29.12.2009, 15:18 | #191 |
Yasaklı
EyüphanAydın Şuan
Son Aktivite: 22.05.2010 12:45
Üyelik Tarihi: 25.01.2008
Yaş: 31
Mesajlar: 9.219
Tecrübe Puanı: 0
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
Şimdi top devridir
Yavuz Sultan Selim, Mısır'ı aldığından esir düşen kumandanlardan Kurtbay'ı huzuruna getirttir. Kurtbay'a: - Kurtbay, yiğtlik ve cesaretine cidden hayran oldum. Sinanıma ve orduma yaptığını da biliyorum. Lakin imdi senin şecaat ve cesaretin neye yaradı. akibet memleketinizi kaybettiniz. O bahadırhane saldırışlar ne oldu? Ol şecaat kandedür, dedi. Kurtbay: -Hünkarım! Allah'a şükür, şecaat ve cesaretim bakidür. Lakin memketimizi siz kendi bahadırlığınız ve yiğitliğinizle almadınız. Bize ne yaptı ise ölüm saçan o menfur toplarınız yaptı. Onlar memleketimizin kaybına sebep oldu, dedikten sonra şöyle ilave etti: - Sultan Kansu zamanında bir Berberi, Venedik'ten top getirip Mısır'a satmak istedi. Fakat rical-i devlet, Peygamber Efendimiz' (s.av.)'in "Kılınç ve ok kullanınız" emr-i şerifine aykırı görerek bu topları almadı. O zaman o Berberi zat: "Yaşayan görecektir ki, bu memleket, bu toplara sahip olan bir millet tarafından elinizden alınacaktır" diye bağırmıştı. Görünen o ki Berberi haklı imiş, dedi. Yavuz Sultan Selim bunun üzerine: -Kudret ve kuvvet Cenab-ı Hakk'ındır, amenna. Kur'an ve sünnete bu kadar bağlı iken neden Resulullah Efendimiz'in (s.a.v) "Silaha aynı silahla karşılık veriniz" şeklindeki emr-i şerifini yerine getirmediniz. 900 sene geçti. O zaman kılınç ve ok devri idi. Şimdi top devridir, dedi. |
29.12.2009, 15:19 | #192 |
Yasaklı
EyüphanAydın Şuan
Son Aktivite: 22.05.2010 12:45
Üyelik Tarihi: 25.01.2008
Yaş: 31
Mesajlar: 9.219
Tecrübe Puanı: 0
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
Şoför
Sokaklarda sefâlet kol geziyordu. Kim kime yardım edecek, destek olacaktı? İşsizlik yaygındı. Çevresi de perişandı. Bir yanı yıkılmaya yüz tutmuş evceğizinin camından yola doğru ümitsizce bakarken bir taksinin kapının önünde durduğunu, içinden de bir yolcunun indiğini gördü. Demek ki taksi şoföründe az çok para olacaktı. Çünkü müşteri indirmişti. Bütün cesaretini ve ümidini toplayarak evden çıkıp yola koştu. Yaklaşıp direksiyon başında arabasını hareket ettirmek üzere olan şoföre seslendi. – Sakın beni dilenci falan zannetmeyin. Üç çocuğumla üç gündür aç beklemekteyim. Bu gidişle namusumu lekelenmemden korkmaya başladım. Allah rızası için yardımda bulunun. Ben açlıktan ölmeye razıyım. Fakat çocuklarımın çığlıklarına tahammül edemiyorum. Beklenmedik bir anda gelen bu “Allah rızası için yardım” talebi zaten kıt-kanaat geçinen şoförü şaşırtmıştı. Düşünmeye başladı. Cebinde bir miktar parası vardı var olmasına; ancak bu parayı aylardır biriktiriyordu. Çünkü taksinin dört lastiği de kabaklaşmıştı. Onları değiştirmek için çırpınıyordu. Zaten akşamları eve gelince hanım da ikaz etmekten geri kalmıyordu: – Ne zaman değiştireceksin bu lastikleri? Birazcık geç kalsan, aklıma kötü şeyler geliyor. Acaba bir kaza mı yaptı kabak lastiklerle?’ diye korku içinde bekliyorum. O an için nefsi ve şeytan birlik olup vesvese vermeye başladılar: – Sen zaten zor geçinen kimsesin. Yardım edecek durumda değilsin. Bas gaza, git yoluna! Fakat imanı ve vicdanı da şöyle sesleniyorlardı: – Para dediğin şey böyle gün için lazım olur. Belli olmaz Allah’ın rızasının nerede olduğu. Biriktirdiğin parayı bu muhtaç hanıma vermelisin. Tam yeridir. Çocukları aç durumda, Onu namusunu kirleterek, para kazanma zorunda bırakmamalısın. Nihayet nefsini ve şeytanını yenmiş, cebindeki lastik parasını tümüyle kadıncağıza uzatarak: – Al bacım, namusunla yaşa. Bu para bir müddet seni idare eder. Sonrasında da Allah başka sebepler halk eder! Dedi. Minnet etmemek için de hemen gaza basıp oradan uzaklaşırken kadının: – Sen benim ihtiyacımı karşıladın, Allah da senin ihtiyacını karşılasın! duasını duydu. Gün boyunca kulaklarında çınlayan bu duaya hep (amin) dedi. Akşam eve gelince beklediği soruyla yine muhatap oldu. – Hâlâ değiştirmemişsin lastiklerini... – Bir lastikçiyle anlaştım. Yeni lastikler gelince hemen değiştirecek... diyerek geçiştirdi. Bu geçiştirme işi birkaç gün devam etti. Bir akşam yine eve gelirken iyice sıkılmış, “Bu defa ne diyeceğim?” diye düşünürken beklenmedik bir durumla karşılaşmıştı. Hanım kendisine adres yazılı bir kağıt uzattı, sonra da şöyle dedi: – Bugün bir lastikçi geldi, şu adresi verdi. “Yarın bana mutlaka gelsin, lastiklerini değiştireceğim” deyip gitti. Al şu adresi. Belli etmemişse de bunun izahını yapamamıştı. Çünkü böyle bir lastikçi ile konuşmamıştı. Merakla sabahı bekledi. İlk işi kağıttaki adrese gitmek oldu. Garipliğe bakın ki tamirciyi hiç görmemiş, buraya hiç gelmemişti. Elindeki kağıdı uzatınca bir şaşkınlık iki tarafta da yaşandı. Lastikçi: – “Sen o musun?” deyip şoförün boynuna sarıldı, başladı hıçkıra hıçkıra ağlamaya. Sonra da şöyle devam etti: – Tam üç gündür Resûlüllah Aleyhisselam rüyama giriyor ve bana, "Şu adresteki şoförün lastiklerini değiştir, ücret olarak da benim şefaatime nail ol" buyuruyor. Allah için söyle. Sen ne türlü bir iyilik ettin, nasıl bir hayır dua aldın ki Resûlüllah Aleyhisselam üç gündür beni ikaz ediyor, senin lastiğini değiştirmem için beni vazifelendiriyor? |
29.12.2009, 15:19 | #193 |
Yasaklı
EyüphanAydın Şuan
Son Aktivite: 22.05.2010 12:45
Üyelik Tarihi: 25.01.2008
Yaş: 31
Mesajlar: 9.219
Tecrübe Puanı: 0
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
Buğday Satıcısı
Adamın biri satmak için pazara buğday götürmüş. Akşam olmuş, pazar toplanmaya başlamış. Herkes malını satıp savmış. Bu adamın malına müşteri çıkmamış. Çıkan da pazarlıkta uyuş*mamış. Adam koca çuvalı geri getirmenin sıkıntısıyla düşünürken meşayıhten birinin yolu pazara uğramış: O zat sormuş: -Ne o evladım malını satamadın mı? Bak pazar toplanıyor. Adamcağız boynu bükük: -Müşteri çıkmadı, Efendi Hazretleri! demiş. Şeyh efendi yerden avuç avuç kum alıp buğdaya karıştır*maya başlamış ve: - Şimdi çıkar evlad! demiş. Adam şeyhin bu hareketine itiraza yel*tenecekmiş ki; hemen yanı başında beliren müşteri mala talip olmuş. Tebessümle oradan ayrılmak üzere olan şeyhin eteğine yapışıp: -Bu ne haldir Efendi Hazretleri!" diyen buğdaycıya şeyh şu cevabı vermiş: -Sus! Para, layık olduğu mala gider. |
29.12.2009, 15:19 | #194 |
Yasaklı
EyüphanAydın Şuan
Son Aktivite: 22.05.2010 12:45
Üyelik Tarihi: 25.01.2008
Yaş: 31
Mesajlar: 9.219
Tecrübe Puanı: 0
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
Kûfede bir râfizî var idi. Adı Abdülmecîd bin Abdülgaffâr idi. Ca'fer-i Sâdık (k.s) hazretlerinin hûzuruna vardı ve. aralarında şu konuşma geçti
- Esselâmü aleyke yâ Resûlullahın torunu. Resûlullah (s.a.v) hazretlerinden sonra en üstün olan kimdir? - Ebû Bekr-i Sıddîkdır (r.a). - Böyle olduğunu nereden biliyorsun. - Hak sübhânehü ve teâlâ hazretleri ona, Resûlullahdan sonra, ikinci buyurdu. Üçüncüleri Allahü teâlâ olan iki kişiden, ikincisi olmak kadar şeref olamaz - Hazret-i Alî 'radıyallahü teâlâ anh', Resûlullah (s.a.v) hazretlerinin döşeğinde, kâfirlerden korkmadan yatmadı mı? - Ebû Bekr-i Sıddîk, Resûlullah hazretleri ile mağaraya girmedi mi? - Eğer korkmasa idi, girmezdi. Allahü teâlâ Resûlullaha haber verdi ki, Ebû Bekre korkma, dedi. - Onun korkusu, ondan idi ki, kâfirler onların nerede olduğu hakkında bir haber duyup, gelirler. Resûl-i ekremi üzerler. Görmezmisiniz Ebû Bekr-i Sıddîk, kendi ayağını, mağarada bir deliğe koydu. Hattâ yılan onu kaç def'a ısırdı. O acıya katlandı. Ayağını kaldırmadı. Resûlullahı uyandırmamak için, hiç ses de çıkarmadı. Kendinden korksaydı, zehrlenerek, cânını Resûle fedâ etmezdi. - Mâide sûresinde, (Rükû'da iken sadaka verirler) meâlindeki 58.âyet-i kerîme ile medh olunan Alîdir. - Bu âyetden önce, bir âyet-i kerîme vardır ki tahsîs rakamı ondan ziyâdedir. O Sıddîk şânındadır. (Allahü teâlâ, mürtedler ile cihâd eden bir kavm getirir. Allahü teâlâ bunları sever) meâlindeki âyet-i kerîme, Ebû Bekr Sıddîk içindir ve dahâ çok yükseltmekdedir. Resûlullah (s.a.v) hazretlerinin, öbür âleme göçmelerinden sonra, arablar, dedi ki, biz nemâz kılarız. Ammâ zekât vermeyiz. Ebû Bekr (r.a) buyurdu ki, Resûlullah hazretlerine edâ etdikleri zekât malından bir deve dizinin bağını vermeseler ve ondan eksik verseler, ben onlar ile toprak ve kum sayısınca olsalar da muhârebe ederim. - Yâ Ca'fer. Hazret-i Alînin şânı için, meâl-i şerîfi, (Mallarını, gece-gündüz, gizli ve gözönünde verenler) olan Bekara sûresinin 274.âyeti gelmemiş mi? - (Sûre-i Velleyl), Ebû Bekr-i Sıddîkın şânında nâzil olmuşdur. Şânını çok yükseltmekdedir. Zîrâ Ebû Bekr-i Sıddîk kırkbin altın verdi. Kendisine bırakmadı. Bir kilime sarındı. Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi ki, Allahü teâlâ buyurdu ki, ben Ebû Bekrden râzıyım. O benden râzı mıdır? Ebû Bekr-i Sıddîk, ben Allahü teâlâdan râzıyım, râzıyım, râzıyım, dedi. - Meâli şerîfi (Hâcılara su vermeği ve Mescid-i Harâmı binâ etmeği, îmân etmekle ve Allah yolunda cihâd etmekle bir mi tutuyorsunuz. Hâyır, böyle değildir) olan Tevbe sûresinin 20.âyet-i kerîmesi hazret-i Alînin şânını bildirmek için nâzil olmadı mı? - Meâl-i şerîfi (Mekkenin fethinden önce, sadaka verip, cihâd eden ile, fethden sonra veren ve cihâd eden bir değildir. Önce olanın derecesi dahâ yüksekdir) olan Hadîd sûresinin 10.âyet-i kerîmesi ile Ebû Bekr-i Sıddîk medh olunuyor. Ebû Bekrin muhârebe etmesi önce idi ki, Ebû Cehl, Resûlullah hazretlerine vurmak istedi. Ebû Bekr-i Sıddîk, Ebû Cehle mâni' oldu. - Alî, hiç kâfir olmadı. - Öyledir, lâkin, Allahü tebâreke ve teâlâ hiç kimsenin, îmânını, Ebû Bekrin îmânı gibi medh etmedi. Meâl-i şerîfi (Muhâcir ve Ensârın önce gelenlerinden Allahü teâlâ râzıdır. Onlara Cennetde sonsuz ni'metler vardır) olan Tevbe sûresi 31. âyetinde ve meâl-i şerîfi (Doğru haber ile gelen ve Ona inanan için Cennetde istedikleri herşey vardır) olan Zümer sûresi 33. âyetinde, Allahü teâlâ, Ebû Bekr-i Sıddîkın 'radıyallahü teâlâ anh' îmânını medh etmekdedir. Her ne vakt ki, Resûlullah (s.a.v) vahy ile bir haber verse idi, kureyş, yalan söylüyorsun derdi. Ebû Bekr-i Sıddîk hemen yetişip, doğru söylüyorsun yâ Resûlallah, derdi. - Meâl-i şerîfi (Uhud gazâsında, şeytâna uyup, dağılanlar) olan İmrân sûresi 155.âyetinde, Allahü teâlâ şikâyet etmiyor mu? - Âyet-i kerîmenin sonunu oku. Meâlen (Onların bu kusûrlarını afv etdim) buyuruyor. - Hazret-i Alînin dostluğu farzdır. Kur'ân-ı azîmüşşânda, Şûrâ sûresinde, 23.âyetinde meâlen (Size islâmiyyeti bildirdiğim ve Cenneti müjdelediğim için, bir karşılık beklemiyorum. Yalnız yakınım olanları seviniz) buyuruldu ki, bunlar, Alî, Fâtıma, Hasen ve Hüseyindir. - Ebû Bekre 'radıyallahü teâlâ anh' düâ etmek ve Onu sevmek farzdır. Allahü teâlâ, Haşr sûresinde 10.âyetinde meâlen (Muhâcirlerden ve Ensârdan sonra, kıyâmete kadar gelen mü'minler, yâ Rabbî! Bizi afv et ve bizden önce gelen din kardeşlerimizi afv et derler) buyuruyor. Hüseynî tefsîrinde diyor ki; (Âlimler buyurdu ki, Eshâb-ı kirâmdan 'radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în' birini sevmiyen kimse, bu âyetde bildirilen mü'minlerden olmaz. Bu düâdan mahrûm olur). - Resûlullah (s.a.v) (Hasen ve Hüseyn, Cennet gençlerinin üstünüdür. Babaları dahâ üstündür) buyurmadı mı? - Ebû Bekr-i Sıddîk hakkında bundan iyisini buyurdu. Babam Muhammed Bâkırdan işitdim. Ceddim İmâm-ı Alî 'radıyallahü teâlâ anh' buyurdu ki, Resûlullahın (s.a.v) huzûrunda idim. Başka kimse yok idi. Ebû Bekr ile Ömer 'radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în' geldi. Server-i âlem ve Seyyid-i veledi âdem (s.a.v): (Yâ Alî! Bu ikisi, Peygamberlerden başka, Cennet erkeklerinin en üstünüdür.) - Yâ Ca'fer! Âişe mi üstündür. Fâtıma mı üstündür? - Âişe (r.a) Resûlullah hazretlerinin zevcesi idi. Onunla berâber olur. Fâtıma (r.a) hazret-i Alînin zevcesi idi. Onunla berâber olur. Allahü teâlâ hazretlerinin gadabı ve la'neti o râfizî ve mübtedi' üzerine olsun ki, Resûlullah (s.a.v) hazretlerinin, mü'minlerin annesi olan ezvâc-ı tâhirâtına (rıdvânullahi teâlâ aleyhinnâ ecma'în) ta'n eyler. - Âişe Alî ile muhârebe etdi. Cennete girer mi? - Allahü teâlâ Ahzâb sûresi, 53.ayetinde meâlen; (Resûlullahı incitmeyiniz. Ondan sonra, zevcelerini nikâh ile hiç almayınız. Bunların ikisi de büyük günâhdır.) buyuruyor. Beydâvî ve Hüseynî tefsîrlerinde diyor ki, bu âyet-i kerîme gösteriyor ki, Resûlullah (s.a.v) vefât etdikden sonra da, ona saygı göstermek için, zevcelerine saygı lâzımdır. - Ebû Bekrin hilâfetini, Kur'ân-ı azîmüşşânda bana göstermeğe kâdir misin? - Gösteririm. Hem Kur'ân-ı kerîmde, hem Tevrâtda ve hem de İncîlde gösterebilirim. Kur'ân-ı kerîmde olan şudur: En'âm sûresi 165.âyetinde meâlen; (Allahü teâlâ sizi yeryüzünde halîfe yapdı) buyuruldu. Nûr sûresi 55.âyetinde meâlen; (Îmân eden ve emrlerimi yapanlarınızı, yeryüzüne hâkim kılacağımı söz veriyorum. İsrâîloğullarını halîfe yapdığım gibi, sizi de birbiriniz ardı-sıra halîfe yapacağım) buyuruldu. Beydâvî ve Hüseynî diyor ki, bu âyet-i kerîme gaybdan haber verip, Kur'ân-ı kerîmin, Allahü teâlânın kelâmı olduğunu ve dört halîfesinin 'radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în' meşrû; haklı olduğunu göstermekdedir. Tevrâtda ve İncîlde, Feth sûresinin son âyetinde meâlen, (Resûlullah ve onunla birlikde olanlar, birbirlerini her zemân ve çok severler ve her zemân kâfirlere düşmân olurlar!) bütün Eshâb bildirilmekde ve Ebû Bekrin şerefine işâret edilmekdedir. Bu âyetin sonunda meâlen, (Eshâbının misâlleri Tevrâtda ve İncîlde bildirildi) buyuruyor. Babam, ceddim Alî bin Ebî Tâlibden (r.a) ve onun da Resûlullah hazretlerinden bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, hiçbir Peygamberine vermediği kerâmetleri bana verir. Kıyâmetde mezârdan önce kalkarım. Allahü teâlâ dört halîfeni çağır, buyurur. Onlar kimdir, yâ Rabbî, derim. Ebû Bekrdir, buyurur. Yer yarılıp, herkesden önce Ebû Bekr mezârdan çıkar. Sonra Ömer, sonra Osmân, sonra Alî kalkar) buyuruldu. Peygamberimiz (s.a.v) buyurdu: Ben yer şak olup, dışarı gelenlerin evveli olurum. Allahü teâlâ bana kerâmetlerden verir. O nesne ki benden önce Nebîlerin bir ferdine vermemişdir. Sonra Allahü teâlâ buyurur. Yâ Muhammed, yakın getir o halîfeleri ki, senden sonra geldiler. Ben dedim, onlar kimlerdir. Buyurur, Ebû Bekr-i Sıddîk. Benden sonra yer şak olup, Ebû Bekr kabrden dışarı gelenlerin evveli olur. İki hulle giydirirler. Tâ gelip, Arş önünde durur. Ve hesâbın az görürler. Ve arş önünde ayak üzerine dururlar. Ondan bir münâdî seslenir; Ömer bin Hattâb 'radıyallahü teâlâ anh' nerededir. Onu getirirler. Cerâhetden kan revân olduğu hâlde gelir. Diye ki, yâ Ömer, bunu sana kim etmişdir. Mugîre bin Şûbenin kölesi yapmışdır, der. Ona da buyururlar. Arş önünde durur. Hesâbını görürler. İki yeşil hulle giydirirler. Sonra Osmân 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerini getirirler. Damarlarından kan revân olduğu hâlde gelir. Derler ki, bunu sana kim yapdı. Der ki, filân yapdı. Arş önünde durmasını buyururlar. Hesâbı da kolay olur. İki yeşil hulle giydirirler. - Yâ Ca'fer, bunlar Kur'ân-ı azîmde var mıdır. - Evet, okumadın mı, Allahü teâlâ onlardan haber verdi. (Peygamberler ve bunların şâhidleri, hesâb için getirilir!) buyuruldu. [Zümer sûresi 69.cu âyet-i kerîmesi meâli]. Yâhud şehîdleri getirilir, denildi. Ya'nî Ebû Bekr ve Ömer ve Osmân ve Alîyi 'rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în' getirirler. - Yâ Ca'fer! Bu zemâna kadar ben onları sevmiyor idim. Şimdi pişmân oldum. Eğer tevbe edersem, Allahü teâlâ kabûl edermi? Ca'fer-i Sâdık 'kuddise sirrehül'azîz' buyurdu ki, Çabuk tevbe et ki, se'âdetin alâmeti olsun. Eğer, Allahü teâlâ korusun, o i'tikâd üzere dünyâdan gitmiş olsaydın, senin dînin boşa giderdi. Kaynak: Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin |
29.12.2009, 15:19 | #195 |
Yasaklı
EyüphanAydın Şuan
Son Aktivite: 22.05.2010 12:45
Üyelik Tarihi: 25.01.2008
Yaş: 31
Mesajlar: 9.219
Tecrübe Puanı: 0
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
Cehaletin Tek İlacı Sormak
Câbir radıyallahü anh anlatıyor: Arkadaşlarımla beraber sefere çıkmıştık. İçimizden birinin başına taş isabet etti ve başını yaralayıp kemiğini kırdı. Sonra aynı adam uykuda ihtilâm olduğu için, arkadaşlarına: - Teyemmüm edebilir miyim, bu hususta benim için ruhsat buluyor musunuz? diye sordu. Arkadaşları da: - Hayır, su mevcut oldukça teyemmüme ruhsat yoktur, diye cevap verdiler. Bunun üzerine o şahıs gusül abdesti aldı ve açık vaziyetteki yaradan içeriye giren suyun tesiri ile vefat etti. Peygamber aleyhisselâmın huzuruna geldiğimiz zaman, kendisine hadiseyi naklettiler. Bunun üzerine Resûlüllah aleyhisselâm: - Adamı öldürmüşler, Allah onları öldürsün, buyurdu. Ve «Bilmiyorlarsa sorsaydılar ya; cehaletin ilâcı sormaktır, o adama teyemmüm etmek kâfi gelirdi. Yarasına da bir bez parçası koyar, üzerine mesheder ve vücudunun diğer yerlerini de yıkardı» diye ilâve etti |
29.12.2009, 15:20 | #196 |
Yasaklı
EyüphanAydın Şuan
Son Aktivite: 22.05.2010 12:45
Üyelik Tarihi: 25.01.2008
Yaş: 31
Mesajlar: 9.219
Tecrübe Puanı: 0
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
Cehennemden Kurtulabilecek miyim?
Mısır evliyasından “Fahr-ül Farisî” hazretlerine, talebesinden biri gelip; - Efendim, ben bir şeyden çok korkuyorum, diye arz edince sordu: - Hayırdır evladım, neden korkuyorsun? - Ahirette Cehennemden kurtulabilecek miyim acaba? Bunu düşünüp çok korkuyorum hocam. - İnşallah kurtuluruz oğlum. - İnşallah efendim, ama nasıl? Buyurdu ki: - Ümidimiz odur ki oğul, büyükler bize sahip çıkar ve şefaat ederler de inşallah kurtuluruz. - Ya sahip çıkmazlarsa efendim? - Merak etme oğlum. Biz bugün onlara sahip çıkarsak, onlar da o gün bize sahip çıkarlar. Biz onları dinlersek... - Anlamadım, nasıl yani? - Demem o ki oğul, biz o büyüklerin sözlerini dinler, nasihatlerine göre yaşarsak, onlara sahip çıkmış oluruz. O zaman onlar da bize sahip çıkarlar. *** Bir gün de bir genç gelip; - Efendim, dünyada ve ahirette felaketlerden kurtulmak için ne yapayım? diye sorunca; - Bunun bir tek çaresi var, buyurdu. - O nedir ki efendim? - Kurtulanlarla beraber olmak. - Kurtulanlardan maksat kimlerdir ki? - Allahü teâlânın sevgili kullarıdır. “Ehl-i sünnet alimleri” ve “evliyalar” bunlardandır mesela. Böyle zatlar yoksa? Delikanlı sordu: - Böyle zatlar yoksa efendim? - Onlar yoksa, kitapları var evladım. Onların kitaplarını okuyan da onlarla beraber sayılır. *** Bir gün de bazı gençlere, - “Emr-i maruf”, yani İslâma hizmet etmek kime nasip olursa, çok sevinsin, çok şükretsin, buyurdu. - Bu iş, çok mu sevaptır? dediler. - Elbette, buyurdu. Bir beldede küfre karşı “emr-i mâruf” yapılırsa, Allahü teâlâ o beldenin hak ettiği azâbı tehir eder. Emr-i maruf yapılmayan beldeye ise azab-ı ilâhî gelir |
29.12.2009, 15:20 | #197 |
Yasaklı
EyüphanAydın Şuan
Son Aktivite: 22.05.2010 12:45
Üyelik Tarihi: 25.01.2008
Yaş: 31
Mesajlar: 9.219
Tecrübe Puanı: 0
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
Cennet Komşusu
Vaktiyle padişahlardan biri şehri dolaşmaya çıkmıştı. Tanınmamak için kıyafetini değiştirmiş, yanına da bir kölesini almıştı. Halkın kendi yönetimi hakkında neler düşündüğünü öğrenmek istemisti. Mevsim kıştı. Soğuk her yeri kasıp kovuruyordu. Yolu bir mescide düştü. İki yoksul bir köşede titreyerek oturuyordu. Gidecek başka yerleri yoktu. Onların ne konuştuklarını merak eden padişah yanlarına sokuldu. Fakirlerden şakacı olanı soğuktan şikayet ediyordu: - Yarın cennete gittiğimizde bizim padişahı oraya sokmayacağım! Cennetin duvarına yaklaştığını görürsem, pabucumu çıkarıp kafasına vuracağım. Öteki merakla sordu: - Onu niçin cennete sokmayacakmışsın? - Tabii sokmam. Biz burada soğuktan donarken o sarayında keyif sürsün. Bizim halimizden haberdar olmasın. Sonra da kalkıp cennette bana komşu olsun. Ben öyle komşuyu istemem arkadaş, dedi. Gülüstüler. Padisah kölesine: - Bu mescidi ve adamları unutma! dedi. Saraya dönünce mescide adamlarını yolladı. İki fakiri alıp saraya getirdiler. Zavallılar başımıza neler gelecek diye korkuyla bekleşirken onları dayalı, döşeli bir odaya yerleştirdiler. - Burada yeyip, içip yatacak, padişahımıza dua edeceksiniz. Cennette size komşu olmasına karşı çıkmıyacaksınız, dediler. Padişah ne iyi kalpli imiş, değil mi? Peygamberimiz yoksula yardım edenleri şöyle övmüştür: "Bir mü'mini dünya dertlerinden kurtaranı, Allah, ahiret dertlerinden kurtarır." |
29.12.2009, 15:20 | #198 |
Yasaklı
EyüphanAydın Şuan
Son Aktivite: 22.05.2010 12:45
Üyelik Tarihi: 25.01.2008
Yaş: 31
Mesajlar: 9.219
Tecrübe Puanı: 0
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
Cürmüm İle Geldim Sana
Medîne-i münevverede saatçılık yapmakta olan Ali Osman isimli İzmirli bir Türk vardı. Bu zât Medîne-i münevvereye hicret ettikten bir müddet sonra, mesleği olan işi yapmak üzere bir dükkân açmak için izin almaya çalıştı. Uzun süre bunu sağlayamadı. Parası bitti. Bir gece Allahü teâlâya iltica ile yalvardı. O gece rüyâsında esmer, kır sakallı, uzunca boylu bir zât; - Evladım, resmî dâireye girdiğinde sağ tarafında gördüğün şu üçüncü şahsa mürâcaat et. Gerisine karışma buyurdu. Ali Osman Efendi sabahleyin doğruca denilen şahsın yanına gitti. O şahıs, Ali Osman Efendi'ye; -Seni Kuddûsî hazretleri mi gönderdi? Git hemen dükkânını aç, işine başla, dedi. Ali Osman hemen gidip dükkânı izin almış gibi açtı. O şahıs izin belgesini sonradan gönderdi. Bir müddet sonra rüyâsında aynı zâtı gördü. O zât; -Oğlum bana Kuddûsî derler. Cebine bir hediye koydum, onu al ve amel et, dedi. Ali Osman Efendi uyandığında cebinde Kuddûsî hazretlerinin şu şiirinin yazılmış olduğu kâğıdı buldu: Ey rahmeti bol pâdişâh, Cürmüm ile geldim sana, Ben eyledim hadsiz günâh, Cürmüm ile geldim sana. Aslım çü bi katre menî, Halk eyledin andan benî, Aslım denî, fer'îm denî, Cürmüm ile geldim sana. Adın senin Gaffâr iken, Ayb örtücü Settâr iken, Kime gidem sen vâr iken, Cürmüm ile geldim sana. İsyânda Kuddûsî şedîd, Kullukda bir battal pelîd, Der kesmeyip senden ümîd, Cürmüm ile geldim sana. Hadden tecâvüz eyledim, Deryâ-yı zenbi boyladım, Ma'lûm sana ki neyledim, Cürmüm ile geldim sana. Gerçi kesel fısk-ü-fücûr, Ayb-ı-zelel çok hem kusûr, Lâkin senin adın Gafûr, Cürmüm ile geldim sana. Hiç sana kulluk etmedim, Rah-ı rızâna gitmedim, Hem buyruğunu tutmadım, Cürmüm ile geldim sana. Senden utanmayup hemân Ettim hatâ gizlü ayân, Urma yüzüme el-emân, Cürmüm ile geldim sana. Zenbim ile doldu cihân, Sana ayân zâhir nihân, Ey lutfü bî-had Müste'ân, Cürmüm ile geldim sana. Bin kerre bin ol pâdişâh, Etsem dahî böyle günâh, Lâ-taknetû yeter penâh, Cürmüm ile geldim sana. |
29.12.2009, 15:21 | #199 |
Yasaklı
EyüphanAydın Şuan
Son Aktivite: 22.05.2010 12:45
Üyelik Tarihi: 25.01.2008
Yaş: 31
Mesajlar: 9.219
Tecrübe Puanı: 0
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
Çoban Babanın Kuzucukları
Erzurum’un Ruslar tarafından kuşatıldığı ve dadaşların aslanlar gibi çarpıştığı yıllar... Bir garip çoban, sürüsünü almış, otlata otlata dağa doğru çıkıyordu. Kendi kendisiyle söyleşe halleşe hayli yol almış, hayli de yorulmuştu. Birden susadığını hissetti Çoban Baba!.. Gözünün önüne kara topraktan fışkırmış kol kol billur sular geldi. Fakat o yana baktı, bu yana baktı su bulamadı. Etrafta ne bir pınar, ne bir su birikintisi vardı. Bir türlü su bulamıyordu Çoban Baba, yürümeye, koyunları da kendisiyle birlikte gelmeye devam ediyordu, fakat aradığı suyu bir türlü bulamıyordu. Çoban’ın susuzluğu gittikçe arttı. Ciğeri göz göz dağlandı. O arada baktı ki, oğlaklar, kuzular dilleri dışarıda meleşiyor. Koyunların başları önlerine düşmüş. Koçlar huysuz ve öfkeli. Gün akşama dönünceye kadar, bütün sürü su arıyor Köpekler ayaklarıyla yeri deşiyor, çoban o çalının dibinden ötekine koşuyor, ama nafile! Çoban Baba sonunda yorgun ve takatsiz düştü... Mis gibi kokulu bir mersin kümesinin dibinde toprağa çöktü. Başını secdeye koydu: “Rabbim” dedi: “Güzel Rabbim! Sürüm de ben de susuzluktan öleceğiz. Ben susuzluktan ölsem bir şey lazım gelmez, ama bu hayvancıkların meleşmeleri beni kahrediyor!.. Sen her şeye kadirsin Allahım...” Çoban hem söylüyor, hem ağlıyordu. O kadar çok ağlıyordu ki, gözünün yaşı toprağı yıkıyordu. Başı hâlâ o toprakta secdedeydi. Birden dudaklarına bir serinlik geldi... Önce ne olduğunu anlayamadı. Başını kaldırdı ve hayretle gördü ki, yerden bir pınar fışkırmış, gürül gürül... Serin, tatlı, ışıl ışıl... Duası kabul olmuştu... Şimdi Çoban Baba daha çok ağlıyordu. Çünkü, Rabbi duasını kabul etmişti. Bu sevinçle, az evvelki adağını unutacak değildi ya. Çoban Baba’nın son sözleri şunlar oldu: “Artık ölebilirim güzel Allah’ım!.. Artık ölebilirim... Değil mi ki sürüm susuzluktan kurtulacak, değil mi ki duamı hemen kabul ettin, artık bu can bana lâzım değil!..” Çoban Baba oracıkta ruhunu teslim etti. Sürüdeki hayvanlar, gidenden, gelenden habersiz pınara baş uzatmış, kana kana içiyorlardı... |
29.12.2009, 15:21 | #200 |
Yasaklı
EyüphanAydın Şuan
Son Aktivite: 22.05.2010 12:45
Üyelik Tarihi: 25.01.2008
Yaş: 31
Mesajlar: 9.219
Tecrübe Puanı: 0
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
Çoban ve Ağaç
Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak: "Hadi bakalım evladım, derdi. Bu ihtiyarın elmasını ver artık". Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan. Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra, babasından kalan Kur'an'ını okumaya koyulurdu. Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı. Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı. Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı şıp diye koparırdı. Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti. Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken : "Ver yavrum, derdi, gönder bakalım bu günkü kısmetimi." Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan. Köylüler, uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın veli bir zât olduğunu söylerlerdi. Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine elmasını istedi. Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense birşey düşmemişti. Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyordu. Gözyaşları, yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini. Yavrusu, meyve verdiği günden bu yana ilk defa reddediyordu onu. İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu. Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinde daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden. Yeniden doğmuştu sanki çoban. Birşey hatırlamıştı. Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken : "Canım" dedi, hıçkırıp ağlayarak. "Benim güzel evladım, mis kokulum. Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bu günün Ramazan'ın ilk günü olduğunu ?" |
Konuyu Toplam 1 Üye Okuyor. (0 Kay?tl? Üye Ve 1 Misafir) | |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Günün, Ayet ve Hadisi | altuntas58 | Serbest Dini Konular | 19 | 13.11.2011 17:09 |
-CUMA SOHBETLERİ- | Abdurrahman 58 | Dini sohbet | 50 | 28.08.2009 09:50 |
Peygamber Efendimizin tüm Ramazan boyunca okuduğu dua:)) | seva | Dualar | 0 | 19.08.2009 18:02 |
Acıklı bir aşk hikayesi :) | gürün_güzeli | Hertelden | 0 | 27.06.2008 19:09 |
Bİr Gelİncİk Hİkayesİ | bayatlı kenan58 | Arşiv | 0 | 23.05.2008 17:58 |