“Tamamlayan Kavimler” yalanı: “Efendi-Metres” Gerçeği
Bazı Tanımlar:
Bir şey hakkında konuşurken veya yazarken önce o şeyin bir tanımını yaparız. Tanımlamak, tanımlananın ayırt edici özelliğini vurgulamaktır. Tanımlarken kullandığımız ifadeler herkesin aynı şeyi anlamasını sağlayacak kadar açık olmalıdır. Bu anlayış doğrultusunda, konuya girmeden önce "millet", "ırkçılık", “
metres” , “efendi” gibi bazı kavramları kısaca tanımlamamız gerekir.
Çağdaş yorumuyla
millet “geçmişten şimdiye kadar olan süreçte dil, inanç, kültür, akrabalık ve soy birliği gibi ortak değerler oluşturarak bir araya gelmiş bütünleşmiş topluma denilmektedir. Böyle bir topluluğun geleceğe yönelik anlam ve derinlik kazanması, başka bir söylemle gelecekte yaşama arzusu gösterebilmesi için ortak bir geçmişten gelmiş olması şarttır.
Irkçılık, sadece kendi milletine ait olan ortak değerlerin “ yüksek değer”, diğer milletlerin ortak değerlerini ise “ değersiz” görme anlayışıdır.
Türkler, tarih süreçte hep göçebe yaşamış, her girdikleri uygarlık alanında asimle olarak köklerinden kopmuş, yazılı metinleri olmadığından toplumsal belleği hiçbir zaman oluşamamış, her zaman aşağılanmış, adam yerine konulmamış ve Asya kıtasının hemen her yanına saçılmış topluluklardır. Bu etnisitenin tarihte ilk kez adını duyurduğu yer İç Asya’da bugün Moğolistan olarak bilinen yerdir.
Türk etnikin kültürü Türkiye’de bugün Türk Kızılbaş Aleviler tarafından –bilinçsiz bir alışkanlık tarzında- az çok yaşatılmaktadır.
Yahudilik ise, üstün, ayrıcalıklı, özel bir topluluğun, diğerlerinden kendini özenle ayırma çabasıdır. Yahudiler, hem bulundukları toplumun elitlerine bağlılıklarını ifade etmek, hem de Yahudi’ce bakış açısıyla insanlar ve toplumlar arasında "ben ve öteki" ayrımı yapmak, Yahudiliğe özgü bir karakterdir. Buna çağımızda Yahudi ırkçılığı, Siyonizm denilmektedir. S
adece Türk milliyetçiliğinin değil, modern milliyetçiliklerden bir çoğunun önde gelen teorisyenleri de Yahudilerdir. Kurguladıkları milliyetçiliğin içinde kendi milliyetçiliklerini gizlerler. Tarihlerine ve efsanelerine sarsılamaz bir bağlılıkları vardır. Bu konuda hem Türkiye, hem de dünya pratiğinde somut ve güncel olaylar var. Örneğin, Türkiye’de “AK” sözcüğü Yahudilik ile o kadar özdeşleşmiştir ki, bu sözcüğü adlarında, soyadlarında veya şirket adlarında taşıyanlar çok büyük bir olasılıkla Yahudi asıllıdır. “Ak”, hem bir Yahudi efsanesinden kök alır, hem de bir Yahudi kabilesinin, Libni=Ak, adıdır. ( Y. Küçük: İsyan-1, s 581-600) (
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...])
Yahudilerin bu davranış biçimleri, toplumbilimciler tarafından yadırganmamaktadır;
Yahudilerin yaklaşık iki bin yıl vatansız-devletsiz yaşamaları onların karakterinde derin değişimler yaparak kendine özgü toplumsal korunma güdüleri geliştirdikleri şeklinde değerlendirilmektedir. T
arih boyunca Yahudiler, ana özellikleri olan yükselen güçlerle işbirliği yapıp tefecilik imtiyazları elde etmek dışında bir varlığa sahip değildir. Perslerle başlayan bu serüven Roma yükselince Roma'ya, İslam gelince Müslüman yönetimlere, Avrupa'da yükselen kral ve beyliklere ve en son bugün ABD'ye kullanım değeri halinde kiralanmış bir asabiyeye dayanır. Yani Yahudiler ne zaman güçlü görünmüşse, o dönemin esas politik gücüne bakmak gerekir.(Ahmet Özcan: Yahudilik Nedir,
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...])
Konumuz, işte bu iki farklı toplumun “aynı” oldukları tezini irdelemektir.
Fransızca “
maitresse” sözcüğünün Türkçe söylenişi olan “
metres”, Türkiye’de günlük yaşamda evli bir erkekle nikâhsız yaşayan kadına denir; böyle kadınlara, eskiden “
kapatma” veya ”
kapama” da denirdi; bu üç sözcük de, halkın zihninde “orospu”yu çağrıştırır. “Efendi” ise, birçok anlamları olmakla birlikte, daha çok “sahip=egemen” olmayı vurgular. Günümüzde, “efendi” veya “
sahip” yerine “
patron” deniliyor. Efendinin düşüncesinde metresinin algılama, düşünme, değerlendirme gibi beyinsel fonksiyonları hem yetersiz, hem de gereksizdir, gerekli olan ise bedensel cazibesidir; patron için metres, “bekleyen kadın” dır. Bunu şu şekilde de ifade edebiliriz: patron-metres birlikteliğini sağlayan parametreler patronun beyni ile metresin bedenidir. Bu nedenle efendi, söz konusu birlikteliğin niteliğini ve süresini belirlemenin ötesinde metresin özel ve genel yaşamını da belirler; kimlerle konuşacağını, kendisine ve başkalarına nasıl davranacağını, nereye gidip nerelere gitmeyeceğini, vb özel yaşama ait gerekli gördüğü düzenlemeleri –gerektiğinde şiddet de kullanarak- yapar. Yani, metresin ne birinci eş gibi statüsü, ne de ikinci eş gibi resmiyeti (toplumsal kabul) vardır; o, “düşürülmüş”, yani değersizleştirilmiş bir kadındır. Metres –cinselliğinden soyutlanırsa- tek sözcükle, “kul=köle”dir.
Tamamlayan Kavimler Yalanı
Prof. Dr. Yalçın Küçük, Yahudilerin amaçlarından birinin de “
İsrail Yahudileri ile Türkleri bir tek kavim” göstermek olduğunu ileri sürmektedir. Bu teorisine dayanak olarak da, İsrail’in kurcu devlet başkanı,
Osmanlı mebusu, Ben Gruion ile Türkiye Başbakanı Adnan Menderes’in ( asıl adı: Ali Adnan, cinayet işledikten sonra : Adnan Ertekin, siyasete girdikten sonra: Adnan Menderes) (Prof. Yalçın Küçük: İsyan-2, s: 597)
1958 yılında imzaladıkları “gizli” bir anlaşmayı göstermiştir. Çok gizli tutulan bu anlaşmada “
complementary nations:
tamamlayan kavimler” ifadesinin yer aldığını 1987 yılında Yahudi Doktor Nachmani’nin yayınladığı anıları sayesinde haberdar olunduğunu not etmiştir:
“1958 Alyansı ile, Yahudiler’le “tamamlayan kavim” olmayı kabul ettiğini de öğreniyoruz.” (Prof. Dr. Yalçın Küçük :İsyan-1, s:312.) (
Alyans=Aliyah=Aliye: Filistin’e göç anlamında kullanılır)
Bununla birlikte, Ben Gruion’un öncülleri Siyonist teorisyenler (
aynı zamanda da Türk ırkçılığının teorisyenleri) Arminius Vambery, Emmanuel Karasu (Carasso), Avram Galante, Leon Cahun, Moiz Kohen (Munis Tekinalp= Tekin Alp )’ e göre, “
tamamlayan kavimler” şöyle dursun,
Türkler, Moğollar ve Yahudiler aynı soydan gelmektedirler. Hatta, Prof. Dr. Avram Galante, daha da ileri giderek, Atatürk’ün “Yahudiler bizim gibidir, yani Türkler ile Yahudiler arasında fark yoktur” dediğini iddia etmiştir. (Prof. Dr. Yalçın Küçük:İsyan-2,s:289). A
vram Galante, 1873 Milas doğumlu Siyonist bir Yahudi’dir. Çocukluğu Bodrumda geçmiş ve Rodos’ta bir Yahudi okuluna gidene karar Türkçe öğrenmemiştir. (Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsyan-2,s:289).
Türkçeyi –zorunlu olduğu için-sonradan öğrenen biri, Türklerle Yahudilerin aynı kavimden olduğunu iddia ediyor; tam bir yılanlık!
Ancak, Yahudi ırkçılarının(Siyonistlerin) bu düşüncesi, 1948’ten öncedir; henüz İsrail Devleti kurulmamıştır ve 1967 Arap-İsrail Savaşı olmamıştır. İsrail Devleti kurulduktan sonra, “aynı kökten” teorisi yerini “tamamlayıcı kavimler” teorisine bırakmıştır.
Bu yeni teoriye, 1967’de İsrail’in Arapları 6 gün gibi çok kısa bir sürede bozguna uğratmasından önce, Prof. Küçük’e göre, şiddetle gereksimin vardır; çünkü, “
tamamlayan kavimler”
hedefinin temelinde yeni kurulan İsrail Devleti’nin yaşatılması vardır. O’na göre, “Siyonist Ben Gruion, has Yahudi nüfusu ile İsrail’in yaşamasına imkan olmadığına inanmakta ve bu nedenle Türkiye nüfusuyla Yahudi aklını birleştirmeyi yüksek tutmuştur.” Nitekim, 1958 yılında yapılan söz konusu anlaşmada ele alınan konulardan biri de Türkiye nüfusunun hızla çoğaltılmasıdır. Oysa, Yahudi ırkçıları (Siyonistler), T
ürkleri kültür bakımından diğer halklara göre “geri:ilkel” olarak değerlendirmişlerdir. Nitekim, Türkler ile Yahudileri “
tamamlayan kavimler” olarak formüle eden Ben-Gruion’un kendisi bile, “
Türkleri, Ermeniler, Yahudiler ve Elenler (Rumlar) kadar gelişmiş kabul etmiyor, bunu açıkça yazmıştır .”( Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsyan,s:490,499). Türk milliyetçisi kimliğindeki en azılı Yahudi ırkçısı Tekin Alp (
Moiz Kohen) de aynı görüştedir; 1909 yılında Hamburg’da toplanan Dokuzuncu Dünya Siyonizm Kongresi’nde şunları söyler:
“
Türkiye gerçekleştirilecek büyük bir Yahudi göçü, ülkemizde dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan atak bir güç olacaktır. Ayrıca, bizde (Türkiye’de), kendilerini asimle edecek daha yüksek bir kültür olmadığı için, göç eden Yahudiler, kültürel kimliklerini koruyabileceklerdir. Örneğin ne Arnavut kültürü ne de Ermeni kültürü Yahudi kültürünü eritmeye ve onun özgün yapısını bozmaya yetecek güçtedir.” (Prof. Dr. Yalçın Küçük:İsyan-1, s 497).
Görüldüğü gibi,
Türklerin kültüründen söz edilmemektedir: “yok” sayılmaktadırlar. Demek ki, Siyonist düşüncede Türkler tıpkı Ottoman’ın kurduğu devletteki (The Ottoman Empire) statüsündedirler: “
etrak-ı bi-idrak”tirler. ( Etrak: Türkler, İdrak:Anlayış yeteneği, anlama, kavrama, akıl yürütme:
Bi-idrak: İdraki olmayan, idraksiz; hayvan)
“Ayrıca, bütünleyen kavim, “Beni İsrael, Türkleri çok soğukkanlı ele alıyorlar; kuvvete saygı gösterirler demektedirler. Belki de kuvvete taparlar demek istemektedirler. O tarihteki İsrail dışişleri bakanlığı belgelerine göre, Türkler, bir kuvvet ne kadar vahşice tatbik edilirse, daha çok seviyorlar, değer veriyor ve de anlıyorlar; bundan bir rahatlık çıkardıklarını –kesinlikle okuyabiliyoruz.” (Prof. Dr. Yalçın Küçük:İsyan,s: 312)
Yani, Türkleri kontrol altına almak (yönetmek) için gerekirse şiddet kullanılması öğütleniyor, çünkü uygulanan zora Türklerin karşı koyması şöyle dursun, şiddeti uygulayanlara saygıyla boyun eğeceği vurgulanıyor. (12 Mart ve 12 Eylül darbeleri ile Maraş, Çorum, Ümraniye ve “Hayata (
Hayyim’e: İsrail’e) dönüş saldırılarında uygulanan şiddetin dozu bu mantıkla açıklanabilir mi?)
Ayrıca, yukarıdaki değerlendirmede –Türkler aşağılanarak- ırksal farklılıkları en ince ayrıntıya kadar ve kesin bir dille betimleniyor, ama yine de “
tamamlayan kavimler “ oldukları ileri sürülüyor; ne iştir!? Bu tamamlayıcılık, Aristoteles’in (İ.Ö 384-322), “..
gereken şeyleri zekasıyla önceden görebilen bir kimse, doğaca yönetici ve efendidir, oysa beden gücüyle bunları yapabilen bir kimse doğaca köledir, yönetilenlerden biridir. Bundan ötürü, efendiyle köleyi birleştiren ortak bir çıkar vardır” (Aristoteles: Politika. Türkçesi: Mete Tunçay) sözlerinden anlaşılan efendi-köle zıtlığının bütünlüğü müdür? Aristoteles’in bu düşüncesine göre
hayvan ile sahibi arasında da çıkar ilişkisi vardır; hayvan sahibinin (efendisinin) istediği şekilde çalışır, sahibi de onun “hayvanca” yaşaması için gerekli koşulları sağlar. Türk kökenli Türklerin, ki bunların asli unsuru -Türkçe başta olmak üzere- geleneğin taşıyıcısı olan Kızılbaş-Aleviler’dir, tarihine Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün baktığı/baktırdığı açıdan bakarsak ve Göktürk, Selçuklu, Moğol ve Osmanlı tarihlerinde gördüklerimizi-algıladıklarımız-sezdiklerimizi de Türkiye’de günlük hayata uyarlarsak efendi-köle, hatta sahip-hayvan zıtlığının oluşturduğu bütünlüğü çok net görürüz.
Prof. Küçük, Yahudi aklıyla Türk bedeni arasındaki bu ilişkiyi “metres “ ilişkisi olarak adlandırmıştır.
Ayrıca, İbranice’de Türkiye’ye, “
Türkiye Memleketi” dendiği gibi “
İsmail Memleketi” de denir. Zaten, Türk milliyetçisi kimliğindeki Siyonistler Türkiye’nin Türklerin değil, Yahudilerin vatanı olduğunu açıklamışlardır. Örneğin, görünürde Türk ırkçısı gerçekte en keskin Yahudi ırkçısı(Siyonist)
Tekin Alp (Moiz Kohen) şunları söyler:
” Türkiye’yi, bizler, zamanımızın
Kenan Ülkesi, İsrailoğulları’nın kutsal toprakları olarak değerlendiriyor ve kardeşlerimizin, modern ülkelerin zulmünden ve kentlerin uşaklık ve ezikliğinden kurtulmaları için tek çözüm olarak görüyordu.
Türkiye’ye gerçekleştirilecek büyük bir Yahudi göçü, ülkemizde dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan atak bir güç olacaktır…Eğer Yahudiler Yahudi olarak kalabilirlerse, eğer partizanlık nedeniyle bir ayrılık olmazsa, aralarındaki kardeşlik bağlarını sürdürebilirlerse anti-Siyonizm yok olmaya mahkum olacaktır.
Ve merhum Theodor Herzl’in dileği olan Yahudilerin kendi toprakları olmasını istiyorsak, bu topraklar, Türkiye’dedir.”(Prof. Y. Küçük: İsyan-1, s: 498)
Gerçekten,
1920’lerden itibaren Türk kimliğine gizlenen Yahudiler, Ermeni, Çerkez ve Rum etnik grupları yok ederek ve Türkiye’ye Balkanlardan, Ege adalarından ve Rusya’dan gerçekleştirilen büyük Yahudi göçleri ile, “ülkemiz” dedikleri Türkiye’de -İsrail ve New York hariç- dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan atak ve hegamon bir güç oluşturmuşlardır. Türkiye’ye gelen Yahudi göçmenlerin Ege, Akdeniz, Karadeniz ve İç Anadolu’nun en verimli ovalarına yerleştirildiklerini, buna karşın Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları çok verimli büyük ovaları olan Güneydoğu Anadolu ile kışları çok uzun ve verimsiz toprakları olan Doğu Anadolu’ya hemen hiç muhacir (Yahudi göçmen) yerleştirilmediği, “
Osmanlı Ülkesine Yahudi Göçleri, “adlı önceki derlemelerimde çok açık görülmektedir.
Prof. Küçük, bu “tamamlayan kavimler” formülüne Türkiye gizli Yahudilerinin razı olduklarını, asıl sorunun İsrail Yahudilerinin ikna edilmesi olduğunu ileri sürmüştür. Bunun için, yani Yahudilerle Türkleri bir potada eriterek bir kavim çıkarma işine ikna etmek için, bir “ortak tarih” yazımına ihtiyaç duyulduğunu, böylece de İsrail’in kurucu başbakanı “ Ben Gruion” un “
Irksal yakınlık olmasa bile” (Y. Küçük:İsyan,s: 303)
“
tamamlayan kavimler” formülünün hayata geçirilmesinin amaçlandığını ileri sürmüştür. (İsyan-2, s: 524).
Ortak bir tarihi yazımı için, Yahudi asıllı ancak Türk görünen madrabaz tarihçiler, yazarlar, çizerler bazı tarihsel olaylar çarpıtılarak, bazıları da tamamen uydurularak bu korkunç ırkı Türklerle aynı kavimden veya birbirini tamamlayan kardeş kavimler olarak göstermeye çalışırlar. Türklerin aşırı ölçüde bir “Yahudiseverliği” olduğu toplumsal belleğe yerleştirilmeye çalışılmaktadır.
Prof. Küçük’e göre, bu yeni bir tarih yazımıdır ve tamamen “uyduruk” bir tarihtir. Örneğin, İspanya’dan 1492’de kovulan Yahudilere sadece Osmanlı Devleti’nin kapılarını açtığını, hatta İspanya’ya gemiler göndererek Yahudileri getirttiği, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Marsilya, Paris ve Rodos Başkonsoloslarının (tümü de Türk kimliğindeki Yahudilerdir, bunlardan Necdet Kent’in oğlu Muhtar Kent bugün dünyanın en büyük şirketlerinden ve bir Yahudi kuruluşu olan Coca-Cola’nın genel müdürüdür), kendi hayatlarını tehlikeye atarak, Yahudileri Nazi toplama kamplarına götürülmekten kurtardıkları, Birinci Dünya Savaşı sonunda işgal edilen Türkiye’de işgal kuvvetlerine karşı ilk kurşunun İzmir’de Hasan Tahsin (Osman Nevres) adında bir Yahudi’nin attığını yazdıkları tarih kitaplarında, romanlarda, sinema kurgularında, gazete makalelerinde ve haberleri ile ölen Yahudi asıllılar için düzenlenen cenaze törenlerinde devlet adına ve kişisel konuşmalarda yer almaktadır. Oysa, Prof. Dr. Yalçın Küçük, tüm bunların uydurma olduğunu, asıl amacın Türklerle Yahudileri birbirini seven, ortak bir tarihi, kültürü paylaşan kavimler olarak gösterilmek istenildiği için kasıtlı-bilinçli olarak uydurulduklarını belgeler göstererek kanıtlamıştır (Belgeler Prof. Y. Küçük’ün “Tekeliyet” ve “İsyan” kitaplarında Örneğin, İbrani asıllı (kripto) Prof. Dr. H. İnalcık,
“
Türkler ile Yahudilerin asırlar boyunca birlikte yaşadıklarını, ortak deneyimler ve olumlu bellekler edindiklerini işaretle, böylece, ‘dostlukla bütünleşmiş bir aile’ oldukları sonucunu çıkarmaktadır. Bütün bu masalların, abartmaların, gerçekdışı yazımların, madalyaların, bunun için düzenlendiğinden hiç kuşku duymayız: bir tarih yaratılmaktadır.” (İsyan-2, 533)
Yahudi tarihiyle ilgili bir şeyler yazmaya çalıştığı için dünya Yahudiliğinin kontrolündeki Nobel Ödülü verilen Hazar Yahudi’si Orhan Pamuk, Karay-Hazar Yahudilerinin tarihiyle ilgili yazdığı “ Kara Kitap'ta:
“Hazarların aslında Yahudiliği seçen Türkler olduğunu da biliyorduk. Ama bilmediğimiz şey, Yahudilerin Türk olduğu kadar, Türklerin de Yahudi olduğuydu.
Kardeş olan bu iki kavmin, yirmi yüzyıl boyunca, göçlerle birbirlerine kavuşamadan, ama hep birbirlerine teğet geçerek, gizli bir müziğin ritmiyle birbirleriyle dans eder gibi, birbirlerine mahkûm umutsuz ikizler gibi dalgalanmalarını izlemek ne kadar, ne kadar ilginçti." (Orhan Pamuk: Kara Kitap, s:127)
"Kara" İbrani'de okumak demek ve kendilerini Tevrat'ın okunmasıyla sınırlayan bir tarikatın da adıdır; daha çok Kırım çevresindeki bu tarikatın mensuplarına,
İbrani "karaim", Latin kökenli dillerde "karaid" ve bizim dilimizde ise "-i" nisbet ekiyle " kara-i" daha doğrusu "karay" denmektedir. (Y. Küçük: Tekeliyet-2, s?)
Bir taraftan “Anadolu’da Yahudileri asimle edecek bir kültür yok” derken sadece Ermenileri ve Arnavutları muhatap olarak görüyorlar ve Türklerden hiç söz bile etmiyorlar, diğer taraftan “
dostlukla bütünleşmiş bir aile’ olduğunu iddia ediliyor. Ne yaman bir çelişki! Yine aynı şeklide, kardeş olan iki kavimden Yahudi olan ekonomiyi, siyaseti, kültürü, kısacası toplumun tüm faaliyetlerini yöneten/yönlendiren kavim olurken, diğer kardeşe, yani Türk’e cephede –ölmeleri emredilen- rütbesiz asker, ekonomide işsiz ya da hamal, amale, hizmetçi,ucuz orospu, pezevnek, seçim sandıklarında –göstermelik demokrasi adına- “beyaz efendi: Yahudi” seçme özgürlüğü verilmiştir. Seçilmesi için –Türkçü, Kürtçü, sosyalist, sosyal demokrat partiler de dahil- bütün siyasi partilerin gösterdikleri tüm aydalar “seçilmiş kavim” hastalığıyla sakatlanmış Yahudi ırkındandır; seçim ve seçim hukuku bunun için yapılmıştır:
“Sözünü ettiğim bu üçüncü iç savaştan sonra, de facto, aday tespiti, merkezi otoriteye bırakıldı, İngilizce deyim ile vekillerin constimency'leri kaldırıldı, bu, büroların dışında, politik faaliyeti tasfiye etmek anlamına geliyordu. Böylece vekiller daha tabansız yapılmıştır. Ayrıca, vekil olabilmek için, bir listenin toplam oyların yüzde onundan fazlasını alması şartı da getirilmişti, bu da hiçbir muhalif görüş mensubunun vekil olmamasını garanti altına almak sayılıyordu, vekil listeleri oligarşiler tarafından belirlenmiştir. Bütün bunlar için, önce sol ve daha sonra da Kürt tehlikesi gerekçe gösterilmiştir; fakat bugün, bu iki tedbirin sadece tekelistleri vekil yapmak için alındığını görüyoruz.”(Y. Küçük: Tekeliyet-2, 70)
“Bugün ülkede, yeteneklere, bütün kapılar ve yerler kapalıdır; öyleyse seçim ve yarış yoktur diyebiliyoruz.”(Y. Küçük: Tekeliyet-1, s:11)