|
SİTE ANA SAYFA | Galeri | Kayıt ol | Yardım | Ajanda | Oyunlar | Arama | Bugünki Mesajlar | Forumlar? Okundu Kabul Et |
Serbest Kürsü Serbest Konular |
|
Seçenekler | Arama | Stil |
07.03.2009, 13:51 | #1 |
Usta Yiğido
barikat58 Şuan
Son Aktivite: 06.04.2016 18:19
Üyelik Tarihi: 03.01.2007
Mesajlar: 15.450
Tecrübe Puanı: 2204
|
TÜRK GİBİ KUVVETLİ OL!!!
Osmanlı İmparatorluğu en geniş sınırlarına ne zaman ulaştı, biliyor musunuz? 7 yaşında tahta çıkan ve 39 yıl padişahlık yapan Dördüncü Mehmed zamanında!
Bu dönemde, dünyanın hemen bütün devletleri Türklerin gözüne girmek, onlarla diplomatik ilişki kurmak için gayret gösteriyor ve bu konuda adeta birbirleriyle yarışıyorlardı. Ünlü Fransız tarihçilerinden Albert Vandal bu konuda şunları yazıyor: "En medeni milletlerden en barbarlarına kadar dünyada her devlet; askeri gücünden korktukları Türk Devleti'nin karşısında eğiliyor ve Türklerle hoş geçinmeye çalışıyordu. İstanbul, her milletin diplomatlarıyla dolup boşalan bir merkezdi. Osmanoğullarının tahtı önünde eğilmek için büyükelçiler birbirleriyle yarışıyorlardı. Bu tarafta, 'Halife' sıfatını da taşıyan padişaha, hükümdarının yüksek saygılarını sunan Buhara elçisi, diğer tarafta; şaşaada birbirleriyle yarış eden ve bu uğurda herşeyi göze alan Almanya İmparatoru ile Polonya Kralı'nın elçileri görülüyordu. Polonya elçisinin beraberindekileri o derece kalabalıktı ki, İstanbul'a bir Leh ordusunun geldiği sanılabilirdi. İstanbul'daki büyükelçilerin bando ve mızıka takımlarıyla özel savaş gemileri ve başka donanımları vardı. Törenlerde; önlerinde Hazreti Meryem'in tasvirini götürüyor; Türkler, hiçbir taassub eseri göstermeksizin bu alayları seyrediyorlardı. Büyükelçiler sadrazamın eteğini öpmek ve padişahın huzurunda yere kapanmak için acele ediyor, adeta birbirlerini yiyorlardı!" Fransız Büyükelçiliği Baştercümanı olarak bu dönemde görev yapan yazar Antoine Galland da padişahın sefere çıkışı ile ilgili gözlemlerini kısaca şöyle anlatıyor: "Sultan Dördüncü Mehmed, 7 Mayıs 1672 Cumartesi günü Lehistan seferi için İstanbul'dan ayrıldı. Hayatımda bundan daha güzel, daha muhteşem bir alay görmedim. Dünyanın hiçbir yerinde bundan daha parlak, daha düzenli, daha zengin bir geçit töreni yapılamaz. Ordunun, bizzat padişahın kumandası altında şehirden çıkışı güneşin doğuşundan başlayarak tam beş saat sürdü. Polonya sınırına kadar olan merkezlerdeki Türk birlikleri yolda bu orduya katılacaklardı. Geçen askerler atları da muhteşemdi. Öyle ki, insan hangisini seyredeceğini şaşırıyordu. Atların üzerinde fevkalâde güzel örtüler vardı, yalnızca başları ve bacakları görünüyordu. Zırhlı olmayanların sağrıları kaplan veya pars postlarıyla örtülmüştü. Üzerlerinde büyük bir ihtişamla oturan sipahiler; kılıç, yay, sırma işlemeli ve içi oklarla dolu bir okluk taşıyorlardı. Gayet güzel cilalanmış kalkanları vardı. İlk birlikler geçtikten sonra kalabalık bir mehter takımı yürümeye başladı. Hem kendilerine has yürüyüşleriyle yürüyor, hem de çalıp okuyorlardı. Kösler ve davullar vurduğu zaman adeta yer yerinden oynuyordu. Sergiledikleri ihtişam görülmeye değer birşeydi. Mehter takımından sonra yine, sonu gelmez gibi görünen birlikler geçmeye başladı. Türk askerinin demirden yapılmış işlemeli zırhları; rengârenk satenden sarıkları, ipek kordonlarla süslü kadife cepkenleri, en iyi şekilde yapılmış silahları; seyredenleri hayretle karışık bir hayranlık içinde bırakıyordu. Silahlarına öylesine özen gösterilmişti ki; her ok ayrı ayrı cilalanmış ve süslenmişti..." İşte, böyle bir dönemde, orta Avrupa'ya açılan en önemli kapılardan biri olan Uyvar Kalesi fethedildi. Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa komutasındaki Türk ordusu 18 Ağustos 1663 günü kuşatma harekatını başlattı. Avrupa'nın en dayanıklı kalesi olarak kabul edilen Uyvar'ın düşeceğini ihtimal verilmiyordu. Ancak, Türk ordusunun iyi yönetilmesi ve ısrarı karşısında çaresiz kalan düşman, kuşatmanın otuz yedinci gününde teslim şartlarını görüşmeyi kabul etti. 24 Eylül günü Türkler Viyana'ya doğru yol alıyorlardı. Uyvar'ın kaybedilişi Avrupa'da büyük yankılar uyandırdı. Onlara göre Türkler "olmaz"ı daha oldurmuşlardı Onun için, herhangi bir konuda gücünü - kuvvetini ortaya koyan, kararlılık ve kahramanlık gösteren birine, "Uyvar önündeki Türk gibi kuvvetli" diyorlardı. Bu söz Avrupa'da giderek bir "atasözü" haline geldi ve nesilden nesile kullanılır oldu. |
07.03.2009, 13:54 | #2 |
Usta Yiğido
barikat58 Şuan
Son Aktivite: 06.04.2016 18:19
Üyelik Tarihi: 03.01.2007
Mesajlar: 15.450
Tecrübe Puanı: 2204
|
Cevap: TÜRK GİBİ KUVVETLİ OL!!!
Bir venedik elçisinin Yavuz Sultan Selim Han'ın huzuruna kabulünden sonra;
"Kılıcı öyle parlıyordu ki yüzünü göremedim! Demesi Padişaha arz edilince,Cihan Padişah'ı şöyle demişti. Paşalarım,Osmanlı'nın kılıcı parladığı sürece düşmanların başı daima eğik olur.Ama Allah korusun,bu kılıç kına girer ve paslanmaya başlarsa,o zaman bu kafalar yavaş yavaş dikleşir ve bir gün bize yukarıdan bakmaya başlarlar dinimize tam sarılmasak o günde gelicektir. |
07.03.2009, 13:55 | #3 |
Usta Yiğido
barikat58 Şuan
Son Aktivite: 06.04.2016 18:19
Üyelik Tarihi: 03.01.2007
Mesajlar: 15.450
Tecrübe Puanı: 2204
|
Cevap: TÜRK GİBİ KUVVETLİ OL!!!
İstanbul’da kenar semtlerden birinde oturan yaşlı bir kadın padişahın huzuruna çıkmak istediğini saraydaki görevlilere bildirmiş, bunun üzerine sultanın karşısına çıkarılmıştı.
Yaşlı kadın : “Evinin soyulduğunu ve bu olaydan padişahın sorumlu olduğunu” söyleyerek şikayette bulunur. Bunun üzerine hiddetlenen Kanuni: -“Bana bak kadın, sen niçin bu kadar derin uyku uyudun da evinin soyulduğunu duymadın” deyince, yaşlı kadın : “Padişahım! Kusura bakma, biz seni uyanık bilirdik, onun için evimizde rahat uyuyorduk” der. Bu cevap üzerine Kanuni utanarak : -“Haklısınız” diyerek, kadının çalınan mallarının bedelini kendi malından öder. |
07.03.2009, 13:56 | #4 |
Usta Yiğido
barikat58 Şuan
Son Aktivite: 06.04.2016 18:19
Üyelik Tarihi: 03.01.2007
Mesajlar: 15.450
Tecrübe Puanı: 2204
|
Cevap: TÜRK GİBİ KUVVETLİ OL!!!
KENDİNİZİ TÜRKLERE EMANET EDİN
16. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin gelişme yolu üzerinde direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolay Katolik Avrupa tarafından kendisine "Hıristiyanlığın şövalyesi" ünvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan'ın ölüm döşeğin de, evlatlarına gayet ibretli bir şekilde: "Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız Asla Rus'a yanaşmayın. Haindir, sizi yok eder. Fakat kendinizi Türklere emanet edin. Adil ve merhametlidirler" diyerek nasihat ettiğini BİLİYORMUYDUNUZ TALAN EDİLEN MİRASIMIZ Şanlı Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazinin mübarek anası Hayme Hatunun Domaniç’teki türbesini ulu hakan Abdülhamid Han'ın, ecdadına hürmetinin ifadesi olarak büyük bir itina ile tamir ettirip pencerelerini atlas perdelerle kaplattırdığını ve zeminini de Hereke dokuması muhteşem bir halı ile, döşettiğini BİLİYORMUYDUNUZ Daha sonraları iş başına gelen Halk Partisi döneminde ise o muhteşem halının türbeden gasp edilerek, partinin İnegöl ilçe yöneticilerinin kapılarına paspas yapıldığını ve atlas perdelerinin de kaymakamlık binasında kullanıldığını BİLİYORMUYDUNUZ ECDADIMIZIN SİLİNMEZ İZLERİ 1976 yılında Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde, deniz suyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışından sonra meslektaşları ile sohbete girişen dönemin Türkiye Büyükelçisi Necdet Özmen'in bir ara söze: "Bu Suudi Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisidir" diye başlaması üzerine Fransız Büyükelçisinin hayretler içinde kalarak:"No... Sör... Bu Suudi Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisi değildir. İlki Osmanlılar'ın 1800.lü yılların sonunda yaptığıdır" diyerek ecdadımızın eşsiz mirasından habersiz yaşayan elçimizi mahcup ettiğini BİZİM ŞANLI TARİHİMİZE HAYRAN KALIP ARAŞTIRAN FRANSIZI BİLİYORMUYDUNUZ BİTMEYEN OSMANLI SEVGİSİ Balkanlar'dan Orta Doğu'ya kadar büyük bir coğrafyanın 1. Cihan Savaşından sonra elimizden çıkmasına rağmen, o topraklarda yaşayan halkın hala büyük bir hasretle "Osmanlı, Osmanlı " diye sayıkladığını BİLİYORMUYDUNUZ Budapeşte'den gelen bir yazarımıza bir Boşnak,ın'. "Madem ki İstanbul'a gidiyorsun Allah aşkına o şehrin toprağını benim için öp Allah benim canımı İstanbul'u görmeden . alması!" dediğini Trablusgarp'daki ihtiyar Cezayirlilerin , boyunlarına muska diye Osmanlı parası taktıklarını…(5) BİLİYORMUYDUNUZ AVRUPA'DA AKINCI KORKUSU 1534 yılında Viyana'daki St. Stephen Katedrali'nde. Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak haber vermekle vazifeli bir memuriyetin ihdas edildiğini ve bu memuriyetin ancak 1956 yılında, Viyana Belediye Meclisince. Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından, bu vazifenin lüzumu yoktur" diye bir karar alınarak iptal edildiğini BİLİYORMUYDUNUZ CENNET'TE YER Osmanlı Devleti'nin zirvelerde şahlandığı, akıncılarının Avrupa içlerinde at oynattığı bir dönemde. kilisede bir papazın vaaz verirken"Dünya hakimiyetinin Türklere fakat Cennet'in de kendilerine ait olduğunu... " söylemesi üzerine. bu taksime aklı yatmayan cemaatten bazılarının büyük bir ümitsizlik içinde: "Dünyada bizi yurtlarımızdan çıkaran Türkler hiç Cennet'te yer bırakırlar mı?" dediklerini B-İ-L-İ-Y-O-R-M-U-Y-D-U-N-U-Z-- BATIŞIN REMZİ Yükseliş dönemimizin ruhunu yansıtan mütevazı Topkapı Sarayına karşılık, yıkılışımızı remzeden Varsay taklidi Dolmabahçe Sarayının Avrupa'dan borç alınan para ile, 9 ton altın ve 41 ton gümüş kullanılarak inşa edildiğini BİLİYORMUYDUNUZ ŞEFZADE'NİN DOLMA BAHÇE SEFASI İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemde, oğlu Ömer İnönü nün gerek talebelik gerekse daha sonraki yıllarda koskoca Dolmabahçe Sarayını ikametgah olarak kullanıp, yattığı bir oda için bütün sarayın kaloriferlerini yaktırdığını ve ayrıca bu şefzadenin sarayda kadınlı kızlı gece alemleri düzenlediğinİ CUMHURİYETİ KURANLARIN AMACININ ATATLARININ TAM TERSİ YANİ MİLLET NAMUS DİN BARIŞ SEVGİSİ DEĞİL SIRF ŞAN MAKAM KOLTUK DAVASI OLDUĞUNU BİLİYORMUYDUNUZ Bütün bu olanların dönemin Millet Meclisinde ciddi tartışmalara yol açtığını ve o gün mecliste bulunan baba İnönü nün kulaklığı takılı olduğu halde müzakereleri işitmemezlikten geldiğini İŞİNE GELMEDİ DEĞİLMİ DİNSİZ (VATAN SEVER) AĞACA ASILAN ZEKAT PARASI Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslümanın. günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu'ndaki bir ağaca asıp, üzerine de: "Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al" diye yazdığını.. Ve bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığını BİLİYORMUSUNUZ NEBİLER SULTAN'ININ GÜZELLİKLERİ Aşk bahçesinin yanık bülbülü Hazreti Mevlana'nın, Peygamberimiz'in (sav) üstün vasıflarıyla alakalı olarak: Nebiler Sultanı'nın (sav) vasıflarının şerhini. eğer ben devamlı, durmadan söylesem, yüzlerce kıyamet geçer de o yine bitmez. " dediğini... Sahabi efendilerimizden Amr bin As'ın (ra): "Benim gözümde Resulullah'dan (sav)daha sevgili, benim gözümde Ondan daha büyük bir kimse yoktur. Ne var ki, Ona olan tazimimden gözüm doya doya Ona bakamıyordu " dediğini BİLİYORMUYDUNUZ İmam Kurtubi'nin de "Nebiler Nebisi'nin (sav) güzellikleri bize tamamıyla gösterilmemiştir. Gösterilmiş olsaydı, gözlerimiz Ona bakmaya takat getiremezdi " diyerek İki Cihan Saadet Güneş’inin güzelliklerini bir nebzecik olsun anlatmaya çalıştıklarını BİLİYORMUYDUNUZ OSMANLI ARMASI Merhum Necip Fazıl Kısakürek in 1954 lü yıllarda çıkardığı Büyük Doğu mecmuasının bir sayısının kapağında, Osmanlı arması işlemeli sanat eseri bir kumaş resmini yayınlayınca, "padişahlık propagandası yapmak " gibi saçma bir gerekçe ile derginin o sayısının toplatıldığını ve kendisinin de suçlanarak mahkemeye sevkedildiğini Necip Fazıl'ın mahkemede kendisini suçlayan savcıya gayet ibretli bir şekilde: İçinde adalet işlerine bakılan bu binanın tepesinde aynı Osmanlı arması var Siz de mi padişahlık propagandası yapıyorsunuz?" diye haykırdığını BİLİYORMUYDUNUZ PASAPORT FARKI Şanlı Osmanlı Devleti'nin yıkılmasından sonra, son derece üzgün ihtiyar bir Ürdünlünün, elindeki yeni Ürdün pasaportuyla İsviçre sefaretine giderek: "Herkes bu pasaportla alay ediyor Eskiden Osmanlı pasaportum varken selam dururlardı. Ben Osmanlı teb'asıyım ne olur bunu değiştirin" diye sefaret yetkililerine yalvardığını BİLİYORMUYDUNUZ TÜRK KÖŞESİ Devlet i Aliye yi Osmaniye'nin üç kıtada at oynatıp buyruk yürüttüğü ihtişamlı dönemlerinde, Avrupa'da Türk hayat tarzı ve modasının çok tesirli hale geldiğini Evlerinde Türk köşesi bulundurmayan sosyete mensuplarının ayıplandığını BİLİYORMUYDUNUZ REFORM'UN BÖYLESİ 0 zamana kadar sadece batılıların kendi aralarında düzenledikleri balolara yanlış batılılaşma hareketinin bir parçası olarak Türk devlet adamları da katılınca (1829) baloda bulunan bir Fransız kadının oldukça doğru bir teşhiste bulunarak Türkler reforma, bitirmeleri gereken yerden başladılar dediğini BİLİYORMUYDUNUZ BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞININ VAHŞET YILLARI Birinci Dünya savaşı sıralarında Musul'da halkın açlıktan perişan durumlara düşüp hergün sokaklarda kadın-erkek çocuk-ihtiyar birçok insanın inleye inleye ölüme gittiklerini ve buna bir çare bulunamadığını… Açlıktan ölen bu zavallı çocukların etlerini kasap dükkanlarında koyun ve kuzu eti diye satan veya aşçı dükkanlarında pişirip halka yedirme vahşetini gösteren on-oniki kişinin idam edildiğini BİLİYORMUYDUNUZ AMERİKAN YARDIMI Truman doktrini çerçevesinde Amerika Birleşik Devletleri'nden aldığımız 69 milyon dolar askeri yardım ile elde edilen askeri techizatın bakımı için ABD'ye her yıl 400 milyon dolarlık bakım ve ithalat parası harcaması yaparak ne kadar karlı bir anlaşma (!) yaptığımızı BİLİYORMUYDUNUZ HAYAL MÜESSESESİ Teb'asını "Emanetullah" olarak gören Osmanlı Devleti'nde, akıl hastalarına bimarhanelerde son derece şefkatle muamele edilip ceviz karyolalarda, ipekli çamaşır ve çarşaflarda yatırılıp musiki ile tedavi edildiğini. Aynı dönemde Avrupa'da ise, akıl hastalarının ruhuna şeytan girmiş denilerek diri diri yakıldığını BİLİYORMUYDUNUZ İstanbul'daki bimarhaneleri giren Mongeri Pere'nin: "Burası Avrupa'nın asırlar sonra tahayyül edeceği bir hayal müessesidir dediğini ve Osmanlı'nın uyguladığı bu musiki ile tedavi metodunun ABD'de ancak 1956 yılında uygulamaya geçebildiğini BİLİYORMUYDUNUZ ÜÇÜNCÜ DÜNYANIN KOBAYLARI Batıda ilaç üretmekle ilgili yönetmeliklerin son derece ağır olup, bir ilacın piyasaya çıkarılmadan önce kobaylar üzerinde yeterince deneme yapılması gerektiğini ve bunun ise uzun ve pahalı bir süreç olduğunu Buna çare bulan batılı hümanistlerin(!), yeni geliştirdikleri denenmemiş ilaçları üçüncü dünya ülkelerine pazarlayarak hem para kazanıp, hem de milyonlarca gönüllü kobay üzerin de ilaçlarını denediklerini İlaç iyi çıktığı takdirde mallarını batıda pazarladıklarını, kötü çıktığında ise foyası çıkana kadar üçüncü dünya ülkelerine satmaya devam ettiklerini BİLİYORMUYDUNUZ İÇİ YİVLİ TOPLAR VE ECDADIMIZIN SIZLAYAN KEMİKLERİ Yavuz Sultan Selim Han'ın Ridaniye Savaşı'nda, ileri görüşlü babası Sultan II Bayezid' ın icadı olan "içi yivli topları kullanarak büyük başarılar elde ettiğini.. Bugün ise bizlerin hala II Bayezid'in bu büyük icadını tarih kitaplarımızda: "Yivli top 1868 de Almanlar tarafından icad edildi" diye okutma gafletini göstererek ECDADIMIZIN KEMİKLERİNİ FARKINDA OLUP OLMADAN SIZLATTIĞIMIZI BİLİYORMUYDUNUZ TANZİMAT ÖNEMİ ORDUSU II Mahmut döneminde Osmanlı ordusunun modernleştirilmesi için danışmanlıkta bulunan Alman komutanı Helmuth von Moltke'nin Tanzimat dönemi ordusunun halini "Bu ordu: kaputları Rus, talimatnameleri Fransız, tüfekleri Belçika, sarıkları Türk, eğerleri Macar, kılıçları İngiliz ve öğretmenleri her milletten, Avrupa sisteminde bir ordudur" diyerek tarif ettiğini BİLİYORMUYDUNUZ VE HALA YÜCE ŞANLI ATALARIMIZIN TORUNLARI BUNLARI OKUYUP DERS ÇIKARMADIKLARINI BİLİYORMUYDUNUZ |
07.03.2009, 14:02 | #5 |
Usta Yiğido
barikat58 Şuan
Son Aktivite: 06.04.2016 18:19
Üyelik Tarihi: 03.01.2007
Mesajlar: 15.450
Tecrübe Puanı: 2204
|
Cevap: TÜRK GİBİ KUVVETLİ OL!!!
Avrupa Hıristiyanları, Papa'nın kışkırtması ile bir araya gelip, Osmanlı topraklarına saldırınca, Kanuni Sultan Süleyman Han ordusuyla sefere çıktı.
Ordu, ağır ağır hedefe doğru ilerliyordu. Yol dar olduğundan, ordu mecburen bağların içinden geçiyordu. Hava çok sıcaktı. Asker susuzluktan kıvranıyordu. Çok güzel üzümleri bulunan bir bağdan geçerken, askerin biri dayanamayıp, bağdan bir salkım üzüm kopardı. Yiyerek biraz olsun susuzluğunu giderdi. Sonra da, asma ağacına, yediği üzümün çok üzerinde bir para bağlayarak, yoluna devam etti. Çok geçmeden mola verildi. Bu esnada, kan ter içinde bir köylünün koşarak geldiği görüldü. Hıristiyan köylü ısrarla Padişah ile görüşmek istiyordu. Köylüyü Kanuni'nin huzuruna götürdüler. Kanuni sordu: - ”Nedir bu halin, kan-ter içinde kalmışsın? Bir şikayetin mi var?” Köylü, - “ Ben şikayet için değil, tebrik etmek için geldim. Askerleriniz bağdan geçtikten sonra, asmanın dalında bağlı bir çıkı gördüm. İçini açtığımda, para vardı. Dikkatli baktığımda, bir salkım üzümün koparıldığını gördüm. Anladım ki, koparılan üzümün parası olarak bırakılmış. Sizde böyle güzel ahlaklı asker olduğu müddetçe sırtınız yere gelmez. Sizi tebrik ederim!” ***** Aynı ordu, Belgrat yakınlarında, yine mola vermişti. Askerler, susuzluklarını gidermek, abdest almak için çeşme arıyorlardı. Bir manastırın yakınında bir çeşme bulup, ihtiyaçlarını giderirken, manastırdaki birkaç rahibe, askerlere yardım etmek için çeşmenin başına geldi. Kadınların geldiğini gören askerler, hemen çeşmenin başından çekilip, sırtlarını döndüler, kadınlara yan gözle bile bakmadılar. Bu durumu uzaktan ibretle seyreden, Başrahib, hemen eline kağıt-kalem alıp, haçlı kumandanına şunları yazdı: - ” Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Bunlar kadına-kıza, mala-mülke önem vermiyorlar. Bütün mal ve mülklerini feda ederek, dinlerini yaymaya çalışıyorlar. Herkese karşı iyi davranıp, kimseye zulmetmiyorlar. Ey Haçlı kumandanları! Siz “Onlardaki bu ahlakı bozmadan, ortadan kaldırmadan” onlarla mücadele ederseniz, canlarınızdan ve mallarınızdan mahrum kalacağınız açıktır. Kendinizi ölüme atmayınız!..” --> Tarih gösteriyor ki; gerçek “ZAFER”ler yalnız kılıçların ucunda değil, üstün ahlak anlayışının ve faziletlerin burcundadır |
07.03.2009, 14:07 | #6 |
Usta Yiğido
barikat58 Şuan
Son Aktivite: 06.04.2016 18:19
Üyelik Tarihi: 03.01.2007
Mesajlar: 15.450
Tecrübe Puanı: 2204
|
Cevap: TÜRK GİBİ KUVVETLİ OL!!!
Koca dere köyünde büyük bi sargı yeri kuruluyor.
Kimi URFALI , kimi BOSNALI , Kimi İRANLI , Kimi Adıyamanlı , Kimi Gürünlü, Kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor… Bunlardan biri Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından. “Ölme ihtimalim çok fazla… Ben bir pusula yazdım… Arkadaşıma ulaştırın…” Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: “Ben…Ben köylüm Lapseki’li İbrahim Onbaşından 1 Mecit borç aldıydım… Kendisini göremedim. Belki ölürüm.Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin” “Sen merak etme evladım” der Komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de “söyleyin hakkını helal etsin” olur… Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine nede göz yaşlarına engel olamaz… PUSULADAKİ NOT: “BEN BEYBAŞ KÖYÜNDEN ARKADAŞIM HALİL'E 1 MECİT BORÇ VERDİYDİM KENDİSİ BENİ GÖREMEDİ BİRAZ SONRA TAARRUZA KALKACAĞIZ BELKİ BEN DÖNEMEM "ARKADAŞIMA SÖYLEYİN BEN HAKKIMI HELAL ETTİM" |
07.03.2009, 14:35 | #7 |
Usta Yiğido
goramaz Şuan
Son Aktivite: 14.09.2024 15:55
Üyelik Tarihi: 06.07.2008
Mesajlar: 7.310
Tecrübe Puanı: 1336
|
Cevap: TÜRK GİBİ KUVVETLİ OL!!!
her ağaç kendi kökleri üstünde yükselir....
barikat güzel konu açmışsın yöneticilemize ithaf olunsun...
__________________
Hoştur bana senden gelen, Ya hil'at ü yahut kefen, ya goncagül ya da diken, kahrın da hoş lütfun da hoş.
|
07.03.2009, 14:46 | #8 |
Usta Yiğido
yiğidoturan Şuan
Son Aktivite: 28.07.2014 13:58
Üyelik Tarihi: 02.02.2008
Yaş: 57
Mesajlar: 4.222
Tecrübe Puanı: 1049
|
Cevap: TÜRK GİBİ KUVVETLİ OL!!!
Osmanlı Adaleti ve bugünkü durum !!!?
İstanbul’un fethinden sonra Hazreti Fatih bütün mahkumları serbest bırakmıştı. Fakat bu mahkumların içinden iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini söyleyerek dışarı çıkmadılar. Papazlar Bizans imparatorunun halka yaptığı zülüm ve işkence karşısında ona adalet tavsiye ettikleri için hapse atılmışlardı. Onlar da bir daha hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdi. Durum Hazreti Fatih’e bildirildi. O, asker göndererek, papazları huzuruna davet etti. Papazlar hapisten niçin çıkmak istemediklerini Hazreti Fatih’e de anlattılar. Fatih o dünyaya kahreden iki papaza şöyle hitap etti: - Sizlere şöyle bir teklifim var: Sizler İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, müslüman hakimlerin ve müslüman halkımın davalarını dinleyiniz. Bizde de sizdeki gibi adaletsizlik ve zulüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz ve sizler de evvelki kararınız gereğince uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunu isbat ediniz. Hazreti Fatih’in bu teklifi papazlar için çok cazip gelmişti. Hemen Padişahtan aldıkları tezkere ile İslam beldelerine seyahate çıktılar. İlk vardıkları yerlerden biri Bursa idi… Bursa’da şöyle bir hadiseyle karşılaştılar: Bir Müslüman bir yahudiden bir at satın almış, fakat hiçbir kusuru yok diye satılan at hasta imiş. Müslümanın ahırına gelen atın hasta olduğu daha ilk akşamdan anlaşılmış. Müslüman sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemiş, sabah olunca da erkenden atını alıp kadının yolunu tutmuş. Fakat olacak ya, o saatte de kadı henüz dairesine gelmemiş olduğundan bir müddet bekledikten sonra adam kadının gelmeyeceğine hükmederek atını alıp ahırına götürmüş. Atını alıp götürmüş ama at da o gece ölmüş. Hadiseyi daha sonra öğrenen kadı, atı alan müslümanı çağırtıp meseleyi şu şekilde halletmiş: - Siz ilk geldiğinizde ben makamımda bulunsa idim, sağlam diye satılan atı sahibine iade eder, paranızı alırdım. Fakat ben zamanında makamımda bulunamadığımdan hadisenin bu şekilde gelişmesine madem ki ben sebep oldum, atın ölümünden doğan zararı benim ödemem lazım, deyip atın parasını müslümana vermiş. Papazlar islam adaletinin bu derece ince olduğunu görünce parmaklarını ısırmışlar ve hiç zorlanmadan bir kimsenin kendi cebinden mal tazmin etmesi karşısında hayret etmişler. Mahkemeden çıkan papazların yolu İznik’e uğramış. Papazlar orada şöyle bir mahkeme ile karşılaşmışlar: Bir müslüman diğer bir müslümandan bir tarla satın alarak ekin zamanı tarlayı sürmeye başlar. Kara sabanla tarlayı sürmeye çalışan çiftçinin sabanına biraz sonra ağzına kadar dolu bir küp altın takılmaz mı? Hiç heyecan bile duymayan Müslüman bu altınları küpüyle tarlayı satın aldığı öbür müslümana götürüp teslim etmek ister; - Kardeşim ben senden tarlanın üstünü satın aldım, altını değil. Eğer sen tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin herhalde bu fiata bana satmazdın. Al şu altınlarını, der. Tarlanın ilk sahibi ise daha başka düşünmektedir. O da şöyle söyler: - Kardeşim yanlış düşünüyorsun. Ben sana tarlayı olduğu gibi, taşı ile toprağı ile beraber sattım. İçini de dışını da bu satışla beraber sana verdiğimden, içinden çıkan altınları almaya hiçbir hakkım yoktur. Bu altınlar senindir dilediğini yap, der. Tarlayı alanla satan anlaşamayınca mesele kadıya, yani mahkemeye intikal eder. Her iki taraf iddialarını kadının huzurunda da tekrarlarlar. Kadı, her iki şahsada çocukları olup olmadığını sorar. Onlardan birinin kızı birinin de oğlunun olduğunu öğrenir ve oğlanla kızı nikahlayarak altını cehiz olarak verir. Papazlar daha fazla gezmelerinin lüzumsuz olduğunu anlayıp doğru İstanbul’a Hazreti Fatih’in huzuruna gelirler ve şahit oldukları iki hadiseyi de aynen nakledip şöyle derler: - Bizler artık inandık ki, bu kadar adalet ve biribirinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Böyle bir dinin salikleri başka dinden olanlara bile bir kötülük yapamazlar. Dolayısıyla biz zindana dönme fikrimizden vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inanmış bulunuyoruz, derler. (1) ECDATLARIMIZDAN BİZE GEÇEN ADALET ÖRNEKLERİNDEN DERS ALMAMIZ VE KENDİMİZE ÇEKİ DÜZEN VERMEMİZ VE İBRET ALMAMIZ GEREKLİDİR.BUGÜN İSLAM ALEMİNDE KAVGALAR VE KANLAR DÜKÜLÜYOR. BUNLARIN NEDENİLERİ VE SEBEPLERİ ÜZERİNDE DURMAMIZ LAZIM VE DÜŞÜNMEMİZ LAZIMDIR…….NEDEN ACABA ? ALLAH BİZİ BU ADALET RUZGARLAIYLA SÜRÜKLESİN VE BU GİBİ ADALETLERİ DAİM KILSIN VE İŞLETİRSİN MÜSLÜMAN ALEMİMİZE..AMİN !!! Kaynak: 1) Büyük Dini Hkayeler, İbrahim Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi
__________________
DESELERKİ, 'İSLAMIN PINARINDAN İÇMEK SUÇ' O SUÇU KABULLENİR İÇERİM AVUÇ AVUÇ |
07.03.2009, 14:48 | #9 |
Usta Yiğido
barikat58 Şuan
Son Aktivite: 06.04.2016 18:19
Üyelik Tarihi: 03.01.2007
Mesajlar: 15.450
Tecrübe Puanı: 2204
|
Cevap: TÜRK GİBİ KUVVETLİ OL!!!
BIZ TÜRKLER
*Faziletliydik:* Kimsenin malina, mülküne göz dikmezdik. Kimsenin namusuna yan bakmazdik. Hirsizlik nedir bilmez, dilenciligi meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezdik. *Dürüsttük:* Bir zamanlar Londra Ticaret Odasi'nin en görünür yerinde su mealde bir tavsiye levhasi asiliydi: "Türklerle alisveris et, yanilmazsin." *Itibarliydik:* Bir zamanlar Hollanda Ticaret Odasi'nin toplantilarinda oylar esit çikinca Osmanlilarla alisverisi olan tüccarin oyu iki sayilir, onun dedigi olurdu. *Temizdik:* Yere bile tükürmezdik. Hatta, Osmanli askeri teskilatini Avrupa'ya tanitmasiyla meshur Comte de Marshil, yere tükürmedikleri için atalarimizi söyle elestiriyor: "Türkler hiç bir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarinda sakallarinda bir hararet olur ve zamanla saçlari, kaslari, sakallari dökülür." *Çevreciydik:* Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu agaçlari sulatir, göçmen kuslarin yorgunluk atmasi için saçak altlarina kus saraylari yapardik. Bunlara öyle çok örnek var ki, saymakla bitmez. *Harama el sürmezdik:* Fransiz muellif Motray, 1700'lerdeki halimizi söyle anlatiyor: "Türk dükkânlarinda hiç bir zaman tek meteligim kaybolmamistir. Ne zaman bir sey unutsam, hiç tanimadigim dükkâncilar arkamdan adam kosturmuslar, hatta bir kaç kere Beyoglu'ndaki ikametgâhima kadar gelmislerdir." *Medeni idik:* Ingiliz sefiri Sor James Porter ise, 1740'larin Türkiye'si için sunlari söylüyor: "Gerek Istanbul'da, gerekse imparatorlugun diger sehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayis, hiç bir tereddüde imkân birakmayacak sekilde isbat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardir." *Dosdogruyduk:* Fransiz generallerden Comte de Bonneval ise, su hükmü veriyor: "Haksizlik, murabahacilik, inhisarcilik ve hirsizlik gibi suçlar, Türkler arasinda meçhuldur. Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan çok defa Türklerin dogruluklarina hayran kalir." *Hirsizlik nedir bilmezdik:* Fransiz muellif Dr. Brayer,1830'larin Istanbul'unu getiriyor önümüze: "Evlerin kapisinin söyle böyle kapatildigi ve dükkânlarin çogunlukla umumî ahlâka itimaden açik birakildigi Istanbul'da her sene azami bes-alti hirsizlik vak'asi görülür." Ubicini Dr. Brayer'i söyle dogruluyor: "Bu muazzam payitahtta dükkâncilar, namaz saatlerinde dükkânlarini açik birakip camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapisi basit bir mandalla kapatildigi halde, senede dört hirsizlik vakasi bile olmaz. Ahalisi sirf Hiristiyan olan Galata ile Beyoglu'nda ise hirsizlik ve cinayet vak'alari olmadan gün geçmez." *Naziktik:* Edmondo de Amicis isimli Italyan gezgini, yine 1880'lerin "biz" ini anlatiyor bize: "Istanbul Türk halki Avrupa'nin en nazik ve en kibar insanlaridir. Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi nadirattan isitilir. O kadar müsamahakârdirlar ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde gördügünüz kolayligin çok fazlasini görürsünüz." *Cihana örnektik:* Türkiye Seyahatnâmesi'yle meshur Du Loir'un 1650'lerdeki hükmü söyle: "Hiç süphesiz ki, ahlâk bakimindan Türk siyasetiyle medeni hayati bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir." sefkatimiz yalnizca insana yönelik degildi, hayvanlari, hatta bitkileri bile kapsiyordu. Hayata karsi saygiliydik: Bu konuda dilerseniz Elisee Recus'u dinleyelim, bize 1880'lerdeki halimizi anlatsin: "Türklerdeki iyilik duygusu hayvanlari dahi kucaklamistir. Bir çok köyde esekler haftada iki gün izinli sayilir... Türklerle Rumlarin karisik olarak yasadigi köylerde ise bir evin hangi tarafa ait oldugunu kolaylikla anlayabilirsiniz. Eger evin bacasinda leylekler yuva yapmissa, bilin ki o ev bir Türk evidir." (Küçük Asya, c. 9) *Hayirseverdik:* Comte de Marsigli'yi tekrar dinleyelim: "Yazin Istanbul'dan Sofya'ya giderken daglardan anayol üzerine inmis köylülerin yolculara bedava ayran dagittiklarina sahit oldum." Ayni muellif, ceddimizin hayirseverlikte fazla ileri gittikleri kanaatindedir. Söyle diyor: "Fakat sunu da itiraf etmeliyim ki, bu dindarane hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler. Iyiliklerini yalniz insan cinsine hasretmekle kalmayip,hayvanlara ve hatta bitkilere bile tesmil ederler." Bu tespiti, Islâm ve Türk düsmani avukat Guer misallendiriyor: "Türk sefkati hayvanlara bile samildir" dedikten sonra su örnegi zikrediyor: "Hayvanlari beslemek için vakiflar ve ücretli adamlari vardir. Bu adamlar sokak baslarinda sahipsiz köpeklere ve kedilere et dagitirlar. Sokaktaki agaçlarin kurakliktan kurumasini önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçik müslümanlara bile rastlamak mümkündür..." "Kaçik" ligin kaynagini da veriyor adam: "Bir çoklari da sirf azad etmek için kusbazlardan kus satin alirlar. Bunu yapan bir Türk'e bir gün yaptigi isin neye yaradigini sordum. Küçümseyerek bakti ve su cevabi verdi: "Allâh'in rizasini tahsile yarar." Galiba geçmisimizden uzaklasmak bize çok pahaliya patladi. Ne dersiniz ?... :'( Yavuz Bahadiroglu'nun "Biz Osmanliyiz" isimli yazisindan. |
07.03.2009, 14:56 | #10 |
Usta Yiğido
barikat58 Şuan
Son Aktivite: 06.04.2016 18:19
Üyelik Tarihi: 03.01.2007
Mesajlar: 15.450
Tecrübe Puanı: 2204
|
Cevap: TÜRK GİBİ KUVVETLİ OL!!!
Osmanlılar zamanında Ramazan günlerinde tebdil-i kıyâfet ile, pek çok
zengin, hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav dükkânlarına gider, onlardan Zimem Defteri ‘ ni (veresiye defteri) çıkarmalarını isterlerdi. Baştan, sondan ve ortadan rastgele sahifelerin toplamını yaptırıp, miktarını ödedikten sonra; “Bu borçları silin! Allâh kabul etsin!” der, kendilerini tanıtmadan çeker giderlerdi. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, borçtan kimi kurtardığını bilmezdi… Gizli verilen nafile sadakanın, açıktan verilen nafile sadakadan yetmiş kat daha sevap olduğunu bilen zevat, yardımlarını mümkün olduğunca gizliden yapmaya gayret ederdi. Ecdadımız sağ ile verdiğini, sol elinden bile gizler, yaptıkları iyilikleri unutur giderlerdi |
Konuyu Toplam 1 Üye Okuyor. (0 Kay?tl? Üye Ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | Arama |
Stil | |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
bilgisayarla iLqili 100 konu.. | selocan58 | Bilgisayar ve İnternet Dünyası | 3 | 04.07.2009 16:32 |
TÜRK DESTANLARI-1 (OĞUZ DESTANI) | Abdurrahman 58 | Diğer Konular | 1 | 04.01.2009 21:00 |
Türk Ordusuna Övgüler | selocan58 | Serbest Kürsü | 0 | 24.12.2008 06:40 |
GÜRÜN İLÇESİ FOLKLORU | gul-i_ahmer | Gürün | 0 | 16.09.2008 13:01 |
TÜRK BOYLARI | fertelliyim | Arşiv | 1 | 30.05.2008 17:05 |