WåñTêd_øØ7
05.04.2010, 09:54
Cennet ehlinin ışığı
Hazret-i Ömer’in hilafeti zamanında, bir gazadan çok mal getirmişlerdi. Hazret-i Ömer ganimet malını taksim eder iken Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin’e biner dirhem verip kendi oğlu Abdullaha beşyüz dirhem verince, oğlu Abdullah hikmetini merak edip sordu. Dedi ki: Efendim, yetişmiş yiğit olan ve nice defa gazaya gidip ve Resulullahın önünde kılıç çekip, nice başlar düşürmüşken, bana beşyüz dirhem verdin. Hasan ile Hüseyin ki, henüz taze yiğitler olmasına rağmen onlara biner dirhem verdin.
Hazret-i Ömer buyurdu ki:
(Ya Abdullah, onlar kim sen kim! Sen onlar ile kendini bir mi tutuyorsun? Onların, Resulullah gibi dedeleri var. Ali gibi babaları, Fatıma gibi anaları var. İbrahim gibi dayıları, [İbrahim, Resul-i ekremin oğludur.] Ümmi Gülsüm ve Rukayye gibi teyzeleri, Cafer ve Ukayl gibi amcaları var.)
Hazret-i Ömer’in böyle söylediğini, Hazret-i Ali işitti ve buyurdu ki:
Resul-i Ekrem, (Ömer, Cennet ehlinin ışığı ve İslam’ın nurudur) buyurmuş idi. Bunu boş yere buyurmamıştır. Böyle söyleyince, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin, Hazret-i Ömer’in yanına varıp, Resulullahın böyle buyurduğunu müjdelediler.
Hazret-i Ömer, sahabe-i güzinden bir cemaat ile yerinden kalkıp, Hazret-i Ali’nin yanına gelip, ya Ali, sen Resulullahtan (Ömer, Cennet ehlinin ışığı ve İslam’ın nurudur) diye işittin mi? Hazret-i Ali de, evet dedi. Öyle ise şimdi bana bunu yaz dedi. Hazret-i Ali de yazdı. Hazret-i Ömer o yazıyı alıp, oğlu Abdullah’a verdi ve (Ben vefat ettiğimde, bunu kefenime sarasın, bununla Allahü teâlânın huzuruna çıkayım) buyurdu. (M. Ç. Güzin)
Ümmetimden bir evliya varsa
Eshab-ı kiramın tamamı evliya idi, hatta diğer evliyanın her birinden de yüksek idi. Hepsi de keramet sahibi idi. Peygamber efendimiz Hazret-i Ömer’e ikram olmak için buyurdu ki:
(Geçmiş ümmetler içinde vukuundan önce bazı şeyleri haber veren keramet ehli zatlar vardı. Ümmetimin içinde de Ömer onlardandır.)
[B]
(Hiçbir Peygamber yoktur ki, ümmetinde evliya bulunmasın. Eğer benim ümmetimden bir evliya varsa o da Ömer’dir.) [İ. Sa'd]
Hazret-i Ömer, Medine’de kalabalık bir cemaate hutbe okurken, İran’a gönderdiği ordunun mağlup olmak üzere olduğunu görüp, kumandana Ya Sariye arkanı dağa ver buyurdu. O da, dağa yanaştı ve zafere kavuştu. (Şevahid-ün nübüvve)
Hazret-i Ömer halife iken, Eshab-ı güzinden birisini komutan tayin edip, İslam askeri ile gazaya göndermişti. Askerler gittikten sonra bir gün Hazret-i Ömer oturduğu yerde, üç kere sesli olarak (Lebbeyk) dedi. Kimse bunun sırrına vakıf olmayıp, sormaya da kimse cesaret edemedi. Bu hâlin olduğu günün tarihini yazıp, bakalım bunun aslı nedir, dediler.
Bir zaman sonra o komutan ve askerleri, nice fetihler yapıp, salimen ve ganimetler ile geri geldiler. Komutan, Hazret-i Ömer’e sefer durumunu bir bir anlattı. Hazret-i Ömer hiç iltifat etmedi, buyurdu ki, ya o yiğidin hâli ne oldu? O da, ya Ömer! Kasd ile olmadı, [Önümüze su çıktı. Askerin geçmesi için, suyun derinliğini tam anlamak istedim. Ona suya gir, karşıya geç dedim. O da girdi, beş on adım gitmeden boğuldu. Boğulmadan önce Ya Ömer diye üç kere bağırdı. Yüzme bilmiyormuş. Orada hata ettim] dedi. Hazret-i Ömer kızıp, eğer benden sonra âdet olmayacağını bilsem, şimdi cezanı verirdim senin. Git o yiğidin evladına diyetini öde dedi. (M. Ç. Güzin)
Hazret-i Ömer, Amr ibni As’ı, Mısır üzerine gönderdi. Mısır feth olundu. Amr ibni Ası Mısır’a vali tayin etti. Bir kaç aydan sonra, Mısır ahalisi Amr ibni As hazretlerinin huzuruna varıp, (Bu Nil ırmağının bir âdeti vardır ki, onsuz taşmaz ve suyu kesilir) dediler. Amr ibni As, o âdet nedir deyince, (Âdeti odur ki, üzerimizde olan aydan on iki gün geçince, bir kız çocuğu buluruz. Anasını ve babasını mal ile razı ederiz. O kızı nefis elbiseler ile süsleyip, Nil ırmağına bırakırız) dediler.
Amr ibni As, bu yanlış bir iştir. İslam'da böyle bir iş yoktur. Muhakkak İslam, bütün kötü âdetleri ortadan kaldırmıştır, dedi ve öyle yapmamalarını emretti. O tarihten üç ay geçti. Nil nehrinin suyu artmadı. Ahalisi başka yerlere göç etmeye başladılar. Hazret-i Amr, bu hâli Hazret-i Ömer’e mektup yazarak bildirdi. Hazret-i Ömer cevabında yazdı ki, iyi etmişsin, sevap olmuştur. Mektubumun içine bir parça kağıt koydum. Onu Nil ırmağına bırak.
Mektup Amr’a geldi. O kağıtta şu satırlar yazılı idi:
(Ömer’ibnül Hattab’dan Mısır’ın Nil nehrine. Önceden akıyor idin. Şimdi akmıyorsun. Vahid ve Kahhar olan Allah seni akıtır. Senin akman için Vahid ve Kahhar olan Allah’a dua ediyorum.)
Amr bin As o kağıt parçasını, Nil nehrine bıraktı. Ertesi gün, Nil nehri onaltı arşın yukarı kalkıp, su seviyesi yükseldi. O vakitten sonra, o yaramaz âdetten Mısır ahalisi kurtuldu.
İmam-ı Müstagfiri haber verdi ki, Hazret-i Musa, Firavunun üzerine beddua etti. Hak teâlâ Nil ırmağının suyunu kesti. Halk etrafa dağılmaya başladı. Sonra toplanıp, Musa aleyhisselama gelip, bizim için dua eyle, ki Nil geri aksın diye yalvardılar. Musa aleyhisselam belki imana gelirler diye dua etti. Sabah oldu. Gördüler ki Nil onaltı zra yukarı kalkıp, akar. Hak teâlâ o ihsanı, yani Musa aleyhisselam gibi büyük bir Peygambere ihsan ettiği mucizeyi, ümmet-i Muhammedden Ömer hazretlerine keramet olarak verdi. (Şevahid-ün nübüvve)
Adalet etmek senin nasibindir
Hazret-i Ömer, Resulullah ile bütün savaşlara iştirak edip, kâfirlere karşı kahramanca savaştı. Bedir ve Uhud gibi hayati öneme haiz savaşlarda devamlı Resulullahın yanında yer aldı. Hendek savaşında önemli bir yeri tutup düşmana mani oldu.
Hayber fethinden sonra hissesine düşen ganimet malı araziyi vakfetti. Mekke’nin fethinde bulundu. Huneyn savaşına katıldı. Tebük seferinde bütün malının yarısını verdi.
10 sene 6 ay ve 7 günlük hilafeti zamanında, iki büyük devlet olan Bizans ve Sasani devletlerinin hakimiyeti altında olan Suriye, Filistin, Mısır, Irak ve İran’ı İslam devletinin sınırları içine aldı. 1036 büyük şehri zaptetti. Kuzey Afrika’dan Türkistan’a, Azerbaycan’dan Yemen’e kadar uzanan ve 2 milyon km2.den büyük olan İslam devletini, kurduğu mükemmel müesseselerle çok güzel idare etti. Davalara bakması için mahkemeler, adli teşkilatlar, suç ve zabıta işlerine bakan, satıcıları kontrol eden, halkın birbirleriyle olan münasebetlerini düzenleyen teşkilatlar kurdu. Onun zamanında 4.000’den fazla yeni cami yapıldı. Yollar, köprüler inşa edilip, su kanalları açıldı. Fakir çocuklara maaşlar verildi. Mescid-i Haram’ı ve Mescid-i Nebevi’yi genişletti. İslamiyet’i yaymak için her tarafta okullar açtırdı. Çok adil, abid, merhametli, alçak gönüllü olup fakirlikle yaşardı. O kadar adaletli idi ki, Ömer’in adaleti sözü dillere destan oldu.
Âlimler ittifak etmişlerdir. Hazret-i Ömer’den sonra, dünyada kimseye Hazret-i Ömer dirliği gibi [idaresi gibi] dirlik verilmedi. Kimse onun yoluna varamadı. Hilafetinde, (Dicle nehri kenarında koyun güden çobanın, bir koyunu zayi olsa, korkarım ki, onu Allahü teâlâ, niçin çobanın koyunlarını gözetmedin diye benden sorar) der idi.
Bir gün Hazret-i Ömer öğle sıcağında kendi soyunup, sadaka develerini bağlıyordu. Dediler, ya Emir-el-müminin! Niçin sen kendin zahmet çekersin. Bir kişiye buyurun, o bağlasa, olmaz mı? Buyurdu ki, bunlar fakirlerin hakkıdır. Allahü teâlâ beni bunlara çoban etti. Fakirlerin işlerini kendim görmem lazımdır. Zira ahirette benden sorarlar. Bir kişi dedi, ya Emir-el-müminin! Sana yakın olanların işlerini sen kendin görürsün. Uzak olanların işini nasıl görürsün? Buyurdu ki, inşaallahü teâlâ bir sene gezeceğim. Nice gücü yetmez, fakir ve hastalar vardır. Kendim onların kapılarına varıp, ihtiyaçlarını göreceğim.
Hazret-i Ömer her yere bir amir gönderirdi. Ona bir vasiyetname verir, ne yapması icap ettiğini bildirirdi. Eğer dediğimden dışarı çıkarsan, ben senden uzağım derdi. Bir ferman da o tarafın ahalisine gönderir, eğer bu kişi emirlerime uyar ise, ona itaat ediniz, uymaz ise itaat etmeyiniz derdi.
Abdurrahman bin Avf der ki, Ömer geceleri şehri gezer, kontrol ederdi. Bir gece benim evime geldi. Ya Abdurrahman, bu gece şehrin kenarına bir kervan geldi. Korkarım ki, eşyaları kaybolur. Gel, gidip bu gece onları bekleyelim, dedi. Vardık, sabah oluncaya kadar onları bekledik.
Hazret-i Ömer’in, kuru arpa ekmeği yemek âdeti idi. Kalın kumaştan gömlek giyerdi. Birçok gazalar yaptı. O kadar vilayetler feth etti ki, o kadar mal ve menal onun katına geldi ki, kimseye o kadar gelmedi. Arab ve Acem ve Rum beyleri ikramlar edip, hükmüne baş eğdiler. O kadar şehir imaret etti ki, had ve hesabı yoktu. Meşrık ve magrib arası, tâ Ceyhuna ve Azerbaycan, Horasan derbendine ve Amman, Kirman, Mısır, Şam ve Ruma varıncaya kadar; bütün beldeler onun hükmüne baş eğdi.
Hatta, Hazret-i Ömer’in zamanında sekizbin camide cuma kılmak müyesser oldu. Büyük gazalar yaptı. Bu kadar memleketleri feth eylemek, ezelde ona takdir olmuştur. Her nereye asker gönderse, mensur ve muzaffer olup, salimen, ganimetler ile geriye dönmüşlerdir. Ordusu hiç mağlup olmadı. Tedbirli ve tedarikli ve adaletli idi. Hilafeti zamanında yemesi ve içmesi hiç değişmedi, fazlalaşmadı. Hiçbir zaman hatırlarına kibir gelmedi, büyüklenmedi. Sonu pişmanlık, üzüntü olacak iş yapmadı. (Taberi tarihi)
Hazret-i Ömer’in, Peygamberler ve Hazret-i Ebu Bekir’den sonra insanların en üstünü olduğu hadis-i şeriflerle de bildirilmiştir. Bu hususta eshab-ı kiramın icmaı hasıl olmuş ve bütün Ehl-i sünnet alimleri bunu bildirmiştir. Bu ümmetin en büyük alimlerinden İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri Fıkhu’l-Ekber’de buyuruyor ki:
Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi, Ebu Bekri Sıddık, sonra Ömer ül-Faruk, sonra Osman-ı zinnureyn, daha sonra Aliyyül mürtedadır.
Evliyanın büyüklerinden, imam-ı Muhammed Parisa hazretleri Faslülhitab’da diyor ki:
Hazret-i Ali buyurdu ki: Beni, Ebu Bekir ve Ömer ve Osman’dan üstün tutan münafıktır.Bir gün Resulullah efendimiz otururken, yanına Hazret-i Ömer geldi. Server-i âlem buyurdu ki:
(Ya Ömer, bana "Adalet nurunu, Ömer bin Hattaba ver” ilahi emri geldi. Şimdi sana verdim. Cihanda adalet etmek senin nasibindir.) [M. Ç. Güzin]
İslam şerefi yetmez mi?
Hazret-i Ömer hilafeti zamanında, Şam şehrine gitmek icap etmişti. Eshab-ı güzinden bir cemaati de yanlarına alıp, Medine’den yola çıktılar. Hazret-i Ömer’in bir deveden başka bineceği yoktu. Mugire adlı bir köle var idi. Bir saat Hazret-i Ömer o deveye binerdi, bir saat de Mugire binerdi. Şam şehrine girecekleri vakit, deveye binmek sırası Mugire’de olup, o biniyordu. Eshab-ı güzin, Hazret-i Ömer’e gelip, efendim, bu saatte deveye siz binseniz dediler. Hazret-i Ömer, önce sıra benim idi, bu saat sıra Mugire’nindir. Deveye niçin ben bineyim diye sordu.
Eshab-ı güzin, Şam şehrine girilecektir. Şam şehrinin bütün ileri gelenleri, sizi karşılamaya gelirler. Onlar atlı, siz halife iken yaya yürümek münasip olmaz. Lütfunuzdan ümit ederiz ki, ricamızı makbul tutup, red etmeyiniz dediler.
Hazret-i Ömer huzursuz olup, siz bu evhamdan kurtulmadınız mı? Bize İslam şerefi yetmez mi! İslam dininden daha büyük ve şerefli bir nimet var mıdır! Bu nimeti ve bu izzeti Allahü teâlâ bize ihsan etti. Dini İslam tacını başına koymak, kime müyesser olmuştur. Resulullahın getirdiği İslam elbisesini arkamıza giydirdi. Kelime-i şehadeti dilimize çırağ eyledi. Kur'an-ı azim ile kalbimizi münevver etti. İslamiyet'in kadrini acaba niçin anlamamışsınız ki, kendinizi halka, at ile, elbise ile göstermek istersiniz. Yalnız Habib-i ekremin ümmeti olmak şerefi bize yetmez mi, diye cevap verince, kimse bir şey diyemedi. (M. Ç. Güzin)
Siz halife hanımı olmasaydınız
Hazret-i Ömer bir gün evine geldiğinde, hanımları bir tabak içine koydukları mücevherleri seyrediyorlardı. Nereden geldi bunlar diye sordu. Rum kayserinin hanımlarından kendilerine hediye geldiğini söylediler. Hazret-i Ömer buyurdu ki, eğer siz halife hatunu olmasa idiniz, size bu cevherlerin birisini göndermezlerdi. Size gelen de, halifeye gelen de Müslümanların beyt-ül-malınındır.
Kıymetli hediyeleri alıp, beyt-ül-mala verdi. (M. Ç. Güzin)
Kaldır bu yemeği
Hazret-i Ömer bir kıtlık zamanında, bir deve kesip, Medine’nin fakirlerine bölüştürün diye emretti. Bölüştürme işini yapan hizmetçi, o devenin kıymetli yerlerinden bir miktar alıkoyup, halife için güzel bir şekilde pişirip, iftar zamanında sofraya getirdi. Hazret-i Ömer, bu et neredendir diye sordu. Hizmetçi dedi ki; ya Emir-el müminin! Emriniz ile fakirlere teslim olunan deve etinden sizin hissenizdir. Rengi değişip, buyurdu ki; Vay benim gibi valiye ki, fukaraya kötü yerini verip, kendisi için en güzel yerinden alıkoyuyor. Şimdi, ya hizmetçi, bir daha böyle etme. Kaldır bu yemeği. Fakirlerden, çoluk-çocuğu olan bir kimsenin evine götür ver, yesinler. Bana yine evvelki âdet üzere yemek getir ki, halife olan kimsenin haftada bir kere et yemesi kâfidir.
Hizmetçi yemeği uygun bir fakire verdi. Hazret-i Ömer’in eski âdeti üzere, bir miktar zeytin yağı ile, kuru ekmek parçası getirip, önlerine koydu. (M. Ç. Güzin)
Fırat kenarında oğlak zayi olsa
Bir gün Hazret-i Ömer bir cemiyette ağladı. Niçin ağladığı sorulduğunda, buyurdu ki:
(Niçin ağlamayayım ki, eğer Fırat kenarında oğlak zayi olsa, yarın kıyamet gününde, o Ömer’den sorulur.) Yine nakil olunur ki, bir gün Hazret-i Ömer eline bir saman çöpü alıp, der idi ki, ne olaydı, bu saman çöpü ben olaydım. Ne olaydı mahluk olmaya idim, validem beni doğurmayaydı. Ne olaydı, hatırlanan nesne değil de, unutulan nesne olaydım. (M. Ç. Güzin)
Ömer’in yerini kim tutabilir
Abdurrahman bin Avf der ki, ben Ömer’den acaiblikler gördüm. Ne gördün diye sorulunca buyurdu ki, hayatta olsa, ben söylemeye kadir olmazdım. Birisi odur ki, her gece ikimiz şehri dolanırdık. Bir mahalle varırdık. Ömer bana derdi ki, sen burada dur. Ben de muhalefete kadir olamayıp, dururdum. Varıp, bir zamandan sonra gelirdi. Sormaya da cüret edemezdim.
Vefatlarından sonra bir gece o mahalleye varıp, o ev içine girdim. Bir ihtiyar kadın gördüm. Kendi kendine acaba ne oldu ki, Ömer bu gece gelmedi, diyordu. Ben dedim, ey annem! Ömer vefat etti. Kadın bunu işitince, bir ah çekip, bayıldı. Sonra kendine geldi. Dedi ki: Ey Allah’ım! Bana yardımda bulunan Ömer’i af et.
Ona dedim ki, ne yardım ederdi. Gündüz vakti üzerimi kirletirdim. Onu dışarı atardı. Kirlenmiş elbisemi yıkardı. Beni temizlerdi. Bana yiyecekten ne nesne gerek ise, getirirdi. Dedim, ey annem! Ben de Ömer’in yâriyim. Eğer o gitti ise ben sağım. Ben Ömer’in yaptığı işleri yapayım. Dedi ki, Evladım, Ömer’in yerini kim tutabilir. Eğer Ömer’in yâri isen, bana dua eyle, yardım et. Hemen ellerini açıp, dedi ki, ya ilahel âlemin! Ben o hastalığı Ömer’in yardımı ile çekerdim. Ömer gitti. Benim ruhumu kabz eyle ki, ben Ömersiz ömür istemem. Bunu dedi, o saat duası makbul olup, vefat etti. Ağladım, techiz ve tekfinini yapıp, defnettik. (M.Ç.Güzin)
Bir başabaş kurtulsam
Abdurrahman bin Avf hazretleri anlatır:
Ömer bir gece bir tulumu su ile doldurup, arkasına almış, Medine-i münevvere köylerine giderken yorulmuş gördüm. Dedim ki, ey emir-el müminin, yorulmuşsunuz! Bana ver, biraz da ben götüreyim. Buyurdu ki, eğer bugün sen benim tulumumun yükünü götürür isen, yarın benim günahımın yükünü kim götürür.
Senin ne yükün var ki, sen Resulullahın yolu üzerine yürüyorsun dedim. Buyurdu ki, Resulullahın dostu o zaman olurum ki, bu hilafetten başabaş kurtulayım. [Yani zararsız olarak kurtulur isem, Resulullahın dostu olurum.] Dünyadan göç etmezden evvel böyle buyururdu. (M.Ç.Güzin)
Sonra gelenlere rahat koymadın
Hazret-i Ömer, halifeliği zamanında, Medine’nin etrafında bir deve palanı düşmüş, onu alıp, süratle giderken terlemişti. Hazret-i Ali ile karşılaştı. Hazret-i Ali, ya Emir-el müminin, bu ne haldir diye sordu. Buyurdu ki, ya kardeşim Ali! Bu deve Müslümanların beyt-ül-malındandır. Palanını düşürüp, kaçmış. Onu bulup, yine arkasına vurmak (koymak) isterim. Böylece hilafet zamanımızda, beyt-ül-mala ziyan vermiş olmayalım.
Hazret-i Ali, ya Emir-el müminin! Bir başka kimse gönderseniz, olmaz mıydı diye sorunca, ya Resulullahın amcasının oğlu! Bu iş benim ahdime lazımdır. Kıyamet günü olunca, bu işin kusurunu benden sorarlar. En iyisi budur ki, kimseye ısmarlamayıp, işimi kendim görmeliyim. Böylece, dergah-ı izzette mahcupluk çekmeyeyim dedi.
Hazret-i Ali bu sözü işince derinden ah çekip, ağlamaya başladı. Dedi ki, ya Ömer, senden sonra gelenlere rahat koymadın. Zira onlar bu yolda gidemezler, sıkıntıya düşerler. (M. Ç. Güzin)
Ömer’i Ömer’e gösteren o kadın kimdir
Bir gün Hazret-i Ömer Medine’de gidiyordu. Bir ihtiyar kadın yol kenarında durmuş idi. Bir başka kadın ona dedi ki, içeri gir, emir-ül müminin Ömer gidiyor. İhtiyar kadın, başını dışarı çıkarıp dedi ki, ona dün Ömer derler idi. Bugün emir-ül müminin mi oldu. Hazret-i Ömer o sözü işitti. Geri döndü, dedi ki, Ömer’i Ömer’e gösteren o kadın kimdir. Ömer’in kendini tanımasına, anlamasına sebep oldu.
Ondan sonra her gün o ihtiyar kadının kapısına gelir derdi ki, atılacak çöpün var ise atayım, hizmetin var ise göreyim. Destin boş ise ver, su getireyim. Zira Ömer’i senden gayri kimse tanımadı. (M. Ç. Güzin)
Sana acımasam helal etmezdim
Hazret-iÖmer bir gün, mübarek başını koyup, tam yatacaktı. O sırada bir köle seslenip: Kalk, ya Emir-el müminin. Önce bana insaf eyle! Rabbil âlemin kıyamet günü benim hakkımı senden alır dedi. Hazret-i Ömer acele kalkıp, ne iş yaparsın, yardım edeyim dedi. O köle, ben düşkün bir kişiyim. Elbisemi yıkayasın ve temizleyesin. Düşkünlere, hastalara yardım etmek senin üzerine vaciptir dedi. Hazret-i Ömer, evet, hak senin elindedir, ne istiyorsan yapayım dedi.
O kendi elbiselerini çıkarıp, ya Emir-el müminin, sen elbiselerini bana ver; giyineyim ki, çıplaklığa sabredemem dedi. Hazret-i Ömer elbisesini çıkarıp, ona verdi. Kendi beline bir peştemal bağladı. Kölenin elbisesini yıkadı. Ondan özürler ve yumuşak sözler ile helallik diledi. Köle, ya Emir-el müminin, eğer sana acımasam, helal etmezdim. Sen bilirsin ki, kıyamet gününde, şarktan-garba müslümanların çıplakları, açları, zayıfları, fakirleri ve düşkünleri haklarından seni sual ederler. Allahü teâlâ, bunların haklarından sana sual eder, sen ne cevap verirsin?
Hazret-i Ömer çok ağladı. Yine köleden özürler diledi. Gönlünü hoş etti. Kendi elbisesini ona bağışladı. Ağlayarak geri döndü. (M. Ç. Güzin)
Bizi bekleyen bu zat kimdir
Hazret-i Ömer zamanında bir kervan, gece vaktinde Medine’ye geldi. Kervandakilerin hepsi kâfir idi. Konakladıkları gibi hepsi uyudular. Zira yorulmuşlardı. Hazret-i Ömer nöbetçi, koruma bırakmadan hepsinin uyumuş olduğunu görünce, bunların malları çalınırsa ben mesul olurum endişesiyle Abdurrahman bin Avf’ın yanına vardı.
Ya Emir-el müminin! Bu vakitte ne işe geldiniz deyince dedi ki, ya Abdurrahman! Bir kervana uğradım. Konmuşlar ve hepsi uyumuşlar. Korktum ki, malları çalınır. Bunlar bize sığınmış oldular. Bana muvafakat et, varalım, onları bekleyelim.
İkisi varıp beklediler. Sabah vakti oldu. Hazret-i Ömer (Es-salat, es-salat) diye, seslendi. Uyandılar. Hazret-i Ömer: Bir daha böyle hiçbir yerde tedbirsiz (nöbetçisiz) uyumayın buyurdu ve dönüp, mescide geldi. Kervan halkından birisi, emir-ül mümininin arkasından gitti. Karşılaştığı birisine Hazret-i Ömer’i kastederek, bizi sabaha kadar bekleyen bu zat kimdir dedi. Müslümanların halifesi, emir-ül müminin Ömer’dir cevabını aldı.
O kişi varıp kervan halkına, bizi sabaha kadar bizzat bekleyen şahıs, müslümanların halifesi Hazret-i Ömer’miş dedi. Kendi dinlerinde olmayanlara şefkat ve merhameti böyle ise ya müslümanlara nasıldır! Demek ki, onun dini hak dindir dediler. Hepsi kalkıp, Hazret-i Ömer’in huzuruna varıp, tamamı müslüman oldu. (M.Ç.Güzin)
Bunlar da gazilerin hakkıdır
Hazret-i Ömer halife iken, Hazret-i Numan’ı komutan yapıp, acem diyarına gönderdi. Nihavend ile Hemedanı feth ettiler. Acemlerin ileri gelenlerinden birisi, Mugire’nin elinde esir iken, [serbest bırakırlar niyetiyle olsa gerek] koynundan bir kutu çıkarıp, babam bana bu kutuyu verdiği zaman, padişah olduğun vakit bunu açasın diye vasiyet etmişti. Ben bundan sonra padişah olacak değilim dedi ve kutuyu Mugire hazretlerine verdi.
Hazret-i Mugire kutuyu İslam askeri içinde açtı. İçinde çok kıymetli mücevherler vardı. Dediler ki, bu kutu ceng ile alınmamıştır. Yine bunu aynı şekilde, Emir-ül müminin Ömer hazretlerine gönderelim.
O kutuyu, durumu anlatan bir yazıyla beraber başka bir kutu içine koyup ve mühürleyip, Hazret-i Ömer’e gönderdiler. Hazret-i Ömer, kutuyu Eshab-ı güzin arasında açtı. Mücevherleri gördüler. Bunlar da gazilerin hakkıdır. Satsınlar, akçesini, gazilere taksim etsinler diye emretti.
Gazalarda tahsil olunan mal ve ganimetlerden, Hazret-i Ömer bir habbesini kabul etmezdi. Cümlesini fakirlere ve gazilere sarf ederdi. (Taberi tarihi)
Bu çırağ şahsi malım değildir
Birgece Hazret-i Osman Hazret-i Ömer’in huzuruna vardı. Gördü ki, acele ile mektup yazıyor. Selam verdi, ancak emir-ül müminin cevap vermedi. Mektubu bitirdi. Çırağı söndürüp, selama cevap verdi. Hazret-i Osman, neden selamın cevabını çırağı söndürdükten sonra verdin diye sordu. Dedi ki: “Ya Osman! Bu çırağ şahsi malım değildir. Beytülmaldandır. Çırağı müslümanların işi için ışıklandırdım. Korktum ki, o çırağ ışığında selamını alsam, kıyamet gününde, müslümanlar bana hasım olurlar [haklarını isterler]. Allahü teâlâ beni ondan sual edip, ben cevap vermeye takat getiremem. (M. Ç. Güzin)
Vaiz olarak ölüm kâfidir
Hazret-i Ömer’in yüzüğünde Kefa bil-mevt vaızan ya Ömer yazılı idi. Manası, Ya Ömer, vaiz olarak ölüm kâfidir demektir. Ya Ömer kısmı hariç, hadis-i şeriftir. (Taberani)
Nitekim, Hazret-i Ömer bir kimseye her gün birkaç kere gelip, ölümü hatırlatsın diye birkaç akçe tayin etmişti. Her vakit o kimse gelip, ölümü ona hatırlatırdı. Bir gün o şahsın vazifesine son verdi. Şahıs kusur mu ettim diye üzülünce, buyurdu ki, senin gelip ölümü hatırlatmana ihtiyacım kalmadı. Zira sakalıma ak düştü. Sakalın akı ise ölümün habercisidir. Daima göz önünde olup, ölümü hatırlatır. (M. Ç. Güzin)
Mesleme’ye bir iş ederim ki
Hicretin yirmiüçüncü senesi idi. Bir gün Hazret-i Ömer’e, (İran tarafında bir aşiret vardır. Sanatları haramiliktir. Müslümanların yollarını basarlar. Mallarını alırlar. İmana gelmezler. Müslümanlara karışmazlar) diye bir aşiretin zulmünden şikayet ettiler.
Hazret-i Ömer, Mesleme bin Kaysı onların üzerine gönderdi. Mesleme asker ile varıp, onları dine davet etti, kabul etmediler. Cizye verin dedi, kabul etmediler. Ceng ettiler ve aşiretin hepsi öldürüldü. Mesleme ganimet malının beşte birini beyt-ül-mal için ayırdı. Bir kutu ile kıymetli taşlar eline geçmişti. Hazret-i Ömer’e, beşte bir mal ile o kutuyu, gazilerin rızası ile armağan gönderdi.
O gönderdiği kişi anlatır:
Medine’ye geldim. Ömer mescidde fukaraya yemek yediriyordu. [Zira, beyt-ül-maldan fakirler için günde bir deve kesip, pişirip, yedirmek âdet-i şerifi idi. Yemek yenirken, kendisi mübarek eline bir asa alıp, ayağı üzerine durup, yiyenleri gözetirdi. Ekmek ve aş lazım oldukça, götürüp verirdi.] Ömer’i bu hizmeti yaparken gördüm. Sabredip, bekledim. İşini bitirip, evine geldi. Ben de arkasından vardım. Bana, içeri girin dedi. İçeri girdim. Evinin içinde bir eskimiş kilim, iki yastıktan gayri nesne görmedim. O yastıklar da hurma lifinden idi. Ömer kilim üzerine oturup, yastığı benim altıma verdi. Oturdum.
Sonra, hanımına [Hazret-i Ali’nin kızı Ümmi Gülsüm’e] misafir de var, yemek için bir şeyler gönderin diye seslendi. Bir çanakta bir miktar zeytinyağı ile bir parça arpa ekmeği getirildi. Ben de Ömer’in hatırı için beraber yedim. Ondan sonra, aşiretin ortadan kaldırıldığını, çok ganimet alındığını anlattım. Ve o hediye kutusunu çıkarıp, Ömer’in önüne koydum. Bu nedir, dedi. Mesleme bin Kays bunu size gönderdi. Gaziler de hisselerinden geçtiler. Hepsinin rızası ile bunu sana armağan gönderdiler, dedim..
Ömer onu gördüğünde, ellerini dizi üzerine koyup ağladı ve dedi ki, Hak teâlâ Ömer’e bu kadar nesneler verdi. Ömer’in gözü ve karnı doymadı. Bununla doyar mı, dersin. Yürü bu kutuyu Mesleme’ye götür ve de ki, bir daha bunun gibi iş yapmasın. Müslümanların nasibini kimseye göndermesin. Bu cevahirleri satsın, müslümanlara dağıtsın. Çabuk git. Eğer dağılmış iseler, Mesleme’ye bir iş ederim ki, müslümanlara ibret olur.
Dedim ki, ya Ömer tecil eyleseniz. Benim bineceğim yok, gidinceye kadar geç olur. Emretti, sadaka develerden iki deve getirdiler. Bana verdi ve dedi ki bu develere nöbetle binip, oraya varınca, senden daha müstahak ve daha fakir bir kişi bulup, bu develeri ona ver. Haydi, çık yola. Ben de acele Medine’den çıkıp, mola vermeden o makama eriştim. Kutuyu Mesleme’ye verdim. Durumu söyledim. Mesleme de o cevherleri otuz bin altına satıp, orada bulunan gazilere bölüştürdü. (Taberi tarihi)
Hırkasında oniki yama vardı
Hazret-i Ömer hilafet makamına geçtikten sonra, kızı Hazret-i Hafsa [ki Resulullahın hanımı olup, müminlerin annelerindendir], muhterem babasını görmeye geldi. Mübarek yüzlerini gördüğünde, üzerinde olan hırkanın oniki yerde yaması vardı, hatta yamanın ikisi deriden idi. Hafsa validemiz, babasını bu hırka ile görünce hatır-ı şerifleri mahzun olup, dedi ki, ey gözüm nuru babacığım. Bu hırkayı bir fakire verip, kendi arkanıza bir yeni hırka yapsanız, olmaz mı?
Hazret-i Ömer buyurdu ki, kızım, sen Fahri âlem hazretlerinin helali idin. Sen Ona bizden yakın idin. Bilmez misin ki, Server-i âlem bu dünyayı deniden [alçak dünyadan] ne mertebe sakınmıştır. Dünyayı hor ve zelil edip, emri altına almıştır. Ahirete teşrif edeceği zaman, bana vasiyet edip, (Ya Ömer, kıyamet gününde, benimle ve Ebu Bekirle buluşmak istersen, yolumuzdan ayrılma) diye buyurmadı mı? (M. Ç. Güzin)
İyi vaktinde senden cizye aldık
Hazret-i Ömer, halifeliği zamanında kapı kapı gezip dilenen yaşlı bir zimmi gördü. Ona merhamet edip buyurdu ki: Ey pir, iyi vaktinde senden cizye aldık. Layık olan odur ki, bugün seni af etmeliyim. Seni af ettim. Her gün kendinin ve ıyalinin [çoluk-çocuğunun] yiyeceğini beyt-ül-maldan versinler. (Tenbih-ül gafilin)
Düşmandan korkma, Allah’tan kork
Hazret-i Ömer halife iken, İran memleketini feth etmek arzusunda idi. O memlekette İslamiyet yayılsın istiyordu. Sahabe-i güzin ile müşavere edip, asker topladı. Başlarına Sad bin Ebi Vakkas’ı komutan tayin edip, İran memleketine gazaya gönderdi. Sad hazretlerine de şöyle nasihat ve talimat verdi: (Ey Sad, düşmandan korkma, Allah’tan kork. Ordunun içinde günah işleyenler bulunmamalı!)
Faris vilayetine vardılar. Haber verdiler ki, arab askeri geldi. İranlılar asker tedarik edip, bunlara karşı durmak istediler. Kisranın askeri şehirden dışarı çıkıp, İslam askerinin karşısına kondu. İslam askeri yirmibin kişi idi. Sad bin Ebi Vakkas’ın huzuruna elçi gönderip, ne iş için geldiler ve maksatları nedir diye sordular. Hazret-i Sad buyurdu ki, Sizi dini İslam'a davet ederiz, onun için geldik. Eğer sözümüzü kabul etmezseniz, ceng ederiz.
Kisraya bu haber geldi. Kisra askerine dedi ki, yarın cenge hazır olunuz. Acem padişahlarına kisra derlerdi. Bu padişahın adı Yezdücürd idi. Dedi ki, bu gelen asker yirmibin kişidir. Siz yüzbinden çoksunuz. Onlardan niçin korkarsınız.
Sabah oldu. İki tarafın askeri atlara binip, saflar bağlayıp, bayraklar diktiler. Ceng yapmak için, bahadırlar hazırlandılar. Sonra iki asker birbirine girdi. İkisinin arasında mücadele ayyuka çıktı. O gece sabaha kadar muharebe ettiler. Hiç dinlenmediler. Yezdücürdün pehlivanlarından Rüstem bin Mihriban ki ermenidendir. Uzun zaman, muharebe meydanında bahadırlık yapıp, arab yiğitlerinin birinin elinde helak oldu. Bunu helak eden yiğit, işlediği bir günah yüzünden, [Hazret-i Ömer’in nasihat ve talimatı gereği] kumandanın çadırında mahpus idi. Bu mahpus, Rüstem’in bir kılıç vurması ile Müslümanların şehid olduğunu gördükçe, o dinsize diş bilerdi.
Hazret-i Sad’ın makadında bir ağrı olduğundan o gün, muharebedeki yerine tahteravan ile gitti. Savaş aletleri çadırda, cariyesinin yanında kalmıştı. O gazi, hizmetçiye yalvarıp, mahpus olmaktan kurtuldu. Hazret-i Sad’ın atını ve savaş aletlerini de hizmetçiden rica ile alıp, hemen meydandaki Rüstem’in yanına gitti. İlk hücumunda nara atarak Rüstem’i titretti ve göz açtırmayıp, ilk hamlede Rüstem’i atından düşürüp, öldürdü. Sonra sözünde durup, doğruca Hazret-i Sad’ın çadırında mahpus olduğu yere geldi. Hizmetçiye, zinciri boynuna taktırdı.
Dev Rüstem helak olduğu zaman, çözülme başladı ve kâfirler dağılıp, İslam askeri bunların ardına düştü. Kâfirleri kıra kıra şehirlerine götürdüler. Kale kapısını yıkıp, içeri girdiler. Yüzbin kâfirin ellibini öldürülmüştü. Doğru Kisranın sarayına geldiler. O padişahın bir oğlu ve bir kızı var idi. Esir aldılar. Hazinesinin tamamını ele geçirdiler. Çok mal ve hazine alıp, feth ve nusret ve şad olarak dönüp, Hazret-i Ömer’in huzuruna geldiler. Bütün Eshab-ı güzin, Hazret-i Ömer’in bu gazasını kutladılar, hayır dualar ettiler. Hazret-i Ömer padişahın esir kızını, Peygamberimizin hanımlarından Ümmi Seleme validemizin huzuruna gönderdi. Zira, Ümmi Seleme validemiz tatlı dilli ve şefkatli idi. O kız, İslam'a gelir diye, onun yanına gönderdi. Çeyizini de Sad bin Ebu Vakkas getirip, Hazret-i Ömer’e teslim etti. Hazret-i Ömer de o çeyizi Beyt-ül-mal eminine emanet verip, böylece sakla, muhafaza et buyurdu. Üç ay sonra o kız, müslüman oldu. Hazret-i Ömer’e müjdelediler. Hazret-i Ömer, kızın bütün çeyizlerini ve altınlarını ve nice türlü elbiselerinin hepsini çıkarıp, cümlesini ona teslim edin diye emretti. Medine ahalisi bu malı görüp, hayret ettiler. Bu kız çeyizini görünce sevinip, Hazret-i Ömer’e dua etti. O kızın adı şehri Banu idi. Hikmet-i Rabbani, Hazret-i Hüseyin’e müyesser oldu, yani ona nikah ettiler.
[Sad bin Ebi Vakkas hazretleri, dev Rüstem’i katleden o gaziyi ve hadiseyi Hazret-i Ömer’e arz etti. O da gazinin cezasını bağışladı.] (M.Ç.Güzin)
Kalenin feth olunamamasının sebebi
Hazret-i Ömer’in zamanında, Şam şehri civarında, bir kalayı muhasara ettiler. Allahü teâlânın hikmeti öğle vakti yaklaştı, feth müyesser olmadı. Hazret-i Ömer gadaba gelip, İslam askerinin hepsini huzuruna çağırıp, bu ana kadar kalenin feth olunamamasının sebebi nedir? Kâfirler kimlerdir ki, İslam askerine karşı koyarlar. Aranızda zahiren bir hata sadır olmuş kimse olmasa, bu kadar dayanamazdılar, diye şiddetli azarladı. Eshab-ı tahire varıp, her birisi tevbe ve istiğfar ile meşgul oldular. O esnada Eshab-ı güzinden birisi ağlayarak, Hazret-i Ömer’in huzuruna gelip, dedi ki, ya Emir-el-müminin, bu gece teheccüde kalktığım vakit, karanlık olduğundan, misvakımı arayıp, bulamadım. Misvaksız namaz kıldım. Var ise benim hatamdandır. Hazret-i Ömer buyurdu ki, tevbe ve istiğfara devam eyle. Bir saat geçmeden kale fetholdu. (M. Ç. Güzin)
Hazret-i Ömer’in hilafeti zamanında, bir gazadan çok mal getirmişlerdi. Hazret-i Ömer ganimet malını taksim eder iken Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin’e biner dirhem verip kendi oğlu Abdullaha beşyüz dirhem verince, oğlu Abdullah hikmetini merak edip sordu. Dedi ki: Efendim, yetişmiş yiğit olan ve nice defa gazaya gidip ve Resulullahın önünde kılıç çekip, nice başlar düşürmüşken, bana beşyüz dirhem verdin. Hasan ile Hüseyin ki, henüz taze yiğitler olmasına rağmen onlara biner dirhem verdin.
Hazret-i Ömer buyurdu ki:
(Ya Abdullah, onlar kim sen kim! Sen onlar ile kendini bir mi tutuyorsun? Onların, Resulullah gibi dedeleri var. Ali gibi babaları, Fatıma gibi anaları var. İbrahim gibi dayıları, [İbrahim, Resul-i ekremin oğludur.] Ümmi Gülsüm ve Rukayye gibi teyzeleri, Cafer ve Ukayl gibi amcaları var.)
Hazret-i Ömer’in böyle söylediğini, Hazret-i Ali işitti ve buyurdu ki:
Resul-i Ekrem, (Ömer, Cennet ehlinin ışığı ve İslam’ın nurudur) buyurmuş idi. Bunu boş yere buyurmamıştır. Böyle söyleyince, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin, Hazret-i Ömer’in yanına varıp, Resulullahın böyle buyurduğunu müjdelediler.
Hazret-i Ömer, sahabe-i güzinden bir cemaat ile yerinden kalkıp, Hazret-i Ali’nin yanına gelip, ya Ali, sen Resulullahtan (Ömer, Cennet ehlinin ışığı ve İslam’ın nurudur) diye işittin mi? Hazret-i Ali de, evet dedi. Öyle ise şimdi bana bunu yaz dedi. Hazret-i Ali de yazdı. Hazret-i Ömer o yazıyı alıp, oğlu Abdullah’a verdi ve (Ben vefat ettiğimde, bunu kefenime sarasın, bununla Allahü teâlânın huzuruna çıkayım) buyurdu. (M. Ç. Güzin)
Ümmetimden bir evliya varsa
Eshab-ı kiramın tamamı evliya idi, hatta diğer evliyanın her birinden de yüksek idi. Hepsi de keramet sahibi idi. Peygamber efendimiz Hazret-i Ömer’e ikram olmak için buyurdu ki:
(Geçmiş ümmetler içinde vukuundan önce bazı şeyleri haber veren keramet ehli zatlar vardı. Ümmetimin içinde de Ömer onlardandır.)
[B]
(Hiçbir Peygamber yoktur ki, ümmetinde evliya bulunmasın. Eğer benim ümmetimden bir evliya varsa o da Ömer’dir.) [İ. Sa'd]
Hazret-i Ömer, Medine’de kalabalık bir cemaate hutbe okurken, İran’a gönderdiği ordunun mağlup olmak üzere olduğunu görüp, kumandana Ya Sariye arkanı dağa ver buyurdu. O da, dağa yanaştı ve zafere kavuştu. (Şevahid-ün nübüvve)
Hazret-i Ömer halife iken, Eshab-ı güzinden birisini komutan tayin edip, İslam askeri ile gazaya göndermişti. Askerler gittikten sonra bir gün Hazret-i Ömer oturduğu yerde, üç kere sesli olarak (Lebbeyk) dedi. Kimse bunun sırrına vakıf olmayıp, sormaya da kimse cesaret edemedi. Bu hâlin olduğu günün tarihini yazıp, bakalım bunun aslı nedir, dediler.
Bir zaman sonra o komutan ve askerleri, nice fetihler yapıp, salimen ve ganimetler ile geri geldiler. Komutan, Hazret-i Ömer’e sefer durumunu bir bir anlattı. Hazret-i Ömer hiç iltifat etmedi, buyurdu ki, ya o yiğidin hâli ne oldu? O da, ya Ömer! Kasd ile olmadı, [Önümüze su çıktı. Askerin geçmesi için, suyun derinliğini tam anlamak istedim. Ona suya gir, karşıya geç dedim. O da girdi, beş on adım gitmeden boğuldu. Boğulmadan önce Ya Ömer diye üç kere bağırdı. Yüzme bilmiyormuş. Orada hata ettim] dedi. Hazret-i Ömer kızıp, eğer benden sonra âdet olmayacağını bilsem, şimdi cezanı verirdim senin. Git o yiğidin evladına diyetini öde dedi. (M. Ç. Güzin)
Hazret-i Ömer, Amr ibni As’ı, Mısır üzerine gönderdi. Mısır feth olundu. Amr ibni Ası Mısır’a vali tayin etti. Bir kaç aydan sonra, Mısır ahalisi Amr ibni As hazretlerinin huzuruna varıp, (Bu Nil ırmağının bir âdeti vardır ki, onsuz taşmaz ve suyu kesilir) dediler. Amr ibni As, o âdet nedir deyince, (Âdeti odur ki, üzerimizde olan aydan on iki gün geçince, bir kız çocuğu buluruz. Anasını ve babasını mal ile razı ederiz. O kızı nefis elbiseler ile süsleyip, Nil ırmağına bırakırız) dediler.
Amr ibni As, bu yanlış bir iştir. İslam'da böyle bir iş yoktur. Muhakkak İslam, bütün kötü âdetleri ortadan kaldırmıştır, dedi ve öyle yapmamalarını emretti. O tarihten üç ay geçti. Nil nehrinin suyu artmadı. Ahalisi başka yerlere göç etmeye başladılar. Hazret-i Amr, bu hâli Hazret-i Ömer’e mektup yazarak bildirdi. Hazret-i Ömer cevabında yazdı ki, iyi etmişsin, sevap olmuştur. Mektubumun içine bir parça kağıt koydum. Onu Nil ırmağına bırak.
Mektup Amr’a geldi. O kağıtta şu satırlar yazılı idi:
(Ömer’ibnül Hattab’dan Mısır’ın Nil nehrine. Önceden akıyor idin. Şimdi akmıyorsun. Vahid ve Kahhar olan Allah seni akıtır. Senin akman için Vahid ve Kahhar olan Allah’a dua ediyorum.)
Amr bin As o kağıt parçasını, Nil nehrine bıraktı. Ertesi gün, Nil nehri onaltı arşın yukarı kalkıp, su seviyesi yükseldi. O vakitten sonra, o yaramaz âdetten Mısır ahalisi kurtuldu.
İmam-ı Müstagfiri haber verdi ki, Hazret-i Musa, Firavunun üzerine beddua etti. Hak teâlâ Nil ırmağının suyunu kesti. Halk etrafa dağılmaya başladı. Sonra toplanıp, Musa aleyhisselama gelip, bizim için dua eyle, ki Nil geri aksın diye yalvardılar. Musa aleyhisselam belki imana gelirler diye dua etti. Sabah oldu. Gördüler ki Nil onaltı zra yukarı kalkıp, akar. Hak teâlâ o ihsanı, yani Musa aleyhisselam gibi büyük bir Peygambere ihsan ettiği mucizeyi, ümmet-i Muhammedden Ömer hazretlerine keramet olarak verdi. (Şevahid-ün nübüvve)
Adalet etmek senin nasibindir
Hazret-i Ömer, Resulullah ile bütün savaşlara iştirak edip, kâfirlere karşı kahramanca savaştı. Bedir ve Uhud gibi hayati öneme haiz savaşlarda devamlı Resulullahın yanında yer aldı. Hendek savaşında önemli bir yeri tutup düşmana mani oldu.
Hayber fethinden sonra hissesine düşen ganimet malı araziyi vakfetti. Mekke’nin fethinde bulundu. Huneyn savaşına katıldı. Tebük seferinde bütün malının yarısını verdi.
10 sene 6 ay ve 7 günlük hilafeti zamanında, iki büyük devlet olan Bizans ve Sasani devletlerinin hakimiyeti altında olan Suriye, Filistin, Mısır, Irak ve İran’ı İslam devletinin sınırları içine aldı. 1036 büyük şehri zaptetti. Kuzey Afrika’dan Türkistan’a, Azerbaycan’dan Yemen’e kadar uzanan ve 2 milyon km2.den büyük olan İslam devletini, kurduğu mükemmel müesseselerle çok güzel idare etti. Davalara bakması için mahkemeler, adli teşkilatlar, suç ve zabıta işlerine bakan, satıcıları kontrol eden, halkın birbirleriyle olan münasebetlerini düzenleyen teşkilatlar kurdu. Onun zamanında 4.000’den fazla yeni cami yapıldı. Yollar, köprüler inşa edilip, su kanalları açıldı. Fakir çocuklara maaşlar verildi. Mescid-i Haram’ı ve Mescid-i Nebevi’yi genişletti. İslamiyet’i yaymak için her tarafta okullar açtırdı. Çok adil, abid, merhametli, alçak gönüllü olup fakirlikle yaşardı. O kadar adaletli idi ki, Ömer’in adaleti sözü dillere destan oldu.
Âlimler ittifak etmişlerdir. Hazret-i Ömer’den sonra, dünyada kimseye Hazret-i Ömer dirliği gibi [idaresi gibi] dirlik verilmedi. Kimse onun yoluna varamadı. Hilafetinde, (Dicle nehri kenarında koyun güden çobanın, bir koyunu zayi olsa, korkarım ki, onu Allahü teâlâ, niçin çobanın koyunlarını gözetmedin diye benden sorar) der idi.
Bir gün Hazret-i Ömer öğle sıcağında kendi soyunup, sadaka develerini bağlıyordu. Dediler, ya Emir-el-müminin! Niçin sen kendin zahmet çekersin. Bir kişiye buyurun, o bağlasa, olmaz mı? Buyurdu ki, bunlar fakirlerin hakkıdır. Allahü teâlâ beni bunlara çoban etti. Fakirlerin işlerini kendim görmem lazımdır. Zira ahirette benden sorarlar. Bir kişi dedi, ya Emir-el-müminin! Sana yakın olanların işlerini sen kendin görürsün. Uzak olanların işini nasıl görürsün? Buyurdu ki, inşaallahü teâlâ bir sene gezeceğim. Nice gücü yetmez, fakir ve hastalar vardır. Kendim onların kapılarına varıp, ihtiyaçlarını göreceğim.
Hazret-i Ömer her yere bir amir gönderirdi. Ona bir vasiyetname verir, ne yapması icap ettiğini bildirirdi. Eğer dediğimden dışarı çıkarsan, ben senden uzağım derdi. Bir ferman da o tarafın ahalisine gönderir, eğer bu kişi emirlerime uyar ise, ona itaat ediniz, uymaz ise itaat etmeyiniz derdi.
Abdurrahman bin Avf der ki, Ömer geceleri şehri gezer, kontrol ederdi. Bir gece benim evime geldi. Ya Abdurrahman, bu gece şehrin kenarına bir kervan geldi. Korkarım ki, eşyaları kaybolur. Gel, gidip bu gece onları bekleyelim, dedi. Vardık, sabah oluncaya kadar onları bekledik.
Hazret-i Ömer’in, kuru arpa ekmeği yemek âdeti idi. Kalın kumaştan gömlek giyerdi. Birçok gazalar yaptı. O kadar vilayetler feth etti ki, o kadar mal ve menal onun katına geldi ki, kimseye o kadar gelmedi. Arab ve Acem ve Rum beyleri ikramlar edip, hükmüne baş eğdiler. O kadar şehir imaret etti ki, had ve hesabı yoktu. Meşrık ve magrib arası, tâ Ceyhuna ve Azerbaycan, Horasan derbendine ve Amman, Kirman, Mısır, Şam ve Ruma varıncaya kadar; bütün beldeler onun hükmüne baş eğdi.
Hatta, Hazret-i Ömer’in zamanında sekizbin camide cuma kılmak müyesser oldu. Büyük gazalar yaptı. Bu kadar memleketleri feth eylemek, ezelde ona takdir olmuştur. Her nereye asker gönderse, mensur ve muzaffer olup, salimen, ganimetler ile geriye dönmüşlerdir. Ordusu hiç mağlup olmadı. Tedbirli ve tedarikli ve adaletli idi. Hilafeti zamanında yemesi ve içmesi hiç değişmedi, fazlalaşmadı. Hiçbir zaman hatırlarına kibir gelmedi, büyüklenmedi. Sonu pişmanlık, üzüntü olacak iş yapmadı. (Taberi tarihi)
Hazret-i Ömer’in, Peygamberler ve Hazret-i Ebu Bekir’den sonra insanların en üstünü olduğu hadis-i şeriflerle de bildirilmiştir. Bu hususta eshab-ı kiramın icmaı hasıl olmuş ve bütün Ehl-i sünnet alimleri bunu bildirmiştir. Bu ümmetin en büyük alimlerinden İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri Fıkhu’l-Ekber’de buyuruyor ki:
Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi, Ebu Bekri Sıddık, sonra Ömer ül-Faruk, sonra Osman-ı zinnureyn, daha sonra Aliyyül mürtedadır.
Evliyanın büyüklerinden, imam-ı Muhammed Parisa hazretleri Faslülhitab’da diyor ki:
Hazret-i Ali buyurdu ki: Beni, Ebu Bekir ve Ömer ve Osman’dan üstün tutan münafıktır.Bir gün Resulullah efendimiz otururken, yanına Hazret-i Ömer geldi. Server-i âlem buyurdu ki:
(Ya Ömer, bana "Adalet nurunu, Ömer bin Hattaba ver” ilahi emri geldi. Şimdi sana verdim. Cihanda adalet etmek senin nasibindir.) [M. Ç. Güzin]
İslam şerefi yetmez mi?
Hazret-i Ömer hilafeti zamanında, Şam şehrine gitmek icap etmişti. Eshab-ı güzinden bir cemaati de yanlarına alıp, Medine’den yola çıktılar. Hazret-i Ömer’in bir deveden başka bineceği yoktu. Mugire adlı bir köle var idi. Bir saat Hazret-i Ömer o deveye binerdi, bir saat de Mugire binerdi. Şam şehrine girecekleri vakit, deveye binmek sırası Mugire’de olup, o biniyordu. Eshab-ı güzin, Hazret-i Ömer’e gelip, efendim, bu saatte deveye siz binseniz dediler. Hazret-i Ömer, önce sıra benim idi, bu saat sıra Mugire’nindir. Deveye niçin ben bineyim diye sordu.
Eshab-ı güzin, Şam şehrine girilecektir. Şam şehrinin bütün ileri gelenleri, sizi karşılamaya gelirler. Onlar atlı, siz halife iken yaya yürümek münasip olmaz. Lütfunuzdan ümit ederiz ki, ricamızı makbul tutup, red etmeyiniz dediler.
Hazret-i Ömer huzursuz olup, siz bu evhamdan kurtulmadınız mı? Bize İslam şerefi yetmez mi! İslam dininden daha büyük ve şerefli bir nimet var mıdır! Bu nimeti ve bu izzeti Allahü teâlâ bize ihsan etti. Dini İslam tacını başına koymak, kime müyesser olmuştur. Resulullahın getirdiği İslam elbisesini arkamıza giydirdi. Kelime-i şehadeti dilimize çırağ eyledi. Kur'an-ı azim ile kalbimizi münevver etti. İslamiyet'in kadrini acaba niçin anlamamışsınız ki, kendinizi halka, at ile, elbise ile göstermek istersiniz. Yalnız Habib-i ekremin ümmeti olmak şerefi bize yetmez mi, diye cevap verince, kimse bir şey diyemedi. (M. Ç. Güzin)
Siz halife hanımı olmasaydınız
Hazret-i Ömer bir gün evine geldiğinde, hanımları bir tabak içine koydukları mücevherleri seyrediyorlardı. Nereden geldi bunlar diye sordu. Rum kayserinin hanımlarından kendilerine hediye geldiğini söylediler. Hazret-i Ömer buyurdu ki, eğer siz halife hatunu olmasa idiniz, size bu cevherlerin birisini göndermezlerdi. Size gelen de, halifeye gelen de Müslümanların beyt-ül-malınındır.
Kıymetli hediyeleri alıp, beyt-ül-mala verdi. (M. Ç. Güzin)
Kaldır bu yemeği
Hazret-i Ömer bir kıtlık zamanında, bir deve kesip, Medine’nin fakirlerine bölüştürün diye emretti. Bölüştürme işini yapan hizmetçi, o devenin kıymetli yerlerinden bir miktar alıkoyup, halife için güzel bir şekilde pişirip, iftar zamanında sofraya getirdi. Hazret-i Ömer, bu et neredendir diye sordu. Hizmetçi dedi ki; ya Emir-el müminin! Emriniz ile fakirlere teslim olunan deve etinden sizin hissenizdir. Rengi değişip, buyurdu ki; Vay benim gibi valiye ki, fukaraya kötü yerini verip, kendisi için en güzel yerinden alıkoyuyor. Şimdi, ya hizmetçi, bir daha böyle etme. Kaldır bu yemeği. Fakirlerden, çoluk-çocuğu olan bir kimsenin evine götür ver, yesinler. Bana yine evvelki âdet üzere yemek getir ki, halife olan kimsenin haftada bir kere et yemesi kâfidir.
Hizmetçi yemeği uygun bir fakire verdi. Hazret-i Ömer’in eski âdeti üzere, bir miktar zeytin yağı ile, kuru ekmek parçası getirip, önlerine koydu. (M. Ç. Güzin)
Fırat kenarında oğlak zayi olsa
Bir gün Hazret-i Ömer bir cemiyette ağladı. Niçin ağladığı sorulduğunda, buyurdu ki:
(Niçin ağlamayayım ki, eğer Fırat kenarında oğlak zayi olsa, yarın kıyamet gününde, o Ömer’den sorulur.) Yine nakil olunur ki, bir gün Hazret-i Ömer eline bir saman çöpü alıp, der idi ki, ne olaydı, bu saman çöpü ben olaydım. Ne olaydı mahluk olmaya idim, validem beni doğurmayaydı. Ne olaydı, hatırlanan nesne değil de, unutulan nesne olaydım. (M. Ç. Güzin)
Ömer’in yerini kim tutabilir
Abdurrahman bin Avf der ki, ben Ömer’den acaiblikler gördüm. Ne gördün diye sorulunca buyurdu ki, hayatta olsa, ben söylemeye kadir olmazdım. Birisi odur ki, her gece ikimiz şehri dolanırdık. Bir mahalle varırdık. Ömer bana derdi ki, sen burada dur. Ben de muhalefete kadir olamayıp, dururdum. Varıp, bir zamandan sonra gelirdi. Sormaya da cüret edemezdim.
Vefatlarından sonra bir gece o mahalleye varıp, o ev içine girdim. Bir ihtiyar kadın gördüm. Kendi kendine acaba ne oldu ki, Ömer bu gece gelmedi, diyordu. Ben dedim, ey annem! Ömer vefat etti. Kadın bunu işitince, bir ah çekip, bayıldı. Sonra kendine geldi. Dedi ki: Ey Allah’ım! Bana yardımda bulunan Ömer’i af et.
Ona dedim ki, ne yardım ederdi. Gündüz vakti üzerimi kirletirdim. Onu dışarı atardı. Kirlenmiş elbisemi yıkardı. Beni temizlerdi. Bana yiyecekten ne nesne gerek ise, getirirdi. Dedim, ey annem! Ben de Ömer’in yâriyim. Eğer o gitti ise ben sağım. Ben Ömer’in yaptığı işleri yapayım. Dedi ki, Evladım, Ömer’in yerini kim tutabilir. Eğer Ömer’in yâri isen, bana dua eyle, yardım et. Hemen ellerini açıp, dedi ki, ya ilahel âlemin! Ben o hastalığı Ömer’in yardımı ile çekerdim. Ömer gitti. Benim ruhumu kabz eyle ki, ben Ömersiz ömür istemem. Bunu dedi, o saat duası makbul olup, vefat etti. Ağladım, techiz ve tekfinini yapıp, defnettik. (M.Ç.Güzin)
Bir başabaş kurtulsam
Abdurrahman bin Avf hazretleri anlatır:
Ömer bir gece bir tulumu su ile doldurup, arkasına almış, Medine-i münevvere köylerine giderken yorulmuş gördüm. Dedim ki, ey emir-el müminin, yorulmuşsunuz! Bana ver, biraz da ben götüreyim. Buyurdu ki, eğer bugün sen benim tulumumun yükünü götürür isen, yarın benim günahımın yükünü kim götürür.
Senin ne yükün var ki, sen Resulullahın yolu üzerine yürüyorsun dedim. Buyurdu ki, Resulullahın dostu o zaman olurum ki, bu hilafetten başabaş kurtulayım. [Yani zararsız olarak kurtulur isem, Resulullahın dostu olurum.] Dünyadan göç etmezden evvel böyle buyururdu. (M.Ç.Güzin)
Sonra gelenlere rahat koymadın
Hazret-i Ömer, halifeliği zamanında, Medine’nin etrafında bir deve palanı düşmüş, onu alıp, süratle giderken terlemişti. Hazret-i Ali ile karşılaştı. Hazret-i Ali, ya Emir-el müminin, bu ne haldir diye sordu. Buyurdu ki, ya kardeşim Ali! Bu deve Müslümanların beyt-ül-malındandır. Palanını düşürüp, kaçmış. Onu bulup, yine arkasına vurmak (koymak) isterim. Böylece hilafet zamanımızda, beyt-ül-mala ziyan vermiş olmayalım.
Hazret-i Ali, ya Emir-el müminin! Bir başka kimse gönderseniz, olmaz mıydı diye sorunca, ya Resulullahın amcasının oğlu! Bu iş benim ahdime lazımdır. Kıyamet günü olunca, bu işin kusurunu benden sorarlar. En iyisi budur ki, kimseye ısmarlamayıp, işimi kendim görmeliyim. Böylece, dergah-ı izzette mahcupluk çekmeyeyim dedi.
Hazret-i Ali bu sözü işince derinden ah çekip, ağlamaya başladı. Dedi ki, ya Ömer, senden sonra gelenlere rahat koymadın. Zira onlar bu yolda gidemezler, sıkıntıya düşerler. (M. Ç. Güzin)
Ömer’i Ömer’e gösteren o kadın kimdir
Bir gün Hazret-i Ömer Medine’de gidiyordu. Bir ihtiyar kadın yol kenarında durmuş idi. Bir başka kadın ona dedi ki, içeri gir, emir-ül müminin Ömer gidiyor. İhtiyar kadın, başını dışarı çıkarıp dedi ki, ona dün Ömer derler idi. Bugün emir-ül müminin mi oldu. Hazret-i Ömer o sözü işitti. Geri döndü, dedi ki, Ömer’i Ömer’e gösteren o kadın kimdir. Ömer’in kendini tanımasına, anlamasına sebep oldu.
Ondan sonra her gün o ihtiyar kadının kapısına gelir derdi ki, atılacak çöpün var ise atayım, hizmetin var ise göreyim. Destin boş ise ver, su getireyim. Zira Ömer’i senden gayri kimse tanımadı. (M. Ç. Güzin)
Sana acımasam helal etmezdim
Hazret-iÖmer bir gün, mübarek başını koyup, tam yatacaktı. O sırada bir köle seslenip: Kalk, ya Emir-el müminin. Önce bana insaf eyle! Rabbil âlemin kıyamet günü benim hakkımı senden alır dedi. Hazret-i Ömer acele kalkıp, ne iş yaparsın, yardım edeyim dedi. O köle, ben düşkün bir kişiyim. Elbisemi yıkayasın ve temizleyesin. Düşkünlere, hastalara yardım etmek senin üzerine vaciptir dedi. Hazret-i Ömer, evet, hak senin elindedir, ne istiyorsan yapayım dedi.
O kendi elbiselerini çıkarıp, ya Emir-el müminin, sen elbiselerini bana ver; giyineyim ki, çıplaklığa sabredemem dedi. Hazret-i Ömer elbisesini çıkarıp, ona verdi. Kendi beline bir peştemal bağladı. Kölenin elbisesini yıkadı. Ondan özürler ve yumuşak sözler ile helallik diledi. Köle, ya Emir-el müminin, eğer sana acımasam, helal etmezdim. Sen bilirsin ki, kıyamet gününde, şarktan-garba müslümanların çıplakları, açları, zayıfları, fakirleri ve düşkünleri haklarından seni sual ederler. Allahü teâlâ, bunların haklarından sana sual eder, sen ne cevap verirsin?
Hazret-i Ömer çok ağladı. Yine köleden özürler diledi. Gönlünü hoş etti. Kendi elbisesini ona bağışladı. Ağlayarak geri döndü. (M. Ç. Güzin)
Bizi bekleyen bu zat kimdir
Hazret-i Ömer zamanında bir kervan, gece vaktinde Medine’ye geldi. Kervandakilerin hepsi kâfir idi. Konakladıkları gibi hepsi uyudular. Zira yorulmuşlardı. Hazret-i Ömer nöbetçi, koruma bırakmadan hepsinin uyumuş olduğunu görünce, bunların malları çalınırsa ben mesul olurum endişesiyle Abdurrahman bin Avf’ın yanına vardı.
Ya Emir-el müminin! Bu vakitte ne işe geldiniz deyince dedi ki, ya Abdurrahman! Bir kervana uğradım. Konmuşlar ve hepsi uyumuşlar. Korktum ki, malları çalınır. Bunlar bize sığınmış oldular. Bana muvafakat et, varalım, onları bekleyelim.
İkisi varıp beklediler. Sabah vakti oldu. Hazret-i Ömer (Es-salat, es-salat) diye, seslendi. Uyandılar. Hazret-i Ömer: Bir daha böyle hiçbir yerde tedbirsiz (nöbetçisiz) uyumayın buyurdu ve dönüp, mescide geldi. Kervan halkından birisi, emir-ül mümininin arkasından gitti. Karşılaştığı birisine Hazret-i Ömer’i kastederek, bizi sabaha kadar bekleyen bu zat kimdir dedi. Müslümanların halifesi, emir-ül müminin Ömer’dir cevabını aldı.
O kişi varıp kervan halkına, bizi sabaha kadar bizzat bekleyen şahıs, müslümanların halifesi Hazret-i Ömer’miş dedi. Kendi dinlerinde olmayanlara şefkat ve merhameti böyle ise ya müslümanlara nasıldır! Demek ki, onun dini hak dindir dediler. Hepsi kalkıp, Hazret-i Ömer’in huzuruna varıp, tamamı müslüman oldu. (M.Ç.Güzin)
Bunlar da gazilerin hakkıdır
Hazret-i Ömer halife iken, Hazret-i Numan’ı komutan yapıp, acem diyarına gönderdi. Nihavend ile Hemedanı feth ettiler. Acemlerin ileri gelenlerinden birisi, Mugire’nin elinde esir iken, [serbest bırakırlar niyetiyle olsa gerek] koynundan bir kutu çıkarıp, babam bana bu kutuyu verdiği zaman, padişah olduğun vakit bunu açasın diye vasiyet etmişti. Ben bundan sonra padişah olacak değilim dedi ve kutuyu Mugire hazretlerine verdi.
Hazret-i Mugire kutuyu İslam askeri içinde açtı. İçinde çok kıymetli mücevherler vardı. Dediler ki, bu kutu ceng ile alınmamıştır. Yine bunu aynı şekilde, Emir-ül müminin Ömer hazretlerine gönderelim.
O kutuyu, durumu anlatan bir yazıyla beraber başka bir kutu içine koyup ve mühürleyip, Hazret-i Ömer’e gönderdiler. Hazret-i Ömer, kutuyu Eshab-ı güzin arasında açtı. Mücevherleri gördüler. Bunlar da gazilerin hakkıdır. Satsınlar, akçesini, gazilere taksim etsinler diye emretti.
Gazalarda tahsil olunan mal ve ganimetlerden, Hazret-i Ömer bir habbesini kabul etmezdi. Cümlesini fakirlere ve gazilere sarf ederdi. (Taberi tarihi)
Bu çırağ şahsi malım değildir
Birgece Hazret-i Osman Hazret-i Ömer’in huzuruna vardı. Gördü ki, acele ile mektup yazıyor. Selam verdi, ancak emir-ül müminin cevap vermedi. Mektubu bitirdi. Çırağı söndürüp, selama cevap verdi. Hazret-i Osman, neden selamın cevabını çırağı söndürdükten sonra verdin diye sordu. Dedi ki: “Ya Osman! Bu çırağ şahsi malım değildir. Beytülmaldandır. Çırağı müslümanların işi için ışıklandırdım. Korktum ki, o çırağ ışığında selamını alsam, kıyamet gününde, müslümanlar bana hasım olurlar [haklarını isterler]. Allahü teâlâ beni ondan sual edip, ben cevap vermeye takat getiremem. (M. Ç. Güzin)
Vaiz olarak ölüm kâfidir
Hazret-i Ömer’in yüzüğünde Kefa bil-mevt vaızan ya Ömer yazılı idi. Manası, Ya Ömer, vaiz olarak ölüm kâfidir demektir. Ya Ömer kısmı hariç, hadis-i şeriftir. (Taberani)
Nitekim, Hazret-i Ömer bir kimseye her gün birkaç kere gelip, ölümü hatırlatsın diye birkaç akçe tayin etmişti. Her vakit o kimse gelip, ölümü ona hatırlatırdı. Bir gün o şahsın vazifesine son verdi. Şahıs kusur mu ettim diye üzülünce, buyurdu ki, senin gelip ölümü hatırlatmana ihtiyacım kalmadı. Zira sakalıma ak düştü. Sakalın akı ise ölümün habercisidir. Daima göz önünde olup, ölümü hatırlatır. (M. Ç. Güzin)
Mesleme’ye bir iş ederim ki
Hicretin yirmiüçüncü senesi idi. Bir gün Hazret-i Ömer’e, (İran tarafında bir aşiret vardır. Sanatları haramiliktir. Müslümanların yollarını basarlar. Mallarını alırlar. İmana gelmezler. Müslümanlara karışmazlar) diye bir aşiretin zulmünden şikayet ettiler.
Hazret-i Ömer, Mesleme bin Kaysı onların üzerine gönderdi. Mesleme asker ile varıp, onları dine davet etti, kabul etmediler. Cizye verin dedi, kabul etmediler. Ceng ettiler ve aşiretin hepsi öldürüldü. Mesleme ganimet malının beşte birini beyt-ül-mal için ayırdı. Bir kutu ile kıymetli taşlar eline geçmişti. Hazret-i Ömer’e, beşte bir mal ile o kutuyu, gazilerin rızası ile armağan gönderdi.
O gönderdiği kişi anlatır:
Medine’ye geldim. Ömer mescidde fukaraya yemek yediriyordu. [Zira, beyt-ül-maldan fakirler için günde bir deve kesip, pişirip, yedirmek âdet-i şerifi idi. Yemek yenirken, kendisi mübarek eline bir asa alıp, ayağı üzerine durup, yiyenleri gözetirdi. Ekmek ve aş lazım oldukça, götürüp verirdi.] Ömer’i bu hizmeti yaparken gördüm. Sabredip, bekledim. İşini bitirip, evine geldi. Ben de arkasından vardım. Bana, içeri girin dedi. İçeri girdim. Evinin içinde bir eskimiş kilim, iki yastıktan gayri nesne görmedim. O yastıklar da hurma lifinden idi. Ömer kilim üzerine oturup, yastığı benim altıma verdi. Oturdum.
Sonra, hanımına [Hazret-i Ali’nin kızı Ümmi Gülsüm’e] misafir de var, yemek için bir şeyler gönderin diye seslendi. Bir çanakta bir miktar zeytinyağı ile bir parça arpa ekmeği getirildi. Ben de Ömer’in hatırı için beraber yedim. Ondan sonra, aşiretin ortadan kaldırıldığını, çok ganimet alındığını anlattım. Ve o hediye kutusunu çıkarıp, Ömer’in önüne koydum. Bu nedir, dedi. Mesleme bin Kays bunu size gönderdi. Gaziler de hisselerinden geçtiler. Hepsinin rızası ile bunu sana armağan gönderdiler, dedim..
Ömer onu gördüğünde, ellerini dizi üzerine koyup ağladı ve dedi ki, Hak teâlâ Ömer’e bu kadar nesneler verdi. Ömer’in gözü ve karnı doymadı. Bununla doyar mı, dersin. Yürü bu kutuyu Mesleme’ye götür ve de ki, bir daha bunun gibi iş yapmasın. Müslümanların nasibini kimseye göndermesin. Bu cevahirleri satsın, müslümanlara dağıtsın. Çabuk git. Eğer dağılmış iseler, Mesleme’ye bir iş ederim ki, müslümanlara ibret olur.
Dedim ki, ya Ömer tecil eyleseniz. Benim bineceğim yok, gidinceye kadar geç olur. Emretti, sadaka develerden iki deve getirdiler. Bana verdi ve dedi ki bu develere nöbetle binip, oraya varınca, senden daha müstahak ve daha fakir bir kişi bulup, bu develeri ona ver. Haydi, çık yola. Ben de acele Medine’den çıkıp, mola vermeden o makama eriştim. Kutuyu Mesleme’ye verdim. Durumu söyledim. Mesleme de o cevherleri otuz bin altına satıp, orada bulunan gazilere bölüştürdü. (Taberi tarihi)
Hırkasında oniki yama vardı
Hazret-i Ömer hilafet makamına geçtikten sonra, kızı Hazret-i Hafsa [ki Resulullahın hanımı olup, müminlerin annelerindendir], muhterem babasını görmeye geldi. Mübarek yüzlerini gördüğünde, üzerinde olan hırkanın oniki yerde yaması vardı, hatta yamanın ikisi deriden idi. Hafsa validemiz, babasını bu hırka ile görünce hatır-ı şerifleri mahzun olup, dedi ki, ey gözüm nuru babacığım. Bu hırkayı bir fakire verip, kendi arkanıza bir yeni hırka yapsanız, olmaz mı?
Hazret-i Ömer buyurdu ki, kızım, sen Fahri âlem hazretlerinin helali idin. Sen Ona bizden yakın idin. Bilmez misin ki, Server-i âlem bu dünyayı deniden [alçak dünyadan] ne mertebe sakınmıştır. Dünyayı hor ve zelil edip, emri altına almıştır. Ahirete teşrif edeceği zaman, bana vasiyet edip, (Ya Ömer, kıyamet gününde, benimle ve Ebu Bekirle buluşmak istersen, yolumuzdan ayrılma) diye buyurmadı mı? (M. Ç. Güzin)
İyi vaktinde senden cizye aldık
Hazret-i Ömer, halifeliği zamanında kapı kapı gezip dilenen yaşlı bir zimmi gördü. Ona merhamet edip buyurdu ki: Ey pir, iyi vaktinde senden cizye aldık. Layık olan odur ki, bugün seni af etmeliyim. Seni af ettim. Her gün kendinin ve ıyalinin [çoluk-çocuğunun] yiyeceğini beyt-ül-maldan versinler. (Tenbih-ül gafilin)
Düşmandan korkma, Allah’tan kork
Hazret-i Ömer halife iken, İran memleketini feth etmek arzusunda idi. O memlekette İslamiyet yayılsın istiyordu. Sahabe-i güzin ile müşavere edip, asker topladı. Başlarına Sad bin Ebi Vakkas’ı komutan tayin edip, İran memleketine gazaya gönderdi. Sad hazretlerine de şöyle nasihat ve talimat verdi: (Ey Sad, düşmandan korkma, Allah’tan kork. Ordunun içinde günah işleyenler bulunmamalı!)
Faris vilayetine vardılar. Haber verdiler ki, arab askeri geldi. İranlılar asker tedarik edip, bunlara karşı durmak istediler. Kisranın askeri şehirden dışarı çıkıp, İslam askerinin karşısına kondu. İslam askeri yirmibin kişi idi. Sad bin Ebi Vakkas’ın huzuruna elçi gönderip, ne iş için geldiler ve maksatları nedir diye sordular. Hazret-i Sad buyurdu ki, Sizi dini İslam'a davet ederiz, onun için geldik. Eğer sözümüzü kabul etmezseniz, ceng ederiz.
Kisraya bu haber geldi. Kisra askerine dedi ki, yarın cenge hazır olunuz. Acem padişahlarına kisra derlerdi. Bu padişahın adı Yezdücürd idi. Dedi ki, bu gelen asker yirmibin kişidir. Siz yüzbinden çoksunuz. Onlardan niçin korkarsınız.
Sabah oldu. İki tarafın askeri atlara binip, saflar bağlayıp, bayraklar diktiler. Ceng yapmak için, bahadırlar hazırlandılar. Sonra iki asker birbirine girdi. İkisinin arasında mücadele ayyuka çıktı. O gece sabaha kadar muharebe ettiler. Hiç dinlenmediler. Yezdücürdün pehlivanlarından Rüstem bin Mihriban ki ermenidendir. Uzun zaman, muharebe meydanında bahadırlık yapıp, arab yiğitlerinin birinin elinde helak oldu. Bunu helak eden yiğit, işlediği bir günah yüzünden, [Hazret-i Ömer’in nasihat ve talimatı gereği] kumandanın çadırında mahpus idi. Bu mahpus, Rüstem’in bir kılıç vurması ile Müslümanların şehid olduğunu gördükçe, o dinsize diş bilerdi.
Hazret-i Sad’ın makadında bir ağrı olduğundan o gün, muharebedeki yerine tahteravan ile gitti. Savaş aletleri çadırda, cariyesinin yanında kalmıştı. O gazi, hizmetçiye yalvarıp, mahpus olmaktan kurtuldu. Hazret-i Sad’ın atını ve savaş aletlerini de hizmetçiden rica ile alıp, hemen meydandaki Rüstem’in yanına gitti. İlk hücumunda nara atarak Rüstem’i titretti ve göz açtırmayıp, ilk hamlede Rüstem’i atından düşürüp, öldürdü. Sonra sözünde durup, doğruca Hazret-i Sad’ın çadırında mahpus olduğu yere geldi. Hizmetçiye, zinciri boynuna taktırdı.
Dev Rüstem helak olduğu zaman, çözülme başladı ve kâfirler dağılıp, İslam askeri bunların ardına düştü. Kâfirleri kıra kıra şehirlerine götürdüler. Kale kapısını yıkıp, içeri girdiler. Yüzbin kâfirin ellibini öldürülmüştü. Doğru Kisranın sarayına geldiler. O padişahın bir oğlu ve bir kızı var idi. Esir aldılar. Hazinesinin tamamını ele geçirdiler. Çok mal ve hazine alıp, feth ve nusret ve şad olarak dönüp, Hazret-i Ömer’in huzuruna geldiler. Bütün Eshab-ı güzin, Hazret-i Ömer’in bu gazasını kutladılar, hayır dualar ettiler. Hazret-i Ömer padişahın esir kızını, Peygamberimizin hanımlarından Ümmi Seleme validemizin huzuruna gönderdi. Zira, Ümmi Seleme validemiz tatlı dilli ve şefkatli idi. O kız, İslam'a gelir diye, onun yanına gönderdi. Çeyizini de Sad bin Ebu Vakkas getirip, Hazret-i Ömer’e teslim etti. Hazret-i Ömer de o çeyizi Beyt-ül-mal eminine emanet verip, böylece sakla, muhafaza et buyurdu. Üç ay sonra o kız, müslüman oldu. Hazret-i Ömer’e müjdelediler. Hazret-i Ömer, kızın bütün çeyizlerini ve altınlarını ve nice türlü elbiselerinin hepsini çıkarıp, cümlesini ona teslim edin diye emretti. Medine ahalisi bu malı görüp, hayret ettiler. Bu kız çeyizini görünce sevinip, Hazret-i Ömer’e dua etti. O kızın adı şehri Banu idi. Hikmet-i Rabbani, Hazret-i Hüseyin’e müyesser oldu, yani ona nikah ettiler.
[Sad bin Ebi Vakkas hazretleri, dev Rüstem’i katleden o gaziyi ve hadiseyi Hazret-i Ömer’e arz etti. O da gazinin cezasını bağışladı.] (M.Ç.Güzin)
Kalenin feth olunamamasının sebebi
Hazret-i Ömer’in zamanında, Şam şehri civarında, bir kalayı muhasara ettiler. Allahü teâlânın hikmeti öğle vakti yaklaştı, feth müyesser olmadı. Hazret-i Ömer gadaba gelip, İslam askerinin hepsini huzuruna çağırıp, bu ana kadar kalenin feth olunamamasının sebebi nedir? Kâfirler kimlerdir ki, İslam askerine karşı koyarlar. Aranızda zahiren bir hata sadır olmuş kimse olmasa, bu kadar dayanamazdılar, diye şiddetli azarladı. Eshab-ı tahire varıp, her birisi tevbe ve istiğfar ile meşgul oldular. O esnada Eshab-ı güzinden birisi ağlayarak, Hazret-i Ömer’in huzuruna gelip, dedi ki, ya Emir-el-müminin, bu gece teheccüde kalktığım vakit, karanlık olduğundan, misvakımı arayıp, bulamadım. Misvaksız namaz kıldım. Var ise benim hatamdandır. Hazret-i Ömer buyurdu ki, tevbe ve istiğfara devam eyle. Bir saat geçmeden kale fetholdu. (M. Ç. Güzin)