PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : M-A-E


COBANYILDIZI
20.11.2008, 09:24
MEHMET ÂKİF ERSOY’UN HAYATI



1. Doğumu ve Ailesi

Mehmet Âkif Ersoy, 1873 yılının Aralık ayında, İstanbul’un Fatih ilçesinin Sarıgüzel semtinde doğmuştur.

Mehmet Âkif’in babası Mehmet Tâhir Efendi (doğ.1826/öl.1888) ve annesi Emine Şerife Hanım’dır (doğ.1836/öl.1926).

Âkif’in Nuriye adında bir de kız kardeşi olmuştur.

2. Öğrenimi

Mehmet Âkif, sırasıyla; mahalle mektebi (yuva), ibtidâî (ilkokul), rüşdiye (orta okul) ve mülkiye idâdîsi (lise), Baytar Mektebi’ne (Veterinerlik Fakültesi) devam etti. 1893’te Baytar Mektebi’nin ilk mezunu ve birincisi olarak diploma aldı. Akif; Arapça, Farsça ve Fransızca’yı, edebiyatlarını takip edecek ve tercümeler yapacak kadar iyi öğrenmiştir.

Mehmet Âkif, aynı zamanda çeşitli sporlarla ilgilenmiş; güreş, gülle atma; ata binme ve yüzme sporlarında oldukça başarılı olmuştur.

3. Memuriyeti ve Diğer Yaptığı İşler

Öğrenimini tamamladıktan sonra, Ziraat Vekâleti Baytarlık Şubesinde göreve başladı. İlk dört sene Rumeli, Anadolu ve Arap bölgelerinde dolaşarak baytarlık yaptı. Yirmi yıllık bir memuriyetten sonra istifa etti.

Öğretmenlik hayatına 1906’da Halkalı Baytar Mektebi’ne “kitâbet-i resmiye” (resmî yazışma usûlü) dersi muallimliği ile başladı. 1908’den sonra ise Edebiyat Fakültesi ile Dârü’l-Hilâfe Medresesi’nde “Osmanlı Edebiyatı” müderrisliğinde bulundu.

Mütareke devrinde, “Darü’l-Hikmetü’l İslâmiyye”de üye ve başkâtip (genel sekreter) olarak çalıştı (Ağustos 1918 – Nisan 1920) ve bu kuruluşun yayın organı olan “Cerîde-i İlmiyye”yi idare etti. Birinci Millet Meclisi’nde Burdur milletvekili olarak görev aldı. Mısır’da Kahire Üniversitesi’nde Türkçe Hocalığı yaptı (1929-1936).

Büyük Millet Meclisi’nin açılışının ertesi günü, 24 Nisan 1920’de Ankara’ya gitmiş, yaptığı çeşitli konuşmalarla Millî Mücâdeleye destek vermiştir. Ardından Eskişehir, Konya, Kastamonu, Burdur, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya ve çevrelerini dolaşmış, halkı ciddi olarak bilgilendirmiş, böylece milli şuurun artmasını ve mücadeleye katılmalarını sağlamıştır.

Mehmet Âkif’in Burdur’dan mebus seçilmesine, Mustafa Kemal Paşa’nın Âkif Bey’i istemesi sebep olmuştur. Ankara’ya 24 Nisan’da gelmiş olan Âkif Bey’in seçilmesi, Paşa’nın 29 Nisan 1920 tarihli bir telgrafı ile Burdur’un bağlı bulunduğu Konya vilâyetinin vali vekili ve kolordu kumandanı olan Albay Fahreddin (Altay) Bey’e bildirilmiştir. Burada yapılan seçim sonucunda en fazla oyu Âkif Bey almıştır.

Bu sırada Sebîlü’r-reşad’ın üç sayısı da Kastamonu’da yayınlanmış ve kendisinin çok önemli olan konuşmalarının bulunduğu bu dergi sayıları, binlerce nüsha bastırılarak Anadolu’ya ve cephelere dağıtılmış; camilerde, derneklerde ve askerî birliklerde okutulmuştur. Mehmet Âkif’in bu konuşmaları, İstiklal Savaşı’mızın niçin, nasıl ve hangi amaçlarla yapıldığını, ilk defa ve içinde yaşayarak anlatan en önemli ve çok kıymetli, tarihî belgelerdir.

İstiklâl Savaşı kazanıldıktan sonra İstanbul’a dönen Mehmet Âkif, 1923 ve 1924 yıllarının kış aylarını Kahire’de geçirdikten sonra, Türkiye’deki siyasî gelişmeler yüzünden, 1925 yılı sonundan itibaren temelli olarak Mısır’a gitmiş, 17 Haziran 1936 tarihine kadar, on buçuk sene orada kalmıştır.

5. Evliliği


Yirmi beş yaşında iken İsmet Hanım’la evlenen Mehmet Âkif’in üç kızı (Cemile, Feride, Suad) ve iki oğlu (Emin, Tahir) olmuştur.

6. Hastalığı, Ölümü ve Mezarı

Âkif Bey, son üç yılında Kahire Üniversitesi’nde Türkçe öğretmenliği yapmıştır. Ancak Mısır’da “siroz” hastalığına tutulmuş ve durumu ağırlaşınca, 17 Haziran 1936’da İstanbul’a dönmüştür.

İstanbul’da tedavi olmuşsa da iyileşememiş ve 27 Aralık 1936 tarihinde saat 19.45’te Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda vefat etmiştir.

Kabri, Edirnekapısı’ndaki “Şehitlik”te “Mehmet Âkif Ersoy Meydanı”ndadır


MEKANI CENNNET OLSUN
BİR FATİHA OKU GECMİSİNEKİ SENDE BİRGÜN GECMİS OLACAKSİN

COBANYILDIZI
20.11.2008, 09:26
ŞİİRLERİ
Safahat Dışında Kalmış Şiirler
Safahat


NESİR YAZILARI
Tefsirler
Va‘zlar
Makaleler
Tercümeler
Mektuplar
I- ŞİİRLERİ

SAFAHAT DIŞINDA KALMIŞ ŞİİRLER

Mehmet Âkif Bey, Halkalı Baytar Mektebi’nin son sınıflarında bulunduğu sıralarda (1891-1893), şiirlerini zamanın dergilerine göndermeye başlamıştı. 1908 sonrasında, yazdıklarını devamlı olarak yayınlamaya başlamadan önceki yıllarda da, önemli bir şair olarak tanınmış ve kabul edilmişti. Gerek dostlarına gönderdiği manzum mektuplar ve gerek diğer manzumeleri, şiir meraklıları tarafından yazılarak elden ele yayılıyordu.

Mehmet Âkif, 1908’den önce yazdığı şiirlerinden birkaçını, 1908’den sonra neşretmekle beraber, beğenmediklerinin hepsini ortadan kaldırmıştır. Kendisinin, ikinci bir Safahat hacminde olduğunu söylediği eski şiirlerinden, sadece 1900 yılından önce yayınlanmış olanlarla, ele geçen mektuplarında bulunanlar ve meraklıların defterlerinde kalanlar kurtulmuşlardır.

SAFAHAT

“Safahat”, Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerini topladığı yedi kitaplık şiir külliyâtının adıdır. İçinde 11.240 mısra tutan 108 şiir bulunmaktadır.

Birinci kitap, yalnız “Safahat” adını taşır. Bundan başlayarak sıra numarası almış bulunan öteki kitapların ayrıca isimleri vardır. Müstakil ciltler hâlinde ve farklı zamanlarda birkaç baskı yapmış olan kitaplar, latin harfli baskılarından önce bir arada, tek cilt içinde yayınlanmamıştır. Yedi kitabın ilk altısının bütün baskıları İstanbul’da, yedinci kitabınki ise Kahire’de yapılmıştır.

Safahat’ı oluşturan yedi kitabın mısra sayıları ile eski harflerle yapılmış baskılarının tarihleri ve içerikleri şöyledir:

Safahat
44 şiir, 3084 mısra. (Üç baskı:1911, 1918, 1928.)
1908-1910 yılları arasında Sırât-ı Mustakim’de çıkmış şiirlerden dördü dışında hepsi bu eserde yer aldı. Toplumumuzun sosyal ve siyasi sarsıntılarını, bu sarsıntılar karşısında insanımızın tavrını, çöküntü sebeplerini, günün olayları ile birlikte ele alınmış, son derece mükemmel bir şiir yapısı içinde işlenmiş buluruz. Bu eser bizim hayatımız ve cemiyetimizin ortaya konulduğu bir laboratuar çalışması devresini belgeler. Küfe, Mahalle Kahvesi, Meyhane, Kocakarı ile Ömer, Hasta, Seyfi Baba bu kitapta yer alır.


Süleymâniye Kürsüsünde
Bir şiir, 1002 mısra. (Dört baskı:1912, 1914, 1918, 1928)
Eser, İslam dünyasını dolaşmış bir vaizin, şahsi dostu, Abdürreşid İbrahim Efendi’nin ağzı ile yazıldı. Âkif, bu eserinde, sadece ülkemizin değil, bütün İslam dünyasının durumunu dile getirmiştir. Rusya Müslümanları üzerinde şiddet olduğuna işaret ederek, Türkistan’da Taşkent, Buhara, Semerkant’ın cehaletin kol gezdiği yerler haline geldiğini belirtti. Çin ve Mançurya Müslümanlarının da aynı durumda bulunduğunu ifade etmiş, eserinin sonunda da İslâmî bir inkılâbın mutlaka gerçekleşmesi üzerinde ısrarla durmuştur. Bu kitapta yer alan fikirler, onun düşündüğü cemiyetin heye*canlı bir beyannamesi görünümündedir.


Hakkın Sesleri
10 şiir, 482 mısra. (Üç baskı:1913, 1918, 1928)
Sekiz ayet ve bir hadisin açıklaması ile milletin düştüğü felaketlerden kurtulma yollarını göstermeye çalıştı. Ayetlerden ve bir hadisten hareket eden Âkif, tembelliğe, hissizliğe, yeise, akılsızlıklara, cehalete ve milletin içine serpilen ayrılık tohumlarına saldırmış, milleti uyandırmaya çalışmıştır.


Fâtih Kürsüsünde
Bir şiir, 1692 mısra. (Dört baskı:1914 (iki baskı), 1918, 1924)
Vaaz şeklinde tek bir şiir olup Hakk’ın Sesleri’ndeki aynı konuları dile getirmektedir.


Hâtıralar
10 şiir, 1314 mısra. (Üç baskı:1917, 1918, 1928)
I. Dünya Savaşı sırasında Âkif’in yaptığı seyahatlerdeki gözlemleri anlatılmaktadır.


Âsım
Bir şiir, 2292 mısra. (İki baskı:1924, 1928)
Ateşli bir müridin sükûnet bulmuş, durulmuş, yeni istikametler gösterecek olgunluğa ulaşmış halini dile getirmektedir. Karşılıklı konuşma şeklinde yazılmış tek bir manzum hikâyedir. Çile döneminden çıkılmıştır. Âsım’ın nesli, toplumu karanlığından, aydınları yanılgılarından sıyırıp, İslâm toplumunu inançla yükseltecektir.


Gölgeler
41 şiir, 1374 mısra. (Bir baskı:1933)
İstiklal Savaşı yıllarında ümit ve iman aşılayan şiirleri ile Mısır’da yazdıklarını bir araya getiren eserdir. Daha önceki eserlerde görülmeyen bir lirizmle karşılarız.
Safahat, 1943 yılından itibaren, yeni harflerle de basılmaya başlanmıştır. Şimdiye kadar yüz defadan fazla ve beş yüz bin adet kadar basılmış olan “Safahat”, yurdumuzda en fazla alınan ve okunan, şiir ve fikir kitabıdır.

Safahat
“Safhalar, devreler, dönemler” ve “görünüşler, manzaralar” demektir. (“Kötülük, rezillik…” demek olan “sefahet” kelimesiyle karıştırmamalıdır.) Safahat’ı teşkil eden manzumelerin tamamı “aruz” vezni ile yazılmıştır. Şiirlerin uzunluğu bir kıt’adan, 2292 mısra’a kadar değişmektedir.

Mehmet Âkif, “İstiklâl Marşı”nı “milletin malıdır” diyerek Safahat’a almamıştır. “Çanakkale Şehitleri” adıyla meşhur olan şiir ise “Âsım” kitabında bulunmaktadır.

2.NESİR YAZILARI

TEFSİRLER
Mehmet Âkif’in tefsir yazılarının hepsi elli yedi tanedir. Bunların on sekizi manzum olarak yazılmış olup, Safahat’a alınmışlardır. Elli üç tanesi, âyet; dört tanesi, hadis üzerine yazılmıştır. Çoğunun uzunluğu bir sayfadan azdır.

Âkif Bey, memleketin ve halkın o günkü meselelerine hitap eden bir veya birkaç âyet veya hadîsi konu alarak, okuyuculara onlarla yol göstermeye çalışmıştır. Bu yazılar, tefsir ilmi bakımından değil, zamanın meselelerine bakış açısından önemlidir.


VA‘ZLAR
Mehmet Âkif Ersoy’un bir tanesi kitap içinde yayınlanmış, diğerleri konuşma sırasında Eşref Edib tarafından tespit edilmiş olan, dokuz konuşması, va‘zı (mev’izası) vardır.

Bunlardan birincisi, bir kulüpte konuşma şeklinde yapıldıktan sonra, “Mevâ‘ız-ı Dîniye” (Dinî Öğütler) kitabında yayınlanmıştır. Kalan sekiz va‘zın üçü Balkan Savaşı içinde İstanbul’un üç büyük camiinde (Beyazıt, Fâtih, Süleymâniye); birisi Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde; üçü ise Kastamonu’da Nasrullah Camii’nde ve şehrin kazalarında verilen va‘zlardır. Her bakımdan çok önemli konuşmalardır.


MAKALELER
Çeşitli cemiyet, edebiyat ve fikir meseleleri üzerine, makale, sohbet ve hatıra şeklinde kaleme alınmış elli yazıdan ibarettir. Bunların on yedisi “Hasbihâl”, on biri “Edebiyat Bahisleri”, dördü“Eski Hâtıralar”,ikisi “Letâif-i Arabdan” genel başlıkları altında –bazan ikinci bir başlık daha taşıyarak– yayınlanmışlardır. On beşinin ise ayrı başlıkları vardır. Çok samimî bir dille kaleme alınan bu yazılarda Mehmet Âkif’in düşünceleri, bilgisi, kültürü ve irfanı görülmektedir.


TERCÜMELER
1908’den sonra, Mehmet Âkif, hepsinin de dergide yayınlattığı ve 268 tefrika devam etmiş olan 55 ayrı tercüme yapmıştır. Bunların birkaçında “Sa’di” takma adını kullanmıştır.
Tercümeler, beşi Arapça ve biri Fransızca yazmış olan altı yazardan yapılmıştır. Tercümelerin yazar ve tefrika sayısı bakımından dağılışı şöyledir:

Ferid Vecdi: 7 tercüme, 73 tefrika.

M. Abduh: 31 tercüme, 48 tefrika.

A. Refik: Bir tercüme, 3 tefrika.

Şeyh Şiblî: Bir tercüme, 10 tefrika.

A. Câviş: 13 tercüme, 122 tefrika.

Said Halim Paşa (Fransızca): 2 tercüme, 12 tefrika.
Kitap olarak basılmış tercümeleri şunlardır
1. “Müslüman Kadını”, Ferid Vecdi.
2. “Hanoto’nun Hücumuna Karşı Şeyh Muhammed Abduh’un İslâm’ı Müdâfa’ası”
3. “İslâmlaşmak”, Said Halim Paşa.
4. “Anglikan Kilisesine Cevap”, Abdülaziz Câviş.
5. “İçkinin Hayât-ı Beşerde Açtığı Rahneler”, Abdülaziz Câviş.

MEKTUPLAR
Elli kadar mektubu ve bazı mektup parçaları yayınlanmıştır. Dağınık hâlde, bazı kimselerin elinde, birkaç yüz mektubunun bulunduğunu tahmin edilmektedir. Bunların toplanarak yayınlanması, şairimizin düşünceleri, hayatı ve yakın tarihimiz bakımından çok faydalı olacaktır

COBANYILDIZI
20.11.2008, 09:29
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
İSTİKLÂL MARŞI



Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!

COBANYILDIZI
20.11.2008, 09:31
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

COBANYILDIZI
20.11.2008, 09:31
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

COBANYILDIZI
20.11.2008, 09:31
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

COBANYILDIZI
20.11.2008, 09:31
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

COBANYILDIZI
20.11.2008, 09:33
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

COBANYILDIZI
20.11.2008, 09:34
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

COBANYILDIZI
20.11.2008, 09:37
AMAÇ VE KAPSAM


Bağımsızlığımızın simgesi olan ulusal marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy, XIX. yüzyılın sonları ile XX. Yüzyılın başlarında yaşanan toplumsal değişime ve dönüşüme yaşamıyla tanıklık etmiş, bu tanıklığını eserlerine yansıtmış önemli bir fikir adamımızdır.

Türk Kurtuluş Savaşı’nın ön sözü niteliğinde olan Çanakkale Zaferini “Çanakkale Şehitlerine” adlı ölümsüz eseriyle belgeleyen Akif, şiirler yazarak, konuşmalar yaparak ve cephe cephe gezerek Kurtuluş Savaşı içinde etkin olarak yer almıştır. Sömürgeciliğe karşı yürütülen Milli Mücadelede ordumuza ve ulusumuza seslenerek umut, cesaret, inanç ve ulusal bilinç aşılayan kırk bir dizelik İstiklal Marşı ile Türk tarihinde silinmez bir sayfa edinmiştir.

“Vatan Şairi” Mehmet Akif Ersoy; edebiyatçı, veteriner-hekim, milletvekili, gazeteci ve eğitimci kimliği ile toplumsal verimliliği ve etkileri kendi çağını aşmış üretken bir Türk aydınıdır.

Türk kültür ve düşün tarihinin öncülerinden olan Akif hakkında birçok araştırma ve inceleme yapılmıştır. Bununla beraber Akif’in yapıtlarına ve tarihi kimliğine yansıyan çok yönlülüğün çağdaş yöntem ve tekniklerle değerlendirilmesi, var olan araştırmaların ışığında yeni araştırmaların yapılabilmesi düşüncesiyle ve adını üniversitemizde taşımanın onuruyla Mehmet Akif’e gönül borcumuzu canlı tutacak uluslararası bir sempozyumun düzenlenmesine gerek duyulmuştur.

Bu amaç doğrultusunda I. Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu aracılığıyla bilim, kültür ve sanat dünyasının değerli bireylerinin bilimsel bir düzlemde bir araya getirilerek araştırmaların paylaşıma sunulması düşünülmektedir.

Değerli katkılarınızdan dolayı üniversitemiz onur duyacaktır.



Prof. Gökay YILDIZ
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Rektörü

Kadirhan
20.11.2008, 11:30
emeginize saglik cok guzel bir paylasim

.............................. .............................. .............................. ......




Zulmü Alkışlayamam

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdımı,hatta boğarım!...
-Boğamazsın ki!
-Hiçolmazsa yanımdan kovarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördümmü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu?

Mehmet Akif Ersoy

EyüphanAydın
20.11.2008, 13:45
Ünlü şairimizi rahmetle anıyoruz...!

COBANYILDIZI
20.11.2008, 17:47
ruhu sad olsun unutulmadı unutmaycagız......!!!!!!!!!!!! ¿

COBANYILDIZI
21.11.2008, 09:36
SAFAHAT

Acem Şahı

Ahiret Yolu

Alınlar Terlemeli

Amin Alayı

Asım

Azim

Azimden Sonra Tevekkül

Bana Sor Sevgili Kari

Bayram

Bebek Yahut Hakk-ı Karar

Berlin Hatıraları

Bir Ariza

Bir Gece

Bir Mersiye

Bir Mezar Taşına Yazılmış İdi

Bir Resmin Arkasına Yazılmış İdi

Bu da Bir Mezar Taşı İçin Yazılmış İdi

Bülbül

Canan Yurdu

Çocuklara

Derviş Ahmed

Dirvas

Durmayalım

El-Uksur´da

Ezanlar

Fatih Camii

Fir´avn İle Yüz Yüze

Gece

Geçinme Belası

Gül,Bülbül

Hakkın Sesleri

Hala mı Boğuşmak

Hasbihal

Hasbihal

Hasır

Hasta

Hayat Arkadaşıma

Hicran

Hürriyet

Hüsam Efendi Hoca

Hüsran

Hüsran-ı Mübin

İki Arkadaş Fatih Yolunda

İkinci Ariza

İnsan

İstibdad

İstiğrak

İstiklal Marşı

İtiraf

Kıssadan Hisse

Kocakarı İle Ömer

Kör Neyzen

Köse İmam

Küfe

Leyla

Mahalle Kahvesi

Meal-i Celili

Meal-i Celili

Mehmed Ali´ye

Merhum İbrahim Bey

Mevlid-i Nebi

Meyhane

Mezarlık

Ne Eser Ne de Semer

Necid Çöllerinden Medine´ye

Nefs-i Nefis

Nerdesin

Nevruz´a

Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi

Resim İçin

Resmim İçin

Ressam Haklı

Sadi´den Tercüme

Safahat İçin

Said Paşa İmamı

Sanatkar

Secde

Selma

Seyfi Baba

Süleyman Nazif´e

Süleymaniye Kürsüsünde

Şair Huzurunda Münekkid

Şark

Şehidler Abidesi İçin

Tebrik

Tek Hakikat

Tercümedir

Tevhid Yahud Feryad

Umar mıydın?

Uyanın

Vahdet

Vaiz Kürsüde

Yaş Altmış

Yesi Yok!

Yemişçi İhti

COBANYILDIZI
21.11.2008, 09:37
Acem Şahı


Bu merdi ki mülk-i seraser zemin

Neyerzed ki huni çeked ber zemin

Sa?di


Gürz-i girân-ı zulmünü ey kanlı nâsiye;

Eyvân-ı zer-cidâına as ziynetin diye!

Al kanlı bir kefenle donat hayme-gâhını,

Canlarla yak meçâil-i mâtem- penâhını!

Makberlerin hufeyre-i muzlim-dehanları,

Dendân-ı gayz u kahra şebîh üstühanları

Yâd eylesin mezâlimini tâ ebed senin,

Ey cephesi, kitâbesi bin kanlı medfenin!

Ey bir hayâle tuhfe kılan bin hakîkati,

Ey âhenîn eliyle kazıp kabr-i milleti,

Nûr-i hayât ufuklarını herc ü merc eden

Meyyitlerin izâmı gibi târumâr eden!

Ey hâdimi serâçe-i mâtem feşanların!

Rah,r-ı akûr-i zulmüne pâmâl olanların

(*) Bu manzûmeyi Midhat Cema1 ile beraber yazmıştık. Bu birinci parça onun, aşağıda gelecek ikinci parça benimdir.



Gül-gonce-i mezân mıdır tâc-ı devletin?

Tutmuşsa da avâlim-i efkân şöhretin,

Zannetme ki hükûmetinin efseriyledir.

Sa´dî´lerin mezâr-ı çemen-ber-seriyledir...

Sa´dî´lerin mezârı, evet, bir avuç türâb...

Tahtınsa bir cihan ki senin âsüman-meâb!

Lâkin o kabre bence fedâ taht ü efserin...

Makber-güzîn olup da sükût eyliyenlerin

Feryâd-ı vâpesînine değmez bu velvelen...

Mudhik gelir nigâh-ı temâ,râma hâilen!

Bin mülkü, milleti yok eden pençe-i felek,

Bir şahsı şüphesiz ebedî kılmamak gerek.

Mâzî ki işte makbereler mâverâsıdır,

Milletlerin haziyre-i zair-cüdâsıdır

Atfeylesen nigâhını ka´r-ı zalâmına;

Milletlere gözün ilişir na´ş nâmına!

Dârâ´ların o nâsiye-i târumârını,

Ecdâdının izâmını, çökmüş mezârını

Pîş-i nigâh-ı ibretine al da bir düşün...

Çoktur bu rütbe dağdağa bir kabza hâk için!

İklîmler alan o muazzam Napolyon´un

Bir hufredir kazandığı şey. İşte bak onun

En son serîri makbere-i mâtemîsidir,

Akreplerin nedîmi, yılanlar enisidir!

Yer kalmamış sarây-ı muallâna bak utan:

Mâtem-sarâylarla dolu sâha-i vatan!

Emr-i cihan-mutâı bu dünyâyı râm eden

Eslâfının -bugün düşünürsek -değil iken

Toprak dolan dehenleri feryâda muktedir,

Hâlâ senin bu velvele-i nahvetin nedir?





Riyâset be-dest-i kesânî hatâst

Ki ez destiŞan-i desthâ ber Hudâst

Sa´dî
Bu müdhiş velvelen İrân´ı dâim inletir sanma.

"Muzaffersin!" diyen sesler bütün hâindir, aldanma.

Zafer yâb olduğun kimdir? Düşün bir kerre, millet mi?

Adâlet isteyen bir kavmi vurmak gâlibiyyet mi?

Nasîbin yok mudur bir parça olsun âdemiyyetten?

Nasıl aldırmıyorsun yükselen feryâda milletten?

Emîn ol bunca mazlûmun yüreklerden kopan âhı,

Tependen indirir elbette bir gün lâ´netu´llâhı!

Sığınmış olduğun şevket-sarây-ı zulmü pek muhkem

Hayâl etmektesin... Lâkin ne bârûlar, ne müstahkem

Penâh-ı bî-amanlar, heybet-i Kahhâr-ı Mutlak´la,

Kökünden devrilip bir anda yeksân oldu toprakla!

O, bir çok memleket vîrân edip yaptırdığın eyvan

Harâb olmaz mı? Kabristâna dönmüşken bütün İran?

Evet, İrân?ı kabristâna döndürdün, helâk ettin;

Kefen yaptın girîbân-ı ümîdi çâk çâk ettin!

"Bütün dünyâ için bir damla kan çoktur" diyorlar, sen,

Şu ma´sûm ümmetin seller akıttın hûn-i pâkinden!

Yüzünden perde-i temkîni artık kaldırıp attın:

Ne mâhiyyet, nasıl fıtrattasın, dünyâya anlattın!

Livâü´1-hamd-i hürriyyet iken İslâm için gâyet,

Nedir pâmâl-i istibdâdın olmak öyle bir râyet?

Kazak celbeyleyip tâ Rusya´dân sâdâtı çiğnettin;

Yezîd´in rûhu şâd olsun... Emînim çünkü şâd ettin!

Şehâmet gösterip binlerce Beytullâh´ı bastırdın;

Şecâat arz edib birçok ricâlullâhı astırdın!

Ne Allah´tan hayâ ettin, ne Peygamber´den âr ettin:

Devirdin kâ´be-i ulyâ-yı dîni, hâk-sâr ettin!

Hamâset perverân-ı kavmi tuttun bir bir öldürdün,

Umûmen Şark´ı ağlattın, umûmen Garb´ı güldürdün..

Hayır, hiçbir gülen yok, sızlıyor Garb´ın da vicdânı,

Görüp ecsâd-ı mazlûmîne meşher hâk-i İrân´ı!

O Sâ´dî´ler, o Hâfız´lar, o Firdevsî, o Râzî´ler,

Gazâlî?ler, o Kutbüddin, o Sa?düddin, o Kâdîler.

Yetiştirmiş; o Örfi´nin, o birçok şems-i irfanın

Ziyâsindan tenevvür eylemiş iklîmi dünyânın,

Bugün makhûr-i nâdânîsidir bir fırka haydûdun!

Nedir pinhân olan esrârı bilmem, bunda Ma´bûd´un.

Hayır, Ma´bûd´a ircâında yoktur bunların ma´nâ:

Yataklık eylemez cânîye -hâşâ- bir zaman Mevlâ.

Şehâmet perverâ, Şâhâ! Zaman, bî-dâdı kaldırmaz;

Hatâ etmektesin şâyed diyorsan "Kimse aldırmaz."

Bu istibdâda artık bir nihâyet ver ki: İstikbâl

Karanlık derler amma işte pek meydanda: İzmihlâl!

COBANYILDIZI
21.11.2008, 09:39
Ahiret Yolu


Sokakta sâde bir "âmîn!" sadâsıdır gidiyor:

Mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.

Basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,

Başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût;

Denildi: "Fâtiha!´; âmîni kestiler bu sefer,

Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,

Hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;

Deminki zemzemeler bir zaman için dindi.

Duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu,

Diyordu:

- Söyleyin Allâh için şu merhûmu,

Nasıl bilirsiniz ey müslümanlar?

- İyi biliriz!

-Yarın huzûr-i İlâhîde toplanıp hepiniz,

Bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya?

- Evet!

- İmâm efendi, helâllık da iste, merhamet et...

- Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı.

- Helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı!



Cemâatin yüreğinden kopup "helâl olsun!"

Nidâ-yı saffeti, birden cenâze, ah-ı derûn,

Misâli uğradı evden; fezâda yükseldi

İçerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi;

Baş örtüsüyle kadınlargözüktü pencereden:

-Bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen!

-Yıkıldı dostlar evim, barkım... Ah gitti kocam!..

-Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam!

-Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre,

Kızıp da "ey!" demiş insan değildi, hemşîre!

-Zavallı Remziye! Boynun büküldü evlâdım...

-Babam ne oldu?

-Baban... Öldü.

-Etme Ayşe Hanım,

Bu söylenir mi ya? Hicrân olur zavallı kıza...

Ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza...

Açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın...



Göründü cumbada baktım ki tombalak, sanşın,

Sevimli bir küçücek kız... Beiinde ancak var.

Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,

Zavallının eriyen ruh-i bî-günâhı idi.

Benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî.



Sefine pâre ki sırtında mevc-i bî-hissin,

Yüzer... Önünde ademden nişâne bir engin,

Çeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına;

Bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlıyana?

Cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça,

O tahta pâreye benzerdi, düşmüş emvâca.

Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını?

Nasıl görür ki yetîmin huruş eden yaşını?

Bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner,

Samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer.



Değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer:

Sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler.

O tahta pâre-i câmid, o iğbirâr-ı samût,

Güzer-gehindeki eşbâhı bir mehîb sükût

İçinde haşr ederek dalgalarla seyrediyor;

Zemîne bakmıyor artık semâ deyip gidiyor.



Bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı?

Suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı:

Evet bekâ ezecek cism-i zâr-ı fânîyi,

Vücûd çekmiyecek ömr-i câvidânîyi,

Bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler,

Dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer!

Ağır ağırgidiyorken cenâze kâfilesi,

Nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi.

Çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât,

Açıldı dîde-i im´âna perde perde hayât.



Senin en son serîrindir şu bî pervâ uzanmış taş;

Ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş!

Elinden yok halâs imkânı, mâdâme´l-hayât uğraş...

O, mutlak sedd-i râhındır, aşılmaz.. Muktedirsen aş!´



Musallâ: Müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın;

Musallâ: Ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın;

Musallâ: Minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın;

Musallâ-: Ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın.



Bu minberden iner nâsûta en müdhiş hakîkatler,

Bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâ´atler.

Civârından geçer zulmette bî pâyan hayâletler:

Kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler!



Babam, kardeşlerim, evlâdım, annem... Belki bunlardan

Muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-ı can el´ân

Bu taştan atfeder zanneylerim dünyâya son im´ân...

Benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân!



Serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ;

Müşeyyed bürc ü bârülar düşer bir bir, bu taş hâlâ,

Zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ;

Bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ.



Namaz kılındı; duâ bitti. Kârban, yoluna

Düzüldü taht-ı memâtın girip birer koluna.

Yarım sâat henüz olmuştu. Yolcular durdu;

Demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu.

Cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,

Sokuldu servilerin ortasında bir çukura,

Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur

Kabardı toprağın altında bir an, bir ur!

Evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,

Dönün de arkadakinden sorun fecâ´atini·

Sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak

İlel´ebed o küçük rûh çırpınıp duracak!...

COBANYILDIZI
21.11.2008, 09:40
Alınlar Terlemeli

Cihan altüst olurken, seyre baktın, öyle durdun da,

Bugün bir serserî, bir derbedersin kendi yurdunda!

Hayat elbette hakkın, lâkin ettir haykırıp ihkâk;

Sağırdır kubbeler, bir ses duyar: Da´vâ-yı istihkâk

Bu milyarlarca da´vâdan ki inler dağlar, enginler;

Otumıuş, ağlıyan âvâre bir mazlûmu kim kinler?

Emeklerken, sabî tavrıyla, topraklarda sen hâlâ,

Beşer doğrulmuş, etmiş, bir de baktın, cevvi istîlâ!

Yanar dağlar uçurmuş, gezdirir beyninde dünyânın;

Cehennemler batırmış, yüzdürür kalbinde deryânın;

Eşer a´mâkı, izler keşfeder edvâr-ı hilkatten;

Deşer âfâkı, birşeyler sezer esrâr-ı kudretten;

Zemin mahkûmu olmuştur, zaman mahkûmu olmakta;

O, heyhât, istiyor hâkim kesilmek bu´d-i mutlakta!

***

Tabîat bin çelik bâzûya sahipken, cılız bir kol,

Ne kâhir saltanat sürmekte, gel bir bak da, hayrân ol!

Hayır, bir kol değil, binlerce, milyonlarca kollardır,

Yek-âheng olmuş, işler, çünkü birleşmekte muztardır:

Bugün ferdî mesâînin nedir mahsûlü? Hep hüsran;

Birer beyhûde yaştır damlayan tek tek alınlardan!

Cihan artık değişmiş, infırâdın var mı imkânı,

Göçüp ma´mûrelerden boylasan hattâ beyâbânı?

Yaşanmaz böyle tek tek, devr-i hâzır. Devr-i cem´iyyet.



Gebermek istemezsen, yoksa izmihlâl için niyyet,

"Şu vahdet târumâr olsun!" deyip saldırma İslâm´a;

Uzaklaşsan da îmandan, cemâ´atten uzaklaşma.

İşit, bir hükm-i kat´î var ki istînâfa yok meydan:

"Cemâ´atten uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah´tan.

Nedir îman kadar yükselterek bir alçak ilhâdı,

Perîşân eylemek zâten perîşan olmuş âhâdı?

Nasıl yekpâre milletler var etrâfında bir seyret?

Nasıl tehvîd-i âheng eyliyorlar, ibret al, ibret!



Gebermek istiyorsan, başka! Lâkin, korkarım, yandın;

Ya sen mahkûm iken, sağlık ölüm hakkın mıdır sandın?

Zimâmın hangi, ellerdeyse, artık onlarınsın sen;

Behîmî bir tahammül, varlığından hisse istersen!

Ezilmek, inlemek, yatmak sürünmek var ki, âdettir;

Ölüm dünyâda mahkûmîne en son bir sa´âdettir:

Desen bir kere "İnsânım!" kanan kim? Hem niçin kansın?

Hayır, hürriyetin, hakkın masûn oldukça insansın.

Bu hürriyet, bu hak bizden bugün âheng-i sa´y ister:

Nedir üç dört alın? Bir yurdun alnından boşansın ter.

COBANYILDIZI
22.11.2008, 11:11
okuyan yok heraldebunlartı hıccok ayıppp:)

COBANYILDIZI
03.12.2008, 16:16
iki kisi hic yoktan cok iyidir:))