PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : GÜRÜN- TARİHİ KÖKENLİ YÖRESEL GELENEKLER:


gul-i_ahmer
17.09.2008, 09:24
TARİHİ KÖKENLİ YÖRESEL GELENEKLER:



Anadolu’nun hemen hemen her yerinde olduğu gibi yöremizde de yapılan her işin ve uğraşın kendine has ve yöresel özellikler taşıyan ve her mevsime göre de değişen şenlikleri, eğlence ziyafetleri vardır. Bütün bunlar dünü bugüne, bugünü de yarına bağlayan folklorik özellikler ve geçmiştin günümüze kadar sürüp gelen ritüellerdir. Şüphesiz ki bu ritüeller de mevsimden mevsime değişiklikler arz ettiği gibi yöremizin temel geçim kaynağı olan hayvancılık ve tarımcılık ile ilgili olan ve kökeni geçmişe dayanan tarihi merasimler bulunmaktadır. Yöremizde kışın uzun sürmesi ve iklimsel takvimlerin de halk arasında yaygın bir şekilde kullanılmasından dolayı halk kendi inanışlarını ve geçmişine ait kültür izlerini kendine has meydana getirmiş olduğu törenlerle geleceğe taşımak için yine kendi özünde bunları merasimleştirmiştir. Kışın uzun gecelerinde halk birbirleriyle bir araya gelir ve köy odalarında toplanır zamanını böyle geçirir. Bu toplantılara da halk arasında Ferfana adını verir. Kış bastırıp yollar da kapanınca Zemheri (Arapça bir kelimedir) ayları girdi demektir. Erkekler bir araya gelip kendilerine göre bir eğlence düzenlerlerken kadınlarda ağıl sekilerinde veya ahır sekilerinde “Sallangaç” kurup eğlenirler bir arada halay çeker, mani söyler ve kışın boş günlerini geçirmeye çalışırlar. Zemherinin on beşi olunca da Kış yarısı şenliği yaparlar. Zemheriden sonra giren gücük ayında da yine aynı şekil devam ettirilir ve bu ayın ortalarında da koç katımının yüzüncü gününü kutlama şenliğini yaparlar. Ardından koca karı fırtınası gelir. Kabayel derken bahar aylarına gelinir. Derken cemreler beklenir. Önce cemre havaya çıkar, sonra suya düşer daha sonra da toprağa. Böylece toprakta hareketlenme başlar. Mart dokuzu beklenir büyük bir özlemle. Hızır Bayramı kutlanır (Nevruz Günü) bu arada Mart kapıdan baktırır, kazma kürek ne varsa yaktırır. Bu zamanlar köylünün en zor ve perişan günleridir. Daha sonra da “April Beşi” gelir. Sıra “Döl dökümüne” gelir. Ardından da kuzuların meleş meleri koyun melemelerine karışır. Mayıs ayında “Çift çıkarma” başlar ve “İlksaban İzi” Bayramı kutlanır. Yaz biberleri ekilir. Ardından da çok sürmez herk zamanı gelir. Ve aradan çok geçmeden koyunların ber’e çıkma zamanı gelir ve bunu “Kırkım ayı” takip eder. Koyunlar kırkılır. Kuzular yunur (yıkanır) ardından çayır biçimi ve otları höbek etme ve kes vurma işlerini görme derken ekin derme ve harman kaldırma zamanı takip eder. Harmanın kaldırılmasıyla birlikte kış erzakının (Devlük) hazırlanması işi başlar. Bulgurlar kaynatılır, unluklar kurtulur, patatesler sökülür, gün dönümünden sonra çıkılan yaylada da gerekli süt, peynir kışlık yağ ve yoğurtlar vs. ler alınmıştır. Sıra gün ışığının azalmasıyla birlikte sonbahar mevsimi (güz ayı) girer. Bu arada kırk gün fakirin yazı gelir. Güz ayında koç katımı yapılır ve bununla birlikte koç katımı şenliği yapılır. Ardından da çok geçmez yine zemheri girer ve yine kış gelir. İşte yöremizin bir yılını dolduran bu yorucu işlerin zorluğu ancak birtakım şenlikler ve merasimler ile bir nebze de olsa yorgunluğu ve bitkinliği atılmaya çalışır. Bütün bu ziyafet ve şenlikler sadece bugün değil dün de vardı. Elbetteki yarın da var olacaktır. Günümüzde yaşananlar geçmişin bir devamı niteliğindedir. Çünkü Anadoluda yaşamış tüm toplumların tümünün de ortak özellikleri Anadolu’da yaşanan bu folklorik yapının bu yapıyı oluşturan ritüellerin hemen hemen birbirinin bir devamı niteliğinde olması ve birbirine benzemesidir. Çünkü günümüzdeki halk yaşayışı ve halkın benliğinde yaşatılan tüm folklorik özellikler ve kültürel güzellikler Eski Çağ Anadolu'sunda da aynı şekilde sürdürülmekteydi. Örneğin Hattiler Devri Anadolu’sunda tarlalar Tanrının sayılmaktaydı. Yörenin Eski Çağda da en temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılık olduğundan bu yüzden ekmek ve şarap, arpa ve buğday kutsaldı. Çünkü onu doyuruyordu. Varlığını idame ettiriyordu. Bu yüzden Anadolu’nun Eski Çağ insanı da bunları kutsuyor ve Tanrılarına kurban olarak sunmaya çalışıyordu. Yöremiz Hititler döneminde de buğday, arpa ekilmesine, bir kısmı bağ ve bahçe yapımına ayrılmıştı. Hububat olarak da arpa ve zimmer adı verilen (bugün zerin) adı verilen buğday ekiliyor, bunlarda un, ekmek ve bira yapılıyordu. Bu yüzden halkın başlıca gıdasını teşkil eden ekmek ile biranın, dini ayinlerde çok önemli bir yeri bulunmaktaydı.

Hattuşa kentinde, bulunan çivi yazılı metinlerde belki de binlerce tablet Hititlere ait her türlü dinsel kökenli ve diğer bayramları adım adım anlatmaktadırlar. Hititlerde bayram törenleri genellikle birbirine benzer işlemlerin belirli bir sıra içinde yapılmasından meydana gelmekteydi. Bayramların çoğu kral veya kral ailesinden birisinin de katılmasıyla kutlanmaktaydı. Ancak bazı törenlere veya her yerdeki törene kralın katılamayacağı açıktır. Bu yüzdendir ki birçok yerdeki bayramları veya ayinleri tapınak görevlilerince icra edilmekteydi. Bazı kentlerin iki tane bayramı olduğu gibi bunların onunun bir yıl içinde birisinin de her iki yılda bir yapılmış olduğunu Hititlere ait olan tabletlerden anlamaktayız. Hititlerde rastlanan bu bayramların bazılarının mevsimlerle ilgili olduğunu yine bu kaynaklar belirtmektedirler. Yağmurla ilgili gök gürültüsüyle ilgili, bayramları olduğu gibi Orak Bayramı, Bağ Bozumu Bayramı, (Üzüm koparma Bayramı) Harman Bayramı (Ekin yığını Bayramı), Yıkama Bayramı (koyun veya kuzu), Dağa Götürme Bayramı (Yaylaya Çıkma) gibi bayramların yanı sıra Yaşlıların Bayramı, Tanrı Anaların Bayramı, Uzak Yerlerdeki İnsanların Bayramı gibi bayramları da bulunmaktaydı. Bu bayramlarda birtakım oyun ve eğlenceler yapılırdı. Bayramlarda kral veya rahip (Tapınak görevlisi) Fırtına Tanrısı ile savaşır gibi yaparlar, Tanrı onları yener, sonra bir rahip krala dönerek: “Korkma! Sen hep muzaffer olacaksın, Fırtına Tanrısı düşmanları senin ayaklarının altına koyacak, sen de onları boş kaplar gibi kıracaksın.” anlamında bir nutuk söyler bunun ardından da dua ve ilahiler okunur... Bu ve bunun gibi daha birçok savaş oyunları ile kralın düşman güçlerini yenmesi temsil edildiğinden, buna ilişkin hareketler törenlerin sevilen bir parçasıdır. Bir başka bayramda kentin adamları bir pınarın başında dururlar, törenlerde eğlendirici işler yapan görevliler onlara saldırırlar, vururlar; kral saray muhafızlarına gözüyle işaret eder, muhafızlar, saldırganları kentten kovarlar. Sembolik savaşlardan biri ise şöyle anlatılır;

“Gençler iki guruba ayrılırlar ve ayrı adlar alırlar. Bir guruba “Hatti adamları” ötekine de Maşa adamları derler; Hatti adamları bakır silahlar, maşa adamları ise, kamıştan silahlar taşımaktadırlar. Onlar birbirleriyle savaşırlar. Hatti adamlarıyla savaşırlar. Hatti adamları galip gelir; birini esir alır ve Tanrıya sunarlar. Genellikle bu oyun, “tarihte gerçekten olmuş bir savaşın canlandırılmasından başka bir şey değildir.” (An. Uy. Tar. Cilt: I. Sayfa: 87-8 Yöremizdeki oynanan çocuk oyunlarından tutunuz da folklor oyunlarına (halaylara halk danslarına) kadar olan her şeyin eskiyle mutlak surette bir bağlantısı bulunmaktadır. Kimileri hemen hemen aynı kimilerinin de isimleri değişik kimilerininki de daha sonraki devirde yaşamış olan toplumlara göre adapte edilmiş bir şekildedirler. İşte bunlardan bazıları da yöremizde yüzyıllardır yapılagelen tarımsal faaliyetlerde bilhassa kırsal kesimde sürdürülegelen ve tarihi nitelikler taşıyan geleneksel halk kültürlerimizdir. Bunlar ise; yöremizde ekin biçmeye (dermeye) başlarken yapılan şenlikler, ekin biçilirken yapılan şenlikler ve ekini bitirirken yapıla gelen şenlikler ile harman zamanında yapılan geleneksel halk yaşayışının ürün olan ritüellerdir. Bunlar, ekine başlama, ekin biçerken yardımcı gitme, keşik etme, pırnat tutma, (pırnat kaldşik etme, pırnat tutma, (pırnat kaldırma), ekin görmeye (tarla görmeye) gitme, ekin salavatlama (kurtarmancalık) gibi hemen hemen hala sürdürülmekte olan geleneksel adet gelenek, görenek ve halk eğlenceleridir. Bütün bu geleneksel adet ve eğlenceler yukarıda da değinildiği gibi kökü eski devirlere kadar uzanan folklorik özellikler taşıyan milli kültürümüzün bize kadar ulaşmış hala da sürdürülmekte olan tarihi izleridirler. Yöremizde hala yaşamakta olan tarihi kökenli yöresel geleneklerin hepsi de aynı şekilde ve aynı özelliktedirler. Bütün bu tarihi kökenli gelenekler geçmişten günümüze değin uzanan tarihi ve milli kültürel miraslarımızdır. Bunlardan bazıları ise: Koç katımı şenliği, kış yarısı eğlencesi, çiğdem eğlencesi, İlksaban izi Bayramı, Hızır Bayramı, Nevruz (Bahar) Bayramı, Tüge (Deve) Oyunu, Tura Oyunu, Sinsin Oyunu, Cirit Oyunu, Güreşler vb... gibi... bütün bu halk ürünleri, halkımızın inanışlarıyla yaşayışlarının özünü oluştururlar...

Ekin biçmeye başlama: Gürün ilçesinin bilhassa köylerinde (kırsal kesiminde) ekine başlarken de ekini bitirirken de birtakım şenlikler ve eğlenceler düzenlenir ki bütün bu geleneksel halk kültürünün temeli Eski Çağ Anadolu’da hatta Orta Asya’ya kadar uzanmaktadır.

Köylüler daha ekin biçmeye (dermeye) başlamadan önce (her köy) kendince ziyaret olarak kabul ettikleri ve kutsal saydıkları mekana giderek topluca namaz kılar dua ederler. Kurban keserler ve kendi aralarında birtakım şenlikler yaparlar ve ekinin hayırlı olması temennilerinde bulunarak birbirlerine “Hayırlı olsun” derler. Ertesi günde ekin dermeye başlanır. Yöremizde ekin derme zamanı ot biçiminden on onbeş gün sonradır. Yani Haziran ayının ortalarından başlayarak Ağustos ayına kadar sürer.

Yöremizde ilk önce mercimekler yetişir. Mercimekler genelde el ile yolunmaktadır. Daha sonra da arpalar yetişir (olgunlaşır). Arpaları biçmeye başlayan köylüler ardından da buğday dermeye başlarlar. Arpalar derilirken buğdaylar firik olmuş demektir. Firik olmuş buğdaydan da arpa ve mercimek derenler tarafından toplanarak bir küçük yığın ot ile birlikte bunu üterler. Buna Firik ütmek denir. Bu firik de ırgatlar tarafından bir yere toplanır. Sonrada avuç ile veya bir bez parçasının içine konularak ovularak içindeki kavurgaya benzemiş bir halde kavrulan buğday tanelerini avuç avuç yerler. Hatta bunun pilavı (aşı) yapılmaktadır. Buğday biçmeye başlanıldığı zaman da herkes evindeki nüfusuna göre ırgatı olur. (IRGAT: Ekin biçen kişi demektir) ya bu ırgatlar yalnızca kendi tarlalarındaki ekini biçerler veyahut KEŞİK adı verilen bir imece usulü ile birbirine yardım ederler. Hangi evin hangi tarlası yetmiş ise giderek hep beraberce o yetkin ekini biçerler. Ve ardından da diğer tarlaları böylece biçerler, buna Keşik etme usulü adı verilir.

Yöremizde hala Orak (Galıç) ile ve tırpan ile biçilmektedir. Traktör sayısının artmasıyla da traktörlü ekin makineleriyle ekin biçme işi de artmış durumdadır. Ekin biçmeye genellikle sabahın erken saatlerinden gidilir. Birçoğu öğle sırası ve kuşluk vaktinde yiyecekleri yemeklerini kendileri götürürken büyük çoğunluk da evinde küçük çocuğu olanlar bir eşek (merkeble) kuşluk vaktinde su testileri (Boduş) ile birlikte tarlaya gönderilir ki buna AZIK (Götürme) adı verilir. Azıkların vazgeçilmez yiyeceklerinden birisi ağartı (yoğurttur) dır. Bilindiği gibi yoğurt sıcak güneş ışınlarının zararlarına karşı vücudun direncini artırmaktadır. Ve güneş çarpmalarını da önlemektedir.

Sabahleyin erkenden tarlaya giden ırgatlar “besmele” çekerek tarladaki ekini dermeye başlarlar. Bu ekin dermeye Çıkın tutma adı verilir. Çıkın tarladaki ırgat sayısına göre küçük veya büyük olabilmektedir. Ekini biçenler (ırgatlar) den çıkının (çıkımın) ekin tarafından bulunan kısmına HON adı verildiği gibi. Bu kısımda duran kimseye de HONCU (Huncu) adı verilir ki “Yöremizdeki anlamı Önde giden, öncü anlamlarına gelir. Tarlanın başında tutulan çıkımın en son kısmında duran kimseye Pöçükçü denildiği gibi, bu kısma da Pöçük adı verilmektedir. Ekin biçen kişinin yani ekinci’nin avucunun içi doluncaya kadar biçmiş olduğu ekin tutamına TUTAM veya PIRNAT adı verilir. Eskiden olduğu gibi günümüzde de Ellik adı verilen ağaçtan yapılmış ve parmaklara takılarak avuç içine alınan ekinin daha fazla alınması için kullanılan bir araçtır.

Ekin biçilmeye başladığının ikinci veya üçüncü günü evin reisi veya evin kadını (hatun) tarlayı görmeye gelir. Bu geleneğe yöremizde ekin görme adeti veya tarla görme adeti adı verilmektedir. Ekin görmeye gelen ev reisine veya hatununa tarlada ekin biçenler tarafından onu görünce ellerindeki ekinleri kaldırarak gösterirler. Yani pırnat kaldırırlar. Bu adete yöremizde Pırnat kaldırma adı verilir. Ekin görmeye giden kimse eli boş gitmez birçok yiyecek işler götürülür. Akşamleyin de mutlaka yemekte ziyafet için mutlaka yöremizin (kırsal kesimin) en baş yemeği sayılan ve kökeni Orta Asya’ya kadar dayanan Kömbe yemeği bulunur. Ayrıca da evin reisi tarafından ekinin biçiminden sonra birtakım giyinilecek eşyalardan hediye alınacağı vaad edilir. (Beypınar Köyü)

Irgatlar tarafından biçilen ekinler ve tutulan pırnatlar bir araya getirilerek "“deste"”adı verilen yığınlar yapılır. Başakların bulunduğu taraf yığının içine gelecek şekilde yığılmaktadır.



MEHMET ALİ ÖZ


DEVAMI VAR:)

gul-i_ahmer
17.09.2008, 09:25
DEVAMI:)

EKİN SALAVATLAMA:



Yöremizde “ekin bitirme” olarak yani ekinin sonunu biçmek anlamına gelen bu adet de yöremiz halk geleneklerinden sadece birisidir. Yöremizde herhangi bir işin sonunu getirmek anlamında “Salavatlama” veya “Sünnetleme” adı verilmiş olduğundan ekini bitirme işine de yöremizde ekin salavatlama olarak denilmekte ve böylece sürdürülmektedir. Irgatlar tarafından derilmeye başlanmış ekinin artık son çıkımına gelindiğinde ve çok az bir kısım kaldığında bu ekin çoğu kez “kurdun kuşun hakkıdır” diyerek bırakılmaktadır. İşte bu sonlara doğru ekin biçiminin ve tarlanın bitirildiılmaktadır. İşte bu sonlara doğru ekin biçiminin ve tarlanın bitirildiği zaman ırgatlar arasında en yaşlı olan veyahut Honcu tarafından birtakım maniye benzer dörtlükler söylenir ki buna EKİN SALAVATLAMA adı verilmektedir. Bu dörtlüklerden bazıları şöyledir:

Adem ekti kökünü

Cebrail söktü kökünü

Peygambere salavat denildiğinde herkes çokça Hz. Muhammed S.A.V.’e salatü selam getirirler. Ardından Honcu mani söylemeye devam ederek;

Habil eker kabil biçer

Çütçü dayı çütün koşar

Verelim Muhammed’e salavat...



Ekenler eker, biçenler biçer

Cennetin kapısını cömertler açar

Verelim Peygamberimize salavat...



Pirimize rahmet

Rençbere kuvvet

Tarlaya bereket

Peygambere salavat... Diyen Honcunun ardından bütün ırgatlar da hep bir ağızdan Allah! Allah! nidalarıyla bağırırlar. Böylece ekin biçiminin de sonuna gelinmiş olur. Bu arada da bütün ırgatlar ellerindeki galıçları (orakları) getirerek Honcunun önüne atarlar. Ve “Düşmanıyın ömrü de bu kadar olsun” derler. Honcu ise buna karşılık olarak: Ellerinize sağlık diye cevap verir ve “Bahşişiniz başım üstüne” diyerek kalıçları eline alır gider çıkımın başına yakın bir yere otururlar. Eğer Honcu evin reisi ise ne ala, değilse önüne atılmış olan ve karşılığında bahşiş istenilen orakları getirerek o akşam aile reisinin önüne atar ve bahşiş ister. Evin reisi de onlara bahşişlerini verir.

Ekinin bitirileceği, bir gün önceden haber verilir. Ve “Ekin yarın kuruluyor hazırlığını ona göre yap” denir. Evin hatunu da ona göre hazırlık yapar bir kuzu veya koyun kestiği gibi horoz veya tavuk da kesebilir. Ayrıca o mevsimin sebzelerinden ve meyvelerinden de ikram edilir. Tatlılar da yenir. Halk geleneklerinden birisi olan bu şenliğe de yöremizde Ekin Kurtulmacası adı verilmektedir.



İLK SABAN İZİ BAYRAMI

Bu bayram genelde Türk dünyasının her yöresinde görülür. Kırım Türkleri buna “SABAN-TOY” adı verirken, Kars’ta da bizim buralarda olduğu gibi “ÇİFT-ÇIKARMA” adı verilmektedir. Çift çıkarma bayramı genel bir bayram niteliğinde olmasına rağmen yöresel birtakım özellikler ve yöresel değişiklikler göstermektedir.

Orta Asya Türklerinde de hala devam eden bu geleneksel bayram yöremizde de yapılmaktadır. Köyün en yaşlı ya da en sevilen kişisi bir çift öküzü alarak saban ile birlikte köyün en yakınındaki ve köye görünen bir tarlaya götürür ve sabana koştuğu öküzlerle bu tarlayı sürmeye başlar böylece o yılın da ilk çiftinin başlamış olduğunu yani çiftin çıkmış olduğunu o yöre halkına bildirmiş olur. Böylece, İLK SABAN İZİ ortaya çıkmış olur. Bu hem de bu törenin başlatılması demektir. Bunu gören köylülerden de öküzünü alan giderek ilk sabanı koşan kişinin yanında öküzleri koşarlar. Köyün kadınları da kendi aralarında herkes evinde un, yağ, gibi yemek malzemelerinden getirir ve bir evde genelde de ilk sabanı koşan kişinin evinde toplanarak her türlü yemekleri yapmaya başlarlar. Bilhassa da baş yemek olarak undan yapılmış olan KOMBE yapılır. Bu köyün hemen hemen her evinden toplanan undan yapılan bu çörek cinsinden olan yemek iki saç arasında ve altına ve üstüne ateş konarak (KÖZ) pişirilir. Kalınlığı ise yaklaşık 2-3 cm. kalınlığındadır. Bu Kömbe yemeği aynı şekilde kış yarısında ve Mayıs ayında Hıdırellez gününde de yapılmaktadır ki bu yemeğin ve geleneklerin de menşeileri Orta Asyadır.

Bu yapılan yemekler ilk tarla veya çift azığı olarak ilk sabanın koşulduğu tarlaya köylü kadınlarca götürülür. Hemen hemen köyün hepsi de erkekli kadınlı toplanarak bu yemekleri yerler. Yine kadınlarca götürülmüş olan yumurtalar da öküzlerin karınlarının altına konarak kırılırlar ve götürülmüş olan Kömbe yemeğinden de bu öküzlere de verilerek yedirilir ve herkes birbirine HAYIRLI OLSUN dileklerinde bulunurlar. Böylece artık bir ay boyunca çift süren saban veya pulluk çekecek olan öküzlerin hamları (ilk yorgunlukları) alınmış olur ve hem de bu şenlik düzenlenmiş olur.

Günümüzde sabanın yerini pulluk, pulluğun yerini de traktör alması dolayısıyla da artık bu adetlerde yavaş yavaş unutulmya yüz tutmuş ve yapılamaz olmuştur. Artık tekniğin ilerlediği günümüzde teknik ve ilerlemenin örf ve adetlerimizde ve geleneklerimizde bir erozyon ve yozlaşmaya sebep olmamasının şart olduğunu da genç nesillere anlatmamız zamanı gelmiş ve hatta geçmiş diyebiliriz.

İlk saban izinden sonra da bir ay boyunca köylüler yaz biber ekmeye başlarlar. Bunun ardından da herk zamanı gelir ve daha sonra da çayır ve ot biçim zamanı gelir ve daha sonra da Arpalar yeter ve buğdaylar firik olur. Buğdayların yetmeye yüz tuttuğunu belirlemek amacıyla da bu yarı yetmiş yarı yetmemiş buğdaylardan firik denilen bir kavurga turu yiyecek şenlikleri yapılır ve bundan biri hatta veya on gün sonra da buğdayların derilmesine başlanır.

Daha sonra, harman zamanı gelir ki bu da toplanan buğday, arpa gibi Zirai İrünlerin harmanlanıp deneleriyle samanlarının ayrıştırılması işine başlanır. Dana sonra da unluklar yıkanır, bulgurluklar yıkanır ve hedikler kaynatılarak kış yiyeceklerinin hazırlanmasına başlanır bütün bu işler yapılırken de birtakım şenliklerin yapılması da vardır. Yöremizde her bir mevsimin işlerinin ve bu işlerin yapıldığı zamana ait birtakım da şenlikler vardır. İşte yukarıda anlatılan İLKSABAN-İZİ Bayram veya şenliği de bu şenliklerden birisidir ve Orta Asya Türklüğünün Anadolu’da da sürdürülmesinin (geleneklerinin) birer nişanesinden başka bir şey değildir...



HIZIRELLEZ BAYRAMI

Her ne kadar eskisi kadar önemli ölçüde kutlanmasa da hala bizim yörelerde sürdürülmektedir. Aslında buğday kavurması olan (Kavurga) kavurga ve kavut yapma geleneğinin bulunduğu her bölgede ve yörede bu kutlama şöleni vardır ve yapılmaktadır. Aslında gerek kavurga ve gerekse kavut adındaki yiyecekler bu kutlanma gününden (Eskiden) kalma yiyecek (tarihi) çeşitleridirler.

Kavurga, buğdayın bir sac üzerinden ateşin üstünden kavrularak pişirilmesiyle elde edilen ve yöremizin vazgeçilmez yiyeceklerinden birisidir. Kavut ise, bu yiyeceğin yani kavurganın dövülerek veya öğütülerek pekmez veya şekere veya şerbete karıştırılarak yenecek hale getirilmesi halidir.

Anadolu’nun birçok yerinde Hıdır/Hızır Nebi (Hızır-İlyas) günü zemherinin (kış aylarının) 27’si ile Şubat(Gücük ayı)nın 3’üne kadar olan günlerde yapılmaktadır. Oysaki bizim yöremizde bu zamanlar Kış yarısı eğlenceleri yapılmaktadır.

Hızır Bayramı ise Mart dokuzu (22 Mart gününde) nda yapılan Nevruz Bayramından daha sonra yapılmaktadır. Bunun tarihi ise 6 Mayıs günüdür. Halk arasında bilinen sayılı günlerden Berdül aceze(Kocakarı Fırtınası)den sonra yapılmaktadır. Yani 6 Mayıs günü yapılır. Bu gün ise, Hızırellez (Hızır elyas) günüdür. Hızır, “ateşi” temsil ederken, Ellez (İlyas) de suyu temsil etmektedir. Hızırellez günü halkımız arasında şöyle algılanmakta veya inanmaktadırlar: Hızır peygamber ile Elyas peygamberin buluştuğu gündür. Aslında bu inanış dinsel kaynaklıdır. Hemen hemen her ulusa ait buna benzer mitolojik bir anlatı vardır. Müslümanlar arasında dolayısıyla Türk ulusunun bu konudaki inanışı Kur’an kaynaklıdır. Kehif (mağara) suresinin 59-75. Ayeti kerimelerinde Musa peygamber ile Allah’ın kendisine ilim ve hikmet verdiği bir genç (Hızır) biraraya gelerek seyahat ederler ve bir su kenarında birleşirler. Bir başka dayanağı ise yine Kur’an-ı kerimde Saffat suresinin 129-130. Ayeti kerimelerinde İlyas aleyhisselamdan bahsedilmiş olmasıdır. Yöremizde Hızırilyas gününde “Kavut”adı verilen bir yiyecek yapılır. Bu günde konu komşu birbirlerini evlerine davet ederler yapmış oldukları kavut ve kavurgalardan ikram ederler. Bu günde yapılan kavurgadan da biberlik(tohumluk)buğdayların( çuvallarının)içine bereketlendirsin ümidiyle konulmaktadır. Ayrıca yine buğdaydan yapılmış bir yiyecek olan undan “Kömbe”adı verilen bir yiyecek yapılır. Bu yemek Gürün’ün birçok köyünde baş yemek olarak yapılmaktadır. (Beypınar, Yılanhüyük, Karadoruk, Yolgeçen gibi köylerde)bunun sebebi de Kömbe/Kömme yemeğinin Hızırellez günü yapılan yemek olmasından ve kutsal sayılmasından ileri gelmektedir. Çünkü Hızırellez günü, Hızırellezin gelerek o eve uğraması dileğiyle evlik denilen un, bulgur gibi yiyeceklerin konduğu odanın bir köşesine bir miktar un elenir ve açıkta bırakılır. Bu unun üzerine gelerek Hızır Aleyhisselamın atının ayağının basacağına inanılır. Eğer bu unun üzerinde bir at nalı resmi görülür ise bu eve o gün Hızır Aleyhisselamın uğramış olduğuna inanılır ve bu undan da evdeki bütün yiyeceklerin üzerine serpiştirilir ve bereketli olacağına da inanılırdı. İşte bazı yörelerimizdeki Kömbe yemeğinin baş yemek olması ve ağır misafir olarak adlandırılanlara da bu yemeğin yapılmasının sebebi budur. İşte 6 Mayıs günü yapılan şenliklere ve bu günde bütün komşuların bir araya gelerek kavurga, kavut, kömbe gibi yiyecekleri de yaparak hep bir arada yemeleri ve birtakım şenliklerde bulunmalarına Hızır Bayramı veyahut Hızırellez (Hızır Elyas) günü adı verilmektedir. Bu şenlik geleneğinin de Eski Türklerden günümüze kadar ulaşmış Eski bir Türk geleneği olduğundan şüphe yoktur. Her gelenekte olduğu gibi, bu gelenek de artık unutulmaya yüz tutmuştur.





ÇİĞDEM EĞLENCESİ:



İlçe merkezine göre köylerimizde eski geleneklere ve törenlere daha sıkı sıkıya bağlılık mevcuttur. Bu her konuda da böyledir denilebilir. Bunun içindir ki yöremizde baharın iki müjdecisi olarak kabul edilen iki çiçek türü vardır. Bunlardan birisi Çiğdem, diğeri Nevruzdur. Nevruz’un kelime anlamı Farsça’da “Yeni gün” anlamına gelmektedir. Nevruz ilkbahar ayının da müjdecisidir. Çünkü karlar erimeye başlayıp otlar yeşermeye başladığı zaman ilk çıkan çiçeklerden olan nevruz yöremizde bilhassa da çocuklar tarafından kırlara toplanmaya giderler. Ve herkes bu çiçekleri sevdiklerine getirerek hediye ederler. Nevruz çiçeği yöremizde toplandığı zaman aynı yemlik veya madımak gibi yenildiği de olur. Sivas’ın bir çok ilçesinde, aynı yumurtalı ıspanak gibi yumurta ile çiğdem mıhlası yapılarak yenilmektedir.

Çiğdem ise, karlar erimeye başladığı zaman yamaçlarda bu çiçek açmaya başlar. İlkbaharda ilk meyvesini veren çiçek Çiğdemdir. Köylü çocuklar ellerine aldıkları ve adına da “Kösgüç” veya “Deplengi”(Beypınar köyü, Yolgeçen Köyü) kazıma aleti olan değneklerle, ucu sivri aletlerle dağlara giderek bu çiğdemleri köküyle beraber çıkarır toplar ve bir araya getirirler. Çiğdem toplamaya giden çocuklar birer gurup olarak giderler. İçlerinden bir kısmı çiğdemleri topraktan çıkar birer gurup olarak giderler. İçlerinden bir kısmı çiğdemleri topraktan çıkarırlarken bir kısmı da aynı köylü kadınlarının saç örgülerine benzeyen melikler şeklinde süslü bir şekilde örerler ve boyunlarına takılacak birer bukle haline getirirler. Her çocuğun boynundan en az üçer dörder tane böyle Çiğdem örgüsü melikleri bulunur ve bunları getiren çocuklar köyün içine dalarlar. Ellerinde köküçleri ve boyunlarında da bu Çiğdem melikleri bulunduğu halde hep bir ağızdan çiğdem türküsünü söyleyerek köyün içinde dolaşırlar.

Çiğdem Türküsü şöyledir:

“Çiğdem çiğdem çiçecik

Ebemoğlu köçecik

Çiğdem geldi kapıya,

Yağ çıkarın kapıya

Yağ olmazsa bal olsun

Oğlun uşağın bol olsun

Oğlun uşağın sağ olsun

Verenin oğlu olsun

Vermeyenin kızı olsun

Kız çatlasın da ölsün

Oğlan yanımıza gelsin

Gelsin de bize yoldaş olsun”

daha buna benzer sözlerle köyü aşağıdan yukarıya doğru dolanırlar. Bu sesi duyan köylü kadınlar da kapıya çıkarlar ve kızlar da bunları seyan ederler. Köylü kadınları bu çocuklara yağ, şeker, un gibi yiyecek şeylerden verdikleri gibi çiğdem getiren çocuklar da bu kadınlara getirmiş oldukları Çiğdemlerden hediye ederler. Çocuklardan alınmış olan bu Çiğdemleri öylece yedikleri gibi köylü kadınları bundan Çiğdem aşı, Çiğdem pilavı ve Çiğdem sütlacı pişirerek ev hanesiyle birlikte yerler. Çocuklarda toplamış oldukları yiyeceklerle bir evde toplanarak çeşitli yiyecekler pişirirler ve onları bir bayram veya düğün havasıyla yer ve şenliklerde devam ederler. Bir kısmını da bakkal veya birisine satarak daha değişik şeyler alarak bunu da o eğlence esnasında yerler. Bunun yanı sırada köyden gerçekten ihtiyacı olanlara da götürerek hediye ederler ve onun dualarını almaya çalışırlar. O gün akşama kadar süren şenlik de böylece bitmiş olur. Artık her gelenek gibi bu eğlence geleneğimiz de unutulmuş durumdadır.



NEVRUZ (BAHAR)BAYRAMI:



Halk arasındaki takvim ile resmi takvim arasında bir takım farklılıklar mevcuttur. Halk arasında 30 Ocak ile 22 Mart arasındaki günlere hamsin(Arapça bir kelimedir ve elli gün demektir.)

Mesela halkın kullandığı ve “Baba-Dede hesabı” adını verdiği bu takvim resmi takvime göre 13 günlük bir fark vardır. Halkın takvimi resmi takvimin her zaman 13 gün gerisinde takip eder. Bir misal vermek gerekirse diyelim ki resmi (miladi) takvimde takvim yaprağı 13 Martı gösteriyorsa; o gün halkın takvimine göre, tarih bir marttır. Yani Mart ayının ilk günüdür. Yöremizde önemli sayılan bir gün vardır ki bugün de Mart dokuzu’dur. Çünkü babadede hesabına göre hem Mart dozunda belirli bir fırtına olur. Hemde yeni yılın başlangıcıdır. Eski hesaba göre Mart dokuzu iken resmi takvimlerde: 13-9-22 Mart gününe tesadüf etmektedir. Bu tarih ise Eski Türklerle bugünkü İranlılarda yeni yıl başlangıcıdır. Yani “Nevruz Günüdür. Bu kelime anlam olarak “Yeni Gün” manasına gelmektedir. Fakat yılbaşı anlamında kullanılır olmuşutr. Aynı zamanda bugün Koç Burcuna Güneş’in girdiği tarihtir.

Rumi takvimde de bu tarihe yer verilen ve eskiden Araplar da İranlılardan geçmiş olan bu takvimi Eski Türkler de kullanmaktaydılar. Babadede hesabına rastgelen bugün aynı zamanda Türkler’in Ergenekon’dan çıkış günleridir. Bu yüzdendir ki Orta Asya kökenli bir tarihi geçmişi bulunması itibariyle de Anadolu’nun birçok yöresinde bugün bir bayram veya şenlik günü olarak kutlandığı gibi bizim yörede de bir şenlik günü olarak kullanılmaktadır. Tabii bu şenliklerde yöreye göre birtakım değişiklikler veya farklılıklar göstermektedir. Yöremize bugünde birtakım yiyecekler yapılır ve ev ziyaretleri olur. Başta Kömbe yemeği olmak üzere yine kavurga, kavut gibi yiyecekler yapıldığı gibi yine buğdaydan yapılan ve çimlendirilmiş buğdaydan elde edilerek yapılan ve adına da “Uğut” denilen özel bir yemek yapılmaktadır. Bu ve diğer yapılan yiyecekler misafirlere ikram edilir ve birtakım ziyafetler ve şenliklerin ardından da herkes evine dağılarak bu törende böylece yapılmış olur. Ne yazık ki bu tören de yıllar geçtikçe bilhassa da yeni nesil tarafından unutulmaya yüz tutmuş durumdadır...



DEVE OYUNU (TÜGE OYUNU)



Gürün ilçesi’ne bağlı hemen hemen her köyünde eski yıllarda oynanan, günümüzde unutulmuş olan eski bir halk geleneği ve orta oyununun adıdır. Bu eski eğlence geleneğimiz de yavaş yavaş unutulmaya yüz tutmuş gibidir...

Bu oyunda, bir devenin yürümesi, boynunda asılı çan ve diğer süs eşyalarının çıkardığı sesleri, bu oyunu oynayan oyuncular veya kişiler büyük bir ustalıkla bu hareketleri ritmik olarak çalarlar.

Deve yapmak için uzun boylu iki kişi arka arkaya dururlar. Öndeki oyuncunun omuzuna bir küçük çocuk bindirilir. Çocuğun başına da devenin kafasını andıran bir “başlık” giydirilir. Üstüne de deri veya kumaştan deve şetlini alan bir örtü (çul) örterler. Bu iki kişi dört ayak oluşturduğu için ayaklarına da deve ayağını (tabanını) andıran şeyler giyerler veya keçi derisi ve koyun postu bağlarlar. Bu deveyi de, eşek şekline bürünmüş iki kişiden oluşan eşeğe binmiş bir çocuk çeken bu çocuk genelde de kel veya çelimsiz bir yapıda olur. Zaman zaman deveyi çekerken yellenmesi seyreden halkı güldürdüğü gibi aynı zamanda da yaptığı komik hareketlerine de büyük bir güldürü ve beğeni toplar. Bu oyun esnasında def çalınır, çan çalınır ve çeşitli küçük ziller de çalınmaktadır. Deve de bu çalınan müziğin ritmine uygun olarak birtakım hareketler yapar ki bu da yine halkın yani seyredenlerin güldürülmesine yönelik olmaktadır. Ayrıca da çocuk deveyi yağlamak ve kaşağılamak gibi hareketleri de simgesel olarak yapar bu hareketlerde orada temasa edenlerin beğenisini ve güldürüsünü bol bol da alkışını toplar.

Bu oyun genelde kış yarısında oynanmaktadır. Hala Beyınar Köyünde Yolgeçen Köyünde ve Yılanhüyük gibi köylerinde oynanmaktadır. Bu oyun bugün Anadolunun çeşitli yörelerinde oynandığı gibi bugün Doğu Türkistan da Uygur Türkleri tarafından da oynanmaktadır. Bu oyundaki anlatılan ve verilmekte olan imaj veya mesaj güçlü olan devenin bir küçük ve çelimsiz çocuğun egemenliği altına girmesi dramatize edilerek anlatılmaktadır.

Bu oyunun hala yöremizde ve Anadolu’da oynanması Türkiye Türkleri ile Orta Asya Türkleri arasındaki kültürel ve etnik bağlantıyı bir kez daha bizlere apaçık bir şekilde anlatmaktadır.

Bu oyunun oynandığı zaman oyuncular ev ev kapı kapı dolanarak ev ziyaretleri de yapmaktadırlar. Hem ev ziyaretlerini yaparlar, hem de bazı maniler söylerler. Mesela, Beypınar Köyünde deve oyunu oynarken söylenen manilerden birisi şöyledir:

“Deve geldi kapınıza

Hediye verin kabımıza

Dua ederiz hepinize

Siz de gelin eğlencemize”

..............





SER-İ SALE(YILBAŞI)OYUNU:



Ser, eski dilde “baş, başlangıç” demektir. “Sal/sale” ise, yıl demektir. Bu iki kelimenin oluşmasıyla; “Ser-i Sale” yılbaşı demektir. Yılbaşı oyunu demektir.....



Gürün ilçesinde eskiden oynanan diğer seyirlik (Halk Orta Oyunları) Oyunlar



Deve Oyunu: Oyun kapalı yerde oynanır. Oyunculardan biri deve yapılır. Üzerine kilim, halı gibi şeyler örtülür. Diğer taraftan karasaban eneği(enek,karasabanın elle tutulan ve toprağa batan kısımdır.) çeşitli renklerde bezlerle, baş örtüleriyle sarılarak deve boynu yapılır. Baş kısmı daha kabaca sarılarak devenin başı oluşturulur. Deve boynu deve olan oyuncunun göğüs kısmına bağlanır. Deve tamamlanmıştır. Deve olan oyuncu seyirciler arasında dolaşmaya başlarken seyircilerde onun yürüyüşüne ve görünüşüne hareketlerine bakarak gülerler.

Cirit Oyunu: oyuncu sayısı tektir. Kapalı yerde oynanır. Uysal bir köpek getirilir. Üzerine bir çul parçası atılır. Ağzına ağaçtan yapılmış gem verilir ve ön ayaklarından birine ip bağlanır. Oyuncu elinden bir sopa ile köpeğe biner. Gemi eline alır. Köpeğin ayağına bağlı ipi ise bir yerine tutturur. Oyuncu sırtına bindiği bir köpekle oda içinde hızlı hızlı koşturur ve elindeki sopayı cirit gibi fırlatır. Köpeği durdurmadan gemi kullanır. Arada köpeği durdurduktan sonra köpeğin ön ayağına bağlı ipi çeker. İpin çekilmesiyle köpek ayağını yukarı kaldırır. Böylece oyuncu atın deşinmesini (şahlanışını) taklit eder.

Güreş Oyunu:Oyuna davulcu ve ikinci bir kişi katılır. Oyun oda içinde oynanır. Ortaya bir kilim serilerek üzerine bir yastık konulur. Davulcu:

Eheeey ağalar...Şimdi güreşimiz başlıyor. Başa bir toklu...

İkinci oyuncu soyunur ki bu oyuncu daha ziyade güreşten az çok anlayan güreş oyunları bilen kişilerden olur. Güreşçi soyunduktan sonra davulcu davulunu çalmaya başlar. Güreşçi meydana gelir. Ortalıkta perdah yaptıktan sonra kilimin üzerindeki yüz yastıkla güreşmeye başlar. Hareketleri sanki karşısındakini de gerçek güreşçiyle güreşiyormuş gibi tabiidir. Güreşçi yastıkla güreşirken bildiği bütün oyunları gösterir. Oyunları bittikten sonra kendi alta yatar ve yastığı üzerine alır ve böylece kural gereği yine kendi yenilmiş sayılır ve toklu kalır.

Gür-gür Oyunu: Oyun açık yerde oynanır. Oyuncu sayısı belli değildir. Oyuna katılanlar kendi aralarında anlaşarak oyuna muhtaç kişiyi seçerler. Bu kişinin oynanacak oyunda hiç haberi olmaz. Diğer oyuncular ellerine çamur ya da siyah boyaları ellerine sürerek ve ellerini saklayarak oyunculardan birinin işaretiyle seçtikleri kişiye doğru harekete geçerler. Oyunculardan biri:

-“Gür” diye bağırır hep birden seçilen kişiye doğru hızla koşarak gelirler. Oyuncu tekrar bağırır:

-“Sür”

Bunu üzerine oyuncularla ellerinde saklı çamura ise, ya da siyah boyayı o kişinin yüzüne sürerek kaçarlar. Kimsenin beklemediği oyunculardan başka kimsenin bilmediği bu durum karşısında orada bulunanlar yüzün çamur, is ya da boya sürülen kişiye bakarak gülerler.

Sarımsak Oyunu: Oyun bir oda içinde oynanır. Sarımsak satıcısı rolünü üstlenen bir kişi olarak odaya girerek:

-Komşular atım, öküzüm öldü, kendime bir koşu alacağım. Elimde(.....)kilo sarımsak var. Satacağım. Alırsanız bende bu parayla koşu alırım.

Bunun üzerine baştan başlanarak oda da bulunanlara sarımsak satılır. Toplanan para satıcıya verilir, oda kendine koşu alır.

Can buldu Oyunu: Bu oyun “kış yarısı eğlencesinin bir başka çeşididir.” Oyun Ocak ayının içinde her yıl aynı günde olmak üzere oynanır. Çünkü köylü kuzuların bu günde annelerinin karnında canlanır. 9-10 genç bir araya gelerek oyunu oynar. Ocak ayının 15 inde köyün çobanları ve 9–10 genç birleşirler. Gençlerden 5-6 sı kadın elbiseleri giyer başlarına yemeni örterler. Oyunculardan biri “Can buldu” olur. Can buldu’nun sırtına kambur yapılır, kendirden sakal takılır, başına şapka olarak el leğeni konulur ve eski elbiseler giydirilir. Ayrıca elbisenin birkaç yerine gonguldak (koyunların boynuna takılan küçük çan) asılır. Canbuldu, gençler ve kadın elbisesi giymiş olanlar hep birlikte köyün ilk evinin önüne gelirler. Canbuldu kapıyı çalar ve ev sahibi dışarı çıkıp sırar:

-“Ne istiyon”?

-“3 batman yağ, beş külek bulgur, bir batman tuz,” der ve gonguldaklarını sallayarak kendini yere atar ölü numarası yapar. Bunun üzerine canbuldu ile gezenler onun başına birikerek ağlaşırlar:

“Elem elem ektiğim

Çayır çimen söktüğüm

Ne yatıyon burada

Başına su döktüğüm”

Bunun üzerine ev sahibi can buldu’ya töre olarak para,yağ,bulgur gibi şeyler verir. Töresini alan canbuldu ve beraberindekiler oradan başka bir eve giderler. Bütün köy evleri böylece dolaşıldıktan sonra toplanan bulgur ve yağla pilav yapılır para ile de yine oyuna katılanlar yitecek şeyler alınır.

Berber Oyunu: Oyun kapalı yerde oynanır. Bir kişi berber olur. El leğenine su doldurarak içeri girer. Elindeki ateş maşasını el leğenindeki suya batırarak içeride bulunanların hepsini traş eder.

Çarık Oyunu: Oyun kapalı yerde oynanır. Oyuna başlanacağında hiçbir kimse içeriden dışarı çıkamaz, dışarıdakilerde içeri giremez. Oyun ev bir çarığa ip takarak suya batırır ve ıslak çarığı içeride bulunanların kafası üstünde tutarak:

-“Şakül (çekül) tutuyorum” der. Çarığın yüzlerine değmemesi için sağa sola eğilenler olduğunda oyuncu elindeki değnekle:

-“Vay benim vay sırtım” diyerek sakınanların sırtlarına vurur. Oyun böylece belli bir süreye kadar devam ederdi.



03-Halk Tiyatrosu



Ülkemizde tiyatronun köklü bir geçmişi vardır. Başlı başına bir sanat dalı olana tiyatro konularının insanların toplumun yaşamında alır veya ona dayandırır. Tiyatronun, günümüzde insanı eğiten, ona yön veren işlevi daha da belirginleşmiş bulunuyor. Tiyatroyu salt sahnelerde tiyatro içeriğine uygun dekorlar arasında görmek veya en azından öyle sanmak yanlıştır. Çünkü tiyatro halkın yaşamında olmuştur, gelişmiştir. Herhangi yörede ilçede ya da bu ilçelere bağlı herhangi bir köyde köy halkının tabii yaşayışı ve hayat akışı içinde gelişen olaylar kısaca yaşam başlı başına bir tiyatro gibidir. Halk tiyatrosunda dekor yaşanılan doğal çevredir ve aktörleri de yaşanılan yerdeki halktır. Herhangi bir kasaba ya da köyün insanlarıdır. Eskidan ilçemizde ve bağlı köylerinde, “Oyun çıkarma” adı verilen, genellikle düğünlerde ya çeşitli mevsimlik şenliklerde oynanan ve eğlendirmeyi düğün ya da şenliğe katılanları neşelendirmeyi amaçlayan oyunlara “köy orta oyunu” ya da “seyirlik” adı verilirdi. Buna halk tiyatrosu da diyebiliriz. Bu oyunlar da oyuncu sayısı sınırlı değildir. Oyuna daha ziyade şakaya dayanan yöresel anlatımla “ işi mızıkçılığa” bozmayan kişiler katılabilirler. O oyunlarda sahne ev, avlu, köy meydanı, dekor ise doğal görünümdür. Oyunların temel amacı yukarıda değindiğimiz gibi eğlenceyi, kurallara uyumu ve dayanıklılığı hedef alır. Bu oyunların bazıları şunlardır:hepsinin de kökeni çok eskilere dayanmasına rağmen yine de biz bu oyunları tarihi kökenli oyunlar ve diğer oyunlar şeklinde bölümlendirerek iki şekilde inceleyebiliriz:



Sarımsak Oyunu: Oyun bir oda içinde oynanır. Sarımsak satıcısı rolünü üstlenen bir kişi olarak odaya girerek:

-Komşular atım, öküzüm öldü, kendime bir koşu alacağım. Elimde(.....)kilo sarımsak var. Satacağım. Alırsanız bende bu parayla koşu alırım.

Bunun üzerine baştan başlanarak oda da bulunanlara sarımsak satılır. Toplanan para satıcıya verilir, oda kendine koşu alır.

Canbuluş Oyunu: Bu oyun “kış yarısı eğlencesinin bir başka çeşididir.” Oyun Ocak ayının içinde her yıl aynı günde olmak üzere oynanır. Çünkü köylü kuzuların bu günde annelerinin karnında canlanır. 9-10 genç bir araya gelerek oyunu oynar. Ocak ayının 15 inde köyün çobanları ve 9–10 genç birleşirler. Gençlerden 5-6 sı kadın elbiseleri giyer başlarına yemeni örterler. Oyunculardan biri “Canbuluş” olur. Canbuluşun sırtına kambur yapılır, kendirden sakal takılır, başına şapka olarak el leğeni konulur ve eski elbiseler giydirilir. Ayrıca elbisenin birkaç yerine donguldak (koyunların boynuna takılan küçük çan) asılır. Canbuluş, gençler ve kadın elbisesi giymiş olanlar hep birlikte köyün ilk evinin önüne gelirler.Canbuluş kapıyı çalar ve ev sahibi dışarı çıkıp sırar:

-“Ne istiyon”?

-“10 batman yağ, beş külek bulgur, bir batman tuz,” der ve donguldaklarını sallayarak kendini yere atar ölü numarası yapar. Bunun üzerine conguluşla gezenler onun başına birikerek ağlaşırlar:

“Elem elem ektiğim

Çayır çimen söktüğüm

Ne yatıyon burada

Başına su döktüğüm”

Bunun üzerine ev sahibi canbuluş’a töre olarak para,yağ,bulgur gibi şeyler verir. Töresini alan conguluş ve beraberindekiler oradan başka bir eve giderler. Bütün köy evleri böylece dolaşıldıktan sonra toplanan bulgur ve yağla pilav yapılır para ile de yine oyuna katılanlar yitecek şeyler alınır.

Berber Oyunu:Oyun kapalı yerde oynanır. Bir kişi berber olur. El leğenine su doldurarak içeri girer. Elindeki ateş maşasını el leğenindeki suya batırarak içeride bulunanların hepsini traş eder.

Çarık Oyunu:Oyun kapalı yerde oynanır. Oyuna başlanacağında hiçbir kimse içeriden dışarı çıkamaz, dışarıdakilerde içeri giremez. Oyun ev bir çarığa ip takarak suya batırır ve ıslak çarığı içeride bulunanların kafası üstünde tutarak:

-“Şakül(çekül)tutuyorum” der. Çarığın yüzlerine değmemesi için sağa sola eğilenler olduğunda oyuncu elindeki değnekle:

-“Vay benim vay sırtım” diyerek sakınanların sırtlarına vurur. Oyun böylece belli bir süreye kadar devam eder.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .





KIŞ YARISI EĞLENCESİ:



Kış aylarının tam ortasında köy halkının çeşitli etkinliklerle kutladığı ve çeşitli orta oyunlarının oynandığı tarihsel şenliğe kış yarı eğlencesi adı verilmektedir. Bilhassa kış yarısı eğlencelerinde orta oyunu oynayan oyuncular her eve uğradıklarında bu maniyi söyleyerek o ev halkından un, yağ, şeker gibi yiyecek malzemeleri isterler ve o ev sahibi de bunlara istediklerini verirler. Bu toplanan malzemeler de bir evde toplanarak çeşitli yiyecekler yapılır ve hep bir arada neşe ve eğlence ile yenilerek gece geç saatlere kadar bu durum sürdürülür. Daha sonra da herkes evine dağılarak, hem şenlik hem de oyun sona erdirilmiş olur.



CENNET CEHENNEM OYUNU



Bu oyun, aile fertleri arasında oynandığı gibi eskiden köyler arasında müsabaka şeklinde, bir şenlik içerisinde özellikle kış aylarında oynanırdı. Bu oyunun adı cennet ve cehennem oyunudur. Oyunun aletleri bir zar, bir mühür ve bir de birden yüze kadar her birinde insanlara ve dinsel inanışlara göre kabul edilen; nefsi emmare, nefsi levvame, nefsi mutmainne, nefsi suhulet, zühd ve takva, Makamı İsrafil, Makamı Mahmud, Alemi Melekut gibi ulvi ve süfli makamları temsil eden haneleri gösteren 100 haneli levhadır. Mühür, dairelerden taşmıyacak büyüklükte olmalıdır. Oyun, bir veya bir kaç kişi tarafından aynı anda oynanır. Oyunda, oyuncular sıra ile zar atarlar. Zardan ortaya çıkan rakam miktarınca, soldan bir (1) rakamı ile başlamak üzere zarın verdiği sayı kadar mühürü dairelere basarak ileriye gidilir. Örneğin; zarın verdiği sayı 11 (onbir) numarada biterse orada, “Bihaya” adında bir yılan vardır. O yılan oyuncuyu yutar ve 9 (dokuz) numaraya iner. Diğer yılanlar da aynı kurala tabidir. Oyuncu kendisini yutan yılanın kuyruğundaki daireye kadar iner. Oyuncunun üç defa deneme hakkı vardır. Üç defa yılanlara yakalanırsa, oyun dışı kalır ve cehennemlik olduğu varsayılır. Farzedelim ki, oyuncu yılanlara yakalanmadı ve zarın verdiği sayının son durağı olan 32. Nolu daireye geldi. 32. Nolu dairede oyuncunun önüne yeşil boyalı bir yol çıkar. Oyuncu bu yoldan 47. Nolu daireye kısa yoldan atlama yapar. 47. Nolu daireden itibaren yoluna devam eder. Atlama yollarının hepsi aynı kurala tabidir.

Oyunun en kritik safhası olan üstteki 91 ile 100 arası dairelerdir. 91 numarada “gururu şeytan” adında büyük bir yılan var. 100 numaralı dairede ise, “nefsi emmare” adında bir yılan var. Bu yılanlara yakalanan oyuncu cehennemlik olur. Yani cehennemin derinliklerine kadar iner. Yalnız son dairelerin bir özelliği var. Bu dairelere çıkan oyuncu sağa sola hareket etnme hakkına sahiptir. 95 nolu daire “Makamı Mahmud’tur.” Bu daireler üç halkadan ibarettir. Burada “Allah’a vuslat/kavuşma” gerçekleşmiş olur ki; oyuncu cennetlik sayılır. Oyuncu bu daireler arasında üç defa dönme hakkına sahiptir. Üç defalık hakkını kullanıp da yılanlara yakalanmaz ve Makamı Mahmud’a erişmezse cehennemlik mi veya cennetlik mi olduğu belli olmaz ve ortada kalmış olur. Oyun böylece devam eder.

Bu oyunda yer alan yılan, halk arasında eskiden beri varlığını sürdürmüş olan şahmeran inanışının bir uzantısıdır. Halk arasında anlatılan rivayetlere göre; Şahmeran yılanların padişahıdır.....



MEHMET ALİ ÖZ