65serdal58
03.05.2009, 23:04
BEN TÜRK’ÜM!
Üstad Necdet Sevinç’in, 70 li yıllarda ki bir anlatımını hiç unutamam: “Yeryüzünde Türk Devleti üzerinde hesabı olmayan bir devlet varsa, O daha devlet olamamıştır.” Bu açıklama, benim Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Elleri üzerinde korumacı duygularımı pekiştirerek Türk Coğrafyasının Yılmaz Savunucusu olmamda etken olmuştur. Hergün kendimi Türklük Bilinci üzerinde geliştirmeye adadım. Öğrendiklerimi çevreme anlattım.
Mesleğim gereği, öğrencilerime ve gençlere Türk Tarihi’ni, Kahramanları, Devlet’in önemini, Vatan’ın kutsallığını, Türklüğün Töresini, Düşman zihniyetleri ve Atatürk’ü, haddimizi bilerek “Türk Milliyetçiliği’nin” yolunu göstermeye çalıştık. Onlara başarılı olmaya mecbur olduklarını aşıladık. Tüm gençlere elimden geldiği kadar merhum Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’in “Gençlerle Başbaşa” kitabını armağan ettim… Yüzlerce Köye uğradım… Halkımızla sohbet ettim…
70’li yıllarda, Büyüklerimiz bizlere devlet kadrolarında görev almamızı ve öğretmenliğin de tercih olduğunu belirtmişlerdi. Biz de, tenbihata uyduk. Aslında gönlümde hep “Askerlik” mesleği yatardı… Nasipmiş… Şükürler olsun… Benim gibi binlerce çağdaşımız, Devlet’in Kurumlarında kendine bir yer edinmek üzere uğraş vermiştir. Bu uğraş içerisinde binlerce genç idealleri uğruna Şehit düşmüştür… Hepsini saygı ile anıyorum!
O zamanlar “Türk” kelimesini zikretmeden, İslami söylemler içerisinde olanlar da vardı… Bu gençlik grubu, bildiğim kadarı ile kavgaların dışında durmaya özen gösterirlerdi. Bulundukları yerde sağ veya sol’dan hangi grup güçlü ise ondan yana olurlardı… Bu grubun insanları her ne hikmetse Devlet kadrolarında bulunmaktan ziyade cemaatleşerek ticarete tevessül ederlerdi. Bizler de, bu camianın mensuplarına dini bağlarımızdan dolayı hoşgörü ile bakardık. Bazı arkadaşlarımız bunlara “Yeşil Komünistler” dese bile, kesinlikle düşmanlık yapmazlardı…
Milliyetçi Cephe Hükümetleri döneminde, MSP mutlaka “Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nı” alırdı. “Rızkın onda dokuzu, ticarettedir” anlayışı ile, bu Parti’ye mensup birçok kişinin demir tüccarı olduğunu görürdük. Mobilya ve gıda sektöründe ticarete yönlenirlerdi… Sabırla yol aldılar… Şirketleri oldu… Holdingler kurdular… Okullar, yurtlar açtılar… Yazılı ve görsel medyaları oldu… Yardımlaştılar… Parayı kazandılar, Güç oldular! Artık herşeyi satın alabilecek ve kullanabilecek duruma geldiler. “At binenin, Kılıç kuşananın” demiş Atalar, Ben kendi payıma bu müthiş kalkınma öyküsünü gıpta ile tebrik ediyorum!
Biz! Türklüğün Öğretmeni, kendini Türklük Ülküsü uğruna feda edenlerin dünyalık neyi var?
Benim emekli maaşımdan başka hiçbir gelirim yok. Şükürler olsun muhanete muhtaç değiliz. Ancak, bizim öyle bir servetimiz var ki; işte bunu satın alamazlar:
Allah’a olan İMANIMIZI,
Türklüğe olan FİKRİMİZİ,
Vatanımıza olan AŞKIMIZI,
“Atatürk, Mersin’e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş :
- Bu köşk kimin?
- kirkor’un…
- ya şu koca bina ?
- Yorgo’nun
- ya şu?
- Salomon’un…
Atatürk biraz sinirlenerek sormuş :
- Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz?
Toplananların arkalarından bir köylünün sesi duyulur :
- Biz mi nerede idik?
Biz Yemen’de, Tuna boylarında, Balkanlarda Arnavutluk dağlarında, Kafkaslarda, Çanakkale’de, Sakarya’da savaşıyorduk paşam…
Atatürk, bu hatırasını naklederken :
- Hayatımda cevap veremediğim yegane insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur, der dururdu…”
ATAM!
“Hayatta yegâne varlığım ve servetim, Türk olarak doğmamdır.”
Demiştin! Biz de Seni örnek aldık, Seni takip ediyoruz…
Ben Türk’üm! Türklüğü anlattım… Anlatıyorum… Allah’ın izni ile son nefese kadar anlatacağım…
NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!
NE MUTLU TÜRK OLARAK YAŞAYANA!
YILMAZ KARAHAN
Üstad Necdet Sevinç’in, 70 li yıllarda ki bir anlatımını hiç unutamam: “Yeryüzünde Türk Devleti üzerinde hesabı olmayan bir devlet varsa, O daha devlet olamamıştır.” Bu açıklama, benim Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Elleri üzerinde korumacı duygularımı pekiştirerek Türk Coğrafyasının Yılmaz Savunucusu olmamda etken olmuştur. Hergün kendimi Türklük Bilinci üzerinde geliştirmeye adadım. Öğrendiklerimi çevreme anlattım.
Mesleğim gereği, öğrencilerime ve gençlere Türk Tarihi’ni, Kahramanları, Devlet’in önemini, Vatan’ın kutsallığını, Türklüğün Töresini, Düşman zihniyetleri ve Atatürk’ü, haddimizi bilerek “Türk Milliyetçiliği’nin” yolunu göstermeye çalıştık. Onlara başarılı olmaya mecbur olduklarını aşıladık. Tüm gençlere elimden geldiği kadar merhum Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’in “Gençlerle Başbaşa” kitabını armağan ettim… Yüzlerce Köye uğradım… Halkımızla sohbet ettim…
70’li yıllarda, Büyüklerimiz bizlere devlet kadrolarında görev almamızı ve öğretmenliğin de tercih olduğunu belirtmişlerdi. Biz de, tenbihata uyduk. Aslında gönlümde hep “Askerlik” mesleği yatardı… Nasipmiş… Şükürler olsun… Benim gibi binlerce çağdaşımız, Devlet’in Kurumlarında kendine bir yer edinmek üzere uğraş vermiştir. Bu uğraş içerisinde binlerce genç idealleri uğruna Şehit düşmüştür… Hepsini saygı ile anıyorum!
O zamanlar “Türk” kelimesini zikretmeden, İslami söylemler içerisinde olanlar da vardı… Bu gençlik grubu, bildiğim kadarı ile kavgaların dışında durmaya özen gösterirlerdi. Bulundukları yerde sağ veya sol’dan hangi grup güçlü ise ondan yana olurlardı… Bu grubun insanları her ne hikmetse Devlet kadrolarında bulunmaktan ziyade cemaatleşerek ticarete tevessül ederlerdi. Bizler de, bu camianın mensuplarına dini bağlarımızdan dolayı hoşgörü ile bakardık. Bazı arkadaşlarımız bunlara “Yeşil Komünistler” dese bile, kesinlikle düşmanlık yapmazlardı…
Milliyetçi Cephe Hükümetleri döneminde, MSP mutlaka “Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nı” alırdı. “Rızkın onda dokuzu, ticarettedir” anlayışı ile, bu Parti’ye mensup birçok kişinin demir tüccarı olduğunu görürdük. Mobilya ve gıda sektöründe ticarete yönlenirlerdi… Sabırla yol aldılar… Şirketleri oldu… Holdingler kurdular… Okullar, yurtlar açtılar… Yazılı ve görsel medyaları oldu… Yardımlaştılar… Parayı kazandılar, Güç oldular! Artık herşeyi satın alabilecek ve kullanabilecek duruma geldiler. “At binenin, Kılıç kuşananın” demiş Atalar, Ben kendi payıma bu müthiş kalkınma öyküsünü gıpta ile tebrik ediyorum!
Biz! Türklüğün Öğretmeni, kendini Türklük Ülküsü uğruna feda edenlerin dünyalık neyi var?
Benim emekli maaşımdan başka hiçbir gelirim yok. Şükürler olsun muhanete muhtaç değiliz. Ancak, bizim öyle bir servetimiz var ki; işte bunu satın alamazlar:
Allah’a olan İMANIMIZI,
Türklüğe olan FİKRİMİZİ,
Vatanımıza olan AŞKIMIZI,
“Atatürk, Mersin’e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş :
- Bu köşk kimin?
- kirkor’un…
- ya şu koca bina ?
- Yorgo’nun
- ya şu?
- Salomon’un…
Atatürk biraz sinirlenerek sormuş :
- Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz?
Toplananların arkalarından bir köylünün sesi duyulur :
- Biz mi nerede idik?
Biz Yemen’de, Tuna boylarında, Balkanlarda Arnavutluk dağlarında, Kafkaslarda, Çanakkale’de, Sakarya’da savaşıyorduk paşam…
Atatürk, bu hatırasını naklederken :
- Hayatımda cevap veremediğim yegane insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur, der dururdu…”
ATAM!
“Hayatta yegâne varlığım ve servetim, Türk olarak doğmamdır.”
Demiştin! Biz de Seni örnek aldık, Seni takip ediyoruz…
Ben Türk’üm! Türklüğü anlattım… Anlatıyorum… Allah’ın izni ile son nefese kadar anlatacağım…
NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!
NE MUTLU TÜRK OLARAK YAŞAYANA!
YILMAZ KARAHAN