![]() |
#41 |
Yasaklı
![]() Esengül Şuan
![]() Son Aktivite: 02.09.2010 23:31
Üyelik Tarihi: 16.12.2007
Mesajlar: 520
Tecrübe Puanı: 0
![]() |
![]() --------------------------------------------------------------------------------
Kapı ardına düşmüş,bir yaralı Güvercin Haramiler kudurmuş,yakılmış Ma'bed'i Din Kalk ayağa Muhammed,gör halini Annen'in Kerbela Toprağına,düştü kanı Muhsin'in Hakka dair ne varsa,gasbedildi elinden Ayırdılar Ali'yi,Beyaz Güvercini'nden Kalk ayağa Muhammed,hüznü gider Ali'den Dert kuyusu başında,dert dolu günlerinden Kesilen boğazında,Zehra'ya ait buse Kalk Ey Şehit bir kere,Zeyneb'ine gülümse Kalk ayağa Muhammed,Kimsesize ol kimse Yüreklere kor salan,zulmün kökü kesilse Ay düşmüş Ay Yüzüne,kurbandır Aşıkları Amcasız korku sardı,susamış yavruları Kalk ayağa Muhammed,yıktılar Alemdar'ı Kimsesiz kaldı Huseyn,kırıldı beli gayrı Kumlar üste düşerken,İslam'ın Askerleri Birer birer tükendi,Huseyn'in ümitleri Kalk ayağa Muhammed,kokla Ali Ekber'i Ümmetin arasında,sana en çok benzeri Sakife'den atıldı,bir ok Kerbubela'ya Kıydılar acımadan,Ali Asker Bala'ya Kalk Ayağa Muhammed,ağla bu manzaraya Huseyn'in yüreğini,dağlayan bu Kuzu'ya Şam diyarı cefalı,zulüm dolu bir yamaç Esirlere vuruldu,acımasızca kırbaç Kalk ayağa Muhammed,Yetimler sana muhtaç Rugayye yorgun hasta,Sakine susuz ve aç Saçlarına kar yağan,Musibetler Anası Ölümden ağır gelir,Kardeşi'nin vedası Kalk ayağa Muhammed,bu Zeyneb'in nidası Harabede can verip,Huseyn'in hatırası Yusuf'un yokluğunda,aylar yıllar geçerken Avunduk Yakub gibi,geldi gelecek derken Kalk ayağa Muhammed,gözler görüyor iken Çağır gelsin Oğlun'u,bir cum'a sabah erken Kundaktaki çocuklar,gözü yaşlı anneler Ağlıyor Huseyn için,tüm Mukarreb melekler Kalk ayağa Muhammed,ağlıyor sana gözler Allah aşkıyla yanan,iman dolu yürekler |
![]() |
![]() |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki Kullanıcılar Esengül'e Teşekkür Ediyor... |
![]() |
#42 |
Yasaklı
![]() Esengül Şuan
![]() Son Aktivite: 02.09.2010 23:31
Üyelik Tarihi: 16.12.2007
Mesajlar: 520
Tecrübe Puanı: 0
![]() |
![]() HZ. ALİ'YE GÖRE DÜNYA
Hz. Ali şöyle buyuruyor: "Dünya! Seni boşadım, hem de talak-ı selase ile, bu boşanmanın dönüşü yoktur. Ey Dünya! Benden uzak dur! Dünya! Allah'a and olsun ki sana, beni hor ve zebun edesin diye uymam ve teslim olmam!"[5] Hz. Ali daima dünyanın karşısında, yâni eşyanın karşısında bir isyan ve baş kaldırma durumundaydı. Hiçbir zaman, ruhuna pençe atması için dünyaya müsaade etmedi. "Ben, beni istediğin yere götüresin diye yularımı senin eline vermem" işte bu, tam İslami zühttür, İslami ölçüler doğrultusunda dünyayı terktir. Özgür yaşamak ve kendini dünya nimetlerine satmamaktır. Hz. Ali yine şöyle buyuruyor: "Dünya pazarında, iki tür insan vardır: biri kendini satar parasını alır, diğeri de dünyada kendini satın alır ve hür bırakır."[6] Vaktiyle Hz. Ali, kendisinin olan dirhem ve dinarı eline alıp ona bir müddet bakmış ve şöyle buyurmuştur: "Ey para! Sen avcumda oldukça benim değilsin". Bu, bizim söylediğimizin tam aksidir. Biz, "Para ancak benim cebime girdiği zaman benimdir; elimden çıktığı zaman benim değildir" diyoruz. Oysa Hz. Ali: "Sen benim elimde oldukça benim değilsin" buyuruyor. (Neden) Benim elimde oldukça benim değilsin! Senin malın olmalıyım, senin kölen olmalıyım, seni korumalıyım ki seni harcayayım. Seni korudukça, bekçiliğini yaptıkça sen benim hizmetimde değilsin, benim malım değilsin, çünkü ben senin hizmetindeyim ve ben senin malın olmuşum. Hz. Ali bir kasabın önünden geçerken, kasap Hz. Ali'yi görünce: "Bugün pek güzel etler getirdim, arzu ederseniz buyurun alın" dedi. Hz. Ali: "Param yok" buyurunca, kasap: "Onun parası için sabrederim" dedi. Hz. Ali: "Ben kendi karnıma sabretmesini söylerim, neden senden et alayım ki sen de parası için bekleyesin? Ben sana bağlı ve borçlu olmamak için karnımı bekletirim" buyurdu. '' BENLİK' TEN KURTULMANIN YOLU GÖNLÜ TEMİZLEMEKTİR '' İslam mektebi şöyle diyor; eğer insanı "ben" olmaktan kurtarmak ve "biz" yapmak istiyorsanız, onun içini ıslah ediniz, onun eşyanın kulu olmasına müsaade etmeyiniz, yoksa kişisel mülkiyetin inkar edilmesiyle, bu derdin devası olmaz. Burada iki okulun varlığından bahsetmemiz lazım gelecektir. Bu ekollerden biri, "Mülkiyet işleriyle hiç ilgimiz yoktur, ne kadar farklılık olsa da önemli değildir, yalnız içe bakılır" diyor. Öbür mektep de, "Evet, esas olan içtir, ama dış temizlenmedikçe iç temizlenmez" diyor. Biz İslam'da dışa da dikkat edildiğini görüyoruz. İslam, dıştaki uygunsuzlukların giderilmesini, mülkiyeti tamamıyla ortadan kaldırmadan, ister. İslam, çeşitli yollardan, toplumun eşit olmasını ister ama aynı zamanda "ben"in "biz"e dönüşmesi için bunu yeterli görmez, bunun gerçekleşmesi için bir gerçeği ruhlara hakim kılmayı gerekli görür. Edebiyatta geçen "muzaf" ve "muzafun ileyh"[7] olayını duymuşsunuzdur mutlaka. Sosyalizm ekolünde bütün dikkatini "muzaf"lara yönelterek "Bu muzaflar "ben" ile bir araya geldiğinde, mesela "Benim evim" veya "Benim param" olarak kullanıldığında "ben"i "ben" eder. Muzaflar özellik ifade ettiğinden "ben" ortaya çıkar. Öyleyse "muzaflar" yok edilmeli, ortadan kaldırılmalı" diyorlar.[8] Ama bu mektep, "hayır" diyor. Hayır, bu "ben"in muzafları bir iş yapmıyor, iş yapan "ben"in "muzafun ileyh"leridir belirtileridir, diyor sonra da "Ben nedir?" Yâni bu "ben" neye bağlıdır? Eğer bu "ben" kişisel işlere bağlı ve sınırlı özelliklere sahip olursa "ben" "ben" olur..."[9] ama ruh toplumsal işlerle ilgili olursa, mesela bir fikre, iman ve Allah'a bağlı olursa, o zaman "ben", "biz"e dönüşmüş olur. Bu okulun taraftarları şöyle diyorlar: Biz bir yandan çok eşyaya sahip olan, fakat "ben"leri "ben"likten çıkmış ve "biz" olmuş çok insan görüyoruz. Onların hiçbir şeye bağlılıkları kalmayıp "ben"leri "biz" olduğu zaman her şeye hem sahip olurlar, hem de onların, "ben"leri "biz" olur. Çünkü artık onların ruhları eşyaya bağlı değildir. Hz. Ali, hayatta iken böyleydi. Onun yönelişlerle dolu bir hayatı vardı. Evinde eşi ve çocuklarıyla beraber bir gece yiyebileceği, yiyeceklerinden başka bir şeyi yoktu. Hz. Ali, o zamanın dünyasında büyük bir ülkenin yöneticisi olduğu günleri yaşadı. Halkın canı üzerinde yetkiliydi. Devletin hazinesi elinin altındaydı. İsteseydi her çeşit nimete ulaşabilir ve "ben"ini her şekilde tatmin edebilirdi. Fakat ne her şey elinin altında olduğu zaman ve ne de hiçbir şeyi olmadığı zaman onun "ben"i, "ben" olmadı. O daima "biz" oldu. Daima kendini unutur ve başkalarını düşünürdü. Demek ki bu felsefe doğru değildir, çünkü "ben"in "biz" olması için özel mülkiyetin ortadan kaldırılması lazım değildir. |
![]() |
![]() |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki Kullanıcılar Esengül'e Teşekkür Ediyor... |
![]() |
#43 |
Yasaklı
![]() Esengül Şuan
![]() Son Aktivite: 02.09.2010 23:31
Üyelik Tarihi: 16.12.2007
Mesajlar: 520
Tecrübe Puanı: 0
![]() |
![]() Kendime ağlıyorum, Kerbela dendiğinde
Matemler meclisinde, bazense bir düğünde Gözlerim durmaz benim, bir zincir gördüğümde Kendime ağlıyorum. Muharrem girdiğinde Kendime ağlıyorum. Zeynep adı duyunca Sayıları sayarken, yetmiş iki deyince Farkında olmayanlar hele beyaz giyince Üzüntüm artar benim. Matem Ay’ı boyunca Kendime ağlıyorum, susuz biri görünce Parçalanır yüreğim, yere hasır serince Hemen aklıma gelir yaralanmış görünce İçim karalar bağlar. Muharrem’e girince Kendime ağlıyorum, Ali Ekber duyunca Peygambere çok benzer, birde onun huyunca O kadar benzerdi ki, boyu bile boyunca Kendimi hiç tutamam, bunları okuyunca Kendime ağlıyorum, Abbas adı gelince Susuz olan birisi, birine su verince Kolu kopmuş, haberi, bir yerlerde görünce Abbas gelir aklıma, benim her şeyden önce Kendime ağlıyorum, Kasım’ın nazarında Ben olsam ne yapardım, öyle can pazarında Gözyaşımı dökerek, ben şiir yazarımda Kan dökemedim diye kendime kızarımda Kendime ağlıyorum, Ali Asger yaşında Çocukta bir kan görsem, boğazında, başında Nerde olsa fark etmez, kundağında, döşünde Gözü ağlar bulurum, ta sabahın beşinde Kendime ağlıyorum, Rukeyye oldu esir Acaba ne buldular, onlara nasıl kusur Ne olur bağlamayın, zincir elini kesir Veledi zinalara, sözler etmez ki tesir Kendime ağlıyorum, Sekineyle birlikte Benzeri görülmemiş, bu olay zaten ilkte Günler iyi geçer mi? Düşmana esirlikte Bunların üstüne yok, zulüm ve diktelikte Kendime ağlıyorum, kafamı kaldırmadan Öyle ağlıyorum ki, kimseye aldırmadan Onları anlayamam, ağlasam hiç durmadan Kerbela anlaşılmaz, Kerbela’ ya varmadan Kendime ağlıyorum, Zülcenaha bir bakın Zülcenah, Hüseyin’ e baktım ki benden yakın Gıpta olabilir ya, kıskandı sanman sakın Gözyaşı döküyorum, bende olayım yakın Kendime ağlıyorum, gözyaşıma bakınca Ben de olmak isterim, bir o kadar yakınca Ağlamak istiyorum, sizce yoksa sakınca Kendime ağlıyorum, Kerbela’ ya bakınca Kendime ağlıyorum, Hüseyin’ e ağlarken Ali Ekber meydanda, Hüseyin’de ağlarken Baba gitme diyerek, çocuklarda ağlarken Ben durabilir miyim? Zeynep Şam’da ağlarken (Siz nasıl durursunuz? Zehra Betül ağlarken) |
![]() |
![]() |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki Kullanıcılar Esengül'e Teşekkür Ediyor... |
![]() |
#44 |
Yasaklı
![]() Esengül Şuan
![]() Son Aktivite: 02.09.2010 23:31
Üyelik Tarihi: 16.12.2007
Mesajlar: 520
Tecrübe Puanı: 0
![]() |
![]() Nad-ı Ali Dua sının Türkçeleşirilmesi
Bismillahirrahmanirrahim.. Nad-ı Ali’yyen mazharul acaib Teciduhu avnen leke fin nevaib li külli hemmin ve gammın seyenceli Ve bi nuru azametike Yâ Allah..Yâ Allah..Yâ Allah.. Ve bi nuru nübüvvetike Yâ Muhammed... Yâ Muhammed.. Yâ Muhammed.. Ve bi nuru velâyetike Yâ Ali.. Yâ Ali.. Yâ Ali.. Edrikni Yâ Fatima.. Yâ Fatıma.. Yâ Fatıma Edrikni Yâ Hasan.. Yâ Hasan.. Yâ Hasan.. Edrikni Yâ Hüseyin.. Yâ Hüseyin.. Yâ Hüseyin.. Edrikni.. Edrikni.. Edrikni.. Lâ feta illâ Ali. Lâ seyfe illâ Zülfikar.. Lâ gaza illâ gaza, el murtaza bil iktida Her gaza ve bela nerden gelirse defeyle yâ perverdigâr. Münkirin boynundan gitmesin tığ ile teber. Lâ fetâ illâ Ali, lâ seyfe illâ Zülfikar Arada eçen Türkçe sözcüklere rağmen neredeyse tümü Arapça olan " Nadi Ali Duası" nı şiirselleştirmeye çalışarak acizane Türkçeleştirmeye çalıştım... Yorum ve görüşleriniz bekliyorum... Esirgeyen Bağışlayan Tanrı’nın Adıyla ! Zorda kaldığında Hazreti İmam Ali’yi çağır… O Ali ki, üstün niteliklere sahiptir… Tüm sıkıntı ve güçlüklere karşı ondan medet dile ! Dile ki yardım göresin ! Dile ki mürüvvet bulasın ! Yüce Yaradanın kutlu ışığı aşkına, Ya Allah … Ya Allah… Ya Allah ! Şanlı resulün aydınlığı aşkına, Ya Muhammed… Ya Muhammed…Ya Muhammed ! Kutlu velayetin arıtıcı nuru aşkına, Ya Ali…Ya Ali… Ya Ali ! Himmet eyle Ya Fatıma… Ya Fatıma…Ya Fatıma ! Himmet eyle Ya Hasan… Ya Hasan… Ya Hasan ! Himmet eyle Ya Hüseyin… Ya Hüseyin… Ya Hüseyin ! Yoktur Ali’den güçlü yiğit.. Ve bulunmaz Zülfikar’dan keskin kılıç ! Ey Gazi, Ey Şehid.. Ne kutludur ol Murteza aşkına edilen gaza ! Her türlü beladan koru bizi ey rabbimiz… Münkire karşı tığ ile teber Mümine zulmedenler olsun heder… Yoktur Ali’den güçlü yiğit.. Ve bulunmaz Zülfikar’dan keskin kılıç Eğriyi doğrultan düzgün kılıç ! Ey Gazi, Ey Şehit… Şüphesiz Ali’dir şanlı yiğit ! Dildeki duanın, gönüldeki dileğin kabulü için, Gerçeğin demine hü ! |
![]() |
![]() |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki Kullanıcılar Esengül'e Teşekkür Ediyor... |
![]() |
#45 |
Yasaklı
![]() Esengül Şuan
![]() Son Aktivite: 02.09.2010 23:31
Üyelik Tarihi: 16.12.2007
Mesajlar: 520
Tecrübe Puanı: 0
![]() |
![]() EDEP YA HÜ
-------------------------------------------------------------------------------- “Yüce Tanrının rahmeti ve bereketi tüm insanlık âleminin üzerine olsun” diyerek yazıma başlamak istiyorum. İçinde yaşadığımız zaman, biz insanları âdem-i vasıflardan yoksun eylemiş, dostluk-barış-refah-sevgi gibi rahmet-i olguları köreltmiştir. Bundan ötürüdür ki her metinimde yüce yaratıcıdan tüm insanlığa rahmet ve bereket dileyeceğim. Edeb bir tac imiş nur-i Hüda’dan; Giy o tacı emin ol her beladan… Ne güzel söylemiş arifler. Edep yani ahlak olmadan bireyin insanlık davasında muzaffer olması imkânsızdır. Yaptıkları ve ettikleri çiğ yemek, olgunlaşmamış meyve tadında olacaktır. Ar duygusunun en mütevazı timsali olan Resul-u Ekrem’in yaşayışına bakacak olursak, O’nu dönemindeki insanlardan farklı kılan yegâne unsurun ahlak olduğu anlaşılacaktır. Öyle bir dönemde cihana gelmiştir ki; kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, bir kadının dokuz eş alabildiği, şarap ve dansöz kültürünün hat safhaya ulaştığı ve buna benzer rezaletlerin sıradan hallermiş gibi yaşandığı bir dönemdi. Hz. Muhammed, bu ahlaksızlıkları bertaraf ederek âdem-i vasıfların ön plana çıkmasını sağladı. İşte, Resul bizlere ahlakın en güzel örneğidir. Naçizane olarak ben buna Muhammed-i vasıflar demekteyim. O nedenle kimdensin sorusunu şahsıma yönetenlere “Ben Muhammediyim” yanıtını vermekteyim. İlim meclisine vardım, kıldım talep İlim ta gerilerde kaldı, İlla edep, illa edep!" Edep nedir sizce? Birilerinin toplum içerisinde yapılmasını gerekli gördüğü kurallar silsilesi mi? Yoksa yapılmadığı zaman toplumun bireyi dışladığı dogmatik olgular toplamı mı? Edep, iyi tutum ve davranışlar bütünüdür. Baskıcı kurallar ile kişide oturtulmaya çalışılan bir edep, bir gün patlak vermeye mahkûmdur. Buda şunu gösteriyor ki, ahlak kişinin özünden bir pınar misali kaynamalı ve çevresine hayat vermelidir. İlim edeple yıkanmamışsa, o ilmi sunmayı bilmemişse, insan fayda vereyim derken zarar vermeye başlar. Olmazsa edep, inan olmuşsun merkep. Haberin yok çabuk bağır ve deki illa edep illa edep! Âlim olmadan önce edepli olmayı bilmek gerekir. Unutmamak lazımdır ki; edipler edepli olmalı der üstat. Zaten ilim edebide öğretir. İlim En başta yaratılana karşı olan adabı anlatır. Yaratılana karşı adabı olmayanın, yaratana karşı asla adabı olamaz. Yani, iyi bir ilmi eğitim Tanrı kavramından ziyade tanrının yeryüzündeki varisi olan insan üzerinde yoğunlaşmalıdır. Çünkü okunacak en büyük kitap insandır. Ama kitabında edep yazılı ise o kişi okunur. Şayet yazmıyorsa o kitap boş, sadece kara sayfalardan ibarettir. “Amel Defteri”, birilerine göre sevap ve günahların melekler tarafından kayıt altına alındığı bir kitaptır. Aslına bakacak olursak meleklerin asla böyle bir görevi olmamıştır ve yoktur. Meleklere bu görevi yükleme telaşında olan ulemalar, asırlardır insanları cehennem ve cennet arasında yaşatmaya çalışan şarlatanlardır. Amel defteri, kişinin doğum ve sonlanma arasında kaleme aldığı, yazarının bizzat kendisi olduğu bir kitaptır. Bireyin kendisinin yazmış olduğu bu kitap, musalla taşı üzerinde “Allah rahmet eylesin” sözcüğünün de derecesini belirler. Ve bu kitaba; verilen sadakalar miktarı, ya da yapılan ibadetler sayısı değil, ahlakın var olup olmadığı yazılır. Hakka yürüyen kişi arkasından “iyi biriydi çok ibadet ederdi, iyi biriydi hacca şu kadar gitti” gibi sözler duyamazsınız! Çünkü bu mevzu bizi değil, yaratanı ilgilendirmektedir. Duyacağınız tek şey, eğer edepli birisi ise “Allah rahmet eylesin! Kimseyi incitmezdi, iyilik severdi” sözcüğüdür. İşin özüne bakılacak olursa, bu denli edepli kişilere rahmet okumakta yanlış olur, çünkü onlar zaten bu dünyada yaratanın tüm rahmetlerine vakıf olmuşlardır. Öyleyse, vicdanı kararmışlara, sadece cehennem korkusundan ötürü Allah’a yönelenlere, yaratılanı hiçe sayanlara Allah bu dünyada rahmet eylesin. Eylesin ki, nefislerinin kör kuyularından kurtulabilsinler. “İslam sevgi dinidir, ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyen Hakk Resul’ünün intikal ettirdiği inanca bu devirde bakıyorum da, ilk geldiği zamandan fazlaca bir eser bırakılmamıştır. Hz. Muhammed zamanında kız çocuklarını diri diri toprağa gömenler, kadını cinsiyetinden ötürü hakir görenler, bu çağda “çalışması, sokağa dahi çıkması haramdır” diyerek kadını dört duvar arasına gömmüştür. Bu durumun cahiliye döneminden bir farkı yoktur. Ya da dini bir zorunlulukmuş gibi daha kendini tanıyamayan kız çocuklarının başlarına çarşafı geçirenler, bir zamanlar kızını kendi elleriyle toprağa gömenlerden ne farkları var. Hani nerede Muhammed-i edep. İlim İlim bilmektir, İlim kendin bilmektir, Ya kendini bilmezsen, nu nice okumaktır… İlim ve ahlak öğretiyoruz adı altında küçücük çocukları yaz aylarında kaçak binaların bodrum katlarına çekip, papağan misali Kur’an ayetleri ezberletenler acaba edebin neresindeler? Bir çocuğun oyun oynama hakkını gasp eyleyip, sosyal çevreden soyutlayıp Allah’a yaklaştırma düşüncesi doğru olabilir mi? Tabi ki Hakk kelamı da öğreteceğiz, ama zamanı geldiğinde olmalı. Resul-u Ekrem Efendimiz, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e bu zulmü yapmamıştır. Bu zulümdür dostlar, bir çocuğun oyun oynama çağını elinden almak zulümdür. Bunun adı ne ilim ne de ahlak olamaz. Hz. Mevlana buyurur: “Kalbim, ‘İman nedir?’ diye aklıma sordu. Aklım da, kalbimin kulağına, ‘İman, edepten ibarettir.’ diye fısıldadı. Onun için edepsiz kimseler, yalnız kendisine kötülük etmiş olmaz. O belki edepsizliği yüzünden bütün dünyayı ateşe vermiş olur.” İşte O yüce zat, edep için böyle diyor. Hangi inançtır ki emirleri arasında kan dökmeyi cihat sayar? Hangi inançtır ki, ibadeti edebin önüne çıkarır? İşte, birilerinin ilmi anlayışı budur. Hâlbuki yaratıcı tarafından insanlık âlemine bağış edilen yüce kitapların emir ve yasaklarına bakıldığında, dikkati çeken yegâne unsurun kan dökülmemesi, barışın muhafaza edilmesi, kısacası yaratılının incitilmemesi görüşüdür. Bu görüşün temelini ise edep oluşturur. Onun içindir ki, Resul; “Ben size edepli olmayı öğütlüyorum” demiştir. Ahlakı olan bireyin zaten dini de vardır, imanı da. Ahlaksız kişilerin ise ilmen dahi olsa ileri olmaları, kemalete eriştiklerinin bir ispatı olamaz. Aksine âdem-i vasıflardan yoksun olduklarını gösterir. Tıpkı şeytanın asiliği gibi, onların da ilimleri amelsizdir. Eski yapı türbelerin ve dergâhların giriş kısmına göz alıcı renklerle “Edep Ya Hû” yazılıdır. Bu mabetten içeri adım atan kişi önce bunu görür ve önce bunu okur. Adım attığı yere giriş kuralını öğrenmiş olur. Kalp ise bireyin yegâne mescit’idir. Malumunuz olduğu üzere Hz. Muhammed döneminde iki tür mescit vardı; biri Hakk mescidi olan edebin öğütlendiği Muhammed-i mescit, bir diğeri fesadın ekildiği Dırar mescidi. İşte biz kullarında kalp yani vicdanları da iki kategoride sıralanır. Bazılarının vicdanları üzerinde Muhammed-i mescit misali giriş kapısında “Edep Ya Hû” yazılıdır. Onlar incinse de incitmeyenlerdendir. Bazı kişilerin vicdanlarında ise edepsizlik hâkimdir. Edepten eser kalmamış bir vicdan, nefsin karanlık çölünde çırpınır durur. Bunlar ise cihana, kulu incitmek için gelmişlerdir. Mevlana Hazretleri buyuruyorlar ki; “ Âdemoğlunun eğer edepten nasibi yoksa âdem değildir. Âdemoğluyla hayvan arasındaki tek fark edeptir. Gözünü açta bak cümle Kelamullah’a, Kur’anın bütün ayetlerinin manası edepten ibarettir.” “Edebi edepsizden öğren” atalar sözü, ibret alma desturunun telkininden ibarettir. “Eline, beline, diline” düsturu ise hakikat yolcusunun kendine ait olmayan bir şeyi almaması, uygunsuz kelâm söylememesi ve kimsenin namusuna halel getirmemesi demektir. Zaten edep kelimesi de e (eline), de (diline) ve b (beline) harflerinden müteşekkildir ve tam manasıyla insanın uyması gereken düsturların ana başlıklarıdır. Son edep kitabı olan Kur’ana göz atacak olursak “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (Hucurat 10) diyerek yüce yaratan edebin en güzel noktasını yani herkese kardeş nazarıyla bakmayı, iyi huylu olmayı, yaratılana zarar vermemeyi tembihliyor. “Birbirinizin gizli hallerin araştırmayın.” (Hucurat 12) “Bazınız bazınızın gıybetini yapmasın.” (Hucurat 12) diyerek de edepsizliğin şekillerini bizlere hatırlatıyor. Birazda günümüzde pek uyulmayan edep hallerinden bahsedecek olur isek; “Kapıyı kapat!” denilmezdi, Allah kimsenin kapısını kapatmasın diye düşünülürmüş olsa gerek “Kapıyı ört, ya da sırla” denilirdi. “Işığı söndür” demezlerdi; Allah kimsenin ışığını söndürmesin, “Işığı dinlerdir” derlerdi. Işık yani çırağ yakılmaz, uyandırılır. Çünkü “Her Kulun çırağın yaksa Hakk yakar” biz kullar ışıkları yakamaz, ancak yanan ışığı uyandırabiliriz. Kapıdan çıkarken arkasını dönmemek, geri geri çıkmak edeptir. Kapı eşiğindeki ayakkabılar, dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilir. “Git bir daha gelme!” der gibi değil de, “gitsen de ayağının yönü buraya dönük olsun” der gibi dizilirdi. “Gördüğünü ört, görmediğini söyleme” demişler ki gıybet kesilsin. Gördüğünü örtmeyeni, görmediğini söyleyeni meclise almamışlar ki görenlerde ders alsın aynı hatayı yapmasın. Eskiler “Edeb Ya Hu!” derler, o manayı hep hatırlatmak için her yere “Edeb Ya Hu!” yazarlardı. Edebi olmayan bir kişi ilmende ileri olsa âdem makamında hep geridedir. Edebi nasihat alıp, aldığı nasihati yaşamında uygulayıp ve çevresine bir ışık gibi nasihat veren ediplerin azaldığı çağımızda, edebini muhafaza edenlere selam olsun. 10.02.2008 Sinan BOZTEPE |
![]() |
![]() |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki Kullanıcılar Esengül'e Teşekkür Ediyor... |
![]() |
#46 |
Yasaklı
![]() Esengül Şuan
![]() Son Aktivite: 02.09.2010 23:31
Üyelik Tarihi: 16.12.2007
Mesajlar: 520
Tecrübe Puanı: 0
![]() |
![]() İslam dünyasında peygamberin hikayelerini anlatmakta tanınan Kassasu’l-enbîya diye tabir edilen eser çok rağbet görmüştür. Bunların en çok tanınan ve okunanlarından; Ebû İshak Ahmed Es-Sa’lebî (öl.1037)’nin el-Arâis adlı eserinde Hızır ve Hızır-İlyas konusunda oldukça zengin bilgilerde bulunmaktadır.
Hızır kimilerine göre ölmüş bile olsa günümüze dek, dara düşenlerin, zorda kalanların, hasta olanların, yola çıkanların hep yanında olagelmiştir. Hz. Musa ile arkadaşlık yapan, Hz. Muhammed’e ve Hz. Ali’ye dua öğreten, Bozat’ına binip mucizeler yaratan, Hızır’dır. Önemli olan Hızır’ın yerde mi gökte mi, yaşıyor mu, öldü mü sorusu yerine, Orta Asya, Türkiye ve Balkan Alevilerinin hâlâ günün yirmi dört saati onunla yaşıyor olmasıdır. Bir başka nefeste Hızır’ın Alevi inancındaki üstün yeri çok iyi belirtilmiştir. Hz. Ali – Hızır birliği düşüncesinden hareketle Aleviler nefeslerde, Hızır’ın Oniki İmam’la ilişkisini de dile getirirler. Hintliler günümüzde de Hâce Hızır adında bir dervişi kutsamaktadırlar. Dereler ilahı ya da akarsular cini olduğu inancı vardır. Anadolu’da olduğu gibi Hintlilerde de Hâce Hızır’ın ak sakallı, yeşiller giymiş bir ihtiyar bilge olduğuna inanırlar. Detaylara indiğimizde Hintlilerin anlattığı Hâce Hızır ile –bazı farklılıklar taşısa da – Alevilerin gönüllerinde yaşattığı Hızır aynıdır. Halk ozanlarımızdan Pir Sultan Abdal ise Hızır’ı Şöyle anlatıyor bir şiirinde: Bismillâh dedim de girdim helâle Gözüm açıb baktım bir hûb cemâle Sıdk ile çağırdım ceddim Celâl’e Eriş Hızır Nebî cânı gözlerim Hızır, Anadolu insanın anlatımında değişik kıyafet ve görünümlerle zaman zaman, Bozat sırtında, kimi zaman da yaya olarak insanların karşısına çıkmıştır. Kimi zaman fakir kılığında zenginlerin evine konuk olarak, fakirlere yaklaşmını yani yardımcı olup olmadıklarını yaşamıştır. Kimi zamanda ak sakallı Derviş olup, dar zamalarda insanaların imdadına yetişmiştir. Yani Hızır, ummetini gözetler, denetler, vicdani değerleri ölçerek, gönüllere konuk olup, sevdalılara yardımcı olan elle tutulmaz, gözle görülmez Nebî’dir, Şah-ı Merdan Ali’dir, Evliya’dır, İnsan-ı Kâmil’dir (Bâtının inançlarında peygamber ve imamlar için kullanılan bir deyimdir tasavvuf dilinde de, Tanrı’da yok olan insan anlamındadır. Tanrı’da yok olmak, Tanrı bilgisi veya aşkıyla dolarak kendinden geçmek ermişliğe ulaşmak demektir. Arapça’da insan kelimesinin karşılığı olan ins sözcüğü İbrani ve Hint dillerinde ilk insan anlamını dile getiren adama kelimesinin çevirisidir. Adem’de bu anlamın ürünüdür)… Anadolu’da herşeyin sahibi Hızır’dır. Anlatımlara göre Bağin fırınına kapatılıp yakılmak istenen kureyş efsanesinde ise, Hızır’ın kartal donunda fırına girip kanat çırparak alevleri söndürdüğü ve ateşi küllere, fırını buzlara kestirerek Kureyşi kurtardığı aktarılır. Halk inaçlarına göre, Hızır gittiği ve gezdiği yerlerde herkesin imdadına yetişmiş olup, uğradığı yerlere bereket saçmıştır. Yine bir başka anlatıma göre Hızır Orucu sırasında genç kızlar ve erkekler oruç akşamları su içmeden yatarlar. Rüyalarında kendisine kim su ikram ediyorsa, ilerde onunla evlenileceğine inanılır. Görüldüğü gibi Hızır’a yakıştırılan misyon çok Tanrı’lıktan tek Tanrı’lığa kadar, bütün inanç sürecinde ortaya çıkan yarı Tanrı, peygamber kılavuz, Tanrı ve Tanrı’laşmış kişi pozisyonunda bütün bu inançsal tiplemelerin ve suretin izlerini görebiliyoruz. |
![]() |
![]() |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki Kullanıcılar Esengül'e Teşekkür Ediyor... |
![]() |
#47 |
Yasaklı
![]() Esengül Şuan
![]() Son Aktivite: 02.09.2010 23:31
Üyelik Tarihi: 16.12.2007
Mesajlar: 520
Tecrübe Puanı: 0
![]() |
![]() Toplantı odasının tam ortasında eli kılıçlı birisinin resmi bulunuyordu.Odada bulunan yabancı bir şahıs utanarak yanındaki küçük çocuğa:
-Bu kimin resmi? diye sordu.Çocuk: -Bu resim bizim Birinci İmamımız Hz.Ali’nin temsili resmidir. Diye cevap verdi. Bunun üzerine adam: -Görüntüsü ve kılıcı korkutuyor, Çok sert bakıyor. Dedi. Küçük çocuk cevap verdi: -O’NUN KILICI HEP MAZLUMDAN YANA OLMUŞTUR. ONDAN,RESMİNDEN VE KILICINDAN ANCAK ZALİMLER KORKAR.siz Zalimmisiniz amca. |
![]() |
![]() |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki Kullanıcılar Esengül'e Teşekkür Ediyor... |
![]() |
#48 |
Yasaklı
![]() Esengül Şuan
![]() Son Aktivite: 02.09.2010 23:31
Üyelik Tarihi: 16.12.2007
Mesajlar: 520
Tecrübe Puanı: 0
![]() |
![]() Ehl-i Beyt Sevgisi
Dört Kapı Kırk Makam Dört Kapı Kırk Makam şeklindeki Kâmil(olgun) insan olma ilkelerini Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin tespit ettiğine inanılır.Hacı Bektaş “Kul Tanrı’ya kırk makamda erer, ulaşır, dost olur.” buyurmuşlardır. Bu ilkeler aşama aşama insanı olgunluğa ulaştırır. Bir başka yoruma göre ise şeriat anadan doğmak, tarikat ikrar vermek, marifet nefsini bilmek, hakikat Hakkı özünde bulmak yollarıdır. Dört Kapı şunlardır: 1.Şeriat 2.Tarikat 3.Marifet 4.Hakikat Her kapının on makamı vardır: Şeriat kapısının makamları: İman etmek, İlim öğrenmek İbadet etmek Haramdan uzaklaşmak Ailesine faydalı olmak Çevreye zarar vermemek, Peygamberin emirlerine uymak Şefkatli olmak Temiz olmak Yaramaz işlerden sakınmak Tarikat kapısının makamları Tövbe etmek Mürşidin öğütlerine uymak Temiz giyinmek İyilik yolunda savaşmak Hizmet etmeyi sevmek Haksızlıktan korkmak Ümitsizliğe düşmemek Ibret almak Nimet dağıtmak Özünü fakir görmek Marifet kapısının makamları Edepli olmak Bencillik, kin ve garezden uzak olmak Perhizkârlık Sabır ve kanaat Haya Cömertlik İlim Hoşgörü Özünü bilmek Ariflik Hakikat kapısının makamları Alçakgönüllü olmak Kimsenin ayıbını görmemek Yapabileceğin hiçbir iyiliği esirgememek Allah’ın her yarattığını sevmek Tüm insanları bir görmek Birliğe yönelmek ve yöneltmek Gerçeği gizlememek Manayı bilmek Tanrısal sırrı öğrenmek Tanrısal varlığa ulaşmak |
![]() |
![]() |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki Kullanıcılar Esengül'e Teşekkür Ediyor... |
![]() |
#49 |
Usta Yiğido
![]() ![]() ![]() ![]() aozdemir Şuan
![]() Son Aktivite: 22.01.2015 10:38
Üyelik Tarihi: 14.06.2006
Yaş: 50
Mesajlar: 820
Tecrübe Puanı: 774
![]() |
![]() HZ ALİ NAMAZ KILARDI. ACABA ONU SEVDİĞİNİ SÖYLEYENLER NAMAZ KILIYORMU?
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#50 |
Tecrübeli Yiğido
![]() ![]() ![]() bayatlı kenan58 Şuan
![]() Son Aktivite: 19.02.2015 20:16
Üyelik Tarihi: 16.02.2008
Yaş: 42
Mesajlar: 363
Tecrübe Puanı: 669
![]() ![]() |
![]() bır sohbet anında soruyorlar :alevıler nıcın namaz kılmaz camiye gıtmez
buyuklerden bırı cevap verıyor: hz Ali (r.a) camıde namaz kılarken sehıt edıldıgı ıcın soru :pekı dıyor yemek yerken veya baska bır ıs yaparken sehıt edılseydı yemek yemeyecekmıydınız yada sehıt edılırken yaptıgı ısı yapmayacakmıydınız
__________________
şuanda yaptığımız hiçbir iş kılınmayı bekleyen vakit namazından daha önemli değildir [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...] |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye Okuyor. (0 Kay?tl? Üye Ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | Arama |
Stil | |
|
|