PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Bediüzzaman'ın ırkçılığa bakışı nasıldır?(MUTLAKA OKUNMASI GEREKEN ÖNEMLİ BİR KONU OK


seva
30.10.2009, 03:03
Lütuf ve merhamet sahibi Rabbimizin her asra ettiği ayrı ayrı ihsanlardan şu dehşetli asrımıza düşen büyük hissesi ve “Âlem-i İslâm'a indirilen darbelerin en evvel kalbime indirildiğini hissediyorum” diyen, büyük bir iman, gayret ve himmet çağlayanı: Bediüzzaman.

İngiliz meclis-i mebusanında, müstemlekat nazırının, elindeki Kur'an-ı Kerîm'i göstererek, “Bu Kur'an Müslümanların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız, bu Kur'an'ı onların elinden kaldırmalıyız...” dediğini haber aldığında, gayret-i imaniyesi şiddetle feverana gelen ve “Kur'an'ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim” diyen eşsiz ve yılmaz mücahit..

Gençlerin kalbinde imanı, Kur'an'ı hâkim kılmak için kaleme aldığı risaleler sebebiyle sürgünden sürgüne gönderilen, hapishane hapishane dolaştırılan, böylece çile yönüyle de tam bir Peygamber varisi olduğunu fiilen ispat eden bir sabır kahramanı..

Bu müstesna zât, Müslümanlara musallat olabilecek her türlü maddî ve manevî hastalıklara karşı reçete yazmakla ömür geçirmiş. İmansızlıktan ahlâksızlığa, ihtiyarlıktan hastalığa kadar... Bu hamiyetine, bu himmetine, bu gayretine karşılık kendisine “seksen küsur senelik hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum” dedirten en çirkin muamelelere muhatap olmuş... İşte bu İslâm kahramanı, müminlerin arasında kardeşliğin tesisi için harika bir risale kaleme almış : Uhuvvet Risalesi... Ve yine bu uhuvvetin en büyük düşmanı, bu birlik ve beraberliğin öldürücü zehiri olan ırkçılığa Mektubat adlı eserinde özel bir “mebhas” ayırmış.

Bu “mebhas”ta, ırkçılık hakkındaki âyet-i kerimeyi harika bir misalle izah ettikten sonra şöyle buyurur: “Hey'et-i içtimaiye-i İslâmiye, büyük bir ordudur. Kabail ve tavaife inkısam etmiş. Fakat binbir birler adedince cihet-i vahdetleri var. Hâlıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir, bir bir bir... binler kadar bir bir...

İşte bu kadar bir birler, uhuvveti, muhabbeti, vahdeti iktiza ediyorlar. Demek kabail ve tavaife inkisam, şu âyetin ilân ettiği gibi, tearüf içindir, teavün içindir... tenakür için değil, tahassum için değildir!..”

İslâm kardeşliğinin mükemmel bir şekilde işlendiği bu mebhas, şu dua ile son bulur: “Rahmet-i İlâhiyeden ümit kesilmez. Çünkü: Cenâb-ı Hak bin seneden beri Kur'an'ın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat arızalarla İNŞAALLAH perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir.”

Üstadın ırkçılık hakkında yazdıkları, bu mebhasa münhasır değil. Bir çok lâhika mektuplarında ve mahkeme müdafaatında bu büyük âfeti yer yer nazara verir.

İşte bunlardan birisi: “Câmi-ül Ezher, Afrika'da bir medrese-i umumiye olduğu gibi, Asya Afrika'dan ne kadar büyük ise daha büyük bir dar-ül fünun, bir İslâm üniversitesi Asya'da lâzımdır. Tâ ki, İslâm kavimlerini, meselâ Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan'daki milletleri menfî ırkçılık ifsat etmesin. Hakiki, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile “innemel mü'minune ihvetün” Kur'an'ın bir kanun-u esasisinin tam inkişafına mazhar olsun.” (Emirdağ Lâhikası I)

Dinî ilimlerle, fennî ilimlerin birlikte okutulacağı bir üniversitenin doğuda açılması için büyük gayret gösteren Üstad, yukarıda bir kısmını naklettiğimiz mektubunun bir yerinde: "Elli beş senedir Risale-i Nur'un hakaikine çalıştığım gibi ona da çalışmışım” buyurur. Bu satırlar devrin Reis-i Cumhuruna ve Başvekiline yazdığı bir mektuptan alınmıştır.

Mektubun girişi de çok enteresandır: “Kabir kapısında ve seksen küsur yaşında, birkaç hastalıkla hasta bulunan ve ölüme kendini yakın gören bir biçare garip ihtiyar der ki...”

O hâlinde bile vatan ve milletin birlik ve beraberliğini âlem-i İslâm'ın ittihadını, kavmiyetçiliğe kapılmamasını dert edinmiş ve devlet erkânını bu vadide ikazdan geri durmamış...

Aynı mektuptan ibretli bir bölüm:

Ben Van'da iken, hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: “Türkler İslâmiyete çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?” dedim. Dedi : “Ben Müslüman bir Türk'ü fasık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü: Tam imana hizmet ediyorlar.” Bir zaman geçti (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul'da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksul'amel ile, o da Kürtçülük damarı ile başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: “Ben şimdi gayet fasık, hatta dinsiz de olsa bir Kürd'ü, salih bir Türk'e tercih ediyorum.” Sonra ben onu birkaç sohbetle kurtardım. Tam kanaati geldi ki: Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur.

Bu ifadelerden hepimizin çıkaracağı dersler vardır. Gerçekten de Türk milletini samimi olarak sevenler, bu milletin İslâm'a hizmetlerini tam takdir edenlerdir...

Mektupta Türkçülük akımının aksül'amel olarak Kürtçülüğe hizmet ettiğine dikkat çekiliyor. Bu noktada çok ihtiyat ve temkin gerek. Biz ecdadımızı kuru bir ırkçılık namına değil, Bediüzzaman'ın tabiriyle, İslâmiyet'in bayraktarı olmaları cihetiyle sevebiliriz. Yoksa, dedemizin alim olması bizi cehaletten kurtarmadığı gibi, ecdadımızın İslâm'a yaptığı hizmetler de bizim tembelliğimize, gevşekliğimize, gayretsizliğimize kefaret olmaz.