|
SİTE ANA SAYFA | Galeri | Kayıt ol | Yardım | Ajanda | Oyunlar | Bugünki Mesajlar | Arama |
Serbest Kürsü Serbest Konular |
|
Seçenekler | Arama | Stil |
19.07.2016, 14:35 | #21 |
Tecrübeli Yiğido
cebe Şuan
Son Aktivite: 17.08.2016 15:36
Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 607
|
Cevap: Türk-Moğol Kabile Yaşantısı-1
Göçebelikten Yerleşik Yaşama Geçiş Süreci
(Bey –Budun Çatışmalarının “Yerleşik –Göçebe” ve “İslam-Kafir” Çatışmalarına Dönüşüm süreci ) Konuyla igili önceki, “Uygarlık Sürecinde Türkler-Moğollar” “Göçebe Yaşam ve Sınıfsız Toplum: Karanlık Devir” “Türk –Moğol Göçebelerde Eşitlikçi (Egaliteryen) Dönem: Karanlık Devir” “Göçebe Türk Budun (Kara Budun)’un İnancı: Şamanizm” adlı derleme ve deneme yazılarımda Türk ve Moğol göçebelerin Çin’den Rusya ve Macaristan içlerine kadar uzanan Asya bozkırlarında çok uzun süreden beri boylar/budunlar halinde yaşadıklarını, bu boylar veya budunları arasında asalet- tabiiyet ilişkisinin evvelden beri süregeldiğini, yönetim erkinin belli sülalelerin mülkiyetinde olduğunu, yönetici sülalenin yönettikleri halkı Türklerde “Kara Budun”, Moğollarda ise “Unagan Boğol” adını verdiklerini belirtmiş ve bu boylar/budunlarda İ.Ö. 300’lerden itibaren de devlet yolunda başlangıç kabul edilen göçebe siyasal birliğini sağlayan boy konfederasyonlarının( Hun, Toba, Göktürk, vb) kurulduğunu; konfederasyonların “kara budun (kara kemik budun)‘u oluşturan boylar arasında hayvan sayısı bakımından farklılıklar olduğunu, başta Çin olmak üzere Hint ve İran gibi yerleşik yaşam sürdüren (uygar) toplamlarla göçebe kabilelerin ticari ilişkilerini ( hayvan ürünleri, av hayvanları verip tahıl ve işlenmiş ürün değişimi) yürüten bir tüccar sınıfının da doğduğunu belirtmiştim. Sonuçta, insanlar arasında herkesin eşit olduğu bir dönemin belki de hiç olmadığını ve göçebe toplumların da “sınıflı” toplum olduklarını ve zaman zaman sert çatışmaların yaşandığını belirtmiş ve buna dayanak olarak da Orhun yazıtları, Moğolların Gizli Tarihi ve Oğuzların Dede Korkut Destanı’nda geçen ifadeleri örnek olarak vermiştim. Tüm bu zıtlıklara ve çatışmalara karşın genel olarak boyların ve budunların görece eşitlik içinde yaşadıklarını ve eski kabile değerlerine bağlı kaldığını da kaydetmiştim. Yine söz konusu makalelerde, gerek Türk ve gerekse Moğol göçebe boylarının dinlerinin Şamanlık olduğunu ve Şamanlığın sadece bir inanç değil, aynı zamanda toplumu birarda tutan yani onun örgütselliğini sağlayan çok güçlü sosyal bir bağ olduğunu da vurgulamıştım. Ancak, yerleşik yaşama geçişle birlikte durum değişir; Şamanlık inancından kopuşlar başlar. Çünkü, göçebe yaşam tarzı ile yerleşik (uygar) yaşam tarzı birbirine zıt hayatlardır. Göçebe bir toplum olan Türklerin 5. Yüzyıldan itibaren yerleşik hayata geçmeye başlaması olayısıyla ve böylece evvelden beri var olan sınıfsal farklılaşmaların derinleşmesi, yani göçebeliğin (kandaşlığın) çözülüşüne bağlı olarak ve komşu uygarlıkların etkisiyle artık kendilerine yetersiz gelmeye başlayan Şamanizm’in dışında, yeni konumlarına uygun diğer dinlere geçmeye başladığı görülür. Kabile hayat tarzı ile uygar hayat tarzı arasında yaşanış, düşünüş, inanış v.b. farklılıklar vardır. Eski dinleri Şamanlık artık ihtiyaçlarını karşılayamıyordu. Çünkü Şamanca yaşamak, en doğal, en gösterişsiz, en sade ve en alışılmamış olanı ve de düşünce ve mantık yerine duygu ve sezgilerini ön plana çıkararak yaşamaktır. Paranın bilinmediği, onun yerine ürünlerin değişiminin olduğu bir toplumda, dolayısıyla onun dini Şamanlıkta ticaretin düzenlenmesinden söz edilemez. Oysa, uygar toplumlarda (yerleşiklerde, kentlilerde) insanların doğayla ilişkilerinden çok, insanın insanla, insanın toplumla ilişkisi söz konusudur. Bu ilişkide temel aracı paradır, yani ticarettir. Özetle, İslam’dan önce, kandaş toplum içindeki varlık ve güç farklılıkları, insanlar arasında zıtlaşmalar ve sosyal kutuplaşmalar biçimin alınca, o duruma uygun olarak daha üst uygarlıktaki Çin, Hint ve İran Uygarlıkları göçebe hayatı etkilemeye, kandaşlık bağlarını çözmeye başlamıştı. Çin dini “Tsin”, Hint kaynaklı Budizm, İran’da yaygın olan Zerdüştlük, Maniheizm ve Nasturilik, daha Batı’dan, Harzim’den, gelen Yahudilik dinleri göçbe toplumun örgütlülüğünü de sağlayan Şamanlığı kendi lehlerinde etkileyerek sınıfsal farklılaşmayı “inanç” düzlemine çekerek daha da belirgin duruma getirdiklerinme karşın, yine de kan bağıyla bağlı akraba kabile üyeleri arasında geniş bir dayanışmanın yürülükte olduğundan yukarıda söz edildi. |
19.07.2016, 15:17 | #22 |
Tecrübeli Yiğido
cebe Şuan
Son Aktivite: 17.08.2016 15:36
Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 607
|
Cevap: Türk-Moğol Kabile Yaşantısı-1
Türklerin Anadolu Öncesi Vatanı: İRAN -MAVERAÜNNEHR
Türkiye Türkleri’nin Anadolu’ya İran’dan, İran’a ise Asya’nın Kuzey-Doğu’sundan geldikleri kesindir. Göçebe Türk boyları, İ.S. 5. Yüzyılda, yani İslam’la karşılaşmadan 200 yıl önce , nüfusun artması, otlakların daralması, kendi aralarındaki savaşlar ve bu savaşların daha uygar dolayısıyla daha politik taktikler uygulayan Çin’in tahrik etmesi-yönlendirmesiyle süreklilik göstermesi, v.b. bir çok nedenden dolayı Asya’nın batısında, İran sınırlarına yakın bölgelerde ve özellikle “Maveraünnehir”( =nehrin öte tarafı) olarak bilinen Ceyhun nehrinin( Amu Derya) doğusunda yoğunlaşmaya başlamışlardı. Maveraünnehir, kelime anlamı ile nehrin öte tarafı, yani Ceyhun nehrinin doğusudur, ancak Ceyhun ve Seyhun nehirlerinin arasında kalan uygar bölgeyi tanımlar. Ortaçağ Arap coğrafyacıları Maveraünnehr’i Türkistan’a (İslam ülkeleri ile Çin arasında Türk ve Moğol göçebelerin yaşadıkları bölge) dahil etmezler fakat, göçebelerin akınlarına karşı herhangi bir doğal engelin yokluğu nedeniyle bu bölgenin büyük kısmı siyasi bakımdan Türk topluluklarının egemenliği altındaydı. Örneğin, İ.S. 5. yüzyılın ilk yarısında Horasan’ın Merv kenti kuzeyine göçebe Türklerin yerleştikleri ve İran içlerine akınlar yaptıkları görülür. Aynı yüzyılın ikinci yarısında Taşkent, Semerkant, Buhara, Keş, Nasaf gibi Batı Türkistan eyaletleri Göktürklerin egemenliğindedir. (Doğan Avcıoğlu: Türklerin Tarihi, Üçüncü Kitap: s:1109.) Batı Göktürk kağanı, atadığı memurlarla buradaki küçük krallıkları vergilendirir , büyük zenginlikler elde eder ve güçlenir. (Doğan Avcıoğlu: Agy, Birinci Kitap,s: 627.) Batı Göktürkler 7. yüzyılın başlarında Tohoristan ve Baktriyan ( bugünkü İran ve Afganistan toprakları) bölgesindeki kentlerde egemenlik kurarlar. Bölge, 8.yüzyıldan sonra Arapların kontrolüne girmiş, 10. yüzyıldan sonra da Orta Asya’da yaşayan ulusların egemenliğine girmiştir. Etnografik bakımdan aslında Ariler (Avrupa uluslarının ataları) tarafından iskan edilmiş olan ülke zamanla Türkleşmiştir; günümüzde artık yalnız göçebeler değil, yerleşik halkın çoğunluğu da Türkçe konuşmaktadır. (Vassiliy Viladimiroviç Barthold: Moğl İstilasına Kadar Türkistan,s: 67). Batı Türkistan olarak da adlandırılan bu bölgedeki Belh, Talkan, Amul, Merv, Semerkant, Buhara, Kiş, Nesef, Belh,Tahiriye, Dargan, Gurganc ( Cürcan, Kirkan), Sedvar, Cigerbend, Hezaresp, Kerderan, Hive, Farabvb, bir çok kentin tarihi hakkında V.V. Barthold’un“Moğol İstilasına Kadar Türkistan” adlı eserinde çok ayrıntılı bilgiler vardır; kentlerin kuruldukları yerlerin coğrafik özellikleri, kimler tarafından kuruldukları ve kimler tarafından tahrip edildikleri, kaçar kapıları olduğu ve bu kapıların adları, şehrin mahalleleri, köyleri, tarım ve ticaret yaşamı hakkında bilgiler, değişik inançların mabetlerin yapılış ve yıkılış hikayeleri vb özellikleri anlatılır. Örneğin, “Ceyhun( Amu-derya )’ın asıl kolunu oluşturan Valşu akarsuyu Vahan, Şuğnan ve Kerran eyaletleri içinden akmaktaydı. Onuncu asırda bu eyaletler henüz kafirlerle meskun olmakla beraber, siyasi bakımdan bunların Müslümanların idaresinde olduğu anlaşılmaktadır... Tibet’e giden ticaret yolu üzerinde ikinci eyalet Bedehşan’dır. Muhteşem otlakları, geniş ve tamamen ekili olan vadileri, yakut ve lapislazuli madenleri ve nihayet fevkalade ikimi ile ünlüydü... Ari ahali yanında Türk unsurlar da yalnız bu bölgede rastlanırdı... Belh ile Bedehşan arasında Toharistan bölgesi bulunurdu... Toharistan’ın en önemli şehri olarak, adını günümüzde de korumuş olan (Talhan) Talkan kabul edilirdi... Kartağ-Derya, Kum adıyla anılmaktaydı. Eyalet, Mukaddesi tarafından Türk oldukları kabul edilen Kumicilerle meskundu”... Sekizinci asrın sonunda Araplar, eyaleti Türk istilasından korumak için burada bir sur inşaa ettirmişlerdi ... Kuvadiyan eyaletinden bol miktarda boya kökü ihraç edilirdi...Mukaddesi’ye göre Saganiyan eyaletinde 16 000 köy bulunmakla beraber, şehirlerin genişlik, zenginlik ve büyüklüğü Huttel’inkilerden aşağı idi.... Şehirde güzel kapalı çarşılar vardı, ekmek ucuzdu ve et büyük miktarda satılırdı... otlar, ataların boyunu geçecek kadar yüksekti. Ahali dindarlığı ve misavirperverliği iletanınmıştı, ancak aralarında okumuş adam pek az olduğu gibi, hiç fakir yoktu. ... Belhşehri, Ceyhun havzasının en önemli eski şehri kabul edilir; İslam yazarları şehre kısaca “şehirlerin anası” ( ÜmmülBilad )adını vermişlerdir.... Belh, Araplar tarafından Halife Osman veya başka kaynaklara göre Muaviye devrinde tahrip edilmişştir.. (V.V. Barhold: Agy,s:69-81). Bunlara benzer özellikler hemen her şehir ve eyalet için anlatılır. Bu özellikerin yanında sulama sistemlerinden de sıkça söz edilir. Bölgede daha İsa’dan önce, kentler henüz kurulmamış iken bile, su bulunan yerlerde, vahalarda geliştirilmiş sulama sistemleri ile sulu tarım yapılıyordu. “Zerefşan vadisi, her zaman Maveraünnehr’in en kalbaalık ve verimli kısmı olmuştur. Nehrin (Zerefşan nehri )kaynaklarından Semerkant’a olan mesafe yirmi ila otuz fersah olarak hesaplanırdı...Bulgar köyü yakınında nehir, Uşrusana’nınMasha bölgesinden çıkan akarsu ile beslenirdi... Bir bent yapılarak nehir birkaç kola bölünmüştü. Bunlardan en uzunu olan berş, Semerkant’tan geçerdi ki, günümüzdeki Dargam arkı ile aynı olmalıdır. Bundan şehre diğer arklarla dağılırdı... Zamm’den başlayarak Ceyhun’un sol sahili boyunca sulama kanalları vardı; sol sahilde muntazam ekilmiş topraKŞeriiAmul’den ( Çarçuy) başlardı. Mukaddesi’ye göre esas anlamyla nehir nakliyatı yalnız Seyhun ve Ceyhun üzerinde yapılbiliyordu...Sulama sistemi ana hatlarla herhalde İslami devirden önce de mevcuttu. Zamm’den başlayarak Ceyhun’un sol sahili boyunca sulama kanalları vardı; sol sahilde muntazam ekilmiş topraKŞeriiAmul’den (Çarçuy) başlardı. Sağ sahilde, , nehirden yine bir fersah uzaklıkta Farabr yahut faab şehri vardı. ….nehrin ( Ceyhun’un) sol sahilinde , içinde bir Cuma camii bulunan küçük şehir ile Burmaduy adındaki Arap köyü kayda değer (V.V.Barthold: Agy, s: 86-88). Nehir vadilerinde kurulmuş olan Maveaünnehr kentlerinde temel ekonomi tarımsal üretim idi, ancak bu kentler aynı zamanda İran, Hint, Grek ve Çin uygarlıklarını birleştiren önemli ticaret, kültür ve ekonomi merkezleriydi. Örneğin, Buhara ve Semerkant’ın tarihi binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. “Buhara’nın Samaniler devrinde başkent olduğu çağda bile, nüfus ve büyüklük bakımından Semerkant, Mavaünneh’in daima birinci şehri olmuştu. Semerkant, Samaniler devrinde 500 000 nüfusa sahipti. Semerkant, 8 yüzyılın başlarında Kuteybe’nin istilasına kadar 2250 yıllık bir geçmişe sahipti. Şehrin hiç olmazsa bir kısmının kurucusu Makedonyalı İskender idi.” (V.V.Barthold: Agy, s: 86-93). Bunun nedeni, Hindistan’dan (Belh üzerinden), İran’dan (Merv üzerinden) ve Türk egemenliğindeki bölgelerden gelen ticaret yolLarının birleştiği noktada bunması ile açıklanabilir. Bu yerleşik toplumlar Hazar ülkesi, İran, Orta Asya, Çin ve Doğu Avrupa ile ticaret yaparlar, Kırım’da ticaret kolonileri kurarlar. İranlılar, Türklerin egemen bulunduğu bölgeden geçen Çin ticaretinin Batı Asya’ya ulaşmasını sağlarlar. Çin’den ipek gelir. İran’dan ise Çin soylu kadınlarının yüksek fiyat ödedikleri sürme, değerli taşlar, halı, Orta Asya narkotikleri, vb yollanır. Yerleşik uygar toplumların( İranlı, Sogdlu) yaşadıkları kentlerin sayıları artarken, onları çevreleyen yayla ve bozkırlarda Türk nüfus yoğunlaşır. Uygar ve göçebe toplumlar arasındaki ilişkiler, her zaman savaş ve düşmanlık ilişkileri değildir; Düşmanlık ve dostluk ilişkileri içiçedir. Bozkır yaşamının başlıca özelliklerinden biri, göçebenin yerleşikle ticaret yapmaya yerleşikten daha çok gereksinme duymasıdır. Tarımsal ürünler, bir kısım demir silahlar ve kumaş yerleşikten sağlanır. Göçebe soyluluk arasında lüks tüketim eğilimi artıkça, bozkırın bu ticarete duyduğu gereksinme çoğalır. Göçebe boylar bu gereksinimlerini yağma akınlarınn yanı sıra, yerleşiklere hayvan, deri, kürk ve köle satarak karşılarlar.(Doğan Avcıoğlu: Türklerin Tarihi. Üçüncü Kitap, s: 1106-1127). Sözün kısası, Göktürkler çağında, Seyhun ve Ceyhun’un yerleşik bölgeleri bir feodalleşme süreci içindedir. Türkler de bu bölgede yerleşik yaşma geçmeye, yani çiftçilik, ticaret ya da başka mesleklere yönelirler. Bu zengin bölgelere egemen olan Göktürk kağanları ve beyleri, oraların yaşam biçiminden etkilendikleri gibi, oralardan büyük gelirler de elde ederler. Orta Asya ticareti önemli gelir sağlar. Artan gelir, daha büyük ordular besleme ve genişleme olanağını getirir (D. Avcıoğlu: Agy, s: 627). Özet olarak,” göçebe kökenli Türklerin Maveraünehir ’e gelmeleri ve yarı yerleşik, yarı göçebe hayat sürmeleri, bir zamanlar eski Bizans ve İran uygarlıklarının kaplamış olduğu bu diyarlarda bir yandan göçebelik alanlarının daralışı, diğer yandan daha üst seviyedeki bu uygarlıklarla etkileşimleri sonucu giderek tam yerleşik hayata geçmeye yani tarımla uğraşmaya başlamalarının, köylüleşmelerinin, ilk örnekleri İran’da Büyük Selçuklu Devletinin kurulmasından öncelerine uzanır. |
Konuyu Toplam 1 Üye Okuyor. (0 Kay?tl? Üye Ve 1 Misafir) | |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
ANADOLU’DA TÜRKLÜK –ATATÜRK-CUMHURİYET | cebe | Serbest Kürsü | 36 | 01.10.2009 21:53 |
YAVUZ SULTAN SELİM'İN KÜRTLERE BEDDUASI | barikat58 | Serbest Kürsü | 73 | 30.09.2009 21:28 |
Cumhurbaşkanı Gül'den yasa onayı | HARBİKIZ | Dünya ve Türkiye'den Haberler | 5 | 12.06.2009 13:33 |
TÜRK DESTANLARI-1 (OĞUZ DESTANI) | Abdurrahman 58 | Diğer Konular | 1 | 04.01.2009 21:00 |
Türk Ordusuna Övgüler | selocan58 | Serbest Kürsü | 0 | 24.12.2008 06:40 |