Warnung: Illegal offset type in [path]/includes/functions_post_thanks.php (Zeile 110)
Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar - Tekil Mesaj Gösterimi - DİVRİĞİ-Çayören
Tekil Mesaj Gösterimi
Alt 27.10.2008, 00:14   #8
seva
Usta Yiğido
 
seva - Ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
seva Şuan seva isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 31.08.2010 21:51

Üyelik Tarihi: 04.02.2008
Yaş: 40
Mesajlar: 15.375
Tecrübe Puanı: 2211 seva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz sein
Standart --->: DİVRİĞİ-Çayören

Çayören Köyü-DİVRİĞİ
Günlük Yaşam

Çayören’de günlük yaşam mevsimlere göre biçimlenmiştir, yani yılın her günü faklılıklarını da beraberinde getirir. Bununla birlikte, yaz-kış, ilkbahar-sonbahar hiç değişikliğe uğramadan , bir gün öncesinin aynen tekrarı olan bir iş vardır; ocaklığa ataş yakmak. Evde keyveni kimse ateşi de o yakar. Her sabah evde yataktan en erken keyveni kalkar, önce kapıya çıkar yüksek sesle Türkçe şükürler-dualar-dilekler eşliğinde elini–yüzünü yıkar: Layilaha illallah, hagh birisin resulallah ! Senin varlığına, birliğine, verdiğin nimmetlere şükürler olsun yarebi ! Elimi gözümü veresin, kimsenin eline yüzüne goymayasın, mıhanete mohdac etmeyesin ! Cemi cümle’nin yanı sıra bizim de (ev halkı) hakgımıza iyisini deel, heyirlisini veresin! Duşmana fırsat vermeyesin ! Kimseyi gorhtuğu yere uğratmayasın, yanı süre de bizi ( ev halkını) gortuğumuza uğratmayasın !, vb şükranlarını sunarak dileklerde bulunur. Dilekler mutlaka öncelikle 'Cemi Cümle, yani herkes içindir. Çünkü, hiç kimsenin tanrısal yardımı yalnız kendisi için istemeye hakkı yoktur; bütün insanlar için ve özellikle Aleviler için dua eder, dileklerde/istemlerde bulunur; bütün insanlar için dua ederken/dileklerde bulunuken kendisi de bunun içindedir. Dualarının, dileklerinin Mıhammed Mısdafa , İmam Ali, On İki İmam, Üçler, Yediler, Gırghlar ve bütün ermişlerin, uluların yüzü suyu hörmetine kabul etmesini ister. Ayrıca Eyerli ve Gatırlı’dan da doğrudan benzer dileklerde bulunur. Sonra gelir ateşi yakar. Köyde çok az evde kibrit olurdu, bu nedenle ocağı yakacak keyveni kendi evine en yakın kimin bacası tütüyorsa sagsıyı (sadece ateş taşımak için yapılmış çok küçük bir kürek) alıp o eve gider ateş alıp gelir kendi ocağını yakardı. Hiçbir ev buna engel olamaz. Çok nadir de olsa da, ateş vermek istemeyenler Allah’ın ataşını bile esirgiyi diyerek ayıplanır. Ocaktaki ateş gece yatana kadar söndürülmez, ancak ev halkı yatmadan önce mutlaka sönmüş olmalıdır. Keyveni yatmadan önce ocağı kontrol eder eğer hala ateş varsa mısmıllah(Bismillah) deyip bir miktar su dökerek söndürür. Ertesi sabah günün ilk ışıklarıyla birlikte aynı seremoni tekrarlanır. Ocak yandıktan sonra ocağa çorba konur; yaz ise bulgur çorbası, kış ise tarahana çorbası. Çorba pişene kadar keyveni evi süpürür, anne-baba ve uşahglar (çocuklar)ahırları süpürür, hayavanların yemini-suyunu verirler. Herkes işini bitirince hep birlikte sofayara oturur çorbalarını içerler, sonra herkes kendi işine gider. Örneğin, ilkbahar ve yaz günlerinde ihtiyarlar ve çok küçük çocuklar hariç tüm köylüler tarlalarda, bahçelerde, harmanlarda çalışırken, sonbaharda erkekler tarla sürmek, ekin ekmek, keven almak ile meşgul iken kadınlar buğday yıkama, bulgur, yarma, un, tarhana gibi kışın yenilecek besinlerin üretimiyle ilgilenirler. Kışın ise, erkekler ve kadınlar hayvanların yemlenmesi, ahırların temizlenmesi, damlardaki karların kürenmesi gibi işleri birlikte yaparlar. Erkekler karın bol yağdığı günlerde keklik avına giderler.

Çayören'de günlük yaşamın değişmeyen öğesi de kadınların ve erkeklerin çocukluk çağlarından başlayarak "türkü" söylemeleridir. Herhangi bir iş görürken, örneğin evde tuluk yayarken veya ahırları süpürürken, tarlada ekin dereken, çayırda tırpan vuruken, harmanda düğen süreken, yolda yürürken, yaylada koyun sağarken, düğünde oynarken türkü söylerler. Başka bir ifadeyle, nerede hangi işi yapıyor olurlarsa olsunlar türkü söylereyek yaparlar ve günümüzde kentlerde yaşayanlar da türkü söylüyor, türkü dinliyor ve türkü söylenen barlarda eğlenmeye gidiryolar. Kısacası türkü Çayören Köylüleri'nin hayatlarının olmazsa olmazıdır. Aynı olgu göçebe yaşam sürüdüren Avrupa Hunlarının da geleneğiymiş: "otlaklara bağlı Hunlar, sürekli göçebe yaşayan kabilelerden oluşuyordu. Savaşçı erkekler en önde at sürerken, kadınlar ve çocuklar hayvan derileriyle örtülü arabalarda zaferin ganimetleriyle arkadan yol alırlardı...Tek düze ve uzun göçlerine tek ruh veren, doğaya saygının ifade edildiği türküleriydi.Bu türkülere, sürekli şaklayan kırbaçların sesi ve atların kişnemeleri karışırdı"[38]

Çayören köyü erkeklerinin günlük yaşamlarında vazgeçemedikleri bir alışkanlıkları da köyün ortasındaki küçük meydana gitmektir. Köyde hiçbir zaman kahvehane olmamıştır, toplanma yeri en soğuk kış günlerinde de,en sıcak yaz günlerinde de köyün tam ortasındaki küçük meydandır. Köyle ilgili bütün kararlar bu meydanda alınır. Burada sadece erkekler toplanır, önemli kararların alıncağı günlerde yandaki evlerin ayvanlarına toplanan kadınlar bir yandan sohbet ederlerken diğer yandan meydandaki tartışmaları dinlerler ama hiçbir zaman tartışmalara katılmazlar. Meydanın kıyısında bir kalas ve taştan yapılmış, 15-20 kişin oturabileceği bir yer vardır. Buraya daha çok yaşlılar ve sakatlar oturur, geri kalanların tümü ayakta üçlü, dörtlü veya daha fazla kişinin katılıdığı gruplar halinde sohnbet ederler. Kimisi tarladan yeni gelmiştir, evine gitmeden oraya gelmiştir.Bu nedenle elinde kürek, kazma, değnek, orak veya tırpan olabilir. Çocukları gelip akşamlık için (akşam yemeği için) babalarını oradan çağırırlar. Yaz günleri orada oturduğu yerde uyuyakalıp sabah uyananlar bile olabilir. Bazan bu meydanda çok kişinin katıldığı kavgalar olur; yüksek sesle söylenen galiz küverlerlerle birlikte yumruklar, kürek sapları, değnekler ve küçük taşlar havada uçuşur, kimin kime vurduğu pek belli olmaz.

Çayören köylülerinin, özellikle kadınlarının, günlük yaşamlarında zorunlu olmakla birlikte severek de yaptıkları günlük işlerden biri de, daha çok kış ve ilkbahar günlerinde, sabah ekenden “Ergek”e sığır gatmaya (katmaya) gitmeleridir. Ergek, köyün hemen alt tarafında, Uludere’nin kıyısında irili ufaklı çakıl taşlarıyla dolu bir alandır. Her ev büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarını sabah erkenden, çorbalar daha içilmeden, buraya haylar; tüm köyün sığırları (öküz, inek, at, eşek, katır) ve davarları ( koyun, keçi) toplandıktan sonra çobanlar tarafından yaylıma götürülürdü. Buğasak olan inekler büyük bir itiş kakış ve bağrışlar içinde Ergek’te boğaya çekilirdi; ineğin boynuna bir organ bağlanır, sahiplerinden en güçlü kuvvetli erkekler bir yandan hem ipten hem de ineğin kulaklarından tutarak hareket etmesini engellenmeye çalışırken diğer yandan da boğaları cinsel bakımdan uyarmak için sürekli yüksek sesle “hırrr, hırrrr, hırrrrrr!!! diye bağırırlardı. Bu olaya “çevürme” (çevirme) denir. Boğanın ineğin üzerine sıçrayarak cinsel birleşmeyi başarmasına “aşma” denir. Çevirme işinde yaşlı-genç, çoluk-çocuk, kadın-erkek görev alır. İri, güçlü kuvvetli boğaların aşması için evin erkekleriyle birlikte gelinlik kızları - yeni gelinleri de dahil kadınları da yardımcı olur, yani diğer boğaları sopayla kovarak, istedikleri boğaların ineklerine aşmasını sağlarlar. Ergek’te sığır veya davar gatma işini daha ok yaşlı kadınlar ve çocuklar yapardı. Orada kadınlar –tıpkı erkelerin köy meydanında yaptıkları gibi- hemen ayaküstü ikili –üçlü gruplar oluşturarak bir iki gün önce olan kavga, yeni ortaya çıkan bir aşk hikayesi, vb gibi yakın geçmişe ait ilginç olayları kısık sesle analiz ederler, yorumlar yaparlardı, yani dedi-kodu yaparlardı. Kısacası Ergek’e sığır gatmaya gitmek Çayören kadınları için hem iş hem de sosyal bir faaliyet idi.

İlkbahar

Mart ve Nisan aylarında bolca kavak ve söğüt ağaçları dikilir. 1965'ten sonra elma, armut, kayısı, ceviz gibi meyve ağaçları fidanları dikilmeye ve köyün tarlalarındaki yetişmiş olan yabani elma ile ahlat ağaçları aşılanmaya başlandı. Çayören köylüleri 1960'lı yılların ortalarına kadar elma, armut, ceviz ve dut'u Malatya'nın Arapgir ve Eğin (Kemaliye) ilçelerinden katırlara, eşeklere yüklenerek köye buğday, fiğ, arpa ile değiştirmeye getiren çerçilerden -çok az miktarlarda- temin edebilirlerdi. Asıl elma ve armut ihtiyaçlarını tarlalarda ve meralarda bulunan yabani ağaçlardan karşılarlardı. Bu meyvalar Ekim-Kasım döneminde olgunlaşırlardı. Herkes kendi tarlasındaki ağaçları korur, meyvalarını getirip samanlıkta depolar, sonbahar ve kışın yerlerdi. Saman üzerine konan bu meyvalar hem daha çabuk olgunlaşırlar, hem de çörüşmezler (tazeliklerini korurlar). Çayören'in çevresindeki diğer Alevi ve Kürt köyleri de aynı durumda idi. Bu nedenle, özellikle dağlardaki yabani meyvelerin toplanması ( köylüler toplamak yerine "etmek" derler; 'alma etmek, " armut etmek') yüzünden hem Çayören köylülerinin kendi aralarında, hem de başka köyülerle bazen sert tartışmalar, hatta kavgalar olurdu. 1960 yılında köye Sivas Yıldızeli Köy Eğitim Enstitüsü mezunu bir öğretmen geldi, okulun hemen yanındaki bir köylüye ait yoncalıkta bulunan yabani armut (ahlat) ağacına "aşı" yaptı. Bu ağacın 4-5 yıl sonra meyva vermesiyle birlikte köylüler bir yandan tarlalarında bulunan yabani elma ve ahlat'ları aşıladılar, bir yandan da yonca, fiğ, 'boy'(çemen otu) ektikleri yerlere Tokat'tan, Amasya'dan, Malatya'dan getirdikleri elma, armut, kayısı, ceviz ağaçları diktiler. Aynı dönemde arıcılık hızla gelişti. 1970'lerin başlarında 5 ton elma, 2 ton bal üreten evler oldu. Bugün, -köyün üretken nüfusu büyük kentlerde olduğundan- elma, armut, kayısı ağaçları kesilerek odun olarak kullanıldı, ceviz yetiştirme ve arıcılık sürdürülüyor.

Ot Derimi

Mayıs ayının ortalarından Haziran'ın sonuna kadar devam eden süredir. Bu sürede yoncalar, çayırlar, tumlar (tarla sınırları)daki otlar orak ve tırpanla biçilir, dağlardan "kes" denilen dikenli bitkiler orakla biçilerek getirilir. Biçilen otlar 'pırnat' halinde kurumaya bırakılır. Biçilen yoncalar 'bağ', çayır otları 'burma' yapılır.'Bağ', biçen kişinin elinin büyüklüğüne göre değişmekle birlikte 3-4 yonca destesi üst üste konularaka yine yoncadan yapılan bir bağ ile bağanır.Yonca bağı, modern tarım araçlarıyla yapılan saman balyasına benzetilebilir. 'Burma', çayır otları tırpanla vurulur (biçilir),birkaç gün kurumaya bırakılır, sonra alt-üst edilir yin 3-4 gün kurumaya bırakılır. Kuruyan otlar 4-5 noktada yığılır ve her yığın iki kişi tarafından bükülerek burma haline getirilir. Bunlardan ayakta olanı küçük bir deste ot alır, tam ortasından ikiye katlar ve ortasından 30-40 cm uzunluğunda bir sopa geçirir ve eğilerek bunu ot yığının dibinde oturan kişiye uzatır, oturan kişi yığındaki otu sopaya dolanmış ota -bükerek- ekleme yapar ve bunu 'vida yönünde' sürekli yapar, ayaktaki ise, iki ucundan iki eliyle tuttuğu sopayı ot yığınından ot ekleyen kişinin tersi yönünde bükererek ve vücudunu sağa sola hafiften yaylandırarak çok yavaş bir şekilde arka arkaya gider ve işaretli yerde durur. İşaretli yer, yapılacak burmanın büyüklüğünü belrler. Bu noktada ayaktaki kişi sopayı burmanın ucundan çıkarır, elindeki ucu, yığında sürekli bükerek ot ilave eden kişin elindeki uç ile birleştirir; ot, zıt yönde bükülen bir ip gibi, hemen dolanır; bunun adı burmadır. Çayırları büyük olan evler (aileler) yılda 500-1000 burma bükebilirler. Çok burma üretimi zenginlik işaretidir. Ot bükmek hem ağır, hem de sürekli aynı hareketler yinelendiğinden,can sıkıcı, bezdirici bir iştir. Ancak, hemen bitişik çayırlarda ot bükenler veya tırpancılar ile şakalaşmalar,İstanbul veya asker anılarının abartılarak anlatılması, ya da civardaki tarlalarda çalışan genç erkek ve kızların yüksek seslerle söyledikleri türküler, ıslık sesleri,çevredeki çoban çocukların yüksek seslerle konuşmaları veya birbirleriyle şakalaşmaları,köpek havlamaları, eşek anırtıları, at kişnemeleri, vb öğelerden oluşan ortamda günün akışı fark edilmez bile ve bu doğal ortam çocukların belleklerinde yerel kültürün hiçbir zaman silinmeyecek izleri olarak kalır.

Yaz

Çayören'de yaz 15 Haziran-15 Eylül arasındaki süredir. Çayören'de kış çok soğuk, yaz da o kadar sıcak geçer. Yazın özellikle öğlenleri çok sıcak olur. Gölgeler üç ayak olduğu zaman, yani saat 13.00 civarı, platonun her yanına sessizlik hakim olur. Günışıması (şafak)ile birlikte bozkırın her yerinden yükselen değişik canlılara ait sesler bu zamanda kaybolur. Çünkü, güneşin dayanılmaz sıcağıyla ağırlaşmış gök altındaki platonun her yanı sıcaktan kavrulur, her canlı bulabildiği bir ağaç veya bir kayanın veya gol denilen küçük dar vadilerin güneşi engelleyen kuytularına girer. Koyun çobanları sürüleri köye yakın koruluklara ya da ekilmemiş tarlalardaki ağaçların altına getirirler. Kendileri yemekleirni yedikten sonra uykuya çekilirler, o sürede berciler koyunları-keçileir sağarlar. Düğenci çocuklar öküzleri düğenden salar (düğeni çözer) 'kos gölü'ne giderler, orada Ulu Dere'de çimerler. Ekin tarlalarındaki honcular dermeyi bırakırlar, gölgelerde dinlenmeye çekilirler, bazıları uyur. Başka bir söylemle gökten lav lav ateşlerin indiği yaz öğlenlerinde bozkırda çığlıklar diner; güneş ve sessizlik buluşur. Gölgelerin salınması, yani 6 ayak olması, ile birlikte, bozkırın her yanı yeniden canlanır; koyun sürüleri yeniden yaylıma çıkar, honcular honlarına yeniden girerler, türküler, çocuk ağlamaları, çan sesleri, köpek havlamaları, eşek anırmaları, at kişnemeleri yeniden birbirine karışır. Gölgelerdeki, korulardaki, kuytulardaki börtü böcek, kurdu kuşu kendilerine özgü sesleri ile yeniden fonda belirirler. Akşamla birlikte, Ağustos öğlenlerinin mavi-kızıl göğünün altında çocuğu-erişkini, kadını- erkeği, börtü-böceği, kurdu- kuşu velhasıl bütün canlılarıyla dolu düzlükleri – tepeleri –vadileri ile birlikte plato kendini soluksuz geceye bırakır.

Yaylaya Çıkma

Ot deriminden hemen sonra ya Gatırlı'nın düzüne ya da Eyerli'nin eteklerindeki Kızılpuar ( kızılpınar) ve Beşpuar(beşpınar) meralarına çıkılır.Her ev önceden gider taş, çamur, keven, çalı-çırpı kullanarak tek gözlü sıvasız, badanasız, duvarlarında pencere yerine küçük delikler, giriş yerinde kapı yerine büyücek bir çalı olan bir barınma yeri yaparlar,buna "ağıl" denir. Her yıl yaylaya çıkmaya yakın günlerde gidilip ağıllar onarılır. Yaylaya çıkmada asıl amaç ekonomik faydadır. Yalaya evin yaşlı kadını (keyveni)ve çocuklar konur. Tarlalarda çalışacak asıl iş gücü köydedir. Yalaya çıkanlar beraberlerinde koyun, kuzu ve ineklerini de götürürler ama çift veya düğen sürecek öküzler ile yük taşıyacak eşek, at veya katırlar köyde bıraklır. Böylece, sütünden yayarlanılacak hayavanlar dağlardaki otlara ve sulara ( buna yaylım denir) daha yakın olurlar; köyden oralara ulaşmak için en az 2-3 saatlik yol katetmek zorundadırlar, oysa yayladan 15-20 dakika sonra yaylıma ulaşırlar. Sonuçta, yaylada kışın tüketilecek tereyağı, peynir,ayrandan yapılan çökelek ve tarhana daha çok üretilir. Yayla aynı zamanda, köyde çalışanlara çocuklar ile her gün yolladığı yoğurt, kaymak, süt, ayran ile besin desteği verir. Yayladaki çocuklar gün doğarken ebelerinin (babalarının anneleri) kalaylı bakır barkaçlara veya arvencinlere doldurdukları ayran, yoğurt, çökelek, peyniri veya bohçlara sardıkları kuru kaymakları koyun yünü veya keçi kılından yapılmış heybelere, torbalara koyarak 'semer' vurulmuş eşeklere yüklerler ve eşeklerin sırtlarına binerek gruplar halinde yola çıkarlar, büyük bir neşe, coşkunluk içinde ve çoğu kez hep birlikte türkülerin söylendiği 2-3 saatlik bir yolculuktan sonra köye ulaşırlar. Akşama doğru ise köyden aynı heybelere, torbalara konulan bulgur,tuz, şeker, bostan( pirpirim, yeşil pancar, taze soğan, hıyar) gibi yiecekleri ağıla götürürler. Bu döngü 3 ay, Eylül'ün ortalarına kadar sürer.

Yayla kültürü aslında göçbe yaşamın gereklerindendir. Çayören Köyü'ne nasıl intikal ettiği bilinmiyor. Köydeki bazı yaşlıların verdikleri bilgilerden yaylaya çıkmanın en çok yüzyılllık bir geçmişi vardır, ondan öncesi bilinmiyor. Bugün aynı dili konuşan ve aşağı-yukarı aynı kültürü yaşayan Toroslar'daki Türkmenler (Yörükler) ezelden beri yaylaya çıkmaktadırlar. Yörükler etnik olarak Türk-Moğol kabul edilmektedirler. Moğollar kışları görece ılman vadilerde yazları ise dağların yükseklerinde geçirirlerdi. Örneğin, Çinli Taoist rahip Çang-Çun'un bildiridiğen göre, Cengiz Han ile 1222 yılında Ceyhun nehri yakınlarındaki ordugahında bir görüşme yapmış ancak Cengiz görüşmenin devamını Kasım ayına ertelemiştir. Çünkü, "görüşmeden sonra Cengiz Han, yaz sıcaklarının başlaması üzerine 'karlı dağlara' doğru ilerlemeğe başlamıştı."[39] Kasım'da havalar soğuyunca yeniden ılıman bölgelere gelecektir. Çayörenlilerin Haziran'da yaylaya çıkıp Eylül'de köye dönmelerine çok benziyor. Kısacası, Çayören'deki yayla kültürü Orta-Asya'daki Türk-Moğol göçebe yaşamının ekonomik-kültürel bir kalıntısı olabilir.
__________________
Allahım gönlümde olanı hakkımda hayırlı eyle,
Hakkımda hayırlı olana gönlümü razı eyle.


[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]


CANDA ÖZÜR OLMAZ...
seva isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 11 Kullanıcı seva'e Teşekkür Ediyor...