ne dersin, o inkârcıları yıllarca refah içinde yaşatsak da sonra tehdit edile geldikleri ölüm gelip çatıverse, o yaşadıkları yıllar onları kurtarabilir mi?"(5) ayetinde haber verdiği kimselerden olmayacak mısın? Bunları duyduktan sonra yine dünyaya sarılmaya devam mı edeceksin? Paranın geçmediği, torpilin sökmediği, dünyevi makam ve mevkinin işe yaramadığı o büyük günde, büyük Hâkim huzurunda hesap vermeye hazır mısın? Oysa akıllı insan, ölümü kuşanmadan önce dünyaya veda eder ki, ayrılınca perişan olmasın.
Nefsim bu sözleri kabul etti etmesine de, dilinin ucuyla… Gönlünün hâlâ dünya arzusuyla dolu olduğunu görünce, hayretimi gizleyemedim. Kur'an'ın mesajlarını duyduğu, ölümü gördüğü, ahirete inandığı halde onun azgınlığından, dünyaya olan meylinden vazgeçmeyişini anlayamadım. Uzun uzun araştırdım ve sonun da gördüm ki, onu bu kadar vurdumduymaz, bencil yapan, etkilendirmeyen yegâne sebebin ölümü kendinden uzak görmesidir. Ölümü yakın gördüğü zaman, her yerde karşısına çıkabileceğine, yaş sınırı tanımadığına tam iman ettiğinde, hakiki mümin olmak için gayret edeceğine karar verdim. Şimdi bu duyguyu nefsime tattırmak için çalışıyorum. Biricik Efendimizin:
"Hayata veda edenin namazı gibi namaz kıl."(6) tavsiyesini hayatıma uygulamayı çok arzu ederek...
Allah'ım nefsimi yola getirecek güç lütfeylesin. Bana da diyen herkesle birlikte, İslamı gerçek manada yaşayanlardan etsin. Şu hadis–i şerifteki müjdeye hep birlikte nail olmak duasıyla…
"Akıllı kimse, kendini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışıp hazırlanan kimsedir