PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : YAVUZ SULTAN SELİM'İN KÜRTLERE BEDDUASI


barikat58
10.09.2009, 04:27
Yavuz Sultan Selim'in Ridaniye seferine giderken
hayrat olarak Muş'ta yaptırdığı çeşmenin üzerinde bulunan bir şiir.

Sultan Selim giderken yaptırdığı çeşmeyi dönüşte harap
vaziyette bulmuş; bunun üzerine de aşağıdaki mısraları kendisi...
kaleme aldırarak çeşmenin üzerine yazdırmıştır.

Şiirin anlamı 1999'da Hasan Pulur'un bir yazısında dile
getirilince çeşmenin üstündeki kitabe silinmiştir.

Kürde fırsat verme Ya Rab

Dehre sultan olmasın

Ayağını çarık sıksın

Karnı bile doymasın

Vur sopayı al haracı

Asla iflah olmasın

Ol bu çeşmeden gavur içsin

Rum içsin

Kürde nasip olmasın

Vasiyetim oldur kim,

Kürd bin kere yalvarsın.

İnanma, kanma.

Yakana bit, kapına Kürd dadandırma

.
.
.
NOT:Ayrıca bir rivayete göre sultan selim sefer sırasında muş'ta bu bölgeye geldi askerin su ihtiyacını gidermek için lakin su vermedi aşiret.sultan selim o aşiret reisini asmak istedi ama islamı hukuka göre bu olay neticesinde asmaya hüküm yoktu.bunun üzerine oraya bir çeşme yaptırdıktan sonra sefere gitti.sefer sonrası dönüşte o çeşmeden suyunu içen sultan selim çeşmeye o yazıların yazılmasını emretti...

Salim58
10.09.2009, 07:38
bu şiir yavuz sultan selim tarafından yazılmış ise demekki doğru ve hakedilmişki yazılmış
bundan ders çıkarmamız lazım bu sitem dolu şiir boş değil bence bayağı nefret dolu bi şiir


şiirin içinden şu üç mısrayı aldım bu üç mısra her şeyi anlatır gibi

Ol bu çeşmeden gavur içsin



Rum içsin


Kürde nasip olmasın

Dilsad Hatun
10.09.2009, 11:50
Kürde fırsat verme Ya Rab


Dehre sultan olmasın


Ayağını çarık sıksın


Karnı bile doymasın


Vur sopayı al haracı


Asla iflah olmasın


Ol bu çeşmeden gavur içsin


Rum içsin


Kürde nasip olmasın


Vasiyetim oldur kim,

Kürd bin kere yalvarsın.

İnanma, kanma.

Yakana bit, kapına Kürd dadandırma

Nefrettende öteymis demekki banada Amin demek düser ...

65serdal58
10.09.2009, 12:03
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]) işte bu çeşme...

Muş’ta yaptırdığı çeşmenin Safevileri destekleyen bir Kürt aşireti tarafından tahrip edilmesi üzerine alttaki şiiri kaleme almıştır.




“Kürde fırsat verme Ya Rab
Dehre sultan olmasın
Ayağını çarık sıksın
Karnı bile doymasın
Vur sopayı al haracı
Gönlü asla iflah olmasın
Ol bu çeşmeden gavur içsin
Rum içsin
Kürde nasip olmasın”

adı üstünde bir kürt aşireti......bütün kürtler değil yani!!!!!!!

alıntıdır:[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

barikat58
10.09.2009, 12:17
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]) işte bu çeşme...

Muş’ta yaptırdığı çeşmenin Safevileri destekleyen bir Kürt aşireti tarafından tahrip edilmesi üzerine alttaki şiiri kaleme almıştır.




“Kürde fırsat verme Ya Rab
Dehre sultan olmasın
Ayağını çarık sıksın
Karnı bile doymasın
Vur sopayı al haracı
Gönlü asla iflah olmasın
Ol bu çeşmeden gavur içsin
Rum içsin
Kürde nasip olmasın”

adı üstünde bir kürt aşireti......bütün kürtler değil yani!!!!!!!

alıntıdır:[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez])

not kısmındaki rivayette zaten aşiret diye geciyor adı üstünde :)

65serdal58
10.09.2009, 12:19
rivayet işte:)

barikat58
10.09.2009, 12:38
rivayet işte:)

yaw sende idrak yolları enfeksiyonumu var :confused: ben ne yazmışım rivayet!!! sen ne yazmışın rivayet!!! farklı bişeymi demişim

65serdal58
10.09.2009, 12:41
farklı bişey mi yazmışım bende...

insanlar birbirini anladığı zaman birbirinin cümlesini yada kelimesini yazar...

bunun adı idrak yollları enfeksiyonu değildir...

birbirini anladığına dalelettir...

barikat58
10.09.2009, 12:49
farklı bişey mi yazmışım bende...

insanlar birbirini anladığı zaman birbirinin cümlesini yada kelimesini yazar...

bunun adı idrak yollları enfeksiyonu değildir...

birbirini anladığına dalelettir...

bence dalalet degil delalettir ozaman :rolleyes:

65serdal58
10.09.2009, 12:51
delalet tabi:)

seva
10.09.2009, 13:57
YAVUZ SULTAN SELİM'İN böyle bir dua etmesi hiç hoş değil bir su vermedi diyede beddua edilmez bence yanlış kim olursa olsun....

Abdurrahman 58
10.09.2009, 14:05
Kürde fırsat verme Ya Rab


Dehre sultan olmasın


Ayağını çarık sıksın


Karnı bile doymasın

Siyahnur
10.09.2009, 14:06
Yavuz Sultan Selim Han gibi mübarek in böyle bisey yazdigina inanmiyorum...:)

65serdal58
10.09.2009, 14:08
Muş’ta yaptırdığı çeşmenin Safevileri destekleyen bir Kürt aşireti tarafından tahrip edilmesi üzerine yazdırmıştır bu şiiri.....

ve bu zamanda yeniden ortaya çıkarılması manidardır....

kürtler kurtuluş savaşı zamanında ermeni ve rus işgaline karşı direniş göstermiştir...

tabi bazı aşiretler hariç...bazılarıda sevr anlaşmasındaki haklardan yararlanmak istemişlerdir....

yeni piyasaya çıkan atatürkün kürtleri kitabını okumanızı tavsiye ederim

karakutu yayınları

sibelYILMAZ
10.09.2009, 14:16
İNSAN OLAN HER İNSANA SAYGI DUYARIM İNSAN OLMAYAN HIYANET EDEN ZARAR VEREN HER İNSANINDA KARŞISINDA DURURUM.
YAVUZ SELİM DEMİŞ DİYECEĞİNİ BAŞKA SÖZE NE HACET.....

65serdal58
10.09.2009, 14:17
hainin hakkı ölümdür....

bizim şimdi yapmamız gereken zamanın osmanlısında yapılanı örnek almamız değil...

safevi devletini destekleyen kürt aşireti zaten suyundan mahrum kalrak cezasını çekmiştir...

kötüden örnek olmaz derler atalarımız...

bize yakın devlet yanlısı kürt aşiretleri kendimizde çekmemiz lazım...

doğuda bir kavramdır...devlet yanlısı aşiret

bizim şimdi yapmamız gereken zamanın osmanlısında yapılanı örnek almamız değil...

safevi devletini destekleyen kürt aşireti zaten suyundan mahrum kalrak cezasını çekmiştir...

kötüden örnek olmaz derler atalarımız...

bize yakın devlet yanlısı kürt aşiretleri kendimizde çekmemiz lazım...

doğuda bir kavramdır...devlet yanlısı aşiret

bizim şimdi yapmamız gereken zamanın osmanlısında yapılanı örnek almamız değil...

safevi devletini destekleyen kürt aşireti zaten suyundan mahrum kalrak cezasını çekmiştir...

kötüden örnek olmaz derler atalarımız...

bize yakın devlet yanlısı kürt aşiretleri kendimizde çekmemiz lazım...

doğuda bir kavramdır...devlet yanlısı aşiret

ayten58
10.09.2009, 14:52
yattığı yer cennet,ü alaanın köşkü nede güzel yazmış
hünkaarımız eskiler biliyorlardı neyin gelecek iyi neyin kötü olacağını
şimdi nerde öyle adamlar akşam yine bir sürü şehit verdik ama biz hala içlerine iyi seçecez sanki manavda meyve seçiyoruz bunların kanı bozuk içlerinden iyi çıkarmı akıl var mantık var adı üstünde kürt bu kürt kürdün adama dostluğu olmaz buu kafamıza koyalım lutfen.bana verseler varya birde allah günah yazmasa hayatıma maaal olacağınıda bilsem boğazlarını sıkar sıkar koyarım hiç üşenmem hatta bitsinler diye gece uyumam bile.

Abdurrahman 58
10.09.2009, 14:52
hainin hakkı ölümdür....

bizim şimdi yapmamız gereken zamanın osmanlısında yapılanı örnek almamız değil...

safevi devletini destekleyen kürt aşireti zaten suyundan mahrum kalrak cezasını çekmiştir...

kötüden örnek olmaz derler atalarımız...

bize yakın devlet yanlısı kürt aşiretleri kendimizde çekmemiz lazım...

doğuda bir kavramdır...devlet yanlısı aşiret

bizim şimdi yapmamız gereken zamanın osmanlısında yapılanı örnek almamız değil...
safevi devletini destekleyen kürt aşireti zaten suyundan mahrum kalrak cezasını çekmiştir...

kötüden örnek olmaz derler atalarımız...

bize yakın devlet yanlısı kürt aşiretleri kendimizde çekmemiz lazım...

doğuda bir kavramdır...devlet yanlısı aşiret

bizim şimdi yapmamız gereken zamanın osmanlısında yapılanı örnek almamız değil...

safevi devletini destekleyen kürt aşireti zaten suyundan mahrum kalrak cezasını çekmiştir...

kötüden örnek olmaz derler atalarımız...

bize yakın devlet yanlısı kürt aşiretleri kendimizde çekmemiz lazım...

doğuda bir kavramdır...devlet yanlısı aşiret

Zamanın Osmanlısının % 1'i ni şu an devletimizde uygulasak ne ab,nede abd nin köleliğine oynardı devlet başlarımız!

Yavuz Sultan Selim gibi ALPEREN biri bu sözleri söylemişse vardır bir bildiği
Kürtleri sevmeyen sadece Yavuz değilki..
M.Kemal Atatürk'te zamanında ''BU KÜRTLER ZAMAN GELİR MİLLETİMİN BAŞINA DERT OLUR'' demiş ...

Yorum sayısını artırmak için değil bilgi paylaşımı için forumlara katılalım lütfen

GuNaY
10.09.2009, 15:16
Yavuz ilginç bir şahsiyet. 8 Senede hazineyi ve ülke sınırlarını en üst düzeye çıkaran bir padişah. Durum böyle olunca kendisininde kişiliği az çok ortaya çıkıyor.

Zamanında osmanlı tebaasının " Yavuza vezir olasın " diye beddua ettikleri söylenir. Birçok vezirinin kellesinin uçurulmasını emrettiği rivayet edilir. Bunun sebebi olarak hata ve yanlışa telafisi olmayan bir yapısı olmasından kaynaklanıyormuş.

Babası Beyazıd'ın da Yavuz'a beddua ettiği söylenir. Tahtı almasından ötürü...

Kırım türklerine ettikleri ihanetten dolayı devlet olamayasınız diye bir beddua ettiğide söylenir.

Bunları dikkate aldığımızda bir ırka beddua edebilir diye düşünebiliriz.

Ancak yukarıdaki özelliklerin yanısıra derviş ve evliya olduğu söylenir. Hiç geçilemeyn Sina çölünü geçerken 100 yılda bir yağan yağmurların yağması bunu kanıtlar niteliktedir. Şiirleri vardır, sanatçı ruhunu taşır.

Bazı ulemalar onun iki karakter taşıdığını söylerler.

Demem o dur ki :)) Yapılan olay doğruysa, iki rivayetten biri gerçek ise Yavuz bu bedduayı etmiştir. Karakter olarak pek affeden bir yapısı yok gibi görünüyor.

65serdal58
10.09.2009, 19:08
Zamanın Osmanlısının % 1'i ni şu an devletimizde uygulasak ne ab,nede abd nin köleliğine oynardı devlet başlarımız!

Yavuz Sultan Selim gibi ALPEREN biri bu sözleri söylemişse vardır bir bildiği
Kürtleri sevmeyen sadece Yavuz değilki..
M.Kemal Atatürk'te zamanında ''BU KÜRTLER ZAMAN GELİR MİLLETİMİN BAŞINA DERT OLUR'' demiş ...

Yorum sayısını artırmak için değil bilgi paylaşımı için forumlara katılalım lütfen

yavuz sultan selim alperen mi?

birde zamanın osmanlısının yüzde 1 ini devletimizde uygusak diye yazmışsın....

zamanın osmanlısında ne vardı???

kürtlere su verilmemesi mi???

türklüğü aşağılamaktta varmıydı???

evet vardı,,fetih,evet hoşgörü,

nedense osmanlı kendi tebasından olan türkleri diğer uluslardan hor görmüştür

gerek olursa bunla ilgili konu açacağım....

konu dağılıyor diye mesajlar yazılmasın şahsıma

Klimasuyu
10.09.2009, 19:27
YAVUZ SULTAN SELİM'İN böyle bir dua etmesi hiç hoş değil bir su vermedi diyede beddua edilmez bence yanlış kim olursa olsun....

:D

Seva kürtleri burda da savunacak bişey buldun ya:D Adam su vermediler diye beddua etmemiş zaten,hayratını harap ettikleri için yazdırmış onu...

ömer yalcin
10.09.2009, 21:09
Türkün Türkten baska dostu yoktur bunu unutmayalim

cebe
10.09.2009, 21:13
Arka Arkaya Mesajlar Yazdığınızdan Dolayı Flood Önleyici Devreye Girdi.Mesajlar Sistem Tarafından Otomatik Olarak

seva
17.09.2009, 16:09
:D

Seva kürtleri burda da savunacak bişey buldun ya:D Adam su vermediler diye beddua etmemiş zaten,hayratını harap ettikleri için yazdırmış onu...

ne olursa olsun Peygamber efendimiz bile yapmamış bu ayrıcalığı Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki müslüman, günahkâr da olsalar, müslümanlara beddua etmekten sakınmalı, fakat gerektiğinde açıkça din düşmanlığı yapanlara beddua ve lânet etmeyi dini bir görev bilmelidir.

unutma kardeş eğer inanıyorsan MEVLA senide bir kürt torunu yapardı senin isteğin üzerine türk olmadın.

cebe
17.09.2009, 19:16
"...gerektiğinde açıkça din düşmanlığı yapanlara beddua ve lânet etmeyi dini bir görev bilmelidir."


Görevimi yapıyorum:"İkrarsız kripto’ya,yılan’a lain.Kaçıncı ölmem bu hain. Türk ölür dirilir.

seva
25.09.2009, 16:46
"...gerektiğinde açıkça din düşmanlığı yapanlara beddua ve lânet etmeyi dini bir görev bilmelidir."


Görevimi yapıyorum:"İkrarsız kripto’ya,yılan’a lain.Kaçıncı ölmem bu hain. Türk ölür dirilir.

Türk hainleri içinde geçerli bu...

madımak_58
25.09.2009, 21:55
Yavuz Sultan Selim’in Kürtlere Bedduası Yok


Yavuz Sultan Selim’in Kürtleri lanetleyen bir bedduasının olduğu hakkındaki bilgiler internet ortamında servis ediliyor. Yavuz Böylesi bir düşünceyi Mısır seferi esnasında Muş yakınlarındaki bir çeşme kitabesine yazdırmış. Ve Yavuz’un sözlerinin de Evliya Çelebi seyahatnamesinde yazılı olduğu bilgisine yer veriliyor. Yapılan araştırmalar sonucu Yavuz’un böyle bir bedduasının olmadığı ortaya çıkıyor.


Yavuz Sultan Selim’in 28 Ağustos 1516 da Ridaniye seferine giderken susuzluk çeken halkı görünce askere emir verir ve tam 12 musluklu büyük bir hayrat olarak Muş’ta bir çeşme yaptırır. Sultan Selim giderken yaptırdığı çeşmeyi dönüşte suyu kesilmiş ve harap vaziyette bulunca ; tekrar eskisi gibi inşa eder ve üzerine de aşağıdaki mısraları,bizzat kendisi kaleme aldırarak yazdırır.


KÜRD’E FIRSAT VERME YARAB,
DEHRE SULTAN OLMA’SIN,
AYAĞI’NI ÇARIK SIKSIN,
GÖNLÜ HUZUR BULMA’SIN.
VUR SOPA’YI AL HARACI,
KARNI BİLE DOYMA’SIN,
OL ÇEŞME’DEN GAVUR İÇSİN,
KÜRD’E NASİP OLMA’SIN
VASİYET’İM OLDUR KİM,
KÜRD BİN KERRE YALVAR’SIN,
İNAN’MA KAN’MA,
YAKANA BİT,KAPI’NA KÜRD DADANDIR’MA.

Kaynak: Evliya Çelebi, Seyehatname, Zuhuri Danışman Derlemesi, C.3, s.80

Not: Çeşme hala yerinde ve yerel halk suyundan yararlanmaktadır ancak, üzerindeki kitabe tekrar tahrip edilmiştir!

Bu bilgilere ulaştıktan sonra Evliya Çelebi kaynak gösterilerek söylenen bedduanın yazılı metnini görmek istedim, Zuhuri Danışmanın çevri ve yayınını yaptığı Evliya Çelebi Seyahatnamesinin üçüncü cildine ulaştım. Ve 80. sayfaya baktım. O sayfada Evliya Çelebi “Yavuz’un Kürtlere bedduası” konusunu işleyen bir çeşme yaptırdığı ve üzerine de beddua sözleri yazdırdığı hakkında bilgiler yok. “Yavuz’un Kürtlere bedduası” konulu Evliya Çelebi’nin yazılı metni olmamasına rağmen sadece ırkçılık ve düşmanlığı körükleyen bir görüş açısından bu yazılar neden yayınlanıyor. Aynı coğrafyada birlikte yaşayan insanlar kökenlerine ve inançlarına bakılmaksızın, ayırımcılık ve düşmanlık gözetilmeden bir arada barış içinde yaşayamazlar mı! Tarih bu sorunun cevabını da veriyor. Osmanlı ve İslam anlayışı dikkate alınırsa bu düşünce bu topraklarda tarih boyunca vardı. İslam kardeşliği ve Allahın yarattığı insanları insan olarak sevebilmek insanlığı yücelten bir düşüncedir. Mevlana, Yunus Emre , Hacı Bektaş gibi Anadolu’nun erenleri bu düşünceyi savunan sözler söylemişlerdir.



(Cezmi YURTSEVER, 22 Eylül 2009)


Olayı bir araştırayım derken böyle bir yazı buldum.Yorum sizlerin.Yavuzun nasıl bir padişah olduğu az çok ortada.Bu konudada yorum yapıp kavga çıkarmaya niyetim yok benim :)

Ancak benim asıl ilgimi çeken şu mesaj;

Zamanın Osmanlısının % 1'i ni şu an devletimizde uygulasak ne ab,nede abd nin köleliğine oynardı devlet başlarımız!

Yavuz Sultan Selim gibi ALPEREN biri bu sözleri söylemişse vardır bir bildiği
Kürtleri sevmeyen sadece Yavuz değilki..
M.Kemal Atatürk'te zamanında ''BU KÜRTLER ZAMAN GELİR MİLLETİMİN BAŞINA DERT OLUR'' demiş ...

Yorum sayısını artırmak için değil bilgi paylaşımı için forumlara katılalım lütfen

Şu kırmızıyla belirttiğim kısmı açıklar mısınız lütfen? Atatürk nerede,ne zaman bu cümleyi kullanmıştır? Kaynak belirtmeniz mümkün müdür rica etsem.Bende öğreneyim bilmediklerimi...


NOT:Yorum sayısını artırmak için değil,bilgi paylaşımı için forumlara katılalım lütfen ;)

qio
25.09.2009, 22:03
:) .

yerliturkuaz
25.09.2009, 22:17
Zamanın Osmanlısının % 1'i ni şu an devletimizde uygulasak ne ab,nede abd nin köleliğine oynardı devlet başlarımız!

Yavuz Sultan Selim gibi ALPEREN biri bu sözleri söylemişse vardır bir bildiği
Kürtleri sevmeyen sadece Yavuz değilki..
M.Kemal Atatürk'te zamanında ''BU KÜRTLER ZAMAN GELİR MİLLETİMİN BAŞINA DERT OLUR'' demiş ...

Yorum sayısını artırmak için değil bilgi paylaşımı için forumlara katılalım lütfen


Evet yorum sayısını arttırmak için değil bilgi için paylaşalım forumu ve sen bir daha foruma yazı yazma olur mu sen bilgiden çok cahiliyetin bir simgesi açıklamalar yapıyorsun. Atamızın o zorlu şartlar altında neler yaptığını bilse idin sağdan soldan duduğun duyumları gelip burada yazmazdın. Atamız meclis açılımında yaptığı konuşmada bu ülkede yaşayan LAZI ÇERKEZİ KÜRTÜ ile birer kardeş topluluklar olduğunu belirtmiştir....

qio
25.09.2009, 22:27
Turkuaz'ıda kızdırdınız ya bravo :)

goramaz
25.09.2009, 22:32
Türk'ler mi Kürt'lerden ayrılmak istiyor yoksa Kürt'ler mi Türk'lerden ayrılmak istiyor cevabı zor olmasa gerek şu yazılanlardan sonra.. Yazık gerçekten çok yazık..

qio
25.09.2009, 23:08
Bu konuya madımak yorum mu yazdı , yarın burası karışır.

madımak_58
25.09.2009, 23:36
Bu konuya madımak yorum mu yazdı , yarın burası karışır.

Yok be yaw,sen görmemezlikten gel :)

Klimasuyu
25.09.2009, 23:41
Bu konuya madımak yorum mu yazdı , yarın burası karışır.

Yarın en çok yorum yazılan konu olacak bu konu...:)

madımak_58
25.09.2009, 23:48
Yarın en çok yorum yazılan konu olacak bu konu...:)


Yapmayıııııınnn,sadece bir kaynak istedik şurda.Eğer belirtmek o kadar uzun sürerse bilemem :rolleyes::)

cebe
27.09.2009, 00:38
“…ne olursa olsun Peygamber efendimiz bile yapmamış bu ayrıcalığı Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki müslüman, günahkâr da olsalar, müslümanlara beddua etmekten sakınmalı,"

40 binin üzerinde asker, polis, sivil insan öldürseler de,100 binlercesini yaralamış, sakat bırakmış, onbinlerce genç kadını dul bırakmış ve -bu olgunun sonuçlarından biri olarak- bunlardan bir kısmını ahlaki normların dışına düşmesine neden olmuş olsalar da, sevenlerini kaybeden anne, baba, evlat, eş, nişanlı, sevgililerde psikolojik bozulmalara, kişilik kaymalarına ve buların sonucu olarak sayısal olarak azımsanamayacak bir kitlede kendini, “ hakkımı helal etmiyorum” , “devlet sağolsun demeyeceğim” sözleriyle ifade edilen devlete güvensizlik, topluma küskünlük duygularını ortaya çıkarmış olsalar da, vatanın en büyük ve en verimli ovalarının, en büyük nehirlerinin, en zengin yer altı rezervlerinin olduğu büyük bir kısmını koparıp ayrı bir devlet kurmayı hedeflemiş olsalar da, devleti oluşturur oluşturmaz Kuzey Irak Kürdo-Judaik oluşumunun Kerkük ve diğer yerlerde yaptığı etnik temizlik uygulamalarında çok net görüldüğü gibi- hemen Türk temizliğine girişileceği en ebleh insanlarca bile kesin olarak öngörülse de,

beddua etmemleyiz, çünkü onlar Yahudi ırkçılığı’nın elemanları olarak çalışıyorlar.

Ancak, “beddua” etmek istiyorsak,
“gerektiğinde açıkça din düşmanlığı yapanlara beddua ve lânet etmeyi dini bir görev bilmelidir.”

Türk halkın baskı ve sömürüye direniş geleneğinin tarihsel köklerini araştırılmasına, açığa çıkarılmasına –karınca kararınca- katkı yapmak isteyen, bunu yaparken geçmişi sevmek/özlem duymak veya geçmişten kurtulmak/nefret etmeyi değil, Türk etnik grupları arasında bugünkü kavganın nedenlerini anlamanın anahtarı olarak tarihi irdeleyerek öğrenip kavramayı amaçlayan bir Türk’e beddualar, lanetler yağdırmalıdır.

Zion dağından çıkan dinlere cepheden karşı olan bir Türk, ne kadar inançlı olursa olsun, bütün inançlılara ya da inançsızlara dinlerine göre değil, ürettikleri işe göre değer veren biri olsa da, herkesin mutlu olmasından mutluluk duyan biri de olsa, işte ona beddua etmeli ve lanetlenmelidir (!); bu görünürde İslami, gerçekte Siyonist bir görevdir.

“Sevi ” sözcüğünün onomastik analizi

Türkiye’de ve tüm dünyada “Sabetayist” denilen İbrani ırkından olan bir grup insan yaşar. Bunlar, ibrani kavminden ancak Musevi dininden olmayanlardır. (Prof. Dr. Y. Küçük: İsyan-1, 391). Sabetayistler, 1665’da İzmir’de Mesih (peygamber) olduğunu ilan eden fakat Osmanlı Devleti’nin idam etmesinden korkarak Müslümanlığı seçmek zorunda kalan İspanyol Yahudi’si (Ladino) Şebbatay Zvi (1626-1676)’ye inanan Yahudilerdir.

Siyonizm’in de fikir babası olduğu söylenen Sabetay Sevi -Zvi, 1626 yılında İzmir’de doğmuş, 1676’da Arnavutluk, Ulun kenti Berat kasabasında sürgünde ölmüştür. 31 Mayıs l665’te, Gazzeli teolog Nathan kendisine, beklenen “Mesih” olduğunu tebliğ edince, Masiah-Mesihliğini ilan eder. Artan gücü nedeniyle Ortodoks Musevi din adamlarınca bir tehlike olarak görülerek, Osmanlı Sultanı’na (IV. Mehmet) şikayet edilmiştir. Sultan karşısında, kendisine yapılan telkinlerle Müslümanlığı seçen Sabetay, müritlerini büyük bir hayal kırıklığına uğratmışsa da, iki yüz ailelik bir grup tarafından inançla takip edilmiştir. Bu grup üyeleri de onun yolunu seçerek Müslüman olmuşlardır. Bunlara “Sabetaycılar” denmektedir. Selanik’e yerleşerek; dışta Müslüman, içte Yahudi adetlerini sürdürmek suretiyle günümüze kadar yaşayagelmişlerdir. İşte tarihçiler arasında “dönmelik” olarak ifade edilen Yahudi tarikatı böyle oluşmuştur.

Türkiye’de iki tür İbrani yaşar; kriptolar ve Yahudiler. Açık Yahudilerin Türkiye’deki sayıları 30-40 000 arasında tahmin edilmektedir. Bunların gerek asker sivil bürokraside, gerek özel sektörde etkinlikleri yaygın değildir. Türkiye halkının sorunu Kripto Yahudiler iledir, çünkü tüm yaşam egemendirler ve asıl Türkleri hayatın dışında tutmakta, üstelik sağcı-solcu, alevi-sünni, şeriatçı-laik, dindar-kafir karşıtlıklarını yaratarak, eski yaraları sürekli kaşıyarak birbirine kırdırmaktadırlar. Ulusu önce Alevi-Sünni, sonra sağcı-solcu, komünist- faşist, şeriatçı-laik diye böldüler. Sora da bunları yaptıkları darbelerde oluşturdukları yasalarla, yani kendi adalet anlayışlarına göre cezalandırdılar. En sonunda Türkiye toplumunu mikro kimliklere göre sınıflandırarak Kürtleri savaştırıyor, Lazları savaşa hazırlıyorlar; nihai amaç “vaat edilen” hayali ülkeyi somutlaştırmak.

Kriptolar ikiye ayrılır: Sabetayistler ve Yahudiler. Sabetayistler İbrani olmakla birlikte, zaman içinde İslami tapınma ritüellerini içselleştirmişlerdir. O kadar öyle ki, F. Gülen örneğinde görüldüğü gibi, namaz, oruç, hac, İslami eğitim, vb sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada yaymaya çalışmaktadırlar. Kripto Yahudiler ise, Türk ve Müslüman gözükmekle birlikte, ne Türk, ne de Müslüman’dırlar: hem Türklereden, hem de Müslümanlardan nefret ederler; onlar gerçek Yahudilerdir.

“Zvi”, İbrani’ce bir kelimedir; Türkçe karşılığı “geyik”tir. Türkiye’de Sabetayistler arasında Meral, Maral, Gazal, Ceylan, Geyik, Buğu, Bağış, Ahu gibi geyik ile eşanlamlılar ad veya soyadı olarak çok yaygındır. (Buğu ve Bağış Moğol dilinde geyik demektir.)

Zvi, Türkçe’de “Sevi” olarak söylenir. Yahudi ailelerin kız çocuklarında Zvi’nin Türkçe karşılığı olan sözcükler gibi, Zvi’nin Türkçe okunuşu olan Sevi’nin türevleri sevi, seva(?) sevi-l, sevi-l-gen, sevi-m, sevi-n-ç, Sevi-can, Sev-can, sev-al, sev-gi, sev-gi-li, Sevi-gen (Zvi’nin dölü: CHP’nin Arapkirli değişmez Milletvekili Mehmet Sevi-gen),vb adları çok yaygın olarak taşınır.


Zvi’nin ailesi İspanya’nın Sevilla kentinden İzmir’e kaçmıştır, bu adlar aynı zamanda Sevilla ( Ladino) kökene bağlılığı da yansıtır.

Bir soru, Seva =Sevi?

Sabetaycı erkekler ise Zvi’nin Müslüman olduktan sonraki adını;Mehmet’i taşırlar. Tarikatının kurucusu olan Sabetay Sevi, bundan yaklaşık 300 yıl önce Osmanlı sarayınca öldürülme korkusu sebebiyle göstermelik olarak Müslümanlığı tercih etmiş ve 'Mehmet' ismini almıştır. Daha sonra bu davranışı, tarikat mensupları tarafından uyulması gereken bir kural olarak kabul edilmiştir. Bu yüzden Sabetaylar arasında, birinci isim olarak, Sabetay Sevi’ye izafeten Mehmet isminin konulması çok yaygındır. Örneğin, Irgun çetesi üyesi olduğu için Osmanlı askerleri tarafından Filistin’de öldürülen(mezarı Kudüs’te) birinin torunu olan bir önceki Genel Kurmay Başkanı Mehmet Yaşar Büyük Anıt’ın babasının, dedesinin, kardeşinin ve kendisinin ilk adları “Mehmet”tir.

Sabetayistler, Sabetay Zvi-Sevi’nin sürüldüğü ulun kentini, “ülgen, ülken, ülsever, ülseviler, ulgenalap”, öldüğü Berat kasabasını da doğrudan “Berat” olarak adlarında yaşatırlar.

Türk ve Türklük, Yahudiliğe ve Müslümanlığa, yani İbrani dinlere teslim olmayacak kadar onurlu, o kültüre sığmayacak bir büyüklüğün adıdır. Ne yazık ki, henüz bazı yüreklerin derinlerinde çağlıyor. Yahudi yılanın kafasını Anadolu’da bir gün ezeceğimiz ümidimi hep saklı tutuyorum.

Son söz: Kökene –ne kadar ilkel olursa olsun- bağlı kalmak, İbrani-Arap’a ait kılıç zoruyla dayatılmış ne varsa reddetmek “ihanet “ise, ben bir hainim, hem de çok mutlu bir hain!

Kardelencicegi
27.09.2009, 13:50
Kürde fırsat verme Ya Rab


Dehre sultan olmasın


Ayağını çarık sıksın


Karnı bile doymasın


Vur sopayı al haracı


Asla iflah olmasın


Ol bu çeşmeden gavur içsin


Rum içsin


Kürde nasip olmasın


Vasiyetim oldur kim,

Kürd bin kere yalvarsın.

İnanma, kanma.

Yakana bit, kapına Kürd dadandırma....!

Bazi kürtlerin yapmaktan cok yiktigini gösteriyor.

Katrani ezsen olurmu seker cinsine tükürdügüm cinsine ceker...!!

Yeni duydum bu sözü :)

Kardelencicegi
27.09.2009, 14:03
Ayi derisinden post,
Kürtten dost olmaz........................!

65serdal58
27.09.2009, 15:39
Ayi derisinden post,
Kürtten dost olmaz........................!

bunuda siz yazdınız herhalde?????????????????

doğan bulut
28.09.2009, 18:54
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

sivaslıgenç
28.09.2009, 19:39
bunuda siz yazdınız herhalde?????????????????

Bu söz çok kişinin ağzında dolaşıyor.

Divriği_Mursal
28.09.2009, 20:01
Yavuz Sultan Selim ve 40 Bin Alevi'nin Katliamı
Yavuz Sultan Selim, Sünni inancı Anadolu Alevileri için bir zulüm nedeni yapan Osmanlı sultanıdır. Yavuz Sultan Selim'in Sünnilik adına Alevi halkı kitlesel olarak yok etmeye kalkışmasının nedeni Osmanlı'nın doğu sınırlarında hızla gelişen Türk Safevi Devleti'dir; bu devletin Anadolu Alevileri için Osmanlı zulmüne karşı bir umut olması ve Anadolu insanının Osmanlı topraklarından kaçmaya başlamasıdır. Bu güçlü Türk devletinin gelişip kökleşmesinin, sömürü alanı olarak görüp değerlendirdikleri Anadolu'nun elden çıkması demek olduğunu anlayan Osmanlı, bu gelişimin "tek İslam devleti" kurma çabalarını da engelleyeceğini düşünüyordu.
Sıra sıra cellatlar, sürü sürü Türkmen'i doğramaya başladı. Zaten Fatih ta 1473 yılından itibaren (Otlukbeli) bu işe başlamıştı. Ardından Sünnilik güç buldukça Alevi düşmanlığı körüklenmeye başlandı. Yavuz Sultan Selim, halifeliği, Abbasiler'den kılıç zoruyla aldıktan sonra Sünnilik tutucu bir niteliğe bürünmüş ve artık toplumsal gelişmeye ayak uyduramaz hale gelmişti.
Anadolu'da Türklerin anlayamadığı Arap ve Acem dili yaygınlaşmaya başlamıştı. İşte Anadolu'da yaygın olan Alevilik, Sünniliği bir baskı aracına dönüştürmüş olan padişahların kabul edemeyeceği bir düşünceydi. Aleviler aynı zamanda Doğu sınırındaki Türk devletini destekliyorlardı ki; Osmanlı devleti bu nedenlerden Ötürü Anadolu Alevilerine baskı uyguluyordu.
Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail üzerine sefere çıkarken; ordunun arkasında kendisine karşı çıkabilecek bir güç olsun istemiyordu. Savaş başladığında Alevilerin Şah İsmail'den yana tavır alma olasılığı da oldukça yüksekti. Ve Yavuz Sultan Selam 40 bin Aleviyi kılıçtan geçirdi. Kendini haklı çıkarmak için Alevilerin kadınları ortaklaşa kullandıkları, Kuran'ı, camileri yaktıkları şeklinde iddialarda bulundu ve bunun üzerine fetvalar yazdı. Yavuz Sultan Selim'in Alevi kırımı yapabilmek için yazdırdığı fetvalardan birisi Müftü Hamza'ya ait olanıdır; "Ey Müslümanlar, bilin ve haberdar olun ki, reisler; Erdebil oğlu İsmail olan Kızılbaş topluluğu, Peygamberimizin şeriatını, sünnetini, İslam dinini, iyiyi ve doğruyu açıklayan Kuran'ı küçük gördüler. (...) Onlara sempati gösteren, batıl dinlerini kabul eden veya yardımcı olanlar da kafir ve dinsizdirler. Bu gibi kimselerin topluluğunu dağıtmak bütün Müslümanların görevidir. Bu arada Müslümanlar'dan ölen kutsal şehitlerin yeri yüce cennettir. O kafirlerden ölen ise, hakir olup cehennemin dibinde yer tutacaklardır. (...) Bu türlü topluluk hem kafir ve imansız hem de kötülük yapan kimselerdir. Bu iki sebepten onların öldürülmesi vaciptir." (6)

Dönemin büyük fıkıh ve hadis bilgini olarak tanınan Müftü Hamza 1521 yılında ölmüştür. Tarihte yalnız böyle yüz karası bir fetvayla değil, rüşvet almak gibi bir suçla da anılır. Kuran üzerine yemin etmesine rağmen 50 bin akçe karşılığında Semendire Valisi Yusuf Bali'nin yolsuzluklarını ve haksızlıklarını kapatır. Müftü Hamza'nın rüşvet aldığını öğrenen Yavuz Sultan Selim onu sıkıştırıp canının bağışlanması karşılığında bu fetvayı verdirir. Osmanlı, iktidarı için her şeyi kullanmıştır, kullanmaya çalışmıştır.
Alevi kırımına izin veren bir diğer fetva da Şeyhülislam İbni Kemal tarafından kaleme alınmıştır. "...Kızılbaş topluluğu şeri yasalar gereği öldürülmeleri helaldir. İslam askerlerinden onları öldürenler gazi, ellerinde ölenler ise şehittirler." (7)
Halkı birbirine düşman etme kırdırma Osmanlı'dan bugüne devredilmiş bir devlet geleneğidir. 24 Aralık 1978'de "Müslüman Türkiye", "Kanımız Aksa da Zafer İslamın" haykırışlarıyla Maraş'ta Alevi halkı katledilir. "Allah Allah" diyerek "Komünistlerin büyüğü, küçüğü demeyip kafasını ezin" diye bağıranların sloganlarıyla, Alevilere yönelik Osmanlı dönemindeki fetvaların benzerliği çarpıcıdır. 1514 yılında 40 bin kişiyi kılıçtan geçiren gelenek, 1978'de Maraş'ta ihtiyar, çocuk, kadın ayrımı yapmaksızın halkı katleder. Yakılıp yıkılan evler, çivilenen, gözleri tornavidalarla oyulan, bıçaklarla, baltalarla, satırlarla parçalanan insanlar... Tecavüz edilen kadınlar, karnında bebeleriyle şişlenen hamile gelinler... Maraş'ta tablo budur.
Bu vahşet tablosu Osmanlı'da bir başka dönem uygulanan kırımla da benzerlik taşır. Osmanlı 1875-1876 Bulgar ayaklanmalarını bastırmada Çerkesler ve başıbozuk birliklerini kullanır. Dönemin tanıklarından biri o günleri şöyle anlatır: "Kadınlar ve kız çocukları saçlarından tutuldular, bir darbeyle diz çökertildiler, boyunlarından kesildiler. Çocuklar süngülere geçirildiler, hamile kadınların karınları deşildi. Bir çoğu sırayla soyuldular ve bir odun parçasının üzerinde hayvan sürüleri gibi büyük bir serinkanlılıkla kesildiler..." (8)
Yine Meclisi Meb'usan tutanaklarında o günlere ilişkin şöyle anlatımlar yer alır: "1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında gayri-resmi olarak teşkil edilen ve Çerkeslerin ağırlıkla olduğu Osmanlı birliklerinin yolları üstünde rastladıkları Hıristiyan köylerini yağmalayıp, insanları kılıçtan geçirdikleri yüzlerce, hatta binlerce çocuğu köle olarak yanlarına aldıkları, çocuk ve eşyaların bir bölümün sattıkları...." (9)

Yavuz Sultan Selim'le birlikte din, imparatorluğun üst yapı kurumlarından en kapsamlısı olarak güçlü bir varlık kazanmıştır. Artık iktidarı tehdit eden her şey "din zararına" ilan edilecek, her düşünce, eylem "din sapkınlığı" olarak anılacaktır. Ve fetvalar, fermanlar, bu yollu açıklamalarla muhalefetin ezilmesinde önemli role sahip olacaktır... Yani her türlü katliam, vahşet böylece meşrulaştırılacaktır. O günün toplumsal gerçekliği Anadolu halk şiirlerine ve türkülerine de yansır.
Bu yıl dağların karı erimez
eser bad-ı saba yel bozuk bozuk
Türkmen kalkıp yaylasına yürümez
yıkılmış aşiret il bozuk bozuk
Pir Sultanım yaratıldım kul diye
Zalim paşa elinden mi öl diye
dostum beni ısmarlamış gel diye
gideceğim amma yol bozuk bozuk
(Pir Sultan Abdal)

Yavuz Sultan Selim döneminde Kürt toprakları üzerinde Osmanlı devletiyle Şah İsmail arasında çıkan savaşta her iki kesim de Kürt aşiretlerini kendinden yana kazanmak (yani kullanmak) uğraşındadırlar. Bu uğraşta başarıya ulaşan Yavuz Sultan Selim, Sah İsmail'in yenilgiye uğratılmasından (Çaldıran 1514) sonra Kürt aşiretleriyle bir anlaşma yapar. Bu anlaşmaya göre Kürt aşiretleri özerkliğini koruyacak, yönetim belli kişi ve ailelerde olacak, padişah fermanına bu konuda bağlı kalınacak, savaşlarda Kürtler Osmanlı devletine yardım edecekler, Osmanlı da, Kürtler'i bütün dış saldırılardan koruyacaktır. Bu anlaşma ile Doğu'daki Osmanlı egemenliği perçinlenir. Kürt halkının tarihinde "ilk cahş" olarak anılan İdris-i Bitlisi işbirlikçiliğinin karşılığını alır. Çaldıran seferine çıkarken 40 bin Aleviyi katletmesi nedeniyle -bunların arasında çok sayıda Kürt Alevisi de vardır- "Yavuz" namını alan Sultan Selim'in sevgi ve güvenini kazanır. Bu aynı zamanda Kürt önderliklerin iktidar için kendilerini kullandırdıkları ilk örnektir. Ve tarih sahnesinde birbirini takip eden onlarca örnek yaşanacak, Kürt halkı bu önderlikler nezdinde inançları, duyguları sömürülerek kullanılacaktır.


alıntıdır

cebe
28.09.2009, 21:36
Yavuz-Çaldıran-Fis: Bugünün Uzun Tarihi

Osmanlı’nın Doğu-Güneydoğu Anadolu’daki Jeopolitiği

Jeopolitik terimi, topraklar ve onun üzerinde yaşayan halklar üzerinden dönen iktidar ve etki çekişmelerine dair her şeyi belirtir. Bu bağlamda, her türlü siyasal iktidar, -sadece devletler değil aynı zamanda siyasi hareketler veya az çok yasadışı silahlı örgütler dahil- arasındaki rekabeti , küçük veya büyük boyuttaki topraklar üzerinden hakimiyet veya kontrol kurma mücadelelerini kapsar

Toprak ve üzerinde iktidar kurabilmek için girişilen rekabeti anlamaya çalışmaya jeopolitik düşünme deniliyor. Aslında, topraklar ve o topraklarda yasayan insanlar üzerinde etkide bulunabilme ve iktidar kurabilme rekabeti Antik çağa kadar gider. Çünkü, ister kabileler, ister krallıklar veya imparatorluklar arasında olsun, iktidarların topraklar üzerindeki rekabetleri şüphesiz her zaman vardı; ama bu ilişkileri analiz etme yönetimi olarak “jeopolitik” kavramı yakın tarihe aittir. 20. yüzyılın başında ortaya çıkmıştır. ( Geopolitik kelimesi ilk kez, bir hukuk profesörü olmasına karşın, Alman coğrafyacı Friedrich Ratzel’in tezlerine hayran olan İsveçli Rudolf Kjellen ( 1864-1922) tarafından “Politische Geographie” şeklinde kullanılmıştır. )

Ama hiçbir jeopolitik analizde, salt iktidar, devlet ve toprak terimleri üzerinden düşünmek yeterli olmaz, ulus kavramını da hesaba katmak gerekir. Aslında, ulus temel bir jeopolitik fikirdir, zira bir yandan bir toprağa, kendi toprağına, göndermede bulunur-topraksız ulus yoktur-, diğer yandan, iktidar meselesini, yani bağımsızlık sorununu-mesela ulusun yöneticilerinin tercihi- içerir. Temel bir jeopolitik özdeyiş olarak şunu söyleyebiliriz: jeopolitik bir süreç içinde kurulduğu andan itibaren her ulus, kendi yöneticileri tarafından yönetilmeyi bekler. ( Yves Lacoste: Büyük Oyunu Anlamak)

Topraksız ulus yoktur. Ulusal toprakları belirlenmede nirengi noktası “dil”dir; Bir dilin alanı ile o dili konuşan ulusun toprağı arasında aşağı yukarı bir çakışma vardır.

Kısacası, jeopolitik kavramının çok daha farklı kullanılışı vardır, ama dört kelimeyle özetleyecek olursak; toprak-insanlar –iktidar-ulus arasındaki ilişkiler bütünüdür denilebilir.

Bu bağlamda, 1514’de yapılan ve Türklerin Anadolu’nun doğu ve güneydoğu bölgelerinden çıkarılmaları sürecinin başlangıcı olan Çaldıran Savaşı bugün hala Türkiye’nin temel jeopolitiğini belirlemektedir.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Kürtler ve Türkler :
Bugün dünyada 25 milyon civarında Kürt olduğu tahmin ediliyor; Türkiye’de 15 milyon, Irak’ta 5 milyon , Suriye’de 1 milyon, Azerbaycan’da 600 bin . Bu bölünme bir dizi sınır çiziminin sonucudur: en eski sınır 17. yüzyılda Osmanlı - İran arasında çizilmiş, daha sonra Birinci Dünya Savaşı ile diğer sınırlar çizilince Kürtler farklı ülkelerin sınırları içinde kalmış. Türkiye’de Kürtler aslen ülkenin doğu ve güneydoğusunda yaşıyorlar ama büyük sayıda Kürt kıyı kentleri ve de Almanya’ya göç etti. Hint-Avrupa dil grubundan bir dilleri var. ( Yves Lacoste, Agy, s: 229)

Tarihte ilk kez Türk kelimesi İ.S 732 yılında yazdırılan Orhun yazıtlarında “Türk Kara Kamag Budun(=Türk Kara Kemik Budun)” olarak geçer. Orhun yazıtları bugünkü Moğolistan’dadır. “Türk” kelimesi Göktürk-Bizans ilişkileri sürecinde dünyaya yayılmıştır. Türklerin yaşadığı yer anlamında “Türkiye” sözcüğü ise, ilk kez Friedrich Barbarossa’nın (1122-1190) Haçlı seferinden sonra Batılı yazarların “Anatolia” yerine kullandıkları “Turchia” sözünün Türkçe söylenişidir. Bundan önce, Batılılar “Anatolia”, Müslümanlar “Rum diyarı” diyorlardı. Batılılar bu ülkeden, Türk egemenliği altına giren hiçbir ülkeye vermedikleri bir adla “ Turchia” (Türkiye) diye söz etmeye başlamışlardır. Yarım yüzyıl sonra Simon de Saint –Quentin bu isimlendirmeyi sistematik hale getirmiştir. Anadolu’da Türklerin yoğunluğu ne olursa olsun, bu Turchia’nın sınırları ne kadar belirsiz olura olsun, çağdaşlarının gözünde Anadolu’nun Türk niteliğinin ülkenin bütününe damgasını vurmuş olduğu kesindir. ( Claude Cahen: Osmanlılardan Önce Anadolu, s: 100). Nitekim, 1253’de Anadolu’dan geçerek Moğolların başkenti Karakurum’a giden İtalyan fransisken rahip Rubruck’lu William ( Guillaume de Rubrouck) Anadolu’dan “Turque” diye söz eder ve Türk oranını 10/1 olarak vermiştir. (C.Cahen, Agy,s: 109.)

Bununla birlikte, Türk adı, Anadolu’daki Müslümanlar arasında esas olarak kentlerde yaşayanlar değil, göçebe Türkmenlere verilen isimdir.
“ 13. yüzyıl ortalarında, Moğol döneminde, bölgeden geçen Rubruck, Türkmenlerin büyük çoğunluğu, devletin asıl kurulduğu bölgenin dışında, uçlardadır ve göçebe yaşam içindedirler” der. ( D. Avcıoğlu: Türklerin Tarihi, s: 2004.)

Buna karşın, “Kürt” adının nerede ve kimler tarafından kimleri tanımlamak için kullanıldığı tam olarak bilinmiyor, ancak birçok söylence ortalıkta dolaşıyor. “Kürdistan” sözcüğünü ise ilk kullanan kişinin Selçuklu Sultanı Sancar (1054-1124) olduğu, İran’da bir bölgeyi tanımlamak için kullandığı ileri sürülmüştür. O halde, o tarihlerde Kürt sözcüğü biliniyordu.

Kuşkusuz, “Kürt” denilince, Kürtçe konuşan insanlar, toplumlar anlaşılmalıdır. Bu açıdan bakılınca ve Kürtçe’nin Hint-Avrupa dil grubundan olduğu gözönüne alındığında, Kürtlerin geçmişinin de diğer Hint-Avrupa toplumları kadar, belki Persler kadar, binlerce yıl tarihin derinlerinde olduğu düşünülebilinir. Bununla birlikte, “Kürt" adının ne zaman tarih sahnesine çıktığı, yani varlık kazandığı bilinmiyor

İbrani asıllı Claude Cahen, “Osmanlılardan Önce Anadolu “ adlı kitabında Kürtlerden çok sık söz eder, ancak tanınmadıklarını vurgular; herhangi bir merkezi otoriteleri (devlet, beylik, vb) olduğundan söz etmez.

“ Kürtler, Müslüman Türkler ve gayrimüslimler konusundan daha sonra da sözedeceğiz, ancak bu dönemde pek tanınmayan Kürtlerden de birkaç kelimeyle söz etmek gerekmektedir. Iran Dağları hariç Kürtler esas olarak Güneydoğu Anadolu'da, Mezopotamya sınırlarında yaşıyorlardı; belki de Türk istilası ile geleneksel yerleşim yerlerinden kısmen uzaklaştırılmışlardı. Kürtler, Selçuklu devletiyle, doğuya doğru genişlemesi sırasında birleşeceklerdir.

Kısacası, Türklerin İran, Anadolu, Suriye, Mısır, Kafkasya’da askeri-siyasi etkinlikler bulunduğu; krallıkları, imparatorlukları yıkıp yerine yenilerini kurdukları bir devrede Kürtler vardır, ama siyasal, ekonomik, kültürel ve askeri bakımdan tanınmamaktadırlar. Oysa, günümüzde İran, Türkiye ve Irak’ta gündemi belirlemekte, bu ülkelerin gerek kendi aralarında, gerekse başka ülkelerle olan askeri, politik, ekonomik ve kültürel ilişkilerinde belirleyici rol oynamaktadırlar.

Kürtçülüğün böyle keskin silahlı-siyasal bir hareket haline gelmesinde, birçok internet sitesinde ve “komplo teoricileri” olarak adlandırılan yazarların kitaplarında ileri sürülen “komplo teorilerinin” haklılık payı var mı ? Yani, 1900 başlarından itibaren Balkanlar’da Hıristiyan ulusların bağımsızlılarını ilan etmeleri ve 1912’de Osmanlı Ordusunu dağıtmalarının (Balkan Savaşı) bir sonucu olarak Hıristiyanların korkusundan Anadolu’ya kaçan 1 milyona yakın Müslüman kimliğindeki Yahudi’nin, canlarını dişlerine takarak yeni bir ülke, yeni bir toplum yaratıp bunun içinde sinmek için Türklüğü-Türkçülüğü kendilerine bayrak yapmaları ve onun arkasında Kenan Ülkesi hayallerini gerçekleştirmeye çalışmaları gibi, ( Soner Yalçın’ın Efendi-1 ve Efendi-2 kitapları ile Yalçın Küçük’ün bütün kitapları) son 30 yıldır, belki de 1967’den sonra, güçlendirilerek güncellenen Kürtçülük de o hayalin (planın) gerçekleştirilmesinin bir parçası mı?

Sonuç olarak, iklimi, toprak büyüklüğü ve yüksek verimi , çok sayıdaki büyük nehirleri ve halen işlenmekte olan demir, kömür, bakır, vb madenleri ile potansiyel petrol rezervlerinden dolayı tüm Türkiye halkı için yaşamsal , hatta şahdamrı, olan bir bölgesini ( sadece Urfa-Ceylanpınar arasındaki ovada (Harran) üretilen tahıl tüm Türkiye'de üretilenin yarısından daha fazla) Kürdistan olarak adlandırarak Türkiye’den koparmaya çalışan Kürtçülük hareketini hazırlayan tarihsel koşulları anlamaya, bugünü anlamak için de düne, tarihe, bakacağız. Aslında tarihsel analiz ile jeopolitik birbirinden koparılamaz. Başak bir söylemle, tarihe başvurmadan jeopolitik analiz işleyemez.

Türklerin Anadolu’ya Gelişi

Bilindiği gibi, Türkler Anadolu’ya 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra boylar, oymaklar, kabileler halinde geldiler. Türklerin Anadolu’da ilk yerleştikleri yerler Anadolu’nun doğu ve güneydoğusudur. Söz konusu bölge Bizans’ın egemenliğindedir. Yaşanılan çağ, “Ortaçağ”dır. Ortaçağ toplumları tarım toplumlarıdır. Tarım toplumu karmaşık bir tabakalaşma ve büyük bir kültürel çeşitlilikle donatılmıştır. Bu nedenle, bunlar ulusal-siyasal sınırlar oluşturacak şekilde birleşmemişlerdi. Çünkü, Toplumlarda “Ulusal bilinç”in doğmasına daha yüzyıllar vardır. Yani, bugünkü gibi çok keskin hatlarla (eylem-boylam dereceleri) birbirinden ayrılmış ülkeler yoktur. İnsanlar birinden diğerine çok kolay girip çıkabilmekteydiler. Anadolu’ya Türk göçü 1500’lere kadar sürekli devam eder.

O dönemin en önemli özelliği, toprağın bir üretim aracı haline gelmiş olmasıdır. Toprak bir üretim aracı haline dönüştüğü için, toprağa dayalı olarak ortaya çıkan devletler din-tarım imparatorlukları olarak bilinir. Sözün kısası, Türkler geldiğinde Anadolu’da, yüzyıllardan beri Yunan-Latin-Roma tarım-ticaret uygarlıklarında yaşamış halklar vardı. Bu halklar, kuşkusuz ki, bin yıllar öncesinden (İ.Ö. 5000 yılarından; barbarlık aşaması; Tunç Çağı) Anadolu’da kent uygarlıkları yaratan tarım, hayvancılık ve ticaretle geçimlerini sürdüren Sümer, Asur, Hitit, Babil, Frik, Likya, Lidya, Yunan, vb kent devletlerini kuran toplumların mirasçısıydılar. Doğal olarak, söz konusu coğrafyada çeşitli haklarla birlikte Kürtler de yaşıyorlardı kuşkusuz. Ancak, bölgenin 1071’den sonra hızla Türkleştiğini tarihi belgelerden anlıyoruz.

İran Selçuklu egemeni Alparslan’ın Bizans ordusunu 1071’de Muş’un Malazgirt ovasında yenmesinden sonra, Bizans’ın ordu gücü kırıldığından, Anadolu’ya çoluk çocuklarıyla Türkmen akınları ve göçleri başlar. Türkmenler, Anadolu’ya düzenli büyük orduların peşine takılarak değil, her biri kendi oymak/ kabile/aşiret şefinin liderliğinde birkaç yüz/bin kişilik dağınık ve bağımsız oymaklar halinde gelmişlerdir. Bu göç dalgası 1496’da (II. Beyazıt dönemi) Osmanlı Devleti’nin İran sınırını kapatmasına kadar – yaklaşık 300 yıl- aralıksız ve aynı nitelikte devam etmiştir.

Bununla birlikte, Anadolu’ya gelen Türklerin sayısı kesinlikle bilinemiyor, Rubruck’lu Wiiliam’ın 1253’de, yani ilk Türk oymaklarının Anadolu’ya gelmelerinden 80 yıl sonra, tahmini olarak verdiği 1/10 oranı genel kabul görmektedir.

Tarım kültürünün olmadığı, temel ekonomisi ‘geçinmek için’ yapılan hayvan besiciliği olan Türklerin, büyük tarım ovaları olan, dolayısıyla da tarımsal üretimin ve ticaretin hayli geliştiği Anadolu’ya göçleri kuşkusuz bilinçli bir tercih olarak değerlendirilemez. Türklerin, Anadolu’ya göçmelerinin iki büyük nedeni vardı:

Birinci neden, İran Selçuklu devletinin göçebe Türkmen’i kendi egemenliğindeki alanının dışına çıkarmak istemesi; “İran Selçuklu iktidarı göçebe Türk gücüne dayanarak devlet kurar, ancak kurulan devlet artık anarşi unsuru saydığı göçebe Türklerden kurtulma ve bir İran devleti olma yollarını arar.” (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, 1 kitap, s:134.) Çünkü, doğası kan bağı örgütlülüğü olan göçebe toplumsal kuruluşu merkezi bir devlet yaratmaya en az elverişli bir türüdür. Bu nedenle Sultan, merkezi devleti daha sağlam temellere dayandırmak için, başlangıçta desteğine yaslandığı “aşiret tesanütünü “(aşiret eğilimi, kandaş bağlar) kırmak zorundadır.

Çünkü, toplumsal ilişkilerin yürütülmesinde siyasetin egemen olmasıyla birlikte, siyaset ile kandaşlık geleneği ayrışmışlardır. Kandaşlık devlete muhalefet ederken, artık kan bağına ihtiyacı kalmayan devlet, kandaşlığı bastırma, yok etme yoluna gider. Selçuklu devletine belirgin etnik karakterlerini veren Türkmenler, her biri kendi irsi şeflerine ( beylerine) itaat eden aşiretler (boylar) içinde örgütlüdür. Selçuklu soyunun başı, bu şefler zümresi içinden, onların kabulüyle sivrilir. Kendisine şahsi olarak bağlı emir, prens ve atabeyleri (alt feodaller), bu alt feodallere de bağlı aşiret oymakları vardır. Selçuklu Sultanı bu alt feodalleri atlayıp onların aşiret kümlerinin içine doğrudan etki edemez; Sultanın egemenliği tam değildir, tam olarak egemen olabilmesi için diğer şefleri ardan çıkararak aşiretleri doğrudan kendisine bağlaması gerekir. Bunun için de, göçebe kabileleri toprağa bağlayarak vergilendirmek gerekir, böylece köylü artık ürününü doğrudan sultana bağlı ikta (vergi toplama hakkını ifade ediyor. İkta’nın daha sonraları Osmanlı’daki adı “dirlik” tir) sahibine ödediğinden aşiret reisinin aşiret üzerindeki otoritesi kırılır. Devreye doğrudan Saray’a bağlı ikta sahipleri girer.

Kısacası, devletin temeli olan vergi tarımdan alınır. Bunun için de göçebelerin toprağa yerleştirilmesi-köylüleştirilmesi gerekir ve vergi bir alt feodal aracılığıyla değil, doğrudan Saray’ın atadığı kişi (ikta sahibi) tarafından toplanır. Selçuklu Devleti de böyle yapmıştır.

Ancak, göçebenin toprağa yerleştirilmesi, köylüleştirilmesi, daha sonra Osmanlı uygulamasında da görüleceği gibi, göçebeyi isyan ettirir. Çünkü özgür bir hayat tarzına alışan göçebe toprağa yerleştirilince hem İkta sahibi, hem de Sultan tarafından olmak üzere iki kez sömürülür. Bu nedenle, göçebe Türkmen, Sultan’ın egemen olduğu toprakları terk ederek 1071’den sonra giriş engeli kalmayan Anadolu’ya kaçar.

İkinci neden, İran Selçuklu Devleti’nin egemen olduğu yerler Roma-Bizans ve Persli sınıflı toplumların binlerce yıldan beri yaşadığı bölgelerdi. Boyunduruk altında yaşamanın kuralları yüzyıllarca süren alışkanlıkla kitlelerin içine işlemişti. Aynı zamanda, bu bölge ticaretin de çok geliştiği bir bölge idi. Selçuklu Devleti’nin gücünü ödedikleri vergilerle işte bu kitleler oluşturuyordu. Selçuklu Sultanları, başta Nizamülmülk, Tacilmülk olmak üzere, Sasani ve Abbasi, vb tarım imparatorluklarının yönetim deneyimi ve yöntemlerinin taşıyıcısı olan İran asıllı bürokratların yönlendirmesiyle, tarım –ticaretle uğraşan bu yerleşik sınıfların zarar görmesini önlemek amacıyla, sürekli hareket halindeki düzen tanımayan ve yerleşikleri fırsat buldukça yağmalayan Türkmen oymakları (kandaş birimleri) ayrı ayrı sahalara aktarmakta çözümü bulurlar; Türkmen boyaları ufak parçalar halinde, Hıristiyan topraklarına, Kafkasya’ya, Anadolu’ya, Irak ve Suriye’ye sürülmüşlerdir.

Ayrıca, nüfusun artışı, Moğol boylarının Batı’ya doğru saldırıları, tarımsal alanlar genişletildiğinden otlakların daralması, kıtlık ve açlık, vb nedenlerle Türkmenler Anadolu’ya sel gibi akmışlardır. Kısacası, Anadolu, Türk’lerin yerleşmek için bilinçli olarak seçtikleri bir yer değildir, ancak bir yandan Malazgirt yenilgisi, diğer yandan Bizans toplumunda ekonomik dengesizliklerin neden olduğu bunalımlar, çatışmalar Bizans’ın ordu gücünü kırdığından, Türklerin diğer bölgelere göre Anadolu’ya göç ve yağmalama akınları daha kolay olmuştur.

Malazgirt yenilgisi Anadolu’nun Doğu ve Güneydoğu’sunda Bizans’ın etkisini kırmıştı, ancak İç ve Batı kesimleri henüz Bizans’ın denetimindedir. Bu nedenle, Anadolu’ya çoluk çocuklarıyla ve oymaklar halinde gelen Türkmenler hiçbir otoritenin olmadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yerleşirler. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra, Anadolu’nun diğer bölgelerinde olduğu gibi, Doğu ve Güney Doğu bölgelerinde de Karakoyunlu, Akkoyunlu, Artukoğulları, Dülkadir Beyliği, Ramazanoğulları, Beyazıtoğulları, vb Türk beylikleri kurulması, bölgede toplu Türk kırımları yapılmasına dair padişah fermanlarının olması, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki bir çok kentte, beldede Selçuklu ve ondan sonra kurulan diğer Türk beyliklerine ait eserlerinin varlığı söz konusu bölgede Türk nüfusun yoğun olduğunun açık kanıtlarıdır. Ayrıca, 1240’da gerçekleşen Baba İshak önderliğindeki Kızılbaş Türkmen ayaklanması, Adıyaman çevresinde başlamış, Malatya, Sivas, Tokat üzerinden Amasya’ya yönelmişti. Demek ki, Adıyaman ve çevresinde de (Maraş, Urfa, Diyarbakır, Antep, vb) Kızılbaş Türkmenler yoğun olarak yaşıyorlardı.

Kısacası, Anadolu’nun Doğu ve Güneydoğu’su 1071-1513 arasında Türkleşmiştir; Türkmen kitleye dayanan devletler kurulmuştur.

“İran’a egemen devletler ise, Bağdat-Diyarbakır –Erzurum çevresini, hatta Sivas’a kadar uzanan bölgeyi kendilerine ait sayarlar. İlhanlılar(Türk-Moğol), Timurlular gibi Akkoyunlu ve Safevi Devleti de bu iddiayı sürdürürler.”(D. Avcıoğlu, Türk...Tarh..I. kitap, s: 167.)

Özet olarak,
1. İran Selçuklu Devleti’nin anarşi unsuru saydığı Türkmenlerden kurtulmak istemesi,
2. Doğu’dan gelen Moğol akınlarının baskısı,
3. Türk göçebe nüfusun artması,
4. Orta Asya ve İran’daki otlakların tarım arazilerine dönüştürülmesiyle göçebe yaşam alanlarının daralması ve sonuçta geçim sıkıntısının ortaya çıkması nedeniyle,
Türk’ler, 1071’den sonra boylar/oymaklar halinde büyük göç dalgaları halinde Anadolu’ya gelirler ve herhangi bir otoritenin olmadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yerleşirler. Ayrıca, İran Selçuklu Devleti’nin bir uzantısı olarak Kurulan Anadolu Selçuklu Devleti’nin de, aynı gereksinimlerden dolayı göçebe Türkmen kitlelerini toprağa yerleştirmesi, bu devletin yıkılmasından sonra kurulan Türk beylikleri ve 1501 ‘de kurulan, ‘Ceyhun nehrinden Sivas’ın Suşehri ilçesine kadar uzanan sınırları’ olan ‘Safevi Devleti’ dönemlerinde Doğu ve Güney Doğu Anadolu Türkleşir. (Agy, 5. Kitap, s: 2245.) Buna ilave olarak, Osmanlı’nın Türkmen’e yabancılaşması, vergilerin ağırlaştırılması vb nedenlerle İç ve Batı Anadolu’dan da, Safevi egemenliğinde olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya Türk göçü vardır:

“Görülüyor ki, XI.yüzyıl’dan Moğol döneminin sonlarına değin, Anadolu, İran ve Orta Asya’dan akan Türkmen göçleriyle beslenir. Aynı dönemde İç ve Batı Anadolu’dan da Doğu Anadolu’ya yönelen Türkmen göçü vardır. XIV. Yüzyılın ortalarında Orta ve Doğu Anadolu’da bir çok Türkmen beylikleri ortaya çıkar. Ve Türkmen dönemi başlar.”( D. Avcıoğlu, Agy, 5. Kitap, s: 2248.)

Safevi Etkisi :

Aslında, Safevilerden önce Anadolu’da II. Murat (1421-1451)zamanından itibaren Türk Türkmen kırımı vardır ama Safeviler’le birlikte daha da şiddetlenir. Bu kırımların örnekleri bu sitedeki makalelerde var. Konumuzla daha çok ilintili olan Kızılbaş Karamanlıların dağıtılmasıdır. Çünkü, onların bir kısmı Doğu Anadolu’ya sürülmüşlerdir. Kızılbaş Karamanoğulları, Fatih Mehmet zamanına (1451-1481) kadar bağımsız beyliktir, Fatih Mehmet zamanında Osmanlı ülkesine katılacak, Türkmenlerin büyük kısmı katledilecek, bir kısmı Toros Dağları’nda ormanlık alanlara kaçacaklar, yakalananların bir kısmı Doğu Anadolu’ya sürülecektir. (Ulusal Kurtuluş Savaşımızın komutanlarından Kazım Karabekir Paşa’nın ataları da bunların içindedir. Kazım Karabekir, anılarında Osmanlı yönetiminin atalarını Doğu Anadolu’yu şenlendirsinler diye gönderdiğini söylemiştir, Kazım Karaberkir’in Anıları, s ?). Bir kısmı da İstanbul ve Balkanlar’a göçürülmüşlerdir.(D. Avcıoğlu, Agy, 5. Kitap, s: 2248.) (İstanbul’daki Aksaray semti, Aksaray’dan göçürülenlerin yerleştirildikleri yerdir)

Doğu Anadolu’da Fatih Mehmet’le birlikte uygulamaya konulan jeopolitik strateji “Türksüzleştirme” üzerindedir. Fatih Mehmet, 1473’de “Otluk Beli”nde Akkoyunlu Türkmenleri’ni yener ve Türkmen kırımını başlatır.

“Fatih seferberliğe girişir, Her Hııristiyan köyünden iki kişi askere alınır. Bizans imparator ailesi Paleolog soyundan dönme Has Murat’ın komutasında Rum, Arnavut ve Sırp Hıristiyanlardan önemli bir birlik kurulur... Top ve tüfek Türkmeni birkaç saat içinde bozguna uğratır. Tutsaklar yok edilir. Orduyla birlikte götürülen 3 bin Türkmen’den her gün 400’ü öldürülür...Fatih bundan sonra Toroslar’da Türkmen avına girişir. Ordusuyla Konya’ya gelen Gedik Ahmet Paşa (Rum dönmesi), Meram bahçelerinde ana dillerini unutmuş Türkçe konuşan Rumlar arasında karargahını kurar. Türkmenlerin sığındığı Toros’un sarp kalelerini top ateşiyle teslim alır... Dönüşünden önce Karaman beylerini hile ile şölene çağırır, hepsini öldürür. Topladığı erkek kadın ve çocuk Türkmenleri Trakya, Sırbitan ve Bosna’ya sürer.” ( Doğan Avcıoğlu: Türklerin Tarihi, I. Kitap, s: 185. )

Fatih’ten sonra yerine oğlu II. Beyazıt (1481-1512) geçer, Akkoyunlu Devleti’nin yerini de Safevi Devleti alır; mücadele aynı şekilde devam eder. Şah İsmail, (Hatayi), 1488’de Anadolu’ya haber salar, yandaşlarının Erzincan’da toplanmalarını ister, kendisi de oraya gelir. Şah İsmail’in çağrısı üzerine, Osmanlı egemenliğindeki (II. Beyazıt dönemi), birçok bölgeden Kızılbaş Türkmenler Erzincan’a gelirler. Prof. Faruk Sümer, “Anadolu Kızılbaşlarının Erzincan’da şeylerinin çevresinde toplanmalarıyla ‘baş ve gövdenin birleştiğini’, artık harekete geçilebileceğini söyler.” (Doğan Avcıoğlu: Türklerin Tarihi, 5. Kitap, s:2233.) İsmail, Tebriz’de Şahlık tahtına oturur, Oniki İmam adına hutbe okutur, para bastırır. Böylece Safevi Devleti resmen kurulmuş olur ( 1501); Şah İsmail’in kullandığı 12 hayvanlı Orta Asya Türk takviminin diliyle Tonguz yılında (1503). Anadolu’nun Türkmen beyleri de devletin baş görevlerine getirilir. Karakoyunlu ve Akkoyunlular’dan sonra Safevi Devleti, bölgede kurulan üçüncü Türkmen devleti olur. Devletin askeri gücü, Anadolu’dan akan Türkmen savaşçılarıyla sürekli beslenmeye dayanır. Dikkat edilirse, Osmanlı-İran sınırı 1488’de bile Erzincan’dır. Yani, İran-Erzincan arasında Kürtçe değil, Türkçe egemendir.

Görüldüğü gibi, Safevi Devleti’ni kuranlar da, tıpkı Karahanlılar, İran ve Anadolu Selçukluları, Osmanlılar ve diğer Anadolu Türk beyliklerinde olduğu gibi, yine Türkmenlerdir. Tüm bu devletler, Türkmenlerin kanı pahasına kurulur, ancak Safevi Devleti hariç, tümü kurucu Türk unsuruna düşman kesilirler. “Türk-İslam devletlerinin ön plandaki düşmanlarından biri, devletlerin kurucusu göçebe Türkler olur”( Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, 1 Kitap, s: 121.)

Safevi Devleti’nde durum farklıdır; bütün yönetici mevkilere Türkler getirilir, İranlı katipler, önemsiz mali görevlerle yetinme durumunda bırakılırlar. (Oysa, İran ve Anadolu Selçuklu Devletleri’nde bürokrasi onların elindeydi). Devletin resmi dili Türkçe olur. Safevi Devleti, On altı Türk devleti arasında yer alan Gazne ve Hindistan Babür İmparatorluğu’ndan, hatta İran ve Anadolu Selçuklu devletleri ile Osmanlı Devleti’nden daha çok Türk devletidir. İlk devletlerde, Türk kökenli yönetici asker tabaka kısa sürede yerlilerce özümsenir. İran Selçuklu Devleti’nde ise, Farsça dili, İranlı katip sınıfının devlette oynadığı ön planda rol ve göçebe Türk öğenin uçlara sürülmesi nedeniyle, Türk öğeden çok İranlı öğenin ağır bastığı bir yapıya sahiptir. Osmanlı ise, kelimenin tam anlamıyla ‘Türk düşmanı’, devşirmelerin devletidir ( Bu konuda Prof, Dr. Mustafa Akdağ’ın, Türk Halkının Dirlik Düzenlik Kavgası adlı eseri iyi bir kaynaktır). Buna karşın, Safevi Devleti’nde, Anadolu’dan sürekli göçler nedeniyle, sınırları Erzincan’dan başlayan İran’da Türk öğe en büyük yoğunluğa ulaşır. Yani, Doğu Anadolu’nun neredeyse tümü İran toprağıdır. Üstelik bu kez Türk öğe yönetici durumundadır. Türkçe egemen dil olur.

“İran ve hatta Anadolu Selçuklu divanında Türkçe herhangi bir belgeye rastlanmaz. Osmanlı müttefiki Orta Asya Özbek hanlarından İstanbul’a yollanmış Türkçe mektup yoktur…Akkoyunlu prenseslerinin bir kaç Türkçe mektubu bulunur. Karakoyunlular’da Türkçe belgeye rastlanmaz. Safeviler’de ise, Türkçe, resmi yazışmalarda daha çok kullanılır. Safevi Sarayı’nın Isfahan’a taşındığı zamanda bile, resmi dil Türkçe’dir. Saray’da Çukurova Türkmenlerinin varsağıları dinlenir. Fuzli ve Nevai gibi büyük Türk şairlerinin divanlar okunur. Sultanlar ve beyler, Türkçe şiir yazarlar.”( Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, 5 Kitap, s: 2247.)

Kızılbaş Türkler aracılığıyla Anadolu ve İran halk kültürü kaynaşır. Köroğlu destanı, İran Türkleri’nin de destanı olur. Ve onlar aracılığıyla Hazar ötesi Türkmenlerince de tanınır ve sevilir. Dede Korkut destanları benzer biçimde yayılır. Bu gözlemleri yapan Prof. Dr. Faruk Sümer, şu sonuca varır:

” Safevi Devleti, gerek dayandığı zümre, gerek devlet teşkilatı ve kültür bakımlarından kendisinden önce aynı ülkedeki Türk devletlerinden farksızdır ve hatta belki onların bazılarından daha fazla Türklük nitelikleri taşır.” (Prof. Dr. Çetin Yetkin: İktidara karşı Türk Direniş ve Devrimleri, I. Kitap, s :261-263.)

Safeviler öncesinde de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Ortodoks İslam’dan ( Hanefi, Şafii) uzak yönetimler vardır; bölgeye egemen olan Karakoyunlular ve Akkoyunlular da şeriatçı İslam’ın uzağınadırlar, yani bölge çok uzun süreden beri Türkmenlerin, dolayısıyla Türkçe’nin, egemenliğindedir. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Kuran’ı Türkçe’ye çevirtir “. (Doğan Avcıoğlu, Türkleirn tarihi, 5 Kitap, s: 2234.). Akkoyunlular’dan egemenliği alan Safevi Hanedanlığı Türkçe’nin sınırlarını genişletir. “...Safevi soyu, Akkoyunlu devleti’ne son verir. Doğu Anadolu’yu ve Horasan’ı dahil tüm İran’ı kapsayan bir “Kızılbaş” Türkmen devleti kurulur.” (Agy, s: 222.) Kızılbaş-Türkmen devleti olan Safevi Devleti, bilinçli olarak Doğu Anadolu’yu Türkleştirmeye çalışır. Örneğin Şah İsmail, Diyarbakır’ı ele geçirince, Ustalcu Türkmenlerine verir. Bu Türkmenlerin beyi, “...Akkoyunlular’da benzer biçimde, bölgedeki küçük beyliklerin başından Kürt beylerini uzaklaştırıp Türkmen beylerini getirme politikası izler.”( Agy, 5. Kitap, s: 2248.)

Fakat, 1501’de Kızılbaş Safevi Devleti’nin kurulmasıyla, Sünni Osmanlı; genelde Anadolu’nun tümünde, özelde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türkmen kırımı, sürgünü yapar. 1513’e kadar Safevi etkisini sınırları kapatarak, ya da Kıbrıs, Mora gibi adlara sürerek (Agy, s:2248.) Anadolu Kızılbaş Türkmenlerin Safeviler ile bağlantısını koparmaya çalışır, fakat başaramaz. Bu kez toplu Türkmen kırımlarını başlatır. Yalnız Çaldıran Savaşı öncesinde öldürülen Türk’lerin sayısının en az 40.000 (kırık bin) olduğu Osmanlı kayıtlarında yazılıdır.

II. Beyazıt’ın oğlu ( Fatih’in torunu) Yavuz Selim (1512-1520),
“Çaldıran seferinde yanında bulunan Kürt bilginlerinden İdris-i Bitlisi’yi Urmiye Gölü’nden Malatya’ya ve Diyarbakır’a Kadar uzanan bölgeyi Şah İsmail’e karşı ayaklandırıp Osmanlı’ya bağlamak Amacıyla görevlendirir. İdris, Kudretli beyleri elde eder, Safevi yanlısı Kürt Beylerini de zorla Osmanlıya bağlar. Şah İsmail’in elindeki Diyarbakır’da halk Ayaklandırılır, kentteki Kızılbaşlar öldürülür ya da kentten kovulur ve Diyarbakır Osmanlı’ya bağlanır. Şah’ın adamı Ustaclu Türkmen beylerinden Karahan kenti yeniden kuşatır. Kürt beyleri aşiretleriyle gelerek kenti kurtarır. Yine İdris-i Bitlisi’nin öncülüğü ile Mardin alınır, tellallarla şeriatın yeniden egemen olduğu İlan edilir ve ne kadar Kızılbaş külahı varsa toplatılarak lağım çukuruna atılır. Türkmen beyi Karahan’a karşı Kürt aşiret askeri ve 2 bin tüfekli Yeniçerinin birlikte verdiği savaş, Karahan kurşunla vurulunca kolayca kazanılır.” (Agy, 5. Kitap, s: 2248.)

Yavuz Selim’in oğlu Kanuni Süleyman’ın (1520-1566) Diyarbakır Beylerbeyi’ne yolladığı şu emre bir kez daha göz atmak, bu konuda yeterli bilgiyi verir sanırım. “Kızılbaş lekesi olanları hapisle yetinmemeli, bu gibiler uygun önlemler ile elde edilerek habis vücutları ortadan kaldırılmalıdır. Kızılbaşlığa eğilim gösterenlere gecikmeden fırsat ve olanak vermeyesin.” (Doğan Avcıoğlu, Agy, 1. kitap s: 198.)

Bölge, yukarıda örneklerini verdiğimiz Osmanlı uygulamalarıyla, bir yandan Türksüzleştirilirken, diğer yandan, Safevi Devleti’ne karşı bir kalkan olması amacıyla, Kürtleştirilir. Türk olmayan egemen sınıf ve onun toplumsal dayanağını oluşturan Sünniler İran-Arap-İbrani asimilasyonuna uğrarken, baskı ve zulüm altında tuttukları Türkler (Kızılbaşlar; İslam öncesi Kara Budun)’in bir kısmı Kürtleşir. Sonuçta Doğu Anadolu ‘da Kürt dili egemen olur.

“Yavuz Selim ve Kanuni Süleyman gibi kudretli Osmanlı padişahlarının Kızılbaşlık gerekçesiyle Türkmen’e karşı terör politikası izlemeleri ve feodal Kürt beylerini Sünni diye desteklemeleri, etnik yapıda Türkmen aleyhindeki gelişmeyi pekiştirir. Kürt feodal beyliklerindeki birçok Türkmen öğe, Türkçe’yi unutarak özümlenir. ...Osmanlı, Kürdistan adını verdiği bölgede devletin temel dayanağı olan tımar sistemini uygulamaz. Devletin yönetimini bölgede, yönetimin babadan oğla geçtiği Kürt beylerine bırakır. Bölgede bulunan Türkmenlerin önemli bir bölümü dillerini unutur ve Kürt kabillerine karışır.” (D. Avcıoğlu Agy, s: 2248) .)

Özcesi, Türkler Osmanlı terörü karşısında Kürtleşir.

Özet:
Çaldıran yenilgisinden sonra gerek İran’da gerekse Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da Kızılbaş Türk potansiyeli yok edildiğinden Türkçe hakimiyetini kaybeder. Bu durumu “sağcı” olarak nitelenen Prof. Faruk Sümer şöyle açıklar:

“ Şurası kesindir ki, Doğu Anadolu, Safevi yönetiminde kalsaydı, bir süre sonra burada Türkçe’den başka hiçbir dil konuşulmayacaktı. Osmanlı yönetimi, bu bölgedeki göçebe Türk öğesini dahi yerinde tutamadı. Onların bir kısmı İran’a, bir kısmı da Orta Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldılar”( Doğan Avcıoğlu: Türklerin Tarihi. 5 kitap ,sayfa: 1991-2251.)

Bazı Örnekler:

Görüldüğü gibi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Türklerin büyük kısmı katledilir veya sürgün edilir, geriye kalanlar ise Kürtleşir. Osmanlı’nın şiddetinden kaçarak Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelere sığınan Türkmenler, Kürtleşirler. Bu duruma ülkemizin değişik yerlerinde çok sayıda örnek vardır. Burada, Sivas’ın Divriği, Malatya’nın Arguvan, Arapkir ve Hekimhan, Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerindeki bazı köyler ile Diyarbakır, Batman, Siirt çevresindeki bazı topluluklar örnek olarak verilecektir.

Divriği’den Arapkir’e giden yol toprak ve 90 Km’dir. Kızılbaş Türkmen köylerinin içinden, ya da yakınından geçer. Arkbaşı köyünde-35.Km-ikiye ayrılır; Doğu’ya yönelen Arapkir’e, Güney’e devam eden ise, “Atma”ya gider. Atma, bir grup (10-15) köyün ve mezranın adıdır. Divriği-Atma arasında 30 kadar Kızılbaş-Türkmen köyü vardır, bu hatta en son Kızılbaş-Türkmen köyü Çakmakdüzü ( Palha) köyüdür. Çakmakdüzü’nden sonra ‘Atma’ köyleri (Atma, Şotik, Bırık, vd) gelir. Bu köyler “Kızılbaş Kürt” köyleridir ve Malatya’nın Arapkir ilçesine bağlıdırlar. Cemal Şener’in, Alman Feldmareşal Moltke’den aktardırğına göre, Atma köylülerinin kökü Maraş’ın Pazarcık ilçesinde yerleşmiş olan “ Atmalı” adındaki Türkmen aşiretidir. Moltke, Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerine doğru Anadolu’nun birçok yerlerini gezer ve gözlemlerini “ Türkiye Mektupları” adlı kitapta toplar.

“Pazarcık ovasını geçtik. Bu ovada üç Türkmen kabilesi : Atmalı, Kılıçlı, Sinemilli’ler konaklamıştı. Bu üç kabile halkı 2000 çadırda oturuyordu. Reşit Paşa, en nüfuzlu Kürt beylerinin akıllarını başlarına getirdikten sonra bu Türkmenler de hükümete karşı olan sevgi ve bağlılıklarını ilan etmişlerdi ve 400 kese akçelik ( 20.000 florin) bir salyan ( yani vergi) ödüyorlardı.” ( Cemal Şener: Alevilerin Etnik Kimliği (yazı dizisi), Cumhuriyet Gazetesi: 20.12.2002.)

Türk araştırıcıların gözlemleri de bu yöndedir. Bunlardan birkaç örnek vermek gerekirse;

“... kendilerinin de, komşularının da kabul ettiği gibi Pazarcık Kurmançları Türkmen asıllı olup, içlerinde Çiğil Türkleri de vardır. Burada iki uruk ( boy- aşiret) vardır. Bu iki boy “Atmalı” ve “Sinemilli” boyudur”.( Mehmet Eröz’den aktran Cemal Şener: Agy)
Ancak, zaman içinde bunlar Kürtleştiği, en azından dil yönünden farklılaştıkları görülür. “ Kılıçlılar kah Yörükan taifesinden, kah Türkman Ekradı (Türkmen Kürtleri) taifesinden” sayılmaktadır. (Cevdet Türkay’dan akataran aktran Cemal Şener: Agy )

Atma ve Çakmakdüzü köylerinin dağlarından doğan kaynak suları büyük bir dere (Uludere) meydana getirirler, Erzincan’ın Ilıç ilçesinde Fırat Nehri’ne karışır. Palha, Pütge, Birestik, Kahtık, Sevir, Ağcadam, Başmahtar, Haçke köylüleri bu dereye “Uludere“ derler. Uludere’nin doğusunda, dereden yaklaşık 100-150 metre uzaklıkta aynı hat üzerinde, Sarıçiçek” olarak bilinen bölgede, Şafii Kürt köyleri ( Göndürüm, Karameşe, Selimoğlu, Morşunga, Gamhu, Göçeruşağı ) sıralanmıştır. Bu köylerin Yavuz Selim’in Türkmene karşı bir denge oluşturmak için Doğu Anadolu’dan ( Bingöl, Bitlis) getirtip buralara yerleştirildiği söylenmektedir, ancak bu konuda güvenilir yazılı bir kaynağım yok.

Bir de, Atma’ya komşu “Saz” olarak adlandırılan bir grup (15-20 civarında ) Kızılbaş-Kürt köyü/mezrası daha vardır. Onlar da Malatya’nın Hekimhan ilçesine bağlıdırlar. Bu dört grup köy de, Türkiye’nin en dağlık, en verimsiz ve en ulaşılmaz yerlerinde kurulmuşlardır. Atma ve Saz köyleri meşe ormanlarının içindedirler. Burada Ömer Lütfü Barkan’ın şu sözlerini anımsamakta yarar var: “Eğer, Anadolu’da bir köy, çevrede akarsu varken ondan uzakta, düzlük yer bulunurken ulaşılması güç bir yerde, kısacası neden burada kurulmuş diye şaşılacak bir biçimde kurulmuşsa, o köy, çok büyük bir olasılıkla, bir Alevi Türk köyüdür.”( Cemal Şener: Alevilerin Etnik Kimliği (yazı dizisi), Cumhuriyet Gazetesi: 20.12.2002.)

Bir zamanlar tek geçim kaynakları meşe korularından elde ettikleri “odun kömürü”nü Malatya veya Arapkir’de satarak elde ettikleri 3-5 kuruş idi. Sazlılar çok daha perişan idiler, Kızılbaş Türkmen köylerinde –özellikle harman zamanında başlayarak kar yağana kadar- toplarlardı. O köylerde dilenci denmez, “topleyici” denirdi. Her köydeki her Kızılbaş onlara elden geldiği kadar tahıl verirdi. (fakat bazıları çok ekabir davranır: yağ ( tabi ki tereyağı) da isterdi). Divriği’nin Kızılbaş Türkmen köylerinde Atmalılar pek sevilmezdi, ama Sazlıların –diğer topleyicilere göre- bir üstünlükleri vardı.

Hem ‘Atma’ köyleri, hem de ‘Saz’lılar hem Türkçe, hem de Kürtçe konuşurlar. Kürtçe konuşan Atma köyleri ile Divriği’nin Kızılbaş Türkmen köylerinin kültürel benzerlikleri çoktur. Örneğin, onlarda da kaç-göç olayı yoktur, tıpkı Türkmen Aleviler gibi kadın-erkek hayatın bütün alanlarında birliktedirler. Ölünün arksından onlar da yemek verirler (kazma tıkıltısı). Onlar da düğünlerde cirit (at yarışları) yaparlar. Erkekleri ve kadınları Türkçe konuşan Türkmenler gibi giyerler. Onların da kutsal dağları, pınarları, ağaçları vardır. Onlar da “Cem” yaparlar. “Dede”ler Türkmen köylerindendir. Divriği’nin bütün Kızılbaş-Alevi Türkmen köylüleri ile kız alıp verme, kirve olma, iç güveysi girme gibi akrabalıkları vardır. Düğünlerine ve ölülerini toprağa verme törenlerine mutlaka en yakın Kızılbaş Türkmen köylerini davet ederler. Adı geçen bu köylerde genç ölümlerinde, sesi güzel Kürt Kızılbaş kadınları rica-minnet getirilerek, cenaze başında bağıra bağıra ve sonunda ‘lorey lorey” nakaratı olan Türkçe ve Kürtçe ağıtlar söyleyerek ağlamaları sağlanır; böylece, cenazede bulunan herkes ağlar. Komşuları olan Sünni (Şafii) Kürt köyleri ile ilişkileri, Alevi Türkmen köylülerin, o köylülerle kurdukları ilişkilerden daha fazla değildir.

Bunları anlatmamızın nedeni, geçmişte olanla bugün kurulan teorilerin, özellikle “ ‘Yavuz Kürt’ü” teorisinin çakıştığını göstermek içindir. Hem Atmalılar, hem de Sazlılar PKK Türkiye gündemine oturana kadar (1990’lıların başları) kendilerini “Alevi” olarak tanımlarlardı, PKK’dan sonra durum değişmiştir: Bu kez “Kürt” olduklarını söylüyorlar. Hatta, PKK saflarında güvenlik güçleriyle çarpıştıkları, yaralananlar ve ölenler olduğu da söylenmektedir. Kızılbaş-Türkmen köylerinden her bakımdan uzaklaşmışlardır. Buna karşın, hem komşu Şafii Kürtlerle, hem de yaz aylarında Malatya’dan Divriği’nin “Ergisu Yaylası”na büyük koyun sürüleri getirip 3-4 ay konaklayan “Dırıcan ( Dirican?)” ve “Mermükan” gibi Şafii Kürt aşiretleriyle daha dostane ilişkileri vardır.

Eski adı “Dersim” olan Tunceli bölgesi’nde de kendilerini Kürt olarak tanımlayan, Kürtçe konuşan Aleviler yaşarlar.

“Bununla birlikte, daha özgül Alevi dinsel adetleri, Dersimlileri, Alevi Türklere yakınlaştırır. Gülbank ya da nefeslerinin çoğu Türkçe’dir ve 1920’den önce de kesinlikle öyleydi. Dersim Alevilerini Türklere yakınlaştıran bir diğer adet, merkezi Hacı Bektaş tekkesi olan ilişkilerdir.” ( Bruinessen’den aktaran Cemal Şener: Ag y)

Sivas’ın Zara ve İmranlı ilçeleri ve çevrelerinde de “Zaza” denilen ve Zazaca konuşan Aleviler yaşarlar.

Zaza Alevilere gelince, bunlarda mezhep ve ibadet dili Türkçe’dir. Ayinlere iştirak edenler Türkçe konuşmak mecburiyetindedir. Bu mecburiyetledir ki, Alevi Zazalık asırlardan beri ihmal edildiği halde, Türklük’ten pek de uzaklaşmamış. Dersim Alevileri arasında cevap istememek şartı ile Türkçe meram anlatmak mümkündür.” (Jandarma Genel omutanlığı raporundan aktaran Cemal Şener: Alevilerin Etnik Kimliği (yazı dizisi), Cumhuriyet Gazetesi: 20.12.2002. )

“Bazı yörelerde de özelikle Kars’ın Selim ve Ardahan ilçelerinde Zazalar, Türkmen adıyla anılmaktadır.” ( P.A. Andrews’ten aktaran Cemal Şener: Agy.)

Türkmen’in Kürtleşmesi olgusunu İç Anadolu’da da görürüz.

“Kayseri’de Kurmançça konuşan Alevi cemaatlerin oturuyor olması, konumuz bakımından üzerinde durulmaya değer bir hadisedir. Bunlara ‘Badıllı’ denir. Badıllı, Oğuz boylarından Beydili’nin bozulmuş şeklidir.”.2 Oysa, Sarız, Kalmuk Türkleri’nin yerleşme yerlerinden biridir.

Bugün, Balkanlar’daki Arnavut, Bulgar, Boşnak Alevi-Bektaşiler sayılmazsa, hemen bütün Anadolu ve Trakya’daki Aleviler Türkmen kökenlidirler; Türkçe konuşurlar. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Aleviler ise, Türkçe’nin yanında Zazaca ve Kürtçe de konuşurlar.

Bu yörelerdeki Alevilerden 60 yaş ve üstündeki kesim kendisini Kürt ya da Zaza diye ifade etmiyor. Kendisini Türk olarak ifade ediyor. Kürtçe ya da Zazaca’yı sonradan öğrendiğini belirtiyor. Alevi anne babadan doğup kendini Kürt ya da Zaza olarak ifade eden kesim ise genç kesimdir. Onların Kürtlüğü ya da Zazalığı siyasi Kürtlük ya da Zazalık olarak kabul edilebilir. Maraş, Elbistan, Pazarcık ve çevresindeki Aleviler ise, Türkçe’nin yanı sıra Kurmanca konuşurlar. Ama bunlar da dinsel törenlerde Türkçe ayin yaparlar. Elbistan, Pazarcık, Kürecik, Adıyaman’ın bazı ilçelerindeki Aleviler Kürtçe konuşur. Ama bunlarda Kürtçe’yi sonrada öğrenen Türkmen boylarıdır.” (Cemal Şener : Agy.)

Alevi-Bektaşi kültürünü araştırmalarıyla tanınan Rus araştırmacı İrene Melikof’un bulguları ise şöyledir:
“Araştırmalarım beni Kurmanca denen ve Kürtler olarak tanınan insanlar arasında kalmaya götürdü. Töreleri Orta Asya‘ya kadar uzanan Türk töreleri idi. Türkler’in oniki hayvanlı takvimlerine eski yeni yılın bayramları olan Hızır bayramlarının kutlanması vb sorduğumda, kaynaklarımdan biri bana ‘soy olarak biz Kürt değiliz, fakat inançlarımız dolayısıyla eza gördük, dağlara sığındık, Kürtlerle karıştık ve Kürtler olarak adlandırıldık‘ dedi. Bunu söyleyen birçok ayaklanmada etkinliği bulunan tanınmış Kürt aşireti Koçkiri’lerdendi. Ömer Lütfü Barkan, Koçkiri adının, dil yönünden Türkçe olduğunu ve Akkoyunlu, Karakoyunlu adlandırmalarıyla karşılaştırılabileceğini işaret etti. Bunlar, sahip olunan sürülere( koyun sürüleri) göre verilmiş, Türk aşiret adlarıdır. Sonuç olarak, bu boylara verilen “Kürt” adı, Alevi Kürtler’de bulunmakla birlikte, onların tümünün Kürt kökenli olması gerektiğini göstermez. Kürtlerin çoğu Şafii mezhepten gerçek Sünnilerdir. Alevilere takılan “ Kürt” lakabı ancak sosyal bir değer taşır; belli bir yaşam biçimini gösterir, resmi Sünniliğe uymayan, aşiret adetleri hala canlı olan ve kendi içlerine kapanmış olarak yaşayan cemaatleri ifade eder.”( İrene Melikoff’tan aktaran , aktaran Cemal Şener: Agy.)

Burada bir parantez açarak Güneydoğu, özellikle Diyarbakır, Batman, Siirt yörelerindeki Kürtler hakkında bazı ayrıntılara dikkat çekmek istiyorum. Bu alanın özellikle dağlık yelerinde hayvancılıkla uğraşan ve büyük kısmı –tıpkı Toros Dağları’ndaki Türkmenler gibi- hala çadırlarda yaşayan Kürtlerin erkekleri başlarına “poşu” denilen büyük, kalın ve çeşitli renklerde bir bez sarıyorlar, bazıları şapka giyiyor. Kadınları yaz kış naylon ayakkabı ve çok ince ve renkli bezlerden dikilmiş entari giyiyorlar. Kadınların saçları önden görünecek şeklide ve tıpkı Kızılbaş kadınları gibi ortadan ikiye ayrılmış olarak bir başörtüsü ile örtüyorlar. Genelde bakımsız, makyajsız ve çok fakir görünümleri var. Genel olarak, 30 yaşın üstü Türkçe bilmiyor. Düğünlere kadın erkek birlikte davul zurna eşliğinde halay çekiyorlar, Kürtçe türküler söylüyorlar. Çocuklarına Rojin, Rojda, Jiyan, Gevre, Guli, vb Kürt adları veriyorlar. Bunlara “ Koçer (göçer” veya “Yörük” deniliyor. Kendilerini Kürt olarak tanıtıyorlar. Kürt ayrılıkçı hareketinin (PKK) kentlerdeki mitinglerinde halk yığınlarını bunlar oluşturuyor. Bölgede kendilerini Arap ya da Kürt olarak tanımlayan ve eskiden beri kentlerin ekonomisine egemen olan halk bu Kürtlere kaba, cahil, kanun tanımaz, her kötülüğü yapabilecek karakterde insanlar olarak görüyor. Hatta, İl veya ilçelerde ticaret veya başka uğraşları olan Kürtler de Koçerlerden kendilerini ayırmaya özen gösteriyorlar; onlar Koçerler gibi poşu bağlamıyorlar ve ‘ben de Kürt’üm ama , Koçer değilim’ diyorlar.

Dağ Türkleri ?

Kenanizm (12Eylül 1980), Kürtlerin aslında "Dağ Türkleri" olduğunu ilan etmişti. 1980'lerde Genelkurmay Başkanlığı tarafından bastırılıp dağıtılan bir "Beyaz Kitap"ta (niye beyaz (AK), Yahudi Lİbni Kabilesi’ne bir gönderme olabilir mi?) sonradan alay konusu olan bu iddia şöyle açıklanıyor: "Dağların yüksek kısımlarında, tepelerde yaz kış erimeyen karlar vardı. Güneş açınca üzerleri buzlaşan camsı parlak bir tabaka ile örtülürdü karın yüzü. Üstü sert altı yumuşak olurdu. Bu karın üstünde yürününce, ayağın bastığı yer içeriye çöker, ‘kırt-kürt' diye ses çıkarırdı. Doğulu Türkmenlere, Kürt denmesinin nedeni buydu. Bölücülerin Kürt dedikleri, yüksek yaylalarda, karlık bölgelerde yaşayan Türklerin karda yürürken ayaklarından çıkardıkları sesin adıydı aslında." [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

Türk tarih yazıcılığı Türk görünen Yahudilerin denetiminde ve Y. Küçük’e göre 12 Eylül 1980 askeri darbesi İsrail’e yöneliş darbesi ise, bu “uydurma”yı hangi planın parçası için imal ettiler ? Ya da , hangi gerçek olguyu böyle dandini bir tez haline getirdiler ? Türkiye’nin ‘egemen sınıf’ı olan Yahudiler acaba gerçeği mi söylüyorlar; Kürtlerin bile aşağıladığı ve hatta yabancı olarak gördüğü Kürtçe konuşan bu halk gerçekten modifiye olmuş Türkler mi? Aycıca, Kürtçe konuştukları halde, PKK’ya karşı silahlı karşı koyan ve ‘Korucu’ olarak adlandırılan aşiretler sadece devletin ödediği maaş için mi, yani paralı askerlik için mi, çalışıyorlar. Yoksa, derinlerde, ta Savefi döneminden, kalan etnik bir çatışmanın gün yüzüne çıkması mı? Genel olarak dağlık bölgelerde hayvancılık yaparak yarı göçebe-yarı yerleşik yaşam süren Kürtlere neden bir küçük görme, biraz suçlama sıfatı olan “Koçer” ya da “Yörük” diyorlar ve Şehirli Arap, Türk ve de Kürt, bu insanları hırsızlık, ensest, fuhuş, hatta pezevenklikle ve bu olumsuzlukların tümünü birden kapsayan “ onlar her şeyi yapar” sözleriyle tanımlıyorlar?

Koçer Kürtler aslında çok kaba ve cahiller, bu doğru, ancak en küçük bir ilgi karşında ne yapacaklarını şaşırıyorlar, minnet duyuyorlar. İl ve ilçelerde yerleşik Kürtler genelde açık tenli , renkli gözlüler; sarı, kumral ve kızıl saçlılar çoğunlukta gibi. Koçerler ise, aralarında sarışın ve kızıl saçlılar da olmakla birlikte, genelde esmerler. Koçerlerin, kızları kadınlarının tümü başörtüsü takıyorlar ancak tümü de saçları görünecek şekilde bağlıyorlar; bazıları bağlamıyor bir fular şeklindeki ince eşarbı başından iki tarafa sallandırıyor. O kadar dikkat etmeme karşın, özel bir renk seçtiklerini görmedim. Ancak, kentte yaşayan ve tesettüre girmiş Kürt kızları, biraz da küçümseyerek, “ onlar başörtülerini bizim gibi bağlamıyorlar, saçları gözüküyor; bir de en çok mor rengi seçiyorlar” demişlerdi. Araştırılması gereken bir konudur. Yazın il ya da ilçe merkezlerine bazı Koçer kadınları-kızları sırtlarında sarılı çantalar içinde peynir, yoğurt, vb kendi ürettiklerini getirip dükkanlara bırakıyorlar( çocukluğumu hatırlıyorum:yayladan köye gelişimi, boyunlarına sarılasım geliyor ancak çekiniyorum, konuşmuyorum; çaktırmadan göz ucuyla bakıyorum onlara) . Bu çantalar yün ve kıldan elde dokunmuş, üzerlerinde hiçbir figür (nakış) yok. Torbaların hem dokuması hem de sırta bağlanış şekli Divriği’nin Kızılbaş Türkmen köylerinde elde dokunan, “çul” denilen ve yayladan köye veya köyden tarlalara besin (yemek, ayran, süt, vb ) taşımak amacıyla kullanılan çantaların aynısıdır.

Özümseme: Asimilasyon

Gerek kendi gözlemlerim, gerekse yukarıda örneklerini verdiğim alan çalışmalarının sonuçları Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelere kaçan, ya da o bölgelerle yakın olan yerlerde yaşayan bir kısım Kızılbaş Türkmen boylarının zaman içinde Kürtleştiklerini göstermektedir. Kürtler, hiçbir yaptırım gücüne ( okul, kışla eğitimi, din eğitimi, vb) sahip olmamalarına karşın, asimle (özümseme) özelliği yüksek bir ırktır; Yakın tarihimizde yaşanan bir olay bu duruma ilginç bir örmek oluşturmaktadır. ”

“Birinci dünya savaşı yıllarında, yani 1915’li yıllarda “ tehcir = Ermeni göçü” sırasında bir ermeni aile kaçmış, Cudi dağına sığınmış. 25 yıl hiç kimseye görünmeden Cudi dağında saklanmışlar. 1940’lı yıllarda ovaya, Cizre’ye getirilmişler. Ancak, Ermenice’yi unutmuşlar, çocuklar Kürtçe konuşuyormuş, aile dualarını Kürtçe yapıyormuş. Patrikhaneyi hiç duymamışlar. Hatta Türkiye topraklarında başka Ermeni var mı, onu da bilmiyorlardı. Kürtçe konuşuyorlar, ama Kürt’lerden de farklı olduklarını biliyorlardı. Bütün çocukların isimlerini kutsal kitaplardan ya da Kürt adlarından seçmişlerdi. İstanbul’a geldiklerinde ise, “Aşiret çocukları aralarında Kürtçe konuşuyordu”. Kürtçe konuşan, Ermeni kimliğini yeni öğrenen” bir topluluk. “(Rıdvan Akar: Cudi’li Rakel’in Masalı, Aktüel (30.12. 1999)’dan aktaran Cemal Şener : Agy.)

Aynı olguyu Orta ve Doğu Avrupa’da Slav dilinde görüyoruz. Slav, köle anlamındaki slave’den türemiştir. Tarihte hiçbir dönem “Slav” adında bir devlet veya ulus olmamıştır ama bugün Orta ve Doğu Avrupa’da çok farklı etnik gruplardan gelen ulusların tümü “Slav” genel adı ile tanımlanıyorlar, çünkü onlar “Slavca” konuşuyorlar. Yani, dilini yaymak için herhangi bir zordan yoksun bir halk, Slavlar, büyük bir coğrafyadaki farklı etnik kökten gelen halkları asimle edebilmiştir.

Ermenilerin kendilerini “Kürt” olarak tanımlamaları, başka bir söylemle asimle olmaları (özümsenmeleri) İnsanlık tarihinde an sayılacak bir zaman diliminde, 25 yılda, gerçekleşiyorsa, 1513’ten, ( Çaldıran Savaşı), hatta daha da gerilerden, 1473 Otluk Beli Savaşı’ndan 1923’e kadar yaklaşık 450 yıl süren Osmanlı’nın Türk düşmanlığı politikasının bir sonucu olarak Kürt bölgelerine sığınan Türkmenlerin Kürtleşmesi çok doğal bir durumdur.

Burada Osmanlı Devleti’nin “savunma refleksi” ya da başka bir gerekçesini değil, hangi nedenle olursa olsun, uyguladığı jeopolitiğin günümüzdeki sonuçlarını saptamaya çalışıyoruz. Osmanlı’nın bundan yaklaşık 500 yıl önce başlattığı Türk/Türkmen düşmanlığı politikasının sonuçlarını günümüzde siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, vb bir çok yönden ve olumsuz olarak karşımıza çıkıyor. Bunlardan biri ve belki de en önemelisi, Kürt Milliyetçiliği sorunudur. Çünkü, Osmanlı’nın genel olarak tüm Anadolu’da, özelde Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da Kızılbaş-Türkmenleri topraksızlaştırması, katliamlara uğratması ve sürgün etmesinin bir sonucu olarak, Türkmenlerin Kafkasya, İran, Irak, Hindistan, Özbekistan, Afganistan ve Suriye gibi Fars, Arap, Kürt vb yabancı kültürlerin egemen oldukları topraklara göçmesi ile söz konusu bölgelerde Türk nüfus azalırken, Kürtlere tam tersi bir uygulama yapılır ve böylece günümüzde Doğu ve Güney Doğu Anadolu’daki Kürt halkının tarih, coğrafya, dil ve nüfus gibi ulus temelleri o zamandan atılmış olur. Bugün gelinen noktayı, Kürtçü bir Milletvekili’nin sözleri çok net olarak göstermektedir: “Kürtler artık özerk Kürdistan istiyor. Avrupa’nın hiç bir ülkesinde Türkiye gibi üniter bir devlet sistemi kalmamıştır. Ya federal, ya da özerk devlettirler.”(DTP Batman milletvekili Bengi Yıldız’ın konuşması (Hürriyet Gazetesi,06.04.2008)

Sonuç, PKK, 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır ili Lice İlçesi Fis (Ziyaret) Köyü’nde kurulmuştur, ama onu ortaya çıkaran toplum 23 Ağustos 1514’te, Van’ın 113 km kuzeyinde bugünkü Çaldıran ilçesi sınırlarında yer alan Çaldıran Ovası'nda yapılan savaştan 1923 yılına kadar olan yaklaşık 400 yıllık süreçte oluşturulmuştur.

altuntas58
28.09.2009, 22:15
Bütün kürtleri aynı kefeye koymamak lazım devletini seven ve hiç bir zaman bölücülüğe karışmayan kürtleri ayrı tutmaktan yanayım diğerlerine ne söylesek azdır 35 bin insanımızın kanına giren kürt bozuntularının allah belasını versin yavuz sultan selim galiba bunlar için o çeşmeye bu meşhur kitabesini yazdırmış olmalı

Abdurrahman 58
29.09.2009, 17:54
Yavuz Sultan Selim’in Kürtlere Bedduası Yok


Yavuz Sultan Selim’in Kürtleri lanetleyen bir bedduasının olduğu hakkındaki bilgiler internet ortamında servis ediliyor. Yavuz Böylesi bir düşünceyi Mısır seferi esnasında Muş yakınlarındaki bir çeşme kitabesine yazdırmış. Ve Yavuz’un sözlerinin de Evliya Çelebi seyahatnamesinde yazılı olduğu bilgisine yer veriliyor. Yapılan araştırmalar sonucu Yavuz’un böyle bir bedduasının olmadığı ortaya çıkıyor.


Yavuz Sultan Selim’in 28 Ağustos 1516 da Ridaniye seferine giderken susuzluk çeken halkı görünce askere emir verir ve tam 12 musluklu büyük bir hayrat olarak Muş’ta bir çeşme yaptırır. Sultan Selim giderken yaptırdığı çeşmeyi dönüşte suyu kesilmiş ve harap vaziyette bulunca ; tekrar eskisi gibi inşa eder ve üzerine de aşağıdaki mısraları,bizzat kendisi kaleme aldırarak yazdırır.


KÜRD’E FIRSAT VERME YARAB,
DEHRE SULTAN OLMA’SIN,
AYAĞI’NI ÇARIK SIKSIN,
GÖNLÜ HUZUR BULMA’SIN.
VUR SOPA’YI AL HARACI,
KARNI BİLE DOYMA’SIN,
OL ÇEŞME’DEN GAVUR İÇSİN,
KÜRD’E NASİP OLMA’SIN
VASİYET’İM OLDUR KİM,
KÜRD BİN KERRE YALVAR’SIN,
İNAN’MA KAN’MA,
YAKANA BİT,KAPI’NA KÜRD DADANDIR’MA.

Kaynak: Evliya Çelebi, Seyehatname, Zuhuri Danışman Derlemesi, C.3, s.80

Not: Çeşme hala yerinde ve yerel halk suyundan yararlanmaktadır ancak, üzerindeki kitabe tekrar tahrip edilmiştir!

Bu bilgilere ulaştıktan sonra Evliya Çelebi kaynak gösterilerek söylenen bedduanın yazılı metnini görmek istedim, Zuhuri Danışmanın çevri ve yayınını yaptığı Evliya Çelebi Seyahatnamesinin üçüncü cildine ulaştım. Ve 80. sayfaya baktım. O sayfada Evliya Çelebi “Yavuz’un Kürtlere bedduası” konusunu işleyen bir çeşme yaptırdığı ve üzerine de beddua sözleri yazdırdığı hakkında bilgiler yok. “Yavuz’un Kürtlere bedduası” konulu Evliya Çelebi’nin yazılı metni olmamasına rağmen sadece ırkçılık ve düşmanlığı körükleyen bir görüş açısından bu yazılar neden yayınlanıyor. Aynı coğrafyada birlikte yaşayan insanlar kökenlerine ve inançlarına bakılmaksızın, ayırımcılık ve düşmanlık gözetilmeden bir arada barış içinde yaşayamazlar mı! Tarih bu sorunun cevabını da veriyor. Osmanlı ve İslam anlayışı dikkate alınırsa bu düşünce bu topraklarda tarih boyunca vardı. İslam kardeşliği ve Allahın yarattığı insanları insan olarak sevebilmek insanlığı yücelten bir düşüncedir. Mevlana, Yunus Emre , Hacı Bektaş gibi Anadolu’nun erenleri bu düşünceyi savunan sözler söylemişlerdir.



(Cezmi YURTSEVER, 22 Eylül 2009)


Olayı bir araştırayım derken böyle bir yazı buldum.Yorum sizlerin.Yavuzun nasıl bir padişah olduğu az çok ortada.Bu konudada yorum yapıp kavga çıkarmaya niyetim yok benim :)

Ancak benim asıl ilgimi çeken şu mesaj;



Şu kırmızıyla belirttiğim kısmı açıklar mısınız lütfen? Atatürk nerede,ne zaman bu cümleyi kullanmıştır? Kaynak belirtmeniz mümkün müdür rica etsem.Bende öğreneyim bilmediklerimi...


NOT:Yorum sayısını artırmak için değil,bilgi paylaşımı için forumlara katılalım lütfen ;)

Yaşayan en büyük tarihçimizden duydum ben bu sözü.tarihini tam hatırlamıyorum ama doğudaki bir ilimize doğru seyehat ederken ali fuat cebesoy ile arasında geçen bir konuşmadan alıntıdır bu söz!
bu tarihçimizin isminide lütfen istemeyin.(bulunduğu konumdan dolayı ismini vermiyorum)

Abdurrahman 58
29.09.2009, 18:01
Evet yorum sayısını arttırmak için değil bilgi için paylaşalım forumu ve sen bir daha foruma yazı yazma olur mu sen bilgiden çok cahiliyetin bir simgesi açıklamalar yapıyorsun. Atamızın o zorlu şartlar altında neler yaptığını bilse idin sağdan soldan duduğun duyumları gelip burada yazmazdın. Atamız meclis açılımında yaptığı konuşmada bu ülkede yaşayan LAZI ÇERKEZİ KÜRTÜ ile birer kardeş topluluklar olduğunu belirtmiştir....

inş. birgün gerçek hayatta karşılaşır ve cahiliyetiNi yüz yüze konuşarak ortaya çıkarırım.sivastaysan özel mesajla ulaş bana.daha yaşıN kadar bile kitap okumadıN belki ama gelmiş beni ezmeye çalışıyorsun.ben bu yorumları tarafsız olarak yazıyorum alevice veya sünnice değil

toplanmışınız üç beş kişi konuyu yine saptırmaya başlamışsınız.bu sitede kalma nedenimde sizsiniz unutmayın.!

sivasli_boy
29.09.2009, 18:03
Ben hümanist bir insanım ama Yavuz selim diyor ise bunları bir kez daha dusunmek lazım ..

barikat58
29.09.2009, 20:29
Kendi necasetini temizlemekten aciz insanlar kalkmış Osmanlıyı ve Yavuz Sultan Selimi yadırgıyor.Osmanlıda haksız yönetimler olsaydı bugün ki Türkiye gibi olurdu durumu!!!Osmanlı yıllarca tarihin zirvesinde yer almış yıllarca adalet saçmıştır cihana!!!Papalar bile osmanlı buyruğunu tercih ederken alevilere karşı zulüm yaptığını söylemek budalalık olur heralde :rolleyes: Kendinden olmayana nice adalet sunan Osmanlı sırf alevi oldukları için katliamlarmı yapmıştır :confused:

sivaslıgenç
29.09.2009, 20:57
Kendi necasetini temizlemekten aciz insanlar kalkmış Osmanlıyı ve Yavuz Sultan Selimi yadırgıyor.Osmanlıda haksız yönetimler olsaydı bugün ki Türkiye gibi olurdu durumu!!!Osmanlı yıllarca tarihin zirvesinde yer almış yıllarca adalet saçmıştır cihana!!!Papalar bile osmanlı buyruğunu tercih ederken alevilere karşı zulüm yaptığını söylemek budalalık olur heralde :rolleyes: Kendinden olmayana nice adalet sunan Osmanlı sırf alevi oldukları için katliamlarmı yapmıştır :confused:

Abi bu asılsız katliam konusu en iyi bu şekilde açıklanırdı ,sağol;)

cebe
29.09.2009, 21:01
"Kendi necasetini temizlemekten aciz insanlar..."

Aynı seviyeye düşmemek için argo düzlemine geçmeyeceğim, sadece misliyle iade ediyorum.

Osmanlı'nın gerçek yüzünü; "Türk düşmanlığı" nı -kör olmayan Türklere -gösterebilmek için bir makale sunuyorum.

barikat58
29.09.2009, 21:12
"Kendi necasetini temizlemekten aciz insanlar..."

Aynı seviyeye düşmemek için argo düzlemine geçmeyeceğim, sadece misliyle iade ediyorum.

Osmanlı'nın gerçek yüzünü; "Türk düşmanlığı" nı -kör olmayan Türklere -gösterebilmek için bir makale sunuyorum.


Türk düşmanlığı derken Ermenilerden bahsediyorsun sanarlar,lakin bahsettiğin devlet Türkün geldiği yer yani osmanlı :rolleyes: Osmanlının türklüğünden şüphe duymak için Türk olmamak gerek!Sen türk olmayabilirsin ama elhamdülillah Türküm ben....Ecdadım osmanlıya dayanır ve hamdolsun aslımıda inkar etmiyorum.Osmanlı olmasaydı Türklük mü olurdu :confused:

sandalli
29.09.2009, 21:29
Osmanliyi elestirmek, 600 yil dünyaya türkün ve islamin adaletini dagitan bir ecdadi elestirmek kimin haddine. Avrupada saldiriya ugrayan sehirler, köyler osmanli bayragini surlarina dikerek saldirilardan korunurlardi. Adina bile saygi duyulan bir imparatorluktan bahsederken lütfen daha dikkatli olun.

sandalli
29.09.2009, 21:58
Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!..
- Boğamazsın ki!
- Hiç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticâın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu?


Mehmet Akif Ersoy

cebe
29.09.2009, 22:26
"bahsettiğin devlet Türkün geldiği yer yani osmanlı. Osmanlının türklüğünden şüphe duymak için Türk olmamak gerek!"

1. Türkiye tarih yazıcılığında "Osmanlı İmparatorluğu", dünya tarihinde "Ottoman Empire" yazılıyor. Oysa, dünya tarihinde 580-656 yaşamış olan , yani Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan yaklaşık 720 yıl önce yaşamış olan 4. Halife Osman, doğrudan "Osman" olarak yazılıyor da, niçin Osmanlı Devleti'nin kurucusu ısrarla "Ottoman" olarak kaydediliyor.

2. Türk kökenli Türklerin ( Türk kimliğine giren kripto pislikler Türk değildir) duygular dünyasından gerçekler dünyasına geçmelerine katkıda bulunur diye bu sitede -nacizane-bir iki yazı yazdım, ama kime!

3. Osmanlı kendisinin "Türk" olduğunu hiç söyledi mi? Eğer kaynak gösterirseniz şimdiden teşekkürler.

4. Kendimi -bütün olumsuzluklarına, gerektiğinde can pazarına çıkarmasına karşın- "Türk" olarak görüyorum, Osmanlı'yı da düşman.

Osmanlı olmasaydı Türklük mü olurdu

Türklük Osmanlı'ya karşı varoldu, Osmanlı'nın en çok yatırım yaptığı Balkanlar'da Türk yok gibi. Buna karşın Osmanlı'nın en çok Türk kırımı yaptığı Anadolu'da -özelliklle Kızılırmak-Yeşilırmak arasında Türklük hep varoldu, 19 Mayıs 1919'da başlayan özgürlük savaşı'da bu bölgede örgütlendi.

barikat58
29.09.2009, 22:40
"bahsettiğin devlet Türkün geldiği yer yani osmanlı. Osmanlının türklüğünden şüphe duymak için Türk olmamak gerek!"

1. Türkiye tarih yazıcılığında "Osmanlı İmparatorluğu", dünya tarihinde "Ottoman Empire" yazılıyor. Oysa, dünya tarihinde 580-656 yaşamış olan , yani Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan yaklaşık 720 yıl önce yaşamış olan 4. Halife Osman, doğrudan "Osman" olarak yazılıyor da, niçin Osmanlı Devleti'nin kurucusu ısrarla "Ottoman" olarak kaydediliyor.

2. Türk kökenli Türklerin ( Türk kimliğine giren kripto pislikler Türk değildir) duygular dünyasından gerçekler dünyasına geçmelerine katkıda bulunur diye bu sitede -nacizane-bir iki yazı yazdım, ama kime!

3. Osmanlı kendisinin "Türk" olduğunu hiç söyledi mi? Eğer kaynak gösterirseniz şimdiden teşekkürler.

4. Kendimi -bütün olumsuzluklarına, gerektiğinde can pazarına çıkarmasına karşın- "Türk" olarak görüyorum, Osmanlı'yı da düşman.

Osmanlı olmasaydı Türklük mü olurdu

Türklük Osmanlı'ya karşı varoldu, Osmanlı'nın en çok yatırım yaptığı Balkanlar'da Türk yok gibi. Buna karşın Osmanlı'nın en çok Türk kırımı yaptığı Anadolu'da -özelliklle Kızılırmak-Yeşilırmak arasında Türklük hep varoldu, 19 Mayıs 1919'da başlayan özgürlük savaşı'da bu bölgede örgütlendi.


Bende diyordum bu pkk kürtleri nasıl kandırıyor :rolleyes: demekki aynı politikayı izliyor.sizi kandırıp osmanlı düşmanı yapanlar=kürtleri kandırıp türk düşmanı yapanlar

cebe
29.09.2009, 22:50
[sizi kandırıp osmanlı düşmanı yapanlar=kürtleri kandırıp türk düşmanı yapanlar

Buna da şükür, "sizi kandırıp Türk düşmanı" yaparlar da diyebilirdiniz.

Sözün kısası, ciddi konular ciddi olarak konuşulur, yazılır. Kaynağa , belgeye dayandırılmayan iddialar "fasarya"dır. Yazdığım yazılarda elden geldiği kadar kaynak vermeye çalışıyorum ve dikkat edilirse benim yazılarım özgün yazılar değil, "derleme"dirler. Siz, bana "küfür" etmekten daha çok, verdiğim belgelerdeki iddiaları, küfrederek, hakaret ve tehdit ederek değil, daha sağlam, mümkünse Osmanlı belgelerine dayandırarak çürütmeye çalışın. O zaman, özür dilerim. Yoksa, siz ve yandaşlarınızın yaptığı gibi , en hafif deyimle, "çoculuk heyecanları " olarak değerlendirilir yazdıklarınız.

barikat58
29.09.2009, 23:07
[sizi kandırıp osmanlı düşmanı yapanlar=kürtleri kandırıp türk düşmanı yapanlar

Buna da şükür, "sizi kandırıp Türk düşmanı" yaparlar da diyebilirdiniz.

Sözün kısası, ciddi konular ciddi olarak konuşulur, yazılır. Kaynağa , belgeye dayandırılmayan iddialar "fasarya"dır. Yazdığım yazılarda elden geldiği kadar kaynak vermeye çalışıyorum ve dikkat edilirse benim yazılarım özgün yazılar değil, "derleme"dirler. Siz, bana "küfür" etmekten daha çok, verdiğim belgelerdeki iddiaları, küfrederek, hakaret ve tehdit ederek değil, daha sağlam, mümkünse Osmanlı belgelerine dayandırarak çürütmeye çalışın. O zaman, özür dilerim. Yoksa, siz ve yandaşlarınızın yaptığı gibi , en hafif deyimle, "çoculuk heyecanları " olarak değerlendirilir yazdıklarınız.

Sağdan soldan kendi görüşünüzü sağlamlaştıran destekleyen kaynakları toplayarak bir şey elde edemezsiniz...şiracının şahidi bozacı olur oda dediginiz gibi cocukca bi şey ;)

cebe
29.09.2009, 23:20
"Sağdan soldan kendi görüşünüzü sağlamlaştıran destekleyen kaynakları toplayarak bir şey elde edemezsiniz..."

Ülke parçalanma sürecini yaşıyor,ardından Alevi-Sünni demeden -tıpkı Balkan halklarının saflatırma oprasyonları gibi- Türk temizliği gelecek.

Başkalarının bize bellettiği değerler, Türklerin kendi değerleri değil. İnançlarımızı ne başkasına zorla kabul ettirelim, ne de hor görmeyelim.

Son söz: inanç temelinde değil, etnik temelde yakınlaşmaya çalışalım derim.

İyi geceler diliyorum.

barikat58
29.09.2009, 23:23
"Sağdan soldan kendi görüşünüzü sağlamlaştıran destekleyen kaynakları toplayarak bir şey elde edemezsiniz..."

Ülke parçalanma sürecini yaşıyor,ardından Alevi-Sünni demeden -tıpkı Balkan halklarının saflatırma oprasyonları gibi- Türk temizliği gelecek.

Başkalarının bize bellettiği değerler, Türklerin kendi değerleri değil. İnançlarımızı ne başkasına zorla kabul ettirelim, ne de hor görmeyelim.

Son söz: inanç temelinde değil, etnik temelde yakınlaşmaya çalışalım derim.

İyi geceler diliyorum.


Çok sevdiğim bir söz var Hz osman (r.a)a ait!!!Çok kullanırım çünkü kullanmam gereken yer çok oluyor....

"İnandığınız gibi yaşamazsanız gün gelir yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız"

madımak_58
29.09.2009, 23:57
Sağdan soldan kendi görüşünüzü sağlamlaştıran destekleyen kaynakları toplayarak bir şey elde edemezsiniz...şiracının şahidi bozacı olur oda dediginiz gibi cocukca bi şey ;)

=

Yaşayan en büyük tarihçimizden duydum ben bu sözü.tarihini tam hatırlamıyorum ama doğudaki bir ilimize doğru seyehat ederken ali fuat cebesoy ile arasında geçen bir konuşmadan alıntıdır bu söz!
bu tarihçimizin isminide lütfen istemeyin.(bulunduğu konumdan dolayı ismini vermiyorum)

gibi birşey oluyor herhalde...
Ortaya atılmış bir söz var ancak bunu ben kesinlikle ve kesinlikle hiç bir yerde okumamıştım.Kaynak istedim,yazılı bir kaynak alamadım.Keşke şurada birşey konuşulurken gerçekten elle tutulur bir kaynaktan yardım alınarak konuşulabilse.O zaman eminim tartışmalar daha seviyeli olacaktır...


Hiç bir yorum yapmaksızın Sayın cebe'nin yorumuyla bitiriyorum mesajı tekrar.

[sizi kandırıp osmanlı düşmanı yapanlar=kürtleri kandırıp türk düşmanı yapanlar

Buna da şükür, "sizi kandırıp Türk düşmanı" yaparlar da diyebilirdiniz.

Sözün kısası, ciddi konular ciddi olarak konuşulur, yazılır. Kaynağa , belgeye dayandırılmayan iddialar "fasarya"dır. Yazdığım yazılarda elden geldiği kadar kaynak vermeye çalışıyorum ve dikkat edilirse benim yazılarım özgün yazılar değil, "derleme"dirler. Siz, bana "küfür" etmekten daha çok, verdiğim belgelerdeki iddiaları, küfrederek, hakaret ve tehdit ederek değil, daha sağlam, mümkünse Osmanlı belgelerine dayandırarak çürütmeye çalışın. O zaman, özür dilerim. Yoksa, siz ve yandaşlarınızın yaptığı gibi , en hafif deyimle, "çoculuk heyecanları " olarak değerlendirilir yazdıklarınız.

;)

Abdurrahman 58
30.09.2009, 13:37
BU YAZI OSMANLIYI HAYASIZCA ELEŞTRENLERE !
YÜZYILLARCA İSLAMIN BAYRAKTARLIĞINI YAPMIŞ OSMANLIYA ÇAMUR ATMAK HANGİ İTİN HADDİNE !

Bugün Ecdadımın Osmanlılar olduğu aklıma gelince bir kere daha gurur duydum.,
Öyle bir İmparatorluk ki yüzyıllardır İslamın bayraktarlığını yapmıştır,
Öyle bir İmparatorluk ki yüzyıllardır İslam için, İslamı yaymak için, Allah’a davet için savaşmıştır,

Uluslararası diplamasi ve uluslararası denge dinlememiştir,
Bu yüzden değil midir, Osmanlının torunları olduğumuz için değil midir nerede bir müslüman eziyet görse elimizin kolumuzun bağlı olduğunu görünce kahroluyoruz.

Düşünün bir kere Bosna ‘da kıyım olduğu zaman Osmanlı hayatta olsa Sırplara napardı acaba! Birleşmiş Milletler kararını dinler miydi! Uluslararası dengeleri korumak için diplomasi yapar mıydı! Avrupa birliği kınasa cevap verir miydi! Rus Ayıları Osmanlının Bosna’ya müdahalesine karşı ültimatom verse acaba korkar mıydı!Ya da Osmanlı hayattayken buna cüret edebilirler miydi!
Bu soruların cevabından dolayı Osmanlıyı seviyorum. Allah’a inanan ve güvenenler asla korkmazlar!

Çünkü bizim için savaş sebebi olarak müslümanlara ve mazlumlara eziyet edilmesi yeterlidir.
Öyle bir İmparartorluk ki yüzyıllarca kafirlere diz çöktürmüş, Allah için savaşmanın gururuyla başı dik yürümüştür.

Öyle bir İmparatorluk ki hiç bir zaman aşağılık kompleksi hissetmeden, hiçbir silahtan korkmadan özgüvenle yüreyebilmiştir.

Allah, her zaman verdiği sözü tutmuş, kendi yolunda elinde “La ilahe illallah” bayrağıyla yürüyenleri daima yüceltmiş, cihana efendi kılmıştır.
Allah’ın Bir neferi olarak İslam bayrağıyla yürümek, İslamı tebliğ etmek kadar daha güzel bir şey var mıdır!

İslam değil midir insana onurunu geri veren
İslam değil midir tüm insanlığı kurtarma iddiasında olan
İslam değil midir kula kulluğu reddederek gerçek özgürlüğü vadeden

Şimdi Amerika’nın çıkıp özgürlük için savaştığını söylemesi ne kadar acı!Halbu ki bu şeref sadece Müslümanlara ait değil midir?

Osmanlı’yı bir de sonuna kadar eleştirenler var

Onlara diyorum ki Avrupa Birliğine girmek öyle Maastricht kiriterleriyle falan olmaz, Avrupaya Osmanlının girdiği gibi girsinler de bir göreyim

Onlara diyorum ki, siz her zaman aşağılık kompleksiyle İngilizce bilememekten kahrolurken hiç bir zaman kafir Avrupa’ya üstünlük hissederek bakamayacaksınız. Sizin başınız hiç bir zaman yukarıda olamayacak

Kuran diyor ki, “inanıyorsanız üstünsünüz”

Öyle bir zaman hayal ediyorum ki,
Müslüman askerler Irak’a girerek oradaki mazlumları ve ezilmişleri kurtarsınlar ve Amerikan askerlerinin yüzüne tükürerek “Müslümanlar varken siz asla insanları özgürleştirme iddiasında bulunamazsınız, haddinizi bilin!” deyip İslam bayrağını göndere çeksinler,

Öyle bir zaman hayal ediyorum ki,
Dünya hayretler içinde “Bunlar neyine güveniyor” derken Müslüman askerler Balkanlara girerek müslüman kardeşlerini kurtarsın, onlar “yine kim işgale geldi” diye düşünürken İslam sancağını görerek evlerinden koşsunlar, mutluluktan ağlayarak kardeşlerini kucaklasınlar.

Öyle bir zaman hayal ediyorum ki,
Nerede bir mazlum ezilse, bir gün Müslümanların oralara gelip onları kurtaracağını umut etsin,

Allah her zaman sözünü tutmuştur, O’na kim güvenirse, kim inanırsa cihana efendi olur, kafirlere önünde diz çöktürür. Müslümanlar daima üstündür!
Ve Müslümanların üstün olduğunu Osmanlı’dan kim daha iyi kanıtlamıştır!

Ey şanlı ordu,ey şanlı asker
Haydi gazanfer, umman-ı safter
Bir elde kalkan, bir elde hançer
Serhadde doğru ey şanlı asker.

Deryada olsa herşey muzaffer
Dillerde tekbir, Allahü ekber

Allahü ekber, Allahü ekber
Ordumuz olsun daim muzaffer.

barikat58
30.09.2009, 16:07
Alevi-Sünni arasındaki münaferet ‘Alevi kıyımı’ hadisesinin doğru anlaşılmasıyla ortadan kalkar


Alevilerin muhalif bir ideolojik kimlik kazanmalarında milat nedir?

Eğer Türkiye tarihindeki Alevîliği kastediyorsanız, Osmanlı-Safevî mücadelesinin başladığı 1500’lü yıllar tam anlamıyla bir milát sayılabilir.

16. yy’da ‘öteki’ oldular

Çünkü aslında iki devlet arasındaki siyasal rekabetin sonucu olan bu mücadele, her iki tarafın birbirini kendi kamuoyları önünde meşrulaştırmak için başvurdukları dinî söylemle, yani birbirini ‘ráfızî’ (din dışı) ilan etmeleriyle Osmanlı topraklarındaki Alevîler tam anlamıyla muhalif bir kimliğin temsilcileri olarak Türkiye tarihinde yerlerini aldılar. Oysa ondan önce Osmanlı devletinin, yerleşik hayata geçirerek vergiye tabi kılma konusundaki baskılarının dışında Alevî -yahut o zaman ki adıyla Kızılbaş- dediğimiz toplumla, inançlarından kaynaklanan bir sürtüşmesi olmadı. Osmanlı merkezî yönetimi, kendine karşı herhangi bir tehlike, bir ayaklanma söz konusu olmadığı sürece hiçbir inanç kesiminin inançlarıyla ilgilenmemiştir.

Bu yüzden bu kesimlerin Safevî devletiyle bağlantısı Osmanlı merkezî yönetimini çok tedirgin etmekteydi. Nitekim Şah İsmail devleti kurarken İran’da tam anlamıyla bir ‘Sünnîliği tasfiye’ faaliyetine girişmişti.

İşte Şiî Safevî propagandası kırsal kesimde çok etkili olduğu için Osmanlı yönetimini fazlaca tedirgin etmiş ve savunma psikolojisi içinde, şiddetli tedbirlerle bunun etkilerini savuşturmaya çalışmıştı. Bunun sonucu Alevîler Ráfızî (İslam dışı) ilan edildiler. Yani bugünkü yaygın deyimle ‘öteki’ oldular.

l Bu, dini değil siyasi bir tavır, öyle değil mi?

Elbette. Dinî içerikli görünmekle beraber aslında tamamen siyasi bir ilándır. İşte Alevîler devlet tarafından böyle karşılanıyordu. Sırası gelmişken hem bazı Sünnîlerin hem de Alevîlerin yanlış bildikleri bir meseleyi de açıklığa kavuşturmak gerektiğine işaret etmek isterim: ‘Alevî katliamı’ veya ‘Alevî kıyımı’ dedikleri şey, aslında Osmanlı devletine karşı fiilen Safevî devleti taraftarı olarak karşı çıkan, isyan eden veya Safevîler için çalışan Alevîlerin tabi tutulduğu bir katliam olayıdır.

Yoksa Osmanlı merkezî iktidarı 16. yüzyıl Avrupa’sındaki din savaşlarında Katoliklerle Protestanlar arasında cereyan eden karşılıklı katliamlarda olduğu gibi, Alevî köylerine veya boylarına karşı sistemli bir katliam yapmamıştır. Başbakanlık arşivindeki Mühimme kayıtları dediğimiz belge kayıtları bunu açıkça ortaya koyuyor. Belki bugün Alevîlerle Sünnîler arasındaki münafereti ortadan kaldıracak olan en önemli hususlardan birinin, bu meseleyi açıklığa kavuşturmak olduğunu unutmamalıyız derim.

Marksist Alevilik

l Aleviliğin uluslararası bir konu haline gelmesinde ve zaman zaman Türkiye’nin karşısına bir zorluk olarak çıkartılmasında nasıl bir politik süreç işledi? Avrupa’daki Alevilerin daha sert tutumlu olmalarıyla bu sürecin ilişkisi var mı?

Bu sürecin işlemesine bir bakıma Avrupa’daki geleneksel Alevîlik çizgisinin dışındaki Alevîler katkıda bulundular diyebilirim. Fransa, Almanya ve Hollanda gibi, Alevî vatandaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı bu ülkeler, Alevîleri ‘ayrı bir dinin mensupları’ olarak düşündükleri için azınlık statüsünde değerlendiriyorlar.

Orada yaşayan sözünü ettiğim Alevî kesimleri de onların bu düşüncelerini destekleyecek tutumlar içinde ve o yolda taleplerde bulunuyorlar. Oysa Türkiye’de ve Avrupa’da yaşayan geleneksel Alevîliğe bağlı, yani kendini ‘Müslüman’ olarak tanımlayan Alevîler, biliyorsunuz, buna şiddetle karşı çıktılar. Buna rağmen Avrupa Birliği tutumunu bildiğim kadarıyla değiştirmedi. Katolik kilisesi’nin de bu meseleyle yakından ilgilendiği bilinmeyen bir şey değil. Fakat bütün Alevîleri aynı şekilde düşünüyor gibi bir değerlendirme haksızlık olur bence.

Sünniler de değişiyor

l Alevilik dini bir muhtevadan çok Marksist-ideolojik bir söylemle kendini anlatıyor. Neden?

Kendini ‘Müslüman’ kimliğiyle tanımlayan Alevîlerin, kendilerini ideolojik bir muhteva ile tanımladıklarını söyleyemem. Tersine onlar buna karşıdırlar ve ısrarla, kendilerinin ‘İslam’ın içinde’ olduklarını her vesileyle ifade ederler. Ama 1960’lar sonrası, o dönemin genç Alevîleri, Marksizmi benimseyince, ister istemez kendilerini Marksist söylemle tanımlamaya başladılar, bugün de bunlar mevcuttur, Avrupa’da ve Türkiye’de dernekleri, federasyonları var. Bunlardan bazıları ise 1990’larda yeniden geleneksel Alevîliğe döndüler. Bu simaların hem Alevîler, hem Sünnîler için önemli bir kazanç olduğunu düşünüyorum.

l Bugün, Aleviliğin yeniden yapılanması diye bir olgudan söz edebilir miyiz?

Ben de tam bunu söyleyecektim. Alevîlik, pardon, yalnız Alevîlik mi, Sünnîlik de, üstelik yalnız Türkiye Sünnîliği değil, İslam dünyası genelinde Sünnîlik de görebildiğim kadarıyla yeniden yapılanma sürecini yaşıyor. Aslında her alanda süratle değişen dünyada bundan daha tabii bir şey olamazdı. Bence dinler de, bu arada bütün yorumlarıyla İslam dini mensupları da, alabildiğince çeşitlenen, kompleksleşen yeni problemler, yeni hayat tarzları, yeni zihniyetler karşısında dayanabilmek ve varlığını sürdürebilmek için bazı alanlarda, özellikle artık iyice iç içe geçen ferdî, toplumlar ve uluslararası ilişkilerde, kendine çeki düzen verme, yeni sorunlara yeni çözümler arama yolunda yeniden yapılanma sürecine girmek zorunda idiler ve öyle de oluyor. Bu karşı konulmaz bir sosyolojik olgudur.

l Alevilik ve Alevilerle ilgili halihazırda bir toplumsal mühendislik çalışması yürütülüyor mu?

Bunu bilemem, belki! Dışarıda ve içeride bunu yapmak isteyen veya yapmakta olanlar bazı çevreler herhalde vardır. 1980’lerden beri yaşadığımız sürece bakılırsa, olmamasına şaşmak lazım.

l Aleviliğin teolojik kaynaklarının pek de olmadığı, kaynak diye varılan yerde ele geçenlerin mitolojik malzemeler olduğu tezi doğru mu?

Kısmen doğru, kısmen yanlış. Doğru, çünkü bu kaynakların çoğu menákıbnáme veya veláyetnáme dediğimiz türden. Yani eskiden yaşamış Alevî ve Bektaşî evliyasının kerametlerle karışık hayat hikáyelerini, menkıbelerini, düşünce ve inançlarını anlatan nesir halinde veya nesir-nazım karışık eserlerdir.

İkinci büyük kaynak grubu ki bence asıl Alevîliğin ve Bektaşîliğin teolojisinin temel kaynakları, erkánámeler ve benzerlerinden ziyade, Alevî ve Bektaşî nefesleridir. Bunlar mitolojik unsurlarla karışık olmakla beraber, fevkalade önemli, nefis tasavvufî metinlerdir. Asıl yayımlanması gerekenler bu kaynak grubudur. Fakat bunlar sadece mitolojik metinler değil aynı zamanda önemli dinî metinlerdir.l Neden Sünnî veya Şiî teoloji kaynakları gibi, rasyonel, sistematize kaynaklar yok? (Alevilerde)

Bence bunun iki sebebi var. Birincisi, Alevî toplumunun yakın zamanlara kadar çoğunlukla kırsal kesime mensup olması, yazılı kültürden ziyade şifahî kültür geleneğini yaşatmasıdır. Bu geleneği tarihin içinden bu güne kadar getirip yaşatanlar ise, bildiğiniz gibi çoğu aynı zamanda şair, ozan olan dedelerdir ki bunlar içinden Osmanlı dönemi boyunca Viranî gibi, Pir Sultan Abdal gibi çok ünlü simalar yetişmiştir. Bildiğiniz gibi Pir Sultan Abdal’ın nefesleri Osmanlı döneminde Sünnî tarikatların tekkelerinde de okunuyordu. İkincisi, malûm sebeplerle ve özellikle Osmanlı toplumunda bir dönemden itibaren sürekli takibat ve denetim altında, kapalı bir toplum olarak yaşamak durumunda kalmaları ve Şiîlikte olduğu gibi kendi eğitim müesseselerini kurup álimlerini yetiştirme imkánına sahip olamamalarıdır.

Yazılı kültür zayıf

l Şifahi kültürden yazılı kültüre geçişte bir yol kat edildi mi peki?

Belli bir yol kat edildi. Aslında bu yol yaklaşık 17. yüzyıldan itibaren kat edilmeye başlamıştı. Elimizde bulunan gerek menákıbnámeler, gerek nefesler, gerekse Alevî ve Bektaşi şáirlerinin kişisel divanları olsun, yazma nüshalarının birkaç istisnanın dışında, 17. yüzyıldan daha eskiye gitmemekte olmasıdır.

Bu, bir bakıma yazılı kültüre bu asırdan itibaren geçilmeye başlandığını gösterir. Sebebini ben, bu yüzyılda artık 16. yüzyılda olduğu gibi Osmanlı merkezî yönetiminin Safevî tehlikesinden o kadar endişe etmemesine, dolayısıyla denetim ve takibatı tavsatmasına bağlıyorum.

Eğer 16. yüzyıldaki gibi şedit bir politika izlenmiş olsaydı, mühimme kayıtlarının gösterdiği gibi ve onların ifadesiyle ‘Rafızî kitaplar’ toplatılıp yakılırdı. Yalnız bu ‘Rafızî kitaplar’ın Anadolu’da değil, İran’da yazılıp buraya gizlice sokulduğunu söylemek lazım. Biz bu devirde Anadolu’da yazılmış -bir tek Hacı Bektaş Veláyetnámesi hariç- bir kitap bilmiyoruz. Tabii en azından şimdilik. İleride çıkar mı, bilemem. Ama 16. yüzyılda devletin çok sıkı takibat ve cezalandırma politikasının yarattığı korku ortamında da, farz-ı muhal, Alevî toplum içinde yazılı kültür gelişmiş olsa bile yazılı metinler üretmek herhalde mümkün olamazdı.

Bugünse artık Alevî ve Bektaşi toplumu hem yeni kitaplar yayımlamakta, hem eski metinleri -ne yazık ki ticarî gayelerle olsa gerek- itinasız ve baştan savma bir şekilde yayımlamaktadırlar.


Atatürk’ün Hazreti Ali olduğunu düşünenler var


Atatürk’ün Hz. Ali’nin halefi olarak görüldüğü şeklinde bir tespitiniz var. Nasıl oluyor da teolojik bir arayış seküler bir varılıyor?

Laikliğin bazı Alevî aydınlarınca ádeta bir teoloji gibi algılandığını yazmıştım, bu farklı bir şey. Benim söylediğim, aslında, Cumhuriyet’in kurucusu ve yegáne sahibi imiş gibi davranan bazı kesimler nezdinde Alevîliğin kendini meşrulaştırmak ve böylece Sünnî kesimlere göre bir üst kademeye yerleşmek ve bu maksatla da laikliğin teminatı oldukları imajını yaratabilmek amacına bir telmih idi. Atatürk’ün Hz. Ali’nin modern çağda yaşayan halefi olarak görüldüğünü söylediğim konusuna gelince, halefi olarak değil, bizzat kendisi olarak yorumlandığını söylemiştim. Bu bizzat benim bir düşüncem değil, bir gerçek olgunun ifadesidir. Bunun nasıl böyle görüldüğünü anlamak için, geleneksel ve tarihsel Alevîliğin temel inançlarından olan hulûl (enkarnasyon, Tanrı’nın insan bedeninde görünmesi) ve tenásüh (reenkarnasyon, ölen bir kişinin ruhunun başka bir zaman ve mekánda başka bir bedende yeniden yaşaması) inançlarına ve bunların Alevî teolojisindeki yerlerine áşina olmak icap eder.


Aleviler Hz. Ali’yi teolojik bir figür olarak görürler


Sünnî kesimin ve özellikle bu meseleyi halletmeye soyunanların artık, Alevîliğin sadece Hz. Ali’yi sevmek kadar basit olmadığını, yahut Alevîlerle Sünnîler arasındaki yegáne farkın Hz. Ali’yi fazlaca sevmekten ibaret olmadığını anlamaları gerekir.


Sünniler de Kerbelá olayına hassasiyet gösterirler. Bu, neden bir ortak payda olarak görülemiyor? Neden Hz. Ali, Sünni ve Alevileri yakınlaştıracak, en azından iki kesimi karşılıklı olarak yumuşatacak bir figür olarak işlenemiyor, işlenmiyor?

Kerbelá olayına karşı gösterilen hassasiyetin taraflar arasında çok farklı bir mahiyet arzettiğini bilmek lazım. İkisi aynı zihniyetten veya algılayıştan kaynaklanmıyor. Sünnilerin hassasiyeti, Peygamber’in çok sevdiği torununun uğradığı bir zulüm, kanlı, menfur bir cinayetle sonuçlanan bir haksızlığa karşı duyulan tepkiden geliyor. Sonuçta Peygamber’e karşı yapılan bir haksızlık ve hatta saygısızlık olarak görülür ve tabii ki büyük üzüntü kaynağıdır. Oysa Alevilikte bu facia bir teoloji yaratmıştır ve tarih boyunca Aleviliğe vücut veren temellerinden biridir. Aynı zamanda da Aleviliğin çok önemli ritüellerinden biridir. Bu algılayış ve yaklaşım farkına rağmen Kerbelá olayı belki iki kesimin ortak noktalarından biri olarak algılanabilir, belirttiğim farkı anlamak kaydıyla tabii.

Peki ya Hz. Ali... Sünni ve Alevilerin Hz. Ali’ye bakışları...

Hz. Ali konusunda ise iki kesim arasında çok daha derin bir fark vardır. Şu kadarını söyleyeyim ki, Hz. Ali, Sünni kesim için Peygamber’in amcaoğlu ve ilk Müslümanlardan olmasının ötesinde, Hayber kahramanı ve dördüncü halife olarak en büyük İslam şahsiyetlerinden biridir. Fakat Sünniler için bir teoloji konusu değildir. Oysa Alevilik için Hz. Ali, en temel teolojik unsurdur, teolojisinin merkezindeki şahsiyettir. Dolayısıyla Sünnilerin Hz. Ali’si etiyle kemiğiyle tarihte yaşamış ve vefat etmiş bir insandır, ama Alevilerin Hz. Ali’si bundan çok daha fazla bir şeydir. Bence en önemlisi de, Sünni kesimin ve özellikle bu meseleyi halletmeye soyunanların artık, Aleviliğin sadece Hz. Ali’yi -üstelik hangi Hz. Ali’yi? Sünnilerin benimsediği, tarihte yaşamış olanı mı, yoksa Alevi toplumunun tarihin içinden bugünlere taşıdığı kendi inanç dünyalarındaki Hz. Ali’lerini mi?- sevmek kadar basit olmadığını, yahut Alevilerle Sünniler arasındaki yegáne farkın Hz. Ali’yi fazlaca sevmekten ibaret olmadığını anlamaları gerekir.

‘Ali’siz Alevilik’ tezi...

Zaten bu yüzden ‘Ali’siz Alevilik’ tezi çok haklı olarak Alevilerden tepki gördü. İki kesimi karşılıklı olarak yumuşatacak bir figür olarak işlenmemesi, hatta işlenemiyor olması bence bu yüzdendir. Ama Sünnilerin bir türlü anlamaya yanaşmadığı temel fark da buradan kaynaklanıyor. Ben bu konuda belki faydalı olur düşüncesiyle, editörlüğünü bizzat yaptığım, İngilizce ve Türkçe olarak iki versiyon halinde yayımlanan, çeşitli İslami inanç kesimlerinde Hz. Ali’nin nasıl algılandığını anlatan bir kitabı salık vermek isterim. ‘Tarihten Teolojiye: İslam İnançlarında Hz. Ali’

Dedelik müessesesi Alevi kimliğini taşıyan en önemli unsur. Bugünkü haliyle dedelik müessesesinin etkinliği ne düzeyde? Dedelik kurumunun yeniden inşası gibi bir çabaları var mı?

Gözlemleyebildiğim kadarıyla dedelik müessesesi, 1960’lar sonrası dönemde Marksist olan kesim içinde kaybettiği itibarını yalnız köylerde değil, şehirlerde de, özellikle cemevlerinin yaygınlaşmasına paralel olarak yeniden kazanmakta. Eskinin okuma, eğitim alma imkánlarından yoksun dedeleri, yerlerini yavaş yavaş eğitim almış, hatta belli bir alanda uzmanlaşmış dedelere bırakıyorlar. Bu çerçevede dedelik müessesesi zaten kendini yeniden inşa ediyor, etmek zorunda. Biliyorsunuz, sayıları az da olsa, günümüzde ilahiyat fakültelerinde Sünni teoloji eğitimi almış dedeler de var.

Alevi okur-yazar gençlerin kimlik konusunda referansları neler? Dedeler ve Alevi ritüelleri yeterli geliyor mu?

Okur-yazar Alevi gençlerinin kimlik konusundaki referansları da geleneksel kültür ister istemez. Çünkü Aleviliğe karakteristiğini kazandıran odur. Onu yok sayar, yerine başka şeyler koyarsanız, Aleviliği ortadan kaldırmış olursunuz. Ama okur yazar gençler o kültürü, edindikleri eğitimin süzgecinden geçirerek yeniden yorumlama çabası içindeler. Alevi öğrencilerimle zaman zaman bu konuları tartışıyoruz. Alevi ritüelleri bazılarına yeterli gelmeyebiliyor


Prof.Dr.Ahmet Yaşar OCAK

barikat58
30.09.2009, 16:11
Bir iddiaya göre Yavuz Sultan Selim'in talimatıyla Anadolu'da 40.000 alevi öldürülmüştür.
Bu görüşe katılmayan bazı akademisyenler bu sayının gerçeklikten uzak olduğuna inanır. TarihçiMustafa Akdağ, "Yavuz Sultan Selim'in o zaman,Kızılbaş mezhepli 40.000 kişi öldürttüğü hakkında tarihlere geçmiş bir rivayet vardır… Ancak, biz bunu pek şişirilmiş bir sayı bulmaktayız. Çünkü, bu Padişah devrine ait pek çok mahkeme defterleri hâlâ elimizdedir. Bunlar üzerinde yaptığımız araştırmalarda, bu çapta kitle idamlarına rastlayamadık. Eğer öyle kanlı bir olay geçseydi, bu defterlerde yer alması zorunlu idi." diyerek bu iddiaların gerçekçi olmadığını ifade etmektedir....
Sayıyı abartılı bulan bir diğer tarihçi Robert Mantran ise şöyle ifade ediyor, "Göründüğü kadarıyla, bu "büyücü avı", özellikle olaylara bulaşan tımar sahiplerini yerlerinden atmak ve bilinen elebaşıları öldürmekten ibaret kaldı.1513 ya da 1514 'te olan 40.000 sapkının kırılması efsanesinin destekleyen hiçbir kanıt yok elimizde; sayılar karşısında doğulu baş dönmesiyle alabildiğine damgalı görünüyor bu."

barikat58
30.09.2009, 16:26
BİR KIZIL ŞAİASI BİR TARİHİ KARALAMA MODASI
Osmanlı İmparatorluğu tarih ilmi dediğimiz o millli hafızada şanla şerefle ihtişamla dünyaya verdiği nizamla hatıra gelirken bir yandanda Halil İnalcık hocamızın ifadeleriyle Osmanlı imparatorluğu çeşitli nifak tohumlarının ortaya attığı iddialarla tahribata uğramakta ve o milli hafıza yanıltılmaya çalışılmaktadır.
Biliyorsunuz ki Osmanlı İmparatorluğunda büyük tartışma konularından biride Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail münasebetleridir.Tarihimizde husule gelen bu hadise o kadar dikkatleri celbetmiştirki Yavuzla Şah İsmail arasında temsili hikayeler uydurulmakta birbirleri arasındaki mektuplaşmaları ve birbirleri ile istihzaları bugün herkes tarafından dillendirilmektedir.
Ancak Şah İsmail Ve Yavuz Sultan selim arasındaki ilişkiler bu sınırda kalmamıştır.Ardından gelişen olaylar Türkiye'de kendilerine etnik kimlik ve mezhep siyaseti yürütmeyi görev biçenler tarafındanda istismar edilmektedir.Her konuda olduğu gibi bu gibi nifak çevreleri her türlü bilgi kirliliğini yaymakta geçrekte olmayıpta kendi uydurdukları hadiseleri bu konuyla irtibatlandırmakta ve yaptıkları her türlü tahribatla Osmanlı İmparatorluğu'nu şii düşmanı türkmen düşmanı şeklinde ortaya koymaktadırlar.
Bu gibi nifak çevrelerinin ortaya attığı iddialar duyguları samimi olan alevi vatandaşlarımız tarafındanda hakikat olarak telakki edilmekte ve bu sebepelde osmanlı ve tarih hususunda menfii bir tavır göstermektedirler.böyle bir yanıltıya sebep olan çevreler bugün ülkücü camiaya yönelik ve mukaddessiyatçı cepheye karşı aynı iftira ve karalamalarla saldırmaktadırlar.tarihi ve günümüzü böylesine bir kargaşaya sürükleyen çevreleri en başta inançları samimi olan alevi vatandaşlarımız olmak üzere kimse itibar etmemelidir.

Osmanlı devleti 2.bayezıd'ın son dönemlerinde belli bir kudret ve hakimiyet sahası altında dünyaya nizam vermekte ve devletin başı 2.bayezıdın velilik hüviyetiyle dünya dahada sağlam bir barış temeline oturmakta idi.işte böyle bir huzur ve sükunet ortamında irandaki şii hareketler iktidara gelmiş ve şah ismail liderliğindeki türk saltanatı emperyalist bir gaye ve idealle dünyadaki nizamı bozma gibi bir idealin peşine düşmüştü.ideolojik ve mezhepçi bir şekilde iranda hakimiyeti sağlayan şah ismail iran sunnilerini katletmekte ve İslam güneşlerinden biris olan İmam_ı Azam Ebu hanefi'nin mezarını yıkarak beslediği kin ve nefretide herkese ispatlamıştı.Ve böyle zalimane tavırlar içerisinde bulunan şah ismail osmanlı anadolusundaki alevi türkmenlerede nüfuz etmekte ve kendi hakimiyeti dahilinde olan irandaki huzursuzluk ve nizamsızlığı osmanlı devlet torpaklarına da taşımakta idi.Osmanlı alperneleri batıya islam mügrü kurmak gayesiyle balkan ovalarında at koşturmakta iken şah ismail ve emperyalist anlayışıda anadoludaki nizamı sarsmakta idi.
İşte bu şartlarda Osmanlı hakimiyeti el değiştirmiş ve 2.bayezıt veli'nin hakimiyet mührünü oğlu Yavuz Sultan Selim devralmıştı.Yavuz sultan selim trabzon sancakbeyliği esnasında doğudan gelen bu tehlikenin farkına varmış ve islama karşı derin bir taassubla hareket eden islam yıldızlarının dahi mezarını yıkmak küstahlığına düşen insanların inançlarına nüfuz etmek isteyen şah ismail gibi bir zalimi büyümeden engelleme teşebbüsüne geçmek istiyordu.yavuz sultan selim işte bu inançla çaldıran ve ridaniyede şah ismail ordularını mağlup etmiş ve haremini dahi bırakıp kaçan şah ismail içinde artık yeni bir takibi şartlar neticesinde uygun görmemişti.
işte bu şartlar içerisinde neticelenen savaş esnasında yavuz sultan selimin 38.000türkmeni katlettiğine dair iddialar ortaya atılmaktadır.o dönemdeki alevi türkmen aşiretlerinini bir çoğunun şah ismail ve propagandasının tesiri altında olması bir geçrektir.ancak yavuz sultan selim bahsedildiği gibi 38.000 gibi büyük bir alevi kitlesini katletmemiştir.1924 yılı nüfus sayımlarında istanbul ile birlikte türkiye'nin toplam nüfusu 14 milyondur.20.asırda on dört milyonluk ve nüfusa sahip olan anadolunun 15.yüzyıl başlarında anadolu nüfusunu ancak bir milyonla açıklayabiliriz.YAVUZ SULTAN SELİMİN ÇALDIRAN VE RİDANİYEYE TERTİP ETTİĞİ SEFERLER ESNASINDA 38.000 gibi büyük bir kitleyi bugünkü deyimiyle illeri ilçeleri köyleri beldeleri kaplayacak şekilde nerde bulmuştur nerde katletmiştirYavuzun böyle bir katliam yaptığını iddia etmek köylerin şehirlerin ilkçelerin haritalardan silindiğini iddia etmekle bir olur.Bu olayın gerçeği ise Osmanlı develti şah ismaile yakınlığyıla bilinen alevi türkmen başlarını tutuklamış nizama aykırı davrananalarıda cezalandırmak suretiyle anadoludaki huzuru temin etmiştir.
Osmanlı devleti eski türk devlet geleneğinde olan ve islamın emriylede bağdaşan kendi topraklarına ve huzuruna karşı bir taciz hasebiyle cihadlara atılıyor ve bu şekilde kendisini hakim kılıyordu.Osmanlı Devleti İslam anlayışıyla İlayı Kelimetullah davasına girişiyor ve seferlerini daha çok Avrupa 'ya yönelik yaparak tek dinli tek hükümdarlı bir dünya düzeni hayalini kuruyordu.İşte bu inanç ve töreleriyle devlet felsefesini oluşturan osmanlı devleti artık dünya hakimiyetinin doruk noktalarına çıktığı kanuni döneminde avrupalı sefirlere çok çok alt düzeyde diplomatik kuralar içerisinde görüştüklerne safevi vb. türkmen ve islam hükümdarlarını elçilerine herşeye rağmen sahip oldukları hüviyet dolayısıyla dahada nazik bir biçimde protokol tanzim etme gibi bir davranışıda ihmal etmiyorlardı.

İşte tarihimiz bu türden birçok olayın doğrudan doğruya çarpıtılmasıyla tahribata uğramakta ve uğratılmaktadır.bu gün nifak tohumlarını kendilerine rehber edinenlerin ise bugünün türkiyesinde bölücü ve toplumun değerleriyle uzlaşmaz bireyler olması türkiyeye uygulanan piskolojik operasyonların mahiyetinide göstermektedir

barikat58
30.09.2009, 16:33
TARİHTEN Bİ HABER FİLDİŞİ BAĞNAZLARI HEPSİNİ OKUYUN ÖYLE CEVAP YAZIN AYRIMCILIK ATEŞİYLE YANAN KİŞİLER YAKTIKLARI ATEŞTE KÜL OLACAKLAR.OSMANLI BİR KIYIM YAPMAMIŞ AMA YAPSAYMIŞ HANİ YERİYMİŞ.ALLAH KISMET EDERDE BÖYLE BİR OPERASYON OLUR VE BEN HABERDAR OLURSAM BENİMDE ÇORBADA TUZUM BULUNACAK İNŞAALLAH.........

tarihi bir türlü siyasetten ayrı ele almayı beceremiyoruz. tarih, siyasetin yakasından düşmediği sürece de, kafalarımızdaki savaş ve karanlık devam edecek gibi görünüyor. neden mi söylüyorum bunları?

hatırlarsanız geçen hafta yeni bir ezber bozma girişiminde bulunmuş ve o “küçük fil”imizi tarihin zücaciye dükkânına kasr-ı şirin kapısından salmıştık. demiştik ki, siyasetçilerimiz kasr-ı şirin’den beri iran sınırımızın değişmediğini, hatta iran’la 400 yıldır dost olduğumuzu söylüyorlar, halbuki bu tarihen yanlış bir bilgi.

‘vay efendim sen ne demek istiyorsun?’ ne bush’un yardakçısı olmadığım kaldı, ne iran’a saldırmak için diş bileyen kesime top toplayıcılığı yaptığım.

eğer yazımdan ille de bir siyasî sonuç çıkarılacaksa, bu çürük iddiamız karşısında bush’un eli armut toplamayan ‘tarihçileri’ de kalkıp, ‘bakın, kasr-ı şirin’den bu yana iran’la en az 10 kez savaşmışsınız, sınırlarınızda delinmedik nokta kalmamış, bir kere daha delinse ne lazım gelir?’ deseler ve bizi kendi silahımızla vurmaya kalksalar ne diyeceğiz? bu işleri tarihçilere bırakalım mı?

yıllar önce bakü’de bir müzeyi geziyoruz. adının irade olduğunu öğrendiğimiz hanım rehberimiz şah ismail’in çaldıran savaşını osmanlı topları yüzünden kaybettiğini ağlamaklı bir tonda anlatıyor. besbelli hayranı olduğu şah ismail çaldıran’da bir duvar teşkil eden toplarımızı geçemeyince hiddetinden kılıcıyla topun ağzına öyle bir vurmuş ki, tuncu paramparça etmiş!

burada efsanenin kendisine takılmayın derim. “türk” olduğunu düşündüğümüz azeri kardeşlerimizin bu savaşta şah ismail’in ordusunda saf tutmaları ve yavuz’u saldırgan bir işgalci olarak görmeleriydi beni asıl şaşırtan.

bir de özellikle bazı osmanlı karşıtı kesimlerin dillerine doladıkları ve maalesef ismail hami danişmend gibi ateşli osmanlı yanlısı ‘sünniler’in de şii-alevi husumetlerinden ötürü köpürttükleri ‘yavuz’un 40 bin alevi’yi kestiği’ söylentisi var. ne yalan söyleyeyim, her iki kamp da bu tehlikeli ateşe odun taşımakta fevkalade mahirler. halbuki fethullah gülen hocaefendinin yakınlarda yaptığı ‘mum söndü iftirası’ hakkında sağduyuya çağıran konuşmasını okusalar, bu meseleye nasıl bir denge bilinciyle yaklaşacaklarına dair değerli ipuçlarını yakalayabilirlerdi.

yavuz sultan selim, doğu’da namağlup unvanına sahip şah ismail’in adamlarının tokat’ı ele geçirip kendi adına hutbe okuttuğu, hatta kütahya önlerine kadar geldiği, bursa’yı tehdit ettiği ve rumeli’deki kardeşleriyle buluşmalarına ramak kaldıkları bir ortamda tahta çıkmış buldu kendisini. üstelik de bir osmanlı şehzadesi olan yeğeni murad, şiiliği kabul etmiş ve şah ismail’in yanına kaçmıştı. yani safevi etkisi, bırakın halka yayılmayı, bizzat saraya kadar girmişti.

burada özellikle belirtmek istiyorum ki, yavuz’un birinci sorunu, bir inanç olarak alevilik değil, fransız tarihçi jean-louis bacque-grammont’un akıl dolu deyişiyle, safevi devleti’nin anadolu’daki alevileri ‘beşinci kol’, yani istihbarat unsuru olarak, daha da önemlisi, devleti yıkacak tertipler içine girecek potansiyel bir işbirlikçi güç olarak kullanmaya kalkmasıydı. şah ismail’in gerçek niyetinin osmanlı’yı şiî bir devlete dönüştürerek bir darbede başına geçmek olduğuna ve bu uğurda çalıştığına dair güçlü kanıtlar bulunuyor. nitekim 1511 nisan-temmuz aylarında bursa’dan antalya ve kayseri’ye kadar yayılan, anadolu’nun büyük bölümünün yakılıp yıkılmasına ve 50 bin insanın ölümüne yol açan şahkulu isyanı da gerçek bir ders olmuştur yavuz’a.

anadolu’daki aleviler ya iran’a göç edip şah ismail’in saflarına katılıyor veya muhtemel bir anadolu seferinde ona destek vereceklerine dair işaretler veriyorlardı. osmanlı devleti’nin 1402’de içine yuvarlandığı fetret devri yeniden yaşanacak mıydı? bu soru, 112 yıldır hiç bu kadar sarsıcı olmamıştı.

bunun üzerine yavuz, hem iran’a insan kaynağı sağlayan göçü önlemek, hem de safeviler üzerine düzenleyeceği seferde arkasını sağlama almak için mustafa akdağ’ın deyişiyle, “şah ismail’e bağlılıkları, sadece dinî bir inanç olma çizgisini aşarak, para yardımı, asker olarak gidip ordusuna katılma, kızılbaşlık propagandası yapmak ve şaha casusluk etmek gibi yollarla hizmet ettikleri sabit olanlar hakkında kovuşturma başlattı”. bu kovuşturmanın bir tür fişlemeye dönüştüğünü biliyoruz. tutulan defterlere yukarıdaki eylemlere karışmış 40 bin kızılbaş’ın adının geçirildiğini, bunların tutuklanıp sorguya çekildiklerini biliyoruz. suçlu bulunanlar elbette idam veya hapisle cezalandırılmıştır. ancak bu kovuşturma sonunda ne kadarının idam edildiğini, ne kadarının hapse atıldığını veya sürgüne gönderilip serbest bırakıldığını bilmiyoruz.

işte o 40 bin kişi, bu kovuşturma maksadıyla fişlenen ve yakalanan casuslar, düşmana yardım ve yataklık yapanlar, daha önce şah ismail’in ordusunda savaşmış olanlar, propagandasını yapanlardı. ve hepsinin öldürüldüğüne dair en ufak bir kanıt olmadığını ben değil, yine bacque-grammont söylüyor:

“göründüğü kadarıyla, bu “büyücü avı”, özellikle olaylara bulaşan tımar sahiplerini yerlerinden atmak ve bilinen elebaşıları öldürmekten ibaret kaldı. 1513 ya da 1514’te olan 40.000 sapkının kırılması efsanesinin destekleyen hiçbir kanıt yok elimizde; sayılar karşısında doğulu baş dönmesiyle alabildiğine damgalı görünüyor bu.” (bkz. ed.: robert mantran, osmanlı imparatorluğu tarihi, ı, cem yay. 1995, s. 173)

40 bin aileyi, yani ortalama 200 bin nüfusu ilgilendiren böylesine büyük çaplı bir ‘katliam’ın belgelere de bir şekilde yansıması gerekmiyor muydu? işte alevi kökenli olduğu bilinen tarihçi mustafa akdağ, “yavuz selim’in o zaman, kızılbaş mezhepli 40 bin kişi öldürttüğü hakkında tarihlere geçmiş bir rivayet vardır… ancak, biz bunu pek şişirilmiş bir sayı bulmaktayız. çünkü, bu padişah devrine ait pek çok mahkeme defterleri hâlâ elimizdedir. bunlar üzerinde yaptığımız araştırmalarda, bu çapta kitle idamlarına rastlayamadık. eğer öyle kanlı bir olay geçseydi, bu defterlerde yer alması zorunlu idi.” sözleriyle bu balonu patlatıyor. (türkiye’nin iktisadî ve içtimaî tarihi, 2, tekin yay., 1979, s. 154)

düzeltiyorum: tarih ne çekmişse siyasetten ve efsanelerden çekmiştir.

mustafa armağan

barikat58
30.09.2009, 16:37
OSMANLI TÜRKÜYÜZ ASLIMIZI REDDEDİP ECDADIMIZA İFTİRA ATMIYORUZ ŞÜKRAN LİLLAH.GİDİN SAFSATALARINIZI KIZILBAŞ FORUMLARINDA,ALEVİ FORUMLARINDA YAYIN GİDİN ÇÖPÜNÜZÜ ORALARA DÖKÜN!!!MUHSİN YAZICIOĞLUNUN VEFATI SIRASINDA BİR ÇOK ALEVİ VE KIZILBAŞ SİTEDE NE TÜRLÜ HAKARETLERİN REİSE SAVRULDUGUNA ŞAHİTLİK ETTİM Kİ GALİBA BUNLARDAN BİRİNDE SAYIN MADIMAK YÖNETİCİ!!!!.SİZ O KADAR SEVGİ DOLU SAYGI DOLU İSLAM SEVGİSİ OLAN BİR İNSAN OLSANIZ YÖNETİCİ OLDUGUNUZ BİR SİTEDE BÖYLE KÜSTAHLIKLARA MEYDAN VERMEZDİNİZ.İNSANLARIN SABIRLARINI ÖLÇMEYE ÇALIŞIYORSANIZ SÖYLEYİM SABRIN BELİRLİ BİR SINIRI VAR!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!D AHA FAZLA SAÇMA SAPAN SAFSATALARINIZLA MEYDANLARDA FİNK ATMAYIN ATARSANIZDA ORASI KENDİ ÇÖPLÜĞÜNÜZ OLSUN BURDA SİZİN HOROZUN SESİ KISILIR!!!!!!
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

titizyiğido
30.09.2009, 17:31
"bahsettiğin devlet Türkün geldiği yer yani osmanlı. Osmanlının türklüğünden şüphe duymak için Türk olmamak gerek!"

1. Türkiye tarih yazıcılığında "Osmanlı İmparatorluğu", dünya tarihinde "Ottoman Empire" yazılıyor. Oysa, dünya tarihinde 580-656 yaşamış olan , yani Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan yaklaşık 720 yıl önce yaşamış olan 4. Halife Osman, doğrudan "Osman" olarak yazılıyor da, niçin Osmanlı Devleti'nin kurucusu ısrarla "Ottoman" olarak kaydediliyor.

2. Türk kökenli Türklerin ( Türk kimliğine giren kripto pislikler Türk değildir) duygular dünyasından gerçekler dünyasına geçmelerine katkıda bulunur diye bu sitede -nacizane-bir iki yazı yazdım, ama kime!

3. Osmanlı kendisinin "Türk" olduğunu hiç söyledi mi? Eğer kaynak gösterirseniz şimdiden teşekkürler.

4. Kendimi -bütün olumsuzluklarına, gerektiğinde can pazarına çıkarmasına karşın- "Türk" olarak görüyorum, Osmanlı'yı da düşman.

Osmanlı olmasaydı Türklük mü olurdu

Türklük Osmanlı'ya karşı varoldu, Osmanlı'nın en çok yatırım yaptığı Balkanlar'da Türk yok gibi. Buna karşın Osmanlı'nın en çok Türk kırımı yaptığı Anadolu'da -özelliklle Kızılırmak-Yeşilırmak arasında Türklük hep varoldu, 19 Mayıs 1919'da başlayan özgürlük savaşı'da bu bölgede örgütlendi.

yunanlının birini çağırsan hadi osmanlıya hakaret et iftira et desen iftira etmekte bu kadar ileri gidebilirmiydi bilmiyorum....sen hangi millettensin.....(bak türküm dersen inanmam):)

madımak_58
30.09.2009, 19:10
OSMANLI TÜRKÜYÜZ ASLIMIZI REDDEDİP ECDADIMIZA İFTİRA ATMIYORUZ ŞÜKRAN LİLLAH.GİDİN SAFSATALARINIZI KIZILBAŞ FORUMLARINDA,ALEVİ FORUMLARINDA YAYIN GİDİN ÇÖPÜNÜZÜ ORALARA DÖKÜN!!!MUHSİN YAZICIOĞLUNUN VEFATI SIRASINDA BİR ÇOK ALEVİ VE KIZILBAŞ SİTEDE NE TÜRLÜ HAKARETLERİN REİSE SAVRULDUGUNA ŞAHİTLİK ETTİM Kİ GALİBA BUNLARDAN BİRİNDE SAYIN MADIMAK YÖNETİCİ!!!!.SİZ O KADAR SEVGİ DOLU SAYGI DOLU İSLAM SEVGİSİ OLAN BİR İNSAN OLSANIZ YÖNETİCİ OLDUGUNUZ BİR SİTEDE BÖYLE KÜSTAHLIKLARA MEYDAN VERMEZDİNİZ.İNSANLARIN SABIRLARINI ÖLÇMEYE ÇALIŞIYORSANIZ SÖYLEYİM SABRIN BELİRLİ BİR SINIRI VAR!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!D AHA FAZLA SAÇMA SAPAN SAFSATALARINIZLA MEYDANLARDA FİNK ATMAYIN ATARSANIZDA ORASI KENDİ ÇÖPLÜĞÜNÜZ OLSUN BURDA SİZİN HOROZUN SESİ KISILIR!!!!!!
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]


Vay vay vay,barikat döktürmüş.İçinde ki tüm nefretini kusmuş sağolsun...

İşte böyleeeee,insan bazı şeylerin içinden çıkamayınca,söyleyecek birşey bulamayınca nasıl çirkinleşebiliyor.Neden bu konuda kişisel bir sataşma söz konusu oldu acaba?

Aklıma yeni üye olduğum zamanlarda ki bir olay geldi.Esengül nickli bir üye vardı zamanında.Yine böyle alakasız bir yorumla rezil edilmeye çalışılmıştı bir konuda.Bu bir taktik mi? Ama ben bunu kendi rezilliğim değil,konuyu buraya getiren şahsın rezilliği olarak görüyorum.Pekala siz cevap verin,benim buraya üyeliğim gayet normal.SİVAS'lıyım.Pekala siz o siteye neden üye oldunuz?

Kendi çöplüğünüzde ötün hesabı laflar ne kadar da yakışmış ağzınıza.Benim burada bir saygısızlığımı gören varsa buyrun banlayın!

İnsanları anlamak,güvenmek zor.Neden burada kendi kendimi yıpratıyorsam böyle insanlar yüzünden...

Konu Muhsin Başkanınızsa,sizin olsun.Sizde mücadele etseydiniz o konuda o halde.Benim şu an bu forumda bulunuşum gibi.Kendi dediklerinizi çok çabuk unutmuşsunuz...

Off,sesim kısıldı.Biraz da sonraya kalsın!

Banlanacaksam banlanayım ama bu 2 mesajda mümkünse silinmesin.Teşekkürlerinizi iletin kendisine de görelim kimler gerçekten SEVGİ DOLU SAYGI DOLU İSLAM SEVGİSİ OLAN BİR İNSAN!

Her ne olursa olsun saygılı olmaya çalıştım.Ne kadar sabrımı taşırsalarda.Ama bu zamana kadar tanıdığım gerçek insanlar! ve bana gerçekten insan gözüyle bakanlar! bana yeter...

Saygılar!!!...

barikat58
30.09.2009, 19:33
Vay vay vay,barikat döktürmüş.İçinde ki tüm nefretini kusmuş sağolsun...

İşte böyleeeee,insan bazı şeylerin içinden çıkamayınca,söyleyecek birşey bulamayınca nasıl çirkinleşebiliyor.Neden bu konuda kişisel bir sataşma söz konusu oldu acaba?

Aklıma yeni üye olduğum zamanlarda ki bir olay geldi.Esengül nickli bir üye vardı zamanında.Yine böyle alakasız bir yorumla rezil edilmeye çalışılmıştı bir konuda.Bu bir taktik mi? Ama ben bunu kendi rezilliğim değil,konuyu buraya getiren şahsın rezilliği olarak görüyorum.Pekala siz cevap verin,benim buraya üyeliğim gayet normal.SİVAS'lıyım.Pekala siz o siteye neden üye oldunuz?

Kendi çöplüğünüzde ötün hesabı laflar ne kadar da yakışmış ağzınıza.Benim burada bir saygısızlığımı gören varsa buyrun banlayın!

İnsanları anlamak,güvenmek zor.Neden burada kendi kendimi yıpratıyorsam böyle insanlar yüzünden...

Konu Muhsin Başkanınızsa,sizin olsun.Sizde mücadele etseydiniz o konuda o halde.Benim şu an bu forumda bulunuşum gibi.Kendi dediklerinizi çok çabuk unutmuşsunuz...

Off,sesim kısıldı.Biraz da sonraya kalsın!

Banlanacaksam banlanayım ama bu 2 mesajda mümkünse silinmesin.Teşekkürlerinizi iletin kendisine de görelim kimler gerçekten SEVGİ DOLU SAYGI DOLU İSLAM SEVGİSİ OLAN BİR İNSAN!

Her ne olursa olsun saygılı olmaya çalıştım.Ne kadar sabrımı taşırsalarda.Ama bu zamana kadar tanıdığım gerçek insanlar! ve bana gerçekten insan gözüyle bakanlar! bana yeter...

Saygılar!!!...


Ben alevi sünni kardeşçe yaşasın diyenlerdendim dünden önceki güne kadar!!Bugün itibariyle tüm nefretim ve sinirimle böyle bir kardeşliğin olmayacagını haykırıyorum.Çünkü kardeş diye saydıgımız kişi ecdadımıza iftiralar savurmaktadır ecdadıma iftira savuran bana savurur bana iftira savuranda kardeşim degildir!!!
Yazacak şey bulamadım degil bak ordakilerini okuman baya bir zaman alır ama tabi onlar senin aklındakileri desteklemedigi icin onları yazılmıs bir şey olarak görmüyorsun!!!!

Muhsin yazıcıoğlu meselesine gelince sitenizde konular acıp hakaretler savurmadınızmı ölmüş insanı nice kılığa sokmadınızmı??????????Ve sen orda yöneticisin gerçekten saygın olsa ölüye olurdu,gerçekten sevgin olsa ölüye olurdu,gerçekten islami değerlere sahip çıksan ölüye cıkardın ve o sitede yayınlanan o çirkef iğrenç pislik ötesi konuları silerdin silmediysen ben düşünürüm o zaman madımak ne biçim insan diye??????????Ve sabrım varya hani o sabırla aradan 7 ay geçmesine rağmen sustum!!!!!!!!!!!

Kin ve nefretimi bundan sonra boşaltacagım inşallah kardeşliğin olmadıgı yerde ve ölüye karşı bile sevgi ve saygısı olmayan birini sevecek halim yok.Benim için israilden siyonist ermeniden iftiracı almandan kurnaz ve mısırdan daha sırttan vurucusunuz!!!!!!!!!!!!!

Sana yeten insanlardan hamdolsun her üyede var.Ayrıca senin tasırdıgın sabırları dizsek burdan sizin köye yol olur ;)

sivaslıgenç
30.09.2009, 19:36
Vay vay vay,barikat döktürmüş.İçinde ki tüm nefretini kusmuş sağolsun...

İşte böyleeeee,insan bazı şeylerin içinden çıkamayınca,söyleyecek birşey bulamayınca nasıl çirkinleşebiliyor.Neden bu konuda kişisel bir sataşma söz konusu oldu acaba?

Aklıma yeni üye olduğum zamanlarda ki bir olay geldi.Esengül nickli bir üye vardı zamanında.Yine böyle alakasız bir yorumla rezil edilmeye çalışılmıştı bir konuda.Bu bir taktik mi? Ama ben bunu kendi rezilliğim değil,konuyu buraya getiren şahsın rezilliği olarak görüyorum.Pekala siz cevap verin,benim buraya üyeliğim gayet normal.SİVAS'lıyım.Pekala siz o siteye neden üye oldunuz?

Kendi çöplüğünüzde ötün hesabı laflar ne kadar da yakışmış ağzınıza.Benim burada bir saygısızlığımı gören varsa buyrun banlayın!

İnsanları anlamak,güvenmek zor.Neden burada kendi kendimi yıpratıyorsam böyle insanlar yüzünden...

Konu Muhsin Başkanınızsa,sizin olsun.Sizde mücadele etseydiniz o konuda o halde.Benim şu an bu forumda bulunuşum gibi.Kendi dediklerinizi çok çabuk unutmuşsunuz...

Off,sesim kısıldı.Biraz da sonraya kalsın!

Banlanacaksam banlanayım ama bu 2 mesajda mümkünse silinmesin.Teşekkürlerinizi iletin kendisine de görelim kimler gerçekten SEVGİ DOLU SAYGI DOLU İSLAM SEVGİSİ OLAN BİR İNSAN!

Her ne olursa olsun saygılı olmaya çalıştım.Ne kadar sabrımı taşırsalarda.Ama bu zamana kadar tanıdığım gerçek insanlar! ve bana gerçekten insan gözüyle bakanlar! bana yeter...

Saygılar!!!...


Madem Aleviliğiniz insana ,cana çok değer veriyor, neden bazı aleviler Muhsin başkanıMız vefat edince saçma sapan yorumlar yapıp orda burda saçma sapan ötünce , pankart asınca neden çıtın-ız çıkmadı.
Bu arada sitenın adını ver biz mücadlee ederiz.Muhsin başkana dil uzatan şahıslarla.

barikat58
30.09.2009, 19:41
Madem Aleviliğiniz insana ,cana çok değer veriyor, neden bazı aleviler Muhsin başkanıMız vefat edince saçma sapan yorumlar yapıp orda burda saçma sapan ötünce , pankart asınca neden çıtın-ız çıkmadı.
Bu arada sitenın adını ver biz mücadlee ederiz.Muhsin başkana dil uzatan şahıslarla.


Sitenin ismini boşver onlar kendi çalsın kendi oynasın sişvaslıgenc!!Alevi oldugu halde bu hakeretlerin bir ölüye yapılmaması gerektigini söyleyen alevi canlarını bile yadırgayacak kadar kindarlar.ali kızıltuğ bile o olayda BBP binasına sıgınarak kurtulan kişilere dikkatini çekerken,böyle görmek istedigi gibi görenler hep hakaret ve iftiralarını kendi sitelerinde yaparlar ve yönetici oldukları halde yapılmasına izin verirler!!!!!Burdada gelir saygı taslarlar...........

sivaslıgenç
30.09.2009, 19:48
Sitenin ismini boşver onlar kendi çalsın kendi oynasın sişvaslıgenc!!Alevi oldugu halde bu hakeretlerin bir ölüye yapılmaması gerektigini söyleyen alevi canlarını bile yadırgayacak kadar kindarlar.ali kızıltuğ bile o olayda BBP binasına sıgınarak kurtulan kişilere dikkatini çekerken,böyle görmek istedigi gibi görenler hep hakaret ve iftiralarını kendi sitelerinde yaparlar ve yönetici oldukları halde yapılmasına izin verirler!!!!!Burdada gelir saygı taslarlar...........

Kendi çaplarında eğlensin o zaman onLar abi.
33 kişinin canını kurtarmanın teşekkürünü böyle nankörlük yaparak ödüyorlar.
Zaten anma gununde nankör çakalın birinin açtıgı pankartta herşeyi özetlemişti.

madımak_58
30.09.2009, 20:25
Ben alevi sünni kardeşçe yaşasın diyenlerdendim dünden önceki güne kadar!!Bugün itibariyle tüm nefretim ve sinirimle böyle bir kardeşliğin olmayacagını haykırıyorum.Çünkü kardeş diye saydıgımız kişi ecdadımıza iftiralar savurmaktadır ecdadıma iftira savuran bana savurur bana iftira savuranda kardeşim degildir!!!
Yazacak şey bulamadım degil bak ordakilerini okuman baya bir zaman alır ama tabi onlar senin aklındakileri desteklemedigi icin onları yazılmıs bir şey olarak görmüyorsun!!!!

Muhsin yazıcıoğlu meselesine gelince sitenizde konular acıp hakaretler savurmadınızmı ölmüş insanı nice kılığa sokmadınızmı??????????Ve sen orda yöneticisin gerçekten saygın olsa ölüye olurdu,gerçekten sevgin olsa ölüye olurdu,gerçekten islami değerlere sahip çıksan ölüye cıkardın ve o sitede yayınlanan o çirkef iğrenç pislik ötesi konuları silerdin silmediysen ben düşünürüm o zaman madımak ne biçim insan diye??????????Ve sabrım varya hani o sabırla aradan 7 ay geçmesine rağmen sustum!!!!!!!!!!!

Kin ve nefretimi bundan sonra boşaltacagım inşallah kardeşliğin olmadıgı yerde ve ölüye karşı bile sevgi ve saygısı olmayan birini sevecek halim yok.Benim için israilden siyonist ermeniden iftiracı almandan kurnaz ve mısırdan daha sırttan vurucusunuz!!!!!!!!!!!!!

Sana yeten insanlardan hamdolsun her üyede var.Ayrıca senin tasırdıgın sabırları dizsek burdan sizin köye yol olur ;)






Madem Aleviliğiniz insana ,cana çok değer veriyor, neden bazı aleviler Muhsin başkanıMız vefat edince saçma sapan yorumlar yapıp orda burda saçma sapan ötünce , pankart asınca neden çıtın-ız çıkmadı.
Bu arada sitenın adını ver biz mücadlee ederiz.Muhsin başkana dil uzatan şahıslarla.

Ölüye saygı sözünü lütfen ama lütfen ağzınıza almayın! Bizde gördük ne kadar saygınız olduğunu! Evet,hatırlıyorsunuz.Türkan Saylan!

gerçekten saygın olsa ölüye olurdu,gerçekten sevgin olsa ölüye olurdu,gerçekten islami değerlere sahip çıksan ölüye cıkardın! değil mi?


O otelde kimin nasıl kurtulduğunu çok iyi biliyoruz merak etmeyin...

Konuyu fazla uzatmak istemiyorum.Konuştuğun kişi önce saygılı olacak ve arkadan vurmayacak! Ben yine de saygımı bozmak istemiyorum.Kişisel meselesini benimle konuşamayacak kadar aciz insanlarla işim olmaz."Kendi çöplüğün" meselesi diyemeyeceğim.Burası senin değil,her ne kadar çoğunluğun arkanda olduğunu bilerek bunu burada yazmak istesende!...

Tüm üyelerden de kendi adıma özür diliyorum.Bunu yapması gereken ben değilim aslında ama gereksiz bir yorumun içinde bulunmak tarifsiz birşey...

Saygılar...

Arif Coşkun
30.09.2009, 20:28
Arkadaşlar konu konusundan uzaklaşmış, hakaret topic'ine dönüştüğünden ve farklı yerlere çekildiğinden kapatılmıştır.