|
SİTE ANA SAYFA | Galeri | Kayıt ol | Yardım | Ajanda | Oyunlar | Bugünki Mesajlar | Arama |
Dini Bilgiler (Ayetler, Hadisler, Dualar ve Muhtelif konular) |
|
Seçenekler | Arama | Stil |
27.03.2010, 11:00 | #1 |
Usta Yiğido
WåñTêd_øØ7 Şuan
Tournaments Won: 2Üyelik Tarihi: 05.02.2008
Mesajlar: 1.335
Tecrübe Puanı: 756
|
HAZRET-I EBÛ BEKR-I SIDDÎK
HAZRET-I EBÛ BEKR-I SIDDÎK “radıyallahü anh” Emîr-ül mü’minîn Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh” bütün hâlleri ve isleri, Hâtem-ül enbiyâ Resûlullaha tam uyması sebebiyle, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ve diger Peygamberlerin peygamberligine apaçık bir delîl ve en güzel sâhiddir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Mekkeden Medîneye hicret edecegi zemân, Cebrâîl aleyhisselâmdan benimle kim hicret edecekdir, diye sordu. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” diye cevâb verdi. O günden sonra ism-i serîfi Sıddîk-ı Ekber oldu. Ömer bin Hattâb “radıyallahü anh” “Nefsim kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn olsun ki, o gece (hazret-i Ebû Bekrin hicretde Resûlullah ile birlikde oldugu gece) âl-i Ömerden hayrlıdır” demisdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hicretde magaradan çıkarken, “Yâ Ebâ Bekr! Sana müjdeler olsun. Allahü teâlâ bütün insanlara umûmî olarak tecellî eder. Sana ise husûsî olarak tecellî eder” buyurdu. Yine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”: “Ebû Bekrin size üstünlügü, nemâz ve oruçla degil, gögsünde (kalbinde) dolu olan sey iledir” buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü anh” hakkında vârid olan hadîs-i serîfler sayılamayacak kadar çokdur. Biz burada kısaca onun Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” nübüvvetine delîl olan üstün ve hârikul’âde hâllerinden bir kısmını bildirecegiz. – 280 – Ibni Mes’ûd Ensârî “radıyallahü anh” söyle bildirmisdir: Hazret-i Ebû Bekrin “radıyallahü anh” müslimân olması vahyin müjdesidir. O söyle anlatmısdır: Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” peygamberligi bildirilmeden önce, bir gece rü’yâmda gökden büyük bir nûrun indigini ve Kâ’benin üzerine düsdügünü gördüm. O nûr Mekkenin bütün evlerine dagıldı. Sonra önceki gibi tekrâr toplanıp benim evime girdi. Evin kapısını kapatdım. Sabâhleyin bu rü’yâmı yehûdî âlimlerinden birine anlatıp, ta’birini sordum. Gördügün rü’yâ karısık rü’yâlardandır. Böyle rü’yâlara i’tibâr olunmaz, dedi. Aradan bir müddet geçdi. Ticâret için çıkdıgım bir seferde yolum râhib Bahîrânın bulundugu kiliseye düsdü. O rü’yâmın ta’birini râhib Bahîrâdan sordum. Sen kimsin, dedi. Kureysden bir kimseyim, dedim. Allahü teâlâ sizin aranızdan bir Peygamber gönderecekdir. Sen onun hayâtında vezîri, vefâtından sonra da halîfesi olacaksın, dedi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Peygamberligi bildirilip, insanları dîne da’vet etmege baslayınca, beni de islâma da’vet etdi. Ben her Peygamberin bir delîli vardı, senin delîlin nedir, dedim. Delîlim, gördügün rü’yâdır. Yehûdî âlimi sana bu rü’yâya i’tibâr edilmez diye cevâb verdi. Bahîrâ ise o rü’yânın ta’bîrini söyledir diyerek sana cevâb verdi, buyurdu. Bunu sana kim haber verdi, dedim. Cebrâîl aleyhisselâm bildirdi, buyurdu. Bunun üzerine ben artık bundan baska delîl ve sâhid istemem. Eshedü en lâ ilâhe illallah ve eshedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh diyerek müslimân oldum. Bu hâdise üzerine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Islâma da’vet etdigim kimselerden sâdece Ebû Bekr o ânda beni tasdîk edip, sen Allahın Resûlüsün, dedi. O Sıddîk-ı Ekberdir.” Emîr-ül mü’minîn Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” söyle anlatmısdır: Câhiliyye devrinde bir agacın gölgesinde oturuyordum. Agacın bir dalı bana dogru egildi ve basıma ulasdı. Acaba bu ne hâldir diye hayretle bakıyordum. Agaçdan kulagıma söyle bir ses geldi. Falan zemânda bir Peygamber gelecekdir. Onun yanında insanların en se’âdetlisi sen olacaksın, dedi. Dahâ açık söyle, o Peygamber kimdir? Ismi ne- – 281 – dir, dedim. O Muhammed bin Abdüllah bin Abdülmuttalib Hâsimdir, diye bir ses geldi. O benim arkadasım ve kıymetli bir dostumdur. Ne zemân Peygamberligi bildirilirse bana müjde ver, dedim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Peygamberliginin bildirildigini i’lân edince, o agaçdan ey Ebû Kuhâfenin oglu! Muhammede “aleyhisselâm” vahy geldi. Mûsânın “aleyhisselâm” Rabbinin hakkı için, Ona herkesden önce sen îmân edeceksin, dedi. Sabâh olunca, Resûlullahın huzûruna gitdim. Beni görünce ey Ebû Bekr, seni Allahü teâlâya ve Resûlüne îmân etmege da’vet ediyorum, buyurdu. Hemen Eshedü en lâ ilâhe illallah ve eshedü enne Muhammeden Resûlullah diyerek îmân etdim. Allahü teâlâ seni hak üzere ve aydınlatıcı bir nûr olarak gönderdi, dedim. Yine Emîr-ül mü’minîn Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” söyle anlatmısdır: Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Peygamberligi bildirilmeden önce ticâret için Yemene gitmisdim. Semâvî kitâbları okumus dört yüz yasında bir ihtiyâra misâfir oldum. Beni görünce zan ediyorum ki, sen Mekkedensin, dedi. Evet, dedim. Kureysden misin, dedi. Evet, dedim. Benî Temîm kabîlesinden misin, dedi. Evet, dedim. Sonra bir alâmet kaldı, dedi. O nedir, dedim. Bana karnını aç, dedi. Ne oldugunu söylemeden açmam, dedim. Bunun üzerine söyle dedi. Ilâhî kitâblarda okudum. Haremden bir Peygamber çıkacakdır. Biri genç, biri ihtiyâr iki yardımcısı olacakdır. Genci kuvvetli ve kahramân, ihtiyâr yardımcısı ise za’îfdir ve karnında bir ben vardır, dedi. Karnımı açdım. Göbegimin üzerinde siyâh bir ben gördü. Kâ’benin hakkı için o ihtiyâr yardımcı sensin, dedi. Bana hidâyete yapıs ve O Peygamberin dînine sımsıkı sarıl. Allahın sana ihsân etdigi seyleri gizle diye vasıyyet etdi. Yemende islerimi bitirdikden sonra, o ihtiyârla vedâlasmak üzere yanına gitdim. Bana birkaç beyt verdi ve bunu o Peygambere verirsin, dedi. Mekkeye döndüm. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Peygamberligi bildirilmisdi. Mekkenin ileri gelenleri beni görmege geldiler. Aranızda hiç garîb bir hâdise oldu mu diye sordum. Bundan dahâ garîb birsey olmaz ki, Ebû Tâli- – 282 – bin yetîmi Peygamberlik iddiâ ediyor, seni bekliyorduk. Artık sen geldin, ona karsı durursun, dediler. Onları mümkin olan bir seklde basımdan savdım. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” nerede oldugunu sordum. Hadîce-tül kübrânın “radıyallahü anhâ” evinde oldugunu söylediler. Gidip kapıyı çaldım. Resûlullah dısarı çıkdı. Ey Muhammed “aleyhisselâm”! Seni kendi hânenizde bulamadım. Atalarının dîninden baska bir dîne da’vet etdigini söylüyorlar, dedim. “Ben Allahü teâlânın Resûlüyüm. Seni ve bütün insanları Allahü teâlâya îmân etmege çagırıyorum” buyurdu. Delîlin nedir, diye sordum. Yemende gördügün ihtiyârdır, buyurdu. Bunu sana kim haber verdi, dedim. Benden evvelki Peygamberlere de gelen büyük bir melek haber verdi, buyurdu. Hemen mubârek elini tutup, Eshedü en lâ ilâhe illallah ve eshedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh diyerek, îmân etmek serefine kavusdum. Sonra dönüp gitdim. Benden dahâ huzûrlu kimse yokdu. Çünki îmân etmek nasîb olmusdu. Emîr-ül mü’minîn Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” söyle anlatmısdır: Ölüm hastalıgımda hilâfeti kime bırakacagım hakkında tekrâr istihâre yapdım. Allahü teâlâdan rızâsı nerede ise bana bildirmesini diledim. Bilirsiniz, yalan söylemek istemem. Hiçbir akllı kimse de müslimânlara yalan söyliyerek aldatıp da, Allahü teâlânın huzûruna çıkmak istemez, dedi. Huzûrunda bulunanlar: Ey Allahın Resûlünün halîfesi! Senin dogrulugunda hiç kimsenin sübhesi yokdur. Istihârenizi söyleyin, dediler. Bunun üzerine söyle anlatdım: Gecenin sonunda idi. Uyku agır basıp uyumusum. Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” gördüm. Iki beyâz kaftân giymisdi. O kaftânların eteklerini ben topluyordum. O sırada o iki kaftân yesil olmaga ve parlamaga basladı. Bakanların gözünü alırdı. Resûlullahın yanında iki kisi vardı. Yüzleri güzel, elbiseleri nûrlu idi. Onları görmek sürûr veriyordu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bana selâm verdi ve müsâfehâ etdi. Mubârek elini gögsüme koydu. Içimdeki sıkıntı hemen gitdi. Ey Ebû Bekr, sana kavusmaga istiyâkımız çokdur. Bizim yanımıza gelme vaktindir, buyurdu. O kadar aglamısım ki ev- – 283 – dekiler uyanmıslar. Sonra bana söylediler. Yâ Resûlallah sana kavusacak mıyım, dedim. Sübhesiz kavusmamıza çok az kaldı, buyurdu. Sonra Allahü teâlâ seni halîfe seçme husûsunda muhayyer kıldı, buyurdu. Yâ Resûlallah siz seçiniz, dedim. Hilâfete lâyık, islâmiyyet ile hükmeden, dogru ve kuvvetli olan Ömer-ül Fârûkdur. Yer ve gök ehli ondan râzıdır. Zemânın en iyisidir. Siz ikiniz, dünyâda vezîrlerimsiniz, vefâtımda yardımcılarımsınız ve Cennetde komsularımsınız, buyurdu. Sonra Resûlullah bana selâm verdi. Yanında bulunan iki kisi de selâm verdiler. Sıkıntıdan kurtuldum. Gökde melekler arasında ve yeryüzünde insanlar arasında sıddîksın dediler. Yâ Resûlallah! Anam babam sana fedâ olsun. Bu iki kimse kimdir? Bunlara benzer kimse görmedim, dedim. Bunlar seçilmis büyük iki melek olan Cebrâîl ve Mikâîldir, buyurdu. Sonra gitdiler. Uyandıgımda yüzüm gözyaslarımla ıslanmısdı. Ehl-i beytim bas ucumda aglasıyorlardı. ¥ Hazret-i Âise “radıyallahü anhâ” söyle anlatmısdır: Ba’zıları Ebû Bekri “radıyallahü anh” sehîdler arasına defn edelim dediler. Ba’zıları da Bakî’ kabristânına defn edelim, dediler. Ben de benim odamda çok sevdigi Resûlullahın yanına defn edelim, dedim. Biz bu seklde konusurken, beni uyku basdırdı ve birazcık uyudum. Bir ses isitdim, “dostu dosta kavusdurunuz” diyordu. Sonra uykudan uyandım. O sesi, mescidde olmalarına ragmen herkes isitmis. ¥ Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” söyle vasıyyet etmisdi: Tabûtumu Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Ravdasının kapısına götürün. Esselâmü aleyke yâ Resûlallah, bu Ebû Bekrdir, senin kapının esigine gelmisdir, deyiniz. Eger müsâade buyrulup, kapı açılırsa, beni içeri götürüp defn edin. Izn verilmezse Bakî’ kabristânına defn ediniz. Bu vasıyyeti üzerine tabûtu Resûlullahın Ravdasının kapısına götürdüler. Dahâ sözleri bitmeden perde açıldı ve kapı sesi isitildi ve kulagımıza habîbi habîbe kavusdurun,diye bir ses geldi. ¥ Bir gece Ebû Bekrin “radıyallahü anh” evine misâfirler gelmisdi. Kendisi Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” – 284 – yanında idi. Geç vakt eve geldi. Ehl-i beytine misâfirler aksam yemegi yidiler mi, diye sordu. Yemek verdik, sizinle berâber yimek için yimediler, dediler. Üzüldü ve o yemekden yimemeye yemîn etdi. Sonra bu yemîn seytândandır, dedi. Misâfirlerle birlikde yimege basladı. Bu hâdiseyi nakl eden kimse söyle anlatmısdır: Yemekden bir lokma alırdık, altında dahâ fazla yemek meydâna gelirdi. Hepimiz doyduk. Tabakda öncekinin üç misli fazla yemek vardı. Sayılarını bilmiyorum, fekat o yemekden çok kimseler yidi. ¥ Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” ölüm hastalıgında iken, kızı hazret-i Âiseye “radıyallahü anhâ”, iki oglan ve iki kız evlâdını emânet etdigini söyledi. Hazret-i Âise, benim bir kız kardesim vardır. Digeri kimdir, diye sordu. Ebû Bekr “radıyallahü anh”, hanımım hâmiledir. Zan ederim kız olacakdır, dedi. Hakîkaten kız dogdu. Kaynak:ŞEVÂHİD-ÜN NÜBÜVVE (Peygamberlik Müjdeleri)Kitabından Alıntıdır... Sesli Olarak Dinlemek İçin:[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...] Bilgisayara indirmek İçin(Mp3 Formatında):[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
__________________
Nefsini baş tacı eden , Dinini hor görür...
|
27.03.2010, 11:02 | #2 |
Usta Yiğido
WåñTêd_øØ7 Şuan
Tournaments Won: 2Üyelik Tarihi: 05.02.2008
Mesajlar: 1.335
Tecrübe Puanı: 756
|
HAZRET-I ÖMER-ÜL FÂRÛK
HAZRET-I ÖMER-ÜL FÂRÛK “radıyallahü anh” Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” söyle rivâyet etmisdir: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Geçmis ümmetlerde velîler vardı. Peygamber olmadıkları hâlde Allahü teâlâ onlara hitâb buyururdu. Eger bu ümmetde onlar gibi birisi olursa, o Ömer bin Hattâbdır. Abdüllah ibni Ömerin “radıyallahü anhümâ” su sözü bu ma’nâyı te’yîd etmekdedir: Eshâb-ı kirâm herhangi bir husûsda söz söyleseler, hükm-i ilâhî hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” sözüne uygun nâzil olurdu. Nitekim Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” söyle buyurdu: (Allahü teâlâ Ömerin “radıyallahü anh” dili ile söyleyicidir). Yine Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” nakl etmisdir: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” söyle buyurdu: Rü’yâda gördüm. Bir kova ile su çekiyordum. Allahü teâlânın diledigi kadar çekdim. Sonra Ebû Bekr “radıyallahü anh” kovayı alıp, bir iki kova su çekdi. Onun çekmesinde za’îflik vardı. Allahü teâlâ ona rahmet eylesin. Dahâ sonra Ömer bin Hattâb “radıyallahü anh” kovayı aldı. Onun gibi kuvvetli su çeken görmedim. Bütün havuz- – 285 – ları su ile doldurdu ve bütün insanları suya kandırdı. Hazret-i Ebû Bekr iki sene dört ay veyâ altı ay halîfelik yapdı. Ölüm hastalıgı sırasında Osmân bin Affâna “radıyallahü anh” yaz buyurarak, söyle yazdırdı: (Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu Ebû Bekrin dünyâdan çıkacagı günlerin son ahdi ve âhırete girecegi günlerin ilk ahdidir. Kâfirin ve fâcirin inanacagı ve yalancının tasdîk edecegi bir gerçekdir ki, ben Ömer bin Hattâbı “radıyallahü anh” halîfe seçdim. Benim zannım söyledir ki, sübhesiz o adâletle hükmeder. Herkes yapdıgından mes’ûldür. Ben hayrı murâd eyledim. Gaybı bilmem. Zulm edenler yakında hangi dönüs yerine döneceklerini bileceklerdir.) Sonra bu yazı Eshâb-ı kirâmın büyüklerine arz edildi. Yazılı olanları kabûl edip bî’at etdiler. Rivâyet edilir ki, Ebû Bekrin “radıyallahü anh” hastalıgı agırlasınca, pencereden insanlara hitâben, ey insanlar, ben size bir ahd eyledim, halîfe seçdim, ona râzı oluyor musunuz, dedi. Evet râzı oluyoruz, cevâbını verdiler. Hazret-i Alî “radıyallahü anh”, Ömer bin Hattâbın “radıyallahü anh” halîfeliginden baskasına râzı olmayız, dedi. Ebû Bekr “radıyallahü anh” da hayrlı olsun, buyurdu. ¥ Ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” söyle anlatmısdır: Allahü teâlâ Eshâb-ı kirâma Medâyinin fethini, Emîr-ül mü’minîn Ömerin “radıyallahü anh” halîfeligi zemânında nasîb etdi. Ganîmet mallarını getirdiler, Resûlullahın mescidinde açdılar. Önce Hasen bin Alî “radıyallahü anhümâ” geldi. Yâ Emîr-el mü’minîn! Allahü teâlâ müslimânlara fetih nasîb eyledi. Ganîmet malından hakkımı ver, dedi. Hazret- i Ömer “radıyallahü anh” ona lütf ve ikrâmla hitâb etdi ve kendisine bin dirhem verilmesini emr etdi. Bin dirhem verdiler. Sonra hazret-i Hüseyn “radıyallahü anh” geldi. Ona da lütf ve ikrâmla hitâb edip, bin dirhem verilmesini emr etdi. Bin dirhem verdiler. Dahâ sonra kendi oglu Abdüllah bin Ömer “radıyallahü anhümâ” geldi. Ey mü’minlerin emîri. Allahü teâlâ müslimânlara feth nasîb eyledi. Ganîmetden benim hakkımı da ver, dedi. Hazret-i Ömer ona da lütf ve ikrâmla hitâb etdi ve bes yüz dirhem – 286 – verilmesini emr etdi. Bunun üzerine Abdüllah bin Ömer, ey mü’minlerin emîri, ben harblerde bütün gücümle savasdım. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” önünde kılıç salladım. Hasen ve Hüseyn “radıyallahü anhümâ” Medîne sokaklarında çocuklar ile oynarlardı. Onlara biner dirhem, bana ise besyüz dirhem veriyorsun, dedi. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” ogluna söyle cevâb verdi. Evet öyledir. Haydi sen de onların babası gibi baba, annesi gibi anne, dedesi gibi dede, nineleri gibi nine, amcaları gibi amca, dayıları gibi dayı, halaları gibi hala, teyzeleri gibi teyze getir, sana da vereyim. Onların babası Aliyyül Mürtezâ, annesi Fâtıma-tüz-Zehrâ, dedeleri Muhammed Mustafâ “aleyhisselâm”, nineleri Hadîce-tül Kübrâ, amcaları Ca’fer bin Ebî Tâlibdir. Halaları Ümmühânî binti Ebî Tâlib, dayıları Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” oglu hazret-i Ibrâhîmdir. Teyzeleri Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” kızları Rukayye ve Ümmü Gülsümdür “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, dedi. Hazret-i Alî, hazret-i Ömerin “radıyallahü anhümâ” bu sözlerini isitince söyle dedi: Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” isitdim, söyle buyurdu: (Ömer Cennetdeki insanların ısıgı ve islâmın nûrudur.) Bunu gelip hazret-i Ömere haber verdiler. Bunun üzerine hazret-i Ömer, Eshâb-ı kirâmdan bir cemâ’ati yanına alarak hazret-i Alînin evine gidip, kapıyı çaldı. Hazret-i Alî dısarı çıkınca, ey Ebel Hasen, sen Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek agzından, (Ömer Cennetdeki insanların ısıgı ve islâmın nûrudur) buyurdugunu isitdin mi, diye sordu. Evet isitdim, dedi. Bunu bana yaz, dedi. Hazret-i Alî söyle yazdı: Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu Alî bin Ebî Tâlibin Ömer bin Hattâba vesîkasıdır. Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” isitdim. O da Cebrâîl aleyhisselâmdan, o da Allahü teâlâdan bildirdi. “Sübhesiz ki, Ömer bin Hattâb Cennetdeki insanların ısıgı ve islâmın nûrudur”. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” bu yazıyı alıp evlâdlarından birine verdi ve söyle vasıyyet etdi. Ben vefât edince bu yazıyı kefenimin içine koy ki, bununla Allahü – 287 – teâlâya kavusayım. Sübhesiz ki Eshâb-ı kirâmın fazîletleri sayısızdır. Onların hârikalarını anlatmakdan diller âcizdir. ¥ Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” bir Cum’a günü minberde hutbe okurken, hutbeyi bırakıp iki veyâ üç kerre, “Yâ Sâriye el-Cebel, el-Cebel” dedi. Sonra hutbeye devâm edip temâmladı. Cemâ’at, Ömer “radıyallahü anh” divâne olmus dediler. Nemâzdan sonra Abdürrahmân bin Avf “radıyallahü anh” hazret-i Ömerin yanına yaklasıp, yâ Ömer “radıyallahü anh”, sana ne oldu da hutbe arasında o sözü söyledin. Halk senin hakkında konusmaga basladı, dedi. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” dedi ki: “O sırada Sâriye “radıyallahü anh” ordusuyla bir dagın dibinde, kâfirlerle muhârebe yapıyordu. Kâfirler önden ve arkadan durmadan saldırıyorlardı. O hâli gördüm ve dayanamayıp arkalarını daga versinler ve kâfirlerin serrinden kurtulsunlar diye o sözü söyledim.” Medîne ile muhârebenin yapıldıgı yerin arası bir aylık yol idi. Aradan bir müddet geçdikden sonra, Sâriye “radıyallahü anh” Medîneye döndü ve Eshâb-ı kirâma söyle anlatdı: Bir Cum’a günü kâfirler ile muhârebe yapıyorduk. Sabâhdan Cum’a vaktine kadar harb etdik. Ögle vakti, yâ Sâriye el-Cebel diye bir ses isitdik. Bunun üzerine arkamızı daga verdik. O kadar savasdık ki, kâfirlerin askerlerinin çogunu öldürdük. Kalanları da kaçdılar. Hazret-i Ömere divâne oldu diyenler, bunları dinleyince, bunlar hazret-i Ömeri dogru çıkarmak için anlatılıyor, dediler. Hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” Cum’a günü hutbede söyledigi o sözü hazret-i Alîye söylemislerdi. Hazret-i Alî, o bos söz söylemez ve bos is yapmaz. Söyledikleri ve yapdıkları âyet-i kerîmelere muvâfıkdır, dedi. Imâm-ı Fahreddîn Râzî “rahmetullahi aleyh” (Tefsîr-i kebîr)inde söyle yazmısdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ve hazret-i Ömer-ül Fârûk “radıyallahü anhümâ” için, (Siz ikiniz benim gözüm ve kulagım gibisiniz) buyurmusdur. Nitekim hazret-i Ömer “radıyallahü anh” Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” halîfesi olunca, minber üzerinden o kadar uzak mesâfedeki hâli gördü. – 288 – ¥ Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” Irak memleketlerinden birine cihâd için ordu göndermisdi. Bir gün Medînede otururken, birdenbire; Efendim buradayım! buradayım! diye seslendi. Hiç kimse neden böyle seslendigini anlayamadı. Nihâyet ordu zaferler kazanarak döndü. Kumandan hazret-i Ömere kazandıkları zaferleri anlatmaga basladı. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” bunları bırak, kendisine zorla suya gir dedigin kimsenin hâli ne oldu, diye sordu. Kumandan, yâ Emîr-el mü’minîn! Bu isde benim kötü bir niyyetim yokdu. Bir suya ulasdık. O sudan geçmek için derinligini ögrenmek istedik. O kimseyi soyup, suya koyduk. Hava soguk idi. Yâ Ömer, yâ Ömer “radıyallahü anh” diye feryâd eyledi. Sonra siddetli soguk sebebiyle vefât etdi, dedi. Komutanın anlatdıklarını dinleyenler, dahâ önce hazret-i Ömerin Lebbeyk, Lebbeyk diye söylemesinin, suya giren askerin ey Ömer “radıyallahü anh”, nerdesin, diye seslenmesine cevâb oldugunu anladılar. Hazret-i Ömer, o kumandana eger bundan sonra üsûl olarak kalmayacagını bilseydim, senin boynunu vururdum, dedi. Haydi simdi git, o mazlûmun diyetini âilesine ver. Bir dahâ böyle bir sey yapma, dedi. Sonra, bana göre bir müslimânı öldürmek, nice kimseleri öldürmekden dahâ büyük bir isdir, buyurdu. ¥ Hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” halîfeligi sırasında Mısr fethedilmisdi. Amr bin Âs “radıyallahü anh” da Mısra vâlî olarak tâyîn edilmisdi. Bir gün Mısr halkı Amr bin Âsa gelerek, Nil nehrinin bir âdeti vardır. Bu yapılmazsa suyu çekilir, dediler. O âdet nedir diye sordu. Halk, içinde bulundugumuz bu aydan oniki gün geçdikden sonra, bir kız buluruz. Annesini babasını mâl ve para vererek râzı ederiz. O kızı güzel elbiselerle ve altınlarla süsleyip, Nil nehrine atarız, dediler. Amr bin Âs “radıyallahü anh” bunları isitince, islâmiyyetde böyle is olmaz. Islâmiyyet bozuk âdetleri kaldırmısdır, diyerek kabûl etmedi. Üç ay sonra Nil nehrinin suyu kesildi. Mısr halkı vatanlarından göç etmege basladı. Amr bin Âs “radıyallahü anh” bu hâli görüp, bir mektûb yazarak durumu hazret-i Ömere “radıyallahü anh” bil- – 289 – Sevâhid-ün Nübüvve - F:19 dirdi. Hazret-i Ömer mektûbu okudu ve bir cevâb yazarak onların âdetlerini yapmamakla iyi etmissin. Mektûbumun içine bir parça kâgıd koydum. O kagıdı Nil nehrine bırak, diye yazdı. Amr bin Âs “radıyallahü anh” bu mektûbu aldı. Mektûbun içindeki kâgıdda söyle yazılı idi: Allahın kulu Ömer bin Hattâbdan Mısrın Nil nehrine. Eger bundan evvel kendin akdıgını zan ediyorsan akma! Eger seni vâhid ve kahhâr olan Allahü teâlâ akıtıyor ise, vâhid ve kahhâr olan Allahü teâlâdan seni akıtması için düâ ederim, akıtmasını dilerim. Amr bin Âs “radıyallahü anh” o kâgıdı Nil nehrine bırakdı. Ertesi gün sabâhleyin, Nil nehrinin suyu onaltı arsın yükselerek akmaga basladı. Bir dahâ da önceki gibi suyu hiç kesilmedi. Mısr halkı sıkıntıdan kurtuldu. Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” kendisine kadar uzanan rivâyet zinciri ile nakl ederek söyle buyurdu: Mûsâ aleyhisselâm Firavna beddüâ eyledi ve Allahü teâlâ Nil nehrinin suyunu kurutdu. Halk vatanını terk etmege basladı. Sonra toplanıp Mûsâ aleyhisselâma giderek, bizim için düâ et. Nilin suyu aksın, diye yalvardılar. Mûsâ aleyhisselâm îmâna gelirler diye, Nilin suyunun yeniden akması için Allahü teâlâya düâ etdi. Sabâhleyin bakdılar ki, Nil nehrinin suyu on altı zra’ yükselmis akıyordu. Allahü teâlâ Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden hazret-i Ömere “radıyallahü anh” bu kerâmeti verdi. ¥ Bir gün Medînede zelzele oldu. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” elindeki kamçı ile yere vurarak, Allahü teâlânın izniyle sâkin ol, dedi. Zelzele durdu ve Medînede bir dahâ zelzele olmadı. ¥ Bir gün Medînede yangın çıkdı. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” bir saksı parçasına, ey ates, Allahü teâlânın izniyle sâkin ol, diye yazıp atesin içine koydu. Yangın hemen söndü. ¥ Rûm meliki, hazret-i Ömere “radıyallahü anh” bir elçi göndermisdi. Elçi halîfenin evini sordu. Bir serây gösterilecegini zan ediyordu. Sahrâda kerpiç kesiyor, dediler. Elçi sahrâ- – 290 – ya dogru gitdi. Bakdı ki, hazret-i Ömer “radıyallahü anh” basının altına bir kerpiç koymus, toprak üzerinde uyuyordu. Elçi bu hâli görünce, doguda ve batıda herkes bu kisiden çekiniyor. Bunun hâli ise böyledir diye çok hayret etdi. Sonra burası tenhâ bir yer, bunu öldürürsem kimsenin bundan çekinmesi kalmaz, diye kalbinden geçdi ve kılıcını çekdi. O ânda Allahü teâlâ yerden bir aslan çıkardı. Elçi sasırıp korkusundan kılıcını yere bırakdı. O sırada hazret-i Ömer uyandı. Aslanı görmemisdi. Elçiye ne oldugunu sordu. O da durumu anlatdı ve müslimân oldu. ¥ Hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” sehîd oldugu gün yeryüzünü öyle bir karanlık basdı ki, çocuklar annelerine, kıyâmet mi kopdu diye sorarlardı. Anneleri, çocuklara hâyır, Ömer bin Hattâb “radıyallahü anh” sehîd oldu, dediler. Hazret-i Ömerin sehîd oldugu gün su ma’nâdaki beytler isitildi. Fekat söyliyen görünmedi: Eger islâm üzere aglıyorsa, aglayan aglasın, Neredeyse helâk olmak üzere idiler, ey geçmis zemân. Geride kaldı dünyâ ve ondaki hayrlar, Dünyâdan yüz çevirdiler va’de inananlar. Sana cinnin kadınları içden aglıyorlar, Dinarlar gibi yüzlerini tırmalıyorlar. Hâdiselerden sonra hep siyâh giyiyorlar. Su ma’nâdaki beytleri de, sehîd olmasından üç gün sonra yine cinnîler okudular: Allah hayrlarla karsılasdırsın hâtırına emîrin, Onun kudreti ne yücedir, her zerresinde yer yüzünün. Kim binerse deve kusunun kanatlarına, O zemân ulasabilir elden kaçan hayra. ¥ Seyhaynın, ya’nî hazret-i Ebû Bekrin ve hazret-i Ömerin “radıyallahü anhümâ” kerâmetlerinden biri de, kendilerine dil uzatan, edebsiz sözler söyliyen râfizîlerin baslarına çesidli belâların ve cezâların gelmesidir. – 291 – Hâce Muhammed Pârisâ “kuddise sirruh” (Fasl-ul-Hitâb) adlı kitâbında söyle yazmısdır: Hazret-i Alî “radıyallahü anh” buyurdu ki: Bir gurub insanlar beni hazret-i Ebû Bekrden ve hazret-i Ömerden “radıyallahü anhümâ” üstün tutacaklardır. Onların kalblerinde nifâk vardır. Müslimânların bölünmesini, ihtilâfa düsmelerini isterler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bana onlardan haber verdi ve katl edilmelerini emr etdi. Onlar zâhiren müslimân görünürler. Içlerinden din düsmânıdırlar. Yalan söylemek onlara göre güzeldir. Kalbleri kötülüklerle doludur. Kur’ân-ı kerîmi degisdirirler. Kendi sapık düsüncelerine göre yorumlarlar. Fitne üzerinde birbirleriyle anlasma yaparlar. Eshâb-ı kirâma “aleyhimürrıdvân” sögerler. Allahü teâlâ onları afv etmez. Bu fitneleri küçükleri büyüklerinden ögrenirler. Böylece devâm ederek, sünneti yok edip bid’ati yayarlar. O zemân sünnete uyanlar, sehîdlerden, âbidlerden ve gâzîlerden efdaldir. Se’âdet onlarındır. Yer yüzünde râfizîlerden çok bugz edilecek kimse yokdur. Yer yüzü onlara bugz eder. Gök onlara tiksinerek gölge verir. Râfizîlerin âlimleri gök kubbesi altında insanların en serlisi ve en zararlısıdırlar. Fitne onlardan çıkar ve fitne üzerinde sâbit olurlar. Râfizîlerin âlimleri gökdeki melekler arasında en pis ve en necs kimseler diye ismlendirilirler. Eshâb-ı kirâmı “radıyallahü anhüm ecma’în” kötüledikleri zemân, gögüslerinden hikmet çıkıp gider. Allahü teâlâ râfizîlerin ve bid’at sâhiblerinin sûretlerini degisdirir. Eshâb- ı kirâm, hazret-i Alînin bu sözlerini isitince: Yâ Emîrel mü’minîn! Biz o zemâna ulasırsak ne yapalım, dediler. Hazret- i Alî “radıyallahü anh” buyurdu ki: Îsâ aleyhisselâmın havârîleri gibi olunuz. Allahü teâlâ size ne emr etdiyse yapınız. Onun Peygamberine itâ’at, Eshâbına muhabbet, râfizîlere bugz ve düsmânlık husûsunda havârîlerin yapdıgı gibi yapıp, sabr ediniz. Hak ve sünnet üzere olmak, günâh ve bid’at üzere olmakdan hayrlıdır. Abdüllah bin Sebe’, hazret-i Alîyi, hazret-i Ebû Bekrden “radıyallahü anhüm” üstün tutdugunu söylemisdi. Hazret-i Alî onun bu yalan ve fitne sözünü duyunca, yemîn – 292 – ederek onu öldürürüm, demisdir. Seni seveni niçin öldürüyorsun, diye sorduklarında, beni onlardan üstün tutanı elbette öldürürüm. Benim bulundugum sehrde bulunmasın dedi ve onu bulundugu sehrden sürdü. ¥ Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” (Delâil-ün-nübüvve) adlı kitâbında, güvenilir kimseden nakl ederek söyle yazmısdır: Biz üç kisi Yemene gidiyorduk. Yanımızdaki bir sahs Kûfeli idi. Bu kimse hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ve hazret- i Ömer-ül Fârûk “radıyallahü anhümâ” hakkında uygunsuz sözler söyler, onlara dil uzatırdı. Her ne kadar nasîhat etdiysek de fikrinden vazgeçmedi. Yemene yakın bir yerde konakladık ve uyuduk. Sonra kalkıp abdest aldık. O sahsı da uyandırdık. Ne yazık ki ben burada sizden ayrılıyorum. Beni uyandırdıgınız sırada, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bas ucumda idi. Bana ey fâsık kimse, Allahü teâlâ fâsıkı hakîr eyledi! Sen burada sûret degisdireceksin buyurdu, dedi. Biz vah sana, kalk abdest al, dedik. Kalkıp oturdu, ayaklarını topladı. Bir de bakdık ki ayak parmakları maymûn parmagı sekline girdi. Sonra dizlerine kadar iki ayagı maymûn ayagı gibi oldu. Böylece gögsü, vücûdu, bası ve yüzü degisip temâmen maymûn oldu. Onu tutup devenin palanı üzerine bagladık ve yola devâm etdik. Günes batmak üzere iken bir yere ulasdık. Orada bir kaç maymûn toplanmısdı. Onları görünce çok ızdırâb çekdi. Ipini koparıp o maymûnların yanına gitdi. O maymûnlarla birlikde bize dogru döndü. Biz dedik ki, bu insan iken bize eziyyet ve sıkıntı verirdi, simdi maymûnlar ona dost oldu, dedik. Sonra bize yaklasdı ve kuyrugunun üzerine oturdu. Yüzümüze bakıyor ve göz yası döküyordu. Biraz sonra maymûnlar gitdiler. O da onların arkasından gitdi! ¥ Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” Alî bin Zeydin “radıyallahü anhümâ” söyle anlatdıgını nakl etmisdir: Sa’îd bin Müseyyib “radıyallahü anh” bana bir kimse gönder de falan sahsı görsün, dedi. Hâlini sen söyler misin, dedim. Hâyır söylemem, dedi. Bir kimse gönderdim. Sa’îd bin Müseyyib “radıyallahü anh” göstermek istedigi sahs hakkında söy- – 293 – le anlatdı. O sahs Eshâb-ı kirâmdan ba’zıları hakkında kötü söz söylerdi. Allahü teâlâ onun yüzünde öyle bir yara hâsıl etdi ki, bütün yüzünü kapladı ve yüzü simsiyâh oldu. ¥ Yine Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” sâlih bir kimseden naklen söyle anlatmısdır: Kûfeli bir sahs vardı. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîka ve hazret-i Osmân-ı zinnûreyne “radıyallahü anhümâ” dil uzatır, uygunsuz sözler söylerdi. Her nasılsa bir def’asında bir yolculuk sırasında o sahsla berâber olduk. Kendisine çok nasîhat etdik, fekat dinlemedi. O hâlde bizden uzaklas dedik. Uzaklasıp gitdi. Sonra o kimsenin oglunu gördük. Babana söyle bizimle berâber gelsin, dedik. Oglu, babamın iki eli domuz ayagı gibi oldu, dedi. Adamın yanına gitdik. Bizimle berâber gel dedik. Bana acâib bir sey oldu, dedi ve ellerini gösterdi. Elleri domuz ayagı gibi olmusdu. Sonra bizimle yola devâm etdi. Pek çok domuzun bulundugu bir yere ulasdık. O kimse birden bire merkebinden yere atlayıp, domuzların arasına karısdı. Domuz sekline döndü. Onu diger domuzlardan ayıramadık. Mâllarını ve kölesini Kûfeye getirdik! ¥ Imâm-ı Müstagfirînin “rahmetullahi aleyh” bir gâzîden naklen anlatdıgı bir hâdise de söyledir: O gâzî kimse söyle demisdir: Bir cemâ’at ile gazâya gidiyorduk. Yanımızda Benî Temîm kabîlesinden Ebû Hayyân adında biri vardı. Bu sahs hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ve hazret-i Ömer-ül Fârûk “radıyallahü anhümâ” hakkında uygunsuz sözler söylerdi. Kendisine nasîhatlarımız hiç fâide vermedi. Yolda hâkimlerden birine ugradık. Ebû Hayyânı kasdederek, bunu benim yanımda bırakınız, dedi. Biz de onu bırakıp gitdik. Bir müddet sonra bakdık ki, arkamızdan geliyordu. Yanında bırakdıgımız hâkim kendisine bir elbise ve bir de at vermis. Bize, gördünüz mü, ey Allahın düsmânları diye bagırdı. Bizden uzak dur, dedik. Biz yolun bir tarafından gidiyorduk. O da öbür tarafından gidiyordu. Bir ara ihtiyâcını gidermek için yoldan ayrılıp, bir kenâra çekildi. Otururken üzerine arılar hücûm etdi. Bizden yardım istedi. Yardım etmek istedik. Fekat bu sefer arılar bize hücûm etmege basladı. Biz bırakıp – 294 – geri döndük. Arılar tekrâr onun üzerine hücûm etdiler. Kemikleri parlayıncaya kadar derisini ve etlerini parçaladılar. Biz, Benî Temîmden Ebû Hayyânın mallarını kim alır diye bagırdık. ¥ Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” selefden büyük bir zâtdan söyle nakl etmisdir: Benim bir komsum vardı. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ve hazret-i Ömer-ül Fârûk “radıyallahü anhümâ” hakkında devâmlı çirkin sözler söylerdi. Bir gece rü’yâmda Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” gördüm. Sag tarafında hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ve sol tarafında da hazret-i Ömer-ül Fârûk vardı. Yâ Resûlallah! Benim bir komsum var, bu iki zât hakkında uygunsuz sözler söylüyor. Böylece bana sıkıntı veriyor, çok eziyyet ediyor, dedim. Resûlullah bir kimseye: “Git bunun komsusunu öldür” buyurdu. Sabâhleyin rü’yâmı o komsuma anlatayım diye evden çıkdım. Bir de bakdım ki, o komsumun kapısı önünde bir kalabalık ve gürültü vardı. Ne oldu diye sordum. Gece biri gelip bunu öldürmüs, dediler. ¥ Yine Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” söyle yazmısdır: Basra halkından birisi Ehvâz beldesinin ileri gelenlerinden birine mal satmısdı. Mal satdıgın adam râfizîdir. Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer hakkında uygunsuz sözler söylüyor, dediler. Mal satan kimse bundan sonrasını söyle anlatmısdır: Gidip gelmek uzun sürecekdi. Fekat mal satdıgım adamın yanına gitdim. Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer hakkında kötü sözler söylemege basladı. Çok üzüldüm ve adamın yanından ayrıldım. O gece üzüntümden yemek yimedim. Rü’yâmda Resûlullahı gördüm. Yâ Resûlallah! Falan kimseyi görüyor musun. Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer hakkında neler söylüyor, dedim. Söyledikleri seni üzdü mü, buyurdu. Evet, dedim. Onu buraya çagır, buyurdu, çagırdım. Yere yatırmamı emr etdi. Adamı yere yatırdım. Resûlullah elime bir bıçak verip, onu öldür, buyurdu. Üç kerre öldüreyim mi, yâ Resûlallah, diye sordum. Çünki adam öldürmek benim için zor bir is idi. Üçüncü sorusumda, vah sana, öldür diyorum, buyurdu. Bu- – 295 – nun üzerine onu öldürdüm. Sabâhleyin bu rü’yâmı o habîs kimseye anlatayım diye gitdim. Mahallesine varınca evinden feryâd seslerinin yükseldigini isitdim. Bu ne hâldir diye sordum. Falan kimseyi dün gece yatagında öldürmüsler, dediler. Vallahi onu Resûlullahın emriyle ben öldürdüm, dedim. Okimsenin oglu durumu ögrenince bana, sen hakkını al, ben onu topraga gömeyim, dedi. Malımı alıp gitdim. ¥ Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” söyle anlatmısdır: Selefden bir zât söyle anlatdı: Çocuklugum zemânında bir râfizî hocam vardı. Bana râfizîlik telkîn ederdi. Ben de hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer hakkında uygunsuz sözler söylerdim. Bir gece rü’yâmda kıyâmet kopmusdu. Bütün insanlar, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrunda toplanmıslardı. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanında iki ihtiyâr zât oturuyordu. Herkes sıra ile gidip selâm veriyordu. Ben de selâm vermek için Resûlullahın huzûruna yaklasdım. Yanında bulunan iki zâtdan biri, yâ Resûlallah, bu kimse bizden ne ister, diyerek beni gösterdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” beni tutmak istedi, o sırada uykudan uyandım. O ânda saç ve sakalım, kasım ve kipriklerim döküldü. Dört ay öylece kaldım. Bütün tabîblere gitdim, çâre bulamadım. Bir gün dostlardan biri geldi, bu hâlin nedir. Tabîbler sana çâre bulmakdan âciz kalmıslar, dedi. Bu sorusundan anladım ki, birine âsık mı oldun da, onun askından mı bu hâle geldin demek istiyordu. O dostuma hâlimi ve rü’yâmı anlatdım. Sübhânallah, niçin tevbe edip, afv dilemedin. Demek ki sen bilmiyorsun. Hâlbuki Resûlullaha salât ve selâm okununca ve diger seyler mubârek rûhu için okununca, bildirilir. Hemen tevbe et, dedi. Abdest aldım, iki rek’at nemâz kıldım. Sonra tevbe edip, Allahü teâlâya düâ etdim. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkı ve hazret-i Ömer-ül Fârûku “radıyallahü anhümâ” çok sevip, üstünlüklerine inandım. Bir hafta geçmeden saçım, sakalım, kaslarım ve kirpiklerim eskisi gibi yeniden çıkdı. ¥ Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” Selef-i sâlihînden bir zâtın söyle anlatdıgını nakl etmisdir: Bir def’asında – 296 – Sâma giderken, bir mescidde sabâh nemâzını kıldım. Imâm nemâzdan sonra hazret-i Ebû Bekre ve hazret-i Ömere “radıyallahü anhümâ” beddüâ etdi. Bir sene sonra yine bir Sâm yolculugu sırasında aynı mescidde, sabâh nemâzını kıldım. Bu sefer imâm, hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömere güzel düâ etdi. Cemâ’ate, geçen sene onlara beddüâ ediyordunuz, simdi hayrla düâ ediyorsunuz, sebebi nedir diye sordum. Bana geçen seneki imâmı görmek ister misin, dediler. Evet, isterim, dedim. Beni bir eve götürdüler. Orada gözlerinden yas akan bir köpek vardı. Köpege sen geçen sene hazret-i Ebû Bekre ve hazret-i Ömere “radıyallahü anhümâ” beddüâ eden imâm mısın, diye sordum. Basıyla, evet der gibi isâret etdi. ¥ Yine Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” söyle anlatmısdır: Medâyinde bulunuyordum. Her nerede bir garîbin vefât etdigini duysam, ona kefenlik alırdım. Bir gün bir sahs yanıma geldi. Burada Kûfeli bir kimse vefât etdi. Kefeni yok, dedi. Hizmetçimi kefen almaga gönderdim. Ben de ölen sahsın yanına gitdim. Karnının üstüne bir kerpiç koymuslardı. Birden bire kerpiç düsdü ve ölü canlanıp, vah, bana yazıklar olsun, diye bagırmaga basladı. Ben Lâ ilâhe illallah de dedim. Artık fâidesi yok. Benim kavmim hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer hakkında kötü sözler söylerlerdi! Ben de onlar hakkında kötü söz söyleyip söverdim! Simdi helâk oldum. Cehennemdeki yerimi gösterdiler. Insanları korkutmam için bana tekrâr cân verdiler, dedi. Hemen dısarı çıkıp, bu hâli arkadaslarıma anlatdım. ¥ Imâm-ı Kayrevânî “rahmetullahi aleyh” (Bostân) kitâbında söyle yazmısdır: Selefden biri söyle anlatdı: Benim bir komsum vardı. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ve hazret-i Ömer-ül Fârûk “radıyallahü anhümâ” hakkında uygunsuz sözler söylerdi. Bir gece çok asırı gitdi. Dayanamayıp, onunla kavga etdim. Üzgün ve gamlı olarak eve geldim. Yatsı nemâzından sonra uyudum. Rü’yâmda Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” gördüm. Yâ Resûlallah! Falan – 297 – kimse senin Eshâbına kötü sözler söylüyor, dedim. Kime kötü sözler söylüyor diye sordu. Hazret-i Ebû Bekre ve hazret- i Ömere “radıyallahü anhümâ” dedim. Al su bıçagı git onu öldür, buyurdu. Bıçagı aldım ve gidip o adamı bogazladım. Sanki elime kan bulasmısdı. Elimi yere sürdüm. O sırada uyandım. O sahsın evinden feryâd sesleri duydum. Ne olmus diye sordum. Falan kimse bu gece âniden ölmüs, dediler. Sabâhleyin evine gitdim. O kimsenin bogazında bir bıçak izi vardı. ¥ Seyh-i Ekber Muhyiddîn Arabî “kuddise sirruh” (Fütûhât- ı Mekkiyye) kitâbında söyle yazmısdır: Allahü teâlânın sevgili kullarından bir gurub vardır ki, onlara Recebî derler. Onlar kırk kisidir. Sayıları artmaz ve eksilmez. Receb ayında hiç hareket etmezler. Ayakda duramadıkları gibi, oturamazlar da. Ellerini, ayaklarını ve gözlerini dahî kıpırdatacak kuvveti kendilerinde bulamazlar. Receb ayının ilk günlerinde bu hâl üzere olurlar. Günden güne bu hâlleri hafîfler. Sa’bân ayı girince, bu hâlleri kalkar. Ba’zen onlardan bir kısmında bu kesf hâlleri kalıp, bir sene devâm eder. Recebîlerden birini gördüm. Onda râfizîlerin durumunu kesf edip görme hâli bâkî kalmısdı. Tanımadıgı bir râfizîyi domuz seklinde görür ve sen râfizîsin, tevbe et, derdi. O râfizî tevbe ederse, onu insan sûretinde görürdü ve sen gerçekden tevbe etdin, derdi. Eger o kimseyi yine domuz sûretinde görürse, yalan söylüyorsun, sen tevbe etmedin, derdi. Bir gün sâfi’î mezhebinde oldukları ve iyi kimseler olarak tanınan iki kisi huzûruna geldiler. Meger o iki kisi dısdan iyi görünmelerine ragmen, râfizî imisler. Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Osmân hakkında yanlıs ve kötü düsüncelere sâhib imisler. O zât huzûruna gelen bu iki kisiye dısarıya çıkmalarını söyledi. Sebebini sorduklarında, ben sizi domuz seklinde görüyorum, dedi. O iki kimse o ânda kalblerinden tevbe etdiler. Bunun üzerine o zât, simdi tevbe etdiniz. Çünki su ânda sizi insan sûretinde görüyorum, dedi. O kimseler buna çok sasdılar ve bozuk i’tikâdlarından temâmen vazgeçdiler. – 298 – Kaynak:ŞEVÂHİD-ÜN NÜBÜVVE (Peygamberlik Müjdeleri)Kitabından Alıntıdır... Sesli Olarak Dinlemek İçin:[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...] Bilgisayara indirmek İçin(Mp3 Formatında):[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
__________________
Nefsini baş tacı eden , Dinini hor görür...
|
27.03.2010, 11:04 | #3 |
Usta Yiğido
WåñTêd_øØ7 Şuan
Tournaments Won: 2Üyelik Tarihi: 05.02.2008
Mesajlar: 1.335
Tecrübe Puanı: 756
|
HAZRET-I OSMÂN-I ZINNÛREYN
HAZRET-I OSMÂN-I ZINNÛREYN
“radıyallahü anh” Hazret-i Osmânın künyesi Ibni Abdüllah, lakabı Zinnûreyndir. Bu lakab, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” iki kızıyla evlenmesi sebebiyle verildi. Resûlullah, kızlarından, önce hazret-i Rukayyeyi ve onun vefâtından sonra da hazret-i Ümmü Gülsümü hazret-i Osmâna nikâh etdi. (Bir kızım dahâ olsa, onu da Osmâna verirdim. Insanlardan hiç kimseye bir Peygamberin iki kızıyla nikâhlanmak nasîb olmamısdır) buyurdu. Yine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, hazret-i Osmân için, “O hesâbsız Cennete girecekdir” buyurdu. Hazret-i Osmân Medîneye yarım fersâh uzaklıkda bulunan Rûme kuyusunu Ebû Abdüllah bin Mendereden otuz bin akçeye satın aldı. Ta’mîr etdirip, müslimânların istifâdesi için vakf etdi. Tebük gazâsında hava çok sıcakdı. Yiyecek ve binek çok azdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, “Bu orduyu kim techîz ederse, o Cennete gider” buyurdu. Hazret-i Osmân bunu duyunca, onbin dinâr getirdi. Bunun üzerine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Yâ Osmân, Allahü teâlâ senin geçmisdeki ve gelecekdeki, bir rivâyetde, gizli ve âsikâr günâhlarını afv etsin) buyurdu. Bir hadîs-i serîfde de hazret-i Osmân için söyle buyruldu: (Biliniz ki gökdeki meleklerin hayâ etdigi kimseden ben de hayâ ediyorum.) Beyt: Allaha ve Resûlüne düsmân olan, düsmândır kendine, Hayâsızdır düsmân olanlar, hayâ sâhibi Zinnûreyne. Emîr-ül mü’minîn hazret-i Ömer “radıyallahü anh” hicretin yirmiüçüncü senesinde, Zilhicce ayında, nemâzda iken, Mugîre bin Su’benin “radıyallahü anh” kölesi Ebû Lü’lü Fîruz tarafından yaralandı. Sehîd olacagını anladılar. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” sehîd olmadan önce yaralı hâlde iken söyle buyurdu: “Halîfelige en lâyık olan kimseler sunlardır. Resûlullah onlardan râzı olarak vefât etmisdir. Bunlar; Osmân, Alî, Zübeyr, Talha, Abdürrahmân bin Avf ve Sa’d bin Ebî Vakkâsdırlar “radıyallahü anhüm ecma’în”. Bu – 299 – altı kisi, hazret-i Ömerin defninden sonra halîfe seçmek üzere toplandılar. Hazret-i Zübeyr, ben Alîye “radıyallahü anh” bî’at ediyorum, dedi. Sa’d bin Ebî Vakkâs ise, ben Abdürrahmân bin Avfa bî’at ediyorum, dedi “rıdvânullahi aleyhim ecma’în”. Sonunda halîfe seçme isini Abdürrahmân bin Avfa bırakdılar. Abdürrahmân bin Avf, hazret-i Alînin elini tutup, Allahın kitâbı, Resûlullahın sünneti ve Seyhaynın (Hazret- i Ebû Bekr ve hazret-i Ömerin) sîretiyle amel eder misin, dedi. Hazret-i Alî, tâkatım yetdigi kadar amel ederim, dedi. Sonra hazret-i Osmânın elinden tutup aynı seyi sordu. Hazret- i Osmân, Abdürrahmân bin Avfın istedigi gibi cevâb verdi. Bu süâli her ikisine de üçer kerre sordu ve aynı cevâbları aldı. Sonra hazret-i Osmâna bî’at ederek onu halîfe seçdi. Eshâb-ı kirâm da hazret-i Osmâna bî’at etdiler “rıdvânullahi aleyhim ecma’în”. Hilm ve hayâ sultânı hazret-i Osmânın “radıyallahü anh” fazîletlerinin ve kerâmetlerinin nihâyeti yokdur. ¥ Bir gün Eshâb-ı kirâmdan “aleyhimürrıdvân” biri, hazret- i Osmânın evine gidiyordu. Yolda yabancı bir kadına bakdı. Osmânın “radıyallahü anh” evine varınca, size ne oldu ki gözlerinizde zinâ eseri oldugu hâlde benim evime gelirsiniz, dedi. Bir rivâyetde ise, sizden birinize ne oldu ki, yolda zinâ edip de buraya geldi, dedi. O sahâbî bizden zinâ eden biri yokdur, dedi. Hazret-i Osmân “radıyallahü anh”, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” (Gözler de zinâ ederler) buyurdu, dedi. Bunun üzerine o sahâbî, ey mü’minlerin emîri, Resûlullahdan sonra vahy gelir mi, dedi. Hâyır bu vahy degildir, sâdık firâsetdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Mü’minin firâsetinden sakınınız. Çünki o, Allahın nûruyla bakar) buyurdu, dedi. [(Kıyâmet ve Âhıret) kitâbının 158.ci sahîfesine bakınız!] ¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Osmân “radıyallahü anh” sehîd edildigi günün gecesinde, rü’yâsında Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” gördü. “Ey Osmân, yârın bizim yanımızda iftâr edersin” buyurdu. Sabâhleyin kölelerini isyâncılara karsı durmakdan men’ etdi. Çünki, sehîdlik se’âdetine kavusmak istiyordu. Abdüllah bin Riyâh ve Ebû Katâde “radı- – 300 – yallahü anhümâ” söyle anlatmıslardır: Biz hazret-i Osmânın “radıyallahü anh” evi kusatıldıgı sırada yanında idik. Kavga siddetlenince, hazret-i Osmânın köleleri kılıçlarını ellerine aldılar. Hazret-i Osmân onlara, kim kılıcını kınına sokarsa, o azâd olsun, dedi. Biz dısarı çıkdık. Giderken Hasen bin Alî “radıyallahü anh” ile karsılasdık. Onunla birlikde hazret-i Osmânın yanına geri döndük. Hazret-i Hasen, ey mü’minlerin emîri. Senin emrin olmadan ben müslimânlara kılıç çekmem. Sen hak üzere halîfesin. Emr et, bu belâyı senin üzerinden def’ edeyim, dedi. Hazret-i Osmân, hazret-i Hasene: Ey kardesimin oglu, evine git, otur. Allahü teâlânın emri ne ise o olacakdır. Ben kan dökmek istemiyorum. Bu gece rü’yâmda Resûlullahı gördüm. “Harb edersen nusret bulursun. Eger harb etmezsen sehîd olup, yârın gece yanımda iftâr edersin” buyurdu. Ben Resûlullah ile iftâr etmek istiyorum, dedi. (Fasl-ül-Hitâb) kitâbının sâhibi söyle yazmısdır: Bu durum hullet makâmında derdlere ve belâlara teslîm olmak alâmetidir. Nitekim, Halîlullah Ibrâhîm aleyhisselâmı mancınıga koyup, atese atdıkları sırada, Cebrâîl aleyhisselâm gelip, bir arzûn var mıdır, diye sordugunda, var ama, sana degil [(Hasbiyallah ve ni’mel vekîl) ya’nî, bana Allahım yetisir. O iyi vekîl, yardımcıdır], buyurmusdur. ¥ Hazret-i Osmânın “radıyallahü anh” sehîd edildigi gün, Cühcân bin Sa’îd Gıfârî, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” yâdigâr kalan bir asâyı, hazret-i Osmânın elinden kapıp, dizine koyarak kırmak istedi. Görenler, yapma diye bagrısdılar. O kimsenin dizinde eklem kısmında bir hastalık meydâna geldi. Bir sene geçmeden o hastalıkdan öldü. ¥ Güvenilir kimselerden biri söyle anlatmısdır: Bir gün Kâ’beyi tavâf ediyordum. Kör bir kimse de tavâf yapıyordu ve yâ Rabbî beni afv et, ama afv etmeyeceginden sübhem yokdur, diyordu. Ben, Sübhânallah! Bu makâmda böyle sözler söylüyorsun, dedim. Bunun üzerine o kör kimse söyle anlatdı: Hazret-i Osmânın evinin kusatıldıgı gün, bir arkadasımla yemîn etdik ki, eger hazret-i Osmân sehîd edilirse, yüzüne çıplak olarak bir tokat vuralım, dedik. Sehîd edildi ve – 301 – ben arkadasımla hazret-i Osmânın evine girdik. Bası hanımının dizi üzerinde idi. Arkadasım hanımına onun yüzünü aç, dedi. Hanımı maksadınız nedir, diye sordu. Yüzüne tokat vurmak için and içdim, dedi. Hazret-i Osmânın hanımı, Onun, Resûlullah ile “sallallahü aleyhi ve sellem” sohbet etdigini ve iki kızını nikâhladıgını bilmiyormusun dedi ve dahâ birçok fazîletlerini saydı. Arkadasım utanıp geri çekildi. Ben o sözlere aldırıs etmedim. Yaklasıp yüzüne bir tokat vurdum. Hanımı bana Allahü teâlâ senin günâhlarını afv etmesin, ellerin kurusun ve gözlerin kör olsun, dedi. Henüz evin kapısından çıkmadan ellerim kurudu ve gözlerim kör oldu. Günâhlarımın afv edilmeyeceginden de sübhem yokdur! ¥ Hazret-i Osmân-ı zinnûreyn “radıyallahü anh” sehîd edilince, cinnîler, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mescidinin damında üç gün aglasdılar. Onun için mersiyeler söylediler. ¥ Adî bin Hâtem “radıyallahü anh” söyle anlatmısdır: Hazret-i Osmân bin Affânın “radıyallahü anh” sehîd edildigi gün, bir kimsenin söyle dedigini isitdim: Ibni Affânı ferâhlık, râhatlık, se’âdet ve Cennetdeki sayısız ni’metlerle ve Rabbinin rızâsıyla müjdeleyiniz, diyordu. Etrâfımıza bakdık, kimseyi göremedik. ¥ Hazret-i Osmân bin Affân “radıyallahü anh” sehîd edilince, mu’ârızların kargasasından, üç gün defn edilemedi. Gâibden söyle bir ses isitildi: Onu defn ediniz, nemâzını kılmayınız, magfirete kavusdu ve nemâzı kılındı. ¥ Hazret-i Osmânı “radıyallahü anh” defn etmek için üç gün sonra Bakî’ kabristânına götürdüler. Arkalarında bir karartı gördüler ve korkdular. Karartı yaklasınca, cenâzeyi bırakıp dagıldılar. O sırada karartıdan söyle bir ses geldi. Korkmayınız, biz sizinle defnde bulunmak için geldik, dedi. Defnde bulunanlardan ba’zısı yemîn ederek onların melekler oldugunu söylemislerdir. ¥ Bir hac kâfilesi, hac mevsiminde, hazret-i Osmânın “radıyallahü anh” kabrini ziyârete gitdiler. Içlerinden biri, hakîr görüp ziyâret etmedi. Kâfile selâmetle gidip dönerken, bir – 302 – yırtıcı hayvân, kâfilenin içine girip, o kimseyi parçaladı ve etinden yemedi. Kâfilede bulunanlar, o kimsenin hazret-i Osmâna “radıyallahü anh” hürmetsizlik etdigi için, bu hâle düsdügünü anladılar. ¥ Bir gün Ebû Zer Gıfârînin “radıyallahü anh” yanında hazret-i Osmândan “radıyallahü anh” bahs ediliyordu. Ben onun hakkında hayrdan baska birsey söylemem dedi ve söyle anlatdı: Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” evinden çıkdı ve yürümege basladı. Ben de Resûlullahın arkasından gitdim. Bir yere varıp oturdu. Huzûruna yaklasıp, selâm verdim ve karsısına oturdum. Ey Ebâ Zer, niçin geldin, buyurdu. Allahü teâlâ ve Resûlu dahâ iyi bilir, dedim. O sırada hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü anh” geldi ve Resûlullahın sag tarafına oturdu. Ona da niçin geldin, buyurdu. Allah ve Resûlü dahâ iyi bilir, dedi. Sonra hazret-i Ömer “radıyallahü anh” geldi. Ebû Bekrin “radıyallahü anh” sag tarafına oturdu. Resûlullah ona da niçin geldin, diye sordu. O da, Allah ve Resûlü dahâ iyi bilir, dedi. Dahâ sonra hazret-i Osmân “radıyallahü anh” geldi. Hazret-i Ömerin sag tarafına oturdu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yerden yedi veyâ dokuz dâne çakıl tası aldı. Mubârek avucunda tutdu. Taslar mubârek avucunda tesbîh etmege basladı. Seslerini bal arısının âvâzı gibi isitiyordum. Tasları yere koydu, sesleri kesildi. Sonra hazret-i Ebû Bekrin eline verdi. Taslar onun avucunda da tesbîh etdiler. O da yere koydu. Tasların sesi kesildi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” tasları alıp, hazret-i Ömerin eline verdi. Taslar onun elinde de tesbîh etdiler. O da yere bırakdı ve tasların tesbîh sesi kesildi. Sonra Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” tasları alıp, hazret-i Osmânın eline verdi. Taslar onun elinde de tesbîh etdiler. Yere koyunca tesbîh sesleri kesildi. ¥ Ensârdan “radıyallahü anhüm” bir kisi Müseyleme-tül Kezzâbın öldürüldügü gün sehîd olmusdu. Öldürülenler arasında onu arıyorlardı. Ölülerden birisinden söyle bir ses geldi. Muhammed “aleyhisselâm” Allahın Resûlüdür. Ebû Bekr sıddîkdır, Ömer-ül Fârûk sehîddir, Osmân Zinnûreyn yumusak kalbli ve merhametlidir. Kaynak:ŞEVÂHİD-ÜN NÜBÜVVE (Peygamberlik Müjdeleri)Kitabından Alıntıdır... Sesli Olarak Dinlemek İçin:[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...] Bilgisayara indirmek İçin(Mp3 Formatında):[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
__________________
Nefsini baş tacı eden , Dinini hor görür...
|
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki Kullanıcılar WåñTêd_øØ7'e Teşekkür Ediyor... |
27.03.2010, 11:05 | #4 |
Usta Yiğido
WåñTêd_øØ7 Şuan
Tournaments Won: 2Üyelik Tarihi: 05.02.2008
Mesajlar: 1.335
Tecrübe Puanı: 756
|
IMÂM-I ALÎ BIN EBÎ TÂLIB
IMÂM-I ALÎ BIN EBÎ TÂLIB “radıyallahü anh” Emîr-ül mü’minîn Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü anh ve kerremallahü vecheh”, (Tesavvufda, insanlara vilâyet yolunun feyzlerinin ulasmasına vâsıta olan) oniki imâmın birincisidir. Künyesi Ebül Hasen ve Ebû Türâbdır. En çok sevdigi ismi, Ebû Türâb idi. Kendisini bu ismle çagırınca sevinirdi. Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kızı hazret-i Fâtımanın “radıyallahü anhâ” evine gitdi. Hazret-i Alîyi “radıyallahü anh” göremeyince, amcamın oglu nerede diye sordu. Hazret-i Fâtıma “radıyallahü anhâ” aramızda birsey vâki’ oldu. Üzülüp dısarı gitdi. Benim yanımda kaylûle yapmadı, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Alîyi bulması için bir kimse gönderdi. O kimse arasdırıp geldi ve hazret- i Alînin mescidde kaylûle yapdıgını söyledi. Kaylûle ögleden önce biraz uyumakdır. Geceyi ihyâ edenlere sünnetdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mescide gitdi. Hazreti Alîyi “radıyallahü anh” uyumus ve ridâsı üzerinden düsdügü için arkasına toprak bulanmıs oldugu hâlde buldu. Mubârek eliyle toprakları silip, “Kalk yâ Ebâ Türâb, kalk yâ Ebâ Türâb” buyurdu. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” söyle rivâyet etmisdir: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”: (Ben kimin mevlâsı isem, Alî de onun mevlâsıdır. Beni seven Alîyi sever) buyurdu. Berâ bin Âzib “radıyallahü anh” söyle rivâyet etmisdir: Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Alînin “radıyallahü anh” elinden tutup buyurdu ki: “Ben mü’minlere nefslerinden sevgili degilmiyim?” Orada bulunanlar, evet yâ Resûlallah, seni nefslerimizden çok severiz, dediler. Sonra hazret-i Alî “radıyallahü anh” için, (Ben kimin mevlâsı isem, Alî de onun mevlâsıdır! Yâ Rabbî, onu seveni sev! Onu sevmeyeni sevme!) buyurdu. ¥ Hazret-i Alînin “radıyallahü anh” fazîletleri ve üstünlükleri söze ve yazıya sıgmaz. Imâm-ı Ahmed bin Hanbel “rahmetullahi aleyh” söyle demisdir: Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” hiç birinden Alî bin Ebî Tâlibin “kerremallahü – 304 – vecheh” fazîletleri kadar isitilmemisdir. Seyyid-üt-tâife Cüneyd- i Bagdâdî “kuddise sirruh” ise söyle demisdir: Eger hazret-i Alî “radıyallahü anh” muhârebelerden biraz fırsat bulabilseydi, bize tesavvufa âid çok seyler gelirdi ki, kalbler ona tâkat getiremezdi. (Serh-i te’arrüf) kitâbında söyle yazılmısdır: Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü anh” âriflerin basıdır. O kendisinden önce kimsenin söylemedigi ve kendisinden sonra da benzerini dahî kimsenin söyliyemedigi seyleri söylemisdir. Meselâ, bir gün minber üzerinde: Bana Arsın altındakilerden sorunuz. Benim kalbim ilmle doludur. Bu ilm, agzımda bulunan Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek agzının suyundandır. Mubârek agzının suyunu agzıma koymusdu. Nefsim kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, eger izn verilse, Tevrâtda ve Incîlde olan seyleri söylerdim ve benim sözlerimi tasdîk ederlerdi, buyurmusdur. O meclisde Da’leb Yemânî adında bir kimse vardı. Hazret-i Alînin “radıyallahü anh” bu sözlerini duyunca, bu kisi ne söylüyor, ona bir soru sorayım da rüsvâ edeyim, dedi. Kalkıp bir sey sormak istiyorum, dedi. Hazret-i Alî “radıyallahü anh”, ögrenmek için ise sor, inâd için ise sorma, buyurdu. Da’leb Yemânî, sen beni süâl sormaga mecbûr etdin, diyerek, yâ Alî “radıyallahü anh” Rabbini gördün mü, diye sordu. Hazret-i Alî, görmedigim Rabbime tapmıyorum, dedi. Da’leb: Nasıl gördün diye sordu. Hazret-i Alî, bas gözü ile görülmez, ancak kalbler hakîkî yakîn ile görür. Rabbim birdir, ortagı ve benzeri yokdur. Mekânı yokdur. Üzerinden zemân geçmez, hislerle anlasılmaz, mahlûklara kıyâslanmaz, buyurdu. Da’leb Yemânî bu sözleri duyunca feryâd edip düsdü ve bayıldı. Bir müddet sonra kendine gelince, hiç kimseye inâd ve imtihân niyyetiyle soru sormayacagına dâir Allahü teâlâya söz verdi. Hazret-i Alî ona dedi ki, sunu bilmelisin ki, Ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” söyle buyurmusdur: Alîye “radıyallahü anh” ilmin onda dokuzu verilmisdir. Onda birine de ortakdır. ¥ Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” (Delâil-ün-nübüvve) adlı kitâbında söyle yazmısdır: Rûm kayseri, Emîr-ül – 305 – Sevâhid-ün Nübüvve - F:20 mü’minîn hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” halîfeligi zemânında çok müskil süâller yazıp, cevâblandırması için bir elçiyle gönderdi. Bu hâdise kitâblarda uzun anlatılmısdır. Hazret- i Ömer “radıyallahü anh” Kayserin mektûbunu okudu ve hazret-i Alîye gönderdi. Hazret-i Alî okudukdan sonra, kalem ve kâgıd istedi. Soruların cevâbını yazıp elçiye verdi. Elçi, hazret-i Ömere, bu cevâbları yazan kimdir, diye sordu. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” da, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” amcasının oglu, dâmâdı ve dostudur, dedi. ¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alînin “radıyallahü anh” hâzır ve latîf cevâblarından biri söyledir: Bir gün yehûdîlerden bir gurub gelip: Ey müslimânlar! Siz Peygamberinizin vefâtından sonra ne yapdınız? Birbirinize kılıç çekip, harb bile yapdınız, dediler. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” onlara: Ey yehûdîler, sizin ayaklarınız henüz denizden kurumamısdı ki, hazret-i Mûsâya “aleyhisselâm” bize baskalarının ma’bûdları gibi ma’bûdlar bul dediniz, buyurdu. ¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alîye “radıyallahü anh” dediler ki, hazret-i Ebû Bekrin ve hazret-i Ömerin “radıyallahü anhümâ” zemânlarında müslimânlar arasında fitne ve harbler olmadı. Hazret-i Osmânın ve Senin “radıyallahü anhümâ” zemânında ise ızdırâb, üzüntü, karısıklıklar ve harbler oldu. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” bu söze söyle cevâb verdi: Hazret-i Ebû Bekrin ve hazret-i Ömerin “radıyallahü anhümâ” yardımcıları, hazret-i Osmân ve ben “radıyallahü anhümâ” idik. Hazret-i Osmânın ve benim yardımcılarım ise sizler oldugunuzdan böyle oldu. ¥ Hazret-i Alî “radıyallahü anh” Fil vak’asından yedi sene sonra Mekkede dogdu. Ba’zıları o Kâ’bede dogdu demislerdir. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Peygamberligi bildirildiginde, hazret-i Alî onbes yasında idi. Ba’zıları onüç, ba’zıları on yasında idi demislerdir. Dokuz yasında idi diyenler de vardır. Birinci rivâyet sahîhdir. Ibni Cevzî, (Safve-tüs safve) kitâbında hazret-i Alînin vefât etdiginde yası hakkında dört rivâyet vardır, bunlar altmıs üç, altmıs – 306 – bes, elliyedi ve ellisekizdir, diye yazmısdır. ¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Osmân “radıyallahü anh”, sehîd edildikden üç gün sonra defn edildi. Bes gün sonra ise halk hazret-i Alînin yanına gelip, halîfeligi kabûl etmesini istediler. Zîrâ o sırada halîfelige ondan dahâ lâyık kimse yokdu. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” kabûl etmemek için çok ugrasdı. Ancak sonunda kabûl etdi ve hâzır bulunanlar ile bî’at yapdı. Bî’at edenler arasında Huzeyme bin Sâbit, Ebül Heysem bin Tîhân, Muhammed bin Müslim, Ammâr bin Yâser, Ebû Mûsel Es’arî, Abdüllah bin Abbâs “radıyallahü anhüm ecma’în” gibi dahâ nice kimseler vardı. Hazret-i Talha ve hazret-i Zübeyr “radıyallahü anhümâ” da bî’at etdiler. Abdüllah bin Ömer, Sa’d bin Ebî Vakkâs da ehl-i kıble ile savasmaga katılmamaları kaydıyla bî’at etdiler. Bu husûsdaki hadîs-i serîfleri sebeb olarak gösterdiler. Hâsılı, hazret-i Alînin hilâfeti bî’at ile gerçeklesdi. Hâl ve akd ehli, bu husûsda ittifâk etdiler. Hazret-i Alînin “radıyallahü anh” vilâyetinin ve kerâmetinin nihâyeti yokdur. ¥ Sahîh rivâyetlerle sâbit olmusdur ki, hazret-i Alî mubârek ayagını atının üzengisine koyarken Kur’ân-ı kerîmi okumaga baslar, diger ayagını koyarken veyâ bir rivâyete göre de ata binip oturunca temâmını hatm ederdi. ¥ Esmâ binti Umeys hazret-i Fâtımanın “radıyallahü anhümâ” söyle anlatdıgını rivâyet etmisdir: Zifâfa girdigim gece, Alîden “radıyallahü anh” korkdum. Çünki yer onunla konusuyordu. Sabâhleyin bu hâli Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” anlatdım. Resûlullah secde yapdı. Bir müddet sonra mubârek basını kaldırdı ve bana söyle buyurdu: “Sana müjdeler olsun ey Fâtıma! Senin neslin çok temiz olacak. Allahü teâlâ kocanı diger insanlardan dahâ fazîletli kıldı. Yeryüzüne, sarkdan garba her ne oluyorsa, ona haber vermesini emr eyledi, buyurdu. ¥ Imâm-ı Fahreddîn Râzî “rahmetullahi aleyh” (Tefsîr-i kebîr)inde söyle yazmısdır: Imâm-ı Alînin “radıyallahü anh” sevdiklerinden Abdüllah Esved adında bir kimse vardı. Bir – 307 – gün hırsızlık yapdı. Hazret-i Alînin huzûruna getirdiler. Sen mi, yapdın diye sordu. Esved, evet dedi. Bunun üzerine elini kesdi. Esved dısarı çıkıp giderken, yolda Selmân-ı Fârisîye ve Ibni Kevâye “radıyallahü anhümâ” rastladı. Ibni Kevâ, elini kim kesdi diye sordu. Esved, elimi mü’minlerin emîri, müslimânların reîsi, Resûlullahın dâmâdı ve Betülün zevcesi kesdi, dedi. Ibni Kevâ, sen elini keseni medh mi ediyorsun, dedi. Esved, nasıl medh etmeyeyim ki, benim elimi hak üzere kesdi ve beni Cehennem atesinden kurtardı, dedi. Selmân-ı Fârisî “radıyallahü anh” Esvedin bu sözlerini hazret-i Alîye anlatdı. Hazret-i Alî, Esvedi yanına çagırdı. Kesilen elini bileginin üzerine koydu ve bir mendil ile örtüp düâ etdi. O sırada gökden bir ses isitdiler. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” örtdügü mendilin kaldırılmasını emr etdi. Kaldırıp bakdılar ki, Esvedin eli Allahü teâlânın izniyle iyilesmis, eskisi gibi olmusdu. ¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh” Kûfeye gitmisdi. Birgün sabâh nemâzını kıldıkdan sonra, bir kimseye falan yere git, orada bir mescid vardır. Mescidin yanında bir ev vardır. O evde bir kadınla bir erkek münâkasa ediyorlar. Onları buraya getir, dedi. O sahs gidip onları getirdi. Hazret-i Alî onlara, bu gece çok çekisdiniz, dedi. O genç, ey mü’minlerin emîri, bu kadını nikâhla aldım. Ancak ne zemân yanına yaklasmak istesem bana ondan bir nefret hâsıl oldu. Gücüm yetse onu yanımdan temâmen uzaklasdıracakdım. Benimle çekismege basladı. Siz emr gönderip, bizi çagırıncaya kadar kavga ediyorduk, dedi. Hazret-i Alî, ba’zı sözler vardır ki, herkesin isitmesi gerekmez, dedi. Orada bulunan diger kimseler dagıldılar. Hazret-i Alî o kadına dönerek kocası olan genci gösterdi ve bunun kim oldugunu biliyor musun, dedi. Kadın hâyır, dedi. Hazret-i Alî kadına, ben söyliyeyim. Yalnız sen de inkâr etme, dedi. Sonra, sen falanın kızı falan degil misin, dedi. Kadın evet, dedi. Senin amcanın bir oglu vardı. Birbirinizi severdiniz. Annen evlenmenize râzı olmadı. Sen bir gece helâya gitmek için dısarı çıkdın. Amcanın – 308 – oglu seni tutdu ve yaklasdı. Ondan hâmile kaldın. Bu durumu annene söyledin. Babandan gizledin. Çocugu doguracagın zemân annen seni dısarı çıkardı. Bir oglan dogurdun. Bir beze sarıp, insanların kazâ-ı hâcet yapdıkları bir dıvârın dibine bırakdın. Bir köpek gelip çocugu kokladı. Sen bir tas atdın. Tas çocugun basına degip yardı. Annen elbisesinden bir parça bez yırtıp, çocugun basını sardı. Çocugu orada bırakıp gitdiniz. Bir dahâ da görmediniz. Kadın, evet ey mü’minlerin emîri öyle oldu. Bunu benden ve annemden baska kimse bilmiyordu, dedi. Hazret-i Alî sözlerine devâm ederek söyle dedi: O gün sabâhleyin çocugu falan kâfile oradan alıp götürdüler. Büyütüp terbiye etdiler. Sonra o genç kâfile ile Kûfeye gelip, seni nikâh etdi. Gence basını aç dedi. Genç basını açınca, basında tas yarasının izi görüldü. Kadına bu genç senin oglundur. Allahü teâlâ sizi harâm islemekden korudu! Haydi oglunu al git, buyurdu. ¥ Kûfe halkı Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alîye, Fırat nehrinin suyu tasdı, ekinlerimiz ziyân oldu. Allahü teâlâya düâ ediniz de suyu biraz azalsın, dediler. Hazret-i Alî evine girdi. Halk kapısında bekliyordu. Biraz sonra dısarı çıkdı. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hırkasını giymis, cübbesini omuzuna almıs, sarıgını basına koymus, asâsını da eline almısdı. Bir at istedi ve ata binip Fırat nehrinin kenârına gitdi. Halk da yaya olarak arkasından gitdiler. Nehrin kenârına varınca atdan indi ve iki rek’at nemâz kıldı. Sonra asâyı eline alıp, köprünün üzerine çıkdı. Hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn de “radıyallahü anhümâ” yanında idi. Asâsıyla suya dogru isâret etdi. Su biraz azaldı. Bu kadar yeter mi buyurdu. Halk, biraz dahâ azalsın, dediler. Asâsıyla ikinci def’a isâret etdi. Su biraz azaldı. Yine bu kadar yeter mi diye sordu. Biraz dahâ azalmasını istediler. Üçüncü def’a isâret etdi ve su biraz dahâ azaldı. Halk, ey mü’minlerin emîri bu kadar yeter, dediler. ¥ Cündeb bin Abdüllah el-Ezdî “radıyallahü anh” söyle anlatmısdır: Cemel ve Sıffîn harblerinde hazret-i Alî “radıyal- – 309 – lahü anh” ile berâberdim. Hazret-i Alînin haklı oldugundan hiç sübhem yokdu. Nehrevâna varıp, orada konakladık. Bu sırada içime bir sübhe düsdü. Karsımızdakilerin hepsi kurra ve seçilmis kimselerdir. Onları katl etmek büyük bir isdir, diyordum. Sabâhleyin askerlerin arasından çıkdım. Bir matara suyum vardı. Bir yerde mızragımı yere dikip, kalkanımı üzerine asdım. Kalkanın gölgesinde oturdum. Bir de bakdım ki, Emîrül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh” çıka geldi. Yanında hiç su var mı, dedi. Mataramdaki suyu verdim. Alıp uzak bir yere gitdi ve görünmez oldu. Sonra göründü. Abdest almısdı. Gelip kalkanın gölgesine oturdu. O sırada atlı birisi geldi ve hazret-i Alîyi “radıyallahü anh” sordu. Yâ Emîr-el mü’minîn! Bu atlı kimse sizi görmek istiyor, dedim. Çagır gelsin, dedi. Çagırdım. Huzûruna gelip yâ Emîr-el mü’minîn, muhâlifler Nehrevânı geçdiler ve suyu kesdiler, dedi. Hazret-i Alî “radıyallahü anh”, imkânsız geçmis olamazlar, dedi. Biz böyle konusurken bir kisi dahâ çıkageldi. Muhâlifler suyu geçdiler, dedi. Hazret-i Alî, geçmediler, dedi. O kimse vallahi ben, onların sancaklarını suyun öbür tarafında görmeden gelmedim, geçdiler, dedi. Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî ise, vallahi geçmediler! Nasıl geçerler ki, onların düsüp, kanlarının akacagı yer burasıdır, dedi. Sonra beklemege basladı. Ben de bekliyordum. Kendi kendime, Elhamdülillah elime bir ölçü geçdi. Hazret-i Alînin “radıyallahü anh” hâlini bu ölçü ile anlarım. O yâ yalancı bir bahâdırdır veyâ onun Allahü teâlâdan veyâ Resûlünden bildigi bir delîli vardır, dedim. Kendi kendime söyle karar verdim. Muhâlifler suyu geçmislerse, hazret-i Alîye karsı, geçmemislerse muhâliflere karsı savasayım, dedim. Askerlerin arasından geçdim ve bakdım ki, muhâlifler suyu geçememisler. Bayrakları aynı yerde duruyordu. Bu sırada hazret-i Alî “radıyallahü anh” sırtıma dokunup, haydi isinle mesgûl ol, dedi. Savasmaya baslayıp, muhâliflerden birini öldürdüm. Arkasından birini dahâ öldürdüm. Birinin üzerine de atımı sürüp hücûm etdim. Onu yaraladım, o da beni yaraladı. Ikimiz de yere düsdük. Arkadaslarım beni alıp götürmüsler. Kendime geldigimde muhârebe bitmisdi. – 310 – ¥ Hazret-i Alî “radıyallahü anh” bir muhârebeye baslayınca söyle demisdi: Karsı tarafın askerleri katl olunup, on kisiden az kalmadıkca buradan geçemezler! Benim askerlerimden ise on kisiden az sehîd olacakdır. Savasdan sonra muhâliflerden dokuz kisi sag kalmısdı. Hazret-i Alînin askerlerinden ise dokuz kisi sehîd olmusdu. ¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî bir kimseye; seni falan yerde falan hurma agacının üzerine asacaklar, dedi. Aynen söyledigi gibi oldu. ¥ Haccâc bin Yûsüf, Kumeyl bin Ziyâdı “radıyallahü teâlâ anh” yanına çagırdı. Kumeyl bin Ziyâd gitmeyip kaçdı. Haccâc onun akrabâlarını ve yakınlarını bulundukları vazîfelerden uzaklasdırdı. Bunun üzerine Kumeyl bin Ziyâd, ben zâten yaslandım. Benim yüzümden yakınlarımı islerinden mahrûm etmesi dogru degildir diyerek, Haccâcın yanına geldi. Haccâc maksadım seni ele geçirmekdi, dedi. Kumeyl bin Ziyâd Haccâca, ben ihtiyârladım. Bana istedigini yap, gidecegimiz yer Allahü teâlânın huzûrudur. Beni öldürürsen, senden hesâb sorulacakdır. Bana Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh”, Senin kâtilin Haccâc olacakdır diye söyledi, dedi. Haccâc, Kumeyl bin Ziyâdın “radıyallahü anh” boynunu vurdurdu! ¥ Haccâc bir gün, Ebû Türâbın ya’nî hazret-i Alînin “radıyallahü anh” Eshâbından birini öldürerek Allahü teâlâya yaklasmak istiyorum. Onunla en çok bulunup sohbet eden de kölesi Kanberdir, dedi. Kanberi “radıyallahü anh” yanına çagırtdı. Gelince, Kanber sen misin, diye sordu. Evet benim, dedi. Alî bin Ebî Tâlibin kulumusun [kölesi misin], dedi. Ben Allahü teâlânın kuluyum. Emîr-ül mü’minîn Alî “radıyallahü anh” velîni’metimdir, dedi. Haccâc, onun yolundan döner misin diye sordu. Kanber, onun yolundan, dîninden efdal bir din göster, dedi. Haccâc, seni öldürmek istiyorum, ne seklde öldürülmek istiyorsun söyle, dedi. Kanber “radıyallahü anh” nasıl istersen öyle öldür. Ben de kıyâmet günü seni öldürürüm. Zâten hazret-i Alî “radıyallahü anh” bana, ey Kanber! Seni zulmle öldüreceklerdir, buyurmusdu, dedi. Haccâc emr etdi, Kanberi “radıyallahü anh” öldürdüler. – 311 – ¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh” Berâ bin Âzibe “radıyallahü anh”, oglum Hüseyni “radıyallahü anh” sehîd edeceklerdir. O zemân sen hayâtda olacaksın. Ona yardım etmeyeceksin, buyurdu. Hazret-i Hüseyn “radıyallahü anh” sehîd oldu. Berâ bin Âzib “radıyallahü anh” Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî dogru söyledi. Hazret-i Hüseyn sehîd edildi. Ben ona yardım etmedim, dedi. Pismânlık duydu. ¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî bir yolculugunda Kerbelâya ugradı. Sagına soluna bakıp agladı ve geçdi. Burası onların develerinin çökdürülecegi yerdir ve katl olunacakları makâmdır, dedi. Yanında bulunan Eshâbı, ey Emîr-el mü’minîn! Burası neresidir, diye sordular. Burası Kerbelâdır. Burada bir kavm öldürülecekdir. Onlar hesâbsız Cennete gireceklerdir, buyurdu. O sırada bu sözün ma’nâsını anlayamadılar. Ancak Kerbelâ vak’ası olup, hazret-i Hüseyn sehîd edilince anlasıldı. ¥ Hazret-i Alî “radıyallahü anh” Kûfeden asker istemisdi. Epeyce i’tirâzlardan sonra gönderdiler. Askerler gelmeden önce, hazret-i Alî “radıyallahü anh” oniki bin kisi geliyor buyurdu. Eshâb-ı kirâmdan biri demisdir ki, askerlerin geçdikleri yere durdum. Teker teker saydım. Tam onikibin kisi idiler. ¥ Sıffîn harbine giderken, hazret-i Alînin “radıyallahü anh” askerlerinin bir konak yerinde suya ihtiyâcı oldu. Her ne kadar saga sola kosusdurdular ise de, su bulamadılar. Hazret-i Alî, Eshâbını yoldan biraz sapdırdı. Çölde bir kilise göründü. Kilisede bulunanlardan su sordular. Buradan iki fersâh uzakda su var, dediler. Eshâbı, hazret-i Alîye, izn verirsen gidelim, herhâlde tâkatımız tükenmeden suya ulasırız, dediler. Hazret-i Alî oraya gitmege lüzûm yokdur, dedi. Sonra katırını kıbleye dogru çevirdi. Bir yere isâret ederek, burayı kazın buyurdu. Biraz kazdılar, büyük bir tas çıkdı. Tası bir dürlü sökemediler. Hazret-i Alî, su bu tasın altındadır. Gayret edin kaldırın, dedi. Çok ugrasdılar. Fekat tası kaldıramadılar. Hazret-i Alî bu hâli görünce katırından indi. Kol- – 312 – larını sıgadı. Mubârek parmaklarını tasın altına sokdu, zorlayıp tası kaldırdı ve uzaga atdı. Oradan gâyet saf, tatlı ve soguk bir su çıkdı. O sudan içdiler. Yanlarına da aldılar. Hazret-i Alî o tası tekrâr yerine koydu ve üzerini toprakla örtün, buyurdu. Orada bulunan kilisenin râhibi bu hâli gördü. Hemen kiliseden çıkıp, hazret-i Alînin huzûruna geldi. Sen Peygamber misin, dedi. Hâyır, ben mürsel peygamber Muhammed Mustafânın “aleyhisselâm” halîfesiyim, dedi. Râhib, hazret-i Alîye, elini ver müslimân olayım, dedi. Râhib, Eshedü en lâ ilâhe illallah ve eshedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühü ve enneke vasıyyü Resûlühü, ya’nî senin de Resûlün vasîsi olduguna sehâdet ederim diyerek müslimân oldu. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” râhibe, sen bu yasa kadar kendi dîninde yasamıssın. Simdi ne sebeble bizim dînimize girdin, diye sordu. Râhib: Ey mü’minlerin emîri, bu kiliseyi, bu tası kaldıracak kimse için yapmıslardır. Biz kitâblarımızda okuyorduk ve âlimlerimizden duyuyorduk ki, burada bir çesme vardır. Üzerinde de bir tas vardır. O tası ancak Peygamber veyâ Peygamberin vasîsi kaldırabilir. Bu tası senin kaldırdıgını görünce, arzûma kavusdum ve senelerdir bekledigim seyi buldum, dedi. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” bu sözleri isitince agladı. Gözlerinin yasından sakalı ıslandı. Sonra Allahü teâlâya hamd olsun ki, beni unutulmuslardan eylemedi. Kitâbında zikr edilenlerden eyledi, buyurdu. O râhib, hazret-i Alînin ordusuna katılıp, Sâm ehline karsı çok savasdı ve sehâdet se’âdetine erisdi. Hazret-i Alî nemâzını kıldırdı ve Allahü teâlâya onun afvı için düâ etdi. Ondan bahs edilince, o benim dostumdur, buyururdu. ¥ Habbe-i Urnî “radıyallahü anh” Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alînin “radıyallahü anh” Eshâbından idi. O söyle anlatmısdır: Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” ile yapılan harb günlerinde, Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî bir kilisenin yanında konakladı. Bir kisi gelip; esselâmü aleyke yâ Emîrel mü’minîn, dedi. Hazret-i Alî, ve aleykesselâm, dedi. O kimse, ben Sem’un bin Yuhennâyım. Bu kilisenin sâhibi- – 313 – yim. Bizim yanımızda bir kitâb vardır. Îsâ aleyhisselâmdan beri, mîrâs olarak bize intikâl etmisdir. Isterseniz okuyayım, dedi. Hazret-i Alî, oku, buyurdu. O kisi okumaga basladı. Kitâbda Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” vasfı ve ümmetinin vasfları yazılıydı. Sonunda da bu kilisenin yanında Peygambere en yakın olan mesrık ehâlisini dîne, îmâna getiren ve garb ehâlisiyle harb eden birisi konaklar. Ona göre dünyâ, siddetli fırtınalı bir günde rüzgârın savurdugu kumdan dahâ hafîfdir. Ona göre, Allah yolunda ve Onun muhabbetiyle ölmek, susamıs kimsenin su içmesinden dahâ kolaydır. Ona yardım eden, Allahü teâlânın rızâsına kavusur ve onun yanında savasırken ölen sehîd olur, diye yazılı idi. Sonra o kimse dedi ki: O Peygamber gönderildi. Ben o Peygambere îmân etdim. Sen gelip buraya konaklayınca huzûruna geldim ki, artık diri veyâ ölü hep seninle berâber olacagım. Onun bu sözleri üzerine hazret-i Alî ve yanında bulunanlar aglasdılar. Sonra hazret-i Alî: Allahü teâlâya hamd olsun ki, beni unutulanlardan eylemedi. Kitâbında zikr etdi, dedi. Habbe-i Urnî sözlerine devâmla söyle anlatmısdır: Hazret-i Alî bana, bu kimse seninle birlikde kalsın, dedi. Kusluk ve aksam yemeklerinde onu yanına çagırırdı. Leyletül- Harîrde, harbin siddetli bir zemânında o kimse sehîd oldu. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” nemâzını kıldırdı, kabre kendisi indirdi ve bu kimse Ehl-i Beyti seven bir kisidir, buyurdu. ¥ Ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” söyle anlatmısdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Hudeybiye gününde, Mekkeye dogru yola çıkdı. Müslimânlar susadılar. Hiçbir yerde su bulamadılar. Resûlullah Cahfede konakladı. “Içinizden kim, birkaç kisiyle falan kuyuya gidip, kablara su doldurup bize getirebilir. Allahın Resûlü onu Cennet ile müjdeliyor” buyurdu. Bir kisi kalkıp ben giderim, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” suculardan birkaç kisi ile onu gönderdi. Selemetübni Ekvâ “radıyallahü anh” der ki, ben de onlarla berâberdim. O kuyuya yakın bir yere vardık. Orada agaçlar vardı. Agaçların arasından çok sesler – 314 – isitdik ve hareketler gördük. Odunsuz ates görünüyordu. Biz çok korkduk. Agaçlardan öteye geçmege cesâret edemedik. Geri dönüp, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna geldik. Onlar cinnîlerden bir gurub idi, sizi korkutdular. Eger gitseydiniz önceden söyledigim gibi size hiç zararları dokunmazdı, buyurdu. Bir kisi dahâ kalkıp, ben gideyim yâ Resûlallah, dedi. O da sucular ile berâber gitdi. Onlar da agaçlık yere varınca korkup geri döndüler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”: Eger gitseydiniz evvelce söyledigim gibi size hiç bir zarar gelmezdi, buyurdu. O sırada gece oldu. Eshâb-ı kirâmın susuzlugu iyice artdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Alîyi “radıyallahü anh” huzûruna çagırdı. Sucularla berâber gidip o kuyudan su getiriniz, buyurdu. Selemetübni Ekvâ söyle anlatır: Kablarımızı arkamıza asdık. Kılıçlarımızı ellerimize aldık. Hazret-i Alî önden gidiyor ve su ma’nâdaki si’ri okuyordu: “Cinnîlerin gürültülerinden ve korku salmak için gösterdikleri atesden, korkarak geri dönmekden, Rahmân olan Allahü teâlâya sıgınırım.” Agaçlık yere varınca biz de sesler duyduk ve hareketler gördük. Bizi korku kapladı. Kendi kendimize, Alî “radıyallahü anh” de o iki kimse gibi geri döner, diyorduk. Hazret-i Alî bize dönüp, benim arkamdan yürüyünüz. Gördüklerinizden korkmayınız. Size onlardan zarar gelmez, dedi. Agaçların ortasında hiç odun yokken, büyük atesler yanmaga basladı. Bir takım kesilmis baslar göründü. Korkunç sesler çıkarıyorlardı. Çok korkduk. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” o kesik basların arasına girdi. Bize arkamdan geliniz, saga sola bakmayınız ve hiç korkmayınız, dedi. Arkasından ta’kîb edib kuyuya vardık. Bir kovamız vardı. Berâ bin Mâlik “radıyallahü anh” bir iki kova su çekdi. Sonra kovanın ipi kopup, kova kuyuya düsdü. Kuyunun dibinden gülüsme ve kahkahâ sesleri geldi. Hazret-i Alî “radıyallahü anh”, kim gidip askerlerden bir kova dahâ getirir, dedi. Hiç birimiz o agaçların arasından geçmege cesâret edemeyiz, dediler. Bunun üzerine hazret-i Alî “radıyallahü anh” beline bir ip baglayıp, kuyuya indi. Ku- – 315 – yudan kahkaha sesleri geliyor ve gitdikçe artıyordu. Hazret-i Alî kuyunun yarısına kadar inince, ayagı kayıp kuyuya düsdü. Kuyudan velvele sesleri geliyordu ve bir insanı bogazlarken çıkan sesler gibi sesler isitiliyordu. O sırada hazret-i Alînin sesi isitildi. Allahü Ekber! Allahü Ekber! Ben Allahın kulu ve Resûlullahın kardesiyim! Su kablarınızı asagıya salın diyordu. Su kablarını kuyuya saldık. Hepsini su ile doldurdu. Agızlarını bagladı ve birer birer yukarı çıkardı. Biz birer kab, hazret-i Alî iki kab su alıp, gitdik. Agaçların arasına gelince, önceki isitdigimiz sesleri ve hareketleri hiç isitip görmedik. Hiç biri yokdu. Agaçların arasından çıkmamıza az kalmısdı ki, heybetli bir ses isitdik. Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” ve hazret-i Alîyi “radıyallahü anh” medh eden beytler okuyordu. Hazret-i Alî önümüzden gidiyordu ve si’r söylüyordu. Resûlullahın huzûruna varınca, hazret-i Alî olanları birbir anlatdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” dönerken duydugunuz ses, Safâ tepesinden putların seytânı olan Müs’ıri öldüren Abdüllah adlı cinnînin sesi idi, buyurdular. ¥ Allahü teâlâ, hazret-i Alî “radıyallahü anh” için günesi iki kerre batdıkdan sonra geri gönderdi. Birisi, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında, digeri de vefâtından sonra vukû’ buldu. Ümmü Seleme, Esmâ binti Umeys, Câbir bin Abdüllah ve Ebû Sa’îd-il-Hudrî “radıyallahü anhüm ecma’în” söyle rivâyet etmislerdir: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir gün evinde hazret-i Alînin “radıyallahü anh” yanında oturuyordu. O sırada Cebrâîl aleyhisselâm vahy getirdi. Vahyin agırlıgından Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek basını hazret-i Alînin dizine koydu. Günes batıncaya kadar o seklde kaldı. Hazret-i Alî ikindi nemâzını kılmamısdı. Îmâ ile oturdugu yerde kıldı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek basını kaldırdı. Yâ Alî, ikindi nemâzını kıldın mı, buyurdu. Yâ Resûlallah, oturdugum yerde îmâ ile kıldım, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” düâ et, Allahü teâlâ günesi geri çevirsin, nemâzını vaktinde – 316 – ve ayakda kıl, buyurdu. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” düâ etdi. Günes geri geldi ve ikindi nemâzını vaktinde kıldı. Esmâ binti Ümeys “radıyallahü anhâ” söyle demisdir: Gurûb vaktinde günesden bıçkı sesi gibi bir ses duyuldu. Bu hâdise dahâ evvel geçmisdi. Fekat iki rivâyet farklı oldugundan burada tekrâr zikr edildi. ¥ Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtından sonra, Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh” Bâbile giderken, Fırat nehrini geçmek istedi. Ikindi nemâzının vakti idi. Kendisi ve Eshâbından bir kısmı ikindi nemâzını kıldılar. Digerleri hayvânlarını sudan geçirmekle mesgûl oldular Bu sırada günes batdı. Ikindi nemâzını kaçırdılar. Bu konuda çok sözler söylediler. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” bu sözleri duyunca, günesi geri getirmesi için Allahü teâlâya düâ etdi. Allahü teâlâ düâsını kabûl edip, günesi geri gönderdi. Ikindi nemâzını kılmamıs olanlar nemâzlarını kıldılar ve günes tekrâr batdı. O sırada günesden korkunç bir ses geldi. Eshâb çok korkdular. Tesbîh, tehlîl ve istigfâr etmege basladılar. ¥ Hazret-i Alî “radıyallahü anh” kendisinin haberlerini, hazret-i Mu’âviyeye “radıyallahü anh” götüren bir sahsa, niçin götürdün, dedi. O sahs inkâr etdi. Hazret-i Alî, yemîn edermisin, dedi. O sahs yemîn etdi. Hazret-i Alî, eger yalan yere yemîn etdiysen, Allahü teâlâ senin gözünü kör etsin, dedi. Aradan bir hafta geçmeden o sahsın gözleri kör oldu. Bastonundan tutup çekerlerdi. Aslâ yolunu göremezdi. ¥ Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” (Delâil-ün-nübüvve) adlı eserinde de bu hâdiseye benzer bir hâdiseyi söyle nakl etmisdir: Hazret-i Alî “radıyallahü anh” bir gün Rahbede bir sahsa bir sey sordu. O sahs dogru söylemedi. Hazret- i Alî, yalan söylüyorsun, buyurdu. O sahs hâyır yalan söylemiyorum, dedi. Hazret-i Alî, eger yalan söylüyorsan sana beddüâ edeyim, Allahü teâlâ seni kör eylesin mi, dedi. O da et, dedi. Bunun üzerine hazret-i Alî ona beddüâ eyledi. Dahâ Rahbeden çıkmadan gözleri kör oldu. – 317 – ¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh”, bir gün mescidde bulunanlara yemîn vererek: Kim Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” (Beni seven, Alîyi de sever) buyurdugunu isitdiyse, sâhidlik etsin, dedi. Oniki kisi sâhidlik etdi. Bir kimse Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” bu hadîs-i serîfi söyledigi sohbetde bulundugu hâlde sâhidlik etmedi. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” ona ey falan, sen bu hadîs-i serîfi duydugun hâlde niçin sehâdet etmedin, diye sordu. O kimse ben ihtiyârdım, unutdum, dedi. Hazret-i Alî, yâ Rabbî eger bu sahs yalan söylüyorsa, derisinde bir beyâzlık meydâna getir ki, sarıgı o beyâzlıgı örtmesin, diye düâ etdi. Bu hâdiseyi nakl eden kimse, vallahi o sahsı gördüm, iki gözünün arasında bir beyâzlık meydâna gelmisdi, demisdir. Zeyd bin Erkam “radıyallahü anh” demisdir ki: O gün ben de o meclisde veyâ böyle bir meclisde idim. Ben de o hadîs-i serîfi isitenlerden idim. Fekat onu gizledim, sâhidlik etmedim. Allahü teâlâ benim gözlerimin nûrunu giderdi. Demislerdir ki, Zeyd bin Erkam “radıyallahü anh” sâhidlik etmediginden dolayı dâimâ pismân olup, Allahü teâlâdan magfiret dilerdi. ¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh” bir gün minbere çıkdı ve söyle buyurdu: Ben Allahın kuluyum. Resûlullahın kardesi ve vârisiyim. Cennetdeki kadınların seyyidesini nikâh eden benim. Benden baska bu da’vâda bulunana Allahü teâlâ bir musîbet versin! O meclisde bulunan bir kimse, ben Allahın kuluyum ve Resûlullahın kardesiyim diyen bir kimsenin sözü kimseye hos gelmez. Buna kim inanır, dedi. Dahâ yerinden kalkmadan, aklını kaybedip, delirdi. Orada bulunanlar, dahâ önce buna böyle birsey olmus mu, idi diye sordular. Kavmi hâyır olmadı, dediler. O kimsenin hazret-i Alî hakkında kötü düsünmesi sebebiyle böyle oldugunu herkes anladı. ¥ Sıffîn harbinde bir gün Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh”, Ey Ebâ Müslim neredesin, diye nidâ eyledi. Hazret-i Alînin oglu Muhammed bin Hanefiyye “radıyallahü anh”: Babacıgım, Ebû Müslim arka saflardadır, de- – 318 – di. Hazret-i Alî, Ey oglum, Ebû Müslim Havlânîyi kasdetmiyorum. Ben bu ordunun kumandanı olacak olan Ebû Müslimi kasdediyorum. O mesrik tarafından siyâh bayraklarla çıkar, çok harb eder. Allahü teâlâ onun vâsıtasıyla dînini yayar. Dînin yayılmasında onunla birlikde olanlara ve zâlimlerin baslarının asagıda olmasına gayret gösterenlere müjdeler olsun, buyurdu. ¥ Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, Kûfe halkından Muhammed bin Ebî Bekre “radıyallahü anh” yardım etmelerini istedi. Fekat kabûl etmediler. Hazret- i Alî “radıyallahü anh”, yâ Rabbî! Bunlara öyle birini musallat et ki, bunlara hiç acımasın, diye düâ etdi. Bir rivâyetde ise bunlara Sakîfden birini musallat et, demisdir. O gece Haccâc dogdu. Haccâc Kûfe halkına çok eziyyet etmisdir. ¥ Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” bir gün, ne olurdu ne zemân vefât edecegimizi bilseydik, dedi. Yanında bulunanlar biz bunu bilemeyiz, dediler. Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” ben bunu Alîden “radıyallahü anh” ögrenirim. Çünki, onun agzından çıkan söz hakdır, dedi. I’timâd etdigi kimselerden üç kisi çagırdı. Onlara Kûfeye gidiniz. Kûfeye bir konak kalınca, birbirinizin arkasından aralıklı olarak Kûfeye giriniz. Benim vefât etdigimi söyleyiniz. Yalnız, hastalıgım, vefât zemânım, kabrimin yeri ve nemâzımı kimin kıldırdıgı hakkında hepiniz aynı seyi söyleyiniz, dedi. O üç kisi yola çıkdılar. Kûfeye bir konak kalınca, önce birisi gitdi. Nereden geliyorsun, dediler. Sâmdan geliyorum, dedi. Sâmda ne haberler vardır, diye sordular. Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” vefât etdi, dedi. Onu hazret-i Alînin “radıyallahü anh” huzûruna götürdüler. Hazret-i Alî onun söylediklerine i’tibâr etmedi. Ikinci gün diger kimse Kûfeye girdi. Ona da önceki kisiye sordukları seyleri sordular. O da birinci kimsenin söylediklerini söyledi. Bu haberi yine hazret-i Alîye iletdiler. Fekat o iltifât etmedi. Üçüncü günde, üçüncü sahs Kûfeye girdi. O da öncekilerin söyledigi seylerin aynısını söyleyince, hazret-i Mu’âviyenin “radıyallahü anh” vefât etdigine kimsenin sübhesi kalmadı. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” ise, hâyır o vefât etmedi, – 319 – dedi. Mubârek basını göstererek, bunun kanıyla yüzüm kana bulanmadıkca Mu’âviye “radıyallahü anh” vefât etmez, buyurdu. O üç kisi bu haberi hazret-i Mu’âviyeye iletdiler. Hazret- i Mu’âviye kendisinin hazret-i Alîden sonra vefât edecegini anladı ve öyle oldu. ¥ Hazret-i Alî “radıyallahü anh” bir hutbesinde Bagdâd vak’asına isâret ederek; sanki ben, Benî Abbâsdan birisinin kurbanlık yerine getirilen develerin tepelendigi gibi, tepelendigini görüyor gibiyim, dedi. Dinleyenler, buna mâni’ olmak mümkin degil mi, dediler. Yazık o kimseye ki, bu gün Allahü teâlânın emrini bırakıp, dünyâya dalmıs ve zarara ugramısdır, dedi. Sonra o hutbesinde: Eger istesem o kimselerin ismlerini, künyelerini ve sıfâtlarını, katl olunacakları yeri haber verebilirim, buyurdu. ¥ Hazret-i Alî “radıyallahü anh” bir hutbesinde de, kendisinin kâtili olan Abdürrahmân bin Mülceme isâret ederek, kendisinin kâtili olacagını söylemisdir. Bir def’asında Abdürrahmân bin Mülcemi Kûfe mescidinde gördü ve su ma’nâdaki beyti okudu: Hâzırlan ölüme, o gelmekdedir sana, Baslama feryâda, ölüm gelince sana. Sonra Ibni Mülcemi yanına çagırdı ve ona senin câhiliyyet zemânında veyâ çocuklugunda hiç lakabın varmı idi, diye sordu. Bilmiyorum, dedi. Sana ey sakî veyâ ey Sâlihin kısır devesi diyen, yehûdî bir süt annen varmı idi, dedi. Ibni Mülcem vardı, dedi. Hazret-i Alî baska birsey söylemeyip, susdu. ¥ Hazret-i Alî “radıyallahü anh” bir gün söyle buyurdu: Dün gece Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” rü’yâda gördüm. Yâ Resûlallah! Ümmetinden bana ulasan bu mihnetler ve husûmetler nedir, dedim. Onların üzerine düâ et, buyurdu. Yâ Rabbî! Bana onlardan iyi karsılık ver ve onların üzerine benden kötüsünü musallat eyle, diye düâ etdim. O gün düâsı kabûl olunup sehîd edildi. – 320 – ¥ Hazret-i Hüseyn “radıyallahü anh” söyle anlatmısdır: Babam Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh” vefât edince, bir ses isitdik. Bu Allahın kulunu bize bırakınız, siz dısarı çıkınız, diyordu. Biz dısarı çıkdık. Evin içinden bir ses duyduk. Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât etdi. Onun vasîsi de sehîd oldu. Bundan sonra bu ümmeti kim koruyacakdır, diyordu. Birisi cevâb verip: Kim onun yolundan gider ve onun ahlâkı ile ahlâklanırsa, bu ümmetin koruyucusu o olur, diyordu. Sonra sesler kesildi. Eve girdik. Hazret-i Alîyi “radıyallahü anh” yıkanmıs ve kefenlenmis bulduk. Nemâzını kılıp defn etdik. ¥ Hazret-i Alî “radıyallahü anh” ogulları hazret-i Hasene ve hazret-i Hüseyne “radıyallahü anhümâ” söyle vasıyyet etmisdi. Vefât etdigim zemân beni bir serîrin üzerine koyup, Gazbin tarafına götürünüz. Orada beyâz bir tas bulacaksınız. O tasdan nûr yayıldıgını görürsünüz. Orayı kazınız. Hâzırlanmıs bir mekân bulacaksınız. Beni oraya defn ediniz. Söyledigi seyler aynen görüldü ve vasıyyeti yerine getirildi. ¥ Hazret-i Alînin “radıyallahü anh” kabrini yerle aynı seviyede örtmüslerdi. Hârûn Resîd bir gün avlanırken, Gazbin tarafına gitmisdi. Ceylânlar Gazbin tarafına kaçıp gizlendiler. Her ne kadar avcı dogan kuslarını ve av köpeklerini oraya gönderdilerse de, ceylânlara yaklasamayıp, geri geldiler. Bunun sebebini Gazbindeki ba’zı ihtiyârlara sordular. Ihtiyârlar, dedelerimizden hazret-i Alînin “radıyallahü anh” kabrinin burada oldugunu duyduk, dediler. Hârûn Resîd bunu duyunca kabûl etdi. Hayâtda oldugu müddetce her sene gelip ziyâret etdi. ¥ Hazret-i Alîye “radıyallahü anh” muhâlif olanların ugradıkları musîbetlerden bir kısmını Imâm-ı Müstagfirî “rahmetullahi aleyh” (Delâil-ün-nübüvve) kitâbında söyle yazmısdır: Firâs bin Amr, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında bas agrısına tutuldu. Resûlullah onun iki gözü arasına dokundu. Mubârek parmaklarının dokundugu yerden kirpi kılı gibi bir kıl çıkdı. Bas agrısı kesildi. Hâricîler, hazret-i Alîye “radıyallahü anh” karsı harekete geçdikle- – 321 – Sevâhid-ün Nübüvve - F:21 rinde, Firâs bin Amr hâricîler tarafını tutdu. Basındaki o kıl düsdü ve siddetli bas agrısı basladı. Bu isin basına gelmesi hazret-i Alîye “radıyallahü anh” karsı hücûm etdigindendir, dediler. Firâs bin Amr “radıyallahü anh” tevbe etdi. Basında o kıl tekrâr çıkdı ve bas agrısı kesildi. ¥ Sâlih bir kimse söyle anlatmısdır: Bir gece rü’yâmda kıyâmet kopmus ve bütün insanları hesâba çekmek üzere topladıklarını gördüm. Sırat köprüsüne dogru gidip, sıratı geçdim. Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” Kevser havuzunun yanında gördüm. Hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn “radıyallahü anhümâ” da insanlara su dagıtıyorlardı. Bana da su vermeleri için yanlarına gitdim. Bana su vermediler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” sana su vermek istemezler, buyurdu. Niçin yâ Resûlallah dedim. Senin bir komsun var. Alîye “radıyallahü anh” la’net eder ve kötü sözler söyler ve sen ona mâni’ olmazsın, buyurdu. Yâ Resûlallah! Bende ona mâni’ olacak kuvvet yokdur, beni öldürmesinden korkarım, dedim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bana bir bıçak verdi ve git onu öldür, buyurdu. Rü’yâmda gidip o komsuyu öldürdüm. Geri dönüp, yâ Resûlallah, emrinizi yerine getirdim, dedim. O zemân Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Hasene dönerek: Yâ Hasen, buna su ver, buyurdu. Hazret-i Hasen bana su verdi. Su kâsesini elinden aldım. Fekat içip içmedigimi hâtırlamıyorum. Sonra uykudan uyandım. Abdest alıp sabâha kadar nemâz kıldım. Sabâhleyin birkaç kisi aralarında falan kimseyi bu gece yatagında öldürmüsler diye konusuyorlardı. Hâkimin adamları gelip komsulardan birkaç suçsuz kimseyi yakalayıp götürdüler. Ben kendi kendime, Sübhânallah! Bu nasıl rü’yâ idi ki hakîkat oldu diyordum. Sonra hâkime gidip, o adamı ben öldürdüm. Yakaladıgınız kimseler suçsuzdur, dedim. Hâkim, sen ne söylüyorsun, diye sasırdı. Ben rü’yâ gördüm. Allahü teâlâ o rü’yâyı hakîkat yapdı. Benim günâhım nedir diyerek, hâkime rü’yâmı anlatdım. Hâkim bana Allahü teâlâ sana hayrlı mükâfatlar versin. Sen de suçsuzsun, yakaladıklarımız da suçsuzdur, dedi. – 322 – ¥ Alî bin Zeyd “radıyallahü anhümâ” söyle anlatmısdır: Sa’îd bin Müseyyib “radıyallahü anh” bana bir sahsı gösterdi. Git o sahsı gör, dedi. Sen hâlini söyle, ben onu görürüm, dedim. O öyle bir sahsdır ki, Resûlullahın Eshâbından hazret- i Alî ve hazret-i Osmân “radıyallahü anhümâ” hakkında uygun olmayan sözler söylüyor, dedi. Ben Allahü teâlâya münâcât edip, yâ Rabbî, eger hazret-i Osmânın ve hazret-i Alînin “radıyallahü anhümâ” senin yanında kıymetleri ve i’tibârları varsa, bana bir nisân göster, dedim. O sahsın yüzü siyâh oldu. ¥ Medînede bir sahs vardı. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” hakkında kötü sözler söylerdi. Sa’d bin Mâlik “radıyallahü anh” ona beddüâ etdi. O sahs devesini mescidin dısına baglayıp, mescide girerek, cemâ’atin arasına oturmusdu. Devesi yerinden sıçrayıp mescide girdi. O sahsı gögsünün altına alıp, o kadar ezdi ki adam öldü. ¥ Ebû Abdüllah Muhammed bin Kayyım Cevziyye (Kitâbür- rûh) adlı eserinde, Ibni Ebiddünyânın (Kitâb-ül-menâmât), kitâbından nakl etmisdir. O da Kureysli bir ihtiyârdan rivâyet etmisdir: O ihtiyâr söyle anlatmısdır: Sâmda yüzünün bir tarafı siyâh bir adam gördüm. O tarafını dâimâ bir seyle örterdi. Yüzünün neden böyle oldugunu sordum. Hâlimi her sorana anlatacagıma dâir Allahü teâlâya söz verdim, dedi ve anlatmaga basladı. Ben hazret-i Alî “radıyallahü anh” hakkında çok kötü sözler söylerdim. Bir gece rü’yâmda, bir kisi gelip, sen benim hakkımda kötü sözler mi söylüyorsun diyerek, yüzümün bir tarafına bir sey vurdu. Sabâhleyin yüzümün o tarafının siyâh oldugunu gördüm. ¥ Hüseyn bin Alî “radıyallahü anhümâ” söyle anlatmısdır: Medîne vâlîsi Ibrâhîm bin Hisâm el-Mahzûmî, her Cum’a bizi minber etrâfında toplar ve hazret-i Alî “radıyallahü anh” hakkında yakısmayan sözler söylerdi. Yine bir Cum’a günü mescid dolu idi. Ben minberin yanında oturuyordum. Uyumusdum. Rü’yâmda Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” kabrinin açıldıgını gördüm. Bana, ey Ebû Abdüllah! Bu sahsın sözlerine üzülmüyormusun buyurdu. – 323 – Evet üzülüyorum, dedim. Gözlerini aç bak, Allahü teâlâ ona ne yapacak buyurdu. Gözlerimi açdım, yine hazret-i Alî “radıyallahü anh” hakkında uygunsuz sözler söylüyordu. Birdenbire minberden düsüp öldü. Kaynak:ŞEVÂHİD-ÜN NÜBÜVVE (Peygamberlik Müjdeleri)Kitabından Alıntıdır... Sesli Olarak Dinlemek İçin:[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...] Bilgisayara indirmek İçin(Mp3 Formatında):[Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
__________________
Nefsini baş tacı eden , Dinini hor görür...
|
Konuyu Toplam 1 Üye Okuyor. (0 Kay?tl? Üye Ve 1 Misafir) | |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
HAYIRLI CUMALAR... | sibelYILMAZ | Dini sohbet | 1230 | 08.02.2013 03:13 |
Günün hikayesi | altuntas58 | Serbest Kürsü | 410 | 29.12.2012 01:33 |
HzMuhammed (SAV) Efendimizin Hayati Özet | spainloco | Peygamberler Tarihi | 4 | 22.10.2009 11:36 |
EY HOCA, BİR FATİHA DA ATATÜRK’E OKU! | 65serdal58 | Serbest Kürsü | 99 | 19.08.2009 19:43 |
Ebu Dâvud | seva | Hadisler | 2 | 25.07.2009 17:26 |