|
Usta Yiğido
seva Şuan
Son Aktivite: 31.08.2010 21:51
Üyelik Tarihi: 04.02.2008
Yaş: 40
Mesajlar: 15.375
|
--->: DİVRİĞİ-Çayören
Dinsel-İnançsal Gelenekler
Günlük yaşamda tehlikleli bir işe başlarken, kötü bir haber işitildiğinde, bir rüyayı anlatırken, hasta-yaralı birinden söz ederken , karanlıkta yürürken, vb olağanüstü bir durum ile karşılaşıldığında erkekler Bismillah!, kadınlar Mismillah ! derler. Erkekler birbirleriyle karşılaştıklarında Selamın aley kim- Aley kim selam dialoguyla konuşmaya başlarlar. Köyde herkes herhangi bir işe giden birine rastladıklarında ona uğurlar olsun!, Allah ıras getüre ! (veya kısaca ıras gele!) derler. Bir işe başlanacağı zaman Ya Allah !, Ya Muhammed ! Ya Ali! ile birlikte Yetiş ya Hızır! denir. Zorda kalan, yardıma muhtaç olan birine Hızır yardımcın olsun ! derler. Evin büyükleri zor bir işe başlayacak evin külfetine Ali yardımcıız ola, Boz atlı Hızır yerişe ! (erişe) derler. Bu islami ritüllerin yanında ve aynı anda Şamanlık inancının ritüelleri de yerine getirilir. Örneğin, Eyerli, Alıbaba ve Gatırlı dağlarından da dileklerde, yardım istemlerinde bulunulur. Gidilen yol üstündeki ziyaretlere görüşülür, ziyaretlere sevgi, şefkat ve saygı sunulur, adaklar adanır,dileklerde bulunulur, vb.
Bayramlar
Bayram günleri büyük bir heyacanla beklenir ve coşkuyla kutlanırlar. Gerek Kurban Bayramı, gerekse Şeker Bayramı köyde aynı nitelikte kutlanırlar. Daha doğrusu, köylüler Kurban ya da Şeker Bayramı olarak bilmezler, onlara göre söz konusu olan sadece Bayram'dır. Bayramlar, takvimler ne yazarsa yazsın, her zaman üç gün olarak kabul edilir, özellikle birinci gün çok önemldir. Arife günü heyecan doruktadır, bir çok insan oruç tutar; Arife günü oruç tutmayanın Bayram günü yüzü gara olur sözünü aile büyükleri ailenin küçüklerine sıkça söylerler. Arife günü akşamı bütün çocukların, genç erkek ve kızların ellerine kına yakılır. Kınayı genelde ebeler yakar torunlarının ellerine. İstanbul'dan vakti zamanında getirilen ve ebenin sındığının (sandık) bir köşesine gizlenmiş olan kına bulunur, bakır bir tas içinde su ile çamur haline getirilir, içine çok az da kül atılır ve iki elin içine de suvanur (sıvanır), her el bir bez ile iyice sarılır, gece böyle yatılır. Sabah erkenden heycanla kalkılır ve eller yıkanır. Büyüğü küçüğü, kadını erkeği herkes en temiz ve en yeni elbiselerini giyer. Bayram günleri giymek için örülmüş nakışlı ip çorapları saklandıkları sındıklardan(sandık)çıkarılır, kırmzı ağırlıklı basma fistanlar ve saltalar giyilir. Erkekler İstanbul'dan geitrdikleri en temiz ceketleri, pantolonları ve Divriği'den aldıkları şapkalr ile lestikleri (lastik ayakkabı) giyerler, bazılarının ayakalrında lestik yerine iskarpin bile olabilir. Ebeler, başlarına asalet ve olgunlık simgesi olan ketenlerini (kenten kumaştan yapılmış beyaz, püsküllü büyük başörtüsü) örterler. Birinci gün öğleden önce, büyükler bir Kuran okuyucu ile bir gün önceden hazırladıkları lokmalarını alarak yakınlarının mezarlarını ziyaret etmek için mezarlığa giderler. Önce mezara görüşülür, sonra Kuran okunur. Kuran okunması bittikten sonra lokmalar orada bulunanlara dağıtılır. Lokma, ya gurbetçilerin İstanbul'dan döndükleri zaman beraberlerinde getirdikleri lokum, boyalı şeker ya da arife günü evde yapılan un helvası veya 'cumur'dur. Lokmadan alanlar, 'Allah kabul etsin !, canına yetsin !, Allah ı-rahmat eyleye ! derler. Lokmadan alabilmek için çocuklar sabahın erken saatlerinden itibaren mezarlığı doldururlar, büyük bir itiş-kakış ve kargaşa içinde o mezardan o mezara koşarak lokmalardan almaya çalışırlar, bazan bu yüzden birbirleriyle kavga da ederler. Mezarlıktaki törenlerden sonra evlere gelinir, çocuklar kendi yakın arkadaşları ile ikili üçlü gruplar oluşturarak köye dağlıp 'bayramcalık' toplarlar. Herkesin kapısı açıktır, çocuklar istedikleri eve istedikleir zaman girerler. Evlerde daah çok boyalı şeker ve/veya kavurga (yarmanın saçta kavrulmauş hali)verilir. Bazı hatırlı ailelerin çocuklarına gizliden çiğ yumurta da verilir. En prejtijli bayramcalık çiğ yumurtadır. Bayramcalık olarak para verilmezdi, çünkü köyde hem para yoktu hem de bayramcalık dağıtan kadınlar para nedir bilmezlerdi. Hemen her ev yahnı ya da leyvaz (etsiz kuru fasulye)pişirir, Bayramlarını ziyarete gelen erişkinlere ikram ederlerdi. Baramın ikinci günü artık Bayram değildir, bayramcalık toplamaya giden çocuklara ev sahipleri aş bişti, bayram gaçtı diyerek bayramcalık olmadığını söylerlerdi. Zaten, ikinci gün bayramcalık toplamaya giden çokcuk sayısı çok az olurdu. Bayramlarda kişisel sorunlara yer yoktu, kutsallığı olan geleneksel bir şölenin sebep olduğu ortak bir atmofer içinde herkesin paylaştığı güzel, umut dolu heyecanlı duygular vardı. Köyde her insan Bayramın birinci gününün mümkün oluğu kadar uzun olmasını, yani günün batmasını istemezdi. Yani, herkes için, özellikle de çocuklar için, en hüzün verici duygu akşam olacağı korkusuydu.
Cem
Temsili bir İmam Ali çizimi
Temsili bir İmam Ali çizimi
Cem, dinsel inançların yerine getirildiği(ayin)bir mekan, köydeki tüm erişkin insanların herkesin önünde ve açıkça yargılandığı bir halk mahkemesi, toplumsal belleğin güncelendiği ve genç nesillere aktarıldığı, birarada yaşamanın kurallarının öğretildiği/öğütlendiği ve 'Musahiplik' yoluyla toplumsal dayanışmanın pratiğe geçirildiği bir eğitim kurumu nitelğindedir.Cem'in "ayin" kısmı bir anlamda Oniki İmam'ı, özellikle İmam Hüseyin ve Kerbela olayını anma, 12 İmam ile özdeşleşmedir. Başka bir söylemle, Cem 12 İmam kültü çevresinde biçimlenir. Belki de bu nedenle, Cem'de 12 ayrı hizmet, bu hizmetleri yerine getirmekle görevli 12 hizmetçi vardır. Her hizmet köyde bir sülaleye (ocağa)verilmiştir, babadan oğula ya da diğer yakın akrabalara geçer. Türkiye'nin değişik bölgelerinde yapılan Cem'lerin tümünde 12 hizmet vardır, hepsi de aynı niteliktedir. Cem'deki 12 hizmet ve Çayören Köyü'nde 12 hizmeti yerine getirmekle görevli sülaleler (Ocak'lar)şunlardır:
1.Baba: 'Dede', 'Cem'i başlatır, 1-2 hafta sonra köyden ayrılınca Cem'i Baba yürütür. Baba'nın kişiliği de, Dede'nin kişiliği kadar olmasa da, kutsaldır. Bu ilahi görevi Gozogilin Haydar (Haydar Ağa, Kör Haydar) yapıyordu. Gözleri görmeyen Haydar Ağa'nın zaman zaman kaybolduğu, bu sürede gaipten kişilerle, örneğin Kırklar'la "Cem " yürütüp "Semah" döndüğü bugün de tam bir imanla nakledilmektedir. ihtiyarlar, inanmayanları ayıplamaktadırlar.
2.Zakir:
3.Saka: Su dağıtır. Bu hizmet 'Köseligil'e verilmiştir.
4.Gözcü: Elinde asası ile Cem'de sükuneti sağlar. Bu hizmeti 'Eğitmengil'yapar.
5.Süpürgeci: Cem'de meydanı süpürür
6.Kapıcı: Cem'in yapıldığı binanın kapısında durur, herhangi bir tehlike anında, örneğin Osmanlı baskını gibi, baskını önceden haber verir.
7.Fikgeci(aşçı): Cem'de "meydan"a getirilen ve can İsmail !, can ismail nidaları ile ululanan kurbalık kınalı koçun sakatından 'Dede' ve yaşlılar için paça çorbası yapar,etinden aş (bulgur pilavı)pişirir, Cem'e her ev tarafından getirilen çeşitli lokmaları Cem'de dağıtır,
8.Bacı:
9.
10.
11.
12.
* Ayin: Akşam ahırları temzileyip, hayvanların yemlerini verdikten sonra akşamlıklar edilir(akşam yemekleri yenir), sonra gündüzün ya da bir gün önceden keyveninin hazırlayıp bohçaladığı lokma (genelde kömme olur)ile birlikte ailecek Cem yürütülecek eve gidilir. Dede, evin en büyük gözünde (salonda) kapının tam karşısındaki sedirde bir döşek üzerinde bağdaş kurmuş durumda oturur, yanında "Baba" ve köyün dindar yaşlıları vardır: "Baba" da ayrı bir döşek üstünde, ihtiyarla ise halı ya da çulların üzerinde aynı şekilde otururlar. Salona giren her erişkin erkek doğrudan gidip dedenin elini öper, eğer o sırada saz çalıyorsa ya oturduğu döşeğin köşesini, ya da salona girdiği yerde yeri secde ederek öpererek "işte niayzın Dede"der ve gider Dede'nin çevresindeki erkeklerin içinde oturur. Bohçalardaki lokmalarını Figke'ye teslim eden kadınlar ayakta dururlar, Cem'i ayakta izlerler. Sonuçta Dede'nin hemen yakınında erkekler, onların arkasında kadınlar, en arkada da ebelerinin, annelerinin kucağında çocuklar vardır. Bu arada elinde uzunca sırığı (asası) ile "Gözcü" sürekli etrafı gözetleyerek ve ağlayan, yaramazlık yapan çocukları işmar ederek (kaş göz işaretleri) susturur;düzeni ve sükuneti sağlar. Dede'nin önündeki alan (Meydan)boştur. Dede ve Baba saz çalarak Hacı Bektaş Veli, Şah İsmail(Hatayi), Pir Sultan Abdal,Kaygusuz Abdal, Kul Himmet gibi Kızılbaş-Alevi-Bektaşi ozanların "Deyişler"ni, "Düvez-İmamlar"nı söylerler.
Hatayi, İran’da Kızılbaş Türkmen Devleti’ni (Safevi Devleti)kurdu.
Hatayi, İran’da Kızılbaş Türkmen Devleti’ni (Safevi Devleti)kurdu.
Bu ozanlar sadece ozan değil, aynı zamanda da din uluları /ermişlerdir. Bu nedenle,hem deyişlerde adı geçen on iki imamlara hem de deyişleri söyleyen ozanların hepsine de -adlarının geçtiği anda- niyaz edilir: topluluk işaret parmağının üst taarfını öperek anlına kor, yani içten gelen derin bir saygı, sonsuz sevgi ile başların üzerine oturtulurlar. Ancak, Hatayi ve onun izleyicisi Pir Sultan Abdal’ın gönüllerdeki, zihinlerdeki yerleri başkadır. Çünkü onlar sadece bir ozan ve dil ulusu değil, Kızılbaş Türklerin (Türkmenlerin) direniş sembolleridir. Şah İsmail(1487-1524), İran’da Kızılbaş Safevi Devleti’ni kurdu, devletin resmi dili Türkçe idi. Devlet bürokrasisini Türkmenlerden oluşturdu. Hatayi lakabı ile aşk, tasavvuf ve ideolojik şiirler yazdı. Türkmenlerin bir alışkanlık olarak başlarına giydikleri kızıl renkli börkü ideolojik bir simge haline getirdi:
" Hayat-ı cavidan muteberdir/Kızıl alem kızıl bayrak kızıl taç./Giyinse gaziler olgün hezerdür/Mu’aviye leşkeri bir gazi görse/Koyun kim kurt tohurandan beterdür.
" Ki her kim on iki imamı bildi, /Ana kırmızı tac geymek revadur/Nişanı ol güneş tal’atlı şahın/Başında tac u belinde kemerdür.
" Kırmızı taclu, boz atlu, ağır leşkerlü/Yusuf peygamber sifetlü, gaziler! Deyin şah menem. "[26]
Hatayi’nin etkisinde kalan Kızılbaş ozan Pir Sultan Abdal bu ideolojik simgeyi daha da yüceltir:
" Açalım kızıl sancağı/Geçsin yezitlerin çağı/Elimizde aşk bıçağı/Tevekkül tu tealallah."[27]
Kerbela ve İmam Hüseyin adları geçtiğinde ise gene niyaz edilir ve görevli birisi yüksek sesle "lanet olsun yezide !" der, salondaki tüm topluluk hep birden ve çok yüksek sesle "Allah Allah !, Alllah Allah!" der. Cem'de her akşam bu cümleler yüzlerce kez tekrarlanır. Sonra Meydan'a "Semah" dönecekler gelir, yüzlerce yıldan beri süregelen usule göre Dede'nin saz çalarak söyledği "Deyişler",Düvez-İmamlar"la "Semah" dönerler. Bazı geceler Dede'in önündeki alanda (Meydan) dizlerinin üzerine çökerek halka oluşturan 10-15 erkek gene Deyişler eşliğinde ellerini dizlerine vurarak ve yanındaki ile kafasını tokuşturarak "Hey Şah!, Hey Şah !" diye bağırırlar, tempo gittikçe yükselir kafaların tokuşmasından çıkan sesler salonun en arkasından bile işitilebilir. Bazan kafalar o kadar şiddetli tokuşturulur ki, mistik gerilimin de etkisyle bayılanlar olur, bayılana "esiredi" derler.
* Görülme:Yukarıda da değinildiği gibi, "Cem" birçok toplumsal etkinliğin yapıldığı ve yaklaşık bir ay süren bir süreçtir. Bu etkinliklerden biri de köyde gerek bireye ve gerekse topluluğa karşı suç işleyenlerin yargılanmasıdır. tarlaların sınır itilafları, herhangi bir nedenle çıkan küçük kavgalar, birisi hakkında dedi-kodu yapmak gibi olayların tarafları Dede'nin huzurunda ve Dede'nin isteği ile barışırlar, aksi halde Dede'nin "karış vermesi"nden korkarlar. Karış vermek, "beddua etmek"tir. Dede'nin kerametinden dolayı "karış vermesi"nden çok korkulur.(anne-babanın karşı vermesinden de çok korkulur). Evli bir erkek ile evli bir kadının zinası gibi büyük suçlarda kusurlu taraf "düşkün" durumuna düşürülür. Düşkünlük çok ağır bir cezadır; düşükün olan ile kimse konuşmaz, verdiği selam alınmaz,hayvanları köyün sürülerinden ayrılır, köyle ilgili bir iş için, örneğin hark çıkarmak (tarları sulayacak su kanalının yapım ve onarımı), yol yapmak gibi işlere çağrılmaz. Kısacası, yüzlerce insandan oluşan köy topluluğu içinde tek başına kalır. Oysa insan, tek başına insan değildir; diğer insanların içinde insandır. Bu durumda, düşkünlük cezası insanı insanlığından uzaklaştırmaktır.İşte bunun için de çok ağır bir cezadır.
* Musahip Tutma: Musahip tutmak inançsal bir zorunluluktur,birbiriyle "Musahip" olmaya karar veren iki genç erkekğin Dede'nin huzurunda, köylülerin tanıklığında kardeş ilan edilmeleridir. .Bu olay dinsel bir törendir. Buluğ çağına ermiş iki genç Meydan'a gelirler, diz çöküp ellerini yere korlar, bir görevli ikisinin belini bir başötüsü ile bağlar, bu bağa "kemer bent" denir, sonra bu poziyonda yürüyerek Dede'nin huzurna gelirler. Dede, "Tarı(g)h" denilen kutsal asa ile bunların başlarını, sırtlarını dular ederek sıvazlar. Tarı(g) çok kutsal olan 40-50 cm uzunluğunda düz bir asadır. Her evde saklanmaz, Cem yapılmış evlerde saklanır, Cem'e büyük bir gizlilik içinde getirlir. Tarıgh geliyor denildiğinde Cem'deki herkes korkuyla ürperir.Aslında, Cem'de neşe diye bir şey yoktur; başından sonuna kadar korku,yeis, lanetleme ve trans durumuna geçme(esireme) vardır. Törenden sonra bellerindeki bağ çözülür, onlar artık Miseyip (Musayip)tirler ve biribirlerine hayat boyu "gardaş", "gardaş'ının karısına "yenge" derler.Birinin karısı diğerine "ümürze" der. Miseyiplik (Musahipler) kan kardeliğinden farksızdır. Birinin karısı, kızı -aynen "öz kardeş" de olduğu gibi-diğerine haramdır, buna uymayan kesin olarak " düşkün" olur. Kardeşlerin çocukları biribiriyle evlenebildiği halde, musahiplerin çocuklarının biribirleriyle evlenmesi günahtır, yani dinen yasaktır. Musahipliğin nereden kök aldığı bilinmiyor, ancak eski Moğol göçebe toplumunda kan akrabası olmayan iki erkeğin "anda" olarak adlandırılan bir bağla yakın dost oldukları bilinmektedir. Örneğin, henüz Cengiz Han olmadan önce Timuçin ile - sonradan rakibi olan-Camuka "Anda"dır." Timuçin, Tokotoa'dan aldığı altın kemeri Camuka'ya taktı; onu yıllardır kısır olan doru atına bindirdi. Camuka, Dayır-usun'dan aldığı altın kemeri Timuçin'e taktı ve onu Dayır usun'a ait olan beyaz ata bindiridi"[28]
__________________
Allahım gönlümde olanı hakkımda hayırlı eyle,
Hakkımda hayırlı olana gönlümü razı eyle.
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
CANDA ÖZÜR OLMAZ...
|