Bir Zamanlar Sivas'ın Beşte Biri Ermeni'ydi
Kürşad OĞUZ
Bugünlerde Sivas futbol takımının başarısıyla, Ermeniler de ülkelerindeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanan kanlı gerilim nedeniyle gündemimizde.
20. yüzyıla baktığımızda Sivas tarihinin sayfalarında belirleyici bir olay göze çarpıyor: Türk milli hareketinin başlangıcı sayabileceğimiz, Eylül 1919'daki Sivas Kongresi. 20. ve 21. yüzyılda milliyetçi eğilimler hep ağır basıyor Sivas'ta. Aynı yüzyıllarda bu topraklardaki Ermeni tarihine baktığımızda ise hep bir eksilme, azalma dikkat çekiyor.
Oysa 19. yüzyılın sonlarına ait nüfus verileri, Ermeniler'in Sivas vilayetinin yüzde 20'sinden fazlasını oluşturduğunu gösteriyor. Yakın döneme kadar, elimizde Ermeniler'in o yıllarda Anadolu'daki varlıklarının encamını gösteren pek bir kaynak yoktu. Sivas veya Anadolu'nun başka bölgelerindeki Ermenilerin nüfus yapısı, ekonomik, dini ve sosyal yapısı hakkında kaynak bulmak Ermenice bilmeyenler için çok zordu. Arsen Yarman'ın Boğos Natanyan'ın tanıklıklarından yola çıkarak hazırladığı “Sivas 1877” bu alanda önemli bir boşluğu dolduruyor; Osmanlı'nın son dönemlerindeki Sivas Ermenileri'nin tarihine ışık tutuyor.
Kitabın gövdesini Rahip Boğos Natanyan'ın 1877 yılında kaleme aldığı bir rapor oluşturuyor. 1863 yılında ilan edilen Ermeni Nizamnâmesi'nin tatbik edilip edilmediğini yerinde araştırıp rapor sunması için İstanbul Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan tarafından Sivas'a gönderilen Natanyan, Sivas şehri ve bu vilayete bağlı Tokat, Amasya ve Merzifon'u kapsayan bir rapor sunar. Raporda bu bölgedeki Ermeni manastır ve kiliseleri, okulları, mezarlıkları, eğitim ve yardımlaşma dernekleri, halkın yaşam tarzları, gelenekleri, kadınların alışkanlıkları, bölgenin ekonomik durumu, madenleri, kaplıcaları, zanaat ve ticaret hayatı, meşhur insanları, köprüleri, çeşmeleri hakkında ayrıntılı bilgi yer alır.
Ermeni tarihi üzerine araştırmalar yapan ve bir dönem Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Yönetim Kurulu'nda da bulunan Arsen Yarman (1941), Natanyan'ın bu raporunu Türkçe'ye kazandırmakla yetinmemiş, kitabın başına, bölgenin tarihini ve Natanyan'ın biyografisini de içeren kapsamlı bir sunuş yazısı (140 sayfalık) yazmış. Fotoğraflar, belgeler ve dipnotlarla kitabını daha da çekici hale getirmiş.
Onun deyimiyle “Boğos Natanyan'ın kitabı” yani “Sivas Marhasalığı ve Sivas Vilayetine Bağlı Birkaç Önemli Şehir Hakkında Rapor (Sivas, Tokat, Amasya, Merzifon),” Osmanlı İmparatorluğu'nun reform sürecinin bir aşamasına tanıklık ediyor. Ancak Natanyan bu sürecin bir bölümüne ve sadece taşra ölçeğinde tanıklık etmekte. Bir din adamı olarak Natanyan, 19. yüzyılın son çeyreğinde Sivas Ermenilerinin dini ve sosyal yaşantılarının niteliği ve yaşadıkları sorunlar hakkında bir fikir sahibi olmamızı amaçlıyor.
Ama kitap bunun da ötesine geçiyor çünkü Sivas Ermenileri'nin dinsel yaşamlarından söz etmek, kaçınılmaz olarak onların geçmişlerinden söz etmek demek ve Natanyan bu konuda çok değerli bilgiler veriyor: Sivas'taki Ermeni varlığının tarihsel geçmişi, şehirde halen faaliyette bulunan Ermeni manastırları ve kiliselerinin durumu…
Arsen Yarman şöyle diyor: “Natanyan'ı böyle bir kitap yazmaya iten 1870'li yılların sosyal ve siyasal gelişmeleridir. Öylesine yoğun ve çok boyutlu gelişmeler söz konusudur ki, mevcut durumun tespiti ve değerlendirilmesi giderek daha fazla önem kazanmaktadır. İstanbul Ermenilerinin siyasal, sosyal ve kültürel düzeyleri ve arzuları hakkında fikir sahibi olabilmek göreli olarak kolaydır. Ancak Anadolu Ermenileri sözkonusu olduğunda ortada ciddi bir belirsizlik ve bilgi noksanlığı göze çarpmaktadır. Patrik Nerses Varjabedyan'ın Natanyan'ı görevlendirmesi, bir bakıma bu belirsizliğin, bilgi noksanlığının aşılmasını ve iletişim kanallarının güçlendirilmesini amaçlamaktadır. Aslında bu dönemde Varjabedyan tarafından Anadolu Ermenilerinin durumunu yerinde görmek üzere taşraya gönderilen tek din görevlisi Natanyan değildir. Öyle anlaşılıyor ki, Patrik Varjabedyan bunun için, hemen hemen aynı dönemde, birçok rahibi izlenimlerini kaleme almak üzere görevlendirmiştir.”
Bu izlenimlerden şimdilik bizim elimize ulaşan tek kaynağın sahibi olan Natanyan, Cemaat Karma Meclisi ve İstanbul Patriği Nerses Varjabedyan (1837-1884) tarafından görevlendirilişinden sonra yaşanan gelişmeleri şöyle anlatıyor:
SİVAS-DİVRİK ATLA ÜÇ GÜN
“Cemaat Karma Meclisi'nin kararı ve Patrik Nerses Hazretleri'nin genelgesiyle, Divrik'teki cemaat üyeleri arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkları incelemek ve idareyi bilgilendirmek için, tam yetkiyle donanmış olarak, 1875 yılı Eylül ayı sonlarında İstanbul'dan yola çıkarak Sivas'a vardım. Patrik Hazretleri'nin bana vermiş olduğu belgeyi Vali'ye takdim ettikten ve Divrik Kaymakamı'na hitaben önemli emirnameyi de kendisinden aldıktan sonra esas görev yerim olan Divrik'e yollandım. Görevimin gerektirdiği süre boyunca orada kaldım. Cemaat üyeleri arasında süregelen anlaşmazlıklara ilişkin araştırmalar yaptım. Görevimle ilgili bilgileri Patrikhane'ye kolaylıkla ulaştırabilmek, incelemelerin sonuçlarını iletebilmek ve rahatça görüşebilmek amacıyla Aralık ayı başlarında Sivas'a döndüm. Dönüş yolunda korkunç kış sebebiyle Karabel denilen dağda ölümcül bir kaza atlattım. Tanrının inayetiyle zar zor kurtuldum.
“Görevimi tamamlayabilmek amacıyla dört ay boyunca Sivas'taki Surp Nışan Manastırı'nda beklerken, aziz milletim için dördüncü bir hizmet daha yaparak, bir zamanlar Ermeniler'in payitahtı olan Sivas'ın Ermenileri hakkında bir rapor hazırlamaya karar verdim. Öncelikle şehir ve civarında ikamet eden Ermeniler'in Ermenistan'ın hangi bölgesinden, ne kadar zaman önce ve ne sebeple buraya göç ettiklerini, şehrin mevkiini, nüfusunu, gelenek ve göreneklerini, sosyal yaşamını, maddi ve manevi durumunu, diğer milletlerle olan ilişkilerini ve bu bölgede bulunan manastır sayısını ve durumlarını vs. vs. anlatmak istedim.
“Özel bir bilgi olarak şunu ekleyebilirim ki, şimdiye kadar görevim icabıyla ziyaret ettiğim yerlerde aradığım Ermenilerin hemen hemen hepsinin kökü Ani şehrine dayanmaktadır. Tarihimiz ve tarihi çalışmaların tümü bizi, geçmişte yoğun Ermeni nüfusuna sahip bu şehre yönlendirmektedir. Böylece biz de milletimizin dört bir tarafa dağılmasının sebebini bu kentin yıkılışında buluyoruz.
“Ne tuhaftır ki, insanlığın dünyaya yayılışı nasıl ki Ermenistan'ın ilk atalarından oldu, şimdi de Ermenilerin diasporaya dağılımı aynı şekilde Ermenistan'dan başladı.
“İşte bunlar, milletimizin birleşememiş olduğunun kanıtlarıdır. Bu sefer de kanıtladığım üzere, vatanını terk ederek ülkenin her yerinde, diasporada dağınık olarak yaşamaktadırlar.
İstanbul'dan Samsun'a deniz yoluyla, ondan öteye kara yoluyla Amasya, Tokat ve Sivas yolu kervanla sekiz gün, posta arabasıyla ise üç gün sürmektedir. Sivas'tan Divrik'e atla üç gün sürer. Bu yol üzerinde Ermenilerin kalabalık olduğu şehirler de bulunmaktadır. Buradaki Ermeni nüfusun, zamanında buraları vatan sayarak Ani ve Vaspuragan'dan gelip yerleştiklerini biliyoruz. Gerçi rastladığım şehirler hakkında sevgili milletime geniş ve ayrıntılı bilgi vermeyi arzu ettim, ancak görevim dolayısıyla zamanın izin verdiği ölçüde kısmi bir bilgi verebildim.”
Aslında pek de kısmi denemez bu bilgiler için. Biraz açalım.
Amasya Ermenileri arasında, bebek doğmadan ya da beşikte iken yapılan nişanların “Ruhani Önder” tarafından yasaklanması; Merzifon'da yüz hane kadar yeni tarikata (Protestanlar) mensup ailenin bulunmasının verdiği “üzüntü”; Sivas'ın köyleri ve onlar hakkında kısa bilgiler; Sivas'taki zanaatlar (“Sivas'ta çoğu Ermeniler'in elinde olan 30 kadar zanaat vardır” diyor), dükkânlar, hanlar ve hamamlar; Kızılırmak'ın neden kırmızı aktığı; Müslümanlar'a ait tekkeler, camiler; şehirlerdeki Türkler ve Ermeniler arasında adaletsiz dağıtılan su; Sivas'ın Tavra köyünün ahalisi (Burada büyük bir parantez açıp hoş bir alıntı yapalım: “Kadınlar genellikle aynı tip entari giyer. Hem evde hem dışarıda başları kapalıdır. Asya'nın diğer şehir, kasaba ve köylerinde olduğu gibi burada da aynı şekilde gelinler kaynanalarının önünde yıllarca sessiz dururlar. Bir kocakarı geleneğine uyarak gelinler ve genç kızlar kiliseye gitmez.); Sivas'ın 62 sokağı ve isimleri; Sivas'taki mezarlığın adının neden “Kara Topraklar” olduğu (Burayı da alıntılayalım: “Böyle adlandırılmasının sebebi şudur: Lenk Timur, zamanında Sivas'a gelerek sayısız Ermeni'yi öldürdükten sonra sıra bebeklere gelmiş, bunları tek tek keserek başa çıkamayacağını anlayınca, hepsini yere sererek merhametsizce pek çok sayıdaki kudurmuş atın nalları altında ezdirmiş, bebeklerin kanları oradan akan ırmağa karışmış. Surp Nışan Manastırı'nın tarihine göre o günden beri buralara Kara Topraklar adı verilmiş. Anlatılanlara göre Ermeni kadınlar ellerine mumlar alarak Surp Nışan Kilisesi'ne ziyarete giderlermiş, özellikle de Paskalya ve Noel günlerinde iki milletten kadın ve erkek, delikanlı ve genç kızlar el ele vererek borazan ve davul eşliğinde dans ederlermiş. Bazen ayıplanası olaylar da yaşanırmış. Ancak bu yıl Sivas Ruhani Önderi bu rezaletleri kesinlikle yasakladı.”)…
MEHMET ALİ VE TAHİR YAKALANDI
Natanyan'ın anlattıklarından, sözkonusu şehirlerde, kasabalarda, köylerde birlikte yaşayan Ermeni ve Türkler'in aslında ne kadar iç içe geçtikleri, birbirlerinin kültürlerinden etkilendikleri ortaya çıkıyor çoğu zaman. Sivaslı kadınların alışkanlıkları hakkında şunları söylüyor mesela: “Ermeni ve Türk kadınlar, doğacak çocuklarında herhangi bir leke ve işaret bulunmaması, kör veya sakat olmaması için Surp Kevor Yortusu günü kesinlikle elişi yapmazlar. Kadınların buna benzer pek çok gereksiz alışkanlıkları vardır.”
Yine Sivas'ı anlatır:
“Ortalama bir hesapla Müslümanlar yirmi beş binden fazla etmektedir. Ermenilerle araları görünüşte iyidir, ancak içten içe onları rakip olarak görmekte ve sevmemektedirler. Büyüklü küçüklü tüm çocuklar sokakta bir papaz gördüklerinde, hep bir ağızdan 'Keşiş oşoş' (Keşiş hoşt) diye bağırırlar. Yetişkinler de Ermenilere 'gâvur' demeyi ağız alışkanlığı yapmışlardır. Sevgisizlik o dereceye ulaşmıştır ki, eğer bir Türk bir Ermeni'nin çarşıda aldığı malın kendisine de gerekli olduğunu görürse, almasına izin vermez. Hatta kendisi daha aşağı fiyata satın alır ki bu bir nevi haksızlıktır, çoğu zaman yeri geldiğinde de küfür eder, eziyet eder veya saldırırlar. Şunu da söyleyelim ki yerel idareciden çekinirler, ancak ne fayda, yine de halka sıkıntı vermedikleri gün olmaz. Ermeniler mülk edinmeye korkarlar. Bazıları mal sahibi olsa da bunların sayısı azdır. Zira eski zamanlarda Ermenilerin elinden pek çok malları zorla almışlar ve bugün güzelce kullanmaktadırlar. Zengin ve mal sahibi Türkler çok olmasına rağmen, bir kısım Türkler de fakirdir ve neredeyse Ermenilerden kazanarak geçinmektedirler. Özellikle Mehmet Ali ve Tahir adlı kişilerin kötülükleri nam salmıştır. Ancak bu insanlar kötülüklerini gizlice yapmaktadırlar. Görünüşte iyi davranmalarına rağmen koyu birer Ermeni düşmanı oldukları anlatılmaktadır.
“Bu adamlar ne zanaatkârdırlar, ne de ticaretle meşgul olmaktadırlar, ancak korkunç bir zenginliğe sahipler. Zira işleri güçleri çalmak. Şaşırtıcı olan bunca zenginliği nasıl ele geçirdikleridir. Hiçbir millet tarafından sevilmemektedirler. Türk kadınların da yaptığı eziyet şudur ki, Ermeni kadınların mekruh olduğunu ileri sürerek onlarla yıkanmak istememektedirler. Sekiz hamam, Ermeni kadınların özel günlerde yani Cumartesi ve Salı günleri öğleden sonra yıkanmalarına izin vermiştir. Eğer Ermeni bir de fakir ise, Allah göstermeye, ya yarım yamalak yıkanabilir ya da yıkanmadan dışarı çıkar. Özellikle kışın bu olay hastalıklara sebep olmaktadır. Yıkanmak isteyen eğer zengin aileye mensupsa, rahat yıkanabilmek için hamamcı kadına hediyeler getirmek zorundadır. Türk kadınları her zaman her konuda cesaretlidirler. Zavallı Ermenilerin başından bu ve buna benzer eziyet ve kötülükler hiç eksik değildir. Çünkü masum Ermeni nereye gitse ne yazık ki zorluk da beraberinde gidiyor, sanki Yüce Tanrı şanssızlık kelimesini Ermeninin alnına mühürlemiş. Sivaslı Ermenilerin bir kısmı özgür olabilmek için Vaspuragan'dan buraya göç etmişler, ancak yine de özgür olamamışlar. Ancak umuyoruz ki şanlı Sultan Abdülhamid sayesinde Ermeni milleti çektiği zorluklardan kurtulacaktır.”
Natanyan yaşasaydı şimdi ne yazardı bilmiyoruz ama bu tür kitapların Türk okurlarla buluşması gerektiği çok açık. Arsen Yarman'ı “Sivas 1877”yi dilimize kazandırdığı ve can alıcı fotoğraflarla kitabı süslediği için kutlamak lazım gerçekten…
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]