Urumçi
10.01.2010, 14:52
Mızraklarının Ucuna Kuran Takanlar
İnsanlık Habil ve Kabil’den beri savaşıyor. Aslında daha da ötesine gidelim, şeytanla melek, iyi ile kötü, doğru ile yanlış… Savaş her yerde, her zaman ve her şekilde var oldu.
Genel olarak devlet şeklinde organize güçlerin savaşmasında birbirinden kesin çizgilerle ayrılması güç olan muhtelif bileşkeler vardır. Siyasi veya askeri güç, ekonomik çıkar, hürriyet, din, vatan, millet…
Her ne kadar 21. yüzyıl sakinleri tanık oldukları savaşların petrol vb. ekonomik sebeplerini daha kolay algılayabilse de, bu çıkar kimin adına sağlanıyorsa ve bu “kim” kendini nasıl tanımlıyorsa, savaşın asıl sebebi de budur.
Kimi zaman da bu savaş, askeri güçlerin öncesinde veya sonrasında, yine muhakkak “kim” tanımı adına, istihbarat, kültür veya kimlik ihracı, denge arayışları vb. sebeplerle misyonerler tarafından yürütülür.
Biz Türklerin savaş tarihi de millet tarihimizle yaşıttır. Asya bozkırlarında, Anadolu içlerinde, Rum ellerinde, Yemen’de, Kafkasya’da, Kuzey Afrika’da, Avrupa içlerinde, dünyanın hemen her yerinde, denizde, havada, karada savaştık, savaştık… Tahta kılıçlı alperenlerle, aslan yürekli Mehmetçiklerle…
Üzerinden henüz bir asır bile geçmemiş ibretlik savaşlar gördü bu millet.
Çöl Kaplanı adıyla da bilinen Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası bunlardan birisidir. 1916 yılında Medine’ye gönderilen Fahreddin Paşa, Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’ni imzaladığında Medine’yi terk etmesi için uyarıldı. Şehri teslim etmesi için İstanbul’dan gönderilen yüzbaşıyı hapsettirdi ve “Peygamberin kabrinin bulunduğu Medine'deki Osmanlı Bayrağı'nı kendi elimle indiremem” diyerek şehri savunmaya devam etti. Askerine çekirge yemesini emreden Fahreddin Paşa, şartların dayanılmaz duruma gelmesi sebebiyle 72 gün sonra kılıcını Peygamberin mübarek kabirleri üzerine gözyaşları içinde bıraktı ve Medine’den çıktı. Sahi, Medine’de ne için savaşmıştı Fahreddin Paşa? Kime karşı savaşmıştı?
Eşref Kuşçubaşı, bir başka hayret verici portredir. Yemen’de Osmanlı kuvvetleri ile irtibatı kesinlen birliklere 300.000 altın ulaştırmak için İstanbul’dan yola çıktı. Medine’de altınların büyük bölümünü kervan kılığına soktuğu yaklaşık 20 kişilik bir grupla Yemen’e doğru çıkardı. Kendisi de beraberindeki 43 kişiyle Hayber tarafına çıkarak izlenme ihtimaline karşı tedbir aldı. Üzerine gelen 20 bin kişilik Şeyh Abdullah’ın ordusuna karşı, kervandaki altınlar tehlikeye girmesin diye savaştı. Sıcak çölde, sabahtan akşama kadar, 43 kişi 20 bin kişiye karşı... 11 kişi esir düştüler, 33 kişi şehit verdiler. Düşman 7000 kişi zayiat verdi ve hepsinden ötesi altınlar Yemen’e ulaştı. Hayber’de Türk Cengi adıyla tarihe geçen savaş sonrası, Eşref Kuşçubaşı sadece 43 kişi olduklarını söylediği zaman düşman bile büyük hayret içinde kaldı. Sahi Hayber’de ne için savaşmıştı Eşref Kuşçubaşı? Kime karşı savaşmıştı?
Mustafa Kemal, bütün dünyanın gıpta ile baktığı bir büyük kahraman… 38 yaşında Samsun’a çıktıktan sadece 4 yıl sonra perişan bir imparatorluktan bağımsız bir millet çıkardı. Fransız’ından İngiliz’ine, İtalyan’ından Yunan’ına kadar kimin kirli elleri bu toprağa sarılmışsa söktü attı. Milletin son gücü ve son umuduyla düşmanın en kuvvetli yerine saldırdı, arkasındaki orduya “Ya istiklal ya ölüm” dedi. Sahi ne için savaşmıştı Mustafa Kemal? Sakarya neresiydi ve ötesinde kim vardı?
Enver Paşa bir başka hüzünlü hikâyedir. İngilizler tarafından yakalama emri çıkarıldıktan sonra Berlin’e oradan da Rusya’ya giden Enver Paşa, Milli Mücadele’ye katılma şansı bittikten sonra Basmacı hareketini örgütlemek üzere müthiş bir işe koyuldu. Bütün Türkistan’ın bağımsızlık ümidi haline gelen Enver Paşa; saraydan, payitahttan, askerinden, devletinden binlerce kilometre ötede bir bayram sabahı şehit edildi. Belcivan’da Âbıderya köyünde ne için savaşmıştı Enver Paşa? Karşısında kim vardı?
Evet; biz güçlü olduğumuz zaman Konstantinopol’ü de kuşattık, Viyana önlerine kadar da gittik. Ancak en zayıf olduğumuz zaman bile Türkistan’da, Arabistan’da, Çanakkale’de, Sakarya’da üzerimize gelen güce (KİM) cevap verdik. Ne güçlerini bahane bildik, ne yenilgiye kılıf aradık…
Üstelik neredeyse İslam dünyasının üzerine gelen bu kuvvete karşı Türkler tek başına her yerde cevap olmuşlardır.
Son günlerde, bu ruhun mirasçısı Milliyetçi Hareket’e Pensilvanya’dan Ankara’ya kadar ulaşan mızraklarının ucunda Kuran sayfalarıyla akıl verenler var, cevabını ertelediklerimiz… Onlar dünyayı şu şekilde okuyorlar:
“Şöyle veya böyle Amerika ile dostça geçinmeden destek almak değil, dostça geçinmeden, Amerikalılar istemezlerse, kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar. ... Amerika, hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır. ... Bu realite kabul edilmeli. Amerika göz ardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkılmamalı. Rusya destekleyebilir bir işi, fakat Amerika ile iyi geçinmezseniz, işinizi bozarlar. ... Amerika’daki ahengin devam ve temadisini ister. Ve ben bunu çok yadırgamam.” (Fethullah Gülen – Nevval Sevindi röportajı, Yeni Yüzyıl, 23.07.1997)
Sorular uzar gider… Tek bir tanesine bile adam akıllı cevap gelmez. Dünyanın değişik yerlerinde açılan onca okul, Amerikalıların ne karşılığında razı olduğu faaliyetler acaba? Cevabı diyalog meselesinde arasak mı?
“On dört asırdan beri dünya haritasını, doğrudan doğruya veya sonuçları itibarıyla şekillendiren Müslüman ve Hıristiyan ümmetlerinin, Hz. İsa’nın şahsiyeti etrafında bütünleşerek, hem kendilerini, hem de bütün insanlığı kurtarmaya yönelmeleri, hepimizin ideali olmalıdır.” (Harun Odabaşı, Aksiyon, Sayı: 470/ Tarih : 08-12-2003)
Söyleyin; hangi dindensiniz, vatanınız neresi, devletinizin adı ne, milliyetiniz kim?
Açıkça söylemek gerekirse ben bu soruların cevabını 30 sene evvel Ankara’da yüksek sesle söylediğim için, sokaklarda kurşunlandım, hapse atıldım, işkence gördüm, idam sehpasına yürüdüm. Siz Pensilvanya’da ne anlatıyorsunuz da size dünyanın onca ülkesinde bir şey olmuyor? Arkasındaki ideolojik örgü belli olan patrikhane Türkiye’de tek bir okulu açmakta bu kadar zorlanıyorken, siz onca okulu hangi ideolojik örgüyle izah ettiniz?
Şimdi Pensilvanya kumandalı dumanlı kafalar, güya Ülkücü hareket aydın yetiştiremiyor veya Ülkücü Hareket’te neşet eden insanlar oradan ayrılamadan aydın olamıyorlar diyor.
Biz hemen Ekrem Dumanlı’yı tercüme edelim. Mr. Dumanlı, mealen: açılım konusunda parti yönetimi ile tabanın düşünceleri bire bir aynı, MHP içinden açılımı destekleyen ses çıkmıyor, ucundan açılıma destek verirseniz hakiki aydın olursunuz ey ülkücüler, diyor. (Hatta kim bilir biraz şöhretiniz varsa sizi çok okunur bir eski ülkücü bile yapabiliriz vaadi de kokmuyor değil) Seni çok okumuş şark kurnazı seni! Ülkücüler, seçmeninden parti yöneticisine kadar her kademede, bu açılımın ülkeyi böleceğini net olarak görüyor. Üstelik sizin gibi “aydınların” da bunu gördüğünün farkında.
Sen Afganistan’da neredeysen, Kerkük’te neredeysen, Nahçıvan’da neredeysen, Lefkoşe’de neredeysen, Çeçenistan’da neredeysen, Filistin’de neredeysen, Batı Trakya’da neredeysen, Anadolu’da da oradasın, o taraftasın. Sesin kısık, ruhun esir, bakışın mahcup…
Mekke Emiri Şerif Hüseyin gibisin. Müslümansın ama Hz. İsa’da buluşmaktan bahsediyorsun, kendi toprağındasın ama emperyalizmin himayesindesin, benim dilimi konuşuyorsun ama Sam Amca’nın meramını anlatıyorsun…
Çok pazarlıklısın, apaydınsın! İstersen herkes fıtratının gereğini yapsın, ne dersin? Sen o dümenin seni götürdüğü yere git, ben akıntıya karşı kürek çekmeye devam edeyim.
Yalnız ayıptır, günahtır. Mızraklarının ucuna taktığın o Kuran sayfalarını çıkar…
Ahmet Turan TİRYAKİ
İnsanlık Habil ve Kabil’den beri savaşıyor. Aslında daha da ötesine gidelim, şeytanla melek, iyi ile kötü, doğru ile yanlış… Savaş her yerde, her zaman ve her şekilde var oldu.
Genel olarak devlet şeklinde organize güçlerin savaşmasında birbirinden kesin çizgilerle ayrılması güç olan muhtelif bileşkeler vardır. Siyasi veya askeri güç, ekonomik çıkar, hürriyet, din, vatan, millet…
Her ne kadar 21. yüzyıl sakinleri tanık oldukları savaşların petrol vb. ekonomik sebeplerini daha kolay algılayabilse de, bu çıkar kimin adına sağlanıyorsa ve bu “kim” kendini nasıl tanımlıyorsa, savaşın asıl sebebi de budur.
Kimi zaman da bu savaş, askeri güçlerin öncesinde veya sonrasında, yine muhakkak “kim” tanımı adına, istihbarat, kültür veya kimlik ihracı, denge arayışları vb. sebeplerle misyonerler tarafından yürütülür.
Biz Türklerin savaş tarihi de millet tarihimizle yaşıttır. Asya bozkırlarında, Anadolu içlerinde, Rum ellerinde, Yemen’de, Kafkasya’da, Kuzey Afrika’da, Avrupa içlerinde, dünyanın hemen her yerinde, denizde, havada, karada savaştık, savaştık… Tahta kılıçlı alperenlerle, aslan yürekli Mehmetçiklerle…
Üzerinden henüz bir asır bile geçmemiş ibretlik savaşlar gördü bu millet.
Çöl Kaplanı adıyla da bilinen Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası bunlardan birisidir. 1916 yılında Medine’ye gönderilen Fahreddin Paşa, Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’ni imzaladığında Medine’yi terk etmesi için uyarıldı. Şehri teslim etmesi için İstanbul’dan gönderilen yüzbaşıyı hapsettirdi ve “Peygamberin kabrinin bulunduğu Medine'deki Osmanlı Bayrağı'nı kendi elimle indiremem” diyerek şehri savunmaya devam etti. Askerine çekirge yemesini emreden Fahreddin Paşa, şartların dayanılmaz duruma gelmesi sebebiyle 72 gün sonra kılıcını Peygamberin mübarek kabirleri üzerine gözyaşları içinde bıraktı ve Medine’den çıktı. Sahi, Medine’de ne için savaşmıştı Fahreddin Paşa? Kime karşı savaşmıştı?
Eşref Kuşçubaşı, bir başka hayret verici portredir. Yemen’de Osmanlı kuvvetleri ile irtibatı kesinlen birliklere 300.000 altın ulaştırmak için İstanbul’dan yola çıktı. Medine’de altınların büyük bölümünü kervan kılığına soktuğu yaklaşık 20 kişilik bir grupla Yemen’e doğru çıkardı. Kendisi de beraberindeki 43 kişiyle Hayber tarafına çıkarak izlenme ihtimaline karşı tedbir aldı. Üzerine gelen 20 bin kişilik Şeyh Abdullah’ın ordusuna karşı, kervandaki altınlar tehlikeye girmesin diye savaştı. Sıcak çölde, sabahtan akşama kadar, 43 kişi 20 bin kişiye karşı... 11 kişi esir düştüler, 33 kişi şehit verdiler. Düşman 7000 kişi zayiat verdi ve hepsinden ötesi altınlar Yemen’e ulaştı. Hayber’de Türk Cengi adıyla tarihe geçen savaş sonrası, Eşref Kuşçubaşı sadece 43 kişi olduklarını söylediği zaman düşman bile büyük hayret içinde kaldı. Sahi Hayber’de ne için savaşmıştı Eşref Kuşçubaşı? Kime karşı savaşmıştı?
Mustafa Kemal, bütün dünyanın gıpta ile baktığı bir büyük kahraman… 38 yaşında Samsun’a çıktıktan sadece 4 yıl sonra perişan bir imparatorluktan bağımsız bir millet çıkardı. Fransız’ından İngiliz’ine, İtalyan’ından Yunan’ına kadar kimin kirli elleri bu toprağa sarılmışsa söktü attı. Milletin son gücü ve son umuduyla düşmanın en kuvvetli yerine saldırdı, arkasındaki orduya “Ya istiklal ya ölüm” dedi. Sahi ne için savaşmıştı Mustafa Kemal? Sakarya neresiydi ve ötesinde kim vardı?
Enver Paşa bir başka hüzünlü hikâyedir. İngilizler tarafından yakalama emri çıkarıldıktan sonra Berlin’e oradan da Rusya’ya giden Enver Paşa, Milli Mücadele’ye katılma şansı bittikten sonra Basmacı hareketini örgütlemek üzere müthiş bir işe koyuldu. Bütün Türkistan’ın bağımsızlık ümidi haline gelen Enver Paşa; saraydan, payitahttan, askerinden, devletinden binlerce kilometre ötede bir bayram sabahı şehit edildi. Belcivan’da Âbıderya köyünde ne için savaşmıştı Enver Paşa? Karşısında kim vardı?
Evet; biz güçlü olduğumuz zaman Konstantinopol’ü de kuşattık, Viyana önlerine kadar da gittik. Ancak en zayıf olduğumuz zaman bile Türkistan’da, Arabistan’da, Çanakkale’de, Sakarya’da üzerimize gelen güce (KİM) cevap verdik. Ne güçlerini bahane bildik, ne yenilgiye kılıf aradık…
Üstelik neredeyse İslam dünyasının üzerine gelen bu kuvvete karşı Türkler tek başına her yerde cevap olmuşlardır.
Son günlerde, bu ruhun mirasçısı Milliyetçi Hareket’e Pensilvanya’dan Ankara’ya kadar ulaşan mızraklarının ucunda Kuran sayfalarıyla akıl verenler var, cevabını ertelediklerimiz… Onlar dünyayı şu şekilde okuyorlar:
“Şöyle veya böyle Amerika ile dostça geçinmeden destek almak değil, dostça geçinmeden, Amerikalılar istemezlerse, kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar. ... Amerika, hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır. ... Bu realite kabul edilmeli. Amerika göz ardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkılmamalı. Rusya destekleyebilir bir işi, fakat Amerika ile iyi geçinmezseniz, işinizi bozarlar. ... Amerika’daki ahengin devam ve temadisini ister. Ve ben bunu çok yadırgamam.” (Fethullah Gülen – Nevval Sevindi röportajı, Yeni Yüzyıl, 23.07.1997)
Sorular uzar gider… Tek bir tanesine bile adam akıllı cevap gelmez. Dünyanın değişik yerlerinde açılan onca okul, Amerikalıların ne karşılığında razı olduğu faaliyetler acaba? Cevabı diyalog meselesinde arasak mı?
“On dört asırdan beri dünya haritasını, doğrudan doğruya veya sonuçları itibarıyla şekillendiren Müslüman ve Hıristiyan ümmetlerinin, Hz. İsa’nın şahsiyeti etrafında bütünleşerek, hem kendilerini, hem de bütün insanlığı kurtarmaya yönelmeleri, hepimizin ideali olmalıdır.” (Harun Odabaşı, Aksiyon, Sayı: 470/ Tarih : 08-12-2003)
Söyleyin; hangi dindensiniz, vatanınız neresi, devletinizin adı ne, milliyetiniz kim?
Açıkça söylemek gerekirse ben bu soruların cevabını 30 sene evvel Ankara’da yüksek sesle söylediğim için, sokaklarda kurşunlandım, hapse atıldım, işkence gördüm, idam sehpasına yürüdüm. Siz Pensilvanya’da ne anlatıyorsunuz da size dünyanın onca ülkesinde bir şey olmuyor? Arkasındaki ideolojik örgü belli olan patrikhane Türkiye’de tek bir okulu açmakta bu kadar zorlanıyorken, siz onca okulu hangi ideolojik örgüyle izah ettiniz?
Şimdi Pensilvanya kumandalı dumanlı kafalar, güya Ülkücü hareket aydın yetiştiremiyor veya Ülkücü Hareket’te neşet eden insanlar oradan ayrılamadan aydın olamıyorlar diyor.
Biz hemen Ekrem Dumanlı’yı tercüme edelim. Mr. Dumanlı, mealen: açılım konusunda parti yönetimi ile tabanın düşünceleri bire bir aynı, MHP içinden açılımı destekleyen ses çıkmıyor, ucundan açılıma destek verirseniz hakiki aydın olursunuz ey ülkücüler, diyor. (Hatta kim bilir biraz şöhretiniz varsa sizi çok okunur bir eski ülkücü bile yapabiliriz vaadi de kokmuyor değil) Seni çok okumuş şark kurnazı seni! Ülkücüler, seçmeninden parti yöneticisine kadar her kademede, bu açılımın ülkeyi böleceğini net olarak görüyor. Üstelik sizin gibi “aydınların” da bunu gördüğünün farkında.
Sen Afganistan’da neredeysen, Kerkük’te neredeysen, Nahçıvan’da neredeysen, Lefkoşe’de neredeysen, Çeçenistan’da neredeysen, Filistin’de neredeysen, Batı Trakya’da neredeysen, Anadolu’da da oradasın, o taraftasın. Sesin kısık, ruhun esir, bakışın mahcup…
Mekke Emiri Şerif Hüseyin gibisin. Müslümansın ama Hz. İsa’da buluşmaktan bahsediyorsun, kendi toprağındasın ama emperyalizmin himayesindesin, benim dilimi konuşuyorsun ama Sam Amca’nın meramını anlatıyorsun…
Çok pazarlıklısın, apaydınsın! İstersen herkes fıtratının gereğini yapsın, ne dersin? Sen o dümenin seni götürdüğü yere git, ben akıntıya karşı kürek çekmeye devam edeyim.
Yalnız ayıptır, günahtır. Mızraklarının ucuna taktığın o Kuran sayfalarını çıkar…
Ahmet Turan TİRYAKİ