Forum - Ana Sayfa Takvim S?k Sorulan Sorular Arama

Zurück   Sivas - Sivaslilar.Net - Sivashaber - Sivasforum - Sivasların En Büyük Buluşma Merkezi - Yiğidolar > DİN BÖLÜMÜ > Dini Bilgiler
SİTE ANA SAYFA Galeri Kayıt ol Yardım Ajanda Oyunlar Bugünki Mesajlar

Dini Bilgiler (Ayetler, Hadisler, Dualar ve Muhtelif konular)



Son 15 Mesaj : Atatürk'ün Çocukluğu'na Ait Hikayeler           »          Şehzade Osman           »          Hatıra defteri           »          Antilop İle Akrebin Dostluğu           »          Karagöz İle Hacivat Konuşmaları 2           »          Sitemizin Ozanları           »          SEVDİM İŞTE....           »          NEFRET ETTİM İŞTE!!!!!           »          AFORİZMALAR (SAÇMALAMLAR)-1           »          SEÇKİNLER/SEÇİLMİŞLER DÜNYASI           »          Hatalarımızdan Dersler Alabilmek Ümidiyle.           »          Araf Suresi 172-173. Ayetler.( Ben Sizin Rabbiniz Değil Miyim)           »          İnancımızı Kullananların Artık Tuzağına Düşmeyelim.           »          ULAŞ-Yapalı           »          TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR PAYLAŞIMAZ
Cevapla
 
Seçenekler Arama Stil
Alt 03.01.2010, 15:31   #161
58Sevda
Usta Yiğido
 
58Sevda - Ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
58Sevda Şuan 58Sevda isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 04.07.2013 00:40

Üyelik Tarihi: 03.01.2010
Mesajlar: 1.755
Tecrübe Puanı: 700 58Sevda FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: BiR GeNç KıZıN CeVaBı...

Allah nefsimizi korusun ...
58Sevda isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Alt 03.01.2010, 17:15   #162
gülrüba
Usta Yiğido
NO AVATAR
 
gülrüba Şuan gülrüba isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 05.11.2010 12:11

Üyelik Tarihi: 15.10.2009
Mesajlar: 894
Tecrübe Puanı: 622 gülrüba FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Cevap: BiR GeNç KıZıN CeVaBı...

Alıntı:
-Alp- Nickli Üyeden Al?nt? Mesajı Göster
Benim tesettürlü kız öğrencilerim üni.ye başlı açık veya kapalı özgürce girsin okusun doğrusu budur.

Ama saygıdeğer hemşerilerim sizlere birşey sormak istiyorum neden arapça kelimelerle(inna lillahi ve inna ileyhi raciun...ecmain gibi) yorum yazıyorsunuz? Türkçe manasını yazmak daha mantıklı değil mi? Veya da parantez içinde türkçe anlamını yazabillirsiniz hem bu vesile ile benim gibi arapça bilmeyen insanları bilgilendirmiş olursunuz.
Haklısınız kardeşim kusura bakmayın ecmain amin cümlemizden demektir ..

Ben bu kelimeyi bir vefat haberi duyduğum zaman kullanırım ..



İnnâ lillâhi ve İnnâ İleyhi Râciûn: “İstircâ” denilen bu ifade, özellikle bir ölüm haberi alındığında veya bir büyük sıkıntı zamanında söylenilir. Bu ifâde Kur'an'da şöyle geçer. "O sabredenler, kendilerine bir musîbet/belâ geldiği zaman: İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz)' derler." (Bakara: 2/156)


Degeğli yorumlarınız için sağolasınız ...


Alıntı:
58Sevda Nickli Üyeden Al?nt? Mesajı Göster
Allah nefsimizi korusun ...
Allah c.c nefsimize yenik düşürmesin bizleri.. Değerli yorumun için sağolasın kardeşim ...
__________________
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]

Konu gülrüba tarafından (03.01.2010 Saat 17:15 ) değiştirilmiştir.. Sebep: Arka Arkaya Mesajlar Yazdığınızdan Dolayı Flood Önleyici Devreye Girdi. Mesajlar Sistem Tarafından Otomatik Olarak Birleştirilmiştir..
gülrüba isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Alt 04.01.2010, 11:22   #163
gülrüba
Usta Yiğido
NO AVATAR
 
gülrüba Şuan gülrüba isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 05.11.2010 12:11

Üyelik Tarihi: 15.10.2009
Mesajlar: 894
Tecrübe Puanı: 622 gülrüba FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart YURT

Mahir Bey, Karadeniz'in şirin bir ilinden İstanbul'a gelmişti. Burada lüks semtlerden birinde oturuyordu. Muhafazakâr bir aileye mensup olmasına rağmen, mutluluk için tek anahtarın para olduğuna inanan, para kazandıkça mâneviyattan uzaklaşan, mâneviyattan uzaklaştıkça da dine tavır alan biriydi. Yakın çevresi onu mâneviyat ortamlarına davet ettiğinde, verdiği cevap genelde; "Geri kafalı bunlar, geri kafalı..." şeklinde olurdu.

Dinle ilgili konular, zamanla Mahir Bey'i oldukça rahatsız etmeye başladı. Konuşma içinde geçen "Allah" lâfzına bile tahammül edemez duruma geldi. Hele insanların dinî sohbet için bir araya gelmeleri veya hayır için yardım toplamaları onu iyice rahatsız ediyordu. Hayır işleri için yanına gelenlere; "Bırakın bunları kardeşim! Yapacak işiniz yok mu sizin?" derdi. Hattâ bir keresinde, memleketinde yapılacak bir yurt inşaatı için kendisinden yardım isteyen iş adamlarına etmediği hakaret kalmamıştı. Bununla da yetinmeyip, "Bunlar irtica yapıyorlar!" diyerek şikâyette bulunmuş ve hemşerilerini çok üzmüştü.

Tek çocuğu vardı Mahir Bey'in. Özel öğretmenler, özel okullar... Her şeyi özeldi Tuncay'ın. Belki de bu yüzden 'tatmin edilemeyen' bir genç olup çıkmıştı. Tuncay'ın 'takıldığı' arkadaşlar, gittiği mekânlar onu yavaş yavaş içinden çıkılmaz bir hâle sürüklüyordu. Çevresinden gelen uyarıların hiçbirini dikkate almıyordu. Mahir Bey bütün bunlardan haberdar olmakla birlikte, işin sonunu düşünmüyor, oğlunun durumunda kendince bir yanlışlık görmüyordu. Dostlarına ise, "Bu zamanda gençleri sıkmaya gelmez. Bırakın istedikleri gibi yaşasınlar. Biz görmedik diye, onlara da mı çektirelim?!..." diyordu.

Mahir Bey bir gün fabrikaya gittiğinde bir hemşerisini kendisini bekler buldu. "Mutlaka bir şey istemeye gelmiştir. Asalak herifler. Bir yapıştılar mı sonu gelmez. Bıktım bunlardan. Her gün bir yenisi." diye geçirdi içinden ve kaşlarını çatarak ofisine geçti.

Sekreteri:

- Efendim, bir beyefendi, hemşeriniz olduğunu söylüyor. 'Mutlaka görüşmem lazım.' diyor.

Mahir Bey peşin hükmün verdiği can sıkıntısıyla yüzünü buruşturarak, içeri almasını söyledi. Hemşerisi lafı uzatmadan:

- Tuncay, dedi.

Mahir Bey heyecanla:

- Ne Tuncay'ı? Bir şey mi oldu yoksa?!..

- Bizim oğlan dün gece Tuncay'ı uyuşturucu alırken görmüş. Haber vereyim, dedim.

Bu haber hayatının bütün tadını alıp götürmüştü Mahir Bey'in. "Ben ne yaptım ki bunlar başıma geldi? Bütün imkânları hazırladım onun için. Ne istediyse aldım. Neden? Neden?" diyerek isyan ediyordu.

O günden sonra oğlunu defalarca karşısına alıp konuşmayı denedi; ama olmadı. Tuncay, babasının sözüne kulak bile asmıyordu. Üstelik gittikçe daha da hırçınlaşıyordu. Tarifi imkânsız bir düşmanlıkla karşılıyordu babasının konuşmalarını. Mahir Bey buna bir mânâ veremiyordu.

Günlerce ne yapacağını düşündü. En meşhur psikologlara götürmeyi denedi; ama olmadı. Tuncay babasından gelen hiçbir teklife yanaşmıyordu.

İyice çaresiz kalan Mahir Bey'in aklına bir fikir geldi: Tuncay'ın dayısı Arif!

"Neden daha önce düşünmedim. Tuncay, Arif'i çok sever. Onu dinler." diye düşündü.

"Olmaz... Olmaz... Ben neler diyorum ya!" diye başını salladı sonra. Çünkü Arif Bey muhafazakâr biriydi. Mahir Bey bu yüzden onunla pek görüşmezdi. Ama şimdi sıkıntıda olan oğluydu. "Tuncay için her şeye katlanırım. Arif'e bile" diyerek Arif Bey'in yanına gitmeye karar verdi.

Arif Bey eniştesini büyük bir nezaketle karşıladı. İkramda bulundu, hürmet etti. Mahir Bey bir an önce konuya girmek ve içini dökmek istiyordu.

Oğlunun başına gelenleri tek tek anlattı. Çaresizliğini ilk defa bu kadar açıkça ifade ediyordu. Yeğeninin durumuna Arif Bey de çok şaşırmış ve üzülmüştü. Fakat ona göre bir çıkış yolu vardı:

Enişte, Tuncay buradaki ortamından mutlaka uzaklaşmalı. Çevresinde arkadaşları olduğu müddetçe, bizi dinlemesi çok zor. Memlekette tanıdığım çok güzel arkadaşların açtığı temiz, nezih bir yurt var. Nice genç tanıyorum ki, o yurda gidip geldikçe kötü alışkanlıklarını bırakıp güzel birer insan oldu. Benim teklifim de Tuncay'ı o arkadaşlarla tanıştırmak.

Bir süre, işin getirisini-götürüsünü konuştular. Karar verildi. Tuncay, dayısının yanına gelecekti.

Tuncay'ı çağırdılar. Dayısı yeğenini uzun uzun dinledi. Sonra konuyu açtı. Tuncay da sorular sordu, biraz direnir gibi oldu ve zaman istedi. Fakat dayısının gençlerin durumundan anlar hâli ve şefkati, ona güven vermişti. Dayısından herhangi bir baskı görmeyeceğini biliyordu. Yine de bir müddet düşünmek istediğini söyledi. Dayısı sabırlıydı.

Aradan birkaç ay geçtikten sonra, bir gün Arif Bey Tuncay'dan telefon aldı.

Tuncay, okulunun kalan kısmını tamamlamak için, memlekete, dayısının yanına gelmeye karar verdiğini söylüyordu. Dayısının sözünü ettiği yurtta kalacaktı.

İlk aylarda alışmakta zorluk çekse de, sonraları yurt ortamını çok sevdi Tuncay. Burada hoşgörü, içtenlik, sevgi ve saygı vardı.

Bir yıl sonra...

Haziran ayının güzel bir İstanbul sabahında, Mahir Bey'in evinin kapısında, ellerinde hediyeler ve çiçeklerle bir genç göründü. Bu, Tuncay'dan başkası değildi.

Büyük bir edep ve hasretle anne ve babasının elini öptü. O bildik Tuncay gitmiş, yerine bir 'beyefendi' gelmişti. "Bu kadar kısa zamanda bütün bunlar mümkün mü?" diyerek içten içe hayret ediyordu Mahir Bey.

Uzun bir zamandan sonra, ilk defa o akşam birlikte yediler. Bütün aile sofradaydı. Herkesin ilk intibaı, yüksek sesle dile getirmeseler de, Tuncay'ın bir hayli değiştiği yönündeydi.

Aradan birkaç gün geçti. Tuncay'ın sabah kalktığında yatağını toplaması, yemekten önce ve sonra ellerini düzenli yıkaması, sofranın kurulmasına ve kaldırılmasına yardımcı olması gibi hususlar aileyi iyice hayrete düşürüyordu.

Mahir Bey, Arif Bey'i aradı:

- Kim bu insanlar? Onlarla tanışmak istiyorum.

- Tabii ki! En kısa zamanda seni buraya bekliyoruz.

İlk uçakta yer ayırttı Mahir Bey.

Memleketini özlemişti. Yolculuk boyunca geçmişin tatlı hatıralarına dalıp gitti Mahir Bey. Nihayet uçak doğduğu topraklara vardı. Memleketinin havası, suyu, dağları, taşları aynıydı. Sıcak ve kucaklayıcıydı.

Yurdu tepeden tırnağa inceledi. Müdür beyle tanıştığında oldukça şaşırdı. Zîrâ müdür, üniversite mezunu oldukça genç biriydi.

- Size oğlum için yaptıklarınızdan dolayı teşekkür etmek için gelmiştim, dedi mahcubiyetle.

- Efendim, buraları açan işadamlarımız var. Teşekkür edilecek birileri varsa onlardır. Bu yurt onların fedakârlığıyla açıldı. Akşam yönetim kurulu toplantımız var. Eğer sizin için de uygunsa, sizi bekliyoruz.

Mahir Bey: "Tamam!" diyerek yurttan ayrıldı.

Akşama kadar çocukluğunun geçtiği yerlerde dolaştı. Düşünme imkânı buldu. Akşam olduğunda içini bir huzur kaplamıştı. Uzun zamandır hissedemediği bir huzur...

Tekrar yurda döndü. Görevli belletmenin yardımıyla yönetim kurulunun toplandığı salona çıktı. Heyecanlıydı. Kendini toparladı ve içeriye girdi. "İrtica yapıyorlar!" diye şikâyet ettiği hemşerileri karşısındaydı. Yeni hizmetler yapabilme adına, şahsî hayatlarından fedakârlık yapan bu heyet, ne zaman biteceği belli olmayan bir toplantı için, hiçbir karşılık beklemeyen dertli yürekleriyle bir araya gelmişlerdi. Söyleyecek başka söz yoktu.



B. Turgay YALANIZ

(Sızıntı Dergisi Eylül 2009)


__________________
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
gülrüba isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Alt 04.01.2010, 11:34   #164
gülrüba
Usta Yiğido
NO AVATAR
 
gülrüba Şuan gülrüba isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 05.11.2010 12:11

Üyelik Tarihi: 15.10.2009
Mesajlar: 894
Tecrübe Puanı: 622 gülrüba FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart ALLAH İÇİN SEVMEK

Elif dikkatle okuduğu kitabı yavaşça yere bıraktı. Son okuduğunu daha iyi anlayabilmek için gözlerini bir yere dikmiş, hareketsiz donuk bir şekilde düşüncelere daldı.

Uzun süre bu şekilde düşündükten sonra hızla kitabı alıp son okuduğu yeri dikkatli bir şekilde bir daha okudu. Her okuduğunda yüzü biraz daha asılıyor, iyice anlamaya çalışıyordu.
“Kişi sevdiği ile beraber haşrolur”

Bu hadisi okuduktan sonra, sevdikleri ve sevmedikleri hanesini bir kez daha gözden geçirmesi gerektiğini düşündü. Sürekli bir arada olduğu insanlarla, alış verişte bulunduklarıyla, komşularıyla, akrabasıyla, kan bağı olanlarla ve ya bir şeklide ticari ilişkisi olanlarla da değil Sevdikleriyle beraber haşrolunmak.
Sonra bir başka hadisi hatırladı.
“Allah için sevin ve Allah için buğzedin”

Bu iki hadisi bir arada düşündüğünde biraz daha şekillendi kafasında.
“Allah için sevdiklerimizle beraber haşrolacağız” diye geçirdi içinden. Kendisinin ve çevresindeki insanların sevdiklerini ve sevme nedenlerini düşündü bir bir. Sevdiği insanlar kimlerdi ve neden seviyordu onları?

Akşamki haberlerde gördüğü bir olay geldi aklına. Bir pop star kendisini seyretmeye gelen gençlerin çılgınca katılımları arasında ve bir sunucunun onlara yaklaşarak;
- Sahnedeki şarkıcı için ne düşünüyorsunuz. Çok mu seviyorsunuz, sorusuna hep bir ağızdan;
- Sevmek ne kelime biz ona tapıyoruz. Onun için ölürüz.
Cevaplarını düşündü. Tapmak ve uğruna ölmek, bir beşer için yapılamayacak şeylerdi bunlar. Yaradan için söylenmesi gereken bu sözler bir beşer için sarf edilmişti.

Üst kattaki komşunun 10 yaşındaki oğlu geldi aklına. Odasının duvarları tuttuğu takımın futbolcularının resimleriyle doluydu. Hiçbir ayeti hiçbir peygamberi ve sevgililer sevgilisinin hayatından hiçbir kesiti bilmeyen bu çocuk, futbolcuların attığı golden transferlerine ve özel hayatlarına kadar her şeylerini biliyordu. O da bu futbolcuları çok fazla sevdiğini söylüyordu. Onun sevgisinin nedeni neydi peki?

Sonra akrabalarından Ahmet bey geldi aklına… Akraba çevresinden iki kardeş hakkında yorum yapıyordu.
- Küçük olanı çok severim ben, diyordu.
Büyük kardeş imanlı, Kur'an'ı hayatına aktarmaya çalışan.aile hayatında da eşi ve çocuklarıyla İslam’ı kendilerine yamayan değil, İslam’a kendilerini adayan ve Allah rızası kul hakkını gözeten birisi iken, küçük kardeş bunun tam zıttıydı. Alnı bir kere secdeye değmemiş, hayatında İslami hiçbir hükmü uygulamayan, aile hayatında da kendi gibi imansız birini tercih ederken evlerinde Allah’ın adının anılmadığı, kendi düşüncelerinin zıttı olan insanlarla ilişkisini koparmış birisiydi.

Ahmet bey kendisi ara sıra namaz kılan birisi olmasına rağmen,
- Ben küçük olanını çok seviyorum. Diğeri beş para etmez. Çünkü o bana ve eşime hediyeler veriyor. Hatta son olarak, karşılıksız bir telefon verdi bana. Bu devirde karşılıksız kim kime ne veriyor ki? İşte bunun için küçük kardeşi daha çok seviyorum, demesini hatırladı.
Ahmet bey, sevme tercihini menfaatine yarayan birisi yönünde kullanmıştı.

Elif, kafasında binlerce soru işareti arasında titrek bir ses tonuyla hadisi bir kez daha mırıldandı.
- Sevdiklerimiz ve sevme sebeplerimiz. Kişi sevdiği ile beraber haşrolacak.
Ardından da ellerini açtı ve dua etmeye başladı:
- Yarabbi! Sen bizi sadece senin rızan için sevenlerden eyle. Menfaatimize yaradıkları için senden uzak olanları değil, menfaatimize yaramasa da sana yakın olanları sevenlerden eyle. Toplumun putlaştırdıklarını bilinçsizce putlaştıranlardan değil, İbrahim (as) gibi bu putları yıkanlardan eyle. Yine İbrahim (as)’ın çocukları ve çevresindekiler için yaptığı duada olduğu gibi, “Rabbim beni ve benim soyumdan gelecek olanları namazlarında daim eyle. Rabbimiz sen bizim dualarımızı kabul buyur. Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün beni, anne ve babamı ve bütün inananları bağışla...Aminnnn.”
__________________
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
gülrüba isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Alt 04.01.2010, 11:36   #165
gülrüba
Usta Yiğido
NO AVATAR
 
gülrüba Şuan gülrüba isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 05.11.2010 12:11

Üyelik Tarihi: 15.10.2009
Mesajlar: 894
Tecrübe Puanı: 622 gülrüba FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart BİLAL'İN YÜREĞİ

"Birkaç yıl önce, bağlı bulunduğumuz Genel Müdürlük, dört arkadaşımla birlikte, beni bir ilimizde, memur statüsünde işçi almak üzere görevlendirmişti. Sözünü ettiğim ilde on personel alacaktık ve bunlar il müdürlüğü bünyesinde görevlendirilecekti. Biz beş arkadaş birleşerek, sözünü ettiğim ile gittik.
Önceden ayrılan bir misafirhaneye indik. İle gelişimizi kimsenin duymasını istemiyorduk. Beşimizin de kanaati oydu ki, hak edeni kazandıralım, siyasi ve diğer baskılara boyun eğmeyelim.

Biliyorduk ki, katılım yoğun olacak ve herkes bir referansla bizi rahatsız edecekti, çünkü Türkiye'nin gerçeği buydu. Bunun için çok dikkatli davranıyorduk.

İle ikindi vakti gittik. İkindi namazını kılmak için tarihi bir cami olup olmadığını sorduk. Biliyorduk ki bu ilimiz cami bakımından biraz fakirdi. Tarihi bir cami olduğunu söylediler. Beş arkadaş, arabamıza atlayarak oraya gittik.
Kimse bizi tanımıyor, zaten cami de şehrin biraz dışında. İkindi namazı kılınmış, caminin avlusu boş. Beşimiz de şadırvana oturarak abdest almaya başladık. Ayakkabılarımı çıkarıp çoraplarımı da sıyırmaya başlamıştım ki, ayaklarımın önüne bir takunya kondu.Bu takunyaları önüme kim bıraktı diye başımı kaldırınca, yüzüme tebessümle bakan, yirmibeş yaşlarında bir gençle karşılaştım:

"Ben buraları bilirim, siz yabancıya benziyorsunuz; namaz kılana hizmet, Allah'ın rızasını kazandırır. Allah kabul etsin!" dedi. Gencin tebessümü, davranışı bizi çok etkiledi.
Sordum: "Sen kimsin? Adın nedir?"
"Adım Bilâl. Bu mahallede oturuyorum."
Bir an abdest almayı bırakarak, gençle ilgilenmeye başladım.
"Ne işle meşgulsün Bilâl?"
"Şimdilik işim yok. Ama inşallah yakında işe gireceğim."
"Nasıl olacak o?" dedim.
Yüzüne huzurun ve mutluluğun tebessümünü kuşanarak:
"Üç gün sonra bir devlet dairesinin müdürlüğünde sınavla adam alınacak. Rabbim, oraya girmeyi nasip edecek inşallah" dedi.
Arkadaşlarım da abdest alırlarken, Bilâl'le aramızda geçen bu diyaloğa kulak vermişlerdi.
"Peki Bilâl, bu zamanda işe girmek zor, senin torpilin var mı? Referansın kim? İşe nasıl gireceksin?"
Bilâl'in o mütevekkil halini hiç unutamıyorum! Hepimizin üzerinde bomba tesiri oluşturacak sözü söyleyiverdi:
"Benim referansım Allah (cc)'tır; ne güzel vekildir O. Dün gece O'na dilekçemi sundum. Hiç yetimin duasını geri çevirir mi O?"

Yâ Rabbi! Ne işe tutulmuştuk! Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Gözlerimin buğulandığını ona göstermemeliydim.
"Bilâl, baban yok mu?"
"Yok, ben üç yaşındayken ölmüş. Anneciğim büyüttü beni."
Temiz bir saflık üzerindeydi. Bütün söylediklerini gönülden söylüyordu. Bu, o kadar meydanda idi ki, kalbi adeta yüzüne vurmuştu.
"Askerliğini yaptın mı?"
"Yaptım ya, hem de çavuş olarak."
"Evli misin Bilâl?" Bir anda gözleri yere düştü. Yine o mütevekkil hâli bütün yüzünü kaplamıştı.
"He ya, evli değil de sözlüyüm. İnşallah, işe girer girmez hemen düğünümü yapacağım!"
"Ama Bilâl, üç gün sonraki sınav için o kadar kesin konuşuyorsun ki, sanki kazanmış gibisin!"
Gözlerini ufka dikti, daldı, sustu ve biraz sonra:
"Ben Rabbimi seviyorum, inanıyorum ki O da beni seviyor. Seven sevene yardım etmez mi?"
Ona söyleyecek lâf bulamıyordum.

Allah, bizi kocaman kocaman (!) müdürleri, Bilâl kuluna hizmet etmek için oraya göndermişti, adeta. Kim müdür, kim garibandı?
Bilâl dilekçesini büyük makama verince, melekler harekete geçtiler, daireler, müdürler harekete geçtiler ve hep birlikte ona koşmaya başladılar; çünkü emir büyük makamdandı. Allah'a malik olan insanın mahrumiyeti söz konusu olabilir miydi?
Sormaya devam ettim:
"Bari Bilâl, evlenecek kız bulabildin mi? Bu zamanda hem yetim, hem de işsize kim kız verir ki?"
Başını salladı ve "doğru" diyerek ekledi:
"Zor nişanlandım ya. Allah razı olsun, kayınpederim olacak olan insan, "Sözde Müslüman" değil, hakiki mü'min. "Bu zamanda namazında-niyazında damat nerde bulunur, hem rızkı veren Allah'tır" dedi ve kızını bana verdi. Rabbim rızkımızı verecek inşallah."

Bilâl lise mezunuydu. Üçyüz kişinin katıldığı yazılı sınavı başarıyla geçti. Ve bizler, önümüze sunulan -Bakanlık dahil- tüm referansları bir kenara koyarak, Bilâl'in referansını en öne koyduk.

Mülakât gününe kadar bizi göremedi. Mülâkata girdiğinde karşısında bizi görünce birden şaşırdı, yüzü kızardı ve gözleri yere düştü. Sessizliği bozdum: "Bilâl, bizi tanıdın mı?" "Evet!" "Peki ne diyeceksin şimdi?" Ağlamaya başladı. Çocuk gibi ağlıyordu. İster istemez bizler de ona uyduk. Hıçkırıklar boğazımızda düğümlenmişti. Bilâl, ellerini kaldırdı ve dua etmeye başladı:
"Ey Rabbim, ben niyazımı sana sunmuştum. Hâlimi sana açmıştım. Şimdi buradaki müdürlerime karşı mahcubum. Ey Allah'ım, ben senden başkasından istememeyi istedim, yine de öyleyim."

Sessizlik odayı doldurmuştu. "Ne olur bana izin verin çıkayım" dedi. "Peki Bilâl" dedik, "Güle güle, Allah işini, aşını, eşini mübârek kılsın!"
__________________
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
gülrüba isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Alt 04.01.2010, 11:43   #166
gülrüba
Usta Yiğido
NO AVATAR
 
gülrüba Şuan gülrüba isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 05.11.2010 12:11

Üyelik Tarihi: 15.10.2009
Mesajlar: 894
Tecrübe Puanı: 622 gülrüba FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart İŞİn Bİtİnce Benİ Severmİsİn

İşin Bitince Beni Sever misin?
Ne zaman biri çıkıp, "kadınlar çalışmamalı evde oturmalı" türünden bir şeyler söylese, mutlaka bir kıyamet kopar. Ben de 'otursunlar ellerinin hamurlarıyla evlerinde' demeyeceğim elbette. Belki de şimdi bana gelen bu hikayenin, bu konuyla hiç bir ilgisi yok... Belki de var...
Buyrun, beraber okuyup düşünelim.
"Kapıdan içeri girer girmez neşeyle bağırdı:
- Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu?
- Görmüyor musun? Telefonla konuşuyorum.
Hiç kimsenin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası arabayı seviyordu. Herşey erteleniyordu telefon ve araba söz konusu olduğunda. Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu. Nerelere gitsindi? Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan tencere kaşık sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti.
- Sana yardım edeyim mi? dedi en sevimli halini takınarak. Annesi manalı manalı baktı.
- Hayırdır. Bir yaramazlık filan? Bak bir de seninle uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten...
Yorgunluk nasıl bir şeydi? Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır, 'Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni' diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi. Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, ne diye annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.
- Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor.
- Uykuya dalayım da gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum.
Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum. Yorgun olduğumdan. Böyle yorgunken...
- Anneciğim sen yorulma diye...
- Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz.
- Hani siz yoruluyorsunuz ya...
- Eeee....
- Ben de oynamaktan yoruluyorum.
- Ne yapayım?
- Bilmem...
Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı.
Işıklar söndü birden. Annesi öfkeyle söylenmeye başladı. 'Mum da yok' diye diye karıştırdı dolapları el yordamı.
Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını. Deli tavşanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavşan kafası yaptı 'bak deli tavşan' diyerek parmaklarını oynattı. Yoldan gecen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı. Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü o minik avuçların açılmasıyla kayboldu. Kolu yavasça kanepeden aşağı sarktı. Neden sonra ışıklar geldi.
Kadın çocuğun hiç konuşmadığını fark etti birden. Kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı. Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini. Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu. Çocuk sanki bu öpücüğü bekliyormuşçasına:
- İşin bitince beni sever misin anne? dedi.
Kadın, sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı.
__________________
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
gülrüba isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Alt 04.01.2010, 11:46   #167
gülrüba
Usta Yiğido
NO AVATAR
 
gülrüba Şuan gülrüba isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 05.11.2010 12:11

Üyelik Tarihi: 15.10.2009
Mesajlar: 894
Tecrübe Puanı: 622 gülrüba FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart Firinci hİkmet

Hikmet, belediyeye ait ekmek fabrikasında çalışan bir işçiydi. İşine çok dikkat eder, vazifesini ihmal etmemeye çalışır, kazancının helal olmasını isterdi. Fabrikayı hemen her akşam en geç o terk ederdi.

Belediyenin ekmeği biraz daha ucuz olduğu için halk çok rağbet ediyordu. Kocaman fırının içini ara sıra temizlemek ihtiyacı hasıl olur, onu da genellikle HİKMET yapardı.

Ramazan Bayramının son günüydü. Ertesi gün ekmek çıkarılacaktı. Hikmet, temizlik yapmak için fabrikaya gitti. İçeriye girip dış kapıyı kilitledi. Işıkları yaktı ve fırının kapağını açıp içerisine girdi. Gerekli temizliği yaptıktan sonra evine gidecekti. Sabaha karşı dörde doğru gelen işçiler de, gelir gelmez elektrikle çalışan fırının düğmelerini açacak, onlar hamuru yoğurup ekmekleri hazır edene kadar da fırın güzelce ısınmış olacaktı.

Hikmet temizliğe dalıp gitmişti. Bir taraftan da kendi yakıştırdığı şeyleri mırıldanıyordu. Tam o saatlerde fırının genç ustalarından olan Cengiz fabrikaya geldi. Kirlenmiş olan beyaz önlüğünü almak için uğramıştı. O akşam yıkattırıp, ertesi gün temiz temiz giymeyi düşünüyordu. Dış kapıyı açtığında şaşırdı. "Hayret, içerdeki elektrikler açık unutulmuş" diye mırıldandı. Gidip önlüğünü aldı. Fırının önünden geçerken açık duran fırın kapağını eliyle şöyle bir itekledi. Çıkarken ışıkları söndürmeyi de ihmal etmedi.

Elektriklerin sönmesiyle Hikmet hemen fırının kapağına koştu. Fakat heyhat, kapak üzerine kilitlenmişti. Var gücüyle bağırmaya başladı. Fırının kapağını yumrukladı. Çırpınması fayda vermiyor, sesini kimseye duyurması mümkün olmuyordu. Tüyleri diken diken oldu. Dehşete kapılmıştı. Uzun müddet kendisine gelemedi. Birazcık sakinleşince saatine baktı. Saat 23.05'i gösteriyordu. Yaklaşık beş saati kalmıştı. Bir anda ölümle burun buruna gelmişti. önce terlediğini hissedecek, sonra bunalacak, sıcaklık yavaş yavaş sürekli artacak , artacak, artacak; vücudundaki yağlar erimeye başlayacak, etler kızaracak ve daha bütün bunlar olmaya başlamadan belki de o kalpten gidecekti. Belkide çıldıracaktı. Çılgın çılgın gülecekti...

Ah, o en güzeliydi. Bir delirebilseydi, düşüncenin kezzap gibi yakıcılığından kurtulacaktı. Fırından yeni çıkan ekmekleri eline alınca parmaklarında duyduğu yanık acısı aklına geldi. Sadece o kadarı... Yanığın ilk safhası bile değildi ama hemen elinden bırakırdı. Şimdi ekmekler gibi kendisi pişecekti. Bir kaç gün önceydi. İsçiler acıkmışlar, küçük tüpün üstünde yemek pişirmişlerdi. Bir aralık tüpün kızgın demirine değmişti eli... Hemen nasıl da kabarmış, su toplamış, sızladıkça sızlamıştı. Sadece iki parmağın acısına dayanamamış, soğuk suyun içinde tutmuştu. Ya şimdi?.. Yanan iki parmak ucu değil, bütün vücudu olacaktı. Gözlerinin önünde filimlerde yanan adamlar canlandı. Kendi hali daha da zordu. Bir anda yanmak değildi ki bu... Adım adım, hissede hissede ... Terleye çıldıra, dövüne dövüne...İçerisinin ısındığını hissetti. Kapıyı kapatan her kimse fırınıda yakmış mıydı yoksa?..

Bu hararet böyle sürekli niçin artıyordu?..Aman Allah'ım! Beklenen an çabuk gelmişti. Saatine baktı. Saat gecenin 1.00'i olmuştu. Nasıl geçmişti iki saat? Zaman su gibi akmıştı. Bir ömür gibi... Elleriyle duvarlara, demirlere dokundu. Yok canım... Korkusundan fırının yanmaya başladığını zannetmişti. Demirler soğuktu işte... Biraz sakinleşti. Evini düşündü. Hanımı, oğlu merak ediyor olmalıydı. Hanımını niçin azarlamıştı sanki çıkarken?.. Hayat arkadaşına karşı daha nazik, daha hürmetli olmalı değil miydi? Ya çocuğunu... Keşke dövmemiş olsaydı onu... Onlardan da mes'ul olduğu için onların hesabını da verecekti Allah'a...

Keşke hanımının dediğini yapsaydı. Hanımı ona:

- "Haydi, birlikte namaza başlıyalım" demişti. Hikmet ise:

- "Biraz daha yaşlanalım" diye cevap vermişti. Sanki sonrasında bütün bir ömrün hesabını vermeyecek, sadece ihtiyarlığın hesabını verecekti. Niçin sanki fırına gelirken camiye girmemişti? Müezzin gönlünün derinliklerinden geldiği belli olan sesiyle yatsı namazına davet etmiş, Allah'ın büyüklüğünü, kurtuluşun o'nun yolunda olduğunu haykırmıştı. Hiç değil se ölmeden evvel son vakit namazını kılmış olacaktı. Belki Rabbi o son vakit hürmetine affeder, diğerlerinin hesabını sormazdı. "Ah ahmak kafam" diye inledi. Halbuki beş vakit namaz kılan bir insanın hali ne güzeldi. Kıldığı bir vakit muhakkak onun son eda ettiği vakit olacaktı ve Rabbinin huzuruna secdesiz bir alınla çıkmayacaktı. Öyle olmayı ne kadar isterdi.

Ya oğlu... Yedi yaşına girmişti. Bir baba olarak onun üstüne başına, yiyip içtiğine dikkat ettiği kadar, kalbine niçin dikkat etmemişti? Daha o yaşta her tip pisliğin televizyon ekranlarından üstüne sıçramasına nasıl da razı olmuştu? Çocuğuna Allah'ını, peygamberini niçin sevdirmemişti? Aklı çocukluğuna gitti... Gençliğine uğradı, tek tek dolaştı o günleri... O günlerden elinde sadece pişmanlık veren, utandıran günahlar kalmıştı. En ince teferruatına kadar bütün günahları aklına geldi. Demek bütün bu tespit edilen şeylerin hesabını verecekti.

Aklına bir fikir geldi, 'fırının içinde teyemmüm edip namaz kılmak.' Toprak yoktu ki... Ellerini fırının içinde yere vurarak teyemmüm aldı. Namaza durdu. Her şeyin bitip tükendiği noktada başka kime dayanabilirdi ki? Aslında her namazda öyle hissetmeliydi. Kendisini hayatında ilk defa Rabbiyle konuşuyor gibi hissetti Alemlerin Rabbi'ne hamdetmeyi, O'na dayanmayı, O'ndan yardım dilemeyi, dosdoğru olmayı ilk defa böylesine anlıyordu. Bütün benliğiyle secde etti."Eksiksiz, yüce, merhametli Sensin" acizliğini iliklerine kadar duyarak... Rabbinden gelmişti ve O'na dönüyordu. Ah, dönüşün ona olduğunu hiç unutmamış olsaydı .Yoruldukça oturup tövbe etti. Estağfurullah çekti. Nasıl da daracık yerde sıkışıp kalmıştı. Fırında olduğunu hatırladıkça vücudunu ateşler basıyordu........

Cengiz ise evine gidip yatmıştı. Gece bir aralık yataktan sıçrayarak uyandı. Saatine baktı. Saat 3.15'ti. Bir rüya görmüştü. Arkadaşı Hikmet fırının içinde alev alev yanıyor, "Cengiz! "diye bas bas bağırıyordu. Nasıl bir rüyaydı bu böyle... Birden aklına geldi. Olamaz! Fırının kapağını Hikmet'in üzerine mi kapatmıştı yoksa? Hemen üzerini giyip sokağa fırladı. Hiç durmadan koştu. Gece isçileri henüz gelmemişlerdi. Kapıyı açtı, ışıkları yaktı. Hemen fırının kapağını açıp içeriye seslendi: "Hikmet!" İçerden hiç ses gelmiyordu. Bir kaç defa daha bağırdı. Hikmet, ağlaya ağlaya namaz kılıyordu. Öyle dalmıştıki, isminin söylendiğini duyunca irkildi. Olamazdı, yanlış duyuyor, hayal görüyordu. Fakat, yine duydu. Birisi 'Hikmet' diyordu. Hem fırının ışığıda yanmıştı. Selam verdikten sonra kapağa doğru yürüdü. Karşısında Cengiz 'i gördü. Fırından çıktı. Cengiz, bir anda hortlak görmüşçesine irkildi. Korkuyla:

- "Kimsin sen?" dedi. Hikmet' in Cengiz 'e sarılmak için uzanan kolları boş kalmıştı. Hikmet hala ağlıyordu. "Ne demek sen kimsin? Hikmet' im işte, görmüyor musun? Dün akşam temizlemek için girmiştim. Birisi üzerime fırının kapağını kapattı" dedi.

- "Olamaz" diyordu Cengiz. "Sen Hikmet değilsin."

Hikmet ilk önceleri Cengiz' in bu hareketine bir mana veremedi. Nasıl olur böyle söyler, nasıl olur da mesai arkadaşını tanıyamazdı? Birden aklında bir şimşek çaktı. Hemen aynaya doğru koşup kendine baktı. Hayır, bu yüz, bu saçlar kendisinin olamazdı. Kırışmış ellerini, solmuş yüzüne, bembeyaz olmuş saçlarına götürdü. Bir gecede ihtiyarlamıştı. Hıçkırıklarla sarsılıyordu. Bir daha aynaya bakamadı. Kendisinden kendisi korkmuştu. Yanmanın ne demek olduğunu bilseler kim bilir bir gece de ne kadar insan ihtiyarlayacaktı. Yarın denilecek kadar kısa bir süre sonra yanmak ihtimali bu kadar hafife alınabilir miydi? Başı ellerinin arasında kala kaldı. Ahirette sonsuz yanmamak için, iman etmek ve günahlardan kaçmak gerekiyordu...

__________________
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
gülrüba isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Alt 04.01.2010, 12:00   #168
gülrüba
Usta Yiğido
NO AVATAR
 
gülrüba Şuan gülrüba isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 05.11.2010 12:11

Üyelik Tarihi: 15.10.2009
Mesajlar: 894
Tecrübe Puanı: 622 gülrüba FORUMLARA KATILIMI BIRAZ DAHA ARTABILIR
Standart SAHİPSİZ KALAN DİPLOMA


Dr. Saim ARI

Üniversitede derslerin bitmesine az bir zaman kalmıştı. Birkaç ay sonra diplomasını alacak, öğretmen olacaktı. Hayalleri ve hedefleri vardı. Arkadaşlarına karşılık beklemeden yardım eder, herkes onu daha çok bu özelliğiyle tanırdı. Ders kitaplarının ilk sayfalarına güzel sözler yazar, bunları hayatına uygulamaya çalışırdı. Bu güzel sözlerden biri, "Sizin en hayırlınız, insanlara en faydalı olanınızdır." hadîs-i şerifiydi.

O gün Salim Bey, "Osmanlı Tarihi" dersinin vize sonuçlarını açıklıyordu. Elindeki son yazılı kâğıdı Tayfun Şahin'indi. Üzerinde 100 yazıyordu. İsmini okumadı; ama Salim Beyin yüz ifadelerinden sınıf arkadaşları bu kâğıdın ona ait olduğunu anlamışlardı. Sınıfı birden derin bir sessizlik kapladı. Herkesin üzüntüsü yüzünden okunuyordu.

Tayfun, bir öğrenci yurdunda kalıyordu. Yurt idarecilerini çok seviyor, onlardan insanî değerler adına çok şeyler öğrendiğini söylüyordu. Yurt, onun için evi kadar sevdiği bir yuvaydı. Ona ek bir bina daha yapılmıştı. Kendisi gibi daha birçok talebe orada barınacaktı. Buna çok seviniyordu. Sadece temizlik işleri kalmıştı; o da tamamlanınca yeni öğrenciler gelecekti. Temizlik yapmak için öğrenciler arasından birkaç gönüllü aranınca, Tayfun ve iki arkadaşı, "İnsanlığa hizmet, Hakk'ın rızasını kazanmaktır." diyerek hemen kolları sıvayıp işe giriştiler. Gayretli bir çalışmayla iki gün içinde binanın temizliği bitti. İkinci gün akşam geç vakitte toz toprak içerisinde odasına döndüğünde, Tayfun sıcak bir duş alıp rahatlamak istedi. İşte ne olduysa o anda oldu. Bu bir dalgınlık mıydı, yoksa bir davetiye mi yollanmıştı kendisine? Şofbenden sızan gazın tesiriyle derin bir uykuya daldı. Kimsenin bundan haberi yoktu. Uzun bir süre sonra, yurt müdürü, banyonun ışığını açık görünce olayın farkına vardı. Derhal Tayfun'u hastahaneye kaldırdılar. Ama yapılacak bir şey kalmamıştı.

Müdür, gece yarısına doğru yurda döndü. Bitkin bir halde idare odasına geçti. Üzüntüsünden ne yapacağını bilemiyordu ki telefon çaldı. Gecenin bu saatinde arayan da kimdi? Ahizeyi korkuyla kaldırdı. Telefondaki ses, yurdun ihtiyaçlarının temininde kendilerine yardımcı olan emekli öğretmendi. O, yurda on kilometre kadar uzakta bir evde oturuyordu. Gördüğü bir rüyanın tesiriyle uyanmış, bir daha uyuyamamıştı. Yurdu aramadan içi rahat etmeyecekti. Hemen gördüğü rüyayı müdüre anlattı: "Rüyamda, Kâinatın Efendisi (sas) ile yeni yapılan yurdu gezdik. Allah Resulü (sas) yurttan ayrılırken, sevdiği bir genci yanında götürdü."

Tayfun'un vefat haberi kadar bu rüya da dostları arasında yayıldı. Bütün sınıf arkadaşları da duydu. İşte onun adı okunmadan sınıfı sessizlik ve hüzün kaplamasının sebebi buydu. Selim bilinen rüyayı anlatarak sınıftaki sessizliği bozdu. Diğer arkadaşları da o güzel insanla olan hatıralarını anlatıp biraz olsun rahatlamak istiyorlardı. Bunun farkında olan Salim Bey, o günü Tayfun'u anmaya ayırdı. İlk sözü Enver aldı. "Liseyi de onunla beraber okudum. Yedi yıldır beraberdik. O sanki başka bir dünya için yaşıyordu. Şimdi bana bıraktığı büyük bir hatıra var elimde: ders notlarını tuttuğu büyük bir defter... Her ders için ayrı bir bölüm ayrılmış. En sonda ise duygu ve düşüncelerini yazdığı bir bölüm var. İşte dikkatimi çeken bir yazı. 'Dikkat!' ile başlıyor. O bir mektup mu, yoksa vasiyetname mi, bilemiyorum. Şöyle devam ediyor yazı: 'Dizmeye başladığın boncukları bitirmeden ölebilirsin. Sıvamaya başladığın odanı tamamlamadan hayata gözlerini yumabilirsin. Çıktığın seferini tamamlamadan fâni ömrün bitebilir. Evet, her an ölebilirsin. Madem hakikat böyledir; gurur ve enaniyeti bırak, üzerindeki gafleti at ve ölüme daima hazırlıklı ol. Tâ ki, ölüm meleği geldiğinde seni hazır bulsun. İşte sen böylesine bir şuurla yaşa ki kabirde de, mahşerde de rahat edesin. Öyleyse, işlediğin günahları pişmanlık ve istiğfar gözyaşlarınla yıkamaya bak; onlara bir daha yaklaşmamaya karar ver! Olur ki, Yüce Mevlâ, hâline ve gözyaşlarına acır da merhamet eder."

Sınıftaki herkes bir şeyler söyledi. Kimi onun vefasından, kimi çok kitap okumasından, kimi bilgiçlik için değil, yaşamak için okuduğundan, kimi Yaratıcı’sıyla alâkasından bahsetti. Ama konuşmaktan çok dinlediler. Enver'in okuduğu yazı ve emekli öğretmenin gördüğü rüya, zihinlerde bir araya gelince herkes bir daha sarsılmıştı. Bundan da öte, hepsinde bir merak vardı. Tayfun bu satırları yazarken, vefatının yakın olduğunu mu hissetmişti, yoksa sürekli ahiret endişesiyle mi yaşıyordu? Belki her ikisi de söz konusuydu!


önceden açtığım konuyu gine açmışım aramada çıkmadı ) lütfen silermisiniz )
__________________
[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]

Konu gülrüba tarafından (04.01.2010 Saat 12:00 ) değiştirilmiştir.. Sebep: Arka Arkaya Mesajlar Yazdığınızdan Dolayı Flood Önleyici Devreye Girdi. Mesajlar Sistem Tarafından Otomatik Olarak Birleştirilmiştir..
gülrüba isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   sendpm.gif Alıntı ile Cevapla
Alt 04.01.2010, 12:27   #169
EyüphanAydın
Yasaklı
 
EyüphanAydın - Ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
EyüphanAydın Şuan EyüphanAydın isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 22.05.2010 11:45

Üyelik Tarihi: 25.01.2008
Yaş: 31
Mesajlar: 9.219
Tecrübe Puanı: 0 EyüphanAydın ist ein wunderbarer AnblickEyüphanAydın ist ein wunderbarer AnblickEyüphanAydın ist ein wunderbarer AnblickEyüphanAydın ist ein wunderbarer AnblickEyüphanAydın ist ein wunderbarer AnblickEyüphanAydın ist ein wunderbarer AnblickEyüphanAydın ist ein wunderbarer AnblickEyüphanAydın ist ein wunderbarer Anblick
Standart ' Dini Hikayeler '

Mecnu\'nun sevdası ,önde bulunuan Leyla\'ya kavuşmak,devenin sevdası ardına dönüp yavrusuna ulaşmak.Mecnun, bir an bile kendisinden geçtimi deve,hemencecik geri döner,geriye giderdi.Mecnun,tamamiyle aşkla ,sevda ile dolu olduğundan kendisinden geçmemesine imkan yoktu.Kendisini gözetleyen akıldı..fakat aklını Leyla\'nın sevdası kapmıştı!Deveye gelince o,çevikti,fırsat gözleyip durmaktaydı..yularını gevşek hissetti miAnlardıki Mecnun daldı gitti..hemen geriye yüz tutar ,yavrusunun bulunduğu tarafa doğru gitmeye başlardı.Mecnun ,kendisine gelir,evvelce bulundukları yerden fersahlarca geriye gittiğini anlardı.Üç gün böyle yol aldılar..Mecnun ,adeta yıllarca tereddüt içinde kaldı.Nihayet dediki: A deve,ikimizde aşıkız ama birbirimize aykırıyız..yoldaşlığa layık degiliz!Senin sevgin de bana uygun değil,yuların da.. senden ayrılmak gerek!Bu iki yoldaş da,birbirinin yolunu vurmada ..tenden aşağı inip ayrılmayan can,yol azıtır gider!Senin canın da arşın ayrılığiyle yoksulluğa düşmüş..teninse diken aşkiyle deveye dönmüş!Can ,yücelere kanadlar açmada ..ten,tırnaklariyle yere sarılmada!Ey vatan aşkiyle ölmüş deve,sen benimle oldukça canım,Leyla\'dan uzak kaldı gitti!Adeta Musa kavminin yıllarca çölde kalışı gibi ben de seninle bu hallere düştüm..ömrüm geldi geçti!Bu yol ,vuslata erişmek için iki adımdan ibaret..halbuki ben,senin hilenle tam altmış yıldır ,bu iki aydınlık yolda kalakaldım! Yol yakın..fakat ben pek geç kaldım.Bu binicilikten adamakıllı usandım artık!Bu sözleri söyleyip kendisini deveden fırlattı attı,niceye bir dertten yanıp yakılacağım,yandım artık, dedi!Ona o geniş ova daracık bir hale geldi..kendisini bir taşlığa atıverdi!Hem de öyle bir attı ki o yiğitin bedeni ezildi..Kendisini yere öyle bir fırlattıki kazara ayağı da kırıldı!Ayağını bağladı,top olurum da dedi,onun çevganının önüne düşer ,yuvarlanarak giderim!İşte güzel sözlü hakim ,tenden inmeyen atlıya bu yüzden lanet etmiştir.Tanrı aşkı, hiç Leyla \'nın aşkından az değersiz olurmu ? Ona top olmak elbette daha doğru,daha yerinde!Top ol da doğruluk yanına at,aşk çevganiyle yuvarlanarak git!Bu çeşit gidiş ,gidişlerden apayrıdır.. bu gidiş,cinlerin çalışmasiyle de olmaz,insanların çalışmasiyle de!Bu çekilip gitme, alelade çekilip gitme degildir..bunu Ahmed\'in lütfu meydana getirdi vesselam! MEVLANA
EyüphanAydın isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04.01.2010, 13:00   #170
ayten58
Yasaklı
NO AVATAR
 
ayten58 Şuan ayten58 isimli Üye şimdilik offline Konumundadır
Son Aktivite: 19.03.2010 20:23

Üyelik Tarihi: 10.02.2009
Yaş: 61
Mesajlar: 11.519
Tecrübe Puanı: 0 ayten58 FAZLA SÖZE GEREK YOKayten58 FAZLA SÖZE GEREK YOKayten58 FAZLA SÖZE GEREK YOK
Standart Cevap: ' Dini Hikayeler '

paylaşım için teşekkür ederim arkadaşlarım elinize sağlık.
ayten58 isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye Okuyor. (0 Kay?tl? Üye Ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesaj?n?z? De?i?tirme Yetkiniz Yok

BB Code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
DİNSİZLİĞİN DİNİ barikat58 İslami Konular 1 20.11.2009 01:12
DAHA GENCİM, DİNİ İLERİDE YAŞARIM DOĞRU BİR MANTIK MI kaanansay Dini Bilgiler 1 19.04.2009 20:25
GENÇLİĞİMİZE DİNİ EĞİTM seva Muhtelif konular 4 17.08.2008 17:34
Dini kurallara şekilcilik denmez bayatlı kenan58 Dini sohbet 1 14.06.2008 12:57


WEZ Format +2. ?uan Saat: 20:30.


Powered by: vBulletin. Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

Copyright © - Bütün Haklar Sivaslilar.net'e aittir.