YILDIZDAĞ
15.10.2011, 16:58
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Sivas Yıldız Beldesi doğumlu Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr.ALİ AKAR
Uzaktaki Yakın Şehir: Sivas
-Burada, kente ve Sivas’a dair serbest çağrışımlar bulacaksınız. Yazının sahibi yüreğimdir, ben yalnızca kâtiplik yaptım.-
ırağımdaki kent
Bir isyan şairi, “şehir” ve “insan” arasındaki o inanılmaz çelişkiyi, “Şehrin insanı şehrin / Ucuz cesaretlerin insanı / kaypak ilgilerin insanı” diyerek tasvir eder. Şehir, küreselleşen dünyada aydınların en fazla kalem oynattıkları konulardan biri oldu. İnsan bilgisinin, faziletinin, kültür ve medeniyetinin biriktiği yer değil miydi şehir? O hâlde niçin kente dair reddiyeler dizilir oldu? Bunun başlıca sebebi, “ruh” ve “şehir” arasındaki paradoksta yatıyordu. Çünkü şehir, “bütün”ün “bir”i yok ettiği bir yerdi; ruh “bir”di, şehir de “bir”in dışındaki her şey… Şehir; insanın, kendine yalnızlaştıkça başkalarına çoğaldığı, çoğaldıkça da ruhunu yitirdiği bir yerdi... Şehir, zihinselliğin biriktiği ama ruhun sığlaştırıldığı bir yakın zaman mekânıydı… Şehir, insanî olan ile insanî olmayan arasındaki kalın duvarı iyice yalınlaştırmış yabancı dünyaydı. Şehir, kalbe standart koyulan yerdi… Şehir, kalbi kanuna uyduran yerdi… Şehir, kalp kanunlarının hep mağlup olduğu yerdi…
Çünkü şehir şekil demekti, insansa ruh.
yüreğimdeki sivas
Kalp ve şehir denince akla elbette Sivas gelir. Niye Sivas gelir akla? Sivas, kalbin mağlup olmadığı ender dünya şehirlerindendir de ondan! Orada insan, bütün ruh değerleriyle muzaffer ve müşerreftir. Orada insan, şehrin meta değerlerinin çok uzağındadır. Sivaslı, metanın hep ırağında bulunmuş; bu ıraklık mağduriyetinden de –şaşılası şey ki- daima memnun olmuştur. Bu memnunluk, çoğu zaman başkaları tarafından baş eğme, teslim olma sanılmıştır.
Başkaları yanılmıştır!
Kızılırmak yatağında sakin ve durgun akan bir hayattır Sivas. Tarihin dışında, zamanın içindedir o. Bu yüzden geçmişle barışıkken, hâlle ve gelecekle kavgalı değildir. O kentte hayatın ritmi, bir Selçuklu çinisi kadar canlı, Gök Medrese sütunu kadar heybetli, Siri Deryalı bir Türkmen göçebesi gibi kararlı ve dirençlidir. Zamana karşı durmak değildir bu. Zamanın bizden bir haramî telaşıyla alıp götürdüğü/götüreceği şeylere direnmektir. Bu yüzden Sivas’ta hayat, Kızılırmak ritminde ama kendi yatağından sapmadan akar gider.
Acı ve ayrılık kaderi olmuş bu kentin. İçinde “ayrılık” ve “gurbet” kelimesi geçmeyen bir Sivas türküsü yoktur. Bu, ta Selçukludan beri böyle olagelmiştir. Bu “emin” topraklarda duran, duraklayan, dinlenen herkes ve her şey gözünü mütemadiyen batıya dikmiş. Bir süre sonra artlarında mahzun hayatlar bırakarak gitmişler. Bir daha dönülmemiş; dönmeme korkusu, dönmemeden daha ağır gelmiş doğrusu. Sivaslı hep batı ufuklarına bakarak gurbete giden yârini beklemiş. Yazık ki batıya giden herkes gibi yâr de değişmiş, dönüşmüş ve evrilmiştir. Sivas’tan “kaynayan bulutları” görmez olmuş, “ucu telli mektup” sahiplerini de çoktan unutmuştur. Çünkü batıya gitmiştir, yani unutmanın yurduna.
Türküler ağıt olmuş, ağıtlar kültür bu şehirde.
Sivas söz demektir. Anadolu’nun bu kavşak şehrinin Hazar kıyılarından getirdiği yegâne sermayesi söz olmuştur. Tanrı insanlara çeşit çeşit sermaye ihsan eylemiş. Sivas’ın payına söz ve muhabbet düşmüş. Bu yüzden Sivas’ta ticaret, sanayi –komşularına göre-gelişmemiştir. Sivaslı, Çerkezin Kahve’de birkaç bardak çay içip bir gönül dostu ile muhabbet etmeyi, cüzdanlar dolusu para kazanmaya tercih etmiştir. Türkmen kocası Yunus’un buyurduğu gibi, bu fâni dünyada bir gönül evi yapmaktan daha büyük ibadet var mıdır ki?
Sivas söz mülkünün başkentidir…
Sivas bir Deli Dumrul şehridir… Deli Dumrul’u hatırlarsınız, şu bizim Dede Korkut Oğuznameleri’nin başkahramanlarından biridir. Esasen bir insan “arketip”inin temsilcisidir o. Özü sözü bir, bileği kuvvetli, yüreği temiz. Hesap kitap bilmez, haksızlık karşısında Azrail’e bile kafa tutar. Yeri gelir bir çocuk saflığı ile ağlar, an olur bir alp sertliği ile savaşır… Deli Dumrulluk her çağın, özellikle bu çağın en büyük asaletidir…
Her Sivaslı biraz Deli Dumrul’dur…
Sivas mağdur bir şehirdir. Tarihçiler, Emir Temür meselesine çokça vurgu yaparlar. Ama ben Temür’ü –ideolojik bir tarafgirlikten olsa gerek- Yıldırım kadar severim. “Mağduriyet” kelimesinin çağrışımları olarak Temür’ü değil, amansız iklim ile çorak toprakları görmekteyim. Uzun ve soğuk kış; insanı coğrafyanın hoyrat ellerine bırakmıştır. Ayrıca Sivas, insanın tabiat karşısında, tabiatın da insan karşısında dize geldiği ender yerlerden biridir. İnsan, toprak ve iklimle bütünleşmiştir. Bu yüzden dünyanın en güzel “Toprak” şiirini Sivaslı Koca Veysel yazmıştır. Tanrı, sert iklimin ve çorak toprakların arasında Sivaslıyı yaratarak ilahî bir denge sağlamıştır sanki! Yoksa buralarda yaşanır mıydı?
Sivas, soğuğun ısıtıldığı bir coğrafyadır.
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
Sivas Yıldız Beldesi doğumlu Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr.ALİ AKAR
Uzaktaki Yakın Şehir: Sivas
-Burada, kente ve Sivas’a dair serbest çağrışımlar bulacaksınız. Yazının sahibi yüreğimdir, ben yalnızca kâtiplik yaptım.-
ırağımdaki kent
Bir isyan şairi, “şehir” ve “insan” arasındaki o inanılmaz çelişkiyi, “Şehrin insanı şehrin / Ucuz cesaretlerin insanı / kaypak ilgilerin insanı” diyerek tasvir eder. Şehir, küreselleşen dünyada aydınların en fazla kalem oynattıkları konulardan biri oldu. İnsan bilgisinin, faziletinin, kültür ve medeniyetinin biriktiği yer değil miydi şehir? O hâlde niçin kente dair reddiyeler dizilir oldu? Bunun başlıca sebebi, “ruh” ve “şehir” arasındaki paradoksta yatıyordu. Çünkü şehir, “bütün”ün “bir”i yok ettiği bir yerdi; ruh “bir”di, şehir de “bir”in dışındaki her şey… Şehir; insanın, kendine yalnızlaştıkça başkalarına çoğaldığı, çoğaldıkça da ruhunu yitirdiği bir yerdi... Şehir, zihinselliğin biriktiği ama ruhun sığlaştırıldığı bir yakın zaman mekânıydı… Şehir, insanî olan ile insanî olmayan arasındaki kalın duvarı iyice yalınlaştırmış yabancı dünyaydı. Şehir, kalbe standart koyulan yerdi… Şehir, kalbi kanuna uyduran yerdi… Şehir, kalp kanunlarının hep mağlup olduğu yerdi…
Çünkü şehir şekil demekti, insansa ruh.
yüreğimdeki sivas
Kalp ve şehir denince akla elbette Sivas gelir. Niye Sivas gelir akla? Sivas, kalbin mağlup olmadığı ender dünya şehirlerindendir de ondan! Orada insan, bütün ruh değerleriyle muzaffer ve müşerreftir. Orada insan, şehrin meta değerlerinin çok uzağındadır. Sivaslı, metanın hep ırağında bulunmuş; bu ıraklık mağduriyetinden de –şaşılası şey ki- daima memnun olmuştur. Bu memnunluk, çoğu zaman başkaları tarafından baş eğme, teslim olma sanılmıştır.
Başkaları yanılmıştır!
Kızılırmak yatağında sakin ve durgun akan bir hayattır Sivas. Tarihin dışında, zamanın içindedir o. Bu yüzden geçmişle barışıkken, hâlle ve gelecekle kavgalı değildir. O kentte hayatın ritmi, bir Selçuklu çinisi kadar canlı, Gök Medrese sütunu kadar heybetli, Siri Deryalı bir Türkmen göçebesi gibi kararlı ve dirençlidir. Zamana karşı durmak değildir bu. Zamanın bizden bir haramî telaşıyla alıp götürdüğü/götüreceği şeylere direnmektir. Bu yüzden Sivas’ta hayat, Kızılırmak ritminde ama kendi yatağından sapmadan akar gider.
Acı ve ayrılık kaderi olmuş bu kentin. İçinde “ayrılık” ve “gurbet” kelimesi geçmeyen bir Sivas türküsü yoktur. Bu, ta Selçukludan beri böyle olagelmiştir. Bu “emin” topraklarda duran, duraklayan, dinlenen herkes ve her şey gözünü mütemadiyen batıya dikmiş. Bir süre sonra artlarında mahzun hayatlar bırakarak gitmişler. Bir daha dönülmemiş; dönmeme korkusu, dönmemeden daha ağır gelmiş doğrusu. Sivaslı hep batı ufuklarına bakarak gurbete giden yârini beklemiş. Yazık ki batıya giden herkes gibi yâr de değişmiş, dönüşmüş ve evrilmiştir. Sivas’tan “kaynayan bulutları” görmez olmuş, “ucu telli mektup” sahiplerini de çoktan unutmuştur. Çünkü batıya gitmiştir, yani unutmanın yurduna.
Türküler ağıt olmuş, ağıtlar kültür bu şehirde.
Sivas söz demektir. Anadolu’nun bu kavşak şehrinin Hazar kıyılarından getirdiği yegâne sermayesi söz olmuştur. Tanrı insanlara çeşit çeşit sermaye ihsan eylemiş. Sivas’ın payına söz ve muhabbet düşmüş. Bu yüzden Sivas’ta ticaret, sanayi –komşularına göre-gelişmemiştir. Sivaslı, Çerkezin Kahve’de birkaç bardak çay içip bir gönül dostu ile muhabbet etmeyi, cüzdanlar dolusu para kazanmaya tercih etmiştir. Türkmen kocası Yunus’un buyurduğu gibi, bu fâni dünyada bir gönül evi yapmaktan daha büyük ibadet var mıdır ki?
Sivas söz mülkünün başkentidir…
Sivas bir Deli Dumrul şehridir… Deli Dumrul’u hatırlarsınız, şu bizim Dede Korkut Oğuznameleri’nin başkahramanlarından biridir. Esasen bir insan “arketip”inin temsilcisidir o. Özü sözü bir, bileği kuvvetli, yüreği temiz. Hesap kitap bilmez, haksızlık karşısında Azrail’e bile kafa tutar. Yeri gelir bir çocuk saflığı ile ağlar, an olur bir alp sertliği ile savaşır… Deli Dumrulluk her çağın, özellikle bu çağın en büyük asaletidir…
Her Sivaslı biraz Deli Dumrul’dur…
Sivas mağdur bir şehirdir. Tarihçiler, Emir Temür meselesine çokça vurgu yaparlar. Ama ben Temür’ü –ideolojik bir tarafgirlikten olsa gerek- Yıldırım kadar severim. “Mağduriyet” kelimesinin çağrışımları olarak Temür’ü değil, amansız iklim ile çorak toprakları görmekteyim. Uzun ve soğuk kış; insanı coğrafyanın hoyrat ellerine bırakmıştır. Ayrıca Sivas, insanın tabiat karşısında, tabiatın da insan karşısında dize geldiği ender yerlerden biridir. İnsan, toprak ve iklimle bütünleşmiştir. Bu yüzden dünyanın en güzel “Toprak” şiirini Sivaslı Koca Veysel yazmıştır. Tanrı, sert iklimin ve çorak toprakların arasında Sivaslıyı yaratarak ilahî bir denge sağlamıştır sanki! Yoksa buralarda yaşanır mıydı?
Sivas, soğuğun ısıtıldığı bir coğrafyadır.
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]