PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : ***O'nun için yaşamak. O'nun için sevmek. O'nun için olmak . . .


Dilsad Hatun
23.08.2010, 00:46
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

Neden Hz Yakup yanında onca evladı varken illa Yusuf diye ağlayıp gözlerini kör eyledi. Sevgi sadece evlat sevgisi ise bu sevgiyi kendine yaşatacak hiç mi evladı yoktu.. diğer evlatları ona bu evlat sevgisini veremez miydi.. bir sevgi uğruna hele ki yanında bu sevgiyi giderecek başka kişiler olduğu halde gözler körleştirilebilir miydi.. ve Yusuf'un geleceği bilinmediği halde geleceğine dair bu kadar ümit beslenir miydi..

Neden Mecnun illa Leyla deyip çöllere düştü. Mecnun için başka bir sevgili bulunamaz mıydı.. Hiçbir kız Leyla'nın verdiğini veremez miydi Mecnun'a.. Eğer istek sadece dünya ise o çölde Leyla'dan daha güzelleri vardı.. yok eğer istek hem dünya hem ahiret ise o çölde yine bunu Mecnun'a verecek kızda vardı.. ama Mecnun illa neden Leyla diye çöllerde idi.. Neden Leyla'nın artık dünyadan göçtüğünü öğrendiği halde onu unutup gitmek yerine gidip Leyla'nın tabutuna uzanıp onsuz hayatı kendisine haram eyleyip o canı verenden ölümü istedi. Ve canı veren onun isteğini kabul edip o canı Leyla'sız dünyada bırakmadı..

Neden Bülbül Gül için ağlayıp durdu hep.. Gül'ün dikenlerinin her seferinde vücuduna batıp kendisine acı vereceğini bildi halde neden Bülbül hala güle konmaya gülü koklamaya devam etti. Bülbül için gül sadece bir çiçekse eğer gülün verdiği çiçekliği verecek bir çok çiçek vardı şu dünyada.. ama bülbül neden hiçbir çiçeği görmeden ısrarla gül için ağlayıp güle konup gülü kokladı..

Zannediyor musunuz ki Yakup için Yusuf sadece bir evlattı...

Zannediyor musunuz ki Mecnun için Leyla sadece bir sevgili idi...

Zannediyor musunuz ki Bülbül için Gül sadece bir çiçekti...
Eğer sadece Yakup için evlat.. Mecnun için sevgili.. Bülbül için çiçek olsaydı anlam...

Ne Yusuf için gözler kör edilirdi... ve gelene kadar dünyaya küsülürdü..

Ne Leyla için çöllere düşülür ölümü ile ölünürdü..

Ne de Gül için onca dikenine rağmen gözyaşı dökülür ve hala üzerine konulup kokusu koklanırdı...

Bunu anlamak için Yakup olmak lazım.. sadece Yakup olmak değil Yusuf gibi evlat sahibi olmak lazım... bu da yetmez.. en önemlisi Yakup gibi sevmek lazım.. ve Yusuf'un yokluğunda gözleri dünyaya körleştirecek sevgi lazım...

Bunu anlamak için Mecnun olmak lazım.. sadece Mecnun olmak değil Leyla gibi bir sevgili lazım.. ve Mecnun gibi sevmek lazım.. Leyla'sı Mevla'ya ulaştığında onunla Mevla'ya gitmeye hazır olmak lazım.. bu sevgiyi yüreğine canına işlemek lazım ki sevgi ve sevgili gittiğinde canı da onunla gitsin ki sevgili olmadığında o da olmasın..

Bunu anlamak için Bülbül olmak lazım.. sadece bülbül olmak değil Gül gibi bir çiçek lazım.. ve Gül'e bülbül gibi özlem duymak lazım.. koklamaya geldiğinde batan dikenlere katlanmak ve akan kanı görmemek lazım...

Yusuf gelmeden kim açabilirdi Yakub'un gözlerini..
Leyla ölünce kim yaşatabilirdi Mecnun'u..
Gül'ü koklarken akan kanın kan olmadığını kim anlatabilirdi Bülbül'e..

Tek bir olan biri...

Yakub'unda.. Mecnun'unda.. Bülbül'ünde Rabbi olan ALLAH
Yusuf'unda.. Leyla'nında.. Gül'ünde Rabbi olan ALLAH

İşte her şey tek bir şeyde cevap buluyor..
İşte her şey tek bir şeyde son buluyor..

O hükmü kestiyse.. O hükmü yazdıysa

Artık ne göz açılabilir O izin vermeden
Artık ne can hayatta kalabilir O canı vermeden
Artık ne akan kan durabilir O durdurmadan

Sonu yok bu sevdanın O sonu kesmeden
Açıklaması yok bu sevdanın sevdayı gönüle yerleştiren açıklamasını yapmadan

İşte her şey tek bir şeyde cevap buluyor..
İşte her şey tek bir şeyde son buluyor..

Çünkü bu cevabı bulunca tüm sorular en güzel cevaba ulaşıyor
Çünkü bu sonu bulunca en güzel başlangıç oluyor
Çünkü O'nu bulunca kayıplar en güzel kazanç oluyor..

İşte körleşmek.. aslında kayıp ama en güzel kazanç oldu O'nunla..
İşte ölüm... yokluk gibi aslında ama en güzel varlık oldu O'nunla..
İşte kan.. en büyük acı aslında ama en güzel koku oldu O'nunla..

Yakup... ne güzel oldu Yusuf ile....
Mecnun... ne güzel oldu Leyla ile..
Bülbül... ne güzel oldu Gül ile..

Aslında hepsi en güzel bir güzel ile güzel oldu MEVLA ile...

O'nun için yaşamak.. O'nun için sevmek.. O'nun için olmak...

İşte her şey tek bir şeyde cevap buluyor
İşte her şey tek bir şeyde son buluyor.

(alinti)

rüzgar79
23.08.2010, 01:00
Allah korkusu, Cenâb-ı Allah’ın İzzeti, Celâli, Kahrı, Adâleti ve Gazabına karşı ruhumuzda ve vicdanımızda duyduğumuz haşyet, havf ve korkuyu ifâde eden asil ve soyut bir kavramdır. Bir büyük âmir karşısında ruhumuzda meydana gelen haşyet ve heyecanı belki çoğumuz hissetmişizdir. Kâinâtın Sahibi ve Sultanı olan Cenâb-ı Hak da, ubûdiyetimizin ve kulluğumuzun bir gereği olarak, Kendisine haşyet, havf, korku ve heyecanla yaklaşmaya ve yönelmeye,–tâbir câizse—herkesten ve her şeyden daha çok hak sahibidir. Çünkü Allah en büyüktür! Allah korkusu ruhumuza özgü bir basîretin, bir ferâsetin, bir duyarlılığın, bir inceliğin ve bir uyanıklılığın ifâdesidir. Allah’ın her an, her yerde, her halinde ve her işinde hâzır ve nâzır olduğunu bilen bir kul, hatâ ve kusurlara karşı daha duyarlı olmaz mı? “Hatâ yapmaz!” demiyorum, diyemem; çünkü hatâsız kul olmaz. Ancak hatâ ve kusurlara karşı içimizde taşıdığımız “sakınma duygusu”, kalbimizdeki Allah korkusunun belirtisinden başka bir şey değildir. Ruhunda Allah korkusu taşıyan bir kul, hatâlara karşı daha dikkatlidir, daha basîretlidir, irâdesine daha çok sahiptir, haddini daha çok bilendir, kendisine daha çok hâkim olandır! Bir başka ifâdeyle Allah korkusu, ruhumuzda güzel ahlâkın ve huy güzelliğinin sigortası ve güvencesidir! Allah korkusu ruhumuzu her türlü günahlardan arındırır. Allah korkusuyla akıtılan gözyaşını Cehennemin yakmayacağı; Allah korkusundan ağlayan kimsenin, sağılan süt memeye dönmedikçe ateşe girmeyeceği1; Allah korkusundan tenha yerlerde gözyaşı döken gencin Kıyâmet Günü Allah’ın husûsî himâyesinde barınacağı2 müjdelerinin özünde, böyle bir arınma olgusu vardır. Nefsimizin kötü istek ve meyillerine karşı Allah korkusu, eşsiz bir kalkandır. Başta ibâdetler olmak üzere, hayat akışımızın her diliminde ve her saniyesinde ideal olan, Allah korkusu ile Allah sevgisini ruhumuzda birleştirmemizdir. Yüreğimizde her an havf ile recâyı, yani korku ile ümidi bir arada barındırmalıyız. İbâdetlerimizi Allah korkusu için de yapsak, Allah sevgisi için de yapsak—inşaallah—makbuldür. Yeter ki Allah için yapalım! Allah’tan başkası adına yapmayalım. Yüreğimizdeki Allah korkusunun bizi Allah’ın şefkatine ve merhametine ulaştıracağında—inşaallah—hiç şüphe yoktur. “Rabb’ine karşı gelmekten korkan kimseye iki Cennet vardır!”3 âyeti bunu müjdeler. İnsanın fıtratına korku ve sevgi olmak üzere iki duygu yerleştirildiğini beyan eden Bedîüzzaman Hazretleri, herkesin bu duygularını ister istemez ya yaratılmışlara, ya da Yaradan’a çevireceğini; yaratılmışlara çevirmesi halinde korkunun elemli bir belâ; sevginin de belâlı bir musîbetten ibâret kalacağını kaydeder. “Çünkü” der Saîd Nursî, “Sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez ve senin ricânı kabul etmez! Bu durumda korku, elemli bir belâdan ibâret olur!” Sevgide de aynı handikap ve çâresizlik vardır. Çok şey vardır ki, sevgisi yolunda her şeyini fedâ eden insana aslâ dönüp bakmaz, aslâ karşılık vermez, aslâ merhamet etmez; hattâ Allah’a ısmarladık bile demeden çekip gider! Gençliğin, malın, hayatın ve dünyan gibi! Bedîüzzaman Hazretlerine göre, madem ki yaratılmışlar böylesine vurdumduymazdır; insan, yüreğindeki korkusunu ve sevgisini öyle birisine yönlendirmelidir ki, korkusu lezzetli bir secdeye dönüşsün; sevgisi zilletsiz bir saadet olsun! Korkusuna karşı eşsiz bir mağfiret bulsun, sevgisine karşı benzersiz bir merhamet görsün! İşte Yaradan’dan korkmak, O’nun şefkatine karşı yol bulup sığınmaktan ibârettir! Allah korkusu bir kamçıdır; kişiyi doğrudan Allah’ın rahmet kucağına atar! Allah’tan korkan, başka şeylerin gamlı, kasâvetli, sıkıntılı ve belâlı korkularından kurtulmuş olur! Allah korkusunda böylesine hadsiz bir lezzetin bulunduğu düşünülürse, Allah sevgisinin ne derece eşsiz, sonsuz ve ebedî bir lezzet ve saadetin kaynağı olduğu hesap edilmelidir.

HaZaN
23.08.2010, 09:03
Sen Yeter ki Rabbine Teslim Ol


[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]

Dertler, acılar ve çaresizlikler... İnsan eli kolu bağlı bir vaziyette Rabbi’ne (cc) teslim olduğunda, karanlıklar aydınlığa döner. Herşeyin en iyisini bilen O’dur (cc). Bizim gidecek başka kapımız mı var?
Keşke, Rabbimize her zaman niçinsiz ve nedensiz olarak teslim olabilsek... Onu bilip vicdanımızda O’nun irfanına erdikten sonra mükellef olduğumuz hususlar mevzuunda “niçin böyle oldu?”, “neden bunlar hep benim başıma geliyor?”, “Allah’ım neydi günahım!” demeden sadece ve sadece teslim olmamız nispetinde O’na karşı şükran borcumuzu eda edebilsek... Kapısının sadık tasmalı kulları olarak yüzümüzü kapısının eşiğinden ayırmayıp “Rabbim günahkar kulun kapına geldi.. bahtına düştüm..” deyip kendimizi O’nun rahmet kollarına bırakabilsek...


Sözün burasında bir misal olması bakımından kadınlık dünyasının sultanlarından Hz. Hacer Validemizin teslimiyetini nazarlara arz edelim. Hz. İbrahim, kucağındaki çocuğuyla birlikte Hz. Hacer anamızı ekinin bitmediği, suyunun olmadığı kupkuru bir çöle, şimdiki adıyla Mekke’ye bırakmakla emrolunur. Eşini ve biricik oğlunu orada bırakan Hz. İbrahim geriye döner. Biraz ilerlemiştir ki, arkadan ağzı kevser içesi, Rasul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellem’e gerçekten nine ve anne olacak büyük kadın Hz. Hacer’in sesi duyulur: “Ya İbrahim, Ya İbrahim! Bizi burada bırakman Allah’ın emri mi yoksa kendi isteğin mi?” Bunun üzerine Hz. İbrahim, “Allah’ın emri ile seni buraya bıraktım Ya Hacer” der. Bu sözleri duyan Hz. Hacer’in dudaklarından şu sözler dökülür: “Madem Allah’ın emriyle getirip bizi buraya bıraktın, gayri bizi terk etmez. Allah’a teslim olmak, emrettiği şeyleri yerine getirirken, bizi zayi ve terk etmeyeceğine inanmak lazım.”