PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : DÜn 3 Aralık, Dünya Özürlüler Günü.‏


seva
04.12.2008, 19:02
Kelimeye dikkatinizi çekerim. Acımasız olun demiyoruz, kesinlikle acımayın diyoruz.
Nedeni gayet basit; Engellerin en nefret ettiği konuların başında, onlara acınması geliyor. Acınası gözlerle kendilerine bakılması onları çileden çıkarıyor, kahrediyor, acılarını sürekli tazeliyor.

Kendilerine zavallı insan muamelesi yapılması, üstelik söz ve davranışlarla bunun hissettirilmesi onları kahrediyor ve derinden yaralıyor. Engellilere acımayın derken anlatmak istediğimiz konu bu.

3 Aralık, Dünya Özürlüler Günü.

Genelde özürlülük; doğum öncesi, doğumda ve doğum sonrası oluşan olumsuz şartlardan kaynaklanıyor. Unutulmamalıdır ki, bir insan özürlü değilse bile, son nefesine kadar potansiyel bir özürlü adayıdır.

Kimse nerede, ne zaman, ne şekilde başına neler gelebileceğini çoğu defa bilemez. Nitekim 17 Ağustos depremi, sadece 40 saniye içinde onbinlerce insanı özürlü hale getirdi. Hergün yaşanan trafik kazaları hakeza. İş kazaları da öyle. Siz ne kadar dikkat etmeye çalışsanız bile, karşı tarafın dikkatsizliği hayatınızı bir anda karartmaya yetebiliyor.

Gelelim yazı başlığı ile tam olarak ne anlatmak istediğimize…

Engelliler kendilerine acınmasını değil, engel durumlarına göre, üretime katkılarının ne olabileceği konusunda toplumun tüm kesimleriyle birlikte bir şeyler yapmanın beklentisi içindeler. Tek istedikleri, kendilerine bir fırsat verilmesi.

Her biri, özürlülük durumlarına göre, kendileri için, aileleri için, bu ülke için muhakkak yapabilecekleri bir şeyler olduğuna inanıyorlar ve kendilerine bir fırsat verilmesini istiyorlar.



Herkes özürlü adayı...

İsviçre'de yapılan bir araştırmada, özürlülüğe sebep olan faktörlerin başında, hayatın değişik safhalarında meydana gelen etkenlerin yüzde 72 ile ilk sırada geldiği tespit edilmiş. Yani, doğuştan engelsiz olsanız bile, hayatınızın her hangi bir safhasında engelli haline gelmeniz an meselesi.

Burada önemli olan nokta, özürlülüğün bir "sorun" değil, bir "durum" olarak kabul edilmesidir. Araştırmalar, özürlü bireylere yönelik kalıp yargıların, olumsuz ve red*dedici tutumların sürdüğünü gösteriyor.



Özürlü mü, engelli mi?

Bilimsel danışmanlığını yaptığım, "İstanbul Sosyal Doku Projesi" kapsamındaki özürlülere yönelik kantitatif araştırmanın sonuçlarına göre; özürlülerin büyük bölümü kendilerine, "Engelli" denmesini istiyorlar. Aynı araştırmaya göre, aile ve akraba çevresinde özürlü bulunduğunu ifade edenlerin oranı yüzde 31. Ne kadar büyük bir rakam.

Toplumun nerede ise üçte biri günlük yaşamda engelli vatandaşlarımızla sürekli temas halinde. İyi ama, kent mobilyaları, ulaşım, kaldırımlar, konut planları, toplu taşıma araçlarına inme binme imkanları, yolu karşıdan karşıya geçmelerini sağlayacak düzenlemeler ne kadar yeterli.

Engelli vatandaşlarımıza yönelik yaptığımız araştırmalar, toplumun kendilerine destek olmadığını (yüzde 62.3), görmezden geldiğini (yüzde 65), kendilerine acıdığını (yüzde 76.5), hatta aşağıladığını (yüzde 50.2), yardıma muhtaç gördüğünü (yüzde 76.7) ifade ediyorlar. Oysa özürlüler fırsat verilirse, yeteneklerini ortaya koyabilen ve diğer insanlardan farklı olmayan bireyler olarak görülmek istiyorlar.

Sosyal dayanışmasının güçlülüğü ile temayüz eden ve tarih boyu bu özelliği ile gurur duyan bir ülkede, bu rakamlar gerçekten üzüntü vericidir.

Özürlülerin kendilerine bakışı ise oldukça olumlu. Yüksek oranda kendilerine güvenmekte (yüzde 95), başarılı (yüzde 93) ve çalışkan (yüzde 96) bulmaktadırlar. Kendi kendilerine yetebildiklerini düşünmekte (yüzde 87), zor durumda kaldıklarında bile başkalarından yardım beklememektedirler (yüzde 87). Özürlülerin bu özgüveni; kendilerine imkan verildiği takdirde, başarabileceklerinin göstergesidir.



Son 50 yıl içinde demokrasi ve insan hakları konusunda yaşanan gelişmeler, özürlü bireylerin temel haklardan yararlanmaları konusundaki yasal düzenlemelere hız kazandırdı. Fakat bunların yeterli olduğunu söylemek mümkün değil.

Türkiye'de 10 milyon özürlünün varlığından bahsedilmektedir. Her özürlünün, yakın çevresindekilerin yaşamını da doğrudan etkilediği göz önüne alındığında, ülkemizin en az yarısı bu soruna aşinadır.



Konunun üzücü bir başka yönü, ülkemizdeki özürlü çocuklardan sadece binde 9'unun öğretim imkânına sahip olmasıdır. Sorunun aşılması için onlara acımak değil, çok yönlü çaba göstermek gerekiyor.

Daha da gecikmeden...



Engellilere acımak sorunu çözmeye yetmiyor. Önemli olan onlara imkan vermektir.

Bu sadece bir sosyal sorumluluk değil, aynı zamanda büyük de bir sevaptır.



alıntı

seva
04.12.2008, 19:15
Aslında benim için hiç bir anlam ifade etmeyen ve hiç bir zaman kabul etmiyecegim özel gün ve kutlamalardan biridir.engelliler haftası ve günü.toplumdan insanlardan ve yaşamdan soyutlanmış ayrılmış kenara itilmişligin en güzel gösterisi diye düşünüyorum.ben ısrar ediyorum hiç bir engelli kardeşimiz yeteneklerini aşabildigi ve başardıgı aşdıgı zorlukları insanlara bu şekilde göstermek zorunda degil.bizler hayata baglanmanın en güzel örnegi diye gösterilmemeliyiz.engelliler haftasını kuran ve sadece cok büyük ama cok büyük bir sorunu bir güne haftaya sıgdıran düşünceye zihniyete ve böyle olmasında neden olan herkeze sadece yazıklar olsun diyorum ve sadece bu düşünceyi kınıyorum...

İnsanın değer verdiği, mutlu olduğu, paylaşma duygularının ağır bastığı olayların veya günlerin bir sömürü aracı olarak kullanılması, maddesel değerlere bürünmesi vede sanki dayatma havasında olması çok üzücü...

O zaman bu tip olaylar bir kalıp içine girmeye başlıyor ve asıl manalarından uzaklaşıyor. Sonuç olarakta kalıplara uymaya çalışan, robotlaşmış davranışlar bütününe dönüşüyor.

Biz engelliler ile ilgili gün ve haftalar da bu kalıplar içine girmektedir. Gerçi bizle ilgili gün ve haftalarda maddesel bir sömürü olayı yok ama duygusal sömürü aşırı şekilde görülmektedir.

Bize ayrılmış bu gün/haftada alışılmış şekilde, vaat içerikli konuşmalar, bir günlüğüne seçilmiş engelli başbakan, bakanlar, bürokratlar, başarılı engellilerden örnekler şeklinde, ekranlarda görüntüler ve yazılı medyada gazete haberleri vardır. Bir önceki senenin kutlamalarıyla aynıdır bir farkı yoktur haberlerin.

Biz isterdik ki, her engellilerle ilgli gün/haftalar da, yapılan konuşmalarda sorunlarımıza radikal olarak çözüm bulunduğuna ve uygulamaya konulduğuna dair müjdeler olsun. Umarım bir gün Engelliler olarak bu müjdeleri duyarız, görürüz..





ÇAĞRI

Harfleri öğret,
Okumayı bana bırak.

Kalemi göster,
Yazmayı bana bırak.

Yürümeyi göster,
Koşmayı bana bırak.

Bir sevi ver,
Sevdayı bana bırak.

Bir dokun,
Binlerce çiçek açayım.

Bir tohum at,
Bin başak açayım.

Bir ışık ver,
Dünyayı aydınlatayım...

sibelYILMAZ
04.12.2008, 19:28
Ablacım ne yazık ki sadece vah deyip geçip gidiyoruz ama gerçekte kimsenin doğru dürüst birşey yaptığı yok buna bende dahil olmak üzere .......

Kardelencicegi
04.12.2008, 19:28
BU HİKAYENİN GERÇEK HAYATTA YAŞANIP, YAŞANMADIĞI BİLİNMİYOR!


Bu hikaye engelli bir insan ile sağlam bir insanın arasında geçen bir olayı anlatmaktadır.


ARAMIZDA DA HİÇ FARK YOK!
Engelli bir insan ve sağlam bir insan bir gün bir yer de karşılaşırlar. Bu iki insanın başlarına bakın neler gelmiştir.

Engelli insan sağlam insana:
- Selamın aleyküm? Diye seslenir.

Sağlam insan ise:
O insanın selamını almaz yolana gider.

Engelli insan:
- İçinden herhalde beni duymadı diyerek tekrar selamın aleyküm? Diye seslenir.

Sağlam insan ise:
Yine duymamazlığa verir ve yoluna devam eder.

Engelli insan sinirlenerek:
- Allahın selamını bile almıyorsun. Ama her insan birer engelli adayıdır der.

Sağlam insan
Kendi kendine söylene. Söylene çekip, gider.

Bu iki insanımızın başlarına gelenler bununla sınırlı kalmamıştı.

Bir zaman sonra bizim bu sağlam insan bir kaza geçirir. Ve doktorlar sağlam insana hayatının geri kalanını engelli bir insan olarak geçireceği gerçeğini söylerler. İşte o an da o insanın dünyası başına yıkılmıştır. Bu insan engelli insana yaptığı hatayı anlamıştır. Ancak iş, işten çoktan geçmiştir.

Bu iki insan yine bir gün bir yer de karşılaşırlar. Ve bakın sonra neler olmuştur.

Yeni engelli olan insan:
- Selamın aleyküm diye seslenir bizim engelli insana..

Bizim engelli insan ise:
- aleyküm selam diye cevap verir. Ve benimle konuşman için engelli mi olman gerekiyordu? Diye sorar.

Diğer engelli insan
- kendisine öyle davrandığı için çok pişman olduğunu söyler. Ve kendisinden özür dileyerek oradan ayrılır.

ERKAN AKIN

"Her sağlam insan engelli adayıdır,unutmayalım."


Sevgiler.

MeLody58
04.12.2008, 20:03
paylaşım için tesekkürler insanların engellerini özür olarak görmüyorum yeterki insan beyin özürlü eski kafalı olmasın


Herkes özürlü adayı... evet 10 gün önce çok kötü bir şekilde düştüm ve ayagım kırıldı sakatta kalabilirdim herke özürlü adayı bencede

sonbahar5803
05.12.2008, 00:15
Bu konuda hiç hassa bir toplum değiliz maalesef.

Bir gavur kadar olamıyoruz. O kadar değer veriyorlarki engelli insanlara.

Biz de ise işe yaramaz, zavallılar topluluğu gibi görülürler.

Daha çocuklarımıza bile dalga geçmemeyi öğretemedik.

Ama peri'nin dediği gibi, beyin özürlü olmayalım yeterki.

tatli-dilli
07.12.2008, 11:23
gecikmeli de olsa tüm engellilerimizin o günü umutlu olsun yarinlar adina insallah...

en güzel sey,
esas dünyamizda sizlerin bizlerden daha saglikli olacagini bilmek,
zor cok zor ama hic birsey umudumuzu kaybetmek icin yeterli bir neden degil,
nefes alabiliyor isek sükürler olsun demek icin bir nedenimiz var demektir...

seva
09.12.2008, 13:59
Kelimeye dikkatinizi çekerim. Acımasız olun demiyoruz, kesinlikle acımayın diyoruz.
Nedeni gayet basit; Engellerin en nefret ettiği konuların başında, onlara acınması geliyor. Acınası gözlerle kendilerine bakılması onları çileden çıkarıyor, kahrediyor, acılarını sürekli tazeliyor.

Kendilerine zavallı insan muamelesi yapılması, üstelik söz ve davranışlarla bunun hissettirilmesi onları kahrediyor ve derinden yaralıyor. Engellilere acımayın derken anlatmak istediğimiz konu bu.

3 Aralık, Dünya Özürlüler Günü.

Genelde özürlülük; doğum öncesi, doğumda ve doğum sonrası oluşan olumsuz şartlardan kaynaklanıyor. Unutulmamalıdır ki, bir insan özürlü değilse bile, son nefesine kadar potansiyel bir özürlü adayıdır.

Kimse nerede, ne zaman, ne şekilde başına neler gelebileceğini çoğu defa bilemez. Nitekim 17 Ağustos depremi, sadece 40 saniye içinde onbinlerce insanı özürlü hale getirdi. Hergün yaşanan trafik kazaları hakeza. İş kazaları da öyle. Siz ne kadar dikkat etmeye çalışsanız bile, karşı tarafın dikkatsizliği hayatınızı bir anda karartmaya yetebiliyor.

Gelelim yazı başlığı ile tam olarak ne anlatmak istediğimize…

Engelliler kendilerine acınmasını değil, engel durumlarına göre, üretime katkılarının ne olabileceği konusunda toplumun tüm kesimleriyle birlikte bir şeyler yapmanın beklentisi içindeler. Tek istedikleri, kendilerine bir fırsat verilmesi.

Her biri, özürlülük durumlarına göre, kendileri için, aileleri için, bu ülke için muhakkak yapabilecekleri bir şeyler olduğuna inanıyorlar ve kendilerine bir fırsat verilmesini istiyorlar.



Herkes özürlü adayı...

İsviçre'de yapılan bir araştırmada, özürlülüğe sebep olan faktörlerin başında, hayatın değişik safhalarında meydana gelen etkenlerin yüzde 72 ile ilk sırada geldiği tespit edilmiş. Yani, doğuştan engelsiz olsanız bile, hayatınızın her hangi bir safhasında engelli haline gelmeniz an meselesi.

Burada önemli olan nokta, özürlülüğün bir "sorun" değil, bir "durum" olarak kabul edilmesidir. Araştırmalar, özürlü bireylere yönelik kalıp yargıların, olumsuz ve red*dedici tutumların sürdüğünü gösteriyor.



Özürlü mü, engelli mi?

Bilimsel danışmanlığını yaptığım, "İstanbul Sosyal Doku Projesi" kapsamındaki özürlülere yönelik kantitatif araştırmanın sonuçlarına göre; özürlülerin büyük bölümü kendilerine, "Engelli" denmesini istiyorlar. Aynı araştırmaya göre, aile ve akraba çevresinde özürlü bulunduğunu ifade edenlerin oranı yüzde 31. Ne kadar büyük bir rakam.

Toplumun nerede ise üçte biri günlük yaşamda engelli vatandaşlarımızla sürekli temas halinde. İyi ama, kent mobilyaları, ulaşım, kaldırımlar, konut planları, toplu taşıma araçlarına inme binme imkanları, yolu karşıdan karşıya geçmelerini sağlayacak düzenlemeler ne kadar yeterli.

Engelli vatandaşlarımıza yönelik yaptığımız araştırmalar, toplumun kendilerine destek olmadığını (yüzde 62.3), görmezden geldiğini (yüzde 65), kendilerine acıdığını (yüzde 76.5), hatta aşağıladığını (yüzde 50.2), yardıma muhtaç gördüğünü (yüzde 76.7) ifade ediyorlar. Oysa özürlüler fırsat verilirse, yeteneklerini ortaya koyabilen ve diğer insanlardan farklı olmayan bireyler olarak görülmek istiyorlar.

Sosyal dayanışmasının güçlülüğü ile temayüz eden ve tarih boyu bu özelliği ile gurur duyan bir ülkede, bu rakamlar gerçekten üzüntü vericidir.

Özürlülerin kendilerine bakışı ise oldukça olumlu. Yüksek oranda kendilerine güvenmekte (yüzde 95), başarılı (yüzde 93) ve çalışkan (yüzde 96) bulmaktadırlar. Kendi kendilerine yetebildiklerini düşünmekte (yüzde 87), zor durumda kaldıklarında bile başkalarından yardım beklememektedirler (yüzde 87). Özürlülerin bu özgüveni; kendilerine imkan verildiği takdirde, başarabileceklerinin göstergesidir.



Son 50 yıl içinde demokrasi ve insan hakları konusunda yaşanan gelişmeler, özürlü bireylerin temel haklardan yararlanmaları konusundaki yasal düzenlemelere hız kazandırdı. Fakat bunların yeterli olduğunu söylemek mümkün değil.

Türkiye'de 10 milyon özürlünün varlığından bahsedilmektedir. Her özürlünün, yakın çevresindekilerin yaşamını da doğrudan etkilediği göz önüne alındığında, ülkemizin en az yarısı bu soruna aşinadır.



Konunun üzücü bir başka yönü, ülkemizdeki özürlü çocuklardan sadece binde 9'unun öğretim imkânına sahip olmasıdır. Sorunun aşılması için onlara acımak değil, çok yönlü çaba göstermek gerekiyor.

Daha da gecikmeden...



Engellilere acımak sorunu çözmeye yetmiyor. Önemli olan onlara imkan vermektir.

Bu sadece bir sosyal sorumluluk değil, aynı zamanda büyük de bir sevaptır.



alıntı