![]() |
Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
[B]Ülkemizin içinde bulunduğu süreci düşünürken, “kritik” ya da “gergin” bir “durum” olduğunun her defa hatırlatılması bana manidar gelmeye başlamıştır. Her defasında “kutuplaşmanın” altının çizilmesi, her seferinde “sıkıntılı ve endişe verici bir süreçten” bahsedilmesi bezdirici olmaya başlamıştır. Çünkü söz, söyleyen kadardır. Bunun iktidar sahipleri tarafından ya da “yandaşları” tarafından hatırlatılması, pek de “iyi niyetli” sayılamaz. Bu ülkenin “kritik ve gergin zamanları hiç bitmeyecek mi?” sorusundan ibaret değildir bu hal… Dikkatle bakıldığında “sıkıntılı, kritik ve gergin süreçten” dem vurulması, mevcut AKP iktidarının şekillendirdiği “yandaş insan tipinin”, başarısızlığı perdeleyen “sığınma alanı” haline gelen bir söylem çeşidine dönüşmüştür.
Benim derdim, bir isme cevap vermek, bir ismi ifşa etmek değil; bir zihniyetin tezahürüne, o zihniyetin düşünce biçimine dair bir tespit getirebilmektir aslında… Ancak, zaten malum olan bu duruma bir misal getirmek isterim; “Zaman” gazetesinden Hüseyin Gülerce’nin 11 Aralık 2009 tarihli yazısından; Diyor ki muhterem: [I]“MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin “bin yıllık kardeşliği yaşa ve yaşat” toplantılarının ilkini, 13 Aralık Pazar günü Ankara Tandoğan Meydanı’nda gerçekleştireceklerini açıkladı. [COLOR="DarkRed"]İçinde bulunduğumuz kutuplaşma ortamında, bu mitingler endişe kaynağıdır.”[/COLOR]”[/I] Bu ne şimdi? Sizce de bu yaklaşım tarzında, bu algılayışta bir kırıklık yok mudur? [I][COLOR="DarkRed"]“Kutuplaşma ortamından”[/COLOR][/I] söz ediyorsunuz, üstüne adı [I][COLOR="DarkRed"]“bin yıllık kardeşliği yaşa ve yaşat”[/COLOR][/I] mitingi olan bu toplantı için [I][COLOR="DarkRed"]“endişe kaynağı”[/COLOR][/I] diye buyuruyorsunuz. Efendi, Sayın Bay, Başbuğ Alparslan Türkeş’in banisi olduğu Milliyetçi Hareket’in 40 yıllık mücadelesinde ve Devlet Bahçeli’nin liderliğinde “her türlü kutuplaşma, kamplaşma ve cepheleşme” bir tehlike olarak görülmüş ve bu temeldeki siyasetten uzak durulmuştur. Ülkeyi kaosa, kargaşaya, iç çatışma ortamına sürükleyecek olan her türlü saldırının karşısında Milliyetçi Hareket’in lideri “sükûnet telkin eden, teskin edici” tavrını muhafaza etmiş ve “milli iradenin” altını çizmiştir. Böylece “Küresel senaryoların” da üstünü çizmiştir. “Milliyetçilik ve demokrasi ikiz kardeştir” diyerek de, demokrasiye karşı her türlü müdahalenin karşısında olduğunu belirtmiştir. “Bin yıllık kardeşlik” vurgusunun yapıldığı bu miting toplantısına da, “ülkesini ve bayrağını seven herkesi” davet etmiştir. Ki bu davete, eğer “ülkenizi ve bayrağınızı gerçekten seviyorsanız” siz de icabet edebilirsiniz… Hiç değilse gözlemci olarak… Neden endişe duyuyorsunuz? Mitingler hakkında kimlerden “endişe kaynağı” olduğu yönünde bilgi aldınız da, böyle sinsi ve kışkırtıcı bir üslupla kalem oynatıyorsunuz? Bu cümlelerin devamında, artık “okyanus ötesinin” nefesi mi yoksa “klasikleşen” o zihniyetin ürünü mü, kararını size bırakacağım bir şekilde, muhteremin “CHP zihniyeti” ile Milliyetçi Hareket’i “aynı kefede” değerlendirme gayreti göze çarpıyor; [I]“Sayın Bahçeli ve Sayın Baykal, [COLOR="DarkRed"]maalesef, hükümetin açılım hamlesini, insaf sınırlarını ve demokratik nezaketi aşan bir saldırının vesilesi yaptılar.”[/I][/COLOR] [I]“CHP ve MHP liderleri aylardır hükümeti, “bölücü, hain, işbirlikçi” diye suçluyor. Ve bu arada, çözüm adına tek bir teklif getirmiyorlar. [COLOR="DarkRed"]Belli medyanın desteğiyle bu yaklaşım, toplumsal gerilimi ve tansiyonu giderek yükseltiyor. Böyle bir ortamda MHP’nin, kendi politikaları açısından doğru gördüğü mitinglerin, tehlikeli tırmanışı arttıracağı değerlendirmeleri, yabana atılmamalıdır.”[/COLOR] [/I] Yahu işe bak sen… “Yandaş tipolojisinin tezahürü” diye buna denir. Neyin, ne kadar “açılacağı” belli olmayan; iradesi, icazeti ve projesi “okyanus ötesinden” alınmış bir “açılım hamlesini” nasıl da savunuyor. Kaldı ki savunduğu, “açılım hamlesi” değil, aslında hükümeti destekliyor ama derdi AKP de değil… Derdi milletin artık kızgınlığını yüksek sesle dile getirmesi… Derdi mevcut statükonun sarsılması, devranın sona ermesi, denizin bitmesi… Ama dilinde “adam boyu” sözler var. “Demokratik nezaket ve insaf sınırları” mesela… Pardon ama siz mi belirliyorsunuz bayım bu nezaketin ve insafın sınırlarını? Ama derdi o değil, derdi başka; dedik ya… “Toplumsal gerilim ve tansiyon giderek yükseliyorsa” bayım, bu hükümet dün gelmedi Türkiye’nin başına; 8 yıl oluyor neredeyse… Millet iradesinin desteği arkasında, alsaydı ya tedbirini, “tek başına iktidar” AKP sonuçta… Ama doğru ya, böyle giderse “hükümet, sıkıyönetime zorlanmış olacak…” Yahu bu nasıl bir taklacı güvercinliktir? “Böyle bir ortamda MHP’nin mitingleri” hakkında içinden dışına vuran, kulağına fısıldanıp kalemine kondurulanlar, yani o “tehlikeli tırmanış değerlendirmeleri” sen ve senin gibilerin icraatlarıyla bu hale gelmiştir. Milliyetçi Hareketin mitingleri “milli iradenin yeniden tesisi” anlamındadır. Birliğin ve beraberliğin teminatı olan Milliyetçi Hareket, “kardeşliği ve bölünmez bütünlüğü” meydanlarda haykıracaktır. Üslubun, içerikle bir bütün olduğunu düşünmekteyim. Yazılarımızda da buna dikkat etme konusunda hassasiyetimiz vardır. Fakat eğer tahammül sınırları aşılırsa ve tenkit ettiğimiz tarafta “fikir namusu” adına bir belirti görülmezse işte o zaman hak edene hakkını veririz. Tam da burada, bu ıbık zihniyetli muhteremin, bir tespiti var ki, işte o “hayâsızlığın dik alası” demekten kendimi alamıyorum. Diyor ki muhterem sayın bay, “geçmişte Ergenekon’la bağlantılı olan Cumhuriyet Mitingleri, MHP’ye mi ihale ediliyor?” Üstüne de hayâsızlığın artık tuzunu biberini ekiyor; “Benim tahminim, MHP’nin Pazar günkü mitingine en büyük desteği CHP örgütleri ve ulusalcı kesimler verecektir.” Bu ne kadar cıvık, sapır sapır dökülen, kokuşmuş bir anlayıştır. “Çamur at izi kalsın” desen, bu sözlerin karşısında hafif kalır. Efendi, sayın bay, muhterem… Sen anca, sahibinin sesinden fısıldanır, devranın sallantıya geçince “bununla bu aynı kefede” diye mızıldanır, “bağımsızlık, bölünmezlik, kardeşlik” nedir bunları düşünmeden “başı okyanus ötesinde konuk” olan “kendi cemaatinin yayın organında” Milliyetçi Hareket’e libas biçmeye kalkarsın. Milletin din hassasiyetini sömürür, demokrasinin hamisi olur, işinize geldiği gibi konuşur, her iktidarın adamı olursunuz. İçinde yeşerdiğin “cemaatin” gerçeği budur. Otur oturduğun yerde, haddini bilmez, fikrin ve hayânın fukarası, nasipsiz… Bu milletin “karnı tok, sırtı pek” değil ki sizi ömrü billâh sırtında taşısın! Milliyetçi Hareket’in mitingleri Türk Milleti’nin kardeşliğini, bölünmezliğini, zorluklar ve ihanete varan icraatlar karşısındaki tavrını dünyaya haykıracaktır. Sen bir tezahürsün… Senin gibi tiplerin yaptığı yorumlar da olsa olsa, “yükselen milliyetçilik” karşında kimlerin alçaldığını gösterir. [/B] Erkan Çakıcı - 11 Aralık 2009 |
Cevap: ERKAN ÇAKICI - Yandaş Medya Tipolojisinin “Zaman'daki” Tezahürü
Malesef Türkiye de milliyetçilik yükselmiyor.Sadece belirli dönemlerde bir ''med cezir'' misali milliyetçilik kanları kabarıyor halkımızın bu kadar.Tabi seçim sonuçları ne gösterir bilinmez.
neyse..Peki milliyetçi hareket partisi iktidarda olsa onu destekleyen bir medya olsa onlar için de mi ''fikir namussuzu'' ifadesi kullanılacaktı. Bence hoş bir ifade değil. Zaman artık değişti silahların şekli de değişti. Günümüzde en etkili silahlardan birisi de medya.''Ayrılık'' dizisinin israile verdiği mesajı bir çok İslam ülkesi veremedi.Günümüzde bu islah ok etkili bir silahtır. Her ideoloji bu silahı kendi amaçları doğrultusunda kullanır. her fikir de illa ki iktidarın karşında olmalı diye bir anlayış da doğru değildir |
Cevap: ERKAN ÇAKICI - Yandaş Medya Tipolojisinin “Zaman'daki” Tezahürü
[B]Yeniçağ ve Ortadoğu gazetelerine laf yok tabi. Onlar gayet objektif :)[/B]
|
Cevap: ERKAN ÇAKICI - Yandaş Medya Tipolojisinin “Zaman'daki” Tezahürü
[QUOTE=goramaz;497295]Malesef Türkiye de milliyetçilik yükselmiyor.Sadece belirli dönemlerde bir ''med cezir'' misali milliyetçilik kanları kabarıyor halkımızın bu kadar.Tabi seçim sonuçları ne gösterir bilinmez.
neyse..Peki milliyetçi hareket partisi iktidarda olsa onu destekleyen bir medya olsa onlar için de mi ''fikir namussuzu'' ifadesi kullanılacaktı. Bence hoş bir ifade değil. Zaman artık değişti silahların şekli de değişti. Günümüzde en etkili silahlardan birisi de medya.''Ayrılık'' dizisinin israile verdiği mesajı bir çok İslam ülkesi veremedi.Günümüzde bu islah ok etkili bir silahtır. Her ideoloji bu silahı kendi amaçları doğrultusunda kullanır. her fikir de illa ki iktidarın karşında olmalı diye bir anlayış da doğru değildir[/QUOTE] eğerki mhp iktidarda olsaydı ve onun yandaş medyası olsaydı namusum ve şerefim üzerine yeminim olsun bu tutuma ilk tepkiyi veren ben olurdum. Ayrıca destek ayrı bir mevzu, artık medyanın aldığı hal resmen akp propagandası yapmak olmuştur, bu da ayrı bir mevzu. Ortadoğu ve Yeniçağ ideolojik gazetelerdir, neyi anlattıkları niye anlattıkları bellidir. Demokrasiden dem vurupta, liberal takılıpta, bazı düşüncelerin önüne set çekme gibi bir gayreti yoktur... Velhasılı kelam zati şol sebepten pek geniş kitleye ulaşmazlar sevgili goramaz. Ayrıca "Ayrılık" dizisine notayla protesto edince israil nasıl çark edildiğimi aşikardır. Ayrıca tepkini koyuyorsun madem o zaman tam koyda israille tüm alışverişini kes. Ama bakıyoruz Suriye sınırı israil menşaeli bir şirkete peşkeş çekiliyor, silah alımları israilden yapılıyor hala vs. Ne anladım ben şimdi bi dizi israili böyle göstermişmiş. Kardeşim bana somut icraat yapsın. Hem neden sadece israil, çin'e de göstersin bu tepkisini. Hoş ikisinede göstermelik bir tepki ardı arkası yok... Bırakalım bu savsataları... Ayrıca Milliyet nedir, Millet nedir? Milleti hars oluşturur. Hars nedir kültür. Peki kültürün içinde ihtiva edilen şeyler nelerdir; gelenek, görenek, din vs. Demekki milliyetçilik yükselişte değilse biz gelenek, görenek ve dinimizden uzaktayız... |
Cevap: ERKAN ÇAKICI - Yandaş Medya Tipolojisinin “Zaman'daki” Tezahürü
Urumçi
Yorumunuzda tümevarım yöntemini kullanmışsınız ya da kullanmaya çalışmışsınız ama öncüller doğru olsa da yargı yanlış bence..Milliyetçilikle dinin ne alakası var? İkici olarak ''ayrılık ''dizisini günümüzde bir çok silahtan daha etkili olan medyanın etki gücüne örnek olsun diye verdim. Benim her cümlemdeki kelimelerle kendi düşünceleriniz doğrultusunda çıkarımlar yapıyorsunuz ama benim verdiğim örnekle sizin anlatmaya çalıştığınız olaylar tamamen farklı.. Ergenekon yapılanması içinde Akp ve Zaman gazetesi (ve grup) ni yok etme planları var. belgeler sahte ya da gerçek.. şu durumda stv ve zaman tabiki akp nin yanında yer alacak.Akp ve gülen cemaati değil de, Mhp ve gülen cemaatini yok etme planları ortada olsaydı (tekrar edeyim belgeler sahte de olabilir gerçek de) o zaman da Mhp den yana bir tavır takınacaktı. |
Cevap: ERKAN ÇAKICI - Yandaş Medya Tipolojisinin “Zaman'daki” Tezahürü
[QUOTE=goramaz;500872]Urumçi
Yorumunuzda tümevarım yöntemini kullanmışsınız ya da kullanmaya çalışmışsınız ama öncüller doğru olsa da yargı yanlış bence..Milliyetçilikle dinin ne alakası var? İkici olarak ''ayrılık ''dizisini günümüzde bir çok silahtan daha etkili olan medyanın etki gücüne örnek olsun diye verdim. Benim her cümlemdeki kelimelerle kendi düşünceleriniz doğrultusunda çıkarımlar yapıyorsunuz ama benim verdiğim örnekle sizin anlatmaya çalıştığınız olaylar tamamen farklı.. Ergenekon yapılanması içinde Akp ve Zaman gazetesi (ve grup) ni yok etme planları var. belgeler sahte ya da gerçek.. şu durumda stv ve zaman tabiki akp nin yanında yer alacak.Akp ve gülen cemaati değil de, Mhp ve gülen cemaatini yok etme planları ortada olsaydı (tekrar edeyim belgeler sahte de olabilir gerçek de) o zaman da Mhp den yana bir tavır takınacaktı.[/QUOTE] [B]Sevgili goromaz STV ve Kanal7 gibi kanallarda Ergenekon hadisesinin içine MHP'ninde çekilmeye çalışılmadı mı? Hatırlarsınız ilk başlarda çok ayyuktaydı ülkü ocakları başkanı şu, ülkücü bu falan diye STV ve Kanal7 yoluyla bir çok spekülasyon döndü ortada. Sonra ne mi oldu çekemediler MHP'yi ergenekon'un içine sustular kaldılar... Hatırlarsın... Şu an ne kadar cemaatçiyle konuşuyorsam baş düşmanı olarak ülkücüleri görüyorlar, mesela birisi Alparslan Türkeş'in kitabını okuyor diye cemaat evinden atılabiliyor. Aynı şekilde aynı evlerde pkk yandaşlığı sabit insanlar kalıyor, bizzat tanık oldum... Neyse gelgelelim Milliyetçiliğe. Size nasıl öğretildi bilmem ama bizim milliyetçiliğimiz harsa dayalı bir milliyetçilik ve tanımını millet tabirinden alır. Nedir millet peki ortak kültür, ortak tarih etrafında toplanmış ortak yaşayan insanlar kümesi. Türk Milleti derken bu milleti oluşturan temellerin içinde ırk aramak yerine Türk gelenek, görenek, adet ve ananeleriyle her türlü yaşam biçimine kendini yakın hisseten ve yakın olan insanları anlamak gerekiyor. Yani milletleri ortak kültürler oluşturuyor. Peki bu kültüre en büyük etkiyi yapan şeylerden birisi hatta en büyük etkiyi yapan etmen nedir: din... Şimdi temelinde din ve töreyi barındıran bir kavramda nasıl din yer almaz şaşarım... Türk Milliyetçiliği demek aynı anda İslam'ın muzafferliğini gaye edinen bir kavram olması da buna işaret sevgili goramaz. Hatırlarsan Türk Milliyetçiliğinin Sosyalizme karşı direnmelerindeki sebeplerinden birisi de Dine yani İslam'a sahip çıkmak idi. Aynı şekilde nasyonel sosyalizme karşı durmasınında sebebi bu idi. Şimdi batı tarzı milliyetçilikleri ki onlar nationalité'dir baz alarak Türk Milliyetçiliğini sorgulamak hatta Türk Milliyetçiliğini Fransız İhtilaline bağlamak gibi bir gereksizlik aldı başını gidiyor, halbusiki Türk Milliyetçiliği Türk Tarihiyle başlayan bir hususki bunu Türk Tarihini yakından takip edenler iyi bilir ve bu milliyetçiliği oluşturan şeyin ırk olmadığını hars olduğunu da Kaşgarlı Mahmut 1000 sene evvela "Türk dilini konuşan herkesi kendinden sayar" diyerek anlatmıştır. Ha Türk Milliyetçiliğinin Mihenk taşlarından Ziya Gökalp "Daha Müslüman, Daha Türk, Daha Çağdaş" olmak gayesiyle açıklarken, şimdi milliyetçiliğin İslam'la alakası yok demek ne kadar yanlış bir garibet...[/B] |
Cevap: ERKAN ÇAKICI - Yandaş Medya Tipolojisinin “Zaman'daki” Tezahürü
Urumçi.
Açıklamanız için teşekkür ediyorum. Aslında böyle bir cevap geleceğini bekliyordum Nitekim haklısınız da. Ancak benim sormak istediğim şu cümleniz ''Milliyetçilik yükselişte değilse biz gelenek ve dinimizden uzaktayız'' bir insan dinini gelenke ve gööreneklerini sıkı sıkıya yaşıyor olabilir ama bunları ideoloji olarak benimsemeyebilir. Bu bağlamda milliyetçilikle dine gelenek ve göreneğe bağlılığı doğru orantılı almışsınız. Ama bence 0 korelasyon var. |
Cevap: ERKAN ÇAKICI - Yandaş Medya Tipolojisinin “Zaman'daki” Tezahürü
[QUOTE=goramaz;503647]Urumçi.
Açıklamanız için teşekkür ediyorum. Aslında böyle bir cevap geleceğini bekliyordum Nitekim haklısınız da. Ancak benim sormak istediğim şu cümleniz ''Milliyetçilik yükselişte değilse biz gelenek ve dinimizden uzaktayız'' bir insan dinini gelenke ve gööreneklerini sıkı sıkıya yaşıyor olabilir ama bunları ideoloji olarak benimsemeyebilir. Bu bağlamda milliyetçilikle dine gelenek ve göreneğe bağlılığı doğru orantılı almışsınız. Ama bence 0 korelasyon var.[/QUOTE] sevgili goramaz yanlış edilen milliyetçilik tanımından feyzle inandığım milliyetçilik tanımını açıklamışım muhteviyatında da milleti oluşturan din unsurunun göz ardı edilmez bir gerçekliğini barındıran harsı örnek teşkil etmişim. Mesela Türk Milleti tabiri islamiyetle o kadar yoğrulmuşturki artık ayrılmaz ya da ayrılmaması gerek bir bütün halini almıştır, Türk Milleti farikasını bölmek demek islamın hars özelliğinde temellendirdiği bir İslamı içinde barındıran topluluğu ayrıştırmak ve bölmek demektir ki gelenek ve göreneklerin etrafında şekillendiği maddi kavrama millet denir biz maddi anlamda milliyetçilik yaparken bunu manevi anlamda manalaştıran kavramın korelasyonunu da içinde barındırdığından feyzle aradaki bağı anlatırken, milliyetçiliğinden uzaklaşan toplumun milliyetçiliğin temelinde barındırdığı manevi değerlerin yozlaşmaya uğradığını ve bağnazlık / taassubi bir neticede gelenek ve göreneklerden uzaklaşma olduğunu betimliyoruz... Bu açıdan bakıldığı zaman muhtemel korelasyonu pekala kurulabilmekte sevgili goramaz... Amma velakin seni de anlıyorum zira senelerce milletle, millet tabirinin içinde barındırdığı kavramların çatıştırıldığı ve neticesinde milliyetçiliğin yanlış algılanıp karşısında bir aksi bir kanaat oluşturulduğu bir toplumda yaşıyoruz. Şol sebeptendir ki bu kuvvetli bağı görmemek mümkündür... |
Cevap: ERKAN ÇAKICI - Yandaş Medya Tipolojisinin “Zaman'daki” Tezahürü
Ben de sizin ne demek istediğinizi anlıyorum Haklısınız da..
Meseley e şöyle yaklaşalım sanırım daha açık olur. ben din temelli bir değer sistemi dünya görüşü oluştururken milliyetçiliği sistemime almam.Ama siz milliyetçi( kusura bakmayın belki yanlış bir kavram kullanıyorum) bir dünya görüşü oluştururken dini bu değer sistemi içine alıyorsunuz. benim (yani benim gibi düşünenler bakımından) milliyetçiliğin yükselmesi ve alçalması din temelli sistemimi etkilemez bu bakımdan 0 korelasyon dedim saygılar |
Cevap: ERKAN ÇAKICI - Yandaş Medya Tipolojisinin “Zaman'daki” Tezahürü
tamam işte bize görede tanrının bize ihsan ettiği psikolojinin altında birlikte yaşamak için din sadece yeterli değildir, dinin oluşumunda büyük katkı sağladığı bazı temel kavramlar etrafında insanlar birlikte yaşayabilir ki tarih bunu çok güzel betimlemiş, sosyolojide temellendirmiştir. Bu hususta insanın dinine tek başına sahip çıkamayacağı, sahip çıkabilmesi için milli değerlerin yani milletin tüm ihtivasına sahip çıkmak, bunda içtimai olarak birleşmek aksi halde dinine dahi sahip çıkamayacak bir çözünmeye, ayrışmaya ve çatışmaya sürükleneceği temel prensibi üzerine kuruludur... Yani milliyetçilik Milli değerlere sahip çıkarken, milli değerler etrafında toplanıp, milli değerlere göre bir ekonomik sistem oluştururken kimseyi ayırt etmeden millet kavramının bütünleştiriciliğinde birleşmek, bununla birlikte daha iri ve diri şekilde çoğunluğunu dinin oluşturduğu milli değerlere sahip çıkmaktır. Aksi halde çözünen bir millette dini yaşamak, yaşatmak hele ki dine ve millete kapitalist ve sionist hedefler neticesinde oynanan oyunların eşliğinde imkansız hali alır... Bununla birlikte her birey inancını ve geleneğini başka bireylere müdahale etmeden kendi içinde ve kendi çevresi sınırlarında yaşayabilmelidir zaten. Ama bunu oluştururken muhafazasından ötün verilemeyecek ve doğal seleksiyon neticesinde ortak bir konsensüsle oluşmuş milli değerlerle çatışmamak, milli değerleri hicvetmemek gayesiyle... Budur milliyetçilik öyle çok lüks, katı ve mesnetsiz bir şey değil yani. Gayesi birlikte yaşanabilirliği arttırmak ve değerleri muhafaza etmektir ki hepimizinde gayesi bu değil midir zira? Buradan sizce kurulamayan korelasyonu, dörtgenin dört köşesinide bağlayan diyagonaller gibi biz kurabiliyoruz...
Karşıt bir düşünceniz var mı bu gayede mesela bunu bilmek beni daha mutlu eder ve bilgilendirir? |
Cevap: ERKAN ÇAKICI - Yandaş Medya Tipolojisinin “Zaman'daki” Tezahürü
iyi de biz zaten karşıt görüşteyiz.
benim tarafımdan bakılırsa bu durum böyle bakın hucurat suresinde ''biz sizi birbirinizi tanıyasanız diye kavimlere ayırdık'' der (aslında buradaki litearefu kelimesine yanlış anlam veriliyor buradaki anlam medeniyetler çatışması yapın ilerleyin birbirnizle yarışın anlamı daha uygundur.) bu ayetin devamında ise''Allah katında en üstününüz takvaca üstün olanızdır'' der . Yani Allah millet kavramını önemsemiyor.Takva insana değer veren bir bilinç olarak karşımıza çıkıyor. benim için ırkın bir önemi yok ama sizin düşünceniz anladığım kadarıyla şu: Türklük bir ırmak olsun,din gelenek görenek (hars) bu ırmağı besleyen akarsulardır.bana göre ise din asıl kaynaktır.işte farkımız budur saygılar iyi geceler |
Cevap: ERKAN ÇAKICI - Yandaş Medya Tipolojisinin “Zaman'daki” Tezahürü
[QUOTE=goramaz;504000]iyi de biz zaten karşıt görüşteyiz.
benim tarafımdan bakılırsa bu durum böyle bakın hucurat suresinde ''biz sizi birbirinizi tanıyasanız diye kavimlere ayırdık'' der (aslında buradaki litearefu kelimesine yanlış anlam veriliyor buradaki anlam medeniyetler çatışması yapın ilerleyin birbirnizle yarışın anlamı daha uygundur.) bu ayetin devamında ise''Allah katında en üstününüz takvaca üstün olanızdır'' der . Yani Allah millet kavramını önemsemiyor.Takva insana değer veren bir bilinç olarak karşımıza çıkıyor. benim için ırkın bir önemi yok ama sizin düşünceniz anladığım kadarıyla şu: Türklük bir ırmak olsun,din gelenek görenek (hars) bu ırmağı besleyen akarsulardır.bana göre ise din asıl kaynaktır.işte farkımız budur saygılar iyi geceler[/QUOTE] ben milleti ırk olarak tanımlamadım sevgili goramaz, etrafında toplaşacağın değerler bütünü olarak bunu anlattım, ırki manada şu yazınlarımda ne bulabiliyorsunuz şaşıyorum. Milleti oluşturan hars derken, harsı oluşturan binlerce yılda oluşan aidiyetlikler derken burada ırkın manasını kaybettiğini görüyoruz. Türk milletini tanımlarken ortak konsensüs ve değerlerden bahsetmemde ırkı gözardı ettiğimiz bir ifadesidir. Zira Türk Milliyetçiliği derken bugün bu düşünceler eşiği altında bir türk olarak Kürdistan Devletinde yaşıyor olsa idim ve milletine kürt deniyor olsa idi bu memleketin o dahi ortak değerler bütünlüğünü muhafaza gayesinde güddüğüm milliyetçiliğin adı Türk Milliyetçiliği olacaktı. Begayet medeniyetler çatışmasını yaşamamak için herkesin milli çıkarlarına sahip çıkması gerektiğine ancak çıkarkende eski zamanlardan kalma paltac modeline ya da genel bir ahlakın gerekliliği olarak bu çıkarlarını korumak için başka milletleri sömürü etmemesi gerektiğini dillendirirken ve oluşmuş milletlerin içlerinde medeniyetler çatışması yaşamamak için içtimai millet bütünlüğü eşiğinde yaşaması gerektiğine defalarca dem vurmuşken hala bu şekilde bana perspektif getiriyor olmanıza üzülüyorum... Maddi gerçekler eşiğinde Türk Milletini oluşturan ve ondan ayrılmaz bir bütün olan şeyin din olduğunu adlandırırken ve maneviyatta dine iltimasım daha fazlayken bu duruma müdahil olmak üstelik bunu yazınlarımı en çok okuyan birisi tarafından müdahil kalmak rencide edici oluyor cidden... Bu sebepten konuşmayı şurada tamamlarken sevgili goramaz size Seyyid Ahmet Arvasi'nin Türk-İslam ülküsü isimli kitabını okumanızı tavsiye ediyorum... Saygılar... |
Cevap: ERKAN ÇAKICI - Yandaş Medya Tipolojisinin “Zaman'daki” Tezahürü
düzelt butonu yok kürdistan devletinden sonraki milliyetçilik kürt milliyetçiliğidir. Saygılar...
|
ULVİ YÖNTER - Kurumlar Arası Çatışma ve Yayılan Bunalım
[COLOR="DarkRed"][B]Kurumlar Arası Çatışma ve Yayılan Bunalım[/COLOR]
7 Ocak 2010, Perşembe 2010 yılına, geçtiğimiz yılın ağır ve kasvetli sorunlarının gölgesinde girdik. Geride bıraktığımız 365 günün muhasebesinin vicdanlı ve dürüst bir şekilde yapılmasına çok ihtiyaç var. Ne var ki, hâkim siyasi otoritenin bu yönde bir niyet taşıdığını ve böyle bir amacı olduğunu söylemek gerçekten de çok zor. Türkiye'nin çoraklaşan huzur ve tükenen dermanıyla yeni yılda hangi badirelerle karşılaşacağını tahmin etmek zor değilse de, yeni sürpriz sorun alanlarının toplumsal yaşama egemen olması da hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Asker sivil gerilimi, hukuk namına yapıldığı yönünde ciddi kuşkular olan dünde kalmış hesaplaşmaların yine bugüne taşınarak, ortalığın ayağa kaldırılması 2010 yılında da sürecektir. Öte yandan kurumlar arası artan ve şiddetlenen gerilim ve gelgitler devlet erkinin inandırıcılığına büyük darbe indiriyor. Demokrasi dışı arayış hezeyanlarıyla örülen güvensizlik ağı, her insanı çevrelemiş durumda. İsim mutasyonuna uğrayan sözde demokratik açılım denilen yıkım ve ayrışma projesinin de bu yıl içinde ısrarla devam ettirileceği anlaşılıyor. Kirli bir ittifakın tezgâhladığı ve sürdürmeye çalıştığı etnik temelli ayrışma hesabının yekûnu kabarmış durumda. 2009 yılında MHP lideri Devlet Bahçeli'nin muazzam direnişine çarparak gerileyen açılım ve saçılım sürecinin, yeni lojistik kaynaklarla tahkiminin planlandığı görülüyor. Ne var ki, Türk milletinin birliği ve beraberliği konusunda asla taviz vermeyecek olan Milliyetçi Hareket Partisi'nin, artan ve yükselen bir tempoyla sözde demokratik açılım (dağılım) sürecine tepki vermeye devam edeceği de bir vaka. Nitekim MHP lideri Devlet Bahçeli'nin, TBMM'nde 2010 yılının ilk grup toplantısında sarf ettiği anlamlı sözleri bu söylediklerimi tam olarak doğruluyor... Azalan toplumsal desteği tersine çevirebilmek için, gündemi suikast iddialarıyla boğan iktidar partisinin yeni bir mazlum ve mağdur rolüne soyunmaya gayret ettiğine dönük izlenimler gittikçe fazlalaşıyor. Elbette yasal ve meşru yollar dışında, iktidar değişikliği amaçlayan kim ve hangi odaklar varsa; gerekli cezayı almaları ve hak ettikleri yaptırımlara uğramaları bir zorunluluktur. Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bu niyet ve zihniyete sahip olanlar bulunuyorsa bunlar da mutlaka ayıklanmalı ve demokratik sistem ağır aksakta olsa yoluna devam etmelidir. Şunu bir defa akıldan çıkarmamak yerinde olacak: Her ne sorun varsa bunun çözüm ve çare yeri bellidir; o da mutlaka siyaset olmalıdır. Seçim ve sandıkla çelişecek bir yönetim anlayış ve hedefine elbette herkesin karşı durması kaçınılmaz bir vazifedir. Buna bir diyeceğim yok ve bende bu görüşteyim... Ancak, askeri kışlasında tutmak adına ve geçmişten kaynaklanan rövanşist duygularla; her türlü hukuksuzluğu, insafsızlığı ve vicdansızlığı kılıf haline getirerek, Türk Silahlı Kuvvetlerini darbeci bir kuruluş olarak gösterme girişimlerine de herkesin karşı durması bana göre milli bir görev sayılmalıdır. İptidai bir yaklaşımla, birkaç kişinin yaptığı yanlışlardan, girdiği kusurlu ilişkiler ağından hareketle, bu coğrafyada yaşamamızın en büyük teminatlarından olan ordunun yıpratılmasına göz yummak, geleceğimizi ataşe atmakla eşanlamlı olacaktır. Bir de şu tehlikeyi göz önünden katiyen uzak tutmamız gerekiyor. Demokrasi dışı oluşumların otoriter eğiliminden sakınacağız derken, sivil diktatörlüğün ve hatta sivil nitelikli sessiz darbenin ihtimalini de asla ihmal etmemiz gerekmektedir... Bugünkü iktidar demokrasiyi beğendiğinden ya da hayranı olduğundan dolayı sürekli olarak gündeme getirmiyor. Peki, neden gündeme getiriyor sorusuna da şöyle cevap verebilirim: Demokrasiyi kendi iktidar alanını genişletmek ve yaymak için bir araç olarak görüyor da ondan sahipleniyor... Önüne geleni azarlayan, farklı ve aykırı seslere tahammül edemeyen, muhalif her gelişmeyi kendisine yönelik bir tertip olarak değerlendiren bir zihniyetin demokrasiyi ne kadar ve samimi olarak içselleştirebileceğini siz değerli okuyucularımın elbette daha iyi takdir edecektir. Devlet kurumlarının birbirine girdiği, yanan güvensizlik ocağına her kurumun benzin taşıdığı düşünüldüğünde bu olumsuzluklardan ilk ve bir numaralı sorumlunun iktidar erki olacağını söylememiz abartılı sayılmamalıdır. Bunlardan dolayı içinden geçtiğimiz zaman süreci tam bir kaos görüntüsü veriyor. Türkiye derin ve tehlikeli bir girdabın içine itildiğinden dolayı soluk alıp vermesi her geçen gün zayıflıyor. Bir defa düşünün; bir başbakan yardımcısının evinin önündeki sivil plakalı bir araçta bulunan sivil giyimli iki subayın, suikast şüphesi ile polis marifetiyle gözaltına alınmasını izleyen süreçte, Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı Seferberlik Bölge Başkanlığı'nda inceleme başlatılıyor. Kozmik oda olarak anılan bir yerde aramalar yapılıyor. Devletin en mahrem yerleri bir bir açılıyor. Ve bunlar çerçevesinde, bazı devlet kurumlarının, korumak ve muhafaza etmekle görevli oldukları sisteme karşı komplo içinde oldukları yönünde ithamlar gündemi işgal ediyor. Dikkatler birden bire, ‘Özel Kuvvetler' diye bilinen bir askeri kuruluşa çevriliyor. Düşünsenize, vatan sınırlarını korumakla görevli ordunun bazı birimleri neredeyse terör odağı olarak gösterilmeye çalışıyor, öbür yanda ise bölücü hainler demokrasi yandaşı biçiminde takdim ediliyor! Ne hale ve ne duruma geldiğimizi bu hüküm sanıyorum açıkça gösteriyordur! Resmen at izi, it izine karışmış durumda... Kargaşa ve dağınıklığın bütün her yere sindiği ve yerleştiği bugünkü tabloda, Başbakan Erdoğan ısrarla her şeyin yolunda olduğunu, kurumlar arasında çatışmanın olmadığını ileri sürüyor. Peki, o halde bir sıkıntı yoksa Cumhurbaşkanı neden yasama, yürütme ve yargı organlarının başındaki kişilerle toplantı yapıyor? Anlamak gerçekten de mümkün değil... Neresinden bakarsak bakalım, devletin organları ülkenin milli ve yüksek çıkarları için amaç birliğinden son derece uzak bir görünüm veriyor. Devamlı tek taraflı taciz ve tahrik süreci işletilerek, ülke bunalıma ve bir çıkmaza sürükleniyor. Son olarak bu kör dövüşünden kazanın olmayacağını açıklıkla söylemek istiyorum. Ve kaybedenin ise mutlaka Türk milleti olacağının bilinmesinde fayda görüyorum... Devam edeceğim.. [/B] [I][U]Bu yazı [url]www.etikhaber.com[/url] sitesinden alınmıştır.[/U][/I] ULVİ YÖNTER |
Cevap: ULVİ YÖNTER - Kurumlar Arası Çatışma ve Yayılan Bunalım
[B]Devlet kurumlarının birbirine girdiği, yanan güvensizlik ocağına her kurumun benzin taşıdığı düşünüldüğünde bu olumsuzluklardan ilk ve bir numaralı sorumlunun iktidar erki olacağını söylememiz abartılı sayılmamalıdır.
Paylaşımınız için teşkekkürler[/B] |
Cevap: ERKAN ÇAKICI - Yandaş Medya Tipolojisinin “Zaman'daki” Tezahürü
Benim yazım niye buraya taşınmış?
Yazarı farklı, başlığı ve konusu farklı... Erkan Çakıcı'nın yazısı mı bu arkadaşlar? |
ABBAS BOZYEL - Kurt Yapmaz Bu Taksimi, Kuzulara Şah olsa!
Kurt Yapmaz Bu Taksimi, Kuzulara Şah Olsa!"
Ekonomik bunalımdan kaynaklanan çaresizliğin toplumu nasıl kuşattığını, toplumsal cinnet noktasına nasıl getirdiğini, gazete sahifelerine baktığımızda, televizyon haberlerini izlediğimizde görüp, irkilmemek mümkün değil… Geçim sıkıntısı karşısında aklıselimini kaybedenlerin cinnet geçirmesi, çoluk-çocuğunu katletmesi tamamen çaresizliğin sonucudur. Böylesi bir drama yeltenenlerin, intihar edenlerin geride bıraktığı veda mektupları, vicdan ve merhamet sahibi her bir kişinin yüreğini delip geçmekte, onu gözyaşına boğmaktadır. Bölücü terör örgütünün yol açtığı ayrışma ve kutuplaşma girdabına karşı çeyrek yüzyıldır mücadele eden Türkiye, bugün bir diğer çatışma ve ayrışmanın göstergesi olan ekonomik sefaletin kıskacındadır. Dolayısıyla yoksulluğun, sosyal çatışmayı tetikleyecek bir boyuta doğru tırmanması ciddi bir tehdittir. Zira bugün ülkemizde; [B]"milli gelirin % 55'ini nüfusumuzun ilk % 20'lik dilimi alırken, nüfusumuzun % 20'lik dilimine sadece % 5'lik bir pay düşmektedir." [/B]Tıpkı Şairimizin [B]"Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul, Kurt yapmaz bu taksimi kuzulara şah olsa!"[/B] dediği gibi, bu adaletsiz ve vicdansız paylaşımın hangi politik ve ekonomik çıkar ilişkisinden kaynaklandığını daha iyi anlamış bulunmaktayız. Böylesi bir gelir dağılımı bozukluğunun, uzun vadede toplumsal bütünlüğümüzün hayrına olmayacağını şimdiden özellikle belirtmek zorundayız. Özellikle başında Başbakan Erdoğan'ın olduğu AKP İktidarının son yedi yılında, gelir dağılımındaki artan bu adaletsizliğin sonucunda, bir tarafta meşruiyeti olmayan, gayri ahlaki bir biçimde artan zenginler tabakası, diğer tarafta da yokluk ve sefalet içinde yaşayan insanlarımız… Bir tarafta [B]zirveye[/B] tırmandırılanlar diğer tarafta [B]uçurumun kenarına[/B] sürüklenenler. Gerçek olan şu ki, yüzleşmek zorunda kaldığımız bu bozuk gelir dağılımının temelinde öncelikli olarak [B]"rüşvet, eş-dost kayırmacılığı, yolsuzluk ve talan" [/B] zihniyetine dayalı bir yönetim geleneğinin, bir türlü önlenemeyişi, [B]ekonominin[/B] [B]"kötü ellerde yönetilmesidir"[/B]. Milletimizin tarihi geçmişine, haysiyet ve saygınlığına yakışmayacak biçimde bir zihniyetin iş başında olması bir talihsizlik olmuştur. Uluslar arası güçlerin destek ve himayeleriyle ve her çeşit seçim hileleriyle iktidar olan AKP zihniyetinin tüm bu gerçeklere rağmen, başta tarım çalışanları, köylü, emekli, işsiz, dul ve yetimin, memurun ve yarınlarından ümidini kesmiş milyonlarca insanımızın içine düştüğü geçim sıkıntısını sanal rakamlarla ortadan kaldırmaya çalışması ancak [B]"deve kuşu"[/B] politikası olur. Çünkü soğuğun hâkim olduğu bir odanın sıcaklığını, termometreyle oynayarak 40 dereceye çıkarmaları, odanın sıcaklığını değiştirmez. Bu tür bir kurnazlık, insanın ancak kendisini aldatması olur ve adına [B]sahtekârlık[/B] denir. Diğer taraftan Hükümetin en az on ayrı defada açıkladığı, adeta milletimizle alay edercesine ve gözünün içine baka baka ilan ettiği yalan vaatlerle dolu, [B]"ekonomik[/B] [B]kalkınma paketi"[/B]… Acaba şimdi hangi tozlu raflarda [B]'yeniden ilan [/B][B]edilmek'[/B] üzere sırasını beklemektedir Netice itibariyle bu kötü gidişatın arka planında "[B]kötü yönetim" ve "yolsuzluk kanalının açık tutulması"[/B] gerçeği yatmaktadır. [B]Fazla gerilere gitmeye gerek yok[/B]. Bir hafta önce tespit ettiği [B]asgari geçim' [/B]oranı, sokaktaki enflasyonun en az beş katı aşağısında olan [B]'düşük zam[/B]' artışı, [B]"sadaka"[/B] nitelikli [B]ücret politikası[/B], çalışanların aleyhine seyreden gidişat, baş döndürücü bir hızla artmasına vesile olduğu [B]işsizlik[/B], şüphesiz ki [B]"istikrarın"[/B] değil [B]"kargaşanın"[/B] habercisidir. [B]Uygulamakta olan ekonomik politika kaçınılmaz bir sonla türbülânsa yakalanmış gibi sallanmakta [/B][B]ve hızla irtifa kaybetmektedir[/B]. Mecburi iniş yapacağı tek bir hava sahası vardır. Onun adı milli iradedir. Millete emanetini iade etmelidir. Alacağı bir [B]"erken seçim"[/B] kararı onu değil, yüce Türk milletini ondan kurtaracaktır. Aksi halde onarılmaz yaraların ve tahribatların müsebbibi olacaktır. ERDOĞAN'IN ÖVÜNDÜĞÜ EKONOMİNİN GERÇEK YÜZÜ Yönetim direksiyonun başında Başbakan Erdoğan'ın olduğu bir Türkiye tablosunu kısaca paylaşalım. [B]Bugün Türkiye'de;[/B] Kişi başına düşen borç miktarı, 5000 Dolar. 80 yılda cumhuriyet hükümetlerinin toplam borcu 148 milyar dolar, AKP iktidarının ise 7 yılda yaptığı borç 285 milyar dolar. İç ve dış toplam borç 500 milyar dolar. [B]Cari açık büyümüş[/B], Son 7 yılda Türkiye 225 milyar dolar faiz ödedi. Bu parayla 60 tane Atatürk barajı yapılabilirdi. Oysa Erdoğan Hükümetinin bir tek büyük eseri bile yok. Nüfusumuzun dörtte biri yoksullaşmış. 2 milyon insanımız açlık, 17 milyonu yoksulluk sınırı içinde. Her beş kişiden biri işsiz. 64 bin işyeri kapandı Küçük sanayicimiz ağır vergiler altında boğulmakta, tekstilcimiz can çekişmekte. Dünyanın en pahalı benzini bizde. Dünyanın en yüksek telefon vergisi ülkemizde alınmakta. Çiftçimiz ezilmiş. İhtiyaç sahipleri, enflasyonun beş katı faizle borçlanmış. Son iki yılda karşılıksız çek veren insan sayısı 1,5 milyon. Bugün cezaevlerinde yatanların yüzde 47'si karşılıksız çekten içeride. Protesto olan çeklerin tutarı ise, 3 milyar dolar. Başbakan'ın [B]"Bizi teğet geçti"[/B] dediği son dünya ekonomik krizinde 2009'da Türkiye yüzde 6,5 küçüldü ve dünya rekoru kırdı. Şimdi zenginle fakirin arasındaki makasın bu şekilde açılmasının devamlılığın toplumda nelere yol açacağını düşünmek bile dehşet verici bir şeydir. Böyle bir ülkenin huzurlu, böyle bir toplumun sağlam bir dayanışma içinde olması mümkün müdür? Alt yapısı çürük dayanışma ve yardımlaşma hukukunu geliştirmemiş bir toplumun millet özelliğini koruması nasıl sürekli olabilir? Evet bu noktaya gelmiş mazlum ve mağdur insanımız ne yapsın? Peygamber Efendimizin [B]"Ya Rabbi, ben küfürden ve fakirlikten sana sığınırım."[/B] duasıyla… [B][I][U]Abbas Bozyel [/U][/I][/B] |
"He"diye..
‘He’diye...
Hediye “he”den gelir... Maksat; hediyeyi alan “he” diye... * Sıradan insanlar arasındaki hali masumdur hediyenin... Bir gülümseme, biraz olsun mutluluk, belki iki damla gözyaşı ve bir öpücük dışında bir şey beklenmez... Hediyeyi alan beğensin beğenmesin “Ay ne kadar güzel bir şey” der... İkisi de bilir aslında, kel alaka... * Ayrıca hediye işe yarasın mesela... O seneler parasız pulsuz evimizi yaptırırken, yaş günümde Andree bana kürek almış, gitara benzeyen paketi açınca “Ne kadar da güzel bir şey” demişimdir... Onun yaş gününde de ben; iki torba çimento... Evlilik yıldönümü geldi... Ben; beş yüz kilo, sekizlik inşaat demiri... Gözlerimi kapatıp takur tukur sesi gelen hediyemi beklediğimde “Hadi aç gözünü” komutu ile açtım ki sürpriz: Kalıp tahtaları... * İşte, siyasetçiler olsun, bürokratlar olsun, rüşvete bir masum isim arıyorlardı, sonunda en uygununu buldular: “Hediye...” * Burada sıradan insanların o mutluluk gülümsemeleri, teşekkürleri, duygulanmaları, belki mutluluk gözyaşları aranmaz... İçi dolar dolu hediye deri çanta alınca “Ah... ne kadar da güzel bir şey...” diye hediyecinin boynuna sarılmaz yani... Sadece iş için “he” der... Maksat zaten: “He” diye... * Yaş günü, mezuniyet, yıldönümü gibi hediye çeşitlerinin yerini de yeni isimler aldı zamanla: İhale hediyesi, kredi hediyesi, tahsisat hediyesi, ödenek hediyesi, onay hediyesi, imza hediyesi, izin hediyesi, ruhsat hediyesi... * Paşa’yı tenzih ederim, kilimin lafı mı olur... O da resimde eğilmiş bakıyor zaten: Bu ne kilim?.. * Bir kilimi dilinize doladınız... Niçin Arap krallarının, emirlerin, şeyhlerin Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a getirdiği hediyeyi ağzınıza alıp bir kez olsun sormuyorsunuz diyelim... Sevgili Mehmet Yılmaz, Hürriyet’teki köşesinde sora sora canı çıktı... Yanıt yok... Devlet adamlarına verilen hediyeler kamunun malıdır... Tutanakla demirbaşa teslim edilir, sır gibi saklanmaz... On senedir gelen hediyelerin açıklanmasını isteyin mesela... Bakalım “He” diye mi?.. BEKİR COŞKUN |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
Bekir Coşkun'un adını bile görmeye tahammül edemiyorum..
|
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
[QUOTE=LaEdri;618835]Bekir Coşkun'un adını bile görmeye tahammül edemiyorum..[/QUOTE]
Senin adını bile görmeye tahammül edemediğini başkaları baş tacı, senin baş tacı ettiklerininin adını da başkaları görmeye tahammül etmeye bilir. Çok doğaldır. Tahammül, bilgiye oranlı görecedir. |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
[QUOTE=sivaslınet;618837]Senin adını bile görmeye tahammül edemediğini başkaları baş tacı, senin baş tacı ettiklerininin adını da başkaları görmeye tahammül etmeye bilir.
Çok doğaldır. Tahammül, bilgiye oranlı görecedir.[/QUOTE] Aynen öyle.. Benim severek okuduğum isimlere de başkaları tahammül etmiyor.. |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
[QUOTE=LaEdri;618842]Aynen öyle..
Benim severek okuduğum isimlere de başkaları tahammül etmiyor..[/QUOTE] LaEdri, Başkası da senin sevmediklerini baş tacı edebiliyorsa, sevmediğini belirtmenin bir anlamı varmı? Bence yok. Bunu belirtmek yerine onun fikirlerini eleştirebiliyorsan, çürütebiliyorsan, yanlışa sempti duyanlara da etki edebilirsin. Mesela geçen Özdil'i eleştirmen(angus meselesi) beni düşündürmüştü. |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
SEVGİLİ SİVASLI HEMŞEHRİLERİM : SİTEYİ GEZİYORUM POLEMİKTEN BAŞKA ALIP BİLGİ DAĞARCIĞIMIZA KOYACAK BİR BİLGİ GÖREMİYORUM. BİZ SİVAS VE SİVASLI OLARAK NELER ÜRETEBİLİYORUZ. ELİN KÖŞE YAZARLARINDAN SİZE NE?BUNLARI PAYLAŞMANIN ANLAMI NE? BU YAZARLARI BÜYÜTMENİN ZİRVEYE ÇIKARMANIN BİR GETİRİSİ VARMI ? BUNLAR SADECE HER İNSANIN YAPTIĞI GİBİ PATRONLARINA ÇALIŞIRLAR GAZETEYE YÜKSEK TRAJ YAPTIRARAK GELİRLERİNİ YÜKSELTİRLER. KİMİNİ İNDİRİRLER ,KİMİNİ BİNDİRİRLER MESLEK GEREĞİ BUDUR. HER KÖŞE YAZARININ AYRI BİR BRANJI YANİ DALI VARDIR.
KÖŞE YAZARLARI POLEMİĞİ UZAYIP GİDİYOR HERHALDE BAŞKA MALZEME BULUNMUYOR OLSA GEREK Kİ BAŞKA KONULARA EĞİLİM YOK . HER KÖŞE YAZARI KENDİ KONUSU İÇERİSİNDE KÖŞESİNDE YAZISINI YAZAR BU YAZARIN KENDİ GÖRÜŞÜ VE YORUMUDUR. DİKKAT EDERSENİZ ÇOKTA TEKZİP VAR .DOĞRULARLA YANLIŞLAR ARKA ARKAYA DİZİLİR GİDER. DOĞRU HABERCİLİK DOĞRU YAYIN YOK TARAF TUTMA VAR . KÖŞE KENDİSİNİN İSTEDİĞİNİ YAZIYOR İTİRAZ YOK . GÖRSEL YAYIN,YAZILI BASIN HALKIN GÖZÜ KULAĞIDIR. TOPLUMU BİLİCLENDİRİR BUNA BİR ŞEY DENMEZ. BASIN HÜRDÜR ONSUZ OLUNMAZ HABER ÜRETİR. YÜKSEK TRAJ YAPAN BİR GAZETEDE 2 YILLIK BİR ÇALIŞMAM OLDU BİR SORU SORDUM BUNLARIN HEPSİ BİR DEDİKODUDUR DEDİLER. BU SİTE SİVASLI GURBETCİLER İÇİN VE SİVAS BÖLGESİNDE YAŞAYAN GENEL TOPLUMU KUCAKLAYAN VE HABER AĞLARINI YAYAN ; İNSANLARIN BİRBİRİNE OLAN YAKINLAŞMASINI SAĞLAYAN , TANIŞTIRAN SEVGİ VE SAYGI BAĞLARINI PEKİŞTİREN BİR ARAÇTIR. ELİN KÖŞE YAZARLARINDAN BANA NE? KENDİ YAPITLARIMIZI, KENDİ ESERLERİMİZİ , KENDİ VARLIKLARIMIZI ORTAYA KOYALIM. BİZ BİZİ BIRAKIP BAŞKALARINI BÜYÜTÜYORUZ. KENDİ KENDİMİZİ BÜYÜTELİM ,GELİŞTİRELİM SAYGINLAŞTIRALİM. BOŞ İŞLERLE UĞRAŞIYORUZ BU BAHSETTİĞİNİZ KÖŞE YAZARLARI SİVAS İÇİN NE YAZIYORLAR HİÇBİRŞEY. SİTEYE BAKIYORUM BELİRLİ BİR KAÇ KİŞİ SELAM ALIŞ VERİŞİNDE . BİRBİRLERİYLE HATIR GÖNÜL SELAM KELAM GİBİ BİLGİ ALIŞ VERİŞİ VAR BUNLARDA SUDAN ŞEYLER. SİVAS TA BİLENE ÇOK YAZI MALZEMESİ VAR BİLMEYENEDE BİRŞEY YOK. SİTEDE ÜYE SAYISI ÇOK OLMASINA RAĞMEN YAZIŞAN BELİRLİ BİR KAÇ KİŞİ . BUDA ŞU ANLAMA GELİYOR YAZI YAZANLARIN VEYA KONUŞMAK İSTEYENLERİN YAZILANLARI OKUYUNCA CANLARI SIKILIYOR BİRŞEY YAZMAK İSTEMİYORLAR DEMEKTİR. HABER ÜRETMEK GEREKTİR SİVASTA BİR ÇOK MAHALLİ GAZETE ÇIKIYOR, BURADA ÇIKAN HABERLER SİTE KANALIYLA GUBETCI HEMŞEHRİLERİMİZE ULAŞTIRILAMAZ MI? .BUNA BENZER BİR ÇOK HABER BULUNABİLİR. ARAŞTIRILIP BULMAK İSTER ÖZVERİ VE ÇALIŞMAK İSTER . ELİN KÖŞESİNDEN ,YAZARINDAN BİZE NE?. KENDİ YAZARLARIMIZ YOK MU VAR BUNLARIN ESERLERİNDEN BİR BİLGİ VARMI YOK. NETİCE İTİBARİYLE SİTE ÇOK ÇOK ZAYIF KAYNAŞTIRICI BİLGİ BİRİKİMİNE ÇOK İHTİYAÇ VAR HOŞCA KALIN. |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
[QUOTE=AĞAOĞULLARI;618873] ELİN KÖŞESİNDEN ,YAZARINDAN BİZE NE?.[/QUOTE]
Şimdi senin bu yazın köşe yazısı değil mi sayın Ağaoğulları? Seninki bir görüş te, onlarınki değil mi? Hem de tüm ulusu ilgilendiren bir görüş. Sivas sorunlarının %100 ülkemizin sorunlarına bağlı olduğunu biliyormuydun acaba? Demek ki sence ülke sorunlarını yazmak dedikodu? Senin dedikodu olarak nitelediklerin, başkaları için çok değerli bilgiler olamaz mı? Sen dedikodu diyince, biz de tüm ulusal yazarları dedikoducu mu ilan edelim? |
BÜYÜK DEVLET ŞEYİ...
BÜYÜK DEVLET ŞEYİ...
“Adamı” diyeceğim ya... Dilim varmıyor... * Televizyona çıkıp “teröristlerin imam hatip okullarının dışındaki okullardan yetiştiğini” size anlattığından hemen bir gün sonra... Bizim Işık Kansu araştırdı; Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun cinayetlerindeki imam hatip okulu mezunlarının, mahkeme dosyalarındaki isimlerini çıkarıp sıraladı... Dünkü Cumhuriyet’te... Gazi Lisesi’nden mezun olmamışlar yani... * Birçok insanı domuz bağı ile boğup villaların bodrumuna gömen terör örgütünün sorumlusu ise hem imam hatip mezunu... Üstelik din öğretmeni... * Ama biz sıradan adamlar “Teröristler imam hatip okullarından yetişiyor” diyemeyiz... Günahtır... Değil büyük devlet adamlığına... Adamlığa sığmaz... * Kurban olayım, ağırına gitti yaratanın, yalanlıyor işte büyük devlet adamını... Yine aynı gün: Afganistan’da bir canlı bomba kalabalığa sızdı, işgalci Amerikalıları havaya uçuruyorum diye üzerindeki bombasını patlattı... Kendisi ile birlikte 12 kadın-çocuk havaya uçtu... Amerikalılar sapasağlam... Bu eylemi Hizbi İslami Partisi üstlendi... Kim?.. Gülbeddin Hikmetyar... Hatırlayın artık siz de: İstanbul’da ağırlayıp koltuğun önünde ve dizinin dibinde oturduğu, o ünlü tarihi fotoğraftaki adam... Ya dizin dibine oturan?.. İmam hatipten değil de Robert Kolej mezunu çünkü... * Ve ne zaman tekbir sesi duysam... Ya kurşun sıkılıyor... Ya kafa kesiliyor... Ya linç... Ya ateş... Kan... Ölüm... Tümü din adına ve tekbir getirerek... * Türkiye; önce insan olmayı öğreten çağdaş laik eğitimi ile az çok dışındaydı bu alev alev cehennemin... Soktu içine... Dizlerinin dibine oturarak... Ortadoğu’daki İslamcı terör örgütlerini kucaklayarak... Elin mezhep savaşlarına parmak sokarak... Kanlı iç savaşlara para, silah, militan sunarak... Yetmedi... Kendi çocuklarını sürüklüyor ateşe... “Teröristlerin” hangi okullarımızda yetiştiğini işte buldu size... * “Büyük devlet adamlığı” bu kadar... Büyük mü, küçük mü?.. Artık siz bilirsiniz... *** 20 Eylül 2012 - BEKİR COŞKUN. |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
senişinebak.com..."
Terörü Apo ile görüştüler, yol haritası bile hazırladı bunlara... Ama TÜSİAD sorunca kızdı: “Sen işine bak...” * Terörü Norveç’te görüşmüşler mesela... Oslo’da, gözlemci İngiliz... Kandil’de görüşüldü... Habur’da görüşüldü... İmralı’da görüşüldü... Ama Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanıp terör sorununu görüşmesini istediklerinde yine kızdı imam: “Sen işine bak...” * Çinlilerle bile görüştüler... * Medyaya “sen işine bak” dediği için, 10 askerin şehit olması, 70’inin yaralanması büyük gazetelerin eteklerine ancak üç, dört sütun girebildi... Medya işine baktı... Yukarıda manşete “İşsizlik azaldı”yı koydular. Bu kadar genç ölünce, haliyle azaldı tabii... * Nurten Hanım sadece “sen işine bak”ı dinlemedi... Bulaşıkları kurulayıp çöpü kapının önüne koyduktan sonra acele bayrağı alıp şehit cenazesine yetişti... Şehit tabutu Trabzon Havaalanı’nda uçaktan indirilince ağladı... Bayrağını salladı... Gözyaşlarını silip dövündü... Dayanamadı, herkesin yaptığı eleştiriyi “Teröristleri siz alıp dağdan getirdiniz, bu hükümetin....” der demez... Şehit yakınları dövdüler Nurten Hanım’ı... Yatırıp üzerine oturdular: “Sen işine bak...” * Bir millet razı tüm bu olanlara... Mikrofon tutup sorun isterseniz: “Şu Oslo ne?..” “Şampuan” diyen de olur... “Çocuk bezi..” diyen de... * Yeryüzünün herhangi bir ülkesinde, herhangi bir siyasi iktidar terör örgütü ile otel odalarında gizli gizli görüşüp ödün vererek seçimler geçinceye kadar ateşkes sağlamış olsaydı... Sonra peş peşe sıralanan gaflet ve basiretsizliklerle ülkesini parçalanma aşamasına getirseydi... Kimi bölgeler terörün denetimine geçseydi... Sadece son 60 günde 150 gencinin tabutları dağdan indirilseydi... Orada bir gün oturamazdı... * Ama ne yapalım ki bu millet uykudadır... Uyanmadı... Uyanmıyor... * Bir gün sırası gelip kendi canı yandığında ona söylersiniz artık: “Sen işine bak...” 21 Eylül 2012 BEKİR COŞKUN |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
YENİÇAĞ- 21.09.2012
SAVAŞ SÜZAL BOYKOT Gençler tabut içinde askerden dönüyor. Sesine hüzün ve keder tonu katan holding televizyon sunucuları, geleneksel basmakalıp sözler yumurtlayıp, ardından milleti uyuttukları dizilere dönüyor. Patronu ampul iktidarından metro ihaleleri kapan haber kanalında, ampul iktidarının adamı Arınç, yöneltilen çanak soruları, sözüm ona cevaplıyor. Anlattığı şeylere kendisinin bile inanmadığı ses tonundan belli. Sanki olanlar, onların yönetiminde, ordu ve polisin başına gelmiyor. Akıl almıyor. Sevgili okurum; şu anda meydana gelenleri, gelecekleri görmemek için, kör olmak gerek. Ben aylardır yazıp anlatmaya çalıştım. Artık yazmak içimden gelmiyor. Bir kere şiddet daha da tırmanacak demiştim. Tırmanacak ki millet, “aman terör ve kan ne pahasına durursa dursun” noktasında, bölücülere istedikleri tüm tavizler verilmesine sesini çıkarmasın. Federasyon ve Güneydoğu Anadolu, adını Türk tarihinden silmek istedikleri Atatürk’ten alan barajla birlikte yeni Kürt devletine bırakılsın. Bir de pikeye geçen ekonomik durum. Tüm bu cinayetlerde akan kan, her gördüklerinde gurur duyduklarını bağıran ve o politikacılara oy veren, ana ve babaların da eline bulaşmış. Akşam yattıklarında avuçlarına bir baksınlar, kan görecekler, hem de evlatlarının kanını. Hoş şu anda Türk seçmeninin ileriyi gördüğünü söylemek için salak olmak gerek. Şehit cenazesinde durumu haykıran kadını linç etmeye kalkanlar bunun en güzel örneği. Adını ne koyarsanız koyun, durumu kıvırtmak için ne tarafa çekerseniz çekin, şu anda Türkiye bir iç savaş tehdidinin eşiğinde. Biz ise ne yazık ki bu safhada, iğdiş edilmiş bir ordu ile evlatlarımızı, geleceğimizi, ülkenin fidanlarını gelişi güzel, acemi bir bahçıvanın budamasına bırakmış, oturmuş seyrediyoruz. Artık kayıplar onar onar. Daha önce de yazmıştım. Arkadaşın jandarmada olduğu dönemde, jandarma tarihindeki kayıpların fazlalığını. Şimdi aynı arkadaş başta. Allah kötüsünden saklasın diyeceğim ama Allah’ın bizim gibi akılsızlara yapacağı bir şey kaldı mı bilmem. Allah deyince aklıma geldi, şu kötü film ve yolda olan karikatür olayı. Sevgili okurlarım hiç düşündünüz mü neden bu saldırıların zamanlaması şimdi. Aslında cevap gayet net ama anlatayım. Geçen yazımda da yazmaya çalışmıştım. İslam üzerine baskılar, Hıristiyanlık dinindeki inananlar sayısında meydana gelen düşüşün ardından arttı. Hıristiyan dünyası, İslam coğrafyası içindeki, kendi ulusu ve dinini kolayca satan liderleri bulup işbaşına getirdi ve onları kuvvetlendirerek, yerlerini sağlamladı. Şimdilerde ise Hıristiyan dünyası, İslam aleminin zayıflığını test ediyor, yani deniyor. Aslında haklılar, İslam dünyası yeteri kadar ve hatta daha da zayıf. Şimdi bu kadar dinini ve peygamberini seven İslam âlemi, inançlarına saldıranlara bağırıp çağıracağına karşılık verebiliyor mu? Kusura bakmayın ama hayır. Bunun karşılığı, kan akıtmak değil, para akıtmamakla gerçekleşebilir. Yani onları boykot ederek. Bu tür saldırılara karşılık vermenin başka ve etkili yolları var. Şu anda Hıristiyan dünyası ekonomik kriz içinde değil mi? Mesela, dinine küfredildi diye Amerikan arabası almaktan yani ciplerden falan vazgeçebildi mi İslam dünyası ve bizim dini bütün iş adamlarımız? Veya bırakın arabayı, Hıristiyan dünyasının Iphone veya cep telefonunu, Cola’sını içmeyip, hamburgerini yemeyi bırakabildi mi? Fransız televizyon ve beyaz ev aletleri almamazlık edebiliyorlar mı? Alman Mercedes ve BMW’sinden vazgeçebiliyorlar mı? Edemez. Zira onlara bağımlı durumdasınız. Dini bütün hükümetiniz, bankalarınızı onlara sattı. Aynı takım fabrikalarınızı da onlara sattı ve hatta nehirleri, limanları onlara satmadı mı? Aslında gerçekçi olmak gerekirse bizler şu anda onların malları üzerinde kiracıyız. Onların verdikleri borç paralarla yaşıyoruz. Ama bunlar satılırken sizler hep bağırdınız “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye. İşte gurur duyduğunuz durum bu. İslam ülkelerinde ne kadar milliyetçi rejim ve parti varsa bu gurur duyanlar tarafından, Hıristiyan telefonları, silahları, uçakları, orduları kullanılarak yok edildi. Yok edenler, dindaşları bombalanırken hep tekbir getiriyorlardı. Kendilerini ve ülkelerini Haçlılara sattıklarını bildikleri için akıllarınca Allah’ı da kandırmak için tekbir getiriyorlardı. Bizimkiler ise bir adım öne geçip din kardeşlerini yok edenlere sağlık ve mutluluk diledi. Buna karşı çıkan aydın, yazar, çizer takımı ve askerler, “akil” hale getirilirken siz hep gurur duydunuz. İşte bu yüzden ben bazılarının inançları konusunda hep kuşku duydum ve duyarım. Allah’ı gerçekten seven Allah’ın verdiği canı alamaz, Allah’ın adaletini göz ardı edemez. Gerisi palavra. |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
[B]Türkiye, Suriye'ye demokrasi ve özgürlük götürecekmiş…[/B]
Türkiye'yi yönetenler Suriye'yi Türk kamuoyuna anlatırken, ”Suriye'de demokrasi yok, insan hakları denilen bir kavram yok, ifade ve düşünce özgürlüğü zaten yok, özgür medya hiç yok, gösteri ve yürüyüş hakkı ise hiç ama hiç yok. Karşılığında ise baskı, zulüm, işkence, keyfi öldürmeler, katliamlar var. Diktatörlük ise bu ülkenin yönetim biçimidir” diyorlar. Sonra da, “Suriye'de Esat rejiminin işlediği cinayetlere sessiz kalamayız. Demokrasi, özgürlük Suriyelilerin de hakkı. Oraya demokrasi, özgürlük götürmeliyiz” türünden açıklamalarla askeri müdahale, tampon bölge, güvenlikli bölge gibi seçenekleri düşündüklerini söylüyorlar. Böyle konuşanlar, tampon bölgenin Türkiye sınırları içinde, Hatay'da çoktan kurulduğunu gözden kaçırmaya çalışıyorlar. Dünyanın hiçbir ülkesinde sığınmacılar, sığındıkları topraklarda silahlarıyla gezemez. Ama Türkiye'ye sığınanlar ellerinde silahlarıyla gezebiliyor. Bizimkiler bunun da konuşulmasını istemiyorlar. Türk yetkililerin Suriye'ye demokrasi götürme aşkı dünya medyasının da dikkatini çekiyor. Bizde ki dönüştürülmüş medyanın aksine dönüştürülememiş Batılı medya, işi gücü yokmuş gibi Türkiye'yi Suriye ile mukayese ediyor. Özetle, Türk yetkililere, “Türkiye kendisinde olmayan demokrasiyi Suriye'ye nasıl götürecek?” türünden sorular soruyorlar. Suriye'ye demokrasi, özgürlük götürme derdine düşmüş Türk yetkililere yöneltilen soruları siz değerli okuyucularla paylaşalım. Milletin iradesi ile seçilmiş olan milletvekillerinin tutuklu olduğu ülke Suriye mi yoksa Türkiye mi? Basılmamış kitabın toplatıldığı, yazarının da zindana tıkıldığı ülke Suriye mi yoksa Türkiye mi? Korkutuldukları için iktidar yanlısı yazıların yazıldığı, haberlerin yapıldığı, programların yayınlandığı ülke Suriye mi yoksa Türkiye mi? Parasız eğitim istiyoruz diyerek pankart açan öğrencilerin atıldıkları zindanlarda yıllarca çürütüldükleri ülke Suriye mi yoksa Türkiye mi? İşçi sendikalarının yetki belgelerini iptal eden ülke Suriye mi yoksa Türkiye mi? Beğenmedikleri, rahatsız oldukları gazetecileri, patronlarına söyleyip işten attıran iktidar mensupları Suriye de mi yoksa Türkiye de mi? Gazetecilerin, gerçek gündemle ilgili soru sormadıkları için havalar nasıl türünden sorularla durumu idare ettiği ülke, Suriye mi yoksa Türkiye mi? Memurlara sendika hakkı verip grev hakkı tanımayan ülke Suriye mi yoksa Türkiye mi? Memuruna, çalışanına enflasyon oranında zam verirken elektriğe, doğalgaza, ulaşıma, akaryakıta enflasyonun 3 kat üzerinde zam yapan ülke Suriye mi yoksa Türkiye mi? Çalışanların en önemli güvencesi olan kıdem tazminatını kaldırmak için yasa hazırlayan, toplumsal tepki üzerine şimdilik bunu rafa kaldıran ülke Suriye mi yoksa Türkiye mi? Dünyanın gözünün önünde yapılmış bir katliamın faillerine zaman aşımı uygulayıp, yurtdışında yakalananların da iade işlemlerini geciktirip kaçmalarına olanak sağlayan anlayış Suriye'de mi yoksa Türkiye de mi? Füze Kalkanı istemiyoruz yazılı pankartları astıkları ve parasız eğitim istedikleri için cezaevlerine tıkılan gençler Suriye'de mi yoksa Türkiye'de mi? Yıllardır tutuklu yargılanıp her defasında mahkemeye suçum ne diye soranlara, “Sen daha iyi bilirsin” yanıtının verildiği ülke Suriye mi yoksa Türkiye mi? Yapılan yasa değişikliyle katillerin serbest bırakılıp aydınlara kapıların kapatıldığı ülke Suriye mi yoksa Türkiye mi? Bir bölgesinde kullanılan kaçak elektriğin parasının başka bölgelerdeki vatandaşlardan alındığı ülke Suriye mi yoksa Türkiye mi? İşgal edilen salonda, dürüm yedirilip, ayran içirilip güçlendirilen milletvekilleriyle muhalefeti dövüp, komisyondan yasa geçirilen ülke Suriye mi yoksa Türkiye mi? Dindarlık bahane edilerek gençlere kindarlığın önerildiği ülke Suriye mi yoksa Türkiye mi? Polisin, kolunu büküp götürdüğü protestocunun ağzına biber gazı sıkılan ülke Suriye mi yoksa Türkiye mi? Biber gazıyla öldürülen protestocu için kalp krizinden öldü denilen ülke Türkiye mi yoksa Suriye mi? Soruları burada keselim. Yukarıdaki sorulara vereceğiniz yanıtlarla vardığınız sonucu sormayacağım. Ama bitirirken, batılı medya kuruluşlarının, “Türkiye kendisinde olmayan demokrasiyi Suriye'ye nasıl götürecek?” sorusunu da bir kez daha anımsatayım. [B]Gürbüz Evren-siyaset bilimci[/B] |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
[B][COLOR="Red"]Yakında Herşey Olacak- Türk Ordusu Nasıl Tasfiye Edildi[/COLOR][/B]
Daha dur, süreç yavaş yavaş işleyecek hepimizi birbirimizi öldüren canavarlar haline getirmeye doğru… Çok geçmez, işaret fişekleri çakıldı kararlar verildi, üç beş ay içinde başını Muharrem İnce, Emine Ülker, İlhan Cihaner’in çektiği CHP’liler partiden ayrılıp başka bir parti kurmaya zorlanacakları süreç de başlatıldı. Engin Alan’a ve özellikle Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’a sahip çıkamayan MHP’nin bir yıla kalmaz birkaç parçaya bölünmesinin yolu da açıldı. Mahkeme daha başından uydurma belgeleri bilirkişiye göndermeyerek beklenen tavrını ortaya koydu, hukuk’unu işletemeyen Türkiye, hepimizin güvencesini ayaklar altına alarak toplumu asla bir arada tutamayacak kaos günlerine sürükledi. Artık yasal güvencelerimiz bir şeyhin ya da bir siyasi liderin koltukaltında saklı, hepinizin ruhu o koltukaltından başka kendine merhamet şefkat yuva bulamayacak, ülke onur şeref denen şeyden yavaş yavaş vazgeçeceksiniz, oy verdiğiniz siyasiler çoktan sömürge valileri gibi beyanatlar vermeye başladı. Bilinen tarih içinde yaşadığımız en büyük ‘ihtilal’le karşı karşıyayız, ne idügü belirsiz ajan provokasyonların taşıdığı belgelerle hukuk hiçe sayılarak Türk Ordusu tasfiye edildi. Hukuk, hakimler savcılar kullanılarak, yeniden efsanedeki gibi demir dağların içine hapsedildik, bundan sonra bu topraklarda yaşayan insanoğlu insanlar o demir dağları yeniden eritecek gücü buluncaya kadar bu kavga sürecek. Egemenlik yeniden padişahın, Sevr güçleri yüz yıl sonra geç de olsa Vahdettin’in imdadına yetiştiler. Türk ordusunu bir çuvala koyup uçurumdan attılar. Mülk yeniden padişahın. Balyoz darbe planı iddiasına mahkemenin verdiği bu karar, bugün itibariyle Türkiye’de uğursuz sayfaları açmıştır, bugünkü süreç için, iktidara geldikten sonra yüzlerce evet yüzlerce toplantı yapılıp digital belgeler virüsler tezgahlar yıllar için hepimiz için, sivili askeri yazarı herkes için planlandı. Artık biz muhalifler hepimiz için de yeni bir sayfa açılıyor, Uygarlığın da Avrupa’nın da yasal olarak tanıdığı ‘özgürlük düşmanlarına asla özgürlük tanımayacağımız’ diye haykırdığımız yepyeni belirsiz bir döneme girdik. Türkiye’nin ilk sivil Atatürkçü partisi Güven Partisi’nin parti amblemi çok ileri görüşlüydü: Koyun’du, koyun. Şimdi bu koyun, elinde terazi tutan adalet terazisinin yerini çoktan gelip yerleşti. Muhaliflerin farklı görüşlerin farklı kimliklerin hakları yaşamları hukuk güvencesi altına alınmamış bir ülkede demokrasi olamaz, bir ülkenin var olabilmesi için ‘hukuk güvencesi’ şarttır ve bu şart, bugün itibariyle ortadan kaldırılmıştır. Sen kalkıyorsun insanoğlunun tek güvencesi hukuk’u hiçe sayıp uydurulmuş belgeleri bilirkişiye göndermiyorsun, bu ne demek, ben büyük güçlerle oturdum, anlaştım ve böyle karar verdim, yersen. Yemeyeceğiz. Adalet, yüzde elli oy almış bir partinin yani çoğunluğun gücüyle, azınlığa, ortaçağlarda dahi görülmeyen keyfi uygulamalarını belgelemiştir. Demokrasi, kişilerin kendi kendinin efendisi olması ülküsüyle yola çıkmıştı, şimdi ajanlarıyla gestapo liberalleriyle girdiği yolda, demokrasi dinci-Amerikancı bir efendiyi demokrasi adı altında başımıza Azrail diye koydu. Oy üstünlüğü, oy kuvveti, hukuk’u yok sayamaz, işte gördünüz, oy üstünlüğü, ülkeyi arkası karanlık insanlara on yıl içinde hukuk dışı ölçüp biçip teslim etti. .Kendi kendini yönetemeyen kontrolsüz bir güç, hukuk’u hakimleri savcıları kullanarak ajan-tezgah-CIA tertibiyle ülkemizi hukuksuzluğun bataklığına sokarak teslim aldı. Sanık avukatların ısrarlarına rağmen uydurulmuş belgelerin bilirkişi tarafından incelenmesine, hakimler kimler adına sessiz kalmış, kimdir bu belgeleri bilirkişiye göndermeyen güç, işte bu güç, adaleti bir kör intikamın aracı haline getirip ülkeyi ortadan ikiye böldü. Bu uydurulmuş belgeleri kim yükledi, hangi casuslar neleri dinledi, kimler bavulladı, kimler tezgahladı, Balyoz davasının başından beri herkesin hepimizin öğrenmek istediği bu davanın karanlık yüzü işte bunlardı, sizse kafanıza koyduğunuz cezaları tasfiyeyi daha başından planlamış kararını vermişsiniz, biz de sizlerin malı mülküyüz öyle mi? Yağma yok, bu belgeleri kimler uydurdu düzenledi sorusu açıkta kalmıştır, açıkta kalan bu iddialarla bir toplumu siyasi hukuki olarak artık ayakta tutmanız susturmanız mümkün değildir, milyonlarca muhalif için meşruluğunu kaybetmiştir. Bu soruya asıl cevabı da bugüne kadar ‘hukukun kararını saygıyla bekleyelim’ diyen ordumuz verecek. Hukuk’la bu denli göz göre göre dalga geçiliyorsa, biri bize izah etsin, bu bir işgal mi? Kimin işgali? Bu işgali kimler gerçekleştirdi? Görelim, Genelkurmay başkanımız, kendi subaylarının cebren zindanda esir gibi tutulmasına bakalım ne cevap verecekler? Sayın Genelkurmay başkanı, karışık bir hal var Türkiye’nin üstünde. Bu karışık hal en çok da sizin üstünüzde. İçerdeki tutuklu subaylar iddiaları açıklıkla onurla cevapladı ve elleri bağlı hücrelerine tıkıldılar, şimdi bu iftiralar çöplüğü üstünüze döküldü. Tuna’yı alanlar Fırat’ı da istiyor, yetmiyor, orduyu ve CHP’yi de istiyorlar, bir güç, Kocatepe’nin Sakarya’nın intikamını alıyor, hala uyanmadınız mı? Bir din imparatorluğunun tapınakları güle oynaya inşa edildi ve uysal rahiplerini de ekranlarda siyasette başa geçirdiler. Etrafınızda hukuku hiçe sayıp herkese keyfince cezalar veren Tanrı benzerleri geziyor. Bir Afrika kabile şefinin misyonerler için lafıdır, bunlar durmaksızın dua ediyor, der, oysa bana biraz balta biraz bıçak lazım. Açın şimdi yirmi yıl ceza almış komutanınız Ergin Saygun’un yeni kitabı Türk Ordusu’na Balyoz’u okuyun, heronları kim istemedi ve İsrail’in emekli subayları PKK’ya nasıl çalıştı, bir daha okuyun. Şu, geleneğimizde bir saygı adabı olarak yaşayan el öpme hareketinin kökeni de çok kuşkuludur. El öpme bir iktidar sorunudur. Şempanzenler dahi kavgada gücünü yitirince tırsar rakibine ısırması için elini uzatır, yani pes etti anlamı taşır. Ki, el öptürtmeyi çoktan geçtik, cemaatin ajan yazarları dil çıkartıyor böö deyip askerlerin yüzüne işte her akşam izliyoruz püskürterek tükürüyor… Onurun şerefin hukukun hepimizin sosyal güvencesi hukuk’un bu denli aşağılandığı bir döneme şahit olduk mu? Şimdi savunmaları hiç dikkate alınmayarak içeri tıkılanlar, bizlerin ne arkadaşı ne de meslekdaşı, ancak ortada düpedüz savunmayla dalga geçen ve uydurma belgelerin hesabını sormayan bir ‘hukuk’ var. Bizlerden tek kişinin bu kararı sindirmesi mümkün değil, şimdi bir halk merak ediyor şimdi Türkiye merak ediyor, merak ediyorum hangi bayrağın hangi toprağın hangi hukuk’un komutanısınız? Hukuk’un seçimle çoğunlukla demokrasiyle hiçbir ilişkisi yoktur, hukuk, hepimizin sosyal güvencesi insanlığın tek sığınağıdır. Kardeşlerim, bu ajan dinci Amerikancı hukuk’un başımıza ördüğü bu demir dağları eritmek için kimseye ihtiyacımız yok. Asker dediğin zaten dünden bugüne bu yoksul halkın siyasi ve sosyal eşitlikleri için hep ayak bağıydı. İğrenme duygusu evrensel bir duygudur, her insan onursuzluk ********lik karşısında yüzünü ekşitir. Ve unutmayın, bu topraklarla dalga geçmeye kimsenin gücü yetmez, üçbin beş bin yıl öncesine giderseniz bu toprağın her bir dağının ayrı bir Tanrı olduğunu görürsünüz, bin yıl önceye giderseniz, her bir insanın Tanrı olduğunu haykırıp yakılan insanlar olduğunu görürsünüz. Bu topraklarda ‘insanlar yaşıyor’, bunu herkese öğretmeden mezara gidersek gözümüz arkada kalır. Adı askerdir yazardır hiç fark etmez, bu hukuksuzluk karşısında onuru zedelenmiş kimliği kişiliği insanlığıyla oynanmış bu toprakların insanları hepsi artık ve ebediyen özbeöz kardeşlerimiz, herkes görecek, bu topraklarda, altta kalanın, hakkı yenenlerin yanında ölümüne ve sonsuzca kavga veren insanlar olduğunu… Yolumuz hiç değişmedi, padişahlara firavunlara dinci Amerikancılara ‘insan’ı ve ‘hukuk’u hiç yılmadan öğreteceğiz. Nihat Genç |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
[B]TOLGA ÖRNEK'E AÇIK MEKTUP
HER SAKALLIYI HACI; HER ÜNİFORMALIYI AMCA ZANNETME[/B] Sevgili Tolga; Senle yıllar öncesinden tanışıyoruz. Napoli günlerinden. İtalya mafyasının "koruma parası" adı altında site aidatlardan para kestiği Pinetamare'de , İtalyan'lar ve ABD'li subaylarla beraber maaile kaldığımız o sitedeki kısa ama güzel gençlik günlerimizden. Babalarımız NATO emrinde AFSOUTH karargahından Yugoslavya'yı parçalarken, bizim güle oynaya İtalya'nın nimetlerinin peşinde koştuğumuz günlerden. O günler geride kaldı. Hepimiz kendi yolunda büyüdük. Sen takdir edilecek bir şekilde, hayallerinin peşinden gittin ve sıfırdan başlayarak sinemacılık okudun ve o alanda bir yere geldin. Doğruyu söylemek gerekirse, çektiğin filmleri , hayallerini kovaladığın gerçeği kadar takdir edemedim ama bu ayrı bir konu. Arada 1-2 kez daha sohbet etme imkanımız oldu sen ve kardeşin Burak'la. Sonra da uzaktan takip ettim sizleri. Çok farklı dünyalara yelken açışlarınızı ve katettiğiniz irtifayı. Dün yine seni izledim televizyonda. Babanın aldığı mahkumiyet sonrasındaki haklı feryadını. Babası hapse düşmüş bir paşa çocuğu ile, bu gidişle 1-2 seneye kalmaz tekrar hapse girecek bir paşa çocuğu olarak hasbihal etmek istedim uzaktan da olsa. Şapkayı öne koyup düşünme zamanı geldi Tolga. Ekranda diyorsun ki; "Bu benim için TSK'nın bittiği andır. Eski bir genelkurmay başkanı ve kara kuvvetleri komutanına amca dediğim için çok pişmanım" Çok yanılıyorsun Tolga. TSK'nın bittiği an, babanın mahkum edildiği an değildir. Ben sana TSK'nın bittiği anları hatırlatayım... Sizlerin o yere göğe sığdıramadığı, özel sohbetlerinizde çok büyük adam olarak lanse ettiğiniz Hilmi Özkök askerinin başına çuval geçiren ABD büyükelçisini ballı börekli Genelkurmay'da ağırladığı gün TSK bitti... "Amca" dediğin Yaşar Büyükanıt, Bush'un konuşmasını dinlemek için Ortaköy'de Bush'un korumalarına elini açıp kontrol ettirdiği gün bitti... Sizlere desteğini hiç bir zaman esirgemeyen Çevik Bir, bu ordu ile milletin arasına 28 Şubat'la Cumhuriyet tarihinin en karanlık perdesini çektiği gün bir kez daha bitti TSK Tabi ki, TSK'nın bittiği anlar sizin "amca" dediklerinizin icraatleri ile sınırlı değil. Fakat bugün babanızın, yarın ise benim ve eşimin mahkumiyeti ile sonuçlanacak bu sürecin müsebbibi sizin "amca" dediklerinizdir. Ne yaman çelişkidir ki... "Amca" dediğiniz Çevik Bir , Tayyip Erdoğan'I iktidara getiren 28 Şubatın mimarıdır... Bir diğer "Amca"nız Hilmi Özkök, Tayyip Erdoğan'ın iktidarda önündeki pürüzleri temizlemiştir... Ve son "Amca" Yaşar Büyükanıt'ta , Erdoğan'ın geri dönülmez şekilde iktidarda kalmasını garantilemiştir. (Anayasa Mahkemesinde AKP lehine oy kullanan askeri üye ile Yaşar Büyükanıt'ın bağlantısını araştırırsan, yukarıdaki cümle daha bir anlam kazanır) Ve "amcaların" sayesinde iktidarı pekişen Tayyip Erdoğan'dır; senin babanı mahkum eden mahkemenin savcısı. Her gördüğün üniformalıyı "amca" zannedip, baban mahkum olunca şikayet etmek için ise çok geç sevgili Tolga. Şapkayı önüne koy bir düşün... "Ergenekon" dalgaları başladığında neredeydiniz...? Arka planda yapılan konuşmaları bilmiyor muyuz zannediyorsun? Geçenlerde babanın üniformasını taşıyan birinin, "kangren olan kolu keseceğiz" mealindeki sözlerin yıllardır TSK'nın koridorlarında sarfedildiğini bilmiyor muyuz? Amcalarından bir tanesinin, asi gördüğü generallerine "Son Yeniçeri'ye Selamlar" imzası ile kitap imzalayıp gerekli mesajı verdiğini bilmiyor muyuz? "Ergenekon'da" tutuklamalar geldikçe önü açılan bazılarının sevindiklerini bilmiyor muyuz? Neticede, senin amcalar, AKP ile birlikte küresel plana uyumlu bir Vakay-ı Hayriye planladılar ve bu yolla TSK içindeki küresel planla uyumsuz generalleri ve subayları tek tek tasfiye ettiler. Bizim dangalak ulusalcılar da, Genelkurmay direniyor zannetti. "Bu bir küresel devlet operasyonudur. Genelkurmay'da bu planın parçasıdır" diyen bizleri komploculukla ve müzmin muhaliflikle suçladılar. Bu yolda işler kontrolden çıktı ve amcaların attıkları bumerangı geri dönüşte sağlam tutamayınca bumerang size de çarptı. Ve şimdi veryansın ediyorsun : "TSK Bitmiştir" Günaydın Tolga. TSK "biteli" 10 seneyi geçti. Senin "amcalarının" yönettiği Genelkurmay'ın TSK'yı iyi yönetemediğini 2000'li yılların başından beri yazdığım için 3 kez 301. maddeden (TSK'ya hakaret) yargılandım. İkisinden beraat ettim, birinden hüküm giydim, hüküm ertelendi. Tarihe; Genelkurmay'ın dava ettiği ilk paşa çocuğu olarak geçtim. Genelkurmay'ın ihya ettiği paşa çocuğu olsaydım , sen de biliyorsun ki, bu tarihte bir ilk olmazdı. O davalardan birinden hemen sonra Fenerbahçe orduevinde karşılaştığım amcalarından birinin yüzüne söylediğimi aynen tekrarlayayım : "Sizin en büyük müttefikiniz ne ABD, ne İsrail; Türk milletidir." Anlayacağın; ordusuna yapılan onlarca saldırıyı/hakareti sineye çeken Genelkurmay bizim gibilerle uğraşırken, kendisine yapılan esas büyük hakareti, kendisine kurulan esas büyük tuzağı görmedi. Senin "amcaların", 90'ların ortasından beri, müttefiklerine güvenmemeleri, altlarının boşaltıldığı yolundaki onlarca uyarıyı gözardı etti. Uyarıları yapanları komploculukla suçladı. O müthiş kibirleri ve özgüvenleri arkasında kendilerine bir şey olmaz zannettiler. Gelinen nokta ortada. Sokaktan devşirilen bir adam, salonlarında enterne edilenleri tasfiye edip, küresel plana daha uyumlu olduğunu kanıtladı. Sakın bu süreci "rejim değişiyor" gibi basma kalıplarla algılamayın. Aksine bu ülkede değişen hiç bir şey yok; hizmet eden kadrolar dışında.Hizmet edilen odak ise aynı. Hizmet ederken giyilen gömlekler değişse de, hizmet edilen misyon aynı. Rejimin adı da aynı : Küresel düzene hizmet rejimi Küresel düzendeki değişime ayak uyduramayanların değişimi, rejimin değiştiği anlamına gelmiyor. Yazının başındaki cümleyi tekrar hatırlatayım... "Babalarımız NATO'nun emrinde Yugoslavya'yı parçalarken, biz İtalya'nın nimetlerinin peşinde koşan çocuklardık. " O gün, babalarımızın komutanı kimdi? Yaşar Büyükanıt. Peki o günlerde Yugoslavya'yı parçalamak için NATO tarafından desteklenen ve oradaki iç savaşı körükleyen Kosova Kurtuluş Ordusu'na Türkiye'den akan silahların koordinasyonunu kim yapıyordu? Ben bilmem; eminim Abdullah Gül biliyordur. O bilmiyorsa İHH biliyordur. Hani şu "İslamcı", "sivil toplum" örgütü. Yersen! O günde Türkiye küresel güçlerle elbirliği içinde yanıbaşındaki bir ülkeyi parçalamakla meşguldü. O günlerde, senin amcaların "dincilerle" elbirliği içinde NATO'ya hizmet ediyorlardı. Tesadüfe bak ki; yıllar sonra Yaşar Büyükanıt Genelkurmay Başkanı, Abdullah Gül ise Cumhurbaşkanı oldu. Güzel ülkemiz, yine NATO'nun doktrinleri çerçevesinde, komşu ülkeleri parçalama planları içinde aktif oyuncu. Senin "amcalar" devletin kendilerine verdiği görevi yapıp kenara çekildiler. Senin paşa amcaların miadını doldurdu; artık zaman Rasim Ozanların, Mehmet Baransu'ların polis abilerinin zamanı. Yeni Devlet'in yeni paşaları onlar. ... Şimdi sana olacakları anlatayım Tolga. Sizinkilere o kadar yüksek cezaları , sizi genel af sürecine destek vermeye ikna etmek için verdiler. O çok da uzak olmadığınız AKP kazanının içinde , "Sivil Anayasa ile birlikte genel af" lafları kaynamaya başladı bile. Seneler öncesinden yazdığımız, "Ergenekon süreci Öcalan'la af ile sonuçlandırılacak" uyarısını doğru çıkarmak için düğmeye basıldı. (Bkz: "Ergenekon'a" Saklanmış Öcalan Affı) Sizler; bu süreçte bir çok kez sahte yalanlarla kandırıldınız. Erken tahliye hayalleri bile kurdurdular sizlere. "Ergenekoncularla" aranıza mesafe koymanızı tavsiye edenlere uyup, "biz Ergenekon değiliz, biz Balyoz davasıyız" gibi duyanları gülümseten inciler bile döküldü Vardiya Bizde platformundan. Bizler içeri atıldığımızda; kocalarının terfilerine halel gelmesin diye aile dostlarını aramaya korkanlar, kendi kocaları içeri atıldığında feryat figan ettiler. Çelebi teğmen, teröristlere operasyondan dönüşünde helikopterinden iner inmez "terörist" diye içeri alındığında gıkını çıkarmayanlar, şimdi TSK'nın onurundan bahseder oldular. TSK; teğmenini verdiği gün bitti Tolga, paşasını verdiği gün değil. O yüzden şapkanı önüne koy ve düşün. Hilmi Özkök-Yaşar Büyükanıt-Çevik Bir üçgeninde yelkenleri rüzgarla doldururken iyiydi... AKP'ye yakın holdinglerle çalışırken iyiydi... AKP'nin belediyelerine "kültür işleri" yaparken iyiydi... ve babana mahkumiyet kararı çıktığı için TSK bitti öyle mi? Hasbelkader beraat çıksaydı TSK bitmemiş mi olacaktı? ... Sen yönetmensin. Kadrajın da, kameranın da, flashback'in de ne olduğunu benden çok daha iyi bilirsin. Ben bir gün bu büyük tuzağın filmini çekecek olsam şu sahne ile başlardım... [QUOTE](İÇ; HOLDINGTE ŞIK BİR OFİS; GÜN) FADE IN Bir paşa çocuğu büyük bir holdingteki ofisine gelir. Bilgisayarını açar, çalışmaya başlar. Bu sırada o holdingin ağı üzerinden bilgisayarındaki bazı dosyalar bilgisayarın sahibinden habersiz gizlice çekilmeye başlanır. Paşa çocuğunun telefonu çalar. Gözleri ışıldayarak açar: "Amca, nasılsın"[/QUOTE] Bu senaryo parçasını belgesel mi, kurgu mu algılarsın bilemem. Bildiğim tek bir şey var: Her sakallıyı hacı , her üniformalıyı amca zanneden bizler bu ülkenin en son şikayet etmesi gereken çocuklarıyız. Bu ülkenin ezilenleri arasında "paşa çocuğu" sınıfının en başlarda yeraldığını düşünmüyorsundur herhalde. Biz üst düzeyde bir güç kavgası ve dönüşümünün yakın tanığıyız sadece. O kadar yakında durduğumuz için kavgada bir kaç yumrukta bize denk geldi; o kadar. Merak etme. Yeni Devlet, yeni paşalarının gazını aldıktan sonra eski paşalarını bir "Genel Afla" dışarı çıkartacak. Bu noktada, tabi NATO/Gladio'nun teröristi Öcalan'ı da dışarı çıkaracaklar. Küresel plan gereği maksat hasıl olmuş olacak. Yugoslavya parçalanırken, İtalya'nın keyfini çıkaran biz paşa çocukları gibi.. Birilerinin çocukları da , Suriye ve sonra Türkiye parçalanırken keyif çatacak. Dünyadan bi haber, kaderin ağlarının nasıl örüldüğünden bi haber. Kimbilir kaç sene sonra kime "amca"/"abi" dedikleri için pişman olacaklar... Ama çok geç olacak. [B]BEHİÇ GÜRCİHAN[/B] |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
[B]Başbakan için Atatürk Orman Çiftliği’ne 300 milyon liraya saray yapıyorlar![/B]
Atatürk Orman Çiftliği’nde inşa edilecek olan yeni Başbakanlık konutu için 3 bin ağaç kestiler. Atatürk’ün evini de yıkacaklar… Başbakanlık için alınan yeni uçağın iç dekorasyonu devam ederken Ankara’da bir de “Başbakanlık Sarayı” inşaatı başladı. Yeni Başbakanlık konutunun adresi, Mustafa Kemal’in yadigarı Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) yerleşkesi… Önce imara açıldı Gazi Yerleşkesi*’nin tapusu Orman Genel Müdürlüğü’ne ait… Yerleşke, 1. derece SİT alanıyken, imara açabilmek için 3. derece SİT alanına dönüştürüldü. Yaklaşık 90 hektarlık alan, Başbakanlık binası olarak diğer deyimle de “Beyaz Saray” olarak planlandı. Tapunun, TOKİ’ye devri gerçekleşti. Ağaç katliamı var… İnşaatı süren “saray” için 3 bin civarında ağaç kesildi. Atatürk’ün Selanik’te doğduğu ve aynı ölçülerde yapılan evinin de yıkılacaklar arasında yer aldığı öğrenildi. Kaba inşaatının yapım işi, 68 milyon TL artı KDV’ye mal olan yeni Başbakanlık konutu için diğer donanımlarla birlikte top*lam 300 milyon TL harcnacak. Üst düzey güvenlik 2014 yılında tamamlanması planlanan konut, 3 blok halinde yapılacak. Başbakan Erdoğan ile yardımcılarının ve müsteşarının odaları ortadaki blokta yer alacak. Yandaki diğer iki blokta ise idari birimler bulunacak. Erdoğan’ın makam odasının yer alacağı bloğa girişler özel izinle mümkün olabilecek. ‘AOÇ kurban edildi’ Orman Genel Müdürlüğü’nün tapulu malının elden çıkmasıyla başlayan gelişmeler, MİT’e ait Marmara Köşkü’nü de içine aldı. Konuyu yakından bilen yetkililer, Atatürk Orman Çiftliği’nin önemli bir bölümünün “Beyaz Saray kurbanı” olacağını ifade etti. Türkiye Ormancılar Derneği’nin Genel Başkanı Fevzi Kaleli, “Atatürk Orman Çiftliği’nin merkezinde yer alan Orman Genel Müdürlüğü Gazi Yerleşkesi oldu-bittiyle TOKİ’ye devredildi. Atatürk’ten emanet kalan bu yerler de elden çıkarılmıştır” dedi. Suç duyurusu yaptı 2007’den bu yana, Orman Genel Müdürlüğü tesislerinin yıktırılıp yerine “Beyaz Saray”ın yapılacağının bilinmesine rağmen, genel müdürlük onarımı için yaklaşık 30 milyon lira harcandığını öne süren Kaleli, suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı. [B]Sözcü[/B] ----------------- Bir tarafta bozkır alanı ormana çeviren, bir ağaç için raylar üstünde evi kaydıran bir adam diğer tarafta da ağaç katliamı yapan biri Bu ne komplekstir bu ne kindir? Ne diyelim padişahım sen çok yaşa |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
Özal’ın açılan mezarı ve büyük tezgah....
Zerre kuşkunuz olmasın Turgut Özal’ın mezarı, adalet aramak için değil, eşikteki üç büyük seçim öncesi yapılacak yeni siyaset mühendislikleri ve imaj operasyonları için açılıyor. Karar en tepeden verilmiş ve tıpkı Balyoz’daki hüküm misali hedefe oturtulacaklar daha işin başında yani bugünden bellidir. Göreceksiniz bu mezar açma olayı ile TSK katil olmakla özdeşleştirilecek yani malum besleme medya aracılığı ile Türk Ordusu topluma Cumhurbaşkanına suikast yapan bir imajda sunulup yapılan Balyoz ve Ergenekon’un sebep olduğu travmalar önlenmeye çalışılacak. Mezar operasyonuyla TSK’nın yanına bazı işadamları da dahil edilerek, seçim öncesinde sermaye yeni bir korku dalgası altına sokulacak ve muhalefetle arasına mesafe konacak. Bu şekilde AKP’nin güya egemenlere karşı mücadele ettiği imajı pompalanıp aynı zamanda Özal’ı sahipleniyor görüntüsü ile merkez sağ seçmene selam çakılacak! İslama göre ölüler mezarında rahatsız edilmemeli ama bunlar çıkarı için her şey gibi İslam’ı da paspas yapıyorlar! SABAHATTİN ÖNKİBAR |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
Birşey daha eklemek istiyorum onca şehit haberleri varken Özal'ın mezarının açılacağı haberi sürekli gündeme getiriliyor. Bunun yine gündem değiştirme adına yapılmış bir oyun olduğu çok açık.
|
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
AHMET TAKAN - Yeniçağ - 27.09.2012
TERÖR ÖRGÜTÜNÜN EKMEĞİNE NASIL YAĞ SÜRÜLDÜ ?... Her gün bölük bölük şehit cenazesinin geldiği günlerde Adalet Bakanı Sadullah Ergin, İmralı canisini “barış sürecine” dahil etti. Milletin aklı ile dalga geçip kafa buldukları yetmiyormuş gibi işi o kadar ilerlettiler ki artık vatandaşın acısını da tiye alıyorlar. AKP iktidarı döneminde azgınlaşan bölücü terör fotoğrafını daha net ortaya koymak için Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde iç güvenlik harekatlarına katılmış emekli Kurmay Albay Ümit Yalım’la söyleşimize bugün de devam edeceğim. * AKP Hükümeti 2002 yılında iktidara geldiğinde terörle mücadele ne durumdaydı, AKP Hükümetlerinin 10 yıllık iktidarı döneminde ne oldu ? “2002 Yılının Kasım ayında yurt içinde ortalama 40-50 terörist, Kuzey Irak’ta ortalama 800 ile bin arası terörist vardı. Dağdan iniş devam ediyor, silahını bırakan teröristler ya teslim oluyor ya da ortadan kayboluyordu. Kuzey Irak’ta mevcut olan tampon bölge sayesinde, Metina, Zap, Avaşin, Basyan ve Hakurk kampları tamamen askerin kontrolünde olduğundan, anılan kamplarda bir tek terörist bile yoktu. Ayrıca Kandil Dağı gözetim altına alınmış ve teröristlerin hareket kabiliyeti kısıtlanmıştı. Dağılma sürecinde olan PKK’nın lider kadrosu, bu dağılmanın önüne geçmek için ısrarla olağanüstü hal’in kaldırılmasını istiyordu. AKP iktidara gelir gelmez ilk iş olarak olağanüstü hal’i kaldırdı. Terörle mücadele eden başta asker olmak üzere bütün güvenlik güçlerinin bütün yetkileri elinden alındı. Alan kontrolü, yol kontrolü, araç araması, şahıs araması, köy ve mezra araması, gözaltına alma ve bunun gibi bütün yetkiler ve faaliyetler sona erdi. * ABD’nin rolü?.. “2003 Yılında Amerika’nın Irak’a girmesi ile birlikte örgütte kıpırdanmalar başladı. Çuval hadisesinden sonra Amerikan yönetimi çeşitli yol ve usulleri kullanarak tampon bölgenin kaldırılmasını istedi. AKP Hükümeti, 1926 tarihli Ankara Andlaşması kapsamında, yasal dayanağı olmasına rağmen, sınırlı sayıda birlik bırakarak tampon bölgeyi kaldırdı. Tampon bölgenin kaldırılması, PKK terör örgütünün yeniden toparlanması ve güç kazanması için bir dönüm noktası oldu. Metina, Zap, Avaşin, Basyan ve Hakurk kamplarına teröristler yeniden yerleşti. Kandil Dağı’ndaki lider kadro ve teröristler derin bir nefes aldı. Çünkü bu sayede Kuzey Irak, PKK için güvenli bir sığınak oldu. * Diğer etkenler.. “AKP Hükümetinin özelleştirme adı altında fabrikaları kapatması, hayvancılığı ve tarımı bitirmesi, işsizliği körükledi ve dağa çıkışın yeniden başlamasına sebep oldu. Yakalanan veya teslim olan teröristlerin ortak hikayesi işsizliktir. Avrupa’da iş bulma vaatleri ile kandırılan gençler otobüse bindikten sonra kendilerini Kandil Dağı’nda buldular. Dağa çıkış ve terör örgütüne en fazla katılım, İstanbul, Adana, Diyarbakır, Van ve Hakkari illerinden sağlandı. Bu illerde görev yapmasına rağmen, dağa çıkış ve örgüte katılımı engellemeyen veya engelleyemeyen MİT ve Emniyet teşkilatından kimse hesap sormadı. Örgüt bu arada Mahmur Kampı için Türkiye’nin sınır illerinden göç sağlayarak, kampın nüfusunu 4 bin’den 12 bin’e çıkardı. AKP Hükümetinden önce, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ile koordineli olarak gözetim altında tutulan Mahmur Kampı artık terör örgütünün nüfuzu altında ve örgüte eleman temininde en çok istifade ettiği yerler arasında. Habur sınır kapısından günde ortalama 80-100 araç geçerken, 2003 Yılında Irak savaşının başlamasından sonra, Amerika’nın dayatmasıyla günde bin 500 araç geçmeye başladı. Irak’ta yaşayan Türk soydaşlarımızın bölgesine, doğrudan ulaşım sağlayan Ovaköy ve benzeri hudut kapısı alternatiflerinin olmasına rağmen, ısrarla Barzani’nin bölgesinden geçen Habur sınır kapısı kullanıldı.” * Ya, koruculuk sistemi.. “Tayyip Erdoğan ve AKP’nin yaptığı icraatlardan birisi de korucu sayısını 85 binden 55 bin’e düşürmek oldu. Bu durum PKK’nın ekmeğine yağ sürmüş ve teröristlerin hareket serbestisini artırmıştır.” * OHAL’in kaldırılması.. “ AKP iktidara gelmeden önce, bölgede görev yapan asker, polis ve sivil personele OHAL tazminatı verildiği ve THY uçaklarında yüzde 50 indirimli seyahat imkanı sağlandığı için, izine gidiş ve gelişler hava yolu ile yapılıyordu. Konvoy intikalleri ise sadece üs bölgelerine yapılan kısa mesafeli intikaller olduğu için sorun yoktu. Şimdi OHAL yok, tazminat yok, uçaklarda indirim yok. Haliyle terörist saldırılarına açık, uzun mesafeli intikaller yapılıyor. Otobüslerin zırhlı olması da mümkün değil. Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümetlerinin övünerek bahsettikleri OHAL’in kaldırılmasının sonuçları ortada. İntikallerde onlarca askerimiz ve polisimiz şehit oluyor. AKP Hükümeti’nin 10 yıllık iktidarı döneminde terörle mücadele ve Oslo’da müzakere kapsamında yaptıkları ortada. Yurt içindeki terörist sayısı 40-50’den bin-bin 500’e, Kuzey Irak’taki terörist sayısı 800’den, 3 bin-3 bin 500’e çıktı. Sıfır düzeyinde olan PKK terörü tekrar tırmanışa geçti. Dağılma noktasındaki terör örgütü yeniden toparlandı, semirdi ve 90’lı yıllardaki gücüne ulaştı.” |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
[B]Topluca Hipnoz Halindeyiz. [/B]
[B]Uyanmamak için de direniyoruz. Esrar çeken keşler gibiyiz. Ruhumuzdan çoktan vazgeçmişiz. Her yalana kanıyor, her söylenene inanıyoruz. Düşünmek, empati kurmak, sormak, soruşturmak bizi çoktan terk etmiş. Körü körüne yargılıyoruz her şeyi. Doktordan çok doktor, öğretmenden çok öğretmen, bankacıdan çok bankacı olmuşuz, sürekli diğerinin işine akıl veriyoruz ya kendi işimizden bi haber… Suni, yapaylaşmış, tek düze bir zeka geliştirmişiz, kurulmuş, kurgulanmış bilgilerle memnun bir halde organik organik yaşıyoruz işte. İtaat etmek, şükretmek, hakkına razı olmak, zulme boyun eğmek, kader diye verilmiş gönlümüze. Kitlesel hipnoz bu.[/B] Neşet Ertaş’ın cenazesinde, sanatçının değerinden bahsetti Başbakan. Devletin zirvesi tam takım cenaze başında. Halkın sanatçısı, halkından uzak, yalan dolanın tam ortasında. Daha dün, Devlet Tiyatrolarını kapatmak isteyen, kendi sanatçısını cezaevlerinde çürüten, işkence eden, işten atan, yerlerde sürükleten, kulağını patlatan, hakaretler yağdıran ve hatta toptan kökünü kazımaya çalışan, kendi sanatçısını “hiç” sayan, Angelina Jolie önünde ama, hazır ola geçen zihniyet, tam da Neşet Ertaş’ın cenazesinin ucu başında… Yalan dünya. Yaşamı boyunca “kirli” siyasete alet olmadı ya, son yolculuğu tam da bu siyasetin ortasından geçti.Bizler sağır, dilsiz ve de “düşün”mesiz yaşayan tipleriz. Her gün zam gelir, ses vermeyiz. Her gün laf gelir, gık demeyiz. Her gün şehit gelir, neden sormayız. Her gün yalan söylenir, biz “kek” miyiz demeyiz. Sevilay Öğretmen bu düzenin bir kurbanı oldu. Halka ekilen şiddet tohumları her mekanda, her meslekte kan çiçekleri açıp, meyve vermeye başladı. Unutulmamalı ki, ısrarlar sürdürülen "eğitimsizleştirme" çabaları bir gün herkesin kapısına dolanan çalılara dönüşecek. [B]Eğitim ile şiddet ve buna bağlı polis gücü ters orantılıdır. Bir ülkede eğitim arttıkça şiddet ve polis gücü azalır. Eğitim azaldıkça da şiddet ve polis gücü arttırılır.[/B] Ancak, bir ülkenin kolay yönetilmesi ve sömürülmesi için mümkün olduğunca eğitimsiz bireylerden oluşması gerekir. Basit düşünen ve temel ihtiyaçları ile yetinen, fakat köle gibi çalışan bir halk yaratılmalıdır. Zaten köle gibi çalışmaları için de fazla düşünmemeleri esastır. Düşünürlerse hak, hukuk, emek falan filan diye tutturacaklardır. “Düşünmek” bilinç demektir. Bilinç de emek, emek de ücret. Ücret olacak hak. Düşünmek = berbat. Böylelikle oluşturulacak halk çağdaş karmaşık 21.yüzyıl sorunlarını çözmeye yeltenmez. [B]Mesela global düşünce onlara çok uzak bir kavramdır. Veya demokrasi korkunç gelir. Değişmekten ürkerler. Bir kitap bile okumazlar. Sanat eserine bakmazlar. Eğitim de, sanat da onlar için ucubedir artık. Sadece bir kıvılcım çakılmasını beklerler ki, birilerine saldırıp, adam olduklarını ispatlasınlar.[/B] Bundandır işte 4+4+4. Eğitimsizleştirme, sorunlu insanlar yetiştirme çabası. Uzun vadeli, ama kesin hükümlü, kitlesel bir imha projesi. Aramızda ruhunu hala kaybetmemiş olanlar! Size de demir coplar gelecek. Hükm’et bu. İyi hizmet edecek. Barış ÇİÇEK |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
Yıl 2008...
Aylardan Ağustos... Nuray BEZİRGAN adında, Bir kız çıktı, "Eğer başıma bir şey gelmeyecekse, Ben ATATÜRK' ü sevmiyorum" dedi... Bezirgan başı, Fatih ALTAYLI' nın TEKE TEK isimli programında... Ortam birden buz kesildi, Bezirgan başı durakladı... Sonra yutkundu, Ama tık yok... Malum, Programın adı Teke Tek olunca, Bezirgan başı tek başına Tırstı... Başına bir şey gelmedi Nuray'ın, Milyonların kulaklarını çınlatmasından başka... Ulusal yayın yapan bir ekrana çıktı Nuray, Kadın kimliği sıfatıyla... Oysa; Kadına kimliğini verip insan statüsü kazandıran, Kadınlara insan olma hakkını veren, Mustafa Kemal ATATÜRK' tü... Milyonların izlediği ekran karşısında özgürce, "ATATÜRK' ü sevmiyorum" diyebildi... Oysa; ATATÜRK' ün kurduğu Cumhuriyet sayesinde, Özgürce konuşabildi, Nuray... Nuray' ın başına birşey gelmedi... Oysa; Başına birşey gelmemesini sağlayanın, Yine ATATÜRK olduğunu anlayamadı, Nuray ve onun gibileri... Kemalist Gençlik |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
ARSLAN BULUT - YENİÇAĞ - 28.09.2012
BALYOZ GİBİ BELGE ! CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Robert Pearson’ın, 22 Mart 2003 tarihinde Washington’a gönderdiği kriptoyu yani şifreli mesajı gündeme getirdi ve Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de Başbakanlık yapamayacağını söyledi. Konuyu önce, Merdan Yanardağ, “1. Cumhuriyetin Sonbaharı” kitabında yazmıştı. Sonra Emin Çölaşan ve ben dahil sınırlı sayıda gazeteci bu mesajı yayınlayabilmişti. Cüneyt Ülsever’in son hatırlatması üzerine bu defa CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, konuyu Türk halkının gündemine taşıdı. Ben bu kriptoyu, Balyoz Davası için “yeni delil” olarak da görmüştüm. *** ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, Washington’a gönderdiği gizli kriptoda, aynen şöyle diyordu: “Türk generaller AKP’den seçilen Tayyip Erdoğan’ın davranışlarından büyük rahatsızlık duyuyor. Erdoğan güçlü bir müttefikimizdir. Generallerin bu tutumu Amerikan çıkarlarının korunması açısından engelleyicidir. Orgeneral Hilmi Özkök’ün sadakatli duruşuna sahip çıkmalıyız. Muhalif orgeneraller, Hilmi Özkök’ün çizgisine itiraz etmekte. Erdoğan kendisine desteğin devamı halinde ABD’nin bir müttefiki olarak Orta Doğu ve Irak dahil olmak üzere Türk hava sahasını, kara ve demiryolları ile Mersin ve İskenderun limanlarını kullanımımıza açacağını taahhüt etmektedir. Ancak Türk Ordusu’ndaki üst rütbeli subaylar tarafından sürekli engellenmek istenmekteyiz. Amerikan çıkarlarına karşı çıkan orgeneraller Aytaç Yalman, Şener Eruygur, Çetin Doğan, Hurşit Tolon, Fevzi Türkeri, Tuncer Kılıç ve Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün emir ve talimatlarına uymadıkları gibi, her an muhtıra verebilirler. Bu bakımdan değerlendirildiğinde, güçlü bir medya grubunun oluşturulmasına acilen ihtiyaç duyulmaktadır. Bu konu Recep Tayyip Erdoğan ile paylaşılmış olup, gereğinin değerlendirileceği hakkında olumlu değerlendirmelerin yapıldığı ve yapılacağı teyidi alınmıştır.” *** 26 Nisan 2011 tarihli yazımda, yeni delil olması dışında gizli kriptoyu şöyle değerlendirmiştim: “Görüldüğü gibi Pearson’a göre Tayyip Erdoğan, generallere karşı desteklenmesi durumunda, Orta Doğu ülkelerine karşı Amerikan çıkarlarını koruyacağını taahhüt etmiş oluyor! Bu davranış, hukuk sistemi tarafından değerlendirilememiştir. Çünkü Tayyip Erdoğan, yine ABD ve AB desteğiyle, yargı sistemini de felç etmiştir. Bilindiği gibi Pearson’ın gizli mektubunda adı geçen orgenerallerin çoğu tutuklandı, bir kısmı serbest bırakıldı. Pearson’ın mektubundaki bilgiler, Türkiye’nin geleceği açısından darbeden de kötüdür. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın kendi ordusunun generallerine karşı, ülkesinin çıkarları aleyhine ABD ile siyasi pazarlık yaptığı anlaşılmaktadır. Tarih, bunu böyle kaydedecektir.” *** Aradan bir buçuk yıl geçtikten sonra Kemal Kılıçdaroğlu, parti toplantısında konuyu gündemine aldı ve “Kendi ülkesinin çıkarlarını değil, başka ülkelerin çıkarlarını koruyan bir kişi Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olamaz. Halkımın görmesini isterim.. Buna hukukta ne denir; takdirini milletime bırakıyorum. Kendi ülkesini, kendi ülkesinin çıkarlarını korumayan adama hain denir arkadaşlar, hain denir” dedi. Tabii, bu belge, Türkiye’de medyanın nasıl AKP/ABD yandaşı haline getirildiğini de açıklıyor. Kılıçdaroğlu da buna işaret ettikten sonra “Bu hükümetin kime hizmet ettiği çok iyi anlaşılıyor. Demek biraz ileri gittiler ki, beyzbol sopasıyla ders verildi. Bir dakika, dediler, fazla ileri gitme. Kendi iktidarını başkalarına borçlu olan kişi, ülkeye hizmet etmez. Başkasının atına binen kişi sanır ki ben hedefime gidiyorum. Atın sahibi ıslık çaldığında at sahibine gidecektir, o da üstünde. Geldiğimiz nokta budur” dedi. Kılıçdaroğlu her ne kadar konuyu bir buçuk sene gecikme ile gündeme getirmiş olsa da “Belgeler gündeme düştüğünde belgeleri yayınlayanlara en ağır hakaretlerde bulunmuştu Recep Tayyip Erdoğan. Sonra medya büyük ölçüde sesini kesti, konuşmadılar, yazmadılar, ürktüler, korktular. Korkmayan tek organ var, tek makam var, tek kurum var. Onun için cesur olun diyoruz. O da Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Korkmayacağız” diyor. İyi de bu bir buçuk sene içinde CHP neredeydi; MHP neredeydi? |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
Muhalif generaller..
Neye muhalif? Halkın seçtiği iktidara.. Öyle bir hakları var mı? Yok.. |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
[QUOTE=LaEdri;619252]Muhalif generaller..
Neye muhalif? Halkın seçtiği iktidara.. Öyle bir hakları var mı? Yok..[/QUOTE] Vatanına, milletine, halkına değer veren tüm insanların, onları koruma adına muhalif olma hakları vardır. Bu bir anayasal haktır. "Ne"ye muhalif olduklarına gelince; tüm muhalifler on yıldır neye muhalif olduğunu söyledi durdular. Anlamayan veya anlamak istemeyen sadece sizlersiniz. |
Cevap: Köşe yazıları paylaşımları(Urumçi)
[QUOTE=sivaslınet;619259]Vatanına, milletine, halkına değer veren tüm insanların, onları koruma adına muhalif olma hakları vardır. Bu bir anayasal haktır.
"Ne"ye muhalif olduklarına gelince; tüm muhalifler on yıldır neye muhalif olduğunu söyledi durdular. Anlamayan veya anlamak istemeyen sadece sizlersiniz.[/QUOTE] AKP'nin ülkeyi kötü yönettiğinin kriteri nedir? Bu kriterleri asker mi belirliyor? Asker kim oluyor da beni,seçtiğim iktidara karşı korumak gibi bir görev üstleniyor? Sen,benim para verip tuttuğum adamımsın.Görevin bu evi korumak.Başka işin yok senin.. |
| WEZ Format +2. ?uan Saat: 21:10. |
Powered by: vBulletin. Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Copyright © - Bütün Haklar Sivaslilar.net'e aittir.