Kaptan-58
24.09.2008, 12:56
Soru: Vefanın bizim bahçemizde açan bir gül olduğu ifade ediliyor ve aramızda mücerred manada vefadan sıkça bahsediliyor. Vefanın hayatımızdaki müşahhas tezahürleri nelerdir; bir mü’min neye ve kimlere karşı nasıl ve ne ölçüde vefa göstermelidir?
-Vefa, dost ikliminde yetişen güllerdendir; o, sevginin ve mürüvvetin bağrında boy atar gelişir. (00.50)
-Kur’an-ı Kerim, Hazreti İbrahim’i (aleyhisselam) bir vefa abidesi olarak anlatmaktadır (Necm, 53/37); bütün Peygamberlerdeki güzel hususiyetler Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’de de mevcuttur. (03.00)
-Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, ümmetine en başta Allah’a ve O’nun dinine karşı vefalı olmayı talim buyurmuştur; bu vefayı, hayatının her anında da bizzat ortaya koymuştur. Ezcümle; daha Mekke’de az sayıda insanın iman ettiği bir sırada, Nasıbin (Nusaybin) cinlerinden bir grup gelip kendisinden Kur’an dinledikten ve dinin bazı esaslarını öğrenip iman ettikten sonra, onlardan biat almış; akabinde, “Demek ki benim öbür tarafa göçme zamanım geldi. Ben ins ü cinne peygamber olarak gönderildim; Mekke’de bu işi götürecek insanlar var, bugün cinlerden de iman edenler oldu; artık vazifem bitti!” manasına gelecek sözler söylemiştir. Âdeta, bize “Vazifesiz burada durmanın âlemi yok!” demiştir. (05.05)
-İnsanlığın İftihar Tablosu’nun vefasını sadece Mirac hadisesinde dahi görmek mümkündür: Abdulkuddüs Hazretleri diyor ki: “Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Mirac’da gökler ötesi âlemlere gitti, Sidretu’l-Müntehâya ulaştı, Cenâb-ı Allah’la konuştu. Fakat, Cennetin câzibedar güzellikleri O’nun başını döndüremedi, bakışlarını bulandıramadı. Döndü, ümmetinin arasına geri geldi. Allah’a yemin ederim, eğer ben oralara gitseydim, o mertebelere ulaşsaydım, geriye dönmezdim!.” (10.30)
-Bazı fıtratlarda öyle derin bir vefa duygusu vardır ki, kullandıkları eşyaları bile vefa dairesinin dışında mütalaa edemezler. Hazreti Üstad, Ankara mahkemesi esnasında, beraat kararı ile çam dağındaki ağacının kesilmesi arasında bir seçim yapması söz konusu edilince, “Beraat kararını istemem, yeter ki ağacıma dokunmasınlar!..” demiştir. (12.00)
-Hazreti Sâdık u Masdûk’un “Ashabımla arama girmeyin!..” deyişindeki vefa emareleri... (15.05)
-Hazreti Üstad’ın talebelerine karşı vefasını gösteren bir hali... (16.00)
-Ebu Heysem, Allah Rasûlü Tebük’e giderken geri kalmıştı. Bu geri kalış ve bu gecikme, onun vicdanını öyle baskı altına aldı ve öyle rahatsız etti ki, duramadı ve hemen atına binip yola koyuldu. At yorulunca da semeri yüklendi ve yola yaya olarak devam etti. O esnâda Allah Rasûlü, bir su başında ashabıyla beraber oturuyordu. Medine canibinden bir toz bulutunun yükseldiğini görünce, “Keşke Ebû Heysem olsan” dedi. Biraz sonra da Ebu Heysem göründü; pür-telaş geliyordu. Allah Rasûlü, onun gelişinden çok memnun olmuş ve kendisini candan tebrik etmişti. Ebu Heysem ise, kendisini Allah Rasûlü’nün kucağına atarak “Yâ Rasûlallah, nerede ise helak oluyordum” demişti. (19.41)
-İçinde yaşadığımız şartlara göre vefa tezahürleri... (24.54)
-Hocaefendi’nin bir vefa borcu olarak ilk fırsatta ziyaret etmek istediği insanlardan bazıları... ve bazı dostlarının vefatından önceki son telefon konuşmaları... (26.30)
-Vefa, dost ikliminde yetişen güllerdendir; o, sevginin ve mürüvvetin bağrında boy atar gelişir. (00.50)
-Kur’an-ı Kerim, Hazreti İbrahim’i (aleyhisselam) bir vefa abidesi olarak anlatmaktadır (Necm, 53/37); bütün Peygamberlerdeki güzel hususiyetler Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’de de mevcuttur. (03.00)
-Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, ümmetine en başta Allah’a ve O’nun dinine karşı vefalı olmayı talim buyurmuştur; bu vefayı, hayatının her anında da bizzat ortaya koymuştur. Ezcümle; daha Mekke’de az sayıda insanın iman ettiği bir sırada, Nasıbin (Nusaybin) cinlerinden bir grup gelip kendisinden Kur’an dinledikten ve dinin bazı esaslarını öğrenip iman ettikten sonra, onlardan biat almış; akabinde, “Demek ki benim öbür tarafa göçme zamanım geldi. Ben ins ü cinne peygamber olarak gönderildim; Mekke’de bu işi götürecek insanlar var, bugün cinlerden de iman edenler oldu; artık vazifem bitti!” manasına gelecek sözler söylemiştir. Âdeta, bize “Vazifesiz burada durmanın âlemi yok!” demiştir. (05.05)
-İnsanlığın İftihar Tablosu’nun vefasını sadece Mirac hadisesinde dahi görmek mümkündür: Abdulkuddüs Hazretleri diyor ki: “Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Mirac’da gökler ötesi âlemlere gitti, Sidretu’l-Müntehâya ulaştı, Cenâb-ı Allah’la konuştu. Fakat, Cennetin câzibedar güzellikleri O’nun başını döndüremedi, bakışlarını bulandıramadı. Döndü, ümmetinin arasına geri geldi. Allah’a yemin ederim, eğer ben oralara gitseydim, o mertebelere ulaşsaydım, geriye dönmezdim!.” (10.30)
-Bazı fıtratlarda öyle derin bir vefa duygusu vardır ki, kullandıkları eşyaları bile vefa dairesinin dışında mütalaa edemezler. Hazreti Üstad, Ankara mahkemesi esnasında, beraat kararı ile çam dağındaki ağacının kesilmesi arasında bir seçim yapması söz konusu edilince, “Beraat kararını istemem, yeter ki ağacıma dokunmasınlar!..” demiştir. (12.00)
-Hazreti Sâdık u Masdûk’un “Ashabımla arama girmeyin!..” deyişindeki vefa emareleri... (15.05)
-Hazreti Üstad’ın talebelerine karşı vefasını gösteren bir hali... (16.00)
-Ebu Heysem, Allah Rasûlü Tebük’e giderken geri kalmıştı. Bu geri kalış ve bu gecikme, onun vicdanını öyle baskı altına aldı ve öyle rahatsız etti ki, duramadı ve hemen atına binip yola koyuldu. At yorulunca da semeri yüklendi ve yola yaya olarak devam etti. O esnâda Allah Rasûlü, bir su başında ashabıyla beraber oturuyordu. Medine canibinden bir toz bulutunun yükseldiğini görünce, “Keşke Ebû Heysem olsan” dedi. Biraz sonra da Ebu Heysem göründü; pür-telaş geliyordu. Allah Rasûlü, onun gelişinden çok memnun olmuş ve kendisini candan tebrik etmişti. Ebu Heysem ise, kendisini Allah Rasûlü’nün kucağına atarak “Yâ Rasûlallah, nerede ise helak oluyordum” demişti. (19.41)
-İçinde yaşadığımız şartlara göre vefa tezahürleri... (24.54)
-Hocaefendi’nin bir vefa borcu olarak ilk fırsatta ziyaret etmek istediği insanlardan bazıları... ve bazı dostlarının vefatından önceki son telefon konuşmaları... (26.30)