mansur58
05.11.2010, 21:19
Bu ilginç başlıkla yazıma başlamamın nedenini sanırımm merak etmişsinizdir.
Lise yıllarımda ALLAH ondan razı olsun tarih ögretmenimizin, tarih dersinde anlattığı bir konu çok dikkatimizi çekmişti de hatta olamaz böyle bir şey diyerek hocamıza sorular sorup itirazlarda bulunmuştuk.
Konu: Avrupadaki haçlı ordularının müslümanlar üzerine aylar sürecek seferleri öncesindeki geride bıraktıkları eşlerine, giydirdikleri namus kemeri uygulamalari idi.
Hani bizim insanımız askere yada gurbete giderken geride bıraktğı eşine; sevgimi, sevdamı, aşkımı, namusumu ve cocuklarımı sana, seni de ALLAH’a emanet ediyorum der ve tevekkül ederek vedalaşırya! İşte Avrupalı hiristiyan haçlı askerleride eşlerine veda ederlerken bir güvensizlik örnegi göstererek ve kendilerini, gelinceye dek aldatabilecekleri düşüncesiyle onlara namus kemeri denilen üzerinde anahtari kilidi bulunan çelik kemer giydirerek kilitleyip anahtarlarını da yanlarına alıp vedalaşırlarmış. Guya böylece dönünnceye dek eşlerinin başkalarıyla olabilecek gayri meşru ilişkilerini engelleyip kendilerine sadık kalmalarını amaçlarlarmış.
Sefere çıkan haçlı askerlerinin geride bıraktıkları eşleri için böyle bir yola baş vurduklarını hatta bunun yüz yıllarca süren bir gelenek haline dönüştüğünü Islam tarihcisi Prf. Dr. Ihsan Sureyya Sirma Hoca’danda dinledikten sonra, lisedeki tarih hocamın bu konudaki anlattıklarının bir abartı yada milliyetçilik duygularından kaynaklanan bir itham olmadığını iyice anlamıştım.
Dogrusu bu namus kemerinin nasıl bir şey oldugunu o günden sonra hep merak etmişimdir. Işte bu merakımı gideren bizatihi yaşadığım bir hadiseyi sizlerle paylaşmak istedim.
Avrupanin hemen her ülkesinde eski ve tarihi eşyaların sergilendigi eski pazarları haftanın belli günlerinde kurulur.Ben de tarih ve tarihi eşyalara olan özel merakımdan dolayı zaman zaman bu eskici pazarlarini dolaşıp tarihi eşyalari inceleme fırsatı bulurum.
Bir defasında tarihi eşyalar satan satıcının sergisinde dikkatimi çeken bir şey gözüme çarptı. Ve hemen aklıma bahse konu olan namus kemeri geldi. Evet işte bu o olmalı diye düşünürken biraz tereddüt ettikten sonra satıcıya yönelip bu nedir diye sordum. Satıcıda onun tarihi bir eşya olduğunu ve adına namus kemeri denildigini anlattınca ben iyce meraklanmış bir halde; bu ne işe yarar nerede ve nasil kullanılır diye sormaya başladım. Bu konuda bildiklerini bana anlatan satıcının verdigi bilgilerle tarih hocamin verdigi bilgilerin örtüştüğünü gördüm.
Peki ala nasıl bir şey bu namus kemeri acaba? Kisaca söylemek gerekirse; şekil olarak bir iç camaşırını andıran metal, ön kısmında kilidi olan ve tuvalet ihtiyacının giderilebilmesi için aşağı tarafina yer konulmus bir giysi.
Malum satıcıya, neden bunu giyerlermiş bu ihtiyac nerden kaynaklanırmış acaba diye hiç bilmiyormuscasina sorarak bu uygulamanin nedenini birde bir avrupalıdan dinlemek istedim.Bakiniz neler anlatti !
Hayır namus kemeri giyilmez giydirilir dedi ! Çünkü kadınlar için bu bir esaret ve asağılamaydı. Doğal bir giysi olmadığı için hiç bir kadın bunu isteyerek ve içinden gelerek giyemez diyerek şöyle devam etti. O devirde uzun sürebilecek bir yolculuga çıkmadan önce insanlar geride bıraktıkları eşlerine güvenmedikleri için bunu giydirirler ve kilitleyip anahtarını da beraberlerinde götürürlerdi. Kadın böylece eşi dönünceye kadar ızdırap çekerdi diye uzun uzun anlatti…
Hakikaten Ortacag Avrupa’sında kadın, güvenilmez, şeytanın arkadaşı, kafası her türlü hile ve desiseler için çalışan, ugursuz, bereketsiz ve aşağılık bir varlık olarak ggörülürdü. Dolayısıyla kadına değer verip ona güvenmek büyük bir aptallık ve ahmaklk olarak degerlendirilirdi.
Kadının görüşlerine baş vurmak şöyle dursun insan yerine bile konulmazdı. Hatta erkekler eşleriyle çok nadir cinsel ilişkiye girmeye gayret ederlerdi. Sadece cocuk yapmak düşüncesiyle cinsel ilişkide bulunulurdu. Zaten hiristiyanlığın görüş ve tavsiyesi de bu yondeydi. Hiristiyanlığa göre eşle her zaman cinsel ilişkide bulunmak günah sayılırdı. Sadece cocuk yapmak için ilişki kurulurdu. Kişi kendi eşiyle dahi cinsel ilişkide bulunsa ilişkiden sonraki cenabetlik hali büyük bir kabus ve lanetlenmişlik olarak hissedilirdi. Bu lanetlenmişlik duygusundan kurtulmak içinde uzunca bir süre suyla yıkanmak gerekiyordu.
Ne varki ortaçağ avrupasında ve yakin bir zamana kadar aylarca hatta senelerce insanlar yıkanmazlardı. Kırk sene hiç yıkanmadan yaşayan insanlar hıristiyan kiliselerince “aziz” yani üstün varlık olarak ilan edilirlerdi. Yine o devirlerde yaşamış İngiltere kraliçesi Elizabet’in sadece uc ayda bir banyo yaptigini ve etrafa yaydigi pis kokuları gidermek için de çesitli güzel kokular kullandigını tarihi kaynaklardan biliyoruz.. Suyla yikanip temizlenmenin kötü görülüp iyi sayılmadigi bir kültürde, cönüpp olup lanetli bir hale düştükten sonra o halden kurtulmanin hemde uzunca sürecek bir yıkanmayla mümkün olabilecegi karşısında, neden cinsel ilişkiden uzak durulmaya çalışıldığını daha iyi anlayabiliyoruz.
Bu vesileyle şunu söyleyelimki “Hiristiyanlık susuzluk medeniyetidir, Islam ise su ve temizlik medeniyetidir.” Yuce Islam dini insanin helaliyle aylık adet günleri ve lohusalık günleri dışında normal yoldan cinsel ilişkide bulunmasını çok önemli bir ibadet sayar. Böylece insanın en yuüksek seviyede, istedigi her zaman, helaliyle o beşeri zevki yasayıp tatmin olmasına geniş imkan verir. Hatta eşlerden birisinin cinsel tatminsizligi sonucunda mahkemeye baş vurmasi halinde, Islam mahkemesince boşanma sebebi sayılır. Ashab-ı Kiram’dan bazılari Islam’ı daha iyi yaşamak amacıyla, iftar etmeden oruç tutmaya, eşleriyle cinsel ilişkide bulunmamaya, geceleri uyumadan ibadet etmeye başladilar. Bu hadise Peygamberimiz (sav)’e ulaştiginda, o sahabeleri cagirtip; ben oruç tutar iftar ederim, geceleri ibadet eder uyurum, eşimle de birlikte olurum diyerek bu sahabeleri azarlamiş, insan olduklarını hatırlatarak böyle yapmaktanda menetmistir.
Hiristiyanlık inancından sıyrılıp sekülerizme yönelmiş olan bu günkü Avrupa’nin geçmişten intikam alırcasına, akıl almaz bir fuhuş merkezi haline gelmesinin hatta erkek erkege evliligi dahi yasal hale getirmesinin arka pilanındaki yatan en onemli sepeplerden birisi de, işte ortacag Avrupa’sindaki kilisenin insan fitratına aykırı bir şekilde baskıcı uygulamalarıdır.
Yahudilikteki kadına bakış açısı da hiristiyanliktan farklı degildir. Yahudilik inancına göre aylik adet gören kadının yanına yaklaşılmaz, ona dokunulmaz, adetliyken kullandığı bütün eşyalar iyice temizlenmeden kullanilmaz.Hatta adet gören kadın yalnızlığa terkedilir. Kocası dahi onun yatağına ve odasına yaklaşmaz. Çünkü adet gören kadın necistir lanetlidir. Dolayısıyla dokundugu her şeyide kirletmiş oldugundan temas ettigi her şey temizlenmeden kullanılamaz.
Buna mukabil Yüce Islam Dini kadına hakettigi degeri vererek cenneti ayagının altına koymuştur. Özellikle adet günlerinde ALLAH’u Teala, kadının hasta oldugunu Kur’an-i Kerim’de beyan ederek bu hastalik günlerinde, zahmete katlanıp kendisine ibadet etmesini dahi yasaklayarak ilahi şefkatini göstermiştir.Yine onun saglığını koruma altına almak adına adet günlerinde cinsel ilişkiyi haram kılmıştırr. Böylece, bir hastaya nasıl şefkat, merhamet ve hassasiyet gosterilmesi gerekiyorsa onada aynı davranış içerisinde olunması gerektigini emretmiştir.
Ne varki ALLAH’u Teala, adet günlerinde kadının kendisine ibadet etmesini dahi yasaklayıp adeta ey kulum sen hastasın bana olan görevlerini yerine getirmeni istemiyorum sana kiyamam derken, kadına özgürlük verdiklerini iddia eden çagdaş ideolojiler, adet gunlerinde bile acı ve ızdıraplarına rağmen en agır işlerde kadını çalıştırarak acımasızca sömürmeye köleleştirmeye, ezmeye devam etmektedirler. Buna mukabil Islam ne mükemmel bir dindir ki adetli kadın, istemedigi surece calıştırılmasını yasaklar.
Bu yüzden her konuda oldugu gibi bu konuda da bütün insanlık, İslam’ın o mükemmel şefkatli kollarına sığınnmaya muhtaç ve mecburdur. Biz müslümanlar olarak bizi Islam fıtratı üzere yaratıp ve islam nizami uzere hayatımız idame ettirmeyi nasip eden Yüce Rabb’imize ne kadar şükretsek hamdetsek azdir. O’na sonsuz şükürrler olsun. Bizleri hakkiyla kendisine kulluk eden salih kullarindan eylesin amin…
Selam ve dua ile
mansur58
Lise yıllarımda ALLAH ondan razı olsun tarih ögretmenimizin, tarih dersinde anlattığı bir konu çok dikkatimizi çekmişti de hatta olamaz böyle bir şey diyerek hocamıza sorular sorup itirazlarda bulunmuştuk.
Konu: Avrupadaki haçlı ordularının müslümanlar üzerine aylar sürecek seferleri öncesindeki geride bıraktıkları eşlerine, giydirdikleri namus kemeri uygulamalari idi.
Hani bizim insanımız askere yada gurbete giderken geride bıraktğı eşine; sevgimi, sevdamı, aşkımı, namusumu ve cocuklarımı sana, seni de ALLAH’a emanet ediyorum der ve tevekkül ederek vedalaşırya! İşte Avrupalı hiristiyan haçlı askerleride eşlerine veda ederlerken bir güvensizlik örnegi göstererek ve kendilerini, gelinceye dek aldatabilecekleri düşüncesiyle onlara namus kemeri denilen üzerinde anahtari kilidi bulunan çelik kemer giydirerek kilitleyip anahtarlarını da yanlarına alıp vedalaşırlarmış. Guya böylece dönünnceye dek eşlerinin başkalarıyla olabilecek gayri meşru ilişkilerini engelleyip kendilerine sadık kalmalarını amaçlarlarmış.
Sefere çıkan haçlı askerlerinin geride bıraktıkları eşleri için böyle bir yola baş vurduklarını hatta bunun yüz yıllarca süren bir gelenek haline dönüştüğünü Islam tarihcisi Prf. Dr. Ihsan Sureyya Sirma Hoca’danda dinledikten sonra, lisedeki tarih hocamın bu konudaki anlattıklarının bir abartı yada milliyetçilik duygularından kaynaklanan bir itham olmadığını iyice anlamıştım.
Dogrusu bu namus kemerinin nasıl bir şey oldugunu o günden sonra hep merak etmişimdir. Işte bu merakımı gideren bizatihi yaşadığım bir hadiseyi sizlerle paylaşmak istedim.
Avrupanin hemen her ülkesinde eski ve tarihi eşyaların sergilendigi eski pazarları haftanın belli günlerinde kurulur.Ben de tarih ve tarihi eşyalara olan özel merakımdan dolayı zaman zaman bu eskici pazarlarini dolaşıp tarihi eşyalari inceleme fırsatı bulurum.
Bir defasında tarihi eşyalar satan satıcının sergisinde dikkatimi çeken bir şey gözüme çarptı. Ve hemen aklıma bahse konu olan namus kemeri geldi. Evet işte bu o olmalı diye düşünürken biraz tereddüt ettikten sonra satıcıya yönelip bu nedir diye sordum. Satıcıda onun tarihi bir eşya olduğunu ve adına namus kemeri denildigini anlattınca ben iyce meraklanmış bir halde; bu ne işe yarar nerede ve nasil kullanılır diye sormaya başladım. Bu konuda bildiklerini bana anlatan satıcının verdigi bilgilerle tarih hocamin verdigi bilgilerin örtüştüğünü gördüm.
Peki ala nasıl bir şey bu namus kemeri acaba? Kisaca söylemek gerekirse; şekil olarak bir iç camaşırını andıran metal, ön kısmında kilidi olan ve tuvalet ihtiyacının giderilebilmesi için aşağı tarafina yer konulmus bir giysi.
Malum satıcıya, neden bunu giyerlermiş bu ihtiyac nerden kaynaklanırmış acaba diye hiç bilmiyormuscasina sorarak bu uygulamanin nedenini birde bir avrupalıdan dinlemek istedim.Bakiniz neler anlatti !
Hayır namus kemeri giyilmez giydirilir dedi ! Çünkü kadınlar için bu bir esaret ve asağılamaydı. Doğal bir giysi olmadığı için hiç bir kadın bunu isteyerek ve içinden gelerek giyemez diyerek şöyle devam etti. O devirde uzun sürebilecek bir yolculuga çıkmadan önce insanlar geride bıraktıkları eşlerine güvenmedikleri için bunu giydirirler ve kilitleyip anahtarını da beraberlerinde götürürlerdi. Kadın böylece eşi dönünceye kadar ızdırap çekerdi diye uzun uzun anlatti…
Hakikaten Ortacag Avrupa’sında kadın, güvenilmez, şeytanın arkadaşı, kafası her türlü hile ve desiseler için çalışan, ugursuz, bereketsiz ve aşağılık bir varlık olarak ggörülürdü. Dolayısıyla kadına değer verip ona güvenmek büyük bir aptallık ve ahmaklk olarak degerlendirilirdi.
Kadının görüşlerine baş vurmak şöyle dursun insan yerine bile konulmazdı. Hatta erkekler eşleriyle çok nadir cinsel ilişkiye girmeye gayret ederlerdi. Sadece cocuk yapmak düşüncesiyle cinsel ilişkide bulunulurdu. Zaten hiristiyanlığın görüş ve tavsiyesi de bu yondeydi. Hiristiyanlığa göre eşle her zaman cinsel ilişkide bulunmak günah sayılırdı. Sadece cocuk yapmak için ilişki kurulurdu. Kişi kendi eşiyle dahi cinsel ilişkide bulunsa ilişkiden sonraki cenabetlik hali büyük bir kabus ve lanetlenmişlik olarak hissedilirdi. Bu lanetlenmişlik duygusundan kurtulmak içinde uzunca bir süre suyla yıkanmak gerekiyordu.
Ne varki ortaçağ avrupasında ve yakin bir zamana kadar aylarca hatta senelerce insanlar yıkanmazlardı. Kırk sene hiç yıkanmadan yaşayan insanlar hıristiyan kiliselerince “aziz” yani üstün varlık olarak ilan edilirlerdi. Yine o devirlerde yaşamış İngiltere kraliçesi Elizabet’in sadece uc ayda bir banyo yaptigini ve etrafa yaydigi pis kokuları gidermek için de çesitli güzel kokular kullandigını tarihi kaynaklardan biliyoruz.. Suyla yikanip temizlenmenin kötü görülüp iyi sayılmadigi bir kültürde, cönüpp olup lanetli bir hale düştükten sonra o halden kurtulmanin hemde uzunca sürecek bir yıkanmayla mümkün olabilecegi karşısında, neden cinsel ilişkiden uzak durulmaya çalışıldığını daha iyi anlayabiliyoruz.
Bu vesileyle şunu söyleyelimki “Hiristiyanlık susuzluk medeniyetidir, Islam ise su ve temizlik medeniyetidir.” Yuce Islam dini insanin helaliyle aylık adet günleri ve lohusalık günleri dışında normal yoldan cinsel ilişkide bulunmasını çok önemli bir ibadet sayar. Böylece insanın en yuüksek seviyede, istedigi her zaman, helaliyle o beşeri zevki yasayıp tatmin olmasına geniş imkan verir. Hatta eşlerden birisinin cinsel tatminsizligi sonucunda mahkemeye baş vurmasi halinde, Islam mahkemesince boşanma sebebi sayılır. Ashab-ı Kiram’dan bazılari Islam’ı daha iyi yaşamak amacıyla, iftar etmeden oruç tutmaya, eşleriyle cinsel ilişkide bulunmamaya, geceleri uyumadan ibadet etmeye başladilar. Bu hadise Peygamberimiz (sav)’e ulaştiginda, o sahabeleri cagirtip; ben oruç tutar iftar ederim, geceleri ibadet eder uyurum, eşimle de birlikte olurum diyerek bu sahabeleri azarlamiş, insan olduklarını hatırlatarak böyle yapmaktanda menetmistir.
Hiristiyanlık inancından sıyrılıp sekülerizme yönelmiş olan bu günkü Avrupa’nin geçmişten intikam alırcasına, akıl almaz bir fuhuş merkezi haline gelmesinin hatta erkek erkege evliligi dahi yasal hale getirmesinin arka pilanındaki yatan en onemli sepeplerden birisi de, işte ortacag Avrupa’sindaki kilisenin insan fitratına aykırı bir şekilde baskıcı uygulamalarıdır.
Yahudilikteki kadına bakış açısı da hiristiyanliktan farklı degildir. Yahudilik inancına göre aylik adet gören kadının yanına yaklaşılmaz, ona dokunulmaz, adetliyken kullandığı bütün eşyalar iyice temizlenmeden kullanilmaz.Hatta adet gören kadın yalnızlığa terkedilir. Kocası dahi onun yatağına ve odasına yaklaşmaz. Çünkü adet gören kadın necistir lanetlidir. Dolayısıyla dokundugu her şeyide kirletmiş oldugundan temas ettigi her şey temizlenmeden kullanılamaz.
Buna mukabil Yüce Islam Dini kadına hakettigi degeri vererek cenneti ayagının altına koymuştur. Özellikle adet günlerinde ALLAH’u Teala, kadının hasta oldugunu Kur’an-i Kerim’de beyan ederek bu hastalik günlerinde, zahmete katlanıp kendisine ibadet etmesini dahi yasaklayarak ilahi şefkatini göstermiştir.Yine onun saglığını koruma altına almak adına adet günlerinde cinsel ilişkiyi haram kılmıştırr. Böylece, bir hastaya nasıl şefkat, merhamet ve hassasiyet gosterilmesi gerekiyorsa onada aynı davranış içerisinde olunması gerektigini emretmiştir.
Ne varki ALLAH’u Teala, adet günlerinde kadının kendisine ibadet etmesini dahi yasaklayıp adeta ey kulum sen hastasın bana olan görevlerini yerine getirmeni istemiyorum sana kiyamam derken, kadına özgürlük verdiklerini iddia eden çagdaş ideolojiler, adet gunlerinde bile acı ve ızdıraplarına rağmen en agır işlerde kadını çalıştırarak acımasızca sömürmeye köleleştirmeye, ezmeye devam etmektedirler. Buna mukabil Islam ne mükemmel bir dindir ki adetli kadın, istemedigi surece calıştırılmasını yasaklar.
Bu yüzden her konuda oldugu gibi bu konuda da bütün insanlık, İslam’ın o mükemmel şefkatli kollarına sığınnmaya muhtaç ve mecburdur. Biz müslümanlar olarak bizi Islam fıtratı üzere yaratıp ve islam nizami uzere hayatımız idame ettirmeyi nasip eden Yüce Rabb’imize ne kadar şükretsek hamdetsek azdir. O’na sonsuz şükürrler olsun. Bizleri hakkiyla kendisine kulluk eden salih kullarindan eylesin amin…
Selam ve dua ile
mansur58