SivasLady
30.03.2009, 19:38
Üzülmeyin!.. Onun vardığı menzil tek kişilik Mamak hücresi değil, özlenen ve hiç üşütmeyen özgürlükler ülkesi...
Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindeki kutlu insanların hayatını kaybetmesinin tüm ülkede yankısı sürerken Milli Gazete'den
Sabri Gültekin Türkiye'ye düşen ateşi böyle yorumladı....
İşte tüm duygulara tercüman olacak yazı......
25 Mart 2009 Çarşamba günü saat 16.00 civarlarında Arşiv Servisi'nde arkadaşlarla siyasi gündeme dair sohbet ediyoruz. Aristokrat siyasetçi, beton kokan siyasetçi ve toprak kokan siyasetçi tiplemelerinin içerisine yerleştirdiğimiz isimlerden bahsederek özeleştirilerimizi bir noktada Muhsin Yazıcıoğlu'na getiriyoruz.
Mütevazılığı, duruşu, 12 Eylül 1980 Darbesi'nden sonra Mamak'taki mahpusluğu, mücadelesi, yol ayrımına girişi ve 28 Şubat rüzgârlarının sertçe estiği bir havada Erbakan-Çiller Hükümeti'ne verdiği "kerhen destek" sözünün bugünkü mânâsını tefsir etmeye çalışıyoruz.
Hiç kurgusuz, olacaklardan habersiz...
Tâ ki, sohbetimizi bitirip masamıza oturmamızla birlikte ajanslara düşen, Kahramanmaraş'tan gelen acı haberi okuyana kadar. Neydi ajanslara düşen bu acı haber:
"Saat 15.40 civarında Kahramanmaraş'ın Çağlayancerit ilçesinden helikopterle Yozgat'ın Yerköy ilçesine gitmek üzere havalanan Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindekiler 3 bin rakımlı Berit Dağı'na düştü" deniliyordu.
Daha birkaç dakika önce arkadaşlarla konuşurken, siyasi gündemin debdebeli şahsiyetlerinden değil de, neden Muhsin Yazıcıoğlu'ndan bahsetmiştik!..
Abdala malum olurmuş...
Haberler ajans ve televizyonlardan akmaya başlıyordu birbiri ardınca... BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu (55), Sivas İl Başkanı Erhan Üstündağ (37), İl Başkan Yardımcısı Yücel Yancı (50), İl Genel Meclis Adayı Murat Çetinkaya (51), Pilot Kaya İstektepe (56) ve kazadan sağ kurtulmayı başarabilen İHA muhabiri İsmail Güneş (34), farkında olmadan kendinin de içinde bulunduğu son haberini yapıyordu, saatler 15.46'yı gösterirken...
20 dakika boyunca, 112 Acil Servis görevlisine olanları aktarırken cansız bedenler arasında; Erhan ağabey, Erhan ağabey diyerek hayata tutunmaya çabalıyordu. Arada bir de "Çağ atlamış Türkiye"ye soruyordu: "Hanfendi, daha yerimiz tesbit edilmedi mi?" diye...
Ve "çok pis kırılan ayağı"nın sancısıyla aktardığı bilgilerin akabinde "üşüyorum" diyordu...
Bizler ölüm-kalım çığlıklarını televizyonlardan film gibi dinlerken, onlar çaresizliğin ve bilgi kirliliğinin bol oksijenli atmosferinde ölüyordu...
Üşüyorum... Yüreğimize "kor" gibi düşen bu cümle bize yabancı değil. Mamak Cezaevi'nin soğuk duvarlarında 25 yıl önce yankılanmaya başlayan "Üşüyorum" dizeleri, Yazıcıoğlu'na hiç mi hiç yabancı değil.
"Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır / Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum / Gözlerim parke parke taş duvarlarda / Açılıyor hayal pencerelerim / Hafif bir rüzgâr gibi süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak / Güvercinler ülkesinde dolaşıyor / Bir çeşme başı arıyorum / Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp / Mis gibi nane kokuları arasında / Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey / Güne gülümserken papatyalar / Dualar gibi yükselir ümitlerim / Güneşle kol kola kırlarda koşarak / Siz peygamber çiçekleri toplarken / Ben çeşme başında uzanmak istiyorum /
Huzur dolu içimde / Ben sonsuzluğu düşünüyorum / Ey sonsuzluğun sahibi, Sana ulaşmak istiyorum / Durun kapanmayın pencerelerim / Güneşimi kapatmayın/Beton çok soğuk, üşüyorum."
O, vuslata her zaman hazır olduğunun ümidini haykırıyordu, bu dizelerde.
Gecenin karanlığına gömülürken "ümitlerimiz", onun kadar dirayetli bir duruş sergileyemiyorduk. Bir yanımızı kaybetmenin sancısıyla, çaresizliğimize çare olarak, meslektaşımız İsmail Güneş'in çığlıklarını da yanımıza alarak; "İnna lillâhi ve innâ ileyhi raciûn" (Bakara / 156) ayetini mırıldanıyorduk.
"Kün" denildi mi, zirvelerin ötesine berisine seğirtsek ne yazardı!.. Dün Mamak Cezaevi'nin soğuk duvarları arasında 7.5 yıl üşüyerek "beraat" eden yağız yiğit, bugün "kekik kokulu koyaklardan aşarak" sonsuzluğun sahibine ulaşıyordu. Bize düşen ise sadece "sabr-ı cemil"e teslim olup, "ecr-i cezil"le müjdelenmeyi beklemek.
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Gündüzler karanlık gecelerin koynuna girerken, geceler aydınlığı kovalıyor!.. Farkında mısınız?.. Soğuk ve tipi estikçe zirvelerde, bedenimizi kavuruyor... Sinesine saplanıyor bir hançer gibi kavruk yüzlü yiğitlerin... Farkında mısınız?
İşe yaramayan teknolojiniz sizin olsun!.. Oynayın oyuncaklarınızla, mutlu olun ve gerekirse düğmelerine basıp fezayı ateşe verin!.. Fakat ne olur, o soluk benizli yiğitleri bir an önce bulun!..
Biz onların kardan kefenlerini çıkarıp, annelerinin çeyiz sandıklarında kendilerine sakladıkları beyazları giydireceğiz. Dualar edeceğiz. İsyankârlığımızı bastırmak için gözyaşı dökeceğiz.
Ey meydanlarda kükreyen aslan parçaları!.. Koordinatlarınız sizin olsun!.. Bize Muhsin ağabeyimizi ve yoldaşlarını verin!.. Bize gardaşlarımızı verin!..
Ve 47 saat sonra... Dualarımız kabul oldu... Döngel köyünün üstündeki, Keş Dağı'ndan bir ses geldi... "Yiğitlerin cansız bedenlerini bulduk" diye... Sevindik, yüreğimiz yanarak... Kahramanmaraş'a, Sivas'a dahası "coğrafyanın hafızasına" ateş düştü...
Katıldığı bir TV programında "Millet beni çok seviyor, fakat sandığa gelince oy vermiyor" cümlesinin ardından, gülen gözleriyle tebessüm ediyordu. Çağlayancerit'ten güvercinler gibi vuslata kanat çırpmadan önce de "Adaylarımı size, sizi Allah'a emanet ediyorum" diyordu... Vasiyet gibi...
Niye sevilmesindi ki!..
Sivas Demir Çelik Fabrikası'nın kapılarına kilit vurulmasıyla birlikte; işsizliğin, aşsızlığın ve sonrasında çaresizliğin pençesine düşen onlarca insan, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin koridorlarında alıyorlardı soluğu. Meclis koridorlarında yakaladıkları milletvekiline dertlerini arzediyor, karşılığında; "gençler, sizlere bol bol dua edeceğim" vaadi veriliyordu. Sonrasında Muhsin (Yazıcıoğlu) ağabeylerine gittiklerinde ise, parti genel merkezinin bütün kapıları sonuna kadar açılıyor, elden gelen bütün imkânlar seferber ediliyordu. Bu anekdotu Sivas Devlet Demir Yolları'nda çalışan Gürbüz Ballı, "Allah ondan razı olsun" diyerek aktarmıştı.
Böyle bir insan niye sevilmesindi ki!..
İşte buna benzer bir anektod daha... Yıllar önce "şehirdekilerle aynı şansa sahip olamayan" taşralı baba; duyma ve konuşma özürlü çocuklarını "işitme engelliler okulu"na kaydettirmek ister. Fakat bürokratik engeller kapıları yüzüne bir bir kapattırır. Sıkıntısını dostlarına anlattığında; "bir de Muhsin Yazıcıoğlu'na uğrayıver" denir. Çaresiz baba için son umuttur, Muhsin Yazıcıoğlu. Yanına gidilir, durum izah edilir. Yazıcıoğlu'nun girişimleri sonucu 2 işitme ve konuşma özürlü genç, okullarını başarı ile bitirerek hayata tutunur. Ulaş'ın Karahisar beldesinden Yunus Kendirli bu olayı bana anlatırken gözlerinde yaş, dudaklarında dua vardı.
Böyle bir insan niye sevilmesindi ki!..
"Mucizeler, umutlar tükendiği zaman belirir" denilir ya... Olmadı!.. Onu ve yanındakileri bizden daha çok seven aldı yanına. Hem de Fidan anneden, Naciye abladan, Yusuf ağabeyden, Gülefer yengeden, Firuze bacıdan, Furkan oğuldan, ülküdaşlarından ve gardaşlarından daha çok seven...
Üzülmeyin!.. Onun vardığı menzil tek kişilik Mamak hücresi değil, özlenen ve hiç üşütmeyen özgürlükler ülkesi...
O, bu dünyada sevildiği kadar, ahirette de sevilmeyi dileyerek yürüdü... Ömrünce, sayılı nefesince...
Sivas, sevgilisini kaybetti...
Şimdi ağabeylerini son yolculuğa uğurlama yoluna düşen milyonlarca Gürbüz'ün, Yunus'un, Hakkı'nın, Uğur'un, Ahmed'in ve Polat'ın gözlerinde yine yaş, dudaklarında yine dua... Bedduaların arşı inlettiği bir dünyada, dua almak hiç kolay değil. Ruhunuz şâd, mekânınız Cennet olsun Muhsin ağabey ve yoldaşları.
Milletimizin başı sağolsun.
Kuşkular... Neye dair kuşkularımız yok ki... En uzaktaki ihtimalleri en yakınımıza koyarak oyalanırız bir ömür boyu... Kuşku; sayılı nefeslerin ömrü törpülediği gibi yer, kemirir ve bitirir her şeyi...
[İlk defa binilen Bell Long Ranger tipi helikopter... Helikopterin kiralandığı Med Air şirketi... Ekgenekon'un 2. iddianamesinin açıklanmasından birkaç saat sonra böyle bir olayın meydana gelmesi... Kazanın meydana gelişinden itibaren oluşturulan bilgi kirliliği... Helikopterde olması gereken ELT cihazı... Basının teknik sorgudan ziyade, arama çalışmalarına yönelmesi... Doğan Grubu'nun Hürriyet'teki "Kaderleri aynı oldu" sulandırması...]
Fakat sadece Fatihalar ve Yasinler eşliğindeki dualar müstesna
Sabri Gültekin
MİLLİ GAZETE
SENİ UNUTMAYACAĞIZ
Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindeki kutlu insanların hayatını kaybetmesinin tüm ülkede yankısı sürerken Milli Gazete'den
Sabri Gültekin Türkiye'ye düşen ateşi böyle yorumladı....
İşte tüm duygulara tercüman olacak yazı......
25 Mart 2009 Çarşamba günü saat 16.00 civarlarında Arşiv Servisi'nde arkadaşlarla siyasi gündeme dair sohbet ediyoruz. Aristokrat siyasetçi, beton kokan siyasetçi ve toprak kokan siyasetçi tiplemelerinin içerisine yerleştirdiğimiz isimlerden bahsederek özeleştirilerimizi bir noktada Muhsin Yazıcıoğlu'na getiriyoruz.
Mütevazılığı, duruşu, 12 Eylül 1980 Darbesi'nden sonra Mamak'taki mahpusluğu, mücadelesi, yol ayrımına girişi ve 28 Şubat rüzgârlarının sertçe estiği bir havada Erbakan-Çiller Hükümeti'ne verdiği "kerhen destek" sözünün bugünkü mânâsını tefsir etmeye çalışıyoruz.
Hiç kurgusuz, olacaklardan habersiz...
Tâ ki, sohbetimizi bitirip masamıza oturmamızla birlikte ajanslara düşen, Kahramanmaraş'tan gelen acı haberi okuyana kadar. Neydi ajanslara düşen bu acı haber:
"Saat 15.40 civarında Kahramanmaraş'ın Çağlayancerit ilçesinden helikopterle Yozgat'ın Yerköy ilçesine gitmek üzere havalanan Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindekiler 3 bin rakımlı Berit Dağı'na düştü" deniliyordu.
Daha birkaç dakika önce arkadaşlarla konuşurken, siyasi gündemin debdebeli şahsiyetlerinden değil de, neden Muhsin Yazıcıoğlu'ndan bahsetmiştik!..
Abdala malum olurmuş...
Haberler ajans ve televizyonlardan akmaya başlıyordu birbiri ardınca... BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu (55), Sivas İl Başkanı Erhan Üstündağ (37), İl Başkan Yardımcısı Yücel Yancı (50), İl Genel Meclis Adayı Murat Çetinkaya (51), Pilot Kaya İstektepe (56) ve kazadan sağ kurtulmayı başarabilen İHA muhabiri İsmail Güneş (34), farkında olmadan kendinin de içinde bulunduğu son haberini yapıyordu, saatler 15.46'yı gösterirken...
20 dakika boyunca, 112 Acil Servis görevlisine olanları aktarırken cansız bedenler arasında; Erhan ağabey, Erhan ağabey diyerek hayata tutunmaya çabalıyordu. Arada bir de "Çağ atlamış Türkiye"ye soruyordu: "Hanfendi, daha yerimiz tesbit edilmedi mi?" diye...
Ve "çok pis kırılan ayağı"nın sancısıyla aktardığı bilgilerin akabinde "üşüyorum" diyordu...
Bizler ölüm-kalım çığlıklarını televizyonlardan film gibi dinlerken, onlar çaresizliğin ve bilgi kirliliğinin bol oksijenli atmosferinde ölüyordu...
Üşüyorum... Yüreğimize "kor" gibi düşen bu cümle bize yabancı değil. Mamak Cezaevi'nin soğuk duvarlarında 25 yıl önce yankılanmaya başlayan "Üşüyorum" dizeleri, Yazıcıoğlu'na hiç mi hiç yabancı değil.
"Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır / Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum / Gözlerim parke parke taş duvarlarda / Açılıyor hayal pencerelerim / Hafif bir rüzgâr gibi süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak / Güvercinler ülkesinde dolaşıyor / Bir çeşme başı arıyorum / Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp / Mis gibi nane kokuları arasında / Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey / Güne gülümserken papatyalar / Dualar gibi yükselir ümitlerim / Güneşle kol kola kırlarda koşarak / Siz peygamber çiçekleri toplarken / Ben çeşme başında uzanmak istiyorum /
Huzur dolu içimde / Ben sonsuzluğu düşünüyorum / Ey sonsuzluğun sahibi, Sana ulaşmak istiyorum / Durun kapanmayın pencerelerim / Güneşimi kapatmayın/Beton çok soğuk, üşüyorum."
O, vuslata her zaman hazır olduğunun ümidini haykırıyordu, bu dizelerde.
Gecenin karanlığına gömülürken "ümitlerimiz", onun kadar dirayetli bir duruş sergileyemiyorduk. Bir yanımızı kaybetmenin sancısıyla, çaresizliğimize çare olarak, meslektaşımız İsmail Güneş'in çığlıklarını da yanımıza alarak; "İnna lillâhi ve innâ ileyhi raciûn" (Bakara / 156) ayetini mırıldanıyorduk.
"Kün" denildi mi, zirvelerin ötesine berisine seğirtsek ne yazardı!.. Dün Mamak Cezaevi'nin soğuk duvarları arasında 7.5 yıl üşüyerek "beraat" eden yağız yiğit, bugün "kekik kokulu koyaklardan aşarak" sonsuzluğun sahibine ulaşıyordu. Bize düşen ise sadece "sabr-ı cemil"e teslim olup, "ecr-i cezil"le müjdelenmeyi beklemek.
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Gündüzler karanlık gecelerin koynuna girerken, geceler aydınlığı kovalıyor!.. Farkında mısınız?.. Soğuk ve tipi estikçe zirvelerde, bedenimizi kavuruyor... Sinesine saplanıyor bir hançer gibi kavruk yüzlü yiğitlerin... Farkında mısınız?
İşe yaramayan teknolojiniz sizin olsun!.. Oynayın oyuncaklarınızla, mutlu olun ve gerekirse düğmelerine basıp fezayı ateşe verin!.. Fakat ne olur, o soluk benizli yiğitleri bir an önce bulun!..
Biz onların kardan kefenlerini çıkarıp, annelerinin çeyiz sandıklarında kendilerine sakladıkları beyazları giydireceğiz. Dualar edeceğiz. İsyankârlığımızı bastırmak için gözyaşı dökeceğiz.
Ey meydanlarda kükreyen aslan parçaları!.. Koordinatlarınız sizin olsun!.. Bize Muhsin ağabeyimizi ve yoldaşlarını verin!.. Bize gardaşlarımızı verin!..
Ve 47 saat sonra... Dualarımız kabul oldu... Döngel köyünün üstündeki, Keş Dağı'ndan bir ses geldi... "Yiğitlerin cansız bedenlerini bulduk" diye... Sevindik, yüreğimiz yanarak... Kahramanmaraş'a, Sivas'a dahası "coğrafyanın hafızasına" ateş düştü...
Katıldığı bir TV programında "Millet beni çok seviyor, fakat sandığa gelince oy vermiyor" cümlesinin ardından, gülen gözleriyle tebessüm ediyordu. Çağlayancerit'ten güvercinler gibi vuslata kanat çırpmadan önce de "Adaylarımı size, sizi Allah'a emanet ediyorum" diyordu... Vasiyet gibi...
Niye sevilmesindi ki!..
Sivas Demir Çelik Fabrikası'nın kapılarına kilit vurulmasıyla birlikte; işsizliğin, aşsızlığın ve sonrasında çaresizliğin pençesine düşen onlarca insan, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin koridorlarında alıyorlardı soluğu. Meclis koridorlarında yakaladıkları milletvekiline dertlerini arzediyor, karşılığında; "gençler, sizlere bol bol dua edeceğim" vaadi veriliyordu. Sonrasında Muhsin (Yazıcıoğlu) ağabeylerine gittiklerinde ise, parti genel merkezinin bütün kapıları sonuna kadar açılıyor, elden gelen bütün imkânlar seferber ediliyordu. Bu anekdotu Sivas Devlet Demir Yolları'nda çalışan Gürbüz Ballı, "Allah ondan razı olsun" diyerek aktarmıştı.
Böyle bir insan niye sevilmesindi ki!..
İşte buna benzer bir anektod daha... Yıllar önce "şehirdekilerle aynı şansa sahip olamayan" taşralı baba; duyma ve konuşma özürlü çocuklarını "işitme engelliler okulu"na kaydettirmek ister. Fakat bürokratik engeller kapıları yüzüne bir bir kapattırır. Sıkıntısını dostlarına anlattığında; "bir de Muhsin Yazıcıoğlu'na uğrayıver" denir. Çaresiz baba için son umuttur, Muhsin Yazıcıoğlu. Yanına gidilir, durum izah edilir. Yazıcıoğlu'nun girişimleri sonucu 2 işitme ve konuşma özürlü genç, okullarını başarı ile bitirerek hayata tutunur. Ulaş'ın Karahisar beldesinden Yunus Kendirli bu olayı bana anlatırken gözlerinde yaş, dudaklarında dua vardı.
Böyle bir insan niye sevilmesindi ki!..
"Mucizeler, umutlar tükendiği zaman belirir" denilir ya... Olmadı!.. Onu ve yanındakileri bizden daha çok seven aldı yanına. Hem de Fidan anneden, Naciye abladan, Yusuf ağabeyden, Gülefer yengeden, Firuze bacıdan, Furkan oğuldan, ülküdaşlarından ve gardaşlarından daha çok seven...
Üzülmeyin!.. Onun vardığı menzil tek kişilik Mamak hücresi değil, özlenen ve hiç üşütmeyen özgürlükler ülkesi...
O, bu dünyada sevildiği kadar, ahirette de sevilmeyi dileyerek yürüdü... Ömrünce, sayılı nefesince...
Sivas, sevgilisini kaybetti...
Şimdi ağabeylerini son yolculuğa uğurlama yoluna düşen milyonlarca Gürbüz'ün, Yunus'un, Hakkı'nın, Uğur'un, Ahmed'in ve Polat'ın gözlerinde yine yaş, dudaklarında yine dua... Bedduaların arşı inlettiği bir dünyada, dua almak hiç kolay değil. Ruhunuz şâd, mekânınız Cennet olsun Muhsin ağabey ve yoldaşları.
Milletimizin başı sağolsun.
Kuşkular... Neye dair kuşkularımız yok ki... En uzaktaki ihtimalleri en yakınımıza koyarak oyalanırız bir ömür boyu... Kuşku; sayılı nefeslerin ömrü törpülediği gibi yer, kemirir ve bitirir her şeyi...
[İlk defa binilen Bell Long Ranger tipi helikopter... Helikopterin kiralandığı Med Air şirketi... Ekgenekon'un 2. iddianamesinin açıklanmasından birkaç saat sonra böyle bir olayın meydana gelmesi... Kazanın meydana gelişinden itibaren oluşturulan bilgi kirliliği... Helikopterde olması gereken ELT cihazı... Basının teknik sorgudan ziyade, arama çalışmalarına yönelmesi... Doğan Grubu'nun Hürriyet'teki "Kaderleri aynı oldu" sulandırması...]
Fakat sadece Fatihalar ve Yasinler eşliğindeki dualar müstesna
Sabri Gültekin
MİLLİ GAZETE
SENİ UNUTMAYACAĞIZ