Warnung: Illegal offset type in [path]/includes/functions_post_thanks.php (Zeile 110)
Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar - Tekil Mesaj Gösterimi - Tarihsel Süreçte Anadolu’da Yahudiler
Tekil Mesaj Gösterimi
Alt 13.01.2016, 15:56   #2
cebe
Tecrübeli Yiğido
NO AVATAR
 
cebe Şuan cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 17.08.2016 14:36

Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 582 cebe FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: Tarihsel Süreçte Anadolu’da Yahudiler

Osmanlı Ülkesine Yahudi Göçleri-1
(Osmanlı’nın Kuruluş Sürecinde Yahudi Göçleri)

Bugünkü Türkiye toprakları 20. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı toprağı idi. Osmanlı Devleti, Ortaçağ olarak bilinen bir dönemde kurulup gelişmiş bir din-tarım imparatorluğuydu, yerine 1923 yılında bir ulus devlet olan ve Batı Uygarlığı’nın (Muasır Medeniyet’in) temel özelliklerini benimseyen/kabul eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu. Din-tarım imparatorluklarının sınırları 20. yüzyılın başlarında, özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ulus-devlet sınırları gibi keskin hatlarla belirgin değildi ve bugünkü gibi askeri birlikler tarafından sıkı bir şekilde korunmuyorlardı.

“İbn Battuta, mükemmel seyahatnamesinde, hiçbir sınır kapısından geçtiğini haber vermiyor; sınırlarda engel yoktu. Sınırlar, ulus-devletlerin çok sonraki icatları oldular.” ( Prof. Dr. Yalçın Küçük : İsimlerin İbranileştirlmesi, s-200) Öyleyse, herhangi bir imparatorluğun egemenliğindeki topraklara başka bir devletin uyrukları rahatlıkla girip çıkabilirdi. Bu bağlamda, burada konu edinilen göçler münferit küçük grupların Osmanlı ülkesine girişleri değil, toplu olan, hem kendileri gelen (avdeti) ve hem de yönetenler tarafında bilinçli olarak getirtilip yerleştirilen yüzbinlerce, hatta milyonlarca insanı kapsayan göçmenlerdir. Örneğin, İspanya’dan 1492’deki kırımdan kaçarak gelen Yahudilerin sayısının 800 000 (sekiz yüz bin) olduğu tahmin edilmiştir.(Soner Yalçın: Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, s:360.) Buna göre, kendi gelenlerin (avdetiler, muhacirler, göçmenler) sayısı, o günün Osmanlı ülkesindeki tüm nüfusa oranlandığında çok yüksektir.. Nitekim, bu dönemde sadece İstanbul 44 Sinagogu ve 30 000‘i bulan Yahudi nüfusuyla Avrupa’nın en kalabalık Yahudi cemaati haline gelmişti. Bu sayı, günümüz Türkiye’sindeki nüfus ile karşılaştırıldığında; her 10 kişiden 1’i sadece İspanya’dan gelen Yahudi’dir ki, bu da 80 milyonluk Türkiye nüfusunun yaklaşık 8 milyonu Ladino(İspanyol Yahudi’si: kripto)’dur. (NOT: İzmir ve Ege’de çoklar, 1924 yılında yapılan Mübadele’den sonra Selanik’ten getirilenler hem Ege Bölgesi’ne, hem de Karadeniz sahiline yerleştirildiler. Romanyotlar, Aşkenazlar, Hazar ve Karay Yahudilerinin sayısını Ladino sayısına eklenirse, günümüz Türkiye’sinde İbrani asıllı nüfus azımsanmayacak ve belki de nüfusun çoğunluğunu oluşturuyor)

Yahudi denetimindeki Türk tarih yazıcılığında, gerçekler ters yüz edilerek, Türkiye’ye sadede 1492 yılında İspanya’dan kovulan Yahudilerin getirildiği ve bunların da Osmanlı Devleti’nin –sırf insaniyet namına- Osmanlı topraklarına davet ettiğini yazar. Oysa, tarihe baktığımızda 1492 yılının sadece ve sadece sembolik bir tarih olduğunu, bugünkü Türkiye topraklarına Osmanlı Devleti’nin ilk kurulduğu yıllardan itibaren Yahudi akını olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte, büyük boyutlardaki kitlesel göçler ve Yahudi saçılması (diaspora) 1492’den çok daha önceden başlamıştı ve asıl göçler de 1492 yılından çok evvel gerçekleşmişti. Osmanlı ülkesine ilk kitlesel Yahudi göçünün 1391 yılında İspanya’daki Yahudi pogromuyla (Pogrom: Yahudi katliam (Rusça) başladığı, kırımdan kurtulan Yahudilerin büyük kısmının Kuzey Afrika üzerinden Avrupa’ya ve Osmanlı ülkesine dağıldıkları (diaspora) kaydedilmiştir. Önemli bir nokta da, göçün bir defaya mahsus olmadığı, sürekli olduğudur. İspanya’dan 1391 yılında gelenlerden sonra da bugünkü Türkiye topraklarına kitlesel Yahudi göçleri olmuş ve asıl göçlerin 1453’de İstanbul’un Türkler tarafından alınmasıyla birlikte başladığı ve ilk gelenlerin İspanya ve Portekiz’den İstanbul’a gelen Yahudiler olduğu ileri sürülmüştür(Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsyan-2, s: 293, dipnot.)

İspanya’dan 1391 ve 1492 yıllarında saçılan (diaspora) Yahudilere, “Seferad” ya da “Ladino” denilmiştir. Ladino, eski İspanyol dildir, bu dili en iyi Yahudiler konuşurmuş tıpkı eski Almanca olan “Yidiş” dilini de en iyi Yahudilerin konuşması gibi. Türkiye’de de Türkçeyi (İstanbul lehçesi) en iyi (vurgulu, akıcı ve zarif) Yahudiler konuşur (Haber spikerlerinin çoğu, belki de hepsi İbrani asıllı olabilir) Türkiye’de gizli Yahudiler (Kripto ve Sabetayistler) arasında Ladino Yahudilerin sayısı -Türk, Kürt, Müslüman veya başka bir kimlik içinde gizlendikleri için- bilinmediği gibi tahmin de edilememektedir. Ancak, siyasette ve ekonomide çok etkin oldukları bilinmektedir. Bilkent Üniversitesi’nin sahibi Prof. Dr. İhsan Doğramacı bunlardadır. Sabetayizm’in kurucusu Şebbatay Zvi (Sebatay Sevi) de İspanya’dan gelenlerdendi, Sabetayistler bunların içinden çıkmıştır. Bunlar Osmanlı Devlet bürokrasisinde çok yükselmişler, 1560’lardan, yani Kanuni Süleyman (1520 – 1566) ve –Yahudi oğlu da denilen- oğlu Selim (II. Selim: 1566-1574) dönemiyle birlikte devlet bürokrasisine tam olarak egemen olmuşlardır. Yahudi oğlu II. Selimin oğlu III. Murat(1574-1595), zamanında Yahudiler, İstanbul’da güzel evlere de sahip olmuşlardır.(Prof. Dr. Yalçın Küçük, İsyan-2:, s:294.)

Konunun uzmanı Prof. Dr. Yalçın Küçük,Türk tarih yazıcılığının İspanya’dan 1492’de kovulan Yahudileri Osmanlı Devleti’nin davet ettiği iddiasının ‘falsifikasyon’ (yalan) olduğunu, gerçekte herhangi bir davetin olmadığını, Yahudilerin canhıraş kaçarak önlerine çıkan her yere(Kuzey Afrika, Fransa, Osmanlı toprakları,vb) sığındıklarını yazar. Bunun böyle olduğunu onlara Anadolu’da verilen adlardan da anlamak olasıdır. İspanya ve Portekiz'den, Osmanlı topraklarına gelenlere Türkmenler tarafından" sürgün", “sürgünlü” ve “kendigelen" olmak üzere üç isim verildiğini ileri sürmüştür. Bu adlar arasında en yaygın kullanılanın ama en çok da saklananın “kendigelen" adı olduğunu kaydetmiştir.

Akdeniz'in Batısı’ndan ülkemize gelenlere verilen ve buna mukabil her türlü tarih yazıcısının, bir yasak malzeme misli, sakladığı sözcük ise “kendigelen”dir; biz Türkçemizde, İspanya’dan Türkiye'ye iltica eden Yahudilere "kendigelen" diyorduk. Türkmen halk Türkçesi olma ihtimali yüksek görünüyor ve bu söyleyişin, ikinci Bayezid ve oğlu Selim'den önce kullanılmaya başladığını düşünebiliriz.” (Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsimlerin İbranileştirlmesi, s-200.)

Prof. Dr. yalçın Küçük, bu adlandırmanın çok doğrudan ve özü veren bir söyleyiş olduğunu, daha sonraki dönemlerde bu kadar mükemmel olanlarına rastlanmadığını belirterek, ’Kendigelen’, temiz ve doğru bir halk adlandırmasıdır ve şimdi yazılan tarihleri yalanlamaktadır,’ demiştir. (Hürriyet Gazetesi'nin bir haberinden, İstanbul Üniversitesi kadrosunda, "Doç. Dr. Abuzer Kendigelen" olduğunu öğreniyoruz. Mutlaka bir açıklaması olmalıdır ve isim-bilimde çok zaman birden fazla açıklama ile karşılaşıyoruz. Bir de "Gelenbevi" Ailesi var, ilgisi var mı, "aslının "gelenbe" olduğunu ve -i nisbet eki ile Arabi'de, sesli karakterlerin arasına "v" girdiğini, "ise-v-i" veya "musa-v-i", söyleyebiliriz. Judaik isim-sözlüğünde, "abuzer" görünmüyor, ama, "abuzohar" var, "zohar", kabbala'nın en önemli kitabının adıdır, biz daha çok "Zehra" ve köylerde "Zöhre" olarak söylüyoruz. Yakındırlar.( Prof. Dr. Yalçın Küçük : İsimlerin İbranileştirlmesi, s-201.)

Bununla birlikte, Osmanlı toprakları ilk tercih yerlerinden biri olabilir. Çünkü Yahudiler, Müslüman toplumlar içinde daha iyi gizlenebiliyorlardı. İslam mitolojisi Yahudi mitolojisinden doğmuştur; peygamberleri ortak, inanç ritüelleri benzerdi ve büyük çoğunlukla ırksal kan bağları da vardı. Örneğin, Sabetayizmin temeli olan Kabala da İspanya'da, İslam tasavvufu içinde gelişmişti, temel kitabi Zohar, İspanya’dan tamamlanmıştır; o zamandan beri İslam ve Yahudi sufizmi birbirinden hiç ayrılmamıştır. (Prof. Dr. Yalçın Küçük: Tekeliyet-1, s:220.)

Prof. Dr. Yalçın Küçük’e göre, İspanya ve Portekiz’den (Iberik yarımadası) Yahudi göçü, Resmi tarihimizin yazdığı gibi 1492 yılında değil, yüzyıl öncesinde 1391 yılında başlamıştı. 1391’deYahudilere kapsamlı bir katliam uygulanmıştı, buna Rusça “pogrom” denilmiştir. Bu tarihten hemen sonra, Osmanlı Beyliği, 1402 yılında Timur -yenilgisiyle parçalanmıştı ve ‘iç savaş’yaşıyordu (Fetret Devri), herhangi bir otorite yoktu ve ülkenin birçok yeri insansızlaşmıştı. İklimi, İspanya’ya benzeyen, beyi veya çarı ya da kıralı bulunmayan uygar bir “erez” (İsrail toprağı) görünüyordu. ( NOT: Erez sözcüğü İsrail toprağı anlamındadır ve Türkiye’de soy adı oalrak kullanılıyor. Bu soyadını taşıyanlar bürokraside yükselirler. Örneğin: Mesut Erez (Sami Süleyman Gündoğdu (S.Demirel)’nun Maliye bakanı idi, Yalım Erez (Kürt kripto) yine Demirel’in Bakanı idi)

Ayrıca, Osmanlı topraklarında kadim zamandan beri Yahudi toplulukları yaşıyorlardı. Roma zamanından beri bu topraklarda yaşayan Yahudilere “Romanyot” deniliyordu. Kuşkusuz 1391 kıyımında İspanya’dan kaçanların Anadolu’daki dindaş ve kavimdaşlarından haberleri vardı. Türkiye’deki Yahudiler ile Osmanlı hanedanının da İspanya’daki Arabo-Judaik iktidarı mutlaka biliyorlardı. (Prof. Dr. Yalçın Küçük: Tekeliyet-1, s:221.) Belki de bu nedenlerden dolayı Osmanlı ülkesine en çok bu zamanda gelmişlerdir. Burada, en az ispanya'daki benzer bir "iktidar" olmayı hayal etmiş olmaları ihtimal ve imkan dahilindedir.(NOT: hayalleri Kanuni zamanında gerçekleşti) Nitekim, 16. yüzyılın başından itibaren Yahudilik, İstanbul’da güçlenmiş, yönetimin kilit noktalarını ele geçirmiş ve sonunda iktidar olmuştur. Prof. Dr. Yalçın Küçük, Ansiklopedia Judaica‘ya dayanarak I. Süleyman'ın (Kanuni, Muhteşem) kapitülasyon düzeninin Yahudilere dayanılarak hazırlandığını ileri sürmüştür:

“Kapitülasyon düzeninin Yahudiler için çıkarıldığı abartma sayılabilir, yalnız Yahudilere dayanılarak tanzim edildiklerini ileri sürmek mümkündür. Kapitülasyon sadece ticaret serbestîsi getirmiyor; ayni zamanda tarafların tüccarlarına, karşı tarafın toprağında her türlü güvenceyi de sağlıyordu, bu, artık Osmanlı tebası olan Yahudileri Avrupa'nın her yerinde bir proteksiyon (koruma) zırhı ile donatmak demektir.Avrupa dillerini biliyorlardı, ticari ilişkileri vardı ve ayrıca akrabalarının bir kısmı o topalaklara dağılmıştı, İstanbul’da ticareti ellerine geçirmeleri de çok doğaldı; kapitülasyonlar, sadece hukuki ve diplomatik koruma getirmiş oluyordu ve öyleyse, kapitülasyonların motoru olmasalar bile en çok yararlananlar Yahudilerdi. O dönemde Osmanlı iktidarı, bugünün Amerika Birleşik Devletleri'ninkinden daha güçlüydü, korumayı efektif yapabiliyor, tebası olsun veya olmasın Yahudileri hapisten çıkarabiliyor veya el konulan servetlerinin iadesini sağlayabiliyordu. Demek ki Süleyman'ı bu kadar yüceltmeleri doğaldır; bunlar bir yana, Batılılar tarafından bile Osmanlı tahtının umudu sayılan, en kabiliyetli şehzadesini bir mektupla tuzağa düşüren ve bir çadırda tereddüt eden cellat’ı gözleriyle kışkırtarak boğduran, yönetimi saray kadınlarına ve entrikalarına bırakan, Osmanlı'ya Viyana Bozgunu'nu tattıran bir sultana hala muhteşem demeyi, tarihsel ölçülerde Yahudi terazisine de bağlayabiliriz. Kim ne derse desin, Yahudiler teşekkür etmeyi bilen ve kendilerini koruyanlara sadık kalabilen bir kavimdir. “(Prof. Dr. Yalçın Küçük: Tekeliyet-1, s:223)

Bir parantez açıyorum: Yahudiler tarihte kendilerine iyiliği dokunmuş kişileri unutmazlar, cani de olsalar, melek gibi gösteriler. Pers Kralı Kyros (kıros olarak okunuyor) İ.Ö. 559-530 arasında hüküm sürdü. Yahudilerin Babil tutsaklığı, Pers kralı Kyros'unBabil'il işgali (M.Ö. 530) ile son buldu. Eski Ahid Ezra 1/1-4 de Kyros'un Babil'de tutsak olan Yahudiler'i özgürlüğüne kavuşturarak Anayurtları'na dönmelerini sağlayan kişi olduğu belirtilir. Bu nedenle, Yahudiler arasında peygamber mertebesinde kutsaldır, Tevratik, taşınmaktadır. Hem Türkiye’deki hem de tüm dünyadaki gizli Yahudiler “cyr (kır)”ın değişik versiyonlarını ad ya da soyadı olarak taşırlar. Örneğin Türkiye’de, kır, kır-dar, kır-ca, kır-cı, kır-aç, kır-can, ok –kır, ça-kır, vb soyadlılar çoktur. Hıristiyan gözüken Yahudiler (converso) da, cyrus, kroes, cruz, vb olarak taşımaktadırlar. Başka bir örnek: Yavuz Selim’in Yahudiliğe olan yararları için bugün Türkiye’de Musevi Yahudiler “Selim”, Sabetayist Yahudiler “Yavuz” adını kullanırlar. Yavuz’un oğlu Süleyman’ın Yahudilere çok daha fazla hizmeti olmuştur. Bunun karşılığı olarak, 2 öz oğlunu ve 4 torununu ( birisi 5 yaşındaydı) boğdurtan caniye Yahudi tarihçiler tarafından “muhteşem” ve “kanuni” sıfatları verilmiştir. İran Moğol Devleti’nin hanlarından Hülagü Han (1217-1265), dünya tarihinde "kan dökücü”, “kıyıcı”, “amansız” bir zalim olarak yer alır. Doğu edebiyatında, aşk şiirlerinde bile, onun kan dökücülüğü vurgulanır:

“Tahammül mülkünü yıktın,
Hulagü Han mısın kafir.
Be hey zalim sen insaf et,
Bizim de canımız vardır.”

Hülagü, öldüğünde bile zalimdir: “İranlı tarihçi Vassaf’a göre, İran Moğol Devleti’nin kurucusu Hulagü Han (1256-1265), bayramlık elbiseler giymiş güzel kızlarla birlikte gömülür…” (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi,I. Kitap, s: 410-413.) Oysa, Yahudiler, güzellemeler düzerler. Çünkü, Hülagü’nün karısı Nesturi Hıristiyan’dır. Bu Hıristiyanlığın özünde Antakya Yahudi mistizmi vardır. Hülagü, gerek Haçlılara ve gerekse kendi egemenliğinde yaşayan Ortodoks Hıristiyanlara ve Müslümanlara karşı çok acımasız davranır. (LeonCahun: Asya Tarihine Giriş, s: 268-270. ). Buna karşın, Halep’in Moğollar tarafından fethinde ( 25 Ocak 1260) şehir yağmalanır, halk kılıçtan geçirilirken, resmi korumaya sahip olan sufi Müslümanların – yün giysililer- dergahlarına ve Yahudilerin sinagoglarına sığınanlara dokunulmaz. Pers Moğolları Nesturi mezhebi için bütçeye 360 000 frank kaydetmiştir. (L.Cahun, Agy,s: 272.)

Hülagü’nün1264’de, bir sene sonra da eşi Dokuz Hatun’un ölümü üzerine, Jacobit Hıristiyanlar ( Hıristiyan gözüken Yahudiler) büyük yas tutarlar:

“ Paskalya’nın başında Hülagü öldü diye yazar Abu’lFarac ( Bar Hebraeus(Yahudi oğlu) ; erdemliliğinin, yüce gönüllülüğünün, büyük tavırlarının eşi bulunamaz. Bir yıl sonra çok sadık kraliçe dokuz hatun vefat etti. Bu meşalelerin ve Hıristiyan dininin koruyucularının ayrılığı bütün dünyada Hıristiyanları büyük üzüntüye soktu” (LeonCahun, Asya Tarihine Giriş, s: 272.) Bunlar gibi daha çok sayıda tarihsel örnek vardır.

Parantezi kapatıp, konuya dönüyorum:

Kısacası, Osmanlı halkı ve yönetici elitin Yahudilikle 1492 yılında tanıştığı yargısı yalandır, çünkü tarihsel verilere uymamaktadır. Tarihe baktığımızda, hem Anadolu’da Türklerden önce vardılar, hem de İspanya’dan Anadolu’ya göçmeye 1492’den çok önceden başlamışlardır.(Prof. Dr. Yalçın Küçük: Tekeliyet-1, s:221.)
Jewish Ansiklopecsi'nde yayınlanan Yahudi göçlerini gösteren haritadan İberik yarımadasından göçün 1492’den çok önceleri de olduğu ve göçen Yahudilerin yerleşik Yahudi topluluklarının olduğu ülkeleri tercih ettikleri anlaşılmaktadır. Ayrıca, kutsal yerler olan Kudüs ve Kıbrıs’a yakın olmak için de Osmanlı toprakları tercih edilmiş olabilir:

“Tam ispanya’dan kovuldukları bir sırada, On Dördüncü yüzyılın son on yılı, birden bire aynı iklimde, daha büyük bir uygarlığın varisi, Kıbrıs ve Kudüs'e yakın ve sahipsiz bir ülkeyi buldularsa, bu son derece mesiyanik bir buluş olmalıdır ve Yahudiler buna, hep yatkın oldular. Öyleyse ve "gerçek" tarih; böyle görünüyorsa, falsifikasyon daha büyük ve cüretkâr olmak zorundadır. “
Kıbrıs, dünya Yahudiliği’nin gözbebeği oldu ve hala öyledir; Elenler'in (Yunalıların) eline geçmemesi için çok sert mücadele veriyorlar( 1570 ve 1974 Kıbrıs savaşları) ve bu nedenle de Avrupa Birliği’nin parçası olmasına hep karşı çıkıyorlar. Bu, daha sonraki dönemlerin ve yüzyılların tarihidir.
Yukarıda değinildiği gibi, İberik yarımadasında, “New christian” kimliğine girerek eskiden olduğu gibi hem ticarette ve hem de ruhani ve idari kademelerde en yüksek yere gelmeleri ve hemen her yerde ve durumda bu yeni Hristiyanların eski dindaşlarını kollamaları ve desteklemeleri gibi deneyimlerini Osmanlı ülkesine gelince de sürdürdüler ve böylece eskinin “Yeni Hıristiyan’ı” Yahudi, bu kez “Yeni Müslüman” Yahudi oldu. Ancak, İbrani kökenli Osmanlı hanedanının bu duruma itiraz ettiği not edilmiştir:

“Süleyman'ın, "Kanuni", gelenlerin judaizme dönmelerini istediği ve hatta şart koştuğu yollu işaretlere sahibiz. Ancak hem gelenlerin hepsinin bu şarta uymalarını bekleyemeyiz ve hem de 1600 yılı başındaki İstanbul'da vaki Yahudi katliamından sonra tekrar kripto hayata çekilenler olduğunu mütalaa etmek durumundayız. Bu arada, ikinci Mahmut'un en büyük Yahudi zenginlerini bir çırpıda asmasından sonra da kripto yaşamın canlandigını biliyoruz.”(Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsimlerin İbranileştirlmesi, s-205.)

Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün bildirdiğine göre, Kanuni, sanki bütün konversoların (gizli Yahudiler) ve Yahudilerin hamisi idi, Yahudiler'i korumak için Venedik ve İtalya’ya karşı savaş tehdidinde bulunmaktan geri kalmıyordu. O kadar öyle ki, İtalya’da Yahudiler, Osmanlı casusları sayılmasalar bile yandaşı kabul ediliyordu. Öyleyse şunu görüyoruz, Türkiye'ye Yahudilerin göçü, 1492 sembolik tarihinden çok önce ve sonradır. Türkiye'nin Yahudiler için bir "rezerv devlet" olmaları, "yedekistan" da diyebiliyoruz, Muhteşem Süleyman'la başlamakta ve oğluyla devam etmektedir. Sonra, 1600 yıllarındaki kıyam ve 1820 yıllarındaki idamlarla gerilediğini biliyoruz. Yirminci yüzyılın başında yeniden canlanma var.(Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsimlerin İbranileştirlmesi, s:210.)

İşte insanlık tarihinde hemen her dönem ve hemen her toplum tarafından lanetlenerek kovulan/kırılan bu ırkçı kabile toplumu, Osmanlı topraklarına kalabalık göçler halinde gelmiş ve istedikleri yerlere yerleşmişlerdir. Böylece, yukarıda söz konusu edilen ilk yerleşiklere (Romanyot Yahudiler) ilave olarak özellikle 1391 ve 1492 yıllarında İspanya'dan kovulmuş yeni Yahudi göçmenler (muhacirler)’in gelmesi/getirilmesi, Yahudilerin hem “nüfus”unu hem de “nüfuz”unu artmıştır. Prof. Dr. Yalçın Küçük’e göre, Osmanlı ülkesinde Yahudi hegamon gücün oluşumu, 2 öz oğlunu ve 4 torununu bizzat boğdurtan, buna karşın Yahudi tarihinde yine de “ Kanuni” veya “Great Şlome (Muhteşem Süleyman)” olarak anılan I. Süleyman zamanında başlamıştır;

“ …başlıca kaynaklarla birlikte EncylopaediaJudaica’dan çıkardığımıza göre , bütün Yahudileri sarayına toplayan ve onlara çok büyük ayrıcalıklar tanıyan Kanuni zamnında Türkiye’ye geliyorlar. Aileden MoşeHamon, en büyük güce kavuşuyor, asıl adı Roxana olan Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa ile bir parti oluşturarak, ülkeyi yönetiyorlar/.../ Biliyoruz, Süleyman döneminin bir yükseliş görüntüsü taşıdığı kesindir; ancak bu görüntüğ aşıldığı zaman bozulma ve çürümenin bütün kanallarını da görebiliyoruz, bu nedenle, “ muhteşem” sıfatı havada kalmaktadır. /…/ 3. Murat (Kanuni’nin torunu) zamanında, hem genel hem de özel nedenlerle İstanbul Yahudileri çok büyük bir refah içinde yaşıyordu. /…/ Burada, “Alman Aile” denilen Aşkenazi’leri, “Evlad-ı Musa” sayılan Hamon’ları, Yahudilikte yarıazize sayılan Graciave Nasi’leri ortaya çıkarmış oluyoruz. Bunlara, kuşkusuz, Ester’i de eklemeliyiz, saraya ebe olarak girişi 1539 tarihindedir ve yarım yüzyıl dış politikanın yanında, iltizam işinde ve mansıp dağıtımında çok etkin olduğunu biliyoruz. Bunların hepsini Türk iç ve dış politikasında ve iç ve dış ticarette çok kritik noktalara getiren de Kral Süleyman idi. Muhteşem, ülkeyi bir Yahudi Partisi eliyle idare ediyordu/…/ Türkiye Yahudilerinin büyük tarihçisi AvramGalante, “Süleyman’ın Yahudileri lehine politikalar izlediğine de işaret ediyordu. /…/ Yahudi toprağındaki tek kutsal şehir olan Kudüs’ün duvarlarını ve ayrıca şehirde yaşayan Yahudilerin susuz kalmamaları için su tünellerinin yaptırdığını kaydediyor. Yahudi Ansiklopedisi, “Yavuz” olarak da bilinen ve Çaldıran seferine giderken casus olabilecekleri kaygısıyla kırk bin Türkmen ve kürtşiisini öldürtenSelim’in Yahudilere son derece şefkatli yaklaştığını yazmaktadır. Beyazıt, Selim ve Süleyman saltanatında İstanbul’da Yahudileri anlatıyordu: “Fethedilen yerlerdeki Yahudiler, başta İstanbul, imparatorluğun önemli kentlerine aktarıldılar.(Prof. Dr. Yalçın Küçük: Şebeke, s 49-63.)

Bu belgelere göre, Türkiye Yahudiliği yaklaşık 500 yıldan beri siyasete, ekonomiye, kültüre egemendirler; Prof. Dr. Yalçın Küçük, Yahudi egemenliğine “Tekeliyet”, Yahudi tekelinde olan Türkiye’yi de “Tekelistan” adını vermiş ve bu adlar altında Türkiye ve Dünya (gizli=kripto) Yahudilerinin nasıl dayanıştıklarını, adlarındaki kodları, sinsiliklerini, hainliklerini, zalimliklerini sergileyen kitaplar yayınlamıştır.

Prof. Yalçın Küçük, dünya Yahudiliğini siyasal ve ekonomik bakımdan devlete ortak eden, buna karşın Türkmenlere dinmez bir düşmanlık sergileyen Osmanlı Hanedanı’nın Türk kökenli değil, İbrani kökenli olduğunu ve Orta Asya’dan değil, Halep’ten geldiklerini ileri sürmüştür.
“Türkmenler'in Anadolu'ya hep Malazgirt'ten girdikleri de bir tezvirat'tır, Ertuğrul ve klanı, Suriye'den, Halep'ten yukarı çıkmışlardı, mezarlarını da, boşuna, orada aramıyoruz. Eğer, Musul'da nüfusun küll-ü azamisi ve bahusus Kerkük'de küllü Türkmen iddia ediliyorsa, sebebi buradadır.”(Prof. Dr. Yalçın Küçük: Gizli Tarih, s: 84)

Prof. Yalçın Küçük’e göre, Osmanlı Hanedanı’nın, Oğuzların ‘Kayı Boyu’ yoluyla Orta Asya’ya , yani Türk köklerine bağlanmaları 15. Yüzyılda akıllarına gelmiştir. Bu uydurma, anadilleri olan İbranice’nin yerine Türkçe konuşmalarına bir dayanak , bir meşruiyet gereksiniminden doğmuştur. Osmanlı Hanedanı kendilerini Kayılar yoluyla sadece Türk köklere değil, aynı zamanda Kayılar yoluyla Peygamber Ailesi'ne de bağlanmışlardır; bu, Sünni İslam’a bir yaklaşımdır.

“... güzel, ama önce bu keşif için neden bu kadar geç kalındı, bu soru var ve ikincisi, Kayılardan bazı obaların Küçük Asya ve Bati Anadolu yörelerine geldikleri kabul edilse bile, Osmanlı Hanedanı ile bu kol arasında ilişki kurmak mümkün mü? En azından hiç de kolay olmadığını söyleyebiliyoruz. Fakat daha önemli olan ise, Osmanlı soyunun, kendilerini Türk olarak çağırdıklarını gösteren kaynaklardan da yoksunuz, düşündürücü bir eksiklik durumundadır. (Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsyan-1, s: 44)

Hakiki" Türklerin, Türkmenler, Osmanlı’yı bir bütün olarak, hem Hanedan mensuplarını ve hem de "Osmanlı” olanları, çok büyük çoğunluğuyla bürokrasiyi, kendilerinden uzak, yabanıl saydıklarını Profesör F. Sümer’in hatırlattığı Türkmen Türküsü çok açık göstermektedir:

Şalvarı şaltak Osmanlı
Avradı kaltak Osmanlı
Ekende yok, biçende yok
Yemeye ortak Osmanlı

Prof. Y. Küçük, Osmanlı Devleti’nin Türk/Türkmen düşmanlığının yanı sıra, dünyanın çeşitli ülkelerinde Osmanlılılar ile ilgili yayınlanan bilgi/belgelere dayanarak resmi tarihte öğretilenlerin yaşanılan tarihten çok, uydurmalar olduğunu ileri sürerek Osmanlı hanedanlığının ırk kökünü tartışmaya açmıştır. Batı ülkelerinde Osmanlı ile ilgili tüm kaynaklarda Osmanlı Devleti’nin kurucusunun adı, ‘Osman’ değil,‘Ottoman’ olarak yazılıyor. Türkiye dışında Osmanlı İmparatorluğu’nun adı da “TheOttomanEmpire(1300–1922) olarak geçer. Oysa, Osmanlı Devleti’nin kurulduğu 1300’den 656 yıl önce, 644 yılında, 3. Halife olan Osman’ın (580 – 656) adı Batı tarihlerinde doğrudan ‘Osman’ olarak yazılıdır. Yani, Batı kaynakları ‘Osman’ yazmasını biliyor, yanlışlıkla Osman’ı, Ottoman yazmayacak kadar da güvenilir kaynaklardır. Böyle olduğu halde, hiçbir Batı kaynağında Osmanlı Devleti’nin kurucusu kabul edilen kişinin adı ‘Osman’ olarak yazmaz, tümünde ‘Ottoman’ yazar. Bu da, gerçekte Müslüman olmayan hanedanın, Ottoman'ı bilinçli olarak Osman'a çevirerek etnik kökenini ve gerçek dinini bilinçli olarak gizlendiği kuşkusunu doğuruyor.
Ayrıca, yine resmi tarihimizde kurucu ‘Osman Bey’in sıfatı ‘Gazi’dir; ‘Osman Gazi’. Gazi, İslam için savaşırken yaralananlara verilen ve Allah tarafından kutsanmış kişi demektir. Oysa, Algazi=Gazalı, yani Gaza şehrinden olan demektir.(Prof. Dr. Yalçın Küçük : İsyan-2, s:289.)Buna göre Ottoman, Yahudi asıllılar tarafından yazılan resmi tarihteki gibi Orta Asya kökenli değil, Filistin’deki Gazne şehrindendir. Osmanlının kökenleri hakkında eski ya da çağdaş kurumların hiçbirisi kesinlikle kanıtlanamaz. Osman Gazi hakkında geleneksel hikayelerin neredeyse tümü hayal ürünüdür. Çağdaş bir tarihçinin yapabileceği en iyi şey, Osmanlı tarihinin başlangıcının bir kara delikten ibaret olduğunu kabul etmek olacaktır. Bu deliği doldurmak yönünde her girişim, yalnızca , yaratılan masalların sayısını artırmakla sonuçlanacaktır.(Colinİmer’den aktaran Y .Küçük: Agy)Bu masallardan birine inanmak gerekirse, Osmanlı Devleti( 1300-1923) Bursa yakınlarındaki Söğüt’te kurulmuştur.

Osmanlı kayıt defterlerinden birinde (TT 23’te) Söğüt’le ilgili şaşırtıcı bilgiler bulabiliyoruz. Osmanlı Devleti’nin beşiği olarak kabul edilen Söğüt’te halkın büyük bölümü Hıristiyan’dı (?) Bunun nedeni, o dönemde birçok Hıristiyan’ın Grekçe ve kutsal kitaplardan alınmış adların yanı sıra, Türkçe, Farsça ve Arapça adlar taşımasıdır. Bitinya’daki (Anadolu’nun kuzey-batı bölgesinde bugünkü Bursa, Bilecik, Bolu, Sakarya, Kocaeli, İstanbul’un Anadolu yakası ve Zonguldak’ın batısı) gayrimüslimler, çoğu zaman Türkçe, bazen de Farsça ve Arapça adlar taşırlar.(Beldiceanu-steinherr’den aktaran Y. Küçük: İsyan-2,s:290.) Yani, bunlar Hıristiyan gözüken Yahudiler olabilir. Nitekim, Sultan Orhan, 1326’da Bursa’yı ele geçirdiği vakit, orada bir Musevi cemaati bulunmuştur.(Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsyan-2, s:289.) Yunan ihtilali sırlarında, Türkiye Yahudileri bu ihtilallere karşı Türklerle işbirliği yapmıştır. Çok yakında, 27.07.2009 tarihinde, Yahudi köken kuşkusu olan Prof. Dr. Halil İnalcık’ınyazdığı masla göre ise, Osmanlı’nın Söğüt’te değil, Yalova’da kurulmuştur.(Hürriyet Gazetesi, 27.07.2009.)Yalova'da, bugün içlerinde Güneydoğulu kripto Yahudilerin yoğun olduğu yerleşim yeri olduğu ileri sürülmüştür.

Gerek hanedanın adları, gerek Yahudilere koruyucu/kollayıcı, buna karşın ordu gücüne yaslandıkları Türklere duydukları nefret ve acımasız davranışları ve gerekse sonradan yazılan tarihin (masalların) uydurukluğu göz önüne alınarak,
“Gerçekten, ırka dayalı bir şecere zinciri izlenecek olursa, Osmanlı Hanedanı‘nı oluşturan unsurların en çok yabancılaştıkları ırkın Türk ırkı veya Türk unsuru olduğu sonucuna varılabilir”. (Doç. Dr. Fikret Başkaya: 700 yıl.)
cebe isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 13 Kullanıcı cebe'e Teşekkür Ediyor...