Forum - Ana Sayfa Takvim S?k Sorulan Sorular Arama

Zurück   Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar > DİN BÖLÜMÜ > Dini Bilgiler > Muhtelif konular
SİTE ANA SAYFA Galeri Kayıt ol Yardım Ajanda Oyunlar Arama Bugünki Mesajlar Forumlar? Okundu Kabul Et



Son 15 Mesaj : Atatürk'ün Çocukluğu'na Ait Hikayeler           »          Şehzade Osman           »          Hatıra defteri           »          Antilop İle Akrebin Dostluğu           »          Karagöz İle Hacivat Konuşmaları 2           »          Sitemizin Ozanları           »          SEVDİM İŞTE....           »          NEFRET ETTİM İŞTE!!!!!           »          AFORİZMALAR (SAÇMALAMLAR)-1           »          SEÇKİNLER/SEÇİLMİŞLER DÜNYASI           »          Hatalarımızdan Dersler Alabilmek Ümidiyle.           »          Araf Suresi 172-173. Ayetler.( Ben Sizin Rabbiniz Değil Miyim)           »          İnancımızı Kullananların Artık Tuzağına Düşmeyelim.           »          ULAŞ-Yapalı           »          TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR PAYLAŞIMAZ
Cevapla
 
Seçenekler Arama Stil
Alt 17.05.2008, 14:44   #1
seva
Usta Yiğido
 
seva - Ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
seva Şuan seva isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 31.08.2010 21:51

Üyelik Tarihi: 04.02.2008
Yaş: 39
Mesajlar: 15.375
Tecrübe Puanı: 2175 seva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz sein
Standart Engellilik ve Din

Engellilik ve Din

Hayatında az veya çok beklediği gibi olmayan şeylerle ve istediği gibi gitmeyen olaylar ve durumlarla karşılaşmayan bir insan herhalde çok azdır. İyilik ve güzellikler kadar olumsuzluklar ve sıkıntılar, hemen her insanın ya doğrudan hayatını, ya da en azından gözlem alanına girmenin bir yolunu bulmaktadır.

Bu nedenle yaşanılan çeşitli acılar ve sıkıntılar ve onlara sebep olan deprem, sel gibi doğal âfetler veya kaza, hastalık gibi durumlar, hemen hemen her insanı az ya da çok etkilediği gibi, onları ister istemez birtakım duygu ve düşüncelere de sevketmektedir. Âfet, kronik hastalık, sakatlık veya zulümle karşılaşan insan, bir yandan meselâ tıbbî veya hukukî yollarla bundan kurtulmaya çalışırken, öte yandan da çoğu kez, “neden bu olaylar başıma/başımıza geldi” şeklinde zihinsel bir sorgulama, açıklama getirme ve anlam bulma çabası içine girebilmektedir. (Cafer Sadık Yaran, Kötülük ve Teodise, Vadi Yay., 1997. s :7-8) Zira insan kendisinde ve çevresinde olup biteni anlayan ve anlamlandıran bir varlıktır. Bu nedenle bir acı ve kederle karşılaştığında bunu bir çok yönden sorgulayacaktır. Yaşanan acı ve ızdırap, bireyin yaşadığı durumu sorgulamasına da zemin hazırlayabilmektedir. “Niçin ben” ya da “niçin arkadaşımın, ana-babamın başına bu geldi, onu Tanrı mı istedi?” gibi bazı soruları sorabilmektedir. Kişi, yaşadığı acı ve ızdırap verici olay sebebiyle, bu ve benzeri soruları kendine sormak suretiyle bir yandan yaşadığı olayı anlamaya, onu anlamlandırmaya çalışırken, diğer yandan da bu sorulara bulabildiği - bulamadığı- cevaplarla da ne yapması gerektiğini belirleyecektir.

İstenmedik ve beklenmedik bir olay sonucu yaşadığı durum ile ilgili olayı anlamaya veya karşılaştığı sıkıntıları çözümlemeye yönelik davranan birey, kendine sorduğu soruların cevaplarını bulmada bazen yakınındaki kişilerin yardımını alırken; bazen de bu konudaki uzmanlardan yararlanabilmektedir. Özellikle de yaşanan olay kişi için hayatını altüst edebilecek, günlük yaşamını zorlaştıracak bir nitelikte ise, buna ilişkin soruların cevaplarını bulmada zorlanabilecektir. Yaşanan durumun nasıl meydana geldiğini açıklayabilecek sorulardan ziyade, “niçin” böyle bir durumla karşılaşıldığına yönelik soruların cevabı pek kolay bulunabilecek nitelikte değildir. İnsan böylesi soruların cevabını bulmada dine müracaat etme ihtiyacını hisseder. Çünkü din, insana varoluş içinde kendini bir yere yerleştirmeye imkân veren başvuru çerçeveleri hazırlar, bu açıdan din, realiteyi yorumlayarak bir fonksiyonu da yerine getirir. (Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi; Diyanet Vakfı Yay. Ank.1993. s. 116) Böylece din, ızdırap ve ölüm gibi hayatın kabul edilmesi çok zor olan yönlerine ilişkin bir takım cevaplar sunarak, (Hökelekli, a,g.e; s. 117) bireyin karşılaştığı durumu yorumlamasında müracaat kaynağını oluşturur.

Engelli bir birey de, öncelikle içinde bulunduğu durumu kavramaya, yaşadığı olayın hayatındaki anlamını belirlemeye ve karşılaştığı bazı sorunları çözmeye yönelik birtakım soruları kendine sorar ve cevaplarını bulmaya çalışır. Özellikle “niçin ben”, “neden böyle bir durumla karşılaştım”, “Tanrı bana, yaptığım hataların bedelini mi ödetiyor?” vb. soruların cevabını ararken din ile bir ilişki kurma ihtiyacını hissedebilir. İşte bu noktada, engellilik durumunu anlamada birey, din ile olan iletişiminde konuyu nasıl anlamalı, din ona nasıl katkı sağlayabilir? soruları önem taşımaktadır. Bu makalede, bu noktalara ana hatlarıyla değinmeden önce kısaca engellilik üzerinde durmak gerekir.

Engelliliğin anlam alanı ve din

Engelliğe neden olan bir sebepten dolayı yaş, cinsiyet, sosyal ve kültürel faktörlere bağlı olarak oynanması gereken rollerin, yetersizlikten dolayı yerine getirilememesi şeklinde yaşanan özür-engel hâli, (Yahya Özsoy,Mehmet Özyürek, Süleyman Eripek, Özel Eğitime Muhtaç Çocuklar, Özel Eğitime Giriş, Karatepe yay, Ank. 1994. s. 5; 1. Özürlüler Şurası, s. 74) bireyin yaşamında istenmeyen beklenmedik bir durumdur. Böyle bir durumla karşılaşan birey ve ailesi engel hâline karşı değişik tepkilerde bulunabilir. (Engellilik durumuyla ilgili ailelerin tepkilerini açıklayan modeller, aşama, sürekli üzüntü,kişisel yapılanma modeli ve çaresizlik, güçsüzlük ve anlamsızlık modeli olmak üzere dört kategoride toplanabilir. Bkz Fusun Akkök, Bayan Perşembeler, ODTU yay Ank. 1997; s. 17-18) Özellikle doğumla ilgili beklentinin aksine, doğan çocuğun özürlü olması, aile içinde çok karmaşık psikolojik duyguların yaşanmasına neden olabilir. Yapılan çalışmalarda yaşanan bu duyguların, doğal ve evrensel olduğu belirtilmektedir. (Latife Bıyıklı, Bedensel Özürlü Çocukların Benlik Kavramı (Aile Kabul Düzeyleri Açısından) Ank. Ün. Eğitim Bilimleri Fak.Yay, Ank.1989 s.5)

Engelli bireyin yaşamını sürdürebilmesinde, kendi durumunu algılamasında başta ailesinin ve toplumun tutum ve davranışları önemli ölçüde rol oynar. Olumlu benlik kavramı geliştirme ve kendini kabul düzeyinin yüksek olması, öncelikli olarak bireyin engel durumuyla ilgili sağlıklı tutum ve davranışlar gerçekleştirebilmesiyle mümkün olabilecektir. Bunun için de aile ve toplumun, engelli bireye olumlu katkılarının olması gerekir. (Gönül Erkan, Ortopedik Özürlü Çocukların Kendini Kabul Düzeyi Üzerine Bir Araştırma, İst.1990; s. 18-19)

Engelli birey ve ailesi açısından engel durumunu kabul etme, olumlu benlik kavramı oluşturma ve engel durumundan kaynaklanabilecek sorunları aşmada, olumlu katkıda bulunabilecek kaynaklardan biri de din olabilir. Çünkü din, bireyin kendini ve dış dünyasını tanıma, anlama ve buna bağlı olarak da bir yaşam felsefesi oluşturması açısından, ona birtakım bilgiler sunar. (Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, İletişim yay. Ank.1982 s. 24) Engelli bireyin de engel durumunu anlama, kavrama ve yaşadıklarını mâkul bir şekilde anlamlandırmaya çalışarak, engellilik hâlini kabul etmesine katkı sağlayacak birtakım bilgileri elde etmesinde, dinden yararlanması mümkün olabilir. Öncelikle engellilikten dolayı karşılaşabileceği sıkıntıları aşmada, iç dünyasında sığınabileceği bir varlığı hissetmesinde, mânen kendini iyi hissedebileceği ve moralinin yüksek olmasını sağlayabileceği durumları yaşayabilmesinde, dinî inancın önemli bir rolü olabilecektir. Çünkü aşkın bir varlığa inanmak, bireyde bir güven duygusu oluşturur. Birey, Allah’a iman duygusuyla birtakım değerlere bağlanmakta, kendini yalnız hissetmemekte ve aynı değerlere inanan diğer insanlarla birlikte olma duygusuyla da içinde bulunduğu toplumda kendisinin bir yerinin ve anlamının olduğunu kavramakta, sorunlarını aşabilecek bir gücü kendisinde hissederek güven duygusunu kazanabilmektedir. (Hüseyin Peker, Din Psikolojisi, Samsun 2000 s. 71)

Din, engelli bireye karşılaştığı sıkıntıları aşmada moral desteği sağlama, kendisine her zaman yardımcı olacak ve sığınabileceği yaratıcısı olduğu duygusunu kazandırarak, yaşama sevincini artırma yanında, yaşadığı durumu kavramasına da katkı sağlayacağı bilişsel nitelikte bazı açıklamaları da ona sunar. Neden böylesi bir durumla karşılaştığı sorusuna cevap bulmada, insanın varoluşuna ışık tutacak ve yaşadıklarını kavramasına katkı sağlayacak önemli bir ipucunu Kur’an-ı Kerim’de Bakara suresi 155. ayette (Ayette sabredenlere müjdele denilerek, yaşanılan olay sonucu karşılaşılan zorluklara dayanmak, özellikle de ilk zamanlarda isyan etmeden yaşanılan duruma dayanma, zorlukları aşma için çabalama, Allah’a yönelme, insanın sınavı kazanmasında önemli bir adım olacağına işaret edilmektedir. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, c. 1, Zaman Yay.) görmek mümkündür. Bu ayette, insanoğlunun dünya hayatında karşılaşabileceği birtakım sıkıntı, zorluklarla sınanacağı ve bunlar karşısındaki tavrının da (Ayette sabredenlere müjdele denilerek yaşanılan olay sonucu karşılaşılan zorluklara dayanmak, özellikle de ilk zamanlarda isyan etmeden yaşanılan duruma dayanma, zorlukları aşma için çabalama, Allah’a yönelme, insanın sınavı kazanmasında önemli bir adım olacağına işaret edilmektedir. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, c. 1, Zaman Yay; s. 452; Süleyman Ateş; Yüce Kuran-ı Kerim’in Çağdaş Tefsiri,Yeni Ufuklar Neşriyat; s. 264) sınanma açısından önemli olabileceğine dikkat çekilmektedir. (Sıkıntı ve zorluk karşısındaki sınanmayı kazanabilmek açısından Bakara suresi 156. ayette de bir musibet geldiğinde, “Allah’tan geldik ve ona döneceğiz” denmesi gerektiği belirtilerek Allah’a yönelme ve ancak O’ndan yardım istenebileceği vurgulanmaktadır. Bkz; Yazır, a.g.e; s. 453) Böylece insanın karşılaştığı zorlukların, onun yaratılış amacı olan kulluk (Kur’an-ı Kerim’de insanoğlunun yaratılış amacının Allah’a kulluk olduğu Zariyat suresi 56. ayetiyle ortaya konmaktadır) görevini yerine getirmede bir rolü olabileceğini söylemek mümkündür. Nitekim Mülk suresi 2. ayette de; “O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için hayatı ve ölümü yarattı” buyrularak, yaşamın bir özelliği olan zorluklar, sıkıntılar karşısında daha iyi, güzel, olumlu davranmanın gerekliliğini görmek mümkündür. Zira insanın hayatını sürdürme açısından gerçekleştirdiği yeme, içme, barınma gibi bazı davranışları yanında, iyi ya da kötü denebilecek seçme özgürlüğünü ortaya koyduğu birtakım eylemleri de söz konusudur. İnsanın karşılaştığı zorluklar, sıkıntılar, onun farklı davranmasında önemli bir yere sahiptir. Çünkü bu zorluklar, sıkıntılar karşısında boyun eğme, kendini koyverme, isyan etme, hayata küsme gibi bireyin çevresiyle uyumunu zorlaştıracak bazı davranışları gerçekleştirme veya zorluklara dayanma, onları aşmaya çalışma, onları doğru bir şekilde tanıyıp yeni şeyler öğrenerek kendini geliştirme (Kathy Black; A Healing Homiletic Preaching and Disability, Abingdon Press, Nasville 1996.s; 27-28) gibi hayatını devam ettirecek şekilde davranma imkânı vardır.

Engelli bir birey, bazen dinî argümanlardan yararlanarak yaşadığı durumu kavramada, izah etmede ve mevcut durumuna uyum sağlamada dinden destek alırken; bazen de birtakım dinî bunalım ve şüpheler içinde olabilmektedir. Bunların başında Allah’ın varlığı, merhameti gibi hususlar gelmektedir. Zira dünyanın ve üzerindeki hayatın bir başka yönünü oluşturan depremler, seller, kuraklıklar, hastalıklar ve ölümler, savaşlar, işkenceler, sakatlıklar gibi olgu ve olaylar, bunların neden olduğu acılar, kederler ve ızdıraplar, bir de Allah inancı açısından değerlendirilmekte ve sorgulanmaktadır. Yaşanılan veya karşılaşılan sıkıntılar, inanan insanların bile aklına zaman zaman, “acaba Rabbim bu dayanılmaz belâya, beni neden düçar etti?” vb. soruları getirebilmektedir (Yaren, a.g.e., s. 9). Bu sorulara cevap ararken yeterli, tatmin edici cevap bulamama durumlarında, olayların olumsuz etkileri sebebiyle de bazı bunalımlar, şüpheler yaşanmakta; hatta Allah’ın varlığı, kudreti sorgulanmaktadır. Yaşanan acı, ızdırap verici durumlarla Allah’ın varlığı ve iyiliği arasındaki aykırılığı esasına dayanan bu şüphe ve bunalımların giderilmesine katkı sağlayacak izahları, felsefe ve teolojide incelenen kötülük problemi konusuna bırakarak, (Bu konudaki ilmî ve felsefî izahlar için Bkz; Cafer Sadık Yaran; Kötülük ve Teodise, Günümüz Din Felsefesinde Tanrı İnancının Akliliği, Vadi Yay., 1997.; Swinburn Richard, Tanrı Var mı, (çev. Muhsin Akbaş), Arasta Yay., Bursa 2001) böylesi şüphe ve bunalımları yaşayan bireyin sahip olduğu yanlış, eksik dinî bilgilerle birlikte; Allah tasavvurunun tamamen korkuya, cezalandırmaya dayalı bir tasavvura dayanmasının önemli bir rolünün olabileceğini söylemek mümkündür. (Naci Kula, “Gençlerde Izdırap Tecrübesine Bağlı Dini Krizle Başa Çıkmaya Yönelik Öneriler”, Gençlik Dönemi ve Eğitimi 2; İsav Tartışmalı İlmî toplantı Dizisi, 2003) Kur’an-ı Kerim’i incelediğimizde, daha çok merhamet edici, bağışlayıcı bir Allah tasavvurunun öne çıktığını söyleyebiliriz. (Hatice Kelptekin; İman Hayatı Açısından Kur’an-ı Kerim’de Sevgi ve Korku, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1992) Buna ilaveten engellilik sebebiyle bazen bireyde aşırı suçluluk ve günahkârlık duygusu da oluşabilir. Zira genellikle haksız olarak ızdırap tecrübesi çeken kimseler şu soruyu kendilerine sormayı sürdürmektedirler.“Ben ne yaptım?” benzeri onlar aynı zamanda ahlâk yararını ihlâl etmekten ibadette kusur işlemeye kadar uzanan her türden cevapla ortaya çıkarlar. “Allah bana yaptığımı ödetiyor” Bu soruyu soran bir kimse, güçlü bir suçluluk duygusuna sahiptir. (Randolp Crump Miller, “Kötülük Problemi ve Din Eğitimi”, çev; Hasan Dam, OMU İlâhiyat Fak. Dergisi, s. 10; Yıl: 1998, s. 508-509)

Bu durum aynı zamanda insanın kendi vicdanından kaynaklandığını sandığı suçluluk duygusunu, çoğu kez otoriteden korkmak şeklinde gösterir. (Erich, Fromm, Kendini Savunan İnsan, çev; Necla Arat, Say Yay., İstanbul 1982. s. 158) Yaptığı hata ve suçları, aldığı eğitimin de etkisiyle çoğunlukla Allah’ın kendisini cezalandıracağı ya da anne babasını cezalandırmasıyla ilişkilendiren bireyde, aşırı suçluluk ve günahkârlık duygusuyla birlikte oluşabilecek olan otoriteden korkma, onun dinî hayatını da olumsuz yönde etkileyebilir. Çünkü suçluluk ve günahkârlık duygusunun çift yönlü etkisini hesaba katmak gerekir. Bunların dinî hayatı olumlu yönde etkiledikleri gibi, olumsuz etkileri de olabilir. Çok şiddetli dayanılmaz bir hâl alan suçluluk ve günahkârlık duygusu, tövbe ve pişmanlığa karşı duygusuzluğa, ilgisizliğe hatta buna sahip olan ahlâkî ve dinî değerleri hiçe sayıp bunlara saldırmaya bile sevkedebilir. Fakat normal bir seyir işleyen suçluluk ve günahkârlık duygusu, bir şahsiyet oluşumu safhasında kendinden razı olamama, geçici heveslerine değer vermeme, dinî ve ahlâkî görevlerini üstlenme ve sonuçta kendini aşmanın yollarını öğretebilir (Hökelekli, a.g.e., s. 106). Bu açıdan normal bir seyir işleyen suçluluk ve günahkârlık duygusunun, bireyin kendini aşması ve yaptıklarından ciddi anlamda pişmanlık duyabilmesi için, özellikle Tanrı tasavvurunda sevgi merkezli bir Allah tasavvurunun önemli bir rolünün olabileceğini söylemek mümkündür (Kula, “Gençlerde Izdırap Tecrübesine Bağlı Dini Krizle Başa Çıkmaya Yönelik Öneriler”, s. 118).

Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi 2004 Mayıs sayısında yayınlanmıştır.

Yard. Doç. Dr. Naci Kula

Gazi Ü. Çorum İlâhiyat Fakültesi
__________________
Allahım gönlümde olanı hakkımda hayırlı eyle,
Hakkımda hayırlı olana gönlümü razı eyle.


[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]


CANDA ÖZÜR OLMAZ...
seva isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Alt 17.05.2008, 14:45   #2
seva
Usta Yiğido
 
seva - Ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
seva Şuan seva isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 31.08.2010 21:51

Üyelik Tarihi: 04.02.2008
Yaş: 39
Mesajlar: 15.375
Tecrübe Puanı: 2175 seva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz seinseva kann auf vieles stolz sein
Standart --->: Engellilik ve Din

Kur’an’ın Engelli ve Özürlülere Bakışı

Yüce Allah, insanları iman, salih amel, güzel ahlâk, ibadet ve itâatleri veya inkâr, şirk, nifâk, isyan ve kötü davranışları, takva veya zulüm sahibi olup olmamaları açısından değerlendirir; onları servetleri, ırkları, renkleri, cinsiyetleri, dilleri, nesepleri, fizyolojik yapıları, engelli veya sağlıklı oluşları açısından değerlendirmez. "Allah katında en üstün olanınız en muttakî olanınızdır" (Hucûrât, 12) anlamındaki ile "Allah sizin sûretlerinize ve servetlerinize bakmaz. Fakat kalplerinize (iman veya inkâr hâlinize) ve amellerinize bakar" (Müslim, Birr, 32) anlamındaki hadis, bu gerçeği ifade etmektedir.

“Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık” (Tin, 4), “Allah size şekil verdi ve şeklinizi en güzel yaptı” (Teğâbün, 3) “Sonra insanı şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrâk organları yarattı” (Secde, 9) anlamındaki ayetler Allah’ın insanları en güzel ve en mükemmel biçimde yarattığını ifade etmektedir.

Kur'an’da görme, işitme, konuşma, ortopedik ve zihinsel engelliler ile hastalıktan söz edilmektedir. Konu ile ilgili ayetlerin büyük çoğunluğu mecazî anlamdadır.

Görme engelliliği, Kur’an’da 28 ayette geçmektedir. Bunlardan sadece 10'u fiziksel anlamda olup 6'sı dünya hayatı, 4‘ü de âhiret hayatı ile ilgilidir.

Hakikî anlamda körlük; Kur’an’da sorumluluk, benzetme, değer verme ve tedavi bağlamında geçmektedir:

Sorumluluk bağlamında; İslâm, insanları ancak güçleri nispetinde sorumlu tutar (Bakara, 284). Dolayısıyla görme özürlü insanlar dinî görevlerle ilgili olarak ancak güçlerinin yettiği şeylerden sorumludurlar. Allah yolunda cihat yapma ve savaşa katılma ile ilgili olarak, “Köre güçlük yoktur” buyurulmaktadır (Nur, 61; Fetih, 17). Bu ayet, ortopedik özürlülerin savaşa katılma zorunlululuğunun olmadığını ifade etmektedir.

Benzetme bağlamında; Allah, inkâr edip isyan edenler ile iman edip sâlih amel işleyenleri, kör ve sağır ile işiten ve gören insanlara benzetmektedir: “Bu iki zümrenin durumu kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların durumları hiç birbirlerine denk olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?” (Hûd, 24).

Bu ayette, sadece bir durum tespiti ve benzetme yapılmaktadır, yoksa görme ve işitme engelliler yerilip aşağılanmamaktadır.

Değer verme bağlamında; Allah’a ve peygambere yönelen görme özürlü insan, inkâr edip isyan eden zengin ve itibarlı insandan daha değerlidir. Bu husus, Abese suresinin ilk on iki ayetinde açıkça bildirilmektedir.

Peygamber efendimiz, Mekke’nin zengin ve ileri gelenlerinden Ebu Cehil (Amr ibn Hişâm), Ümeyye ibn Ebi Halef, Abbâs İbn Abdülmuttalib ve Utbe ibn Ebi Rebi’a ile özel bir görüşme yapar, bunları İslâm’a davet eder. İslâm’ın güçlenmesi açısından bu kimselerin Müslüman olmalarını çok arzu eder. Peygamberimiz, Ümeyye ibn Halef ile konuşurken Fihr oğullarından Abdullah ibn Ümmi Mektum adında görme özürlü biri gelir ve Peygamberimizden kendisine Kur’an’dan bir ayet okumasını ister. ‘Ey Allah’ın Peygamberi! Allah’ın sana öğrettiklerinden bana öğret’ der. Peygamberimiz (s.a.s.), sözünün kesilmesinden hoşlanmaz, yüzünü ekşitir, başını çevirir ve diğerlerine döner. Peygamberimiz sözünü bitirip kalkacağı sırada vahiy gelir, Abese suresinin konu ile ilgili ayetleri iner.

Bunun üzerine Peygamber efendimiz (s.a.s.), kalkar Abdullah ibn Ümmi Mektum’a ikram eder, onunla konuşur, hatırını ve bir ihtiyacının olup olmadığını sorarak onunla ilgilenir.

Tedavi bağlamında; Kur’an’da iki ayette Hz. İsa’nın Allah’ın izni ile doğuştan körleri (ekmeh) iyileştirildiği bildirilmektedir: “Körü ve alacayı iyileştiririm” (Âl-i İmrân, 49).

Mecâzî anlamda körlük, gözlerin varlıkları görememesi değil, insanın gerçekleri görememesi yani "kalp körlüğü"dür. Kur’an’a baktığımız zaman kâfir, müşrik ve münafıklara kör denildiğini görmekteyiz.

Olmaz ve benzeri anlamdaki birçok ayette (bk. Ra’d, 16; Bakara, 18; İsrâ, 72) Kur’an’da 4 ayette âhirette görme özürlülerden söz edilmektedir.

“Kim bu dünyada kör olursa, o âhirette de kördür” (İsrâ, 72) anlamındaki ayette geçen “âhirette körlük”; cennet nimetlerini görememek ve kurtuluş yolunu bulamamaktır.

“Kim benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse mutlaka ona dar bir geçim vardır ve onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz. O, ‘Rabbim! Dünyada ben gören bir kimse idim, beni niçin kör olarak haşrettin’ der” (Tâhâ, 124-12; bk İsrâ, 97) anlamındaki ayette geçen âhirette körlüğün hakikî mi mecazî mi olduğu konusunda müfessirler ihtilâf etmişlerdir. Mecazî anlamda olduğunu söyleyenlere göre (bk. Kehf, 53; Fürkân, 12; Mülk, 7) körlükten maksat; kendilerini sevindirecek şeyleri görememeleridir. Körlüğün hakikî anlamda olduğunu söyleyenlere göre ise kâfirler, Müminûn suresinin 108. ayetinde zikredilen Allah'ın emrinden sonra kör sağır ve dilsiz olacaklardır.

Kur’an’da işitme engelliler ile ilgili 11 ayet vardır. Bu ayetlerden 10’u dünyada sağırlık, biri de âhirette sağırlık ile ilgilidir. Dünyada sağırlık ile ilgili ayetlerin sadece biri hakikî, diğerleri mecazî anlamdadır.

Hakikî anlamdaki sağırlık; benzetme bağlamında geçmektedir. Allah, inkâr edip isyan edenler ile iman edip sâlih amel işleyenleri, kör ve sağır ile işiten ve gören insanlara benzetmektedir (Hûd, 24).

Mecazî anlamdaki sağırlık; Allah ve peygamberin çağrısını duymazlıktan gelmek, ilâhî gerçeklere kulak tıkamaktır.

Kâfir, müşrik ve münafıklar, Kur’an’da “sağır” olarak nitelendirilmektedir: “(Münafıklar), sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar hakka dönmezler” (Bakara, 18), “Ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içerisindeki sağırlar ve dilsizlerdir” (En’âm, 39).

Görüldüğü gibi ayetlerde münafıklar ve ayetleri yalanlayan kâfirler, yerilme bağlamında körler ve sağırlar olarak nitelenmektedir.

Âhirette sağırlık; Kur’an’da bir ayette kâfirlerin âhirette sağır olarak haşredileceği bildirilmektedir: “Onları kıyamet günü, körler, dilsizler ve sağırlar olarak yüz üstü haşredeceğiz, varacakları yer cehennemdir” (İsrâ, 97) Kur’an’da kâfirlerin kulaklarının duyması ile ilgili ayet bulunması (bk. Mülk, 7) sebebiyle müfessirler, kâfirlerin ilk haşrolundukları andan kıyamet mevkiine gelinceye kadar sağır olacakları veya kendilerini sevindirecek sözleri işitemeyecekleri şeklinde sağırlığın hakikî veya mecazî anlamda olabileceği görüşünü serdetmişlerdir (Taberî, IX, 15/155-156).

Kur’an’da 5 ayette konuşma özürlülüğünden söz edilmektedir. Bunlardan dördü dünya hayatı, biri âhiret hayatı ile ilgilidir. Dünya hayatı ile ilgili olan ayetlerden biri hâkikî anlamda, diğerleri mecazî anlamdadır.

Hakikî anlamda dilsizlik; benzetme bağlamında geçmektedir: “Allah, (şöyle) iki adamı misâl verdi: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez, efendisine sadece bir yüktür. Nereye göndersen olumlu bir sonuç alamaz. Bu, adalet ile emreden ve doğru yol üzere olan kimse ile eşit olur mu?” (Nahl, 76).

Mecazî anlamda dilsizlik; gerçekleri konuşmayan, hak sözü söylemeyen kimsedir. Allah Kur’an’da kâfir, müşrik ve münafık kimseleri dilsiz olarak nitelemektedir: “(Münafıklar), sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar hakka dönmezler” (Bakara, 18; En’âm, 39).

Ahirette dilsizlik; Kur’an’da bir ayette kâfirlerin âhirette sağır olarak haşredileceği bildirilmektedir: “Onları kıyamet günü, körler, dilsizler ve sağırlar olarak yüz üstü haşredeceğiz” (İsrâ, 97).

İbn Abbâs, âhiret körlüğünü, kâfirlerin kendilerini sevindirecek şeyleri görememeleri; dilsizliği, delil ile konuşamamaları; sağırlığı, kendilerini sevindirecek şeyleri duyamamaları şeklinde yorumlamıştır (Taberî, IX, 15/168).

Kur’an’da iki ayette ortopedik engellilerden söz edilmektedir. Bu ayetler, yürüme engeli olan insanlara Allah yolunda cihada ve savaşa katılmamaları ile ilgilidir: “Topala güçlük yoktur” (Nur, 61; Fetih, 17).

Kur’an’da zihinsel engellilik hakikî ve mecazî anlamda kullanılmıştır.

Hakikî anlamda zihinsel engellilik Kur’an’da “mecnûn” (deli) ve “sefih” (akılsız) kelimeleri ile ifade edilmektedir. Deli kelimesi, Mekkeli müşriklerin Peygamber efendimize, Firavun’un Mûsâ (s.a.s.)’a, Nuh kavminin Nuh (s.a.s.)’a ve diğer kavimlerin peygamberlerine “deli” diyerek iftira etmeleri sefih kelimesi, aklı ermeyenlerin korunması (Nisâ,5) bağlamında geçmektedir.

Peygamberlerin deli olması mümkün değildir, bu itham onlar için bir iftiradır.

Mecazî anlamda zihinsel özürlülük, aklın ilâhî gerçekleri anlamada kullanılmamasıdır. Bu anlamda kâfir, müşrik ve münafıklar, Kur’an’da “gerçekleri anlamayan insanlar” olarak nitelenmişlerdir. Cehennemlikler için, “Onların kalpleri vardır fakat onlar kalpleriyle (gerçeği) anlamazlar” buyurulmuştur (A’râf, 179).

Kur’an’da hastalık, ruhsat bildirme bağlamında geçmektedir: “Hastaya güçlük yoktur” (Nur, 61; Fetih, 17). İki ayette Hz. İsa’nın alaca hastalarını iyileştirdiği bildirilmektedir: “Körü ve alacayı iyileştiririm” (Âl-i İmrân, 49).

Engelli olmanın sebepleri

Doğuştan veya sonradan insanlar niçin engelli oluyorlar? Bunun sebebi nedir? Kur’an’a baktığımızda insanların görme, işitme, duyma, konuşma, düşünme ve anlama gibi zihinsel veya bedensel engelli olmalarında temel iki faktörün olduğunu görüyoruz: İlâhî irade ve imtihan ile insanların ihmal ve kusurları.

a) İlâhî irade ve imtihan

İnsanların mallarına ve canlarına maddî veya manevî isabet eden az veya çok herhangi bir musibet ancak Allah’ın izni ve iradesi ile meydana gelir. Allah’ın izni ve iradesi olmadan bir kimsenin istemesi ve çalışması ile hiç kimseye kaza, belâ, âfet ve musibet isabet etmez. “Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez” (Teğâbün, 11) anlamındaki ayet bu gerçeği ifade etmektedir. İnsanı üzen her şey musibettir. Dolayısıyla insanların herhangi bir uzvundaki arıza ve hastalık birer musibettir, bu musibet Allah’ın izni, iradesi ve takdiri ile olmuştur. Allah’ın izni, iradesi ve takdiri olmadan bırakın insanın bedeninde veya organlarında herhangi bir arıza ve hastalık olmasını insanın ölmesi bile mümkün değildir (Âl-i İmrân, 145).

İnsanların başına gelen her musibetler birer ilâhi imtihandır: “Yemin olsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz noksanlaştırmak suretiyle imtihan ederiz” (Bakara, 155), “Her can ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ve şer ile deniyoruz” (Enbiyâ, 35) anlamındaki ayetler, bu gerçeği ifade etmektedir. Aslında yaşamı ve ölümü ile insan, sürekli imtihan hâlindedir (bk. Mülk, 2 Kehf, 7, Hûd, 7).

Şunu kesin olarak bilmek ve iman etmek gerekir ki; kâinatı ve içindeki canlı ve cansız bütün varlıkları yaratan (En’âm, 102), yaşatan (Hadîd, 2), rızık veren (Rum, 40), düzene koyan (Fürkân, 2), öldüren ve dirilten, güldüren ve ağlatan Allah’tır (Necm, 43-44). Allah, dilediğini yapar. Doğumlar, ölümler, tabiat olayları, âfetler ve musibetler, kısaca iyi veya kötü, hayır veya şer her şey O’nun izni ve iradesi ile meydana gelir. Dolayısıyla insanların canlarına ve mallarına zarar veren âfetler, her türlü musibet, ancak Allah’ın izni ve takdiri ile meydana gelmektedir.

İnsanın sağlığını, canını ve malını koruması, tehlikelerden sakınması, tedbirli olması, Allah’ın bir emridir. Bütün tedbirlere rağmen insan musibete maruz kalabilir. Çünkü imtihan edilmektedir.

Diğer taraftan insanın başına gelen musibetler ilâhî bir takdirdir. Bu hususu Kur’an’ın birçok ayetinde görmekteyiz. Şu ayetler bu konuya yeterince ışık tutmaktadır:

“(Ey Peygamberim! İnsanlara) de ki: Bize ancak Allah’ın yazdığı (takdir ettiği) şey isabet eder” (Tevbe, 51), “Ne yeryüzünde, ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Doğrusu bu, Allah’a kolaydır” (Hadîd, 22).

Bu ayetlerde; gerek yeryüzüne, gerekse, canlara isabet eden musibetlerin önceden bir Kitap’ta, ilmi ilâhînin nakşedildiği Levh-ı Mahfuz’da yazılı olduğu bildirilmektedir. Her şeyin önceden bir Kitap’ta yazılmasının gerekçesini ise, yüce Allah şöyle bildirmektedir: “Elinizden çıkana, kaybettiğiniz şeylere üzülmeyesiniz ve Allah’ın verdiği şeyler ile sevinip şımarmayasınız” (Hadîd, 23).

Bu ayette Allah, açıkça musibetler karşısında insanların üzülmemelerini, feryâd ü fîgan etmemelerini istemektedir. Çünkü, bütün olup bitenler Allah’ın izni ve takdiri ile olmuştur. İnsanın, “niçin bunlar oldu, niçin bunlar başıma geldi” diye üzülmesinin bir faydası yoktur. İnsanın, “musibetler, Allah’ın takdiri ile olmuştur” deyip sabırlı ve metanetli olması gerekir. Sabırlı olmak musibet karşısında tedbir almamak, musibetlerden sonra gerekenleri yapmamak anlamına gelmez.

Biliyoruz ki Allah “çok merhametlidir” (Fatiha, 2) ve “insanlara zerre kadar zulmetmez” (Nisa, 40) Mala ve cana zarar veren musibetlerin meydana gelmesinde ilâhî irade, takdir ve imtihanın tecellisinde, insanların davranışlarının etkisi de var mıdır? Kur’an’a baktığımızda bu soruya “evet” diyebiliyoruz.

b) İnsanların hata ve kusurları

Musibetlerin meydana gelmesinde insanların kusurlarının da bulunduğunu yüce Allah, birçok ayette bildirmektedir. Meselâ “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı (işler, kusurlar) yüzündendir. Allah yaptıklarınızın çoğunu affediyor (de bu yüzden size musibet vermiyor)” (Şura, 30) anlamındaki ayet, bu gerçeği açıkça ifade etmektedir.

Ayet ve hadisler, insanların başına gelen musibetlerin sebebi olarak, insanların işledikleri, hata, kusur ve kötü amelleri göstermektedir.

Mümin insan da dünyada ilâhî yasalara, evrensel ve toplumsal kurallara uymazsa sözgelimi, sağlığına, gıdalarına ve temizliğe dikkat etmezse hasta olabilir, trafik kurallarına uymazsa kaza yapabilir, hastalık ve kaza sonucu sakat kalabilir. Burada kusuru insanın kendisinde araması lâzım. Mümin açısından bunu, her ne kadar Allah’ın izni ile meydana gelmiş ise de ilâhî bir ceza olarak düşünmek doğru değildir.

Yüce Allah Kur’an’da; “İnsanların yaptığı amellere göre (Allah katında) dereceleri vardır” buyurmuştur (En’âm, 132). Müminler, bu derecelerine yaptıkları ibadetleriyle ulaşamazlarsa Allah onlara bir musibet verir, sabır ihsan eder, böylece hesapsız derecede sevap verir (Zümer, 10). Musibeti sebebiyle günahları bağışlanır. Bu şekilde Allah katındaki manevî derecesine ulaşır (Ahmed, V, 272. Ebu Davud, Cenâiz, 1. III, 470). Peygamberler de musibetlere maruz kalmışlardır (bk. Tirmizi, Zühd, 56. IV, 601, İbn Mace, Fiten, 23).

Sonuç ve değerlendirme

Varlıkların en mükemmeli, en üstünü ve en şereflisi olan, âlemde var olan her şey hizmetine sunulan insanın Allah katındaki değeri iman, ibadet, sâlih amel, takva ve güzel ahlâkı nispetindedir. Çünkü Allah insanları bu açıdan değerlendirmekte, onların fizik yapılarına, renklerine, ırklarına, cinsiyetlerine, sağlam veya engelli oluşlarına bakmamaktadır.

Kur’an’da dünya veya âhiret hayatında, hakikî, çoğunlukla mecazî anlamda görme, işitme, konuşma, ortopedik ve zihinsel engellilik ile genel anlamda hastalıklardan söz edilmiştir.

Hakikî anlamdaki engellilik, ya benzetme veya dinî görevlerde ruhsat bildirme veya tedâvi etme veya değer verme bağlamında zikredilmiştir. Mecazî anlamda engellilik; iman etmeyen insanların ilâhî gerçekleri, anlamamaları, görmemeleri, duymamaları ve konuşamamaları bağlamında geçmektedir. Ahiret hayatında görme, duyma ve konuşma engelli olmak; hakikî ve mecazî anlamda, kâfirler için gerçekten kör, sağır ve dilsiz olmaları veya kendilerini sevindirecek şeyleri görememeleri, duyamamaları ve delil ile konuşamamalarıdır.

Ahsen-i takvîm üzere en güzel biçimde yaratılan insanın fizikî ve ruhî varlığını sağlıklı olarak, sürdürmesi temel görevidir. Bu görevin ihmali, insanda birtakım özürlerin meydana gelmesine sebep olabilmektedir. Öte yandan insan, ölümü ve hayatı ile imtihan hâlindedir. Bazen nimetlerle bazen de musibetlerle imtihan olur. Dolayısıyla başına gelen her sıkıntının müsebbibi bizzat kendisi olmayabilir. İlâhî imtihanın yanı sıra, anne-baba ve toplumun da ihmal ve kusurları olabilir.

İster ilâhî bir imtihan sonucu, isterse kendisi ve diğer insanların kusuru sebebiyle olsun bir musibetle karşılaşsa, insanın her şeyden önce metanet ve sabır gösterebilmesi gerekir. Bu, sıkıntılarından kurtulmak için maddî ve manevî çarelere başvurmasına engel değildir. Çarelere başvurur ancak “musibet ancak Allah’ın izni ve takdiri ile olmuştur, O, izin vermeseydi olmazdı, bunda da bir hayır vardır diyerek” rahat olma bilincini kazanabilmesi, insanın Allah’a olan imanının sonucudur.

İster ilâhî bir imtihan sonucu, isterse kendisi ve diğer insanların kusuru sebebiyle olsun bir musibetle karşılaşsa, insanın her şeyden önce metanet ve sabır gösterebilmesi gerekir. Bu, sıkıntılarından kurtulmak için maddî ve manevî çarelere başvurmasına engel değildir.

Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi 2004 Mayıs sayısında yayınlanmıştır.

Doç. Dr. İsmail Karagöz

Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
__________________
Allahım gönlümde olanı hakkımda hayırlı eyle,
Hakkımda hayırlı olana gönlümü razı eyle.


[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]


CANDA ÖZÜR OLMAZ...
seva isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Alt 17.05.2008, 15:03   #3
ersoy_34
Usta Yiğido
 
ersoy_34 - Ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
ersoy_34 Şuan ersoy_34 isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 02.06.2012 16:10

Üyelik Tarihi: 15.10.2007
Yaş: 44
Mesajlar: 642
Tecrübe Puanı: 690 ersoy_34 FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart --->: Engellilik ve Din

Alıntı:
seva Nickli Üyeden Al?nt? Mesajı Göster
Kur’an’ın Engelli ve Özürlülere Bakışı

Yüce Allah, insanları iman, salih amel, güzel ahlâk, ibadet ve itâatleri veya inkâr, şirk, nifâk, isyan ve kötü davranışları, takva veya zulüm sahibi olup olmamaları açısından değerlendirir; onları servetleri, ırkları, renkleri, cinsiyetleri, dilleri, nesepleri, fizyolojik yapıları, engelli veya sağlıklı oluşları açısından değerlendirmez. "Allah katında en üstün olanınız en muttakî olanınızdır" (Hucûrât, 12) anlamındaki ile "Allah sizin sûretlerinize ve servetlerinize bakmaz. Fakat kalplerinize (iman veya inkâr hâlinize) ve amellerinize bakar" (Müslim, Birr, 32) anlamındaki hadis, bu gerçeği ifade etmektedir.

“Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık” (Tin, 4), “Allah size şekil verdi ve şeklinizi en güzel yaptı” (Teğâbün, 3) “Sonra insanı şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrâk organları yarattı” (Secde, 9) anlamındaki ayetler Allah’ın insanları en güzel ve en mükemmel biçimde yarattığını ifade etmektedir.

Kur'an’da görme, işitme, konuşma, ortopedik ve zihinsel engelliler ile hastalıktan söz edilmektedir. Konu ile ilgili ayetlerin büyük çoğunluğu mecazî anlamdadır.

Görme engelliliği, Kur’an’da 28 ayette geçmektedir. Bunlardan sadece 10'u fiziksel anlamda olup 6'sı dünya hayatı, 4‘ü de âhiret hayatı ile ilgilidir.

Hakikî anlamda körlük; Kur’an’da sorumluluk, benzetme, değer verme ve tedavi bağlamında geçmektedir:

Sorumluluk bağlamında; İslâm, insanları ancak güçleri nispetinde sorumlu tutar (Bakara, 284). Dolayısıyla görme özürlü insanlar dinî görevlerle ilgili olarak ancak güçlerinin yettiği şeylerden sorumludurlar. Allah yolunda cihat yapma ve savaşa katılma ile ilgili olarak, “Köre güçlük yoktur” buyurulmaktadır (Nur, 61; Fetih, 17). Bu ayet, ortopedik özürlülerin savaşa katılma zorunlululuğunun olmadığını ifade etmektedir.

Benzetme bağlamında; Allah, inkâr edip isyan edenler ile iman edip sâlih amel işleyenleri, kör ve sağır ile işiten ve gören insanlara benzetmektedir: “Bu iki zümrenin durumu kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların durumları hiç birbirlerine denk olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?” (Hûd, 24).

Bu ayette, sadece bir durum tespiti ve benzetme yapılmaktadır, yoksa görme ve işitme engelliler yerilip aşağılanmamaktadır.

Değer verme bağlamında; Allah’a ve peygambere yönelen görme özürlü insan, inkâr edip isyan eden zengin ve itibarlı insandan daha değerlidir. Bu husus, Abese suresinin ilk on iki ayetinde açıkça bildirilmektedir.

Peygamber efendimiz, Mekke’nin zengin ve ileri gelenlerinden Ebu Cehil (Amr ibn Hişâm), Ümeyye ibn Ebi Halef, Abbâs İbn Abdülmuttalib ve Utbe ibn Ebi Rebi’a ile özel bir görüşme yapar, bunları İslâm’a davet eder. İslâm’ın güçlenmesi açısından bu kimselerin Müslüman olmalarını çok arzu eder. Peygamberimiz, Ümeyye ibn Halef ile konuşurken Fihr oğullarından Abdullah ibn Ümmi Mektum adında görme özürlü biri gelir ve Peygamberimizden kendisine Kur’an’dan bir ayet okumasını ister. ‘Ey Allah’ın Peygamberi! Allah’ın sana öğrettiklerinden bana öğret’ der. Peygamberimiz (s.a.s.), sözünün kesilmesinden hoşlanmaz, yüzünü ekşitir, başını çevirir ve diğerlerine döner. Peygamberimiz sözünü bitirip kalkacağı sırada vahiy gelir, Abese suresinin konu ile ilgili ayetleri iner.

Bunun üzerine Peygamber efendimiz (s.a.s.), kalkar Abdullah ibn Ümmi Mektum’a ikram eder, onunla konuşur, hatırını ve bir ihtiyacının olup olmadığını sorarak onunla ilgilenir.

Tedavi bağlamında; Kur’an’da iki ayette Hz. İsa’nın Allah’ın izni ile doğuştan körleri (ekmeh) iyileştirildiği bildirilmektedir: “Körü ve alacayı iyileştiririm” (Âl-i İmrân, 49).

Mecâzî anlamda körlük, gözlerin varlıkları görememesi değil, insanın gerçekleri görememesi yani "kalp körlüğü"dür. Kur’an’a baktığımız zaman kâfir, müşrik ve münafıklara kör denildiğini görmekteyiz.

Olmaz ve benzeri anlamdaki birçok ayette (bk. Ra’d, 16; Bakara, 18; İsrâ, 72) Kur’an’da 4 ayette âhirette görme özürlülerden söz edilmektedir.

“Kim bu dünyada kör olursa, o âhirette de kördür” (İsrâ, 72) anlamındaki ayette geçen “âhirette körlük”; cennet nimetlerini görememek ve kurtuluş yolunu bulamamaktır.

“Kim benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse mutlaka ona dar bir geçim vardır ve onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz. O, ‘Rabbim! Dünyada ben gören bir kimse idim, beni niçin kör olarak haşrettin’ der” (Tâhâ, 124-12; bk İsrâ, 97) anlamındaki ayette geçen âhirette körlüğün hakikî mi mecazî mi olduğu konusunda müfessirler ihtilâf etmişlerdir. Mecazî anlamda olduğunu söyleyenlere göre (bk. Kehf, 53; Fürkân, 12; Mülk, 7) körlükten maksat; kendilerini sevindirecek şeyleri görememeleridir. Körlüğün hakikî anlamda olduğunu söyleyenlere göre ise kâfirler, Müminûn suresinin 108. ayetinde zikredilen Allah'ın emrinden sonra kör sağır ve dilsiz olacaklardır.

Kur’an’da işitme engelliler ile ilgili 11 ayet vardır. Bu ayetlerden 10’u dünyada sağırlık, biri de âhirette sağırlık ile ilgilidir. Dünyada sağırlık ile ilgili ayetlerin sadece biri hakikî, diğerleri mecazî anlamdadır.

Hakikî anlamdaki sağırlık; benzetme bağlamında geçmektedir. Allah, inkâr edip isyan edenler ile iman edip sâlih amel işleyenleri, kör ve sağır ile işiten ve gören insanlara benzetmektedir (Hûd, 24).

Mecazî anlamdaki sağırlık; Allah ve peygamberin çağrısını duymazlıktan gelmek, ilâhî gerçeklere kulak tıkamaktır.

Kâfir, müşrik ve münafıklar, Kur’an’da “sağır” olarak nitelendirilmektedir: “(Münafıklar), sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar hakka dönmezler” (Bakara, 18), “Ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içerisindeki sağırlar ve dilsizlerdir” (En’âm, 39).

Görüldüğü gibi ayetlerde münafıklar ve ayetleri yalanlayan kâfirler, yerilme bağlamında körler ve sağırlar olarak nitelenmektedir.

Âhirette sağırlık; Kur’an’da bir ayette kâfirlerin âhirette sağır olarak haşredileceği bildirilmektedir: “Onları kıyamet günü, körler, dilsizler ve sağırlar olarak yüz üstü haşredeceğiz, varacakları yer cehennemdir” (İsrâ, 97) Kur’an’da kâfirlerin kulaklarının duyması ile ilgili ayet bulunması (bk. Mülk, 7) sebebiyle müfessirler, kâfirlerin ilk haşrolundukları andan kıyamet mevkiine gelinceye kadar sağır olacakları veya kendilerini sevindirecek sözleri işitemeyecekleri şeklinde sağırlığın hakikî veya mecazî anlamda olabileceği görüşünü serdetmişlerdir (Taberî, IX, 15/155-156).

Kur’an’da 5 ayette konuşma özürlülüğünden söz edilmektedir. Bunlardan dördü dünya hayatı, biri âhiret hayatı ile ilgilidir. Dünya hayatı ile ilgili olan ayetlerden biri hâkikî anlamda, diğerleri mecazî anlamdadır.

Hakikî anlamda dilsizlik; benzetme bağlamında geçmektedir: “Allah, (şöyle) iki adamı misâl verdi: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez, efendisine sadece bir yüktür. Nereye göndersen olumlu bir sonuç alamaz. Bu, adalet ile emreden ve doğru yol üzere olan kimse ile eşit olur mu?” (Nahl, 76).

Mecazî anlamda dilsizlik; gerçekleri konuşmayan, hak sözü söylemeyen kimsedir. Allah Kur’an’da kâfir, müşrik ve münafık kimseleri dilsiz olarak nitelemektedir: “(Münafıklar), sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar hakka dönmezler” (Bakara, 18; En’âm, 39).

Ahirette dilsizlik; Kur’an’da bir ayette kâfirlerin âhirette sağır olarak haşredileceği bildirilmektedir: “Onları kıyamet günü, körler, dilsizler ve sağırlar olarak yüz üstü haşredeceğiz” (İsrâ, 97).

İbn Abbâs, âhiret körlüğünü, kâfirlerin kendilerini sevindirecek şeyleri görememeleri; dilsizliği, delil ile konuşamamaları; sağırlığı, kendilerini sevindirecek şeyleri duyamamaları şeklinde yorumlamıştır (Taberî, IX, 15/168).

Kur’an’da iki ayette ortopedik engellilerden söz edilmektedir. Bu ayetler, yürüme engeli olan insanlara Allah yolunda cihada ve savaşa katılmamaları ile ilgilidir: “Topala güçlük yoktur” (Nur, 61; Fetih, 17).

Kur’an’da zihinsel engellilik hakikî ve mecazî anlamda kullanılmıştır.

Hakikî anlamda zihinsel engellilik Kur’an’da “mecnûn” (deli) ve “sefih” (akılsız) kelimeleri ile ifade edilmektedir. Deli kelimesi, Mekkeli müşriklerin Peygamber efendimize, Firavun’un Mûsâ (s.a.s.)’a, Nuh kavminin Nuh (s.a.s.)’a ve diğer kavimlerin peygamberlerine “deli” diyerek iftira etmeleri sefih kelimesi, aklı ermeyenlerin korunması (Nisâ,5) bağlamında geçmektedir.

Peygamberlerin deli olması mümkün değildir, bu itham onlar için bir iftiradır.

Mecazî anlamda zihinsel özürlülük, aklın ilâhî gerçekleri anlamada kullanılmamasıdır. Bu anlamda kâfir, müşrik ve münafıklar, Kur’an’da “gerçekleri anlamayan insanlar” olarak nitelenmişlerdir. Cehennemlikler için, “Onların kalpleri vardır fakat onlar kalpleriyle (gerçeği) anlamazlar” buyurulmuştur (A’râf, 179).

Kur’an’da hastalık, ruhsat bildirme bağlamında geçmektedir: “Hastaya güçlük yoktur” (Nur, 61; Fetih, 17). İki ayette Hz. İsa’nın alaca hastalarını iyileştirdiği bildirilmektedir: “Körü ve alacayı iyileştiririm” (Âl-i İmrân, 49).

Engelli olmanın sebepleri

Doğuştan veya sonradan insanlar niçin engelli oluyorlar? Bunun sebebi nedir? Kur’an’a baktığımızda insanların görme, işitme, duyma, konuşma, düşünme ve anlama gibi zihinsel veya bedensel engelli olmalarında temel iki faktörün olduğunu görüyoruz: İlâhî irade ve imtihan ile insanların ihmal ve kusurları.

a) İlâhî irade ve imtihan

İnsanların mallarına ve canlarına maddî veya manevî isabet eden az veya çok herhangi bir musibet ancak Allah’ın izni ve iradesi ile meydana gelir. Allah’ın izni ve iradesi olmadan bir kimsenin istemesi ve çalışması ile hiç kimseye kaza, belâ, âfet ve musibet isabet etmez. “Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez” (Teğâbün, 11) anlamındaki ayet bu gerçeği ifade etmektedir. İnsanı üzen her şey musibettir. Dolayısıyla insanların herhangi bir uzvundaki arıza ve hastalık birer musibettir, bu musibet Allah’ın izni, iradesi ve takdiri ile olmuştur. Allah’ın izni, iradesi ve takdiri olmadan bırakın insanın bedeninde veya organlarında herhangi bir arıza ve hastalık olmasını insanın ölmesi bile mümkün değildir (Âl-i İmrân, 145).

İnsanların başına gelen her musibetler birer ilâhi imtihandır: “Yemin olsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz noksanlaştırmak suretiyle imtihan ederiz” (Bakara, 155), “Her can ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ve şer ile deniyoruz” (Enbiyâ, 35) anlamındaki ayetler, bu gerçeği ifade etmektedir. Aslında yaşamı ve ölümü ile insan, sürekli imtihan hâlindedir (bk. Mülk, 2 Kehf, 7, Hûd, 7).

Şunu kesin olarak bilmek ve iman etmek gerekir ki; kâinatı ve içindeki canlı ve cansız bütün varlıkları yaratan (En’âm, 102), yaşatan (Hadîd, 2), rızık veren (Rum, 40), düzene koyan (Fürkân, 2), öldüren ve dirilten, güldüren ve ağlatan Allah’tır (Necm, 43-44). Allah, dilediğini yapar. Doğumlar, ölümler, tabiat olayları, âfetler ve musibetler, kısaca iyi veya kötü, hayır veya şer her şey O’nun izni ve iradesi ile meydana gelir. Dolayısıyla insanların canlarına ve mallarına zarar veren âfetler, her türlü musibet, ancak Allah’ın izni ve takdiri ile meydana gelmektedir.

İnsanın sağlığını, canını ve malını koruması, tehlikelerden sakınması, tedbirli olması, Allah’ın bir emridir. Bütün tedbirlere rağmen insan musibete maruz kalabilir. Çünkü imtihan edilmektedir.

Diğer taraftan insanın başına gelen musibetler ilâhî bir takdirdir. Bu hususu Kur’an’ın birçok ayetinde görmekteyiz. Şu ayetler bu konuya yeterince ışık tutmaktadır:

“(Ey Peygamberim! İnsanlara) de ki: Bize ancak Allah’ın yazdığı (takdir ettiği) şey isabet eder” (Tevbe, 51), “Ne yeryüzünde, ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Doğrusu bu, Allah’a kolaydır” (Hadîd, 22).

Bu ayetlerde; gerek yeryüzüne, gerekse, canlara isabet eden musibetlerin önceden bir Kitap’ta, ilmi ilâhînin nakşedildiği Levh-ı Mahfuz’da yazılı olduğu bildirilmektedir. Her şeyin önceden bir Kitap’ta yazılmasının gerekçesini ise, yüce Allah şöyle bildirmektedir: “Elinizden çıkana, kaybettiğiniz şeylere üzülmeyesiniz ve Allah’ın verdiği şeyler ile sevinip şımarmayasınız” (Hadîd, 23).

Bu ayette Allah, açıkça musibetler karşısında insanların üzülmemelerini, feryâd ü fîgan etmemelerini istemektedir. Çünkü, bütün olup bitenler Allah’ın izni ve takdiri ile olmuştur. İnsanın, “niçin bunlar oldu, niçin bunlar başıma geldi” diye üzülmesinin bir faydası yoktur. İnsanın, “musibetler, Allah’ın takdiri ile olmuştur” deyip sabırlı ve metanetli olması gerekir. Sabırlı olmak musibet karşısında tedbir almamak, musibetlerden sonra gerekenleri yapmamak anlamına gelmez.

Biliyoruz ki Allah “çok merhametlidir” (Fatiha, 2) ve “insanlara zerre kadar zulmetmez” (Nisa, 40) Mala ve cana zarar veren musibetlerin meydana gelmesinde ilâhî irade, takdir ve imtihanın tecellisinde, insanların davranışlarının etkisi de var mıdır? Kur’an’a baktığımızda bu soruya “evet” diyebiliyoruz.

b) İnsanların hata ve kusurları

Musibetlerin meydana gelmesinde insanların kusurlarının da bulunduğunu yüce Allah, birçok ayette bildirmektedir. Meselâ “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı (işler, kusurlar) yüzündendir. Allah yaptıklarınızın çoğunu affediyor (de bu yüzden size musibet vermiyor)” (Şura, 30) anlamındaki ayet, bu gerçeği açıkça ifade etmektedir.

Ayet ve hadisler, insanların başına gelen musibetlerin sebebi olarak, insanların işledikleri, hata, kusur ve kötü amelleri göstermektedir.

Mümin insan da dünyada ilâhî yasalara, evrensel ve toplumsal kurallara uymazsa sözgelimi, sağlığına, gıdalarına ve temizliğe dikkat etmezse hasta olabilir, trafik kurallarına uymazsa kaza yapabilir, hastalık ve kaza sonucu sakat kalabilir. Burada kusuru insanın kendisinde araması lâzım. Mümin açısından bunu, her ne kadar Allah’ın izni ile meydana gelmiş ise de ilâhî bir ceza olarak düşünmek doğru değildir.

Yüce Allah Kur’an’da; “İnsanların yaptığı amellere göre (Allah katında) dereceleri vardır” buyurmuştur (En’âm, 132). Müminler, bu derecelerine yaptıkları ibadetleriyle ulaşamazlarsa Allah onlara bir musibet verir, sabır ihsan eder, böylece hesapsız derecede sevap verir (Zümer, 10). Musibeti sebebiyle günahları bağışlanır. Bu şekilde Allah katındaki manevî derecesine ulaşır (Ahmed, V, 272. Ebu Davud, Cenâiz, 1. III, 470). Peygamberler de musibetlere maruz kalmışlardır (bk. Tirmizi, Zühd, 56. IV, 601, İbn Mace, Fiten, 23).

Sonuç ve değerlendirme

Varlıkların en mükemmeli, en üstünü ve en şereflisi olan, âlemde var olan her şey hizmetine sunulan insanın Allah katındaki değeri iman, ibadet, sâlih amel, takva ve güzel ahlâkı nispetindedir. Çünkü Allah insanları bu açıdan değerlendirmekte, onların fizik yapılarına, renklerine, ırklarına, cinsiyetlerine, sağlam veya engelli oluşlarına bakmamaktadır.

Kur’an’da dünya veya âhiret hayatında, hakikî, çoğunlukla mecazî anlamda görme, işitme, konuşma, ortopedik ve zihinsel engellilik ile genel anlamda hastalıklardan söz edilmiştir.

Hakikî anlamdaki engellilik, ya benzetme veya dinî görevlerde ruhsat bildirme veya tedâvi etme veya değer verme bağlamında zikredilmiştir. Mecazî anlamda engellilik; iman etmeyen insanların ilâhî gerçekleri, anlamamaları, görmemeleri, duymamaları ve konuşamamaları bağlamında geçmektedir. Ahiret hayatında görme, duyma ve konuşma engelli olmak; hakikî ve mecazî anlamda, kâfirler için gerçekten kör, sağır ve dilsiz olmaları veya kendilerini sevindirecek şeyleri görememeleri, duyamamaları ve delil ile konuşamamalarıdır.

Ahsen-i takvîm üzere en güzel biçimde yaratılan insanın fizikî ve ruhî varlığını sağlıklı olarak, sürdürmesi temel görevidir. Bu görevin ihmali, insanda birtakım özürlerin meydana gelmesine sebep olabilmektedir. Öte yandan insan, ölümü ve hayatı ile imtihan hâlindedir. Bazen nimetlerle bazen de musibetlerle imtihan olur. Dolayısıyla başına gelen her sıkıntının müsebbibi bizzat kendisi olmayabilir. İlâhî imtihanın yanı sıra, anne-baba ve toplumun da ihmal ve kusurları olabilir.

İster ilâhî bir imtihan sonucu, isterse kendisi ve diğer insanların kusuru sebebiyle olsun bir musibetle karşılaşsa, insanın her şeyden önce metanet ve sabır gösterebilmesi gerekir. Bu, sıkıntılarından kurtulmak için maddî ve manevî çarelere başvurmasına engel değildir. Çarelere başvurur ancak “musibet ancak Allah’ın izni ve takdiri ile olmuştur, O, izin vermeseydi olmazdı, bunda da bir hayır vardır diyerek” rahat olma bilincini kazanabilmesi, insanın Allah’a olan imanının sonucudur.

İster ilâhî bir imtihan sonucu, isterse kendisi ve diğer insanların kusuru sebebiyle olsun bir musibetle karşılaşsa, insanın her şeyden önce metanet ve sabır gösterebilmesi gerekir. Bu, sıkıntılarından kurtulmak için maddî ve manevî çarelere başvurmasına engel değildir.

Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi 2004 Mayıs sayısında yayınlanmıştır.

Doç. Dr. İsmail Karagöz

Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
seva paylaşımın güzel ancak hepsini okuyomadım güzellikler seninle olsun
ersoy_34 isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Alt 17.05.2008, 15:08   #4
sonbahar5803
Usta Yiğido
 
sonbahar5803 - Ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
sonbahar5803 Şuan sonbahar5803 isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 21.09.2009 14:57

Üyelik Tarihi: 26.09.2005
Mesajlar: 1.078
Tecrübe Puanı: 813 sonbahar5803 COK SEVILEN BIR KISIsonbahar5803 COK SEVILEN BIR KISIsonbahar5803 COK SEVILEN BIR KISI
Standart --->: Engellilik ve Din

"Körlük, günahların mağfiret edilmesini sağlar;

sağırlık da günahların affedilmesine sebeptir.

Cesedden eksik olan her aza, kendi ölçüsünde,

günahların affına netice verir."

(Ramuzu’l-Ehadîs)



---


Hadis-i şerifte de belirtildiği gibi, insanın sakat ve azaca noksan olması, günahların affı ve bağışlanması için, en kuvvetli sebeptir.

Rabbimiz, sakat kullara rahmet nazarıyla bakar, lütfu ve keremiyle tecelli eder. Onların günahlarını affedip cehennemden azad buyurduğu gibi, cennette nice nimetler bahşeder.


Alıntıdır.
__________________

İnsan yaklaştığınca yaklaştığından ayrı
Belli ki, yakınımız yoktur ALLAH’tan gayrı...
sonbahar5803 isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye Okuyor. (0 Kay?tl? Üye Ve 1 Misafir)
 
Seçenekler Arama
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesaj?n?z? De?i?tirme Yetkiniz Yok

BB Code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


WEZ Format +2. ?uan Saat: 11:43.


Powered by: vBulletin. Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

Copyright © - Bütün Haklar Sivaslilar.net'e aittir.