Warnung: Illegal offset type in [path]/includes/functions_post_thanks.php (Zeile 110)
Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar - Tekil Mesaj Gösterimi - Tarihte Türk –Yahudi Birlikteliği: EFENDİ-METRES İLİŞKİSİ-1
Tekil Mesaj Gösterimi
Alt 19.02.2016, 15:43   #1
cebe
Tecrübeli Yiğido
NO AVATAR
 
cebe Şuan cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 17.08.2016 15:36

Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 580 cebe FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Tarihte Türk –Yahudi Birlikteliği: EFENDİ-METRES İLİŞKİSİ-1

İki Göçebe Toplum: Türkler ve Yahudiler

Bilinç toplumsal olduğuna göre, aynı zamanda tarihseldir de. Tarih bilinci ise, bugünü geçmişin sonucu geleceğin de bugünün bir devamı sayan bilinçtir. Böyle bir bakıştan yoksun ele alınan tarih, aslında tarih olmayıp, salt çeşitli efsanelerden, hikayelerden, massallardan oluşmuş bir geçmiş torbasıdır. Böyle bir torbanın yardımıyla herhangi bir kültürel çözümlemeye ulaşabilmek ise olanaksızdır. Bir insanın, diline, dinine, soyuna tarihine, yer altı-yer üstü hazinelerine, kentlerine, doğasına, denizlerine, göllerine, eski sanatlarına, neyi var neyi yoksa tümüne sahip çıkabilmesi için bilinçlenmesi birinci koşuldur. Kısacası, bilinç, bellekle ilişkili bir sosyal oluşumdur.

Türk –Moğol toplumlarının binlerce yıl göçebe yaşam sürüdüğü, zaman içinde bu ilkel ancak alabildiğine özgür yaşam biçimini yerleşik yaşama üstün tuttukları, gerek Asya ve gerekse Avrupa’nın zaptettikeri tarımsal üretim yapılan verimli ovalarını hemen hayvan sürüleri için otlaklara çevirdikleri; egemenliğinde yaşadıkları Selçuklu, Osmanlı gibi devletlerin kendilerini toprağa yerleştirip tarımsal faaliyete yöneltmek isteklerine şiddetle karşı koyup isyan ettikleri tarihsel kayıtlardandır.

Tarım toplumuyla karşılaştırıldığında, göçebe Türk ve Moğolların yaşantısı, binlerce yıl aynı şekilde tekrarlanan, basit bir yaşamdır. Kendi aralarında – hayvan sayısı bakımından – servet farklılığı meydana gelmiş olsa da, kandaşlık (aynı soydan olma) bağları toplumsal örgütlülüğün çimentosu olarak varlığını korur. Devlet yolunda örgütlenmeler (göçebe konfederasyonlar) yapsalar da, yerleşik yaşama geçmeden önceki hiçbir dönemde merkezi devlet örgütünü kuramazlar. Oysa devlet, uygarlığa giden yolda önemli bir aşamadır. Bu nedenle de, doğayla olan göbek bağlarını kesemezler; efsaneler dünyasından gerçekler dünyasına geçemezler. Enerjilerini sürekli savaşlarda birbirlerini boğazlayarak tüketirler. Bırakalım Yunan ve Roma filozoflarının –bilim adamlarının; ‘dünya nasıl yaratıldı?’ ‘Olup bitenin ardında bir güç var mı?’ ‘Ölümden sonra bir hayat var mı?’ vb sorularını sorup yanıt aramalarını, bunlardan daha önemli bir soru olan, “nasıl yaşamalıyız?” sorusu acaba akıllarına hiç gelmedi mi? Gelemezdi, çünkü;

“İlkel komünal toplumun yaslandığı üretici güçler düzeyi, doğaya fazla yakın, adeta göbek bağıyla bağlı kaldığı insanın düşüncesini kısıtlar, onu ağır koşullar altında ezer ve eblehleştirir aynı zamanda”.(Komünist Manifesto)

İlkel komünal toplumun – bizim için göçebe yaşam süren atalarımızın- beyinsel aktivitenin bu durağanlığına karşın, yerleşik tarım toplumları daha kolay ve rahat yaşamın koşullarını oluşturmanın yollarını aralar; yani düşünürler. İnsanın en basit hareketi yer değiştirmesi, en gelişmiş hareketi ise düşünmesidir. Göçebe yaşam sürenler binlerce yıl en basit hareketi , yani sürekli yer değiştirmeyi, tekrarlamışlardır. Buna karşın yerleşik tarım toplumları doğal olayları anlamaya, onlara karşı koymaya ve gerektiğinde kendi yararları için kullanmanın yollarını ararlar. Bu bağlamada, doğadaki tüm enerji kaynaklarından yararlanmaya, tarımsal üretimi arttırmaya çalışırlar ve bu süreçte düşünce-bilim-teknolojiyi geliştirirler. Enerji kaynakları olarak ilk kullanılanlar hayvanlar ve insanlardır. Bir kısım insanlar diğerlerini köleleştirerek kendileri için üretimde kullanırlar.(Bu durumu en eski kaynaklardan biri kabul edilecek 'Mezmurlar'da çok açık görülür: Yahudi kabilelerinden insanlar kaçırılmakta ve Rab'ın İsrail'i koruması için dilek ve isteklerde bulunulur) Bu durumda toplum iş bölümüne göre yeniden yapılanır, eski sosyal yapının en önemli bağı olan aşiret bağları (kan bağı) kırılır, toplum sınıflara ayrılır. Sınıflara ayrılan toplum, doğası gereği devlet örgütünü kurar ve uygarlık yolunda hızla ilerler.

“...Batı uygarlığının yayılışının ardında iki aksiyom gizlidir; bunlardan ilki gerçek bir toplum olabilmek için Devlet’in koruyucu gölgesini arar, diğeri ise çalışmanın gerekliliğini içerir.”

Sadece Türk-Moğollar değil, Gotlar, Tunguzlar, Buryatlar, Vikingler, vb başka toplumlar da uzun yıllar göçebe yaşam sürdürmüşlerdir.

Yahudiler de göçebe toplumlardandır. Yahudileri, iki bin yıldan daha fazla bir süreçte vatanlarından uzakta ve çok farklı, birbirinden çok uzak ülkelerde, özellikle Avrupa’da şehirlerin “Getto” denilen dış mahallelerinde ilkle, yoksul topluklar olarak yaşamışlardır. Üstelik o toplumlarda sürekli olarak toplu öldürülmeleri, kovulmaları, aşağılanmaları yaşamışlardır. Ancak, onların göçebeliği diğer toplumlar/toplulukları gibi bir göçebelik değil, başka toplumların içinde sürdürülmek zorunda olan -kendine özgü- bir göçebeliktir. İşte bu yaşam biçiminden dolayı, Yahudi toplulukları “göçebe” değil, “parazit” topluluklar olarak tanımlanır.

“Yahudi hiçbir zaman bir krallık kurmadığı ve dolayısı ile kendine has bir medeniyete sahip olmadığı için, onu göçebe kavimler arasında saymak isteyenler olmuştur. Fakat bu yanlış ve tehlikelidir.Göçebelerin, üzerinde yaşadıkları sınırlı bir toprakları vardır. Ancak bunlarbelli bir yerde oturup çiftçilik yapmaz, sürülerinden elde ettikleri ürünle geçinirler ve bu sürüyü otlatmak için kendi topraklarında dolaşırlar. Bunun sebebi de topraklarının bir yerde devamlı oturmalarına imkân vermeyecek kadar verimsiz oluşudur. Fakat asıl sebep, bir devrin veya bir milletin teknik medeniyeti ile bölgenin doğal fakirliği arasındaki dengesizliktir. Ari ırklar, bazen böyle verimsiz bölgelere gelmişlerdir, fakat bin yıldan fazla bir zaman içinde, teknikleri sayesinde sabit tesisler kurmaya, yaşamak için gerekli olan her şeyi aldıkları geniş topraklarda hakimiyetlerini kabulettirmekte başarılı olmuşlardır. Teknikleri olmasaydı ya bu araziyi terkeder, ya da durmadan yer değiştiren göçebe hayatı yaşarlardı.Binlerce yılda edindikleri formasyon, yerleşik oturmaya olan alışkanlıklar, böyle bir hayatı onlara tahammül edilmez göstermiştir.

"Ari ırk ihtimalki önce göçebe hayatı yaşadı, ancak çağlar sonra , yerleşti. Yerleşti, çünkü o bir Yahudi değildi. Yahudi göçebe değildir,çünkü göçebede bir "çalışma" anlayışı vardır, bu anlayış, fikrî şartlar verine getirildiği takdirde bir iç gelişmenin doğması mümkündür, Göçebede zayıf olmakla beraber, bir idealizm esası da vardır, bu İdealizm doğası Ari ırka yabancı görünür ama antipatik görünmez. Böyle bir anlayış Yahudiler için bilinmez. Bundan dolayı Yahudiler hiçbir zaman göçebe olmamış, fakat her zaman başkalarının sırtındangeçiinen parazit olmuşlardır. Bazen yaşadıkları bir bölgeyi terkederler ama isteyerek değil, gösterdikleri misafirperverliği istismar eden Yahudilerden bıkan milletler, onları topraklarından kovarlar da onun için. Yahudilerin daima uzaklara yayılma âdetleri parazitlere has bir karakterin izidir, ırkları için daima yeni bir besleyici ararlar. Fakat bunun göçebelikle bir ilgisi yoktur, çünkü Yahudi bulunduğu araziyi terk etmeyi hiç düşünmez, yayıldığı yerde kalır ve öyle çöreklenir ki, oradan ancak şiddete başvurularak çıkarılabilir. Yahudi, devamlılığım yalnızca göç etmekle temin edebileceğini anladığı ve buna mecbur olduğu için yeni bölgelere gider. O parazit bir tiptir, öyle yaşamaya devam etmektedir, tıpkı pis bir tenya gibi, daha besleyici gördüğü yerlere yayılır. Onun bulunduğu yere etkisi, parazit bitkilerin etkisiyle birdir: Onun bittiği yerde, onu kabul etmiş olan millet, az veya çok bir zaman geçtikten sonra sönüp gider. (Mısır, Pers, Roma uygarlıkları).Yahudi başka milletlerin ülkelerinde, her zaman bu şekilde yaşamıştır. (Kavgam,s:241,242)


Özetle, bir sarayda, bir kulübedekinden başka türlü düşünülür veya göçebe çadırında uygarlıktan uzak yaşayanların (Türk Karabudun) bilinci, binlerce yıldan beri Yunan-Helen-Roma uygarlığının inşa ettiği görkemli kentlerde ,“tefecilik/bezirganlık” yapanların bilinci ile aynı değildir; bu iki göçebe halk aynı toplumu oluşturduklarında çadırdan gelenler uşak, kentlerden gelen göçebeler ise “Beyaz Efendi” (kripto Yahudiler) olacaklardır; Bugün Türkiye’deki durum budur. Bu olgunun konumuzla ilgisi, bunun böyle olduğunu “Karabudun”un kendiliğinden fark edememesi; Yahudi asıllıların( Yalçın Küçük, Soner Yalçın, Ilgaz Zorlu, Avram Galante, Moiz Kohen, vb) ) –içeriden-verdikleri bilgilerle fark edebilmesidir. Yani, Türkiye’de kendilerini Sünni, ya da Alevi olarak ifade eden Orta Asya kökenli Türklerin ( Karabudun’un) geçmişte ve şimdi, bütün sorunlarının kaynağı olan ana sorunu farkında olamamaktır, yani “bilinçsiz” oluşudur.Karabudun’un bilinçsizliği hala sürmektedir. O halde kişisel bilinç, toplumların yaşam biçimleriyle, dolayısıyla toplumun belleği ile ilintili/ilişkili, onun tarafından belirlenen bir kavramdır.

Konu cebe tarafından (19.02.2016 Saat 15:56 ) değiştirilmiştir..
cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 20 Kullanıcı cebe'e Teşekkür Ediyor...