seva
20.04.2009, 16:19
Televizyonla yatıp televizyonla kalkar olduğumuz son çeyrek asırlık zamanda hepimiz gördük ve öğrendik ki; televizyoncuların reyting uğruna yapamayacakları hiçbir şey yok. Televizyoncular, para kazandıkları müddetçe, izleyiciye her şeyi izlettirebilirler ve yaşantısını televizyon programlarına göre ayarlayan bir toplumun, kendisini bambaşka bir hale dönüştüren yayınlar sonrası yaşadıkları, televizyoncular için hiç de önemli değil.
Yarışma/eğlence/reality programı “Yemekteyiz”, hem çok izleniyor, hem de çok tartışılıyor bir süredir.
Programın tartışılma nedeni: Yarışmacıların, alışık olmadığımız bir çizgide, misafir ya da ev sahibi rolü oynuyor olmaları. Birbirlerini sürekli eleştiren, yemek masalarında sürekli olarak “vukuat” çıkaran ve son derece “patavatsız” insanları izliyoruz genellikle bu televizyon programında.
Geçtiğimiz günlerde, gurmelerden, akademisyenlere, aşçılardan sosyetenin ünlü simalarına kadar pek çok insanın programa ilişkin görüşleri yer aldı medyada. Çoğunlukla, programın toplumumuzun geleneklerine, göreneklerine aykırı bir içeriği olduğu söylüyor eleştirilerde.
Öyle ya, bizler:
Misafirlerimizi güler yüzle karşılar, sunacağımız en mühim ikramın muhabbet olduğunu biliriz. Misafirliğe gittiğimizde, bizim için önemli olan ne yiyip içtiğimiz değil, nasıl karşılandığımız ve bizimle nasıl ilgilenildiğidir.
Sofraya buyur edildiğimiz vakit, önümüze konan yemeği beğenmesek dahi, usulen birkaç lokma yer, sofranın ve ev sahibinin hatırı kalmasın diye ikram edilen her çeşidin tadına bakmaya çalışırız.
“Azını koyan utanmamış” deyişi gönüllerimize yazılmış olduğundan, zengin sofrasında da, orta halli bir sofrada da, fukara sofrasında da aynı tok gönüllülükle kaşık sallarız. Yemekte mızmızlık etmeyiz.
Yemekleri didiklemek, yerli yersiz eleştirmek, bir kulp takıp kötülemek adetimiz yoktur, hiçbir zaman da olmamıştır. Ev sahibi olarak hiçbir zaman, evimize konuk olan kişilerin kılık kıyafetini aşağılamaz, “şu şöyle yenir, bu böyle içilir” diyerek yemek dersi vermeye kalkmayız. Misafir evimizin bereketidir, ona göre hareket ederiz. Öyle ki evimize gelen kişiyi sevmiyor olsak bile, alışageldiğimizden farklı davranışlar sergilemeyiz. Nezaket, misafir ağırlamanın olmazsa olmazıdır hepimiz için.
Sofradan kalkacağımız zaman, yemeği hazır eden kişiye teşekkür eder, ya “ellerinize sağlık”, ya “ziyade olsun” ya da “kesenize bereket” deriz. Misafir olarak bizim samimiyetimiz, ev sahibinin içtenliğiyle buluştuğunda mutlu olur ve ağırlayan kişiyi de mutlu ederiz. Çünkü böyle alışmışızdır. Çünkü böyle öğrenmişizdir. Tabiatımız budur…
O halde şunu soralım: Bizler, gelenek ve göreneklerimize bu derece bağlıysak ve misafirlik/sofra adabı hemen hepimiz için çok önemliyse söylendiği şekilde, ekranlarımıza konuk olan bu insanlar kimler? Hangi kültürden geliyorlar? Yoksa, maksatlı bir oyun mu izliyoruz televizyonlarda?
İzlediğimiz program elbette bir gösteri ve yarışmacılar programın formatına uygun kişilerden seçiliyorlar, üstelik işin ucunda para da var. Yine de bu programı farklı okuyabiliriz:
- Değişiyor muyuz? Şan, şöhret, para için yapamayacağımız/yapmayacağımız şeyler neler? Sınırımız ne?
- Giderek daha da arabeskleşen bir halimiz mi var? Misafirlerimize Fransız mutfağından yemekler sunup, Osmanlı mutfağından tatlılar ikram edip, hemen ardından kemençe mi dinletiyoruz?
- Değişimimizi en çıplak haliyle ekranlarda görmek bizi ürpertiyor mu? Toplumumuzun yeni haliyle yüzleşmek bize sıkıntı mı veriyor? “Biz öyle insanlar değiliz” derken aslında “öyle” insanlara dönüştüğümüzü fark etmek canımızı mı sıkıyor?
Televizyoncular, bazı ünlüler hariç olmak üzere, henüz yatak odalarımıza sızamadılar ama mahremimize girdiler yine de mutfaklarımız ve sofralarımız aracılığıyla. Yarışmacılar maskelerini düşürüp düşürüp takadursunlar, tablonun genelinde belirenler özentilerimizin, hırslarımızın bizleri başkalaştırdığını ortaya koymaya yetiyor.
Yemekteyiz programında karşı karşıya geldiğimiz şey kendi gerçekliğimiz. Şıklık dekorasyonu altında özentili ve yapmacık; samimiyet maskesi altında vahşi ve terbiye sınırlarının dışında; eğlence perdesinin berisinde oldukça can sıkıcı.
Evet, yemekteyiz.
Ama, zehir zıkkım yemekteyiz!
Münir Alati
Yarışma/eğlence/reality programı “Yemekteyiz”, hem çok izleniyor, hem de çok tartışılıyor bir süredir.
Programın tartışılma nedeni: Yarışmacıların, alışık olmadığımız bir çizgide, misafir ya da ev sahibi rolü oynuyor olmaları. Birbirlerini sürekli eleştiren, yemek masalarında sürekli olarak “vukuat” çıkaran ve son derece “patavatsız” insanları izliyoruz genellikle bu televizyon programında.
Geçtiğimiz günlerde, gurmelerden, akademisyenlere, aşçılardan sosyetenin ünlü simalarına kadar pek çok insanın programa ilişkin görüşleri yer aldı medyada. Çoğunlukla, programın toplumumuzun geleneklerine, göreneklerine aykırı bir içeriği olduğu söylüyor eleştirilerde.
Öyle ya, bizler:
Misafirlerimizi güler yüzle karşılar, sunacağımız en mühim ikramın muhabbet olduğunu biliriz. Misafirliğe gittiğimizde, bizim için önemli olan ne yiyip içtiğimiz değil, nasıl karşılandığımız ve bizimle nasıl ilgilenildiğidir.
Sofraya buyur edildiğimiz vakit, önümüze konan yemeği beğenmesek dahi, usulen birkaç lokma yer, sofranın ve ev sahibinin hatırı kalmasın diye ikram edilen her çeşidin tadına bakmaya çalışırız.
“Azını koyan utanmamış” deyişi gönüllerimize yazılmış olduğundan, zengin sofrasında da, orta halli bir sofrada da, fukara sofrasında da aynı tok gönüllülükle kaşık sallarız. Yemekte mızmızlık etmeyiz.
Yemekleri didiklemek, yerli yersiz eleştirmek, bir kulp takıp kötülemek adetimiz yoktur, hiçbir zaman da olmamıştır. Ev sahibi olarak hiçbir zaman, evimize konuk olan kişilerin kılık kıyafetini aşağılamaz, “şu şöyle yenir, bu böyle içilir” diyerek yemek dersi vermeye kalkmayız. Misafir evimizin bereketidir, ona göre hareket ederiz. Öyle ki evimize gelen kişiyi sevmiyor olsak bile, alışageldiğimizden farklı davranışlar sergilemeyiz. Nezaket, misafir ağırlamanın olmazsa olmazıdır hepimiz için.
Sofradan kalkacağımız zaman, yemeği hazır eden kişiye teşekkür eder, ya “ellerinize sağlık”, ya “ziyade olsun” ya da “kesenize bereket” deriz. Misafir olarak bizim samimiyetimiz, ev sahibinin içtenliğiyle buluştuğunda mutlu olur ve ağırlayan kişiyi de mutlu ederiz. Çünkü böyle alışmışızdır. Çünkü böyle öğrenmişizdir. Tabiatımız budur…
O halde şunu soralım: Bizler, gelenek ve göreneklerimize bu derece bağlıysak ve misafirlik/sofra adabı hemen hepimiz için çok önemliyse söylendiği şekilde, ekranlarımıza konuk olan bu insanlar kimler? Hangi kültürden geliyorlar? Yoksa, maksatlı bir oyun mu izliyoruz televizyonlarda?
İzlediğimiz program elbette bir gösteri ve yarışmacılar programın formatına uygun kişilerden seçiliyorlar, üstelik işin ucunda para da var. Yine de bu programı farklı okuyabiliriz:
- Değişiyor muyuz? Şan, şöhret, para için yapamayacağımız/yapmayacağımız şeyler neler? Sınırımız ne?
- Giderek daha da arabeskleşen bir halimiz mi var? Misafirlerimize Fransız mutfağından yemekler sunup, Osmanlı mutfağından tatlılar ikram edip, hemen ardından kemençe mi dinletiyoruz?
- Değişimimizi en çıplak haliyle ekranlarda görmek bizi ürpertiyor mu? Toplumumuzun yeni haliyle yüzleşmek bize sıkıntı mı veriyor? “Biz öyle insanlar değiliz” derken aslında “öyle” insanlara dönüştüğümüzü fark etmek canımızı mı sıkıyor?
Televizyoncular, bazı ünlüler hariç olmak üzere, henüz yatak odalarımıza sızamadılar ama mahremimize girdiler yine de mutfaklarımız ve sofralarımız aracılığıyla. Yarışmacılar maskelerini düşürüp düşürüp takadursunlar, tablonun genelinde belirenler özentilerimizin, hırslarımızın bizleri başkalaştırdığını ortaya koymaya yetiyor.
Yemekteyiz programında karşı karşıya geldiğimiz şey kendi gerçekliğimiz. Şıklık dekorasyonu altında özentili ve yapmacık; samimiyet maskesi altında vahşi ve terbiye sınırlarının dışında; eğlence perdesinin berisinde oldukça can sıkıcı.
Evet, yemekteyiz.
Ama, zehir zıkkım yemekteyiz!
Münir Alati