gul-i_ahmer
17.09.2008, 09:24
TARİHİ KÖKENLİ YÖRESEL GELENEKLER:
Anadolu’nun hemen hemen her yerinde olduğu gibi yöremizde de yapılan her işin ve uğraşın kendine has ve yöresel özellikler taşıyan ve her mevsime göre de değişen şenlikleri, eğlence ziyafetleri vardır. Bütün bunlar dünü bugüne, bugünü de yarına bağlayan folklorik özellikler ve geçmiştin günümüze kadar sürüp gelen ritüellerdir. Şüphesiz ki bu ritüeller de mevsimden mevsime değişiklikler arz ettiği gibi yöremizin temel geçim kaynağı olan hayvancılık ve tarımcılık ile ilgili olan ve kökeni geçmişe dayanan tarihi merasimler bulunmaktadır. Yöremizde kışın uzun sürmesi ve iklimsel takvimlerin de halk arasında yaygın bir şekilde kullanılmasından dolayı halk kendi inanışlarını ve geçmişine ait kültür izlerini kendine has meydana getirmiş olduğu törenlerle geleceğe taşımak için yine kendi özünde bunları merasimleştirmiştir. Kışın uzun gecelerinde halk birbirleriyle bir araya gelir ve köy odalarında toplanır zamanını böyle geçirir. Bu toplantılara da halk arasında Ferfana adını verir. Kış bastırıp yollar da kapanınca Zemheri (Arapça bir kelimedir) ayları girdi demektir. Erkekler bir araya gelip kendilerine göre bir eğlence düzenlerlerken kadınlarda ağıl sekilerinde veya ahır sekilerinde “Sallangaç” kurup eğlenirler bir arada halay çeker, mani söyler ve kışın boş günlerini geçirmeye çalışırlar. Zemherinin on beşi olunca da Kış yarısı şenliği yaparlar. Zemheriden sonra giren gücük ayında da yine aynı şekil devam ettirilir ve bu ayın ortalarında da koç katımının yüzüncü gününü kutlama şenliğini yaparlar. Ardından koca karı fırtınası gelir. Kabayel derken bahar aylarına gelinir. Derken cemreler beklenir. Önce cemre havaya çıkar, sonra suya düşer daha sonra da toprağa. Böylece toprakta hareketlenme başlar. Mart dokuzu beklenir büyük bir özlemle. Hızır Bayramı kutlanır (Nevruz Günü) bu arada Mart kapıdan baktırır, kazma kürek ne varsa yaktırır. Bu zamanlar köylünün en zor ve perişan günleridir. Daha sonra da “April Beşi” gelir. Sıra “Döl dökümüne” gelir. Ardından da kuzuların meleş meleri koyun melemelerine karışır. Mayıs ayında “Çift çıkarma” başlar ve “İlksaban İzi” Bayramı kutlanır. Yaz biberleri ekilir. Ardından da çok sürmez herk zamanı gelir. Ve aradan çok geçmeden koyunların ber’e çıkma zamanı gelir ve bunu “Kırkım ayı” takip eder. Koyunlar kırkılır. Kuzular yunur (yıkanır) ardından çayır biçimi ve otları höbek etme ve kes vurma işlerini görme derken ekin derme ve harman kaldırma zamanı takip eder. Harmanın kaldırılmasıyla birlikte kış erzakının (Devlük) hazırlanması işi başlar. Bulgurlar kaynatılır, unluklar kurtulur, patatesler sökülür, gün dönümünden sonra çıkılan yaylada da gerekli süt, peynir kışlık yağ ve yoğurtlar vs. ler alınmıştır. Sıra gün ışığının azalmasıyla birlikte sonbahar mevsimi (güz ayı) girer. Bu arada kırk gün fakirin yazı gelir. Güz ayında koç katımı yapılır ve bununla birlikte koç katımı şenliği yapılır. Ardından da çok geçmez yine zemheri girer ve yine kış gelir. İşte yöremizin bir yılını dolduran bu yorucu işlerin zorluğu ancak birtakım şenlikler ve merasimler ile bir nebze de olsa yorgunluğu ve bitkinliği atılmaya çalışır. Bütün bu ziyafet ve şenlikler sadece bugün değil dün de vardı. Elbetteki yarın da var olacaktır. Günümüzde yaşananlar geçmişin bir devamı niteliğindedir. Çünkü Anadoluda yaşamış tüm toplumların tümünün de ortak özellikleri Anadolu’da yaşanan bu folklorik yapının bu yapıyı oluşturan ritüellerin hemen hemen birbirinin bir devamı niteliğinde olması ve birbirine benzemesidir. Çünkü günümüzdeki halk yaşayışı ve halkın benliğinde yaşatılan tüm folklorik özellikler ve kültürel güzellikler Eski Çağ Anadolu'sunda da aynı şekilde sürdürülmekteydi. Örneğin Hattiler Devri Anadolu’sunda tarlalar Tanrının sayılmaktaydı. Yörenin Eski Çağda da en temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılık olduğundan bu yüzden ekmek ve şarap, arpa ve buğday kutsaldı. Çünkü onu doyuruyordu. Varlığını idame ettiriyordu. Bu yüzden Anadolu’nun Eski Çağ insanı da bunları kutsuyor ve Tanrılarına kurban olarak sunmaya çalışıyordu. Yöremiz Hititler döneminde de buğday, arpa ekilmesine, bir kısmı bağ ve bahçe yapımına ayrılmıştı. Hububat olarak da arpa ve zimmer adı verilen (bugün zerin) adı verilen buğday ekiliyor, bunlarda un, ekmek ve bira yapılıyordu. Bu yüzden halkın başlıca gıdasını teşkil eden ekmek ile biranın, dini ayinlerde çok önemli bir yeri bulunmaktaydı.
Hattuşa kentinde, bulunan çivi yazılı metinlerde belki de binlerce tablet Hititlere ait her türlü dinsel kökenli ve diğer bayramları adım adım anlatmaktadırlar. Hititlerde bayram törenleri genellikle birbirine benzer işlemlerin belirli bir sıra içinde yapılmasından meydana gelmekteydi. Bayramların çoğu kral veya kral ailesinden birisinin de katılmasıyla kutlanmaktaydı. Ancak bazı törenlere veya her yerdeki törene kralın katılamayacağı açıktır. Bu yüzdendir ki birçok yerdeki bayramları veya ayinleri tapınak görevlilerince icra edilmekteydi. Bazı kentlerin iki tane bayramı olduğu gibi bunların onunun bir yıl içinde birisinin de her iki yılda bir yapılmış olduğunu Hititlere ait olan tabletlerden anlamaktayız. Hititlerde rastlanan bu bayramların bazılarının mevsimlerle ilgili olduğunu yine bu kaynaklar belirtmektedirler. Yağmurla ilgili gök gürültüsüyle ilgili, bayramları olduğu gibi Orak Bayramı, Bağ Bozumu Bayramı, (Üzüm koparma Bayramı) Harman Bayramı (Ekin yığını Bayramı), Yıkama Bayramı (koyun veya kuzu), Dağa Götürme Bayramı (Yaylaya Çıkma) gibi bayramların yanı sıra Yaşlıların Bayramı, Tanrı Anaların Bayramı, Uzak Yerlerdeki İnsanların Bayramı gibi bayramları da bulunmaktaydı. Bu bayramlarda birtakım oyun ve eğlenceler yapılırdı. Bayramlarda kral veya rahip (Tapınak görevlisi) Fırtına Tanrısı ile savaşır gibi yaparlar, Tanrı onları yener, sonra bir rahip krala dönerek: “Korkma! Sen hep muzaffer olacaksın, Fırtına Tanrısı düşmanları senin ayaklarının altına koyacak, sen de onları boş kaplar gibi kıracaksın.” anlamında bir nutuk söyler bunun ardından da dua ve ilahiler okunur... Bu ve bunun gibi daha birçok savaş oyunları ile kralın düşman güçlerini yenmesi temsil edildiğinden, buna ilişkin hareketler törenlerin sevilen bir parçasıdır. Bir başka bayramda kentin adamları bir pınarın başında dururlar, törenlerde eğlendirici işler yapan görevliler onlara saldırırlar, vururlar; kral saray muhafızlarına gözüyle işaret eder, muhafızlar, saldırganları kentten kovarlar. Sembolik savaşlardan biri ise şöyle anlatılır;
“Gençler iki guruba ayrılırlar ve ayrı adlar alırlar. Bir guruba “Hatti adamları” ötekine de Maşa adamları derler; Hatti adamları bakır silahlar, maşa adamları ise, kamıştan silahlar taşımaktadırlar. Onlar birbirleriyle savaşırlar. Hatti adamlarıyla savaşırlar. Hatti adamları galip gelir; birini esir alır ve Tanrıya sunarlar. Genellikle bu oyun, “tarihte gerçekten olmuş bir savaşın canlandırılmasından başka bir şey değildir.” (An. Uy. Tar. Cilt: I. Sayfa: 87-8 Yöremizdeki oynanan çocuk oyunlarından tutunuz da folklor oyunlarına (halaylara halk danslarına) kadar olan her şeyin eskiyle mutlak surette bir bağlantısı bulunmaktadır. Kimileri hemen hemen aynı kimilerinin de isimleri değişik kimilerininki de daha sonraki devirde yaşamış olan toplumlara göre adapte edilmiş bir şekildedirler. İşte bunlardan bazıları da yöremizde yüzyıllardır yapılagelen tarımsal faaliyetlerde bilhassa kırsal kesimde sürdürülegelen ve tarihi nitelikler taşıyan geleneksel halk kültürlerimizdir. Bunlar ise; yöremizde ekin biçmeye (dermeye) başlarken yapılan şenlikler, ekin biçilirken yapılan şenlikler ve ekini bitirirken yapıla gelen şenlikler ile harman zamanında yapılan geleneksel halk yaşayışının ürün olan ritüellerdir. Bunlar, ekine başlama, ekin biçerken yardımcı gitme, keşik etme, pırnat tutma, (pırnat kaldşik etme, pırnat tutma, (pırnat kaldırma), ekin görmeye (tarla görmeye) gitme, ekin salavatlama (kurtarmancalık) gibi hemen hemen hala sürdürülmekte olan geleneksel adet gelenek, görenek ve halk eğlenceleridir. Bütün bu geleneksel adet ve eğlenceler yukarıda da değinildiği gibi kökü eski devirlere kadar uzanan folklorik özellikler taşıyan milli kültürümüzün bize kadar ulaşmış hala da sürdürülmekte olan tarihi izleridirler. Yöremizde hala yaşamakta olan tarihi kökenli yöresel geleneklerin hepsi de aynı şekilde ve aynı özelliktedirler. Bütün bu tarihi kökenli gelenekler geçmişten günümüze değin uzanan tarihi ve milli kültürel miraslarımızdır. Bunlardan bazıları ise: Koç katımı şenliği, kış yarısı eğlencesi, çiğdem eğlencesi, İlksaban izi Bayramı, Hızır Bayramı, Nevruz (Bahar) Bayramı, Tüge (Deve) Oyunu, Tura Oyunu, Sinsin Oyunu, Cirit Oyunu, Güreşler vb... gibi... bütün bu halk ürünleri, halkımızın inanışlarıyla yaşayışlarının özünü oluştururlar...
Ekin biçmeye başlama: Gürün ilçesinin bilhassa köylerinde (kırsal kesiminde) ekine başlarken de ekini bitirirken de birtakım şenlikler ve eğlenceler düzenlenir ki bütün bu geleneksel halk kültürünün temeli Eski Çağ Anadolu’da hatta Orta Asya’ya kadar uzanmaktadır.
Köylüler daha ekin biçmeye (dermeye) başlamadan önce (her köy) kendince ziyaret olarak kabul ettikleri ve kutsal saydıkları mekana giderek topluca namaz kılar dua ederler. Kurban keserler ve kendi aralarında birtakım şenlikler yaparlar ve ekinin hayırlı olması temennilerinde bulunarak birbirlerine “Hayırlı olsun” derler. Ertesi günde ekin dermeye başlanır. Yöremizde ekin derme zamanı ot biçiminden on onbeş gün sonradır. Yani Haziran ayının ortalarından başlayarak Ağustos ayına kadar sürer.
Yöremizde ilk önce mercimekler yetişir. Mercimekler genelde el ile yolunmaktadır. Daha sonra da arpalar yetişir (olgunlaşır). Arpaları biçmeye başlayan köylüler ardından da buğday dermeye başlarlar. Arpalar derilirken buğdaylar firik olmuş demektir. Firik olmuş buğdaydan da arpa ve mercimek derenler tarafından toplanarak bir küçük yığın ot ile birlikte bunu üterler. Buna Firik ütmek denir. Bu firik de ırgatlar tarafından bir yere toplanır. Sonrada avuç ile veya bir bez parçasının içine konularak ovularak içindeki kavurgaya benzemiş bir halde kavrulan buğday tanelerini avuç avuç yerler. Hatta bunun pilavı (aşı) yapılmaktadır. Buğday biçmeye başlanıldığı zaman da herkes evindeki nüfusuna göre ırgatı olur. (IRGAT: Ekin biçen kişi demektir) ya bu ırgatlar yalnızca kendi tarlalarındaki ekini biçerler veyahut KEŞİK adı verilen bir imece usulü ile birbirine yardım ederler. Hangi evin hangi tarlası yetmiş ise giderek hep beraberce o yetkin ekini biçerler. Ve ardından da diğer tarlaları böylece biçerler, buna Keşik etme usulü adı verilir.
Yöremizde hala Orak (Galıç) ile ve tırpan ile biçilmektedir. Traktör sayısının artmasıyla da traktörlü ekin makineleriyle ekin biçme işi de artmış durumdadır. Ekin biçmeye genellikle sabahın erken saatlerinden gidilir. Birçoğu öğle sırası ve kuşluk vaktinde yiyecekleri yemeklerini kendileri götürürken büyük çoğunluk da evinde küçük çocuğu olanlar bir eşek (merkeble) kuşluk vaktinde su testileri (Boduş) ile birlikte tarlaya gönderilir ki buna AZIK (Götürme) adı verilir. Azıkların vazgeçilmez yiyeceklerinden birisi ağartı (yoğurttur) dır. Bilindiği gibi yoğurt sıcak güneş ışınlarının zararlarına karşı vücudun direncini artırmaktadır. Ve güneş çarpmalarını da önlemektedir.
Sabahleyin erkenden tarlaya giden ırgatlar “besmele” çekerek tarladaki ekini dermeye başlarlar. Bu ekin dermeye Çıkın tutma adı verilir. Çıkın tarladaki ırgat sayısına göre küçük veya büyük olabilmektedir. Ekini biçenler (ırgatlar) den çıkının (çıkımın) ekin tarafından bulunan kısmına HON adı verildiği gibi. Bu kısımda duran kimseye de HONCU (Huncu) adı verilir ki “Yöremizdeki anlamı Önde giden, öncü anlamlarına gelir. Tarlanın başında tutulan çıkımın en son kısmında duran kimseye Pöçükçü denildiği gibi, bu kısma da Pöçük adı verilmektedir. Ekin biçen kişinin yani ekinci’nin avucunun içi doluncaya kadar biçmiş olduğu ekin tutamına TUTAM veya PIRNAT adı verilir. Eskiden olduğu gibi günümüzde de Ellik adı verilen ağaçtan yapılmış ve parmaklara takılarak avuç içine alınan ekinin daha fazla alınması için kullanılan bir araçtır.
Ekin biçilmeye başladığının ikinci veya üçüncü günü evin reisi veya evin kadını (hatun) tarlayı görmeye gelir. Bu geleneğe yöremizde ekin görme adeti veya tarla görme adeti adı verilmektedir. Ekin görmeye gelen ev reisine veya hatununa tarlada ekin biçenler tarafından onu görünce ellerindeki ekinleri kaldırarak gösterirler. Yani pırnat kaldırırlar. Bu adete yöremizde Pırnat kaldırma adı verilir. Ekin görmeye giden kimse eli boş gitmez birçok yiyecek işler götürülür. Akşamleyin de mutlaka yemekte ziyafet için mutlaka yöremizin (kırsal kesimin) en baş yemeği sayılan ve kökeni Orta Asya’ya kadar dayanan Kömbe yemeği bulunur. Ayrıca da evin reisi tarafından ekinin biçiminden sonra birtakım giyinilecek eşyalardan hediye alınacağı vaad edilir. (Beypınar Köyü)
Irgatlar tarafından biçilen ekinler ve tutulan pırnatlar bir araya getirilerek "“deste"”adı verilen yığınlar yapılır. Başakların bulunduğu taraf yığının içine gelecek şekilde yığılmaktadır.
MEHMET ALİ ÖZ
DEVAMI VAR:)
Anadolu’nun hemen hemen her yerinde olduğu gibi yöremizde de yapılan her işin ve uğraşın kendine has ve yöresel özellikler taşıyan ve her mevsime göre de değişen şenlikleri, eğlence ziyafetleri vardır. Bütün bunlar dünü bugüne, bugünü de yarına bağlayan folklorik özellikler ve geçmiştin günümüze kadar sürüp gelen ritüellerdir. Şüphesiz ki bu ritüeller de mevsimden mevsime değişiklikler arz ettiği gibi yöremizin temel geçim kaynağı olan hayvancılık ve tarımcılık ile ilgili olan ve kökeni geçmişe dayanan tarihi merasimler bulunmaktadır. Yöremizde kışın uzun sürmesi ve iklimsel takvimlerin de halk arasında yaygın bir şekilde kullanılmasından dolayı halk kendi inanışlarını ve geçmişine ait kültür izlerini kendine has meydana getirmiş olduğu törenlerle geleceğe taşımak için yine kendi özünde bunları merasimleştirmiştir. Kışın uzun gecelerinde halk birbirleriyle bir araya gelir ve köy odalarında toplanır zamanını böyle geçirir. Bu toplantılara da halk arasında Ferfana adını verir. Kış bastırıp yollar da kapanınca Zemheri (Arapça bir kelimedir) ayları girdi demektir. Erkekler bir araya gelip kendilerine göre bir eğlence düzenlerlerken kadınlarda ağıl sekilerinde veya ahır sekilerinde “Sallangaç” kurup eğlenirler bir arada halay çeker, mani söyler ve kışın boş günlerini geçirmeye çalışırlar. Zemherinin on beşi olunca da Kış yarısı şenliği yaparlar. Zemheriden sonra giren gücük ayında da yine aynı şekil devam ettirilir ve bu ayın ortalarında da koç katımının yüzüncü gününü kutlama şenliğini yaparlar. Ardından koca karı fırtınası gelir. Kabayel derken bahar aylarına gelinir. Derken cemreler beklenir. Önce cemre havaya çıkar, sonra suya düşer daha sonra da toprağa. Böylece toprakta hareketlenme başlar. Mart dokuzu beklenir büyük bir özlemle. Hızır Bayramı kutlanır (Nevruz Günü) bu arada Mart kapıdan baktırır, kazma kürek ne varsa yaktırır. Bu zamanlar köylünün en zor ve perişan günleridir. Daha sonra da “April Beşi” gelir. Sıra “Döl dökümüne” gelir. Ardından da kuzuların meleş meleri koyun melemelerine karışır. Mayıs ayında “Çift çıkarma” başlar ve “İlksaban İzi” Bayramı kutlanır. Yaz biberleri ekilir. Ardından da çok sürmez herk zamanı gelir. Ve aradan çok geçmeden koyunların ber’e çıkma zamanı gelir ve bunu “Kırkım ayı” takip eder. Koyunlar kırkılır. Kuzular yunur (yıkanır) ardından çayır biçimi ve otları höbek etme ve kes vurma işlerini görme derken ekin derme ve harman kaldırma zamanı takip eder. Harmanın kaldırılmasıyla birlikte kış erzakının (Devlük) hazırlanması işi başlar. Bulgurlar kaynatılır, unluklar kurtulur, patatesler sökülür, gün dönümünden sonra çıkılan yaylada da gerekli süt, peynir kışlık yağ ve yoğurtlar vs. ler alınmıştır. Sıra gün ışığının azalmasıyla birlikte sonbahar mevsimi (güz ayı) girer. Bu arada kırk gün fakirin yazı gelir. Güz ayında koç katımı yapılır ve bununla birlikte koç katımı şenliği yapılır. Ardından da çok geçmez yine zemheri girer ve yine kış gelir. İşte yöremizin bir yılını dolduran bu yorucu işlerin zorluğu ancak birtakım şenlikler ve merasimler ile bir nebze de olsa yorgunluğu ve bitkinliği atılmaya çalışır. Bütün bu ziyafet ve şenlikler sadece bugün değil dün de vardı. Elbetteki yarın da var olacaktır. Günümüzde yaşananlar geçmişin bir devamı niteliğindedir. Çünkü Anadoluda yaşamış tüm toplumların tümünün de ortak özellikleri Anadolu’da yaşanan bu folklorik yapının bu yapıyı oluşturan ritüellerin hemen hemen birbirinin bir devamı niteliğinde olması ve birbirine benzemesidir. Çünkü günümüzdeki halk yaşayışı ve halkın benliğinde yaşatılan tüm folklorik özellikler ve kültürel güzellikler Eski Çağ Anadolu'sunda da aynı şekilde sürdürülmekteydi. Örneğin Hattiler Devri Anadolu’sunda tarlalar Tanrının sayılmaktaydı. Yörenin Eski Çağda da en temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılık olduğundan bu yüzden ekmek ve şarap, arpa ve buğday kutsaldı. Çünkü onu doyuruyordu. Varlığını idame ettiriyordu. Bu yüzden Anadolu’nun Eski Çağ insanı da bunları kutsuyor ve Tanrılarına kurban olarak sunmaya çalışıyordu. Yöremiz Hititler döneminde de buğday, arpa ekilmesine, bir kısmı bağ ve bahçe yapımına ayrılmıştı. Hububat olarak da arpa ve zimmer adı verilen (bugün zerin) adı verilen buğday ekiliyor, bunlarda un, ekmek ve bira yapılıyordu. Bu yüzden halkın başlıca gıdasını teşkil eden ekmek ile biranın, dini ayinlerde çok önemli bir yeri bulunmaktaydı.
Hattuşa kentinde, bulunan çivi yazılı metinlerde belki de binlerce tablet Hititlere ait her türlü dinsel kökenli ve diğer bayramları adım adım anlatmaktadırlar. Hititlerde bayram törenleri genellikle birbirine benzer işlemlerin belirli bir sıra içinde yapılmasından meydana gelmekteydi. Bayramların çoğu kral veya kral ailesinden birisinin de katılmasıyla kutlanmaktaydı. Ancak bazı törenlere veya her yerdeki törene kralın katılamayacağı açıktır. Bu yüzdendir ki birçok yerdeki bayramları veya ayinleri tapınak görevlilerince icra edilmekteydi. Bazı kentlerin iki tane bayramı olduğu gibi bunların onunun bir yıl içinde birisinin de her iki yılda bir yapılmış olduğunu Hititlere ait olan tabletlerden anlamaktayız. Hititlerde rastlanan bu bayramların bazılarının mevsimlerle ilgili olduğunu yine bu kaynaklar belirtmektedirler. Yağmurla ilgili gök gürültüsüyle ilgili, bayramları olduğu gibi Orak Bayramı, Bağ Bozumu Bayramı, (Üzüm koparma Bayramı) Harman Bayramı (Ekin yığını Bayramı), Yıkama Bayramı (koyun veya kuzu), Dağa Götürme Bayramı (Yaylaya Çıkma) gibi bayramların yanı sıra Yaşlıların Bayramı, Tanrı Anaların Bayramı, Uzak Yerlerdeki İnsanların Bayramı gibi bayramları da bulunmaktaydı. Bu bayramlarda birtakım oyun ve eğlenceler yapılırdı. Bayramlarda kral veya rahip (Tapınak görevlisi) Fırtına Tanrısı ile savaşır gibi yaparlar, Tanrı onları yener, sonra bir rahip krala dönerek: “Korkma! Sen hep muzaffer olacaksın, Fırtına Tanrısı düşmanları senin ayaklarının altına koyacak, sen de onları boş kaplar gibi kıracaksın.” anlamında bir nutuk söyler bunun ardından da dua ve ilahiler okunur... Bu ve bunun gibi daha birçok savaş oyunları ile kralın düşman güçlerini yenmesi temsil edildiğinden, buna ilişkin hareketler törenlerin sevilen bir parçasıdır. Bir başka bayramda kentin adamları bir pınarın başında dururlar, törenlerde eğlendirici işler yapan görevliler onlara saldırırlar, vururlar; kral saray muhafızlarına gözüyle işaret eder, muhafızlar, saldırganları kentten kovarlar. Sembolik savaşlardan biri ise şöyle anlatılır;
“Gençler iki guruba ayrılırlar ve ayrı adlar alırlar. Bir guruba “Hatti adamları” ötekine de Maşa adamları derler; Hatti adamları bakır silahlar, maşa adamları ise, kamıştan silahlar taşımaktadırlar. Onlar birbirleriyle savaşırlar. Hatti adamlarıyla savaşırlar. Hatti adamları galip gelir; birini esir alır ve Tanrıya sunarlar. Genellikle bu oyun, “tarihte gerçekten olmuş bir savaşın canlandırılmasından başka bir şey değildir.” (An. Uy. Tar. Cilt: I. Sayfa: 87-8 Yöremizdeki oynanan çocuk oyunlarından tutunuz da folklor oyunlarına (halaylara halk danslarına) kadar olan her şeyin eskiyle mutlak surette bir bağlantısı bulunmaktadır. Kimileri hemen hemen aynı kimilerinin de isimleri değişik kimilerininki de daha sonraki devirde yaşamış olan toplumlara göre adapte edilmiş bir şekildedirler. İşte bunlardan bazıları da yöremizde yüzyıllardır yapılagelen tarımsal faaliyetlerde bilhassa kırsal kesimde sürdürülegelen ve tarihi nitelikler taşıyan geleneksel halk kültürlerimizdir. Bunlar ise; yöremizde ekin biçmeye (dermeye) başlarken yapılan şenlikler, ekin biçilirken yapılan şenlikler ve ekini bitirirken yapıla gelen şenlikler ile harman zamanında yapılan geleneksel halk yaşayışının ürün olan ritüellerdir. Bunlar, ekine başlama, ekin biçerken yardımcı gitme, keşik etme, pırnat tutma, (pırnat kaldşik etme, pırnat tutma, (pırnat kaldırma), ekin görmeye (tarla görmeye) gitme, ekin salavatlama (kurtarmancalık) gibi hemen hemen hala sürdürülmekte olan geleneksel adet gelenek, görenek ve halk eğlenceleridir. Bütün bu geleneksel adet ve eğlenceler yukarıda da değinildiği gibi kökü eski devirlere kadar uzanan folklorik özellikler taşıyan milli kültürümüzün bize kadar ulaşmış hala da sürdürülmekte olan tarihi izleridirler. Yöremizde hala yaşamakta olan tarihi kökenli yöresel geleneklerin hepsi de aynı şekilde ve aynı özelliktedirler. Bütün bu tarihi kökenli gelenekler geçmişten günümüze değin uzanan tarihi ve milli kültürel miraslarımızdır. Bunlardan bazıları ise: Koç katımı şenliği, kış yarısı eğlencesi, çiğdem eğlencesi, İlksaban izi Bayramı, Hızır Bayramı, Nevruz (Bahar) Bayramı, Tüge (Deve) Oyunu, Tura Oyunu, Sinsin Oyunu, Cirit Oyunu, Güreşler vb... gibi... bütün bu halk ürünleri, halkımızın inanışlarıyla yaşayışlarının özünü oluştururlar...
Ekin biçmeye başlama: Gürün ilçesinin bilhassa köylerinde (kırsal kesiminde) ekine başlarken de ekini bitirirken de birtakım şenlikler ve eğlenceler düzenlenir ki bütün bu geleneksel halk kültürünün temeli Eski Çağ Anadolu’da hatta Orta Asya’ya kadar uzanmaktadır.
Köylüler daha ekin biçmeye (dermeye) başlamadan önce (her köy) kendince ziyaret olarak kabul ettikleri ve kutsal saydıkları mekana giderek topluca namaz kılar dua ederler. Kurban keserler ve kendi aralarında birtakım şenlikler yaparlar ve ekinin hayırlı olması temennilerinde bulunarak birbirlerine “Hayırlı olsun” derler. Ertesi günde ekin dermeye başlanır. Yöremizde ekin derme zamanı ot biçiminden on onbeş gün sonradır. Yani Haziran ayının ortalarından başlayarak Ağustos ayına kadar sürer.
Yöremizde ilk önce mercimekler yetişir. Mercimekler genelde el ile yolunmaktadır. Daha sonra da arpalar yetişir (olgunlaşır). Arpaları biçmeye başlayan köylüler ardından da buğday dermeye başlarlar. Arpalar derilirken buğdaylar firik olmuş demektir. Firik olmuş buğdaydan da arpa ve mercimek derenler tarafından toplanarak bir küçük yığın ot ile birlikte bunu üterler. Buna Firik ütmek denir. Bu firik de ırgatlar tarafından bir yere toplanır. Sonrada avuç ile veya bir bez parçasının içine konularak ovularak içindeki kavurgaya benzemiş bir halde kavrulan buğday tanelerini avuç avuç yerler. Hatta bunun pilavı (aşı) yapılmaktadır. Buğday biçmeye başlanıldığı zaman da herkes evindeki nüfusuna göre ırgatı olur. (IRGAT: Ekin biçen kişi demektir) ya bu ırgatlar yalnızca kendi tarlalarındaki ekini biçerler veyahut KEŞİK adı verilen bir imece usulü ile birbirine yardım ederler. Hangi evin hangi tarlası yetmiş ise giderek hep beraberce o yetkin ekini biçerler. Ve ardından da diğer tarlaları böylece biçerler, buna Keşik etme usulü adı verilir.
Yöremizde hala Orak (Galıç) ile ve tırpan ile biçilmektedir. Traktör sayısının artmasıyla da traktörlü ekin makineleriyle ekin biçme işi de artmış durumdadır. Ekin biçmeye genellikle sabahın erken saatlerinden gidilir. Birçoğu öğle sırası ve kuşluk vaktinde yiyecekleri yemeklerini kendileri götürürken büyük çoğunluk da evinde küçük çocuğu olanlar bir eşek (merkeble) kuşluk vaktinde su testileri (Boduş) ile birlikte tarlaya gönderilir ki buna AZIK (Götürme) adı verilir. Azıkların vazgeçilmez yiyeceklerinden birisi ağartı (yoğurttur) dır. Bilindiği gibi yoğurt sıcak güneş ışınlarının zararlarına karşı vücudun direncini artırmaktadır. Ve güneş çarpmalarını da önlemektedir.
Sabahleyin erkenden tarlaya giden ırgatlar “besmele” çekerek tarladaki ekini dermeye başlarlar. Bu ekin dermeye Çıkın tutma adı verilir. Çıkın tarladaki ırgat sayısına göre küçük veya büyük olabilmektedir. Ekini biçenler (ırgatlar) den çıkının (çıkımın) ekin tarafından bulunan kısmına HON adı verildiği gibi. Bu kısımda duran kimseye de HONCU (Huncu) adı verilir ki “Yöremizdeki anlamı Önde giden, öncü anlamlarına gelir. Tarlanın başında tutulan çıkımın en son kısmında duran kimseye Pöçükçü denildiği gibi, bu kısma da Pöçük adı verilmektedir. Ekin biçen kişinin yani ekinci’nin avucunun içi doluncaya kadar biçmiş olduğu ekin tutamına TUTAM veya PIRNAT adı verilir. Eskiden olduğu gibi günümüzde de Ellik adı verilen ağaçtan yapılmış ve parmaklara takılarak avuç içine alınan ekinin daha fazla alınması için kullanılan bir araçtır.
Ekin biçilmeye başladığının ikinci veya üçüncü günü evin reisi veya evin kadını (hatun) tarlayı görmeye gelir. Bu geleneğe yöremizde ekin görme adeti veya tarla görme adeti adı verilmektedir. Ekin görmeye gelen ev reisine veya hatununa tarlada ekin biçenler tarafından onu görünce ellerindeki ekinleri kaldırarak gösterirler. Yani pırnat kaldırırlar. Bu adete yöremizde Pırnat kaldırma adı verilir. Ekin görmeye giden kimse eli boş gitmez birçok yiyecek işler götürülür. Akşamleyin de mutlaka yemekte ziyafet için mutlaka yöremizin (kırsal kesimin) en baş yemeği sayılan ve kökeni Orta Asya’ya kadar dayanan Kömbe yemeği bulunur. Ayrıca da evin reisi tarafından ekinin biçiminden sonra birtakım giyinilecek eşyalardan hediye alınacağı vaad edilir. (Beypınar Köyü)
Irgatlar tarafından biçilen ekinler ve tutulan pırnatlar bir araya getirilerek "“deste"”adı verilen yığınlar yapılır. Başakların bulunduğu taraf yığının içine gelecek şekilde yığılmaktadır.
MEHMET ALİ ÖZ
DEVAMI VAR:)