Kardelencicegi
14.04.2009, 08:43
MUHSİN BAŞKANIN SONSUZLUĞA YOLCULUĞU
ALPEREN GÜRBÜZER
Adı Kur’an’da geçen ismi ile müsemma Muhsin,
Soyadı; Yazıcıoğlu, yani narına nuruna kurban vatan evladı.
Adını denizde uçan martılara, gökteki yıldızlara ve Kahramanmaraş’ın beyaz örtü ile büründüğü dağlara yazdı da.
12 Eylül öncesi o alaca karanlık günlerinde her tarafı sis kaplamıştı, herkesin birbirinden kaçıştığı o günlerde reisimizdi. 12 Eylül sonrası Türkiye üzerinde sis perdeleri kalkınca, o bundan böyle yediden yetmişe herkesin gül sevgilisidir kıpır kıpır.
Gülümüz yok artık aramızda. O şimdi çok sevdiği Peygamber, Ashabı Güzin ve Saadat-ı Kiramın yanında. O biliyordu zaten ölümle sevgililere kavuşulacağını. Zaten vuslatla anlaşılır sevgilinin kokusu, şayet gönüllerde taht kurdu isen. Biz bu konuda şahidiz, hiçbir gönlü kırmadığına.
2009 Mart ayı soğuk yüzünü iyiden iyiye göstermişti. Büyüklerin ‘Mart bacadan baktırır kazma kürek yaktırır’ dediği demler gelip çatmıştı. Fırtınadan önce bir sessizlik vardı sanki. O koca reis son yolculuğa çıkacağını bilircesine sevenlerine ölümden bahsediyor ve hiç kimsenin bir saniye öncesi ve sonrası garantisinin olmadığına vurgu yapıyordu. Üstelik helikoptere seçim çalışmaları için ilk kez biniyordu. Belli ki ötelerden kanatlanarak koş deniliyordu. O halde kartal misali kar beyaz dağların tepesine uçup sevgilinin yolunda pervane olmalı. Nitekim öylede oldu.
Bu arada Kahramanmaraş dağları içten içe hazırlık yapıyordu. Bir onurlu misafirini ağırlayacaktı sanki. Hakeza Abdurrahman Karakoç’un mana yüklü şiirini hatırlatırcasına beşinci mevsim için gizemli bir faaliyet vardı. Zira Musa’nın Turi Sinası bir yandan fırtına, biryandan tipi ve kar eşliğinde beyaz gelinliğe bürünüverdi adeta. Niye beyaza bürünmesin ki. Ölüm kar beyazdı çünkü. Nitekim karlı dağlar onurlu konuğunu sevgililerin sevgilisine kavuşturmak için beyaz gelinliği ile bağrına bastıda.
İşte o an gelmişti, sevgili uğruna pervane olan helikopter gizemli bir şekilde düşmüştü. Düştüğü yerde ebediyet vardı. Sonsuzluğa adım kar beyazla başladı kelebek misali.
Bakın 12 Eylül darbesinin mağduru düştüğü Mamak Yusufiye’sin de sonsuzluğu nasıl dile getiriyordu:
Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır
Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum
Gözlerim perde perde taş duvarlarda
Açılıyor hayal pencerelerim
Hafif bir rüzgâr gibi, süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak
Bir çeşme başı arıyorum
Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokuları arasında
Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey
Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum.
Evet, beton çok soğuk, hem de çok soğuk. Dile kolay türlü işkencelere tabii tutulduğu 2,5 m²’lik hücre bumbuzdu. Bu seferki üşüme Mamak Zindanındakinden farklı. Nasıl ki izinden yürüdüğü Allah Resulü günler günleri kovalarken bir seher vakti şimdiye kadar hiç görmediği bir varlık karşısına çıkıverdiğinde,
— İkra! Oku! Ayetine muhatap kaldı ve Vahyin nuru ruhuna nakşedilip nur dağından hane-i saadetine döndüğünde:
—Ya Hatice! Üzerimi ört, dedi. Annemiz de hemen örtüverdi üzerini. Belli ki ilk gelen ayetin tesirini henüz daha üzerinden atamamıştı ki tüm bedeni zıngır zıngır titriyordu. Tabiî ki bu hal vahyin üzerindeki ağırlığından dolayıdır. Aynen öylede sonsuzluğa doğru uçarken ister istemez Kahramanmaraş dağlarının fırtına, tipi ve sisle kaplı sahrası mahşeri hatırlatırcasına içini ürpertiyordu. Korktuğundan değil tabiî ki, karlı dağlardan gelen davete icabette acaba kusur eğlermiyim düşüncesi ruhunu içten içe ürpertiyordu. Fakat yinede bu çağrıya icabet etmek gerekirdi, edildi de.
Topraktan geldik toprağa gideceğiz deriz ya hep. Etraf kar fırtına olsa da kara toprak onu sevgililerin sevgilisine ulaştırmak için bağrını açıp bastı kucağına. Şimdi o kar taneleri eşliğinde gül bahçesine dönüştüğü kabrinde gördüğü güller üşüyen bedeni içini ısıtmaya yetmişti bile.
Kahramanmaraşın karla kaplı dağları onu beyaz gelinliğe bürünmüş halde uçururken bizden de ötelere selam götürün deyip öyle uğurladılar.
Mevlana ölüme şeb-i aruz demişti. Muhsin Başkan için Martın son cemresi artık düğün gecesiydi. O şimdi son cemre ile birlikte sevgilinin tahtına uğurlandı da. Nitekim her yağan kar taneleri bir sır gizler için için.
Karlar arasında bizleri bırakıp gittin, ama bu gidiş farklı gidiş. Sadece gökten inen tane tane yere serpilen kara izini bırakıp gitmedin. İzini yüreklerimize bıraktın. Biz seslerini duyuramayanların sesini sen duyurdun. Dik duruşunla, bir o kadar da cesaretinle hayatın boyunca milletin önüne serilen yanlış kaleleri yıkıp doğruları yerleştirdin. Ey yürekli koca reis, seni unutmayacağız. Bizler için üşüdün, ama kalplerimizde sana sıcacık bir sevgi oluşmasını sağlayarak kelebek misali ötelere uçtun gittin. O şimdi Ankara’nın Altındağ ilçesinin Taceddin dergâhında Mehmet Akif’in İstiklal marşının yazıldığı evin yanında meftun.
Velhasıl ölüm kar beyaz.
Ruhu şad olsun.
Alinti.
ALPEREN GÜRBÜZER
Adı Kur’an’da geçen ismi ile müsemma Muhsin,
Soyadı; Yazıcıoğlu, yani narına nuruna kurban vatan evladı.
Adını denizde uçan martılara, gökteki yıldızlara ve Kahramanmaraş’ın beyaz örtü ile büründüğü dağlara yazdı da.
12 Eylül öncesi o alaca karanlık günlerinde her tarafı sis kaplamıştı, herkesin birbirinden kaçıştığı o günlerde reisimizdi. 12 Eylül sonrası Türkiye üzerinde sis perdeleri kalkınca, o bundan böyle yediden yetmişe herkesin gül sevgilisidir kıpır kıpır.
Gülümüz yok artık aramızda. O şimdi çok sevdiği Peygamber, Ashabı Güzin ve Saadat-ı Kiramın yanında. O biliyordu zaten ölümle sevgililere kavuşulacağını. Zaten vuslatla anlaşılır sevgilinin kokusu, şayet gönüllerde taht kurdu isen. Biz bu konuda şahidiz, hiçbir gönlü kırmadığına.
2009 Mart ayı soğuk yüzünü iyiden iyiye göstermişti. Büyüklerin ‘Mart bacadan baktırır kazma kürek yaktırır’ dediği demler gelip çatmıştı. Fırtınadan önce bir sessizlik vardı sanki. O koca reis son yolculuğa çıkacağını bilircesine sevenlerine ölümden bahsediyor ve hiç kimsenin bir saniye öncesi ve sonrası garantisinin olmadığına vurgu yapıyordu. Üstelik helikoptere seçim çalışmaları için ilk kez biniyordu. Belli ki ötelerden kanatlanarak koş deniliyordu. O halde kartal misali kar beyaz dağların tepesine uçup sevgilinin yolunda pervane olmalı. Nitekim öylede oldu.
Bu arada Kahramanmaraş dağları içten içe hazırlık yapıyordu. Bir onurlu misafirini ağırlayacaktı sanki. Hakeza Abdurrahman Karakoç’un mana yüklü şiirini hatırlatırcasına beşinci mevsim için gizemli bir faaliyet vardı. Zira Musa’nın Turi Sinası bir yandan fırtına, biryandan tipi ve kar eşliğinde beyaz gelinliğe bürünüverdi adeta. Niye beyaza bürünmesin ki. Ölüm kar beyazdı çünkü. Nitekim karlı dağlar onurlu konuğunu sevgililerin sevgilisine kavuşturmak için beyaz gelinliği ile bağrına bastıda.
İşte o an gelmişti, sevgili uğruna pervane olan helikopter gizemli bir şekilde düşmüştü. Düştüğü yerde ebediyet vardı. Sonsuzluğa adım kar beyazla başladı kelebek misali.
Bakın 12 Eylül darbesinin mağduru düştüğü Mamak Yusufiye’sin de sonsuzluğu nasıl dile getiriyordu:
Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır
Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum
Gözlerim perde perde taş duvarlarda
Açılıyor hayal pencerelerim
Hafif bir rüzgâr gibi, süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak
Bir çeşme başı arıyorum
Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokuları arasında
Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey
Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum.
Evet, beton çok soğuk, hem de çok soğuk. Dile kolay türlü işkencelere tabii tutulduğu 2,5 m²’lik hücre bumbuzdu. Bu seferki üşüme Mamak Zindanındakinden farklı. Nasıl ki izinden yürüdüğü Allah Resulü günler günleri kovalarken bir seher vakti şimdiye kadar hiç görmediği bir varlık karşısına çıkıverdiğinde,
— İkra! Oku! Ayetine muhatap kaldı ve Vahyin nuru ruhuna nakşedilip nur dağından hane-i saadetine döndüğünde:
—Ya Hatice! Üzerimi ört, dedi. Annemiz de hemen örtüverdi üzerini. Belli ki ilk gelen ayetin tesirini henüz daha üzerinden atamamıştı ki tüm bedeni zıngır zıngır titriyordu. Tabiî ki bu hal vahyin üzerindeki ağırlığından dolayıdır. Aynen öylede sonsuzluğa doğru uçarken ister istemez Kahramanmaraş dağlarının fırtına, tipi ve sisle kaplı sahrası mahşeri hatırlatırcasına içini ürpertiyordu. Korktuğundan değil tabiî ki, karlı dağlardan gelen davete icabette acaba kusur eğlermiyim düşüncesi ruhunu içten içe ürpertiyordu. Fakat yinede bu çağrıya icabet etmek gerekirdi, edildi de.
Topraktan geldik toprağa gideceğiz deriz ya hep. Etraf kar fırtına olsa da kara toprak onu sevgililerin sevgilisine ulaştırmak için bağrını açıp bastı kucağına. Şimdi o kar taneleri eşliğinde gül bahçesine dönüştüğü kabrinde gördüğü güller üşüyen bedeni içini ısıtmaya yetmişti bile.
Kahramanmaraşın karla kaplı dağları onu beyaz gelinliğe bürünmüş halde uçururken bizden de ötelere selam götürün deyip öyle uğurladılar.
Mevlana ölüme şeb-i aruz demişti. Muhsin Başkan için Martın son cemresi artık düğün gecesiydi. O şimdi son cemre ile birlikte sevgilinin tahtına uğurlandı da. Nitekim her yağan kar taneleri bir sır gizler için için.
Karlar arasında bizleri bırakıp gittin, ama bu gidiş farklı gidiş. Sadece gökten inen tane tane yere serpilen kara izini bırakıp gitmedin. İzini yüreklerimize bıraktın. Biz seslerini duyuramayanların sesini sen duyurdun. Dik duruşunla, bir o kadar da cesaretinle hayatın boyunca milletin önüne serilen yanlış kaleleri yıkıp doğruları yerleştirdin. Ey yürekli koca reis, seni unutmayacağız. Bizler için üşüdün, ama kalplerimizde sana sıcacık bir sevgi oluşmasını sağlayarak kelebek misali ötelere uçtun gittin. O şimdi Ankara’nın Altındağ ilçesinin Taceddin dergâhında Mehmet Akif’in İstiklal marşının yazıldığı evin yanında meftun.
Velhasıl ölüm kar beyaz.
Ruhu şad olsun.
Alinti.