seva
06.06.2009, 13:35
DİNSİZLİĞİN TOPLUMLARA GETİRDİĞİ BELALAR
Kötülük, haksızlık, üzüntü, karamsarlık, sıkıntı, yalnızlık, korku, stress, güvensizlik, vicdansızılık, endişe, öfke, kıskançlık, kin, uyuşturuçu bağımlılığı, ahlaksızlık, kumar , açlık, fakirlik, şolsuzluk, hırsızlık, kava, düşmanlık, cinayet, savaş, çatışma, zulüm, ölüm korkusu… Tüm bunlar hemen her gün gazete ve televizyonlarda görülen, günlük hayatta karşılaşılan toplumsal sorunlardır. Çoğu zaman hepsi birbirinden farklı birer problem olarak değğerlendirilse de gerçekte hepsi tek bir kaynaktan beslenmektedir: Dinsizlik…
Bu nedenle dinsizliğin tüm toplumlar için ne denli faal bir tehdit olduğunun ivedilikle kavranması, büyük bir önem taşımaktadır.
İçinde yaşadığımız dönem, din ahlakından uzak ve çevrelerini de böyle karanlık bir yola çekmek isteyen insanların bu amaçla yoğun çaba harcadığı bir dönemdir. Bazı insanların nasıl bir ahlaki çöküntü içine düştüklerinin örnekleri ise dünyanın çeşitli ülkelerinde toplumsal yaşamın her alanında kendini göstermektedir. Dünya basınında yer alan, adaletsizliğin, ahlaksızlığın, zulmün, yoksulluğun, dejenerasyonun, cinayetlerin ve hırsızlıkların arttığını gösteren pek çok haber bu gerçeğin küçük bir yansımasıdır. Temeli inançsızlık üzerine kurulu görüşlerin rağbet görmesi, birçok sapkın fikir sisteminin bu şekilde yayılması ise din ahlakının yaşanmamasının kaçınılmaz bir sonucudur.
Peki tüm bu yıkıcı ve dejenere edici etkisine rağmen bazı insanlar neden din ahlakından uzak, ilkel bir hayatı sürdürmeye devam ederler?
Söz konusu kişilerin bu seçimlerini acil olarak gözden geçirip hak din ahlakına yönelmeleri neden büyük bir önem taşımaktadır?
DİN AHLAKINI YAŞAMAYAN TOPLUMLARI AĞ GİBİ SARAN BELALAR
Dinsizlik Devletin Bütünlüğünü Tehdit Eder
Din ahlakının yaşanmadığı bir toplumda;
* Bireyler kendi benliklerinden, ortak kimliklerinden uzaklaşırlar.
* Temelini ateizm ve dinsizlik üzerine oturtmuş olan materyalizm gibi felsefeler ve komünizm gibi ideolojiler, o toplumu kısa zamanda bir ağ gibi sarar.
*Din ahlakının yokluğundan meydana gelen boşluğu bölücü ve dejenere edici fikir sistemleri doldurur.
* İnsanların iyiyi kötüden ayırt etme anlayışları ortadan kalkar. İyilik ve kötülük kavramı, kişisel menfaatler ve beklentilere göre şekillenir.
* Her birey sadece kendisini umursayan ve diğer hiç kimseyi önemsemeyen birer ayrı "parça" haline gelir.
* Ailevi değerler ortadan kalkar.
Tüm bu olumsuzluklar devletin oturmuş düzenini ve milletin yerleşmiş dokusunu da çok hızlı bir şekilde tahrip eder. Çünkü devlete bağlılık, vatan sevgisi gibi üstün vasıflar yine dini inançların sonucunda gelişmiş özelliklerdir. Din ahlakını yaşamayan, dolayısıyla vicdani duyguları gelişmemiş bir insanın milletini, bayrağını sevmesi, devletine hizmet şuuru içinde çalışması, karşılık beklemeden gece gündüz vatanı için nöbet beklemesi elbette düşünülemez. Böyle bireylerin yetişmediği, yetişmiş bireylerin de bu üstün vasıflarını kaybettiği bir toplum, şüphesiz ki hem sosyolojik açıdan hem de siyasi olarak varlığını sürdüremeyecektir.
Ahlaksızlığın yaygınlaşması, tüm toplumu içine alan bir çürümeye neden olur. Bu çürüme er veya geç herkese zarar verebilir. Kimi zaman insanların etraflarında güvenebilecekleri çok fazla kimsenin olmaması, kendilerine karşılıksız yardım edecek birini bulamamaları, sokakta kendilerini emniyette hissedememeleri, karşı karşıya kaldıkları bir haksızlıkta adaletin gereği gibi tecelli edeceğinden endişe etmeleri dejenerasyonun ne denli bir tehlike olduğunun günlük hayatta karşılaşılan somut örneklerindendir. Böyle bir tehlikeye karşı ise el birliği ile fikri mücadele edilmesi gerekir.
Dinsiz Bir Toplum Materyalist Felsefe ve İdeolojilerle Kandırılmaya Mahkumdur
Din ahlakına uygun bir yaşam sürmediği için manevi bir boşluk yaşayan, yaratılış gerçeğini kavrayamayan, doğru ile yanlışı ayırd etme, muhakeme yeteneğine sahip olmayan kişilerden oluşan bir toplumda, insanları içi boş felsefe ve ideolojilerle kandırmak kolay hale gelir. Dolayısıyla din ahlakının yaşanmadığı bir toplumda, temeli inançsızlık üzerine kurulu görüşlerin rağbet görmesi, birçok sapkın fikir sisteminin yayılacak zemin bularak toplumu aldatması kaçınılmaz bir sonuçtur.
Dinsizliği örgütleyenler; reenkarnasyon, budizm, ateizm gibi sahte ve aldatıcı inanışların (daha doğrusu insan yapımı felsefelerin), materyalist ve Darwinist felsefenin ve çarpık bir hayat tarzının bu tip toplumlarda yayılmasını desteklerler. Çünkü din ahlakının toplum üzerindeki köklü etkisini ortadan kaldırmak, materyalist dünya görüşünün benimsenmesini kolaylaştırmak ve manevi arayış içinde olan insanları "Allah inancına karşı çıkan sahte bir inanış" ile yanıltmak girişiminde, sapkın materyalist felsefe ve ideolojiler önemli rol oynarlar.
Örneğin Allah’ın varlığını inkar ederek (Allah’ı tenzih ederiz) bireylerin vicdansızca ve sorumsuzca hareket etmesine sebebiyet veren materyalizm ile insanı çatışan bir hayvan olarak nitelendiren Darwinizm’in, bir ülkeyi kalkındırmaları ya da bir toplumu ilerletmeleri, açıktır ki imkansızdır. Aksine bu fikir akımlarının asılsız mantıkları, hangi toplumda yaygınlaştırılmaya çalışıldıysa sonuç her zaman için çatışma, savaş, bölünme ve çöküş olmuştur. Nitekim SSCB’de Lenin’in ve Stalin’in, Çin’de Mao Tse Tung’un, Almanya’da Hitler’in, İtalya’da Mussolini’nin, Kamboçya’da Pol Pot’un neden oldukları vahşi uygulamaların ardındaki felsefi dayanaklar materyalizm ve Darwinizm’dir.
Hiç unutmamak gerekir ki, bu çarpık felsefelere kanan insanların çok büyük bir bölümü mutluluğu bu sapkın inanışlarda bulacakları yanılgısına kapılmaktadırlar. Oysa bu şekilde Allah'ın elçileri vesilesiyle insanlara gönderdiği din ahlakından ve O’nun doğru yollarından uzaklaşarak kendilerini iç karartıcı, kasvetli, korku ve sıkıntı dolu bir dünyaya, çok büyük bir yıkıma sürüklemektedirler.
Dinsizlik, Toplumda Psikolojik Sorunları Yaygınlaştırır
Dini inancın ortadan kalkışının bir başka tehlikeli sonucu, insanların yavaş yavaş psikolojik sorunlara mağlup olmaya başlamasıdır. Suç oranlarındaki artış, içki ve uyuşturucuya yöneliş, ahlaki dejenerasyon, huzursuzluk ve çatışma ortamı toplumun psikolojik açıdan yıprandığının en somut alametlerindendir.
Psikolojik hastalıkların birçoğu Allah’a iman etmemenin ve O’nun gücünü takdir edememenin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Dinsizlik kişide ruhsal ve manevi yönden büyük bir yıkıma yol açtığı gibi, fiziksel olarak da ciddi bir tahribat yapar. Böyle kimselerde depresyon, stres, bunalım sonucu hafıza zayıflaması, dikkat dağınıklığı, yorum bozuklukları, mantıksızlıklar, tikler, kontrolsüz tavırlar görülür. Vücudun fiziksel anlamda direnci kırılarak, güçten düşer. Bunun sonucu olarak kişinin bağışıklık sistemi çöker ve birbiri arkasına hastalıklara yakalanır veya mevcut bir hastalığın iyileşmesi gecikir.
Hastalıkların yanı sıra din ahlakına göre yaşamamanın getirdiği hüzün ve karamsarlık sonucu ruhen yaşanan huzursuzluklar, gerilimler, üzüntüler doğal olarak kişinin yüzüne ve tavırlarına da yansır, canlılığı ve yaşama sevinci ciddi şekilde azalır. Bu sebeplerle de dinsizliğin yaşandığı toplumlarda her birey, her an kendisine ve çevresine maddi ve manevi zarar verebilecek potansiyel bir tehlikeye dönüşür.
Dinsiz Bir Toplumda Sevgisizlik ve Ahlaki Dejenerasyon Hakim Olur
Sonsuz kudret sahibi Allah bir Kuran ayetinde “Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat Suresi, 56) şeklinde bildirerek tüm kullarının sorumluluğunu haber vermiştir. İnsanların yaşamın bu gerçek amacından uzaklaşmaları bir süre sonra manevi değerlerini de kaybetmelerine neden olur. Ahiret hayatını unutarak ya da gereği gibi önemsemeyerek, dünyayı yaşayabilecekleri tek yer olarak gören, hem kendilerinin hem de diğer insanların ölümle birlikte yok olacaklarını zanneden kişiler, manevi yönden bir çöküş ve ahlaki dejenerasyon yaşarlar. Dolayısıyla;
*Dinsizliği yaşayan toplumlarda kişiler dünyada kendileri için mümkün olduğunca fazla çıkar sağlamaya, kendi istek ve tutkularını tatmin etmeye, kısa bir yaşam süresini sorumsuzca geçirmeye çalışırlar.
* Ahlaki yönden bir güzellik elde etme konusunda, herhangi bir çabaları olmaz. Çünkü bunun kendileri için bir çıkar sağlamayacağını düşünürler. Hatta aksine yardımsever, şefkatli, merhametli, hoşgörülü, vicdanlı kısacası üstün ahlaklı insanları kendi çarpık bakış açılarıyla "saf" kişiler olarak değerlendirirler.
*Din ahlakından yoksun olan toplumlarda aile bireyleri arasındaki ilişkilerde de açıkça fark edilen bir tahribatın yaşandığı görülür. Çocuklarına gereken sevgi ve ilgiyi göstermeyen anne babalar ve anne ve babasına karşı -çevresinden aldığı olumsuz telkinlerin neticesinde- gereken saygı ve hürmeti göstermeyen çocuklar, bu dejenerasyonun en açık örneklerinden biridir. Çocuklar ebeveynlerine karşı agresif, ters cevaplar veren, kolayca yalan söyleyen, kendi zevklerine ve isteklerine ulaşmada ailesini yalnızca bir araç gibi gören yanlış bir zihniyet taşıyabilmektedir.
* Kimsenin kimseye saygı, sevgi ve merhamet duyguları duyması için bir neden kalmaz. Bunun sonucunda ise sosyal anarşi oluşur. Zenginler fakirlere, fakirler zenginlere kinlenir, sakat veya muhtaç olanlara karşı şefkat ve ilgi yerine kızgınlık oluşur. Farklı kökenden ve ırktan insanlara karşı saldırgan olunur, işçiler patronlarına patronlar işçilerine, baba oğula oğul babaya karşı saldırganlaşır.
* Din ahlakından yoksun olan toplumlarda kişiler her türlü ahlaksızlığa açık duruma gelirler. Örneğin dindar bir insan ahirette hesabını vereceğini bildiği için kötü ahlak özelliklerinin tümünden büyük bir titizlikle sakınır, rüşvet almaz, kumar oynamaz, kıskançlık yapmaz, yalan söylemez. Ama din ahlakına göre yaşamayan bir insan bunların hepsini yapmaya açıktır. Bir insanın "ben din ahlakına uygun yaşamıyorum ama hırsızlık yapmıyorum veya kumar oynamıyorum" demesi yeterli olmaz. Çünkü Allah korkusu olmayan ve ahirette hesap vereceğine inanmayan bir insan, ortam veya şartlar değiştiğinde bunlardan herhangi birini kolaylıkla yapabilir.
* Dinsiz toplumlarda insanların birbirleri için fedakarlıklarda bulunmaları, dayanışma, cömertlik gibi değerler tamamen ortadan kalkar. Her şeyden önce insanlar birbirlerine insan olarak değer vermezler çünkü yıllar boyunca birtakım çevrelerin planlı ve örgütlü telkinleri ile birbirlerini maymundan evrimleşmiş varlıklar olarak görürler. Bir insan, maymundan evrimleştiğini düşündüğü bir insana iyi davranmak istemez. Bu düşüncedeki insanlar, bir çıkarları olmadığı sürece birbirlerine değer vermezler. Kimse kimsenin sağlığını, huzurunu, rahatını düşünmez. İnsanlara bir zarar dokunmasından endişelenmez, buna engel olmaya çalışmaz. Örneğin, hastanelerde ölmek üzere olan insanlar sedyelerde uzun süre bırakılır, onlarla hiç ilgilenen olmaz. Veya son derece sağlıksız ve temizlikten uzak şartlar altında işletilen bir lokantanın sahibi, orada yemek yiyen insanların sağlığına vereceği zararı hesaplamaz. Yalnızca kendi kazanacağı parayı düşünür.
Burada verilen örnekler Allah korkusu olmadığı takdirde kişilerin her türlü kötülüğe yönelebileceğinin ve bir çıkarları olmadığı sürece birbirlerine hiçbir şekilde iyi davranmayacaklarının açık delillerinden yalnızca birkaçıdır. Oysa Kuran ahlakında insanlar birbirlerine Allah'ın birer kulu olarak değer verirler. İyilik yapmak için bir çıkar gözetmez, aksine sürekli iyi işler yapıp hayırlarda yarışarak Allah'ın rızasını kazanmaya çalışırlar. Rabbimiz samimi iman sahibi kullarının üstün ahlakını ayetlerde şöyle bildirmiştir:
“Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar. Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir.” (Rad Suresi, 20-22)
KURAN AHLAKINA UYMANIN TOPLUMLARA GETİRDİĞİ MADDİ VE MANEVİ FAYDALAR
Din Ahlakı, Devleti İçte ve Dışta Güçlendirir
*Toplum içinde din ahlakı yaşandığı takdirde devlet yönetimi rahatlar. Çünkü manevi değerlerine bağlılık, milletin siyasi çalkantıları atlatmasını, dışarıdan gelebilecek bir saldırı ya da tacize karşı dayanıklı olmasını ve ayakta kalmasını sağlar. Ayrıca din ahlakının hakim olduğu bir toplumda devlet anarşi, terör, bozgunculuk, cinayet gibi olaylara vakit ve bütçe ayırmak zorunda kalmayacağı için devletin bütün gücü ülkenin içte ve dışta kalkınması ve güçlenmesi için harcanır. Bunun sonucunda da çok güçlü bir devlet oluşur.
* Allah korkusu ile hareket edilen böyle bir ortamda herkes toplumun refahı için çalışır, israf yapılmaz, dayanışma, işbirliği ve karşılıklı birbirinin menfaatini gözetme olur ve bu sayede de refah seviyesi yüksek, zengin bir toplum oluşur. Yapılan her iş ve alınan her karar Allah’ın izniyle toplum genelinde büyük bir berekete ve ülke ekonomisinin içte ve dışta güçlenmesine vesile olur. Güzel ahlakın yaşanmasıyla birlikte insanların mallarına, ticarete, tarıma, endüstriye bereket gelir. Kalkınma hemen her alanda görülür. Bir Kuran ayetinde iman edip Allah korkusu ile hareket eden bir topluma Allah’ın her yönden bereket vereceği şöyle bildirilmiştir:
“Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık…” (Araf Suresi, 96)
* Din ahlakının yaşanması toplumu daima ileriye götürür. Toplum içerisinde her yaştan kişi kendisini çeşitli alanlarda geliştirmek için daima şevkli bir çaba içerisinde olur. Bu da bilim, teknoloji, iletişim ve tıp alanında modernliğe ve çağdaş bir medeniyete vesile olacak çok büyük gelişmeler yaşanmasını sağlar. Ayrıca bu alanlarda dünya çapında yaşanan diğer gelişmeler de takip edilerek toplumun her yönden hayatını kolaylaştıracak ve devleti ileri bir seviyeye taşıyacak çalışmalar yürütülür.
* Ülke çok daha güvenli ve müreffeh bir hale gelir. İdareciler de insanlara karşı çok adil, merhametli olurlar, her türlü adaletsizlik ortadan kalkar. Böyle bir toplumda güçlü olan haklı olmaz, haklı olan güçlü olur. Böyle devletler de sarsılmaz bir temele sahip olurlar.
* Din ahlakında dayanışma, birlik ve beraberlik çok önemlidir. Her insan kendinden önce diğer insanların rahatını ve çıkarını düşünmelidir. Bu nedenle manevi değerlere sahip kişiler devlete ve millete sahip çıkarlar ve bu değerler için meşru sınırlar içerisinde hiçbir fedakarlığı yapmaktan çekinmezler. Bu ahlaktaki insanlar daima ülkenin refahı ve huzuru için çalışır, devletin, milletin çıkarlarını şahsi menfaatlerinden üstün görür ve milli ve manevi değerlerini canla başla korurlar.
Din Ahlakı Ruhen ve Bedenen Sağlıklı Toplumlara Vesile Olur
Son yıllarda yapılan birçok araştırma, inancın insan sağlığı üzerindeki olumlu etkilerini ortaya koymaktadır. Bu araştırmalara göre Allah inancına sahip olan insanlar diğerlerine göre Allah'ın izniyle hem daha uzun yaşamakta hem de yaşam kaliteleri diğerlerine göre çok daha yüksek olmaktadır.
International Journal of Psychiatry in Medicine'nın Şubat 2002'de yayınladığı araştırmaya göre; kendilerini inançsız olarak tanımlayanların;
1) Kanser-dışı sindirim hastalıklarına yakalanma ihtimalleri iki kat daha fazla,
2) Damar rahatsızlıklarından (kalp krizi ve felç dahil) ölme oranları %21,
3) Solunum hastalıklarından ölme oranlarının ise %66 daha fazla olduğu ortaya çıkmıştır.
Ayrıca tedavi esnasında verilen dini telkinlerin hastalar üzerinde çok yüksek tedavi edici etki gösterdiği de ortaya konmuştur.
Din ahlakının insan üzerindeki en olumlu etkilerinden birisi ise, elbette strese karşı sağladığı korumadır. Allah inancı olan insanların olaylara daha sabırlı ve olumlu baktıkları, zorluklar veya yaşam içinde karşılaşılacak olumsuzluklara daha dirençli oldukları açıktır. Özellikle inancın bu etkisinden dolayı ABD'deki 125 tıp fakültesinden 80'inde din ve sağlık üzerine seminerler verilmektedir.
Stresin eklem ağrılarından psikolojik bozukluklara, kansere kadar birçok hastalığın ya ana nedeni ya da tetikleyicisi olduğu düşünüldüğünde, din ahlakına uygun bir yaşam sürdürdükleri için stresten korunan kişiler, tüm bu hastalıklara karşı da kendilerini korumaktadırlar. Kuşkusuz din ahlakının tüm bu olumlu etkilerinin temelinde ise iman edenlerin Allah’a teslimiyetleri ve her durumda Allah’a sığınarak O’na dua etmelerinin büyük bir etkisi vardır.
Tek kudret sahibinin Rabbimiz olduğunu bilen, O’nun rahmetine sığınan müminler, nasıl bir durumla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar dua ederek stresten uzak, itidalli bir tavır sergilerler. Bu da onların ruhen ve bedenen sağlıklı olmalarına vesile olan önemli bir etkendir. Nitekim Newsweek'in anketine göre, insanların %72'si dua ederek hastalıktan daha çabuk kurtulduklarına, duanın iyileşmeyi kolaylaştırdığına inanmaktadırlar. ABD ve İngiltere'de yapılan araştırmalarda da, hastalar için dua etmenin, hastaların rahatsızlık belirtilerini azalttığı ve iyileşme sürecini hızlandırdığı sonucu elde edilmiştir. Şafi (Şifa Veren) sıfatına sahip olan Rabbimiz Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
"Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisi'ne dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir İlah mı? Ne az öğüt-alıp düşünüyorsunuz." (Neml Suresi, 62)
Din ahlakı insanlara vefakarlığı, dürüstlüğü, adaleti, fedakarlığı, ne pahasına olursa olsun hakkı savunmayı emrederken, dinsizlik propagandasının yapıldığı tüm araçlarda insanlara bencil, acımasız, çıkarcı, hilekar, dolandırıcı, yalancı olmak üstü kapalı bir biçimde sözde sempatik gösterilir. Bu gizli mesajların etkisinde kalan toplumlarda kötü ahlak özellikleri giderek yaygınlaşır. Dejenerasyon olarak da isimlendirebileceğimiz bu ahlaki bozulmanın toplumsal ve kişisel yaşamlara doğrudan ve dolaylı etkileri ise son derece yıkıcı olmaktadır.
Din Ahlakının Toplum Üzerindeki Olumlu Etkileri
*Din ahlakının yaşandığı toplumlarda dinsizliğin hakim olduğu toplumlardan farklı olarak yüksek bir sanat ve estetik anlayışı gelişir. Sanatsal faaliyetlerde güzel gelişmeler yaşanır. Günlük sıkıntı, sorun ve endişelerden düşünce sınırları daralmış olan insanlar, din ahlakının yaşanmasıyla birlikte bu sıkıntılardan kurtulurlar. Dolayısıyla sanat kabiliyetleri gelişir, düşünce ufukları açılır. Allah'ın kullarına Kendi ruhundan üfürdüğünün ve kendisine sonsuza kadar kalması için ihtişamla, sanatla, binbir çeşit nimetlerle dolu cennetini vaat ettiğinin bilincinde olan bir insan, kuşkusuz ki sanattan ve estetikten en üst düzeyde zevk alabilecek bir ruha sahip olacaktır. Ruhunda bunun zevkini derinlemesine yaşayacaktır. Ayrıca çevresindeki insanlara duyduğu sevgi ve saygı da bu kişilere güzellikler sunma isteğini artıracak, bu konuda büyük bir şevk verecektir. Bu nedenle din ahlakının gerçek anlamda yaşandığı ve Kuran ahlakına tam manasıyla uyulduğu bir ortamda her türlü estetik anlayışı ve sanatsal akım hızla gelişir. Yaşanan mekanlardan bahçelere, mobilyalardan mimari tasarımlara her alanda yüksek bir estetik anlayışı hakim olur.
*Kirliliğin müşriklerin (Tevbe Suresi, 28) ve münafıkların (Tevbe Suresi, 95) bir özelliği olduğunu ve Rabbimiz’in, müminleri tertemiz kılmak istediğini (Enfal Suresi, 11) bilen müminler, maddi-manevi kirliliğin her türlüsünden kaçınmak konusunda çok büyük bir gayret içinde olurlar. Kuran ahlakının getirdiği berrak akıl vesilesiyle sürekli tertemiz olmaya niyet eder, her şeyin en temizini ararlar. İman etmeyen toplumlardaki insanların temizlik konusunda gösterdikleri vurdumduymaz, üşengeç, gönülsüz ve baştan savma tavırlardan tamamıyla uzaktırlar. Kişisel bakımlarından kıyafetlerine, yaşadıkları mekanlardan yedikleri yiyeceklere kadar temizlik konusunda her zaman Müslümanlara yakışacak şekilde titizlik gösterirler. Bir ayette iman sahiplerinin temiz olma özelliği şöyle bildirilmiştir:
“Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: "Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin."” (Zümer Suresi, 73)
* Din ahlakının varlığı, Allah sevgisini beraberinde getireceği için bu, tüm insanlarda çok olumlu ve güzel bir etki yapar. Herkes Allah'ın rızasını kazanmak için güzel ahlak gösterir, birbirini Allah rızası için sever, sayar. Toplumun geneline şefkat, merhamet, hoşgörü hakim olur. İnsanlar Allah'ın emirleri doğrultusunda hayırlarda yarışırlar.
* Allah korkusu sayesinde herkes ahlaksızlıklardan ve kötülüklerden kaçınır. Asırlardır engellenemeyen, önü alınamayan her türlü olumsuzluk bir anda biter. Din ahlakının sıcaklığı ve barışçı ruhu her yere hakim olur.
* Bir toplumun varlığında ailenin rolü çok büyüktür. Din ahlakının tam anlamıyla yaşandığı bir ortamda aile ilişkileri çok güçlenir, güzelleşir, hakiki sevgi ve saygı yaşanır. Kavga, huzursuzluk, geçimsizlik olmaz. Anneye, babaya ve diğer aile fertlerine karşı son derece saygılı bir tavır gösterilir. Her zaman müjdeli ve sevinçli bir ortamda yaşanır.
* Kuran ahlakını yaşamak çocuklara ve gençlere olgunluk ve akıl kazandırır. Gençler arasında yaygın olarak uygulanan duyarsız, vurdumduymaz karakter Kuran ahlakına uyan gençlerde görülmez. Son derece yumuşak başlı, itaatli, geniş düşünen, fedakar, üretici bir nesil oluşur. Gençliğin dinamizmi, heyecanı, ataklığı hep hayırlı işlere yönlendirilir. Önemli bir iş ve akıl gücü oluşur. Böyle bir ortamda öğrenciler sadece sınıf geçmek veya cezadan kurtulmak için değil, devlete ve millete fayda getirmek için eğitimlerine son derece önem verirler.
* İnsanların olaylar karşısında oluşturdukları, kargaşa hali, isyankar tavırlar tamamen ortadan kalkar. Herkes tevekküllü davranır ve her soruna akılcı çözümler getirilir, her olay sükunetle halledilir. Allah’ın izniyle daima huzurlu bir hayat sürdürülür.
Aile yapısı güçlü olan bir milletin devlet yapısı da çok güçlü olur. Ancak din ahlakı yaşanmadığı için aile yapısı çökmüş, manevi değerlerini kaybetmiş, bireyleri arasında sevgi, saygı, birlik ve beraberlik, vefa duyguları körelmiş bir devletin güçlü olması mümkün değildir. Aile yıkılınca domino taşları gibi millet kavramı da yok olur, devlet de zarar görür.
Dinsizliği Örgütleyenlerle Fikri Mücadelede Bulunmak Neden Müslümanların Öncelikli Sorumluluğudur?
Yazı boyunca verilen örneklerde de açıkça görülmektedir ki din ahlakının yaşanmaması bir toplum için olabilecek en önemli tehlikelerden biridir. Böyle bir tehlikeyle karşı karşıya gelmemek içinse, dinsizliğe karşı fikri mücadele içinde olmak son derece önemlidir. Çünkü Allah’ın iman edenlere bildirdiği en büyük sorumluluklardan biri, iyiliği emretmek ve kötülüğü menetmektir. Bir Kuran ayetinde şu şekilde buyrulmuştur:
“Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) müminleri müjdele.” (Tevbe Suresi, 112)
Müminlerin bu sorumluluğu yeryüzünde kötülüğü yaygınlaştırmak için çaba yürütenlere karşı ciddi bir fikri mücadele içinde olmalarını gerektirir. Bu önemli sorumluluğu yerine getirirken, hedefin doğru belirlenmesi -Allah’ın izniyle- sonuca çok daha çabuk ulaşılmasına vesile olacaktır. Bu nedenle Müslümanlar Kuran ahlakının yayılması için birlik olup daha yoğun bir çalışma içine girmelidir. Çünkü, böylesine önemli bir konuda gevşeklik göstermek, bu alanları bir takım sapkın görüşlere bırakmak anlamına gelecektir. Bunun için yapılması gereken ise, bilimi, teknolojiyi en iyi şekilde değerlendirerek din ahlakını, milli ve manevi değerlerimizi yeni yetişen nesillere en güzel şekilde sunmaktır. Unutulmamalıdır ki bir ülkenin bekası için milli ve manevi değerlerin korunması ve güçlendirilmesi hayati öneme sahiptir.
Hala anlamıyacaksanız ben size bişey diyemiyorum..
Kötülük, haksızlık, üzüntü, karamsarlık, sıkıntı, yalnızlık, korku, stress, güvensizlik, vicdansızılık, endişe, öfke, kıskançlık, kin, uyuşturuçu bağımlılığı, ahlaksızlık, kumar , açlık, fakirlik, şolsuzluk, hırsızlık, kava, düşmanlık, cinayet, savaş, çatışma, zulüm, ölüm korkusu… Tüm bunlar hemen her gün gazete ve televizyonlarda görülen, günlük hayatta karşılaşılan toplumsal sorunlardır. Çoğu zaman hepsi birbirinden farklı birer problem olarak değğerlendirilse de gerçekte hepsi tek bir kaynaktan beslenmektedir: Dinsizlik…
Bu nedenle dinsizliğin tüm toplumlar için ne denli faal bir tehdit olduğunun ivedilikle kavranması, büyük bir önem taşımaktadır.
İçinde yaşadığımız dönem, din ahlakından uzak ve çevrelerini de böyle karanlık bir yola çekmek isteyen insanların bu amaçla yoğun çaba harcadığı bir dönemdir. Bazı insanların nasıl bir ahlaki çöküntü içine düştüklerinin örnekleri ise dünyanın çeşitli ülkelerinde toplumsal yaşamın her alanında kendini göstermektedir. Dünya basınında yer alan, adaletsizliğin, ahlaksızlığın, zulmün, yoksulluğun, dejenerasyonun, cinayetlerin ve hırsızlıkların arttığını gösteren pek çok haber bu gerçeğin küçük bir yansımasıdır. Temeli inançsızlık üzerine kurulu görüşlerin rağbet görmesi, birçok sapkın fikir sisteminin bu şekilde yayılması ise din ahlakının yaşanmamasının kaçınılmaz bir sonucudur.
Peki tüm bu yıkıcı ve dejenere edici etkisine rağmen bazı insanlar neden din ahlakından uzak, ilkel bir hayatı sürdürmeye devam ederler?
Söz konusu kişilerin bu seçimlerini acil olarak gözden geçirip hak din ahlakına yönelmeleri neden büyük bir önem taşımaktadır?
DİN AHLAKINI YAŞAMAYAN TOPLUMLARI AĞ GİBİ SARAN BELALAR
Dinsizlik Devletin Bütünlüğünü Tehdit Eder
Din ahlakının yaşanmadığı bir toplumda;
* Bireyler kendi benliklerinden, ortak kimliklerinden uzaklaşırlar.
* Temelini ateizm ve dinsizlik üzerine oturtmuş olan materyalizm gibi felsefeler ve komünizm gibi ideolojiler, o toplumu kısa zamanda bir ağ gibi sarar.
*Din ahlakının yokluğundan meydana gelen boşluğu bölücü ve dejenere edici fikir sistemleri doldurur.
* İnsanların iyiyi kötüden ayırt etme anlayışları ortadan kalkar. İyilik ve kötülük kavramı, kişisel menfaatler ve beklentilere göre şekillenir.
* Her birey sadece kendisini umursayan ve diğer hiç kimseyi önemsemeyen birer ayrı "parça" haline gelir.
* Ailevi değerler ortadan kalkar.
Tüm bu olumsuzluklar devletin oturmuş düzenini ve milletin yerleşmiş dokusunu da çok hızlı bir şekilde tahrip eder. Çünkü devlete bağlılık, vatan sevgisi gibi üstün vasıflar yine dini inançların sonucunda gelişmiş özelliklerdir. Din ahlakını yaşamayan, dolayısıyla vicdani duyguları gelişmemiş bir insanın milletini, bayrağını sevmesi, devletine hizmet şuuru içinde çalışması, karşılık beklemeden gece gündüz vatanı için nöbet beklemesi elbette düşünülemez. Böyle bireylerin yetişmediği, yetişmiş bireylerin de bu üstün vasıflarını kaybettiği bir toplum, şüphesiz ki hem sosyolojik açıdan hem de siyasi olarak varlığını sürdüremeyecektir.
Ahlaksızlığın yaygınlaşması, tüm toplumu içine alan bir çürümeye neden olur. Bu çürüme er veya geç herkese zarar verebilir. Kimi zaman insanların etraflarında güvenebilecekleri çok fazla kimsenin olmaması, kendilerine karşılıksız yardım edecek birini bulamamaları, sokakta kendilerini emniyette hissedememeleri, karşı karşıya kaldıkları bir haksızlıkta adaletin gereği gibi tecelli edeceğinden endişe etmeleri dejenerasyonun ne denli bir tehlike olduğunun günlük hayatta karşılaşılan somut örneklerindendir. Böyle bir tehlikeye karşı ise el birliği ile fikri mücadele edilmesi gerekir.
Dinsiz Bir Toplum Materyalist Felsefe ve İdeolojilerle Kandırılmaya Mahkumdur
Din ahlakına uygun bir yaşam sürmediği için manevi bir boşluk yaşayan, yaratılış gerçeğini kavrayamayan, doğru ile yanlışı ayırd etme, muhakeme yeteneğine sahip olmayan kişilerden oluşan bir toplumda, insanları içi boş felsefe ve ideolojilerle kandırmak kolay hale gelir. Dolayısıyla din ahlakının yaşanmadığı bir toplumda, temeli inançsızlık üzerine kurulu görüşlerin rağbet görmesi, birçok sapkın fikir sisteminin yayılacak zemin bularak toplumu aldatması kaçınılmaz bir sonuçtur.
Dinsizliği örgütleyenler; reenkarnasyon, budizm, ateizm gibi sahte ve aldatıcı inanışların (daha doğrusu insan yapımı felsefelerin), materyalist ve Darwinist felsefenin ve çarpık bir hayat tarzının bu tip toplumlarda yayılmasını desteklerler. Çünkü din ahlakının toplum üzerindeki köklü etkisini ortadan kaldırmak, materyalist dünya görüşünün benimsenmesini kolaylaştırmak ve manevi arayış içinde olan insanları "Allah inancına karşı çıkan sahte bir inanış" ile yanıltmak girişiminde, sapkın materyalist felsefe ve ideolojiler önemli rol oynarlar.
Örneğin Allah’ın varlığını inkar ederek (Allah’ı tenzih ederiz) bireylerin vicdansızca ve sorumsuzca hareket etmesine sebebiyet veren materyalizm ile insanı çatışan bir hayvan olarak nitelendiren Darwinizm’in, bir ülkeyi kalkındırmaları ya da bir toplumu ilerletmeleri, açıktır ki imkansızdır. Aksine bu fikir akımlarının asılsız mantıkları, hangi toplumda yaygınlaştırılmaya çalışıldıysa sonuç her zaman için çatışma, savaş, bölünme ve çöküş olmuştur. Nitekim SSCB’de Lenin’in ve Stalin’in, Çin’de Mao Tse Tung’un, Almanya’da Hitler’in, İtalya’da Mussolini’nin, Kamboçya’da Pol Pot’un neden oldukları vahşi uygulamaların ardındaki felsefi dayanaklar materyalizm ve Darwinizm’dir.
Hiç unutmamak gerekir ki, bu çarpık felsefelere kanan insanların çok büyük bir bölümü mutluluğu bu sapkın inanışlarda bulacakları yanılgısına kapılmaktadırlar. Oysa bu şekilde Allah'ın elçileri vesilesiyle insanlara gönderdiği din ahlakından ve O’nun doğru yollarından uzaklaşarak kendilerini iç karartıcı, kasvetli, korku ve sıkıntı dolu bir dünyaya, çok büyük bir yıkıma sürüklemektedirler.
Dinsizlik, Toplumda Psikolojik Sorunları Yaygınlaştırır
Dini inancın ortadan kalkışının bir başka tehlikeli sonucu, insanların yavaş yavaş psikolojik sorunlara mağlup olmaya başlamasıdır. Suç oranlarındaki artış, içki ve uyuşturucuya yöneliş, ahlaki dejenerasyon, huzursuzluk ve çatışma ortamı toplumun psikolojik açıdan yıprandığının en somut alametlerindendir.
Psikolojik hastalıkların birçoğu Allah’a iman etmemenin ve O’nun gücünü takdir edememenin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Dinsizlik kişide ruhsal ve manevi yönden büyük bir yıkıma yol açtığı gibi, fiziksel olarak da ciddi bir tahribat yapar. Böyle kimselerde depresyon, stres, bunalım sonucu hafıza zayıflaması, dikkat dağınıklığı, yorum bozuklukları, mantıksızlıklar, tikler, kontrolsüz tavırlar görülür. Vücudun fiziksel anlamda direnci kırılarak, güçten düşer. Bunun sonucu olarak kişinin bağışıklık sistemi çöker ve birbiri arkasına hastalıklara yakalanır veya mevcut bir hastalığın iyileşmesi gecikir.
Hastalıkların yanı sıra din ahlakına göre yaşamamanın getirdiği hüzün ve karamsarlık sonucu ruhen yaşanan huzursuzluklar, gerilimler, üzüntüler doğal olarak kişinin yüzüne ve tavırlarına da yansır, canlılığı ve yaşama sevinci ciddi şekilde azalır. Bu sebeplerle de dinsizliğin yaşandığı toplumlarda her birey, her an kendisine ve çevresine maddi ve manevi zarar verebilecek potansiyel bir tehlikeye dönüşür.
Dinsiz Bir Toplumda Sevgisizlik ve Ahlaki Dejenerasyon Hakim Olur
Sonsuz kudret sahibi Allah bir Kuran ayetinde “Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat Suresi, 56) şeklinde bildirerek tüm kullarının sorumluluğunu haber vermiştir. İnsanların yaşamın bu gerçek amacından uzaklaşmaları bir süre sonra manevi değerlerini de kaybetmelerine neden olur. Ahiret hayatını unutarak ya da gereği gibi önemsemeyerek, dünyayı yaşayabilecekleri tek yer olarak gören, hem kendilerinin hem de diğer insanların ölümle birlikte yok olacaklarını zanneden kişiler, manevi yönden bir çöküş ve ahlaki dejenerasyon yaşarlar. Dolayısıyla;
*Dinsizliği yaşayan toplumlarda kişiler dünyada kendileri için mümkün olduğunca fazla çıkar sağlamaya, kendi istek ve tutkularını tatmin etmeye, kısa bir yaşam süresini sorumsuzca geçirmeye çalışırlar.
* Ahlaki yönden bir güzellik elde etme konusunda, herhangi bir çabaları olmaz. Çünkü bunun kendileri için bir çıkar sağlamayacağını düşünürler. Hatta aksine yardımsever, şefkatli, merhametli, hoşgörülü, vicdanlı kısacası üstün ahlaklı insanları kendi çarpık bakış açılarıyla "saf" kişiler olarak değerlendirirler.
*Din ahlakından yoksun olan toplumlarda aile bireyleri arasındaki ilişkilerde de açıkça fark edilen bir tahribatın yaşandığı görülür. Çocuklarına gereken sevgi ve ilgiyi göstermeyen anne babalar ve anne ve babasına karşı -çevresinden aldığı olumsuz telkinlerin neticesinde- gereken saygı ve hürmeti göstermeyen çocuklar, bu dejenerasyonun en açık örneklerinden biridir. Çocuklar ebeveynlerine karşı agresif, ters cevaplar veren, kolayca yalan söyleyen, kendi zevklerine ve isteklerine ulaşmada ailesini yalnızca bir araç gibi gören yanlış bir zihniyet taşıyabilmektedir.
* Kimsenin kimseye saygı, sevgi ve merhamet duyguları duyması için bir neden kalmaz. Bunun sonucunda ise sosyal anarşi oluşur. Zenginler fakirlere, fakirler zenginlere kinlenir, sakat veya muhtaç olanlara karşı şefkat ve ilgi yerine kızgınlık oluşur. Farklı kökenden ve ırktan insanlara karşı saldırgan olunur, işçiler patronlarına patronlar işçilerine, baba oğula oğul babaya karşı saldırganlaşır.
* Din ahlakından yoksun olan toplumlarda kişiler her türlü ahlaksızlığa açık duruma gelirler. Örneğin dindar bir insan ahirette hesabını vereceğini bildiği için kötü ahlak özelliklerinin tümünden büyük bir titizlikle sakınır, rüşvet almaz, kumar oynamaz, kıskançlık yapmaz, yalan söylemez. Ama din ahlakına göre yaşamayan bir insan bunların hepsini yapmaya açıktır. Bir insanın "ben din ahlakına uygun yaşamıyorum ama hırsızlık yapmıyorum veya kumar oynamıyorum" demesi yeterli olmaz. Çünkü Allah korkusu olmayan ve ahirette hesap vereceğine inanmayan bir insan, ortam veya şartlar değiştiğinde bunlardan herhangi birini kolaylıkla yapabilir.
* Dinsiz toplumlarda insanların birbirleri için fedakarlıklarda bulunmaları, dayanışma, cömertlik gibi değerler tamamen ortadan kalkar. Her şeyden önce insanlar birbirlerine insan olarak değer vermezler çünkü yıllar boyunca birtakım çevrelerin planlı ve örgütlü telkinleri ile birbirlerini maymundan evrimleşmiş varlıklar olarak görürler. Bir insan, maymundan evrimleştiğini düşündüğü bir insana iyi davranmak istemez. Bu düşüncedeki insanlar, bir çıkarları olmadığı sürece birbirlerine değer vermezler. Kimse kimsenin sağlığını, huzurunu, rahatını düşünmez. İnsanlara bir zarar dokunmasından endişelenmez, buna engel olmaya çalışmaz. Örneğin, hastanelerde ölmek üzere olan insanlar sedyelerde uzun süre bırakılır, onlarla hiç ilgilenen olmaz. Veya son derece sağlıksız ve temizlikten uzak şartlar altında işletilen bir lokantanın sahibi, orada yemek yiyen insanların sağlığına vereceği zararı hesaplamaz. Yalnızca kendi kazanacağı parayı düşünür.
Burada verilen örnekler Allah korkusu olmadığı takdirde kişilerin her türlü kötülüğe yönelebileceğinin ve bir çıkarları olmadığı sürece birbirlerine hiçbir şekilde iyi davranmayacaklarının açık delillerinden yalnızca birkaçıdır. Oysa Kuran ahlakında insanlar birbirlerine Allah'ın birer kulu olarak değer verirler. İyilik yapmak için bir çıkar gözetmez, aksine sürekli iyi işler yapıp hayırlarda yarışarak Allah'ın rızasını kazanmaya çalışırlar. Rabbimiz samimi iman sahibi kullarının üstün ahlakını ayetlerde şöyle bildirmiştir:
“Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar. Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir.” (Rad Suresi, 20-22)
KURAN AHLAKINA UYMANIN TOPLUMLARA GETİRDİĞİ MADDİ VE MANEVİ FAYDALAR
Din Ahlakı, Devleti İçte ve Dışta Güçlendirir
*Toplum içinde din ahlakı yaşandığı takdirde devlet yönetimi rahatlar. Çünkü manevi değerlerine bağlılık, milletin siyasi çalkantıları atlatmasını, dışarıdan gelebilecek bir saldırı ya da tacize karşı dayanıklı olmasını ve ayakta kalmasını sağlar. Ayrıca din ahlakının hakim olduğu bir toplumda devlet anarşi, terör, bozgunculuk, cinayet gibi olaylara vakit ve bütçe ayırmak zorunda kalmayacağı için devletin bütün gücü ülkenin içte ve dışta kalkınması ve güçlenmesi için harcanır. Bunun sonucunda da çok güçlü bir devlet oluşur.
* Allah korkusu ile hareket edilen böyle bir ortamda herkes toplumun refahı için çalışır, israf yapılmaz, dayanışma, işbirliği ve karşılıklı birbirinin menfaatini gözetme olur ve bu sayede de refah seviyesi yüksek, zengin bir toplum oluşur. Yapılan her iş ve alınan her karar Allah’ın izniyle toplum genelinde büyük bir berekete ve ülke ekonomisinin içte ve dışta güçlenmesine vesile olur. Güzel ahlakın yaşanmasıyla birlikte insanların mallarına, ticarete, tarıma, endüstriye bereket gelir. Kalkınma hemen her alanda görülür. Bir Kuran ayetinde iman edip Allah korkusu ile hareket eden bir topluma Allah’ın her yönden bereket vereceği şöyle bildirilmiştir:
“Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık…” (Araf Suresi, 96)
* Din ahlakının yaşanması toplumu daima ileriye götürür. Toplum içerisinde her yaştan kişi kendisini çeşitli alanlarda geliştirmek için daima şevkli bir çaba içerisinde olur. Bu da bilim, teknoloji, iletişim ve tıp alanında modernliğe ve çağdaş bir medeniyete vesile olacak çok büyük gelişmeler yaşanmasını sağlar. Ayrıca bu alanlarda dünya çapında yaşanan diğer gelişmeler de takip edilerek toplumun her yönden hayatını kolaylaştıracak ve devleti ileri bir seviyeye taşıyacak çalışmalar yürütülür.
* Ülke çok daha güvenli ve müreffeh bir hale gelir. İdareciler de insanlara karşı çok adil, merhametli olurlar, her türlü adaletsizlik ortadan kalkar. Böyle bir toplumda güçlü olan haklı olmaz, haklı olan güçlü olur. Böyle devletler de sarsılmaz bir temele sahip olurlar.
* Din ahlakında dayanışma, birlik ve beraberlik çok önemlidir. Her insan kendinden önce diğer insanların rahatını ve çıkarını düşünmelidir. Bu nedenle manevi değerlere sahip kişiler devlete ve millete sahip çıkarlar ve bu değerler için meşru sınırlar içerisinde hiçbir fedakarlığı yapmaktan çekinmezler. Bu ahlaktaki insanlar daima ülkenin refahı ve huzuru için çalışır, devletin, milletin çıkarlarını şahsi menfaatlerinden üstün görür ve milli ve manevi değerlerini canla başla korurlar.
Din Ahlakı Ruhen ve Bedenen Sağlıklı Toplumlara Vesile Olur
Son yıllarda yapılan birçok araştırma, inancın insan sağlığı üzerindeki olumlu etkilerini ortaya koymaktadır. Bu araştırmalara göre Allah inancına sahip olan insanlar diğerlerine göre Allah'ın izniyle hem daha uzun yaşamakta hem de yaşam kaliteleri diğerlerine göre çok daha yüksek olmaktadır.
International Journal of Psychiatry in Medicine'nın Şubat 2002'de yayınladığı araştırmaya göre; kendilerini inançsız olarak tanımlayanların;
1) Kanser-dışı sindirim hastalıklarına yakalanma ihtimalleri iki kat daha fazla,
2) Damar rahatsızlıklarından (kalp krizi ve felç dahil) ölme oranları %21,
3) Solunum hastalıklarından ölme oranlarının ise %66 daha fazla olduğu ortaya çıkmıştır.
Ayrıca tedavi esnasında verilen dini telkinlerin hastalar üzerinde çok yüksek tedavi edici etki gösterdiği de ortaya konmuştur.
Din ahlakının insan üzerindeki en olumlu etkilerinden birisi ise, elbette strese karşı sağladığı korumadır. Allah inancı olan insanların olaylara daha sabırlı ve olumlu baktıkları, zorluklar veya yaşam içinde karşılaşılacak olumsuzluklara daha dirençli oldukları açıktır. Özellikle inancın bu etkisinden dolayı ABD'deki 125 tıp fakültesinden 80'inde din ve sağlık üzerine seminerler verilmektedir.
Stresin eklem ağrılarından psikolojik bozukluklara, kansere kadar birçok hastalığın ya ana nedeni ya da tetikleyicisi olduğu düşünüldüğünde, din ahlakına uygun bir yaşam sürdürdükleri için stresten korunan kişiler, tüm bu hastalıklara karşı da kendilerini korumaktadırlar. Kuşkusuz din ahlakının tüm bu olumlu etkilerinin temelinde ise iman edenlerin Allah’a teslimiyetleri ve her durumda Allah’a sığınarak O’na dua etmelerinin büyük bir etkisi vardır.
Tek kudret sahibinin Rabbimiz olduğunu bilen, O’nun rahmetine sığınan müminler, nasıl bir durumla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar dua ederek stresten uzak, itidalli bir tavır sergilerler. Bu da onların ruhen ve bedenen sağlıklı olmalarına vesile olan önemli bir etkendir. Nitekim Newsweek'in anketine göre, insanların %72'si dua ederek hastalıktan daha çabuk kurtulduklarına, duanın iyileşmeyi kolaylaştırdığına inanmaktadırlar. ABD ve İngiltere'de yapılan araştırmalarda da, hastalar için dua etmenin, hastaların rahatsızlık belirtilerini azalttığı ve iyileşme sürecini hızlandırdığı sonucu elde edilmiştir. Şafi (Şifa Veren) sıfatına sahip olan Rabbimiz Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
"Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisi'ne dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir İlah mı? Ne az öğüt-alıp düşünüyorsunuz." (Neml Suresi, 62)
Din ahlakı insanlara vefakarlığı, dürüstlüğü, adaleti, fedakarlığı, ne pahasına olursa olsun hakkı savunmayı emrederken, dinsizlik propagandasının yapıldığı tüm araçlarda insanlara bencil, acımasız, çıkarcı, hilekar, dolandırıcı, yalancı olmak üstü kapalı bir biçimde sözde sempatik gösterilir. Bu gizli mesajların etkisinde kalan toplumlarda kötü ahlak özellikleri giderek yaygınlaşır. Dejenerasyon olarak da isimlendirebileceğimiz bu ahlaki bozulmanın toplumsal ve kişisel yaşamlara doğrudan ve dolaylı etkileri ise son derece yıkıcı olmaktadır.
Din Ahlakının Toplum Üzerindeki Olumlu Etkileri
*Din ahlakının yaşandığı toplumlarda dinsizliğin hakim olduğu toplumlardan farklı olarak yüksek bir sanat ve estetik anlayışı gelişir. Sanatsal faaliyetlerde güzel gelişmeler yaşanır. Günlük sıkıntı, sorun ve endişelerden düşünce sınırları daralmış olan insanlar, din ahlakının yaşanmasıyla birlikte bu sıkıntılardan kurtulurlar. Dolayısıyla sanat kabiliyetleri gelişir, düşünce ufukları açılır. Allah'ın kullarına Kendi ruhundan üfürdüğünün ve kendisine sonsuza kadar kalması için ihtişamla, sanatla, binbir çeşit nimetlerle dolu cennetini vaat ettiğinin bilincinde olan bir insan, kuşkusuz ki sanattan ve estetikten en üst düzeyde zevk alabilecek bir ruha sahip olacaktır. Ruhunda bunun zevkini derinlemesine yaşayacaktır. Ayrıca çevresindeki insanlara duyduğu sevgi ve saygı da bu kişilere güzellikler sunma isteğini artıracak, bu konuda büyük bir şevk verecektir. Bu nedenle din ahlakının gerçek anlamda yaşandığı ve Kuran ahlakına tam manasıyla uyulduğu bir ortamda her türlü estetik anlayışı ve sanatsal akım hızla gelişir. Yaşanan mekanlardan bahçelere, mobilyalardan mimari tasarımlara her alanda yüksek bir estetik anlayışı hakim olur.
*Kirliliğin müşriklerin (Tevbe Suresi, 28) ve münafıkların (Tevbe Suresi, 95) bir özelliği olduğunu ve Rabbimiz’in, müminleri tertemiz kılmak istediğini (Enfal Suresi, 11) bilen müminler, maddi-manevi kirliliğin her türlüsünden kaçınmak konusunda çok büyük bir gayret içinde olurlar. Kuran ahlakının getirdiği berrak akıl vesilesiyle sürekli tertemiz olmaya niyet eder, her şeyin en temizini ararlar. İman etmeyen toplumlardaki insanların temizlik konusunda gösterdikleri vurdumduymaz, üşengeç, gönülsüz ve baştan savma tavırlardan tamamıyla uzaktırlar. Kişisel bakımlarından kıyafetlerine, yaşadıkları mekanlardan yedikleri yiyeceklere kadar temizlik konusunda her zaman Müslümanlara yakışacak şekilde titizlik gösterirler. Bir ayette iman sahiplerinin temiz olma özelliği şöyle bildirilmiştir:
“Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: "Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin."” (Zümer Suresi, 73)
* Din ahlakının varlığı, Allah sevgisini beraberinde getireceği için bu, tüm insanlarda çok olumlu ve güzel bir etki yapar. Herkes Allah'ın rızasını kazanmak için güzel ahlak gösterir, birbirini Allah rızası için sever, sayar. Toplumun geneline şefkat, merhamet, hoşgörü hakim olur. İnsanlar Allah'ın emirleri doğrultusunda hayırlarda yarışırlar.
* Allah korkusu sayesinde herkes ahlaksızlıklardan ve kötülüklerden kaçınır. Asırlardır engellenemeyen, önü alınamayan her türlü olumsuzluk bir anda biter. Din ahlakının sıcaklığı ve barışçı ruhu her yere hakim olur.
* Bir toplumun varlığında ailenin rolü çok büyüktür. Din ahlakının tam anlamıyla yaşandığı bir ortamda aile ilişkileri çok güçlenir, güzelleşir, hakiki sevgi ve saygı yaşanır. Kavga, huzursuzluk, geçimsizlik olmaz. Anneye, babaya ve diğer aile fertlerine karşı son derece saygılı bir tavır gösterilir. Her zaman müjdeli ve sevinçli bir ortamda yaşanır.
* Kuran ahlakını yaşamak çocuklara ve gençlere olgunluk ve akıl kazandırır. Gençler arasında yaygın olarak uygulanan duyarsız, vurdumduymaz karakter Kuran ahlakına uyan gençlerde görülmez. Son derece yumuşak başlı, itaatli, geniş düşünen, fedakar, üretici bir nesil oluşur. Gençliğin dinamizmi, heyecanı, ataklığı hep hayırlı işlere yönlendirilir. Önemli bir iş ve akıl gücü oluşur. Böyle bir ortamda öğrenciler sadece sınıf geçmek veya cezadan kurtulmak için değil, devlete ve millete fayda getirmek için eğitimlerine son derece önem verirler.
* İnsanların olaylar karşısında oluşturdukları, kargaşa hali, isyankar tavırlar tamamen ortadan kalkar. Herkes tevekküllü davranır ve her soruna akılcı çözümler getirilir, her olay sükunetle halledilir. Allah’ın izniyle daima huzurlu bir hayat sürdürülür.
Aile yapısı güçlü olan bir milletin devlet yapısı da çok güçlü olur. Ancak din ahlakı yaşanmadığı için aile yapısı çökmüş, manevi değerlerini kaybetmiş, bireyleri arasında sevgi, saygı, birlik ve beraberlik, vefa duyguları körelmiş bir devletin güçlü olması mümkün değildir. Aile yıkılınca domino taşları gibi millet kavramı da yok olur, devlet de zarar görür.
Dinsizliği Örgütleyenlerle Fikri Mücadelede Bulunmak Neden Müslümanların Öncelikli Sorumluluğudur?
Yazı boyunca verilen örneklerde de açıkça görülmektedir ki din ahlakının yaşanmaması bir toplum için olabilecek en önemli tehlikelerden biridir. Böyle bir tehlikeyle karşı karşıya gelmemek içinse, dinsizliğe karşı fikri mücadele içinde olmak son derece önemlidir. Çünkü Allah’ın iman edenlere bildirdiği en büyük sorumluluklardan biri, iyiliği emretmek ve kötülüğü menetmektir. Bir Kuran ayetinde şu şekilde buyrulmuştur:
“Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) müminleri müjdele.” (Tevbe Suresi, 112)
Müminlerin bu sorumluluğu yeryüzünde kötülüğü yaygınlaştırmak için çaba yürütenlere karşı ciddi bir fikri mücadele içinde olmalarını gerektirir. Bu önemli sorumluluğu yerine getirirken, hedefin doğru belirlenmesi -Allah’ın izniyle- sonuca çok daha çabuk ulaşılmasına vesile olacaktır. Bu nedenle Müslümanlar Kuran ahlakının yayılması için birlik olup daha yoğun bir çalışma içine girmelidir. Çünkü, böylesine önemli bir konuda gevşeklik göstermek, bu alanları bir takım sapkın görüşlere bırakmak anlamına gelecektir. Bunun için yapılması gereken ise, bilimi, teknolojiyi en iyi şekilde değerlendirerek din ahlakını, milli ve manevi değerlerimizi yeni yetişen nesillere en güzel şekilde sunmaktır. Unutulmamalıdır ki bir ülkenin bekası için milli ve manevi değerlerin korunması ve güçlendirilmesi hayati öneme sahiptir.
Hala anlamıyacaksanız ben size bişey diyemiyorum..