--->: Müslüman kardeşlerime uyarı
Peki, bugün yeni ve farklı ictihatlarda (!) bulunamaz mıyız? Ya da ictihat kapısı açık mı, kapalı mı? Gelin bu soruların cevabını da Necip Fazıl’dan dinleyelim:
“Bir konferansımda bana sordular:
− Devrimizde ictihad kapısı kapalı mıdır, açık mıdır?
Şu cevabı verdim:
− Devrimizde ve her devirde ictihad kapısı ardına kadar açıktır. Nebî ve Resûl gelmeyeceği mutlak... Fakat müctehid gelmeyeceğine ait hiçbir hüküm mevcut değil. Şu kadar ki, imkân âleminde serbest bırakılan bu nokta, o âlemin istediği şartlar bakımından imkânsıza döndürülmüştür. Nebî ve Resûl gönderilmesine muhâl, yeni müctehidler gelmesine de imkânsız demek doğru olur. Öyle bir ‘imkânsız’ ki, mücerrette mümkün, fakat müşahhasta kabil değil... Cins atların atladığı, meselâ 2 metre yüksekliğinde bir engel düşünün. O atlar geldi, geçti ve gitti. Nesillerse Arap atı yerine atlı karınca derecesinde küçüldü. Atlamak serbest, ama kim atlayacak?.. Hoş, atlasa da öbürlerinden farklı ne görecek ve ne getirebilecek?..
Demek ki, hem gerektirdiği şartlar, hem esasen getirdiği şartlar ve hem de esasen getirilmesi gereken şeylerin tamamlanmış olması bakımından, apaçık ictihad kapısı yeni bir geçişe sımsıkı kapalıdır. Bu devirde ve gelecek çığırlarda yeni zaman ve mekân tecellîlerine karşı ancak şerîat bütününden zerre fedâ etmeyen büyük ‘mütefekkirler’ gelebilir....
Düşününüz ki, bir asrın değil, on asırlık yekpâre bir zaman blokunun yenileyicisi İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretleri, derecede belki bütün hak mezhep müctehidlerinden üstün olduğu halde Hanefî mezhebindendi, bin yıllık yenileyiciliğini (müceddidliğini) bu mezhep üzerine binâ etmişti ve kabul ettiği temelle üzerine kurduğu binâ arasında en küçük ihtilâf pürüzü yoktu.
Konferansımda söylediğim bu sözlerin, ‘ictihad’ meselesini en açık ifadeyle çerçevelediği zannındayım.”(10)
***
Netice:
Bütün bu hüküm ve açıklamaları görüp öğrendikten sonra, dinine bağlı bir Müslümanın yapması gereken şey; mensubu bulunduğu mezhebin görüşlerine tâbi olmaktır. Yoksa kendi kafasına göre –zamane müctehitleri gibi- ictihadlar (!) ortaya koymak değil. Zira mukallidin muayyen bir mezhebe bağlanması, hiçbir hususta gerek bütün halinde gerekse bazı meselelerde ondan ayrılmaması farzdır. “Telfîk-ı mezâhib”(11) câiz değildir. Diğer mezheplerden, ancak zarûret hallerinde, telfîk’a kaçmamak kaydıyla istifade edilebilir. Aslolan, kişinin kendi mezhebinin ictihatlarına uymak, mensubu bulunduğu mezhebe tâbi olmaktır.
__________________
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
|