YILDIZDAĞ
23.01.2012, 16:10
YILDIZ DAĞI'NIN ZİRVELERİNDEN YÜKSELEN BİR İLİM BULUTU
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] AKAR
Ünlü Halk Ozanı, haksızlıkların dik duruşlu eri, sazı, sözü Pir Sultan Abdal:
”Uzundu usuldu dedemin boyu
Yıldızdır yaylası Banazdır köyü”
derken aşıklar toprağı, dertli insanların yaşadığı Sivas’ı pek çok şiirinde yorumlarken mutlaka Yıldız Dağı’nın karlı zirvelerini seyretmiş, esinlenmiştir. Anadolu’nun bu toprakları, aşıkları, yaşayanları dertli ise elbette bunun da sebepleri çoktur. 15.Yüzyılda pek çok Anadolu şehrini kasıp kavuran yanındaki Hristiyan Tercümanlarının kurbanı Timurlenk’ten beri bu şehir çok yanmış, yıkılmıştır. Onun için Sivas’ın insanı da Yıldız Dağı, Tecer Dağı, Pir Sultan Abdal, Aşık Veysel gibi hâlâ yangılıdır. Bu yangısından olacak Kızılırmak doğuşundan beri çamurlu kızılca akar durur.
Onun için Aşık Kerem Yıldız Dağı’na:
“Yüreğinde yavru şahin seslenir
Yıldız Dağı niçin kalkmaz dumanın?
Alçağında duru kumru beslenir
Yıldız Dağı niçin kalkmaz dumanın? Diye içini döker.
Bugün alanındaki başarılarının karşılığını akademik olarak profesörlük unvanıyla alan yeğenim Ali AKAR da 1965 senesinin karlı bir Şubat sabahı, bu kıraç toprakların arasında yükselen Yıldız Dağı’nın eteklerindeki adını da oradan alan Yıldız Köyü’nde doğdu. Yıldız Dağı’nı bağrından süzülerek çıkan Üç gözelerin, Yedi Pınarların billur kaynaklarından içerek, Kuz Dağı’nın Yavşanlık’ın tepelerindeki insanı mertleştiren havayı soluklayarak, Şeyh Ali Tarlası’nın, Çoraklık’ın, Çiğdemlik’in düzlüklerinde oynayarak bir andız fidanı gibi büyüdü. Yıllar sonra köyüne olan hasretini:
“Akşamüstü ay gedikten doğar mı
Güneş yine Yavşanlık’tan çağar mı
Akkaya’da kurt koyunu boğar mı
Güneş bizim,koyun bizim,kurt bizim
Deftere yazılmayan dert bizim” mısralarıyla dile getirirken Aşık Veysel’in :
“Vatan bizim,ülke bizim ,el bizim
Emin ol ki her çalışan kol bizim
…”
şiirinden ilhamlandığını da ortaya koyacaktı.
Nitekim o Karacaoğlanların yaylalarını gezip dolaştığı ,içini döktüğü Yıldız Dağı’na da Şehriyar’ca seslenerek doğup büyüdüğü topraklarına şiirle de olsa vefasını unutmadı:
“Yıldız Dağı, aha geldim yanına
Türkü diyem, Kerem gibi şanına
Vefasızca ot tıkayayım çanına
Kırk yıl oldu saldın beni bu şehire
Şehir değil boz bulanık nehire
Yıldız Dağı Nuh’tan kalma adın var
Pir Sultan’ın sazlarında yâdın var
Âşıkların yüreğinde odun var
Gün dolandı devran döndü bak yine
Gözlerimin feri söndü bak yine
…”
O yıllar malum kışlar sert, dertler çok. Yol yok. Yıldızeli’ne gitmek için bile kağnılarla önce Karkın Köyü’ne ya da Çırçır Nahiyesi’ne gitmek. Gerek.Çünkü otobüsler ancak buradan kalkıyordu.Böyle bir ortam içinde İlkokulu 1977 yılında kendi köyünde bitirdi. Köyde ortaokul olmaması sebebiyle ilkokulu bitirince aile Sivas’a taşındı. Ancak Osman Ağabeyim Sivas Spor Lokali’ni çalıştırırken çağın çirkin hastalığı kansere yakalandı.Bir yıl sonra da genç sayılabilecek bir yaşta geride dört yavrusunu eşi Teslime Hanım’a bırakarak aramızdan ayrıldı.
Osman Ağabeyime babam Sarıkamış Harekatında şehit olan dedem Osman’ın adını koymuş.Yıllar sonra ziyaret etiği Sarıkamış’ta dedelerinin bu acıklı dramını o,Sarıkamış şiirinde :
“Ben ahir zaman gezgini
Dağ başlarında ateşler yakım
Uzak vadilere baktım tarihin
Sarıkamış Dağlarında rüzgâr ağıtlar yakıyordu.
Adı sanı bilinmeyen yiğitler üstüne
Son defa şaha kalkan atlar üstüne
Ateşler yaktım dağ başlarında
Enveri bıyıklı askerler gördüm
Haki kaputlarda uzak fırtınalar esiyordu
Buz tutmuş nabızlara inat
Yüreklerde kocaman ufuk haritaları
Yatmış, uzanmış Aras’ın serinliğine biri
Hazar’dan Aral’dan hayaller devşirir
Bir türkü söyler kuzey rüzgârlarına karşı
Birinin dudağında yarım kalmış Tıbbiye Marşı
…”
Şiirinde hüzünlüce dile getirmeye çalışmıştı.
Elbette aile için zor yıllardı. Bizlerin Tokat’ta okutalım tercihini Sivas’tan yana kullanarak 1980 yılında Sivas Selçuk Ortaokulu’ndan mezun oldu. Ağabeyi Zeki AKAR’ın öğretmenlik yaptığı Niksar’da lise öğrenimine başladı. 1983 yılında Niksar Ticaret Lisesini birincilikle biterek Uludağ Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü’ne kaydoldu. Burada bir yıl okuduktan sonra ortaokul yıllarından beri amaçladığı edebiyat öğretmeni olmak için yeniden sınavlara girdi ve KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü kazanarak 1988 yılında buradan mezun oldu. 1989’da Vakfıkebir İmam-Hatip Lisesi’nde öğretmenlik görevi ile memuriyete atıldı. Burada bir buçuk yıl çalıştıktan sonra mezun olduğu bölümde açılan araştırma görevliliği sınavına girdi ve kazanarak Üniversiteye geçiş yaptı. Aynı yıl Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde yüksek lisans öğrenimine başladı. Buradan 1992 yılında Eski Anadolu Türkçesi üzerine hazırladığı bir tezle mezun oldu. 1993 ‘te İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktora eğitimine başladı. 1997 yılında Mirkâtü’l-Cihâd adlı teziyle “Türk Dili Bilim Doktoru” unvanını aldı. Aynı yılın 25 Aralık günü Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Yard. Doç. Dr. olarak göreve başladı.
1999-2000 yıllarında Kara Harp Okulu’nda öğretmen asteğmen unvanı ile askerlik hizmetini tamamladı. 2006’da doçent, 2011 yılında da profesör olan Ali Akar Almanca bilmektedir. Hayatını da hemşerisi Kimya öğretmeni Döndü Hanım’la birleştirerek bu mutlu evlilikten biri kız (Begüm) diğeri erkek (Baturhan) adında iki evlat sahibi oldu
Ali Akar çocukluk yıllarından itibaren edebiyat ve sanat ortamının içinde büyüdü. Sivas coğrafyasında zengin ve köklü damarlara sahip olan sözlü kültür geleneklerin görerek yaşadı. Küçük yaşlarından itibaren bizler gibi ocak başında masal anlatan ninelerinden, annesinden masallar, dağ başlarında yalnızlığını kavalıyla ve sürüleriyle paylaşan çobanlardan türküler dinledi.
Hayatında önemli dönüm noktaları olarak değerlendirdiği o çocukluktan, delikanlılığa geçiş günlerini şu mısralarla dile getirir.
Saya günü baca baca gezmesi
Dudu Ablanın keş topağın ezmesi
İpliklere pişmiş pelit dizmesi
Cemre düşer, karlar erir, yaz gelir
Güzelliğin her ne desek az gelir
Köyün ilk okuyan nesli olan bizlerin kütüphaneleri yanında kültürel ve ideolojik dünyalarımızdan beslenmiştir. Lise yıllarında edebiyat öğretmenleri Nezahat ve Oktay Yalçın ile üniversitede Nazan Bekiroğlu, onu bu yolda teşvik etmişlerdir. Bu sebeple edebiyat alanını sevmiş ve edebiyat öğretmeni olmayı çok istemiştir.
Çocukluk yıllarından başlayarak Türklük ve Türkoloji meselelerine aşina büyümüştür. Üniversite yılları öğrenci cemiyetlerinde ve Türk Ocağı’nın kültür sohbetlerinde geçmiştir.
Öğrencilik yıllarında Yeni Türk edebiyatı derslerinde temayüz etse de sonraki yıllarda Türk Dili alanında çalışmalar yapmayı daha çok istemiş ve Türkçenin tarihî derinliği, matematikselliği, ifade gücü ve zenginliğini keşfetmeyi, bunun üzerinde bilimsel ve akademik çalışmalar yapmayı öncelemiştir.
Üniversite öğrenciliği yıllarında çok sayıda edebiyat ve sanat dergisinin çıkarılmasında ön ayak olmuş, arkadaşlarıyla Trabzon’da yayımlanan Uzunsokak Dergisi’ni çıkarmıştır. Türk Edebiyatı dergisinin 1994-95 yılları arasında “Genç Kalemler” bölümünü yöneterek birçok gencin edebiyat dünyasına girmesine vesile olmuştur.
1989 yılında Yeni Düşünce Gazetesi’nin açmış olduğu hikâye yarışmasında “Gün Solunca” adlı hikâyesi ile Türkiye ikincisi olmuştur. Akademik çalışmaları arasında zaman zaman şiir ve deneme çalışmaları yapmaktadır.
Ali Akar, artık çalışma alanını Türkoloji, Türk dilinin bilim cephesi üzerinde yoğunlaştırmış durumdadır. Bu bağlamda çeşitli dergilerin editörlüğünü, çok sayıda bilimsel yazının hakemliğini yapmakta, yüksek lisans ve doktora öğrencileri yetiştirmektedir. Bu bağlamda, elektronik ortamda Türklük Bilgisi adlı bir haberleşme ve yorum grubu kurarak bütün dünyadaki Türkoloji alanında çalışanları buluşturmakta, bilimsel iletişimlerini sağlamaktadır.
Hasan AKAR
Kaynak;[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez] AKAR
Ünlü Halk Ozanı, haksızlıkların dik duruşlu eri, sazı, sözü Pir Sultan Abdal:
”Uzundu usuldu dedemin boyu
Yıldızdır yaylası Banazdır köyü”
derken aşıklar toprağı, dertli insanların yaşadığı Sivas’ı pek çok şiirinde yorumlarken mutlaka Yıldız Dağı’nın karlı zirvelerini seyretmiş, esinlenmiştir. Anadolu’nun bu toprakları, aşıkları, yaşayanları dertli ise elbette bunun da sebepleri çoktur. 15.Yüzyılda pek çok Anadolu şehrini kasıp kavuran yanındaki Hristiyan Tercümanlarının kurbanı Timurlenk’ten beri bu şehir çok yanmış, yıkılmıştır. Onun için Sivas’ın insanı da Yıldız Dağı, Tecer Dağı, Pir Sultan Abdal, Aşık Veysel gibi hâlâ yangılıdır. Bu yangısından olacak Kızılırmak doğuşundan beri çamurlu kızılca akar durur.
Onun için Aşık Kerem Yıldız Dağı’na:
“Yüreğinde yavru şahin seslenir
Yıldız Dağı niçin kalkmaz dumanın?
Alçağında duru kumru beslenir
Yıldız Dağı niçin kalkmaz dumanın? Diye içini döker.
Bugün alanındaki başarılarının karşılığını akademik olarak profesörlük unvanıyla alan yeğenim Ali AKAR da 1965 senesinin karlı bir Şubat sabahı, bu kıraç toprakların arasında yükselen Yıldız Dağı’nın eteklerindeki adını da oradan alan Yıldız Köyü’nde doğdu. Yıldız Dağı’nı bağrından süzülerek çıkan Üç gözelerin, Yedi Pınarların billur kaynaklarından içerek, Kuz Dağı’nın Yavşanlık’ın tepelerindeki insanı mertleştiren havayı soluklayarak, Şeyh Ali Tarlası’nın, Çoraklık’ın, Çiğdemlik’in düzlüklerinde oynayarak bir andız fidanı gibi büyüdü. Yıllar sonra köyüne olan hasretini:
“Akşamüstü ay gedikten doğar mı
Güneş yine Yavşanlık’tan çağar mı
Akkaya’da kurt koyunu boğar mı
Güneş bizim,koyun bizim,kurt bizim
Deftere yazılmayan dert bizim” mısralarıyla dile getirirken Aşık Veysel’in :
“Vatan bizim,ülke bizim ,el bizim
Emin ol ki her çalışan kol bizim
…”
şiirinden ilhamlandığını da ortaya koyacaktı.
Nitekim o Karacaoğlanların yaylalarını gezip dolaştığı ,içini döktüğü Yıldız Dağı’na da Şehriyar’ca seslenerek doğup büyüdüğü topraklarına şiirle de olsa vefasını unutmadı:
“Yıldız Dağı, aha geldim yanına
Türkü diyem, Kerem gibi şanına
Vefasızca ot tıkayayım çanına
Kırk yıl oldu saldın beni bu şehire
Şehir değil boz bulanık nehire
Yıldız Dağı Nuh’tan kalma adın var
Pir Sultan’ın sazlarında yâdın var
Âşıkların yüreğinde odun var
Gün dolandı devran döndü bak yine
Gözlerimin feri söndü bak yine
…”
O yıllar malum kışlar sert, dertler çok. Yol yok. Yıldızeli’ne gitmek için bile kağnılarla önce Karkın Köyü’ne ya da Çırçır Nahiyesi’ne gitmek. Gerek.Çünkü otobüsler ancak buradan kalkıyordu.Böyle bir ortam içinde İlkokulu 1977 yılında kendi köyünde bitirdi. Köyde ortaokul olmaması sebebiyle ilkokulu bitirince aile Sivas’a taşındı. Ancak Osman Ağabeyim Sivas Spor Lokali’ni çalıştırırken çağın çirkin hastalığı kansere yakalandı.Bir yıl sonra da genç sayılabilecek bir yaşta geride dört yavrusunu eşi Teslime Hanım’a bırakarak aramızdan ayrıldı.
Osman Ağabeyime babam Sarıkamış Harekatında şehit olan dedem Osman’ın adını koymuş.Yıllar sonra ziyaret etiği Sarıkamış’ta dedelerinin bu acıklı dramını o,Sarıkamış şiirinde :
“Ben ahir zaman gezgini
Dağ başlarında ateşler yakım
Uzak vadilere baktım tarihin
Sarıkamış Dağlarında rüzgâr ağıtlar yakıyordu.
Adı sanı bilinmeyen yiğitler üstüne
Son defa şaha kalkan atlar üstüne
Ateşler yaktım dağ başlarında
Enveri bıyıklı askerler gördüm
Haki kaputlarda uzak fırtınalar esiyordu
Buz tutmuş nabızlara inat
Yüreklerde kocaman ufuk haritaları
Yatmış, uzanmış Aras’ın serinliğine biri
Hazar’dan Aral’dan hayaller devşirir
Bir türkü söyler kuzey rüzgârlarına karşı
Birinin dudağında yarım kalmış Tıbbiye Marşı
…”
Şiirinde hüzünlüce dile getirmeye çalışmıştı.
Elbette aile için zor yıllardı. Bizlerin Tokat’ta okutalım tercihini Sivas’tan yana kullanarak 1980 yılında Sivas Selçuk Ortaokulu’ndan mezun oldu. Ağabeyi Zeki AKAR’ın öğretmenlik yaptığı Niksar’da lise öğrenimine başladı. 1983 yılında Niksar Ticaret Lisesini birincilikle biterek Uludağ Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü’ne kaydoldu. Burada bir yıl okuduktan sonra ortaokul yıllarından beri amaçladığı edebiyat öğretmeni olmak için yeniden sınavlara girdi ve KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü kazanarak 1988 yılında buradan mezun oldu. 1989’da Vakfıkebir İmam-Hatip Lisesi’nde öğretmenlik görevi ile memuriyete atıldı. Burada bir buçuk yıl çalıştıktan sonra mezun olduğu bölümde açılan araştırma görevliliği sınavına girdi ve kazanarak Üniversiteye geçiş yaptı. Aynı yıl Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde yüksek lisans öğrenimine başladı. Buradan 1992 yılında Eski Anadolu Türkçesi üzerine hazırladığı bir tezle mezun oldu. 1993 ‘te İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktora eğitimine başladı. 1997 yılında Mirkâtü’l-Cihâd adlı teziyle “Türk Dili Bilim Doktoru” unvanını aldı. Aynı yılın 25 Aralık günü Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Yard. Doç. Dr. olarak göreve başladı.
1999-2000 yıllarında Kara Harp Okulu’nda öğretmen asteğmen unvanı ile askerlik hizmetini tamamladı. 2006’da doçent, 2011 yılında da profesör olan Ali Akar Almanca bilmektedir. Hayatını da hemşerisi Kimya öğretmeni Döndü Hanım’la birleştirerek bu mutlu evlilikten biri kız (Begüm) diğeri erkek (Baturhan) adında iki evlat sahibi oldu
Ali Akar çocukluk yıllarından itibaren edebiyat ve sanat ortamının içinde büyüdü. Sivas coğrafyasında zengin ve köklü damarlara sahip olan sözlü kültür geleneklerin görerek yaşadı. Küçük yaşlarından itibaren bizler gibi ocak başında masal anlatan ninelerinden, annesinden masallar, dağ başlarında yalnızlığını kavalıyla ve sürüleriyle paylaşan çobanlardan türküler dinledi.
Hayatında önemli dönüm noktaları olarak değerlendirdiği o çocukluktan, delikanlılığa geçiş günlerini şu mısralarla dile getirir.
Saya günü baca baca gezmesi
Dudu Ablanın keş topağın ezmesi
İpliklere pişmiş pelit dizmesi
Cemre düşer, karlar erir, yaz gelir
Güzelliğin her ne desek az gelir
Köyün ilk okuyan nesli olan bizlerin kütüphaneleri yanında kültürel ve ideolojik dünyalarımızdan beslenmiştir. Lise yıllarında edebiyat öğretmenleri Nezahat ve Oktay Yalçın ile üniversitede Nazan Bekiroğlu, onu bu yolda teşvik etmişlerdir. Bu sebeple edebiyat alanını sevmiş ve edebiyat öğretmeni olmayı çok istemiştir.
Çocukluk yıllarından başlayarak Türklük ve Türkoloji meselelerine aşina büyümüştür. Üniversite yılları öğrenci cemiyetlerinde ve Türk Ocağı’nın kültür sohbetlerinde geçmiştir.
Öğrencilik yıllarında Yeni Türk edebiyatı derslerinde temayüz etse de sonraki yıllarda Türk Dili alanında çalışmalar yapmayı daha çok istemiş ve Türkçenin tarihî derinliği, matematikselliği, ifade gücü ve zenginliğini keşfetmeyi, bunun üzerinde bilimsel ve akademik çalışmalar yapmayı öncelemiştir.
Üniversite öğrenciliği yıllarında çok sayıda edebiyat ve sanat dergisinin çıkarılmasında ön ayak olmuş, arkadaşlarıyla Trabzon’da yayımlanan Uzunsokak Dergisi’ni çıkarmıştır. Türk Edebiyatı dergisinin 1994-95 yılları arasında “Genç Kalemler” bölümünü yöneterek birçok gencin edebiyat dünyasına girmesine vesile olmuştur.
1989 yılında Yeni Düşünce Gazetesi’nin açmış olduğu hikâye yarışmasında “Gün Solunca” adlı hikâyesi ile Türkiye ikincisi olmuştur. Akademik çalışmaları arasında zaman zaman şiir ve deneme çalışmaları yapmaktadır.
Ali Akar, artık çalışma alanını Türkoloji, Türk dilinin bilim cephesi üzerinde yoğunlaştırmış durumdadır. Bu bağlamda çeşitli dergilerin editörlüğünü, çok sayıda bilimsel yazının hakemliğini yapmakta, yüksek lisans ve doktora öğrencileri yetiştirmektedir. Bu bağlamda, elektronik ortamda Türklük Bilgisi adlı bir haberleşme ve yorum grubu kurarak bütün dünyadaki Türkoloji alanında çalışanları buluşturmakta, bilimsel iletişimlerini sağlamaktadır.
Hasan AKAR
Kaynak;[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez]