|
SİTE ANA SAYFA | Galeri | Kayıt ol | Yardım | Ajanda | Oyunlar | Bugünki Mesajlar | Arama |
Serbest Kürsü Serbest Konular |
|
Seçenekler | Arama | Stil |
29.10.2009, 11:18 | #1 |
Yeni Yiğido
muhali Şuan
Son Aktivite: 08.11.2009 22:01
Üyelik Tarihi: 25.10.2009
Mesajlar: 45
Tecrübe Puanı: 555
|
Ak =Beyaz=Libni Kabilesi = Uğrular
AK” ve “KARA” nın TARİHİ
1. Türk- Moğol Toplumlarında “AK” ve “KARA” nın Anlamları Türk halkında, bilinen tarihlerinden beri, “kara“ her zaman “kötü”, “ak” da her zaman “iyi” anlamındadır. Örneğin, halk arasındaki konuşmalarda “kara talih”, “kara baht”, kan gün” , ‘kara vicdanlı” vb kötüleyici, aşağılayıcı-küçümseyici anlamlarda kullanılır. Genç ölümlerinde, ölünün yakınları “kara elbise=matem elbisesi” giyerler. Halk arasında “yüzün kara ola!” en kötü beddua, “ yüzüm kara ola!” en ağır yemindir. Ak, ise tam tersi anlamdadır. Örneğin, “ak günler göresin “ en iyi duadır. Bir kimsenin temiz olduğunu vurgulamak için “akça- pakça” biri denir. Yarin ellerinin güzelliği söz konusu ise; “ ak elleri boğum boğum kınalı” olur. Türk halkın günlük yaşamında "Ak" ve "Kara" sözcüklerine yüklenen bu anlamlar, eski Türk sosyal yapısına da aynı şekilde yansımıştır; Ak-Kara karşıtlığı çok belirgindir: "Ak", yönetici soylu sınıfı, "kara" ise yönetilen halk yığınlarının adıdır. Bunun böyle olduğunu Türklerin çok az sayıdaki kendi orijinal yazılı belgelerinden öğreniyoruz. Bunların en önemlisi Orhun Abideleri ’dir. Aslında kireç taşından yapılmış olan bu yazıtlar, kendisinden binlerce yıl önce yapılan Eski Mısır, Eski Yunan, Roma, Hitit, Lidya, Frig, Asur, Babil, vb yerleşik tarım –ticaret toplumlarının granit ve mermerden yapılmış mabet, saray, mezar, tiyatro, sfenks, vb sanat ve inşaat harikası olan görkemli anıtsal yapıların yanında -sanatsal ve estetik bakımdan- çok fazla değere sahip değillerdir. Ancak bu yazıtlar, Türklerin kendilerine ait ilk yazılı belgeler olmaları nedeniyle “abide” olarak kabul ediliyorlar. Türk tarihinin Cumhuriyet’e kadar olan bilinen dönemlerinde “kara” kelimesi halkı tanımlayan bir sıfattır. Hun, Göktürk ve Uygurlarda Bey’e tabi olan budun geniş kitlesine verilen ad “ Kara Budun” dur. Orhun yazıtlarında “beyler”- “kara budun” ayırımı çok keskin sınırlarla yapılmıştır. Orhun yazıtlarında halk kitlesi genellikle “Türk Budun” olarak anılsa da , “...Kara Türgiş Budun hep tabi oldu /…/ …Türk kara kamağ (kemik) budun şöyle demiş: İlli millet idim, ilim şimdi hani, kime il kazandırıyorum der imiş /…/ …Kara budun kağanım geldi deyip övdü.” (Prof. Dr. Muharrem Ergin: Orhun Abideleri, s: 23, 35,50. Uygurların "Sine Usu "yazıtında , “ak”, “kara” kitle ayrımı yaparak bilgimizi biraz daha genişletir. Halk kitlesi “'Kara İğil budun” olarak anılır: “Kara İğil budunu yok kılmadım. Evini, barkını, yılkısını (at sürüsünü) yağma etmedim. Ceza söyledim. Duraya koydular. Kendi budunum dedim. Bana uyarak gelin dedim. Koyup vardım, gelmedi. Tekrar kovaladım. Burgu'da yetiştim... Savaş ettim, mızrakladım. At sürüsünü, mallarını , kızını, karısını getirdim” (D. Avcıoğlu, TT, s: 262). Sine Usu'da “Kara İğil budun” gibi, “kara budun” deyimi de yer alır. Irk Bitig'de (9. yüzyılda runik alfabeyle yazılmış Uygur metni) ise, kara budun için, budun sözcüğü kullanılmadan yalnızca “kara kemik” denilir. Uygur kağanı Moyunçur Şine Usu yazıtında, “Karasını yığdım topladım, beyleri kaçtı” der. “Kara”, soylu olmayan boy kitlesi anlamındadır. Aynı şeklide, “Orhun Abideleri”nden çok daha önce ve aynı etnik topluluklar içinde anlatılan sözlü geleneğin ürünleri olan “Dede Korkut” hikâyelerinde de “kara” , aşağılık anlamında yönetilen halk için kullanılır. “Kara Budun” olan yönetilenlerin ( halkın) adı, Oğuzlarda bu kez “Karacuk Çoban” olmuştur. Karacuk (karacık), -cık eki burada küçümsemeyi vurgular: zavallı kara. Dede Korkut'ta şu söz her şeyi çok net açıklar: "Kara eşek başına gem vursan katır olmaz, hizmetçiye elbise giydirsen hanım olmaz.” (Prof. Dr. Muharrem Ergin: Dede Korkut Kitabı, s:2). Dede Korkut hikayelerinde, “kara” bir aşağılamanın yanında cezalandırma sıfatıdır. “Kalkarak Han Bayındır yerinden doğrulmuş, bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ diktirmiş, oğulluyu (oğlu olanı) ak-otağa, kızlıyı ( kızı olanı) kızıl otağa, oğlu kızı olmayanı kara otağa kondurun, kara keçe altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin yerse yesin, yemezse kalksın gitsin... Ben varınca gelerek karşıladılar kara otağa kondurdular, kara keçe altıma döşediler, kara koyun yahnisinden önüme getirdiler.”(Prof. Dr. Muharrem Ergin: Dede Korkut Kitabı, s: 10,11 ) İslam’dan ( İslam=teslim) sonra da Türk toplumlarında “kara” yine aynı anlamda yönetilen Türkleri tanımlar. Karahanlılar döneminde Yusuf Has Hacip adlı Türk asıllı olduğu iddia edilen biri tarafından yazılan “Kutadgu Bilig” ise, “ak” ve “kara” ayrımına daha bir açıklık getirir. Kutadgu Bilig'de erdemli bey “ak”, budun ise, “kara”dır. Kutadgu Bilig'e göre, balçıktan yapılmış, kubbeli ve karanlık bir binaya benzetilen dünyayı güneş nasıl aydınlatıyorsa, kara budunu da ışık merkezi olan “ak insan” aydınlatır. Kutadgu Bilig’de kara budun öküz seviyesinde görülür: “kara budunun karışıklığına katılma, kaç/ Kara budunun karnı doyarsa, bak, öküz gibi yatar” (Yusuf Has Hacip: Kutadgu Biliğ. Hazırlayan: Yaşar Çağbayır. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2003.) Türk göçebe konfederasyonlarında ( ilkel devletler; devletimsi oluşumlar) yönetilen halka “kara budun” denildiği gibi, Türk göçebe konfederasyonlarındaki kara halk ile aynı statüdeki ve birçok Batılı otorite tarafından Türk etnisitesinden sayılan Moğol halk da aynı adla, “xaracu (haracu)=kara halk olarak adlandırılmıştır (VV: Moğolların İçtimai Teşkliatı, s:108,120 ) “Kara halk”ın “köle” statüsünde olduğu Moğollarda çok belirgindir. Örneğin, Cengiz soyunun denetiminde Yahudi asıllılara yazdırılan Moğolların Gizli Tarihi’nde “kara halk”, “haracu bool=adi köle veya bağımlı boylar (köleler) anlamında “unagan bogol” denilmiştir. (Moğolların Gizli Tarih: s:129) Aynı gelenek Selçuklu ve Osmanlılarda da sürer. Mekanın ve zamanın değişmesine karşın, kara=Türk özdeşliği değişmez. Yüzyıllar sonra Osmanlılarda da “kara” sözcüğü aynı anlamda kullanılır: “Osmanlı’ya göre, Kızılbaş Türkmen'in "yaşamı çirkin”dir." Türkmen'in bahtı karadır, onlar kapkara yığınlardır." (Osmanlı tarihçisi Hoca Sadettin’den aktaran Vecihi Timuroğlu , s: 26) Kısacası, kara renk Türklerde pek sevilmeyen bir renktir. "Oğuzlar, ve genel olarak Türkler kara renkli giysiler giymemekteydiler. Siyah renk, şağılnam, mahkumiyet ve felaket simgesi idi. Zamanla matemde giyilmeye başlanmıştı. (Türkiye Tarihi, ed: Sina Akşin, s: 343).Belki de bu nedenden dolayı, ister göçebe isterse yerleşik yaşamda olsun Cumhuriyet’e kadar olan süreçte ”Kara" sözcüğü , tek başına bile, yönetilen halk kitlesinin adıydı. Ama, aynı zamanda, halkı değersizleştirme sıfatıydı, yukarıda verien örneklerde de görüldüğü gibi, "kara budun" hayvan seviyesinde görülüyordu. Tüm bunlar gözönüne aldığında, Atatürk’ün değerinin Türk kökenli Türklerin (eskinin Karabudun’unun) zihninde hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak kadar yüksekte oluşu, “yüce" oluşu çok kolay anlaşılır. 2. Yahudi Tarhinde “AK”'ın Kökü: Tevrat'taki Kabile Günümüzde Türkiye Sabetayistleri ve Kriptoları “AK” sözcüğünü adlarında, soyadlarında veya şirket adlarında taşırlar. Hatta, Türkiye’de “AK” (Beyaz) sözcüğü Yahudi ırkı ile özdeşleşmiştir. Türkiye’yi bugün yöneten iktidar AK Parti iktidardır. Prof. Dr. Necmettin Erbakan, AK Parti’yi Siyonistlerin kurduğunu ileri sürmüştür. AK Parti’yi kuranlar 1970’lerde Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın kurduğu "AK Gençler "örgütünde yetişenlerdir. Yani, “tencere dibin kara, seninki benden kara.” AKP Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan, “Türkiye’yi kültürler mozaiği tanımlamak çok yanlıştır. Çok sayıda renk olabilir ama ana renk beyaz (AK)dır. Ana renge ciddi olarak sahip çıkmalıyız” dedi.(Hürriyet Gazetesi, 6 Aralık 2007 Yahudi Tarihinde “AK” sözcüğü ile ilgili iki iddia var; bunlardan biri efsaneye dayanıyor: 1.İddia: Musevi dinin kurucusu kabul edilen Moiz (Musa)’nın Firavun’un karşısında gösterdiği 3 mucize efsanesinden kaynak alır. Moiz, kabilesinin önderi olarak Firavun’a isyan eder, yenilir. Firavun’un askerleri Moiz’i yaklar, Firavun’un huzuruna getiriler. Firavun, Moiz’e,” madem peygambersin bana 3 mucize göster, eğer gösterirsen affedeceğim, yoksa kellen gider ‘ der. Moiz, sağ elini sol koltuğunun altına götürdükten sonra Firavun’a gösterir; el “beyaz=Ak” olmuştur. 2. İddia ise, Prof. Drç. Yalçın Küçük’ün belgelere dayandırdığı bilimsel analizidir. Ak’ın İbranice’deki karşılığı Livane’dir, Tevratik bir isimdir. Yahudiler Livane’yi hem Ak ve Ay şeklinde, hem de livni, livniy, livny, liwny varyantları olaark taşıyorlar. Bu türevlerin tümü “LVN” kökünden türetilen kelimelerdir. Tevrat’ta “LVN” işareti iki yerde geçer. Bunlardan birisi, Çıkış Kitabı’ndadır: "Onların ataları evlerinin reisleri şunlardır: İsrail’in ilki Ruben’in oğulları, Hanok, ve Palu, Hetsron ve Karmi, Ruben’in kabileleri bunlardır. Ve Şimeon’un oğulları, Yemuel ve Yamin ve Ohad ve Yakin ve Tsohar ve Kenanlı bir kadının oğlu olan Şaul, Şimenon’un kabileleri bunlardır. Levi oğullarının adları doğuşlarına göre, şunlardır, Gerşon ve Kohat ve Merari ve Levi’nin hayatının yılarlı yüz oyuz yedi yıl idi. Gerşon’un oğulları kabilelerine göre, LİBNİ ve Şimeidir.” Buradaki “Libni”, “Livni” ve dolayısıyla Livane’dir. Tevrat’ta LVN, bir de Yeşu’nun Kitabı’nda var: “ Ve Yeşu ve kendisiyle beraber bütün İsrail, Makkeda’dan Libna’ya geçti ve Libna’ya karşı cenk etti; ve kralı ile beraber bunu da RAB İsrail’in eline verdi., onu ve ondan olana bütün canları kılıçtan geçirdi, onda artakalan kimse bırakmadı, onun kralına da Eriha kralına yaptığı gibi yaptı.” Görüldüğü gibi, LVN , Tevrat’ta hem bir kabile adı, hem de Şehir adı olarak geçiyor. ( Alevilerin çok sevdiği, hatta bazılarının Alevi sandığı Zülfü Livaneli ( Livni=Livaneli) Artvinlidir. Artvin’in Osmanlı’daki adı “Livane”, Yusufeli ilçesinin adı ise Nefs-i Livana; asıl Livana= Asıl Yahudi yeri). Moğolca’da Ak’ın karşılığı “Çağan”dır. Moğol kırması Yahudilerde Ak yerine Çağan ad olarak taşınır. AK Envanter Ak, aka, akad, akay, akça, akbay, akman, akmeriç, akoba, akok, akol, akoğlu, akgül, akhisar, algönül, akkaya, akbulut, aktuna, akyalçın, akgöz, akgün, aklaş, akyazı, akçakaya, akyüz, akgünay, aksoyer, aksal,, aksel, akbıyık, akçadağ, akçit, akşit, akdağ, akhun, akın, aksoy, akyol, akşener, akinan, akış, akışık, akel, akdamar, akşener, akdoğan, akçal, akkan, akfil, aktaş, akbayram, akgüner, akinsan, akmirza, aşken, akverdi, akçakaya, akyıldız, aksan, akkor, aksa, akkoç, akalın, aktan, aktoprak, aküzüm, akaydın, aksu, akpınar, akdağ, akdiş, akyürek, akbaba, aközü, akkuş, akegemen, akaltın, akbal, akşin, akarca, akarcalı, akyel, akıman, akkartal, akıman, akkartal, akkanat, aktan, akdemir, akdeniz, akkaynar, akgüç, akurgal, aksoley, aktulga, akel.... Bur-ak, koç-ak, burç-ak, tunç-ak,bol-ak, ber-r-ak, arı-ak, yüzü-ak, gün-ak ( Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsyan-1, s 581-598) Bazı örnekler: Ak-gençler, Ak-parti, ak-bank, ak-enerji, ak-çimento, ak-fil mensucat, ak-kömür, Y.Ak-bulut (hal müdürü başbakan), Y. Ak-tuna (bakan), Ak-günler (Ecevit’in sloganı), Ak-gün Er-B. (prof, Er-bakan’ın kardeşi) M. Ak-oğlu ( Er-bakanların damadı, klinik şefi ),O. Ak-gönenç( milletvekili, Marvah Kavakçı’nın hamisi) M. Ak-şener (dişi kurt), Abdul.K. Ak-su (kürt biliniyor, sadece İçişleri Bakanlığı’nı değil, Türkiye’nin siyasetini yapılandırdı/yapılandırıyor, 1978 Maraş kırımından vali yardımcısıydı), R. Ak-dağ (bakan), T. Ak-yol, (Hergün gazetesi yazarıydı, şimdi liberalist: her telde oynuyor) K. Ak-kor, E. Ak-urgal (prof), U.Ak-yürek, B. Ak-soy (çok kocalı sanatçı), S. Ak-kiraz (zazafon Alevi türkücü), N. Ak-bal( zazafon alevi türkücü) . S. Ak-şin (prof, solcu-Atatürkçü biliniyor), vb. Bazıları “Ak yerine “Beyza” ( kadınlar) ad veya “Beyaz” (soyadı) taşıyorlar. Bunların temel özelliği: tümü kripto, tümü de ya hırsız, ya da yeteneksiz veya da açık ya da gizli hain olmalarına karşın siyasette, ekonomide, asker –sivil-akademik bürokraside en tepede olmalardır. Buralara Türk kökenli Türkleri –bir inanç ölçüsünde- kesinlikle yaklaştırmazlar. Mülakat sınavları, “İbrani seçimi” seremonileridir. " Üniversitelerimiz, İbrani asıllıların hegemonyası altındadır. Sağcı veya solcu, ülkücü ya da Komünist görülebilirler,ancak öncelikle İbrani asılılık var. Judaizm bilimine açıklık getirmeye hazırlanıyorum; kontrol noktalarına kendilerinden olmayanları getirmemek esastır....Bu kanunsuzluğu yapanlar ülkücüler veya MHP’liler değiller; görüntü ile özü birbirinden ayırmak zorundayız: İbrani asıllılardır. İsrail çizgisini izleyenlerdir; 1960‘lı yılların ikinci yarısından beri mekanizma bududur.” (Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsyan-1, 389-393. ) Eğer, toplumun büyük kısmında bir hoşnutsuzluk doğarsa ve (gizli)İbrani egemenliği tehdit edilecek noktaya gelirse askeri darbe yapılır, çeşitli suçlamalarla muhalif olanlar ile iktidara ortak olmak isteyen yandaşlar ezilir. İkinci bir belirleyici özellikleri de –hangi kimliğin altına gizlenmiş olurlarsa olsunlar- mitolojik tarihlerine sıkı sıkıya bağlı olmalarıdır. Örneğin, dağa, Gök’e tapınmayı kafirlik, sapkınlık, ilkellik ve hatta ahlaksızlık olarak görürken, Ağlama duvarını öpmeyi, tapınmayı, sosyal evrendeki soyut varlıkları taşlamayı beyinsel gelişmişlik olarak ve bunu da Rab (Rav)’ın kendilerine ihsan ettiği bir üstünlük, bir ayrıcalık olduğuna yürekten inanılırlar. Bu nedenle de, aklın üstünlüğünü savunan Batı uygarlığına/düşüncesine düşmandırlar, hem onun insan yaşamını kolaylaştıran araçlarını kullanırlar, hem de ondan nefret ederler. En yetenekliler, en vatanseverler, en hırslılar elimine edilerek ülkenin en stratejik yerleri İbrani olmaktan başak özelliği olamayanlara teslim ediliyor. Sonuç, 100'ün üzerinde üniversite, 10 binlerce prof. var ama ülke bilimde, teknolojide, ekonomide, sosyal yapıda Afrika’nın kabile devletlerinin statüsünde. Siyasette ise, Avrupa’da hırsızlıktan yargılanıyor. Çünkü, Türkiye’nin idari, sosyal, ekonomik, kültürel, bilimsel yapılanması Türk ırkına yabancı, hatta düşman bir ırkın mensupları tarafından yapılandırılıyor. Üniversiteler bilim adamı sıfatını kullanan şarlatanlarla dolu. Türk kökenli Türkler, Almanya’da ortaya çıkan “ Beyaz Holding” soygunculuk olayını yorumlarken bu belgeler/bilgilerin yararlı olacağını umarım. Beyaz Holding Olayı Almanya’da “Deniz Feneri” veya “Beyaz Holding” olarak adlandırılan bir dolandırıcılık/soygunculuk davası başladı. Çalınan paranın 55 milyon Euro olduğu tahmin ediliyormuş. Alman savcı, bu paradan 7 milyon Euro’nun T.C Başbakanı tarafından –en kibar deyimle –“cebellezi” edildiğini iddia ediyor. Fakat, -Allah nazardan saklasın- Başbakanımız tınmıyor bile. Beyaz Holding soygunu ile bağlantılı olarak kendi kurdukları bankaların içini boşaltanları, parti yardımı adı altında hazinende verilen paraları “iç”” edenleri, büyük küçük ihalelerde vurgunları, imar değişikliği ile kentleri satanları,vb tüm hırsızlıları, soygunları, alçaklıkları bu bağlamda düşünmek gerekir. Bunların tümü yukarıda açıklamaya çalıştığım "AK kabile"den. Uzun lafa gerek yok, 2 örnek vereceğim: 1. Japonya’nın Kobe kentinde 17 ocak 1995'te bir deprem oldu; 6200 öldü. Şehrin su şebekesi arızalandığı için kente 3 gün su verilemedi. Japon gazetelerinden bazılarında “ su sistemi niye arızalandı, acaba ihale edilirken Belediye Başkanı rüşvet mi aldı ?” gibisinden yazılar çıktı. Depremden 3 gün sonra, Belediye Başkanı, “halkım benden kuşkulanıyor, yaşamamın bir anlamı kalamadı ” notunu bırakarak harakiri yaparak yaşamına son verdi. 2. Alman Tenisçi Steffi Graff, üst üste her yıl dünya şampiyonu olurken, bir yıl olamadı. Kendisine nedenini sordular; “ babamın vergi kaçırdığı iddia ediliyor ve babam yurtdışına gitti (kaçtı),kendimi kötü hissediyorum.” dedi. Bizimkilerin hırsızlık, rüşvet, vergi kaçakçılığı, dolandırıcılık gibi işler yaptıklarına dair hiçbir kuşku yok, bunları yaptıklarını sadece Türkiye halkı değil, artık tüm dünya çok net biliyor. Ama, onların bir onursuzluk duymaları şöyle dursun, daha çok çalmaya uğraşıyorlar. Çünkü, bunların hepsi aynı; Hepsi de AK ( Livane) kabilesinden ve hepsi soyguncu. Bu soygunları Almaya, Japonya veya herhangi bir Batı ulusunda göremeyiz, çünkü onlarda yönetenler ile yönetilenler aynı ırk’tandır. Bizde ise Türkleri yönetenler Türk değil, İbrani ırkındandır. Batı devlet adamlarının “suç” ve Türkiye halkının “namussuzluk” olarak gördüğü bu tür işleri, Ak (LVN) kabile karlı bir iş olarak görüyor. İşte sorun da burada; onlar “iş” olarak, biz Türkler ise onursuzluk-namussuzluk olarak görüyoruz. Almanya’da AK kabile soyguncuları yakalandı. Bu soygunculardan biri, Kasımpaşalı saralı İspanyol, Türkiye’de Türkleri yönetiyor ve diyor ki, “ayaklar baş olursa kıyamet kopar. ” merdi kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler “(mert çingene hırsızlığıyla övünür). Yahudiler tarihi boyunca bütün eski uygarlıkların ( Mısır, Babil, Pers, Ermeni krallığı, Roma) köleleri idiler, yani hep “ ayak takımı “ idiler. Aslında, günümüzde de öyleler. Türkiye’de baş oldu, eğer bir uslun yöneticisi adi hırsızlık yapan bir çetenin içinde olmakla itham ediliyorsa, gerçekten kıyamet işareti olabilir. Yaklaşık 150 yıldır yabanların tam olarak egemen olduğu Türkiye halkının günlük yaşamından bazı haberler. Nisan 2008’de İngiliz BBC televizyonu İstanbul Bayrampaşa Cezaevi’nden şu haberi vermiştir: “Bayrampaşa Cezaevi Müdürü, İngiliz yayın kurumu BBC’nin cezaevine girmesine izin verdi.Bayrampaşa Cezaevi Müdürü Bahtışen Er, İngiliz yayın kurumu BBC’nin cezaevine girmesine izin verdi. Cezaevindeki izlenimlerini aktaran BBC muhabiri Sarah Rainsford de, “Türk cezaevlerinde 100 bine yaklaşan nüfus rekor düzeyde. Cezaevi mutfakları hiç o kadar yoğun olmamıştı" ifadesini kullandı.Halen 145 erkek, 60 kişi için tasarlanan bir koğuşta kalıyor. Temiz ancak yer o kadar dar ki artık koridorlarda bile üç katlı ranzalar var."Bayrampaşa mutfağının 5 bin kişilik yemek hazırladığını kaydeden BBC, Türkiye’de halen beş yeni cezaevinin inşa edildiğini belirtirken Bayrampaşa’daki tutuklu ve hükümlülerin nakliye edileceği Silivri’deki yeni cezaevinden de bahsetti.Adalet Bakanlığının Silivri’de “Çok büyük, kampus stili bir cezaevi" inşa ettiğini kaydeden BBC, Silivri cezaevinde büyük koğuş sisteminin kaldırıldığını, kütüphaneler ve dersliklerin bulunduğunu, "yerel okulları kıskandıracak" spor tesislerine yer verildiğini belirtti.”(Hürriyet Gazetesi, 02.04.2008.) Ankara Ticaret Odası (ATO) tarafından hazırlanan 'Hayatsız Kadınlar Dosyası'nda, Türkiye'de hayat kadınlarının sayısı 100 bine yaklaşırken, her 350 kadından birinin fuhuş batağının eşeğinde olduğu belirtiliyor. ATO raporunda, 18 yaşından küçük hayat kadınlarının 'çocuk hayat kadını' sınıfına girdiği belirtiliyor. 2000 yılında Türkiye'de yapılan '1. Çocuk Kurultayı'nda çocuk fahişe olayının korkutucu boyutlara geldiği kaydedilerek, Türkiye'de fahişelik yaşının 15'e kadar düştüğü bazı araştırmacılara göre ise bu yaşın 12'ye kadar indiğine vurgu yapılıyor. Para karşılığı cinsel ilişkiye girenlerin yüzde 63.4'ü resmi nikahlı, yüzde 12.2'si ise imam nikahlı. () Türkiye’de yoksulluktan, açlıktan sadece kadınlar fuhuş batağına düşmüyor, son yıllarda özellikle büyük kentlerde “erkek fahişe”lerin sayısında da çok artış olduğu gazete haberlerinden anlaşılıyor. “Siz, gecenin saat üçünde rahat yataklarınızda mışıl mışıl uyurken, İstanbul’un en işlek semtlerinden biri olan Harbiye ve Nişantaşı’nda, bu senaryo her gece tekrarlanıyor. Genellikle Gaziosmanpaşa, Bayrampaşa, Kocamustafapaşa ve Bakırköy’den Taksim’e gelen 17-25 yaş arasındaki genç erkek çocuklar, eşcinsellerle para karşılığı yatabilmek için önce gay barları dolaşıyorlar. Gay barlarda müşteri bulamazlarsa, Cumhuriyet ve Rumeli Caddeleri’nde, travestilerin arasında turlamaya başlıyorlar. Ta ki birileri gelip onları alana kadar... İşe çıkan çocuklar, müşterilerinden tutturabildikleri kadar para alıyorlar. Bu rakam 30 ile 150 YTL arasında değişiyor. Kalacak yeri, cebinde parası olmayanlar, bazen 20 YTL, bazense sadece bir bira ısmarlaması karşılığında müşterileriyle yatıyor. Barlarda takılan 16 yaşında çocuklar bile var. Vücudu daha tüysüz olanlar, daha fazla para kazanıyor. Piyasada çalışan çocukların tamamına yakını, pasif ilişkiye girmediklerini iddia ederken, bu mekânları bilenler bunun yalan olduğunu söylüyor. ”(Milliyet Gazetesi, 18. 01.2008.) Gaziosmanpaşa, Bayrampaşa, Kocamustafapaşa ve Bakırköy , köylerden İstanbul’a daha iyi bir yaşam için gelen Anadolu’nun yoksullarının yerleştiği gecekondu bölgeleri ; varoşlar. Her gün gazete, TV, radyo gibi medya araçlarında yukarıdaki örnekler gibi onlarca haber, röportaj, basın açıklaması, vb okuruz-izleriz. Bir sermaye örgütü olan Madeni Eşya Sanayiciler Sendikası (MESS ) tarafından “manifesto-endüstri ilişkileri, 1998 “ adlı raporundaki “işsizlik, uygar vatandaşlıktan uzaklaşmanın, doyumlu ve normal psikolojiyi terk etmenin, yırtıcı, yıkıcı ve öldürücü sapmanın zeminini oluşturur.” (Cumhuriyet Gazetesi, 29.7.1998.) ifadesi yukarıda söylenenlerin özeti niteliğindedir. Nitekim, normal psikolojiyi terk eden halk T.C . başbakanın sözleriyle.” Sadak toplumu” dur. Başbakan Tayyip Erdoğan ile aydınlar arasındaki tartışma, Prof. Dr. Mehmet Altan'ın, bir televizyon programında, "Türkiye'de 12 milyon kişi günlük 1 dolarla yaşıyor. 600 bin kişi aç yatıyor. Türbandan acil sorunlar var" demesiyle başlamıştı. Başbakan bu açıklamaya sinirli bir yanıt vererek, "Biz geldiğimizde bu rakam 18 milyondu, 12'ye düştü. Onu niye söylemiyorsun? Milleti aldatmayın, dürüst olun" demişti. Beş yıldır Başbakanlık yapan Ak kabileden sara hastası RTE, Şubat 2008’de Türkiye toplumunun “sadaka toplumu” , yani “dilencilerden oluşan” bir topluluk olarak tanımladı. “12 milyon günlük 1 dolarmış. Kim söylüyor bunu? TÜİK. TÜİK’in bizim ilk iktidara geldiğimiz zamanki rakamı 18 milyondu. 6 milyon düşmüş işte.Sonra bize diyorlar ki hükümet niye kömür dağıtıyor. Siz bize yoksul bir toplum bıraktınız. Sadaka toplumunu bize bizi eleştirenler bıraktı.”(Hürriyet, 30 Nisan 2007.) Halk açlıkla, yoksulla boğuşurken ve bunun doğal sonucu insani özelliklerini yitirirken Boğaziçi kabilesi, ya da Ak kabile refah içinde yüzmektedir. Forbes dergisinin geçen hafta yayınladığı milyarderler listesine dayandırarak verdiği haberde; İstanbul, 34 milyarderin her birinin ortalama 1.7 milyar dolarlık servetiyle, dünyada en çok milyarderin bulunduğu şehirler arasında Moskova, New York ve Londra’nın ardından dördüncü sırada yer aldı. Gazetede, Türkiye’de zengin sayısının geçen yıl 25 olduğu ve bunun 2008’de, 34’e çıktığı belirtildi. The Sunday Times’ın haberinde, "Türk milyarderlerin sayısı ülke ekonomisinin çökme noktasına geldiği dönemden yedi yıl sonra dikkate değer bir değişim gösteriyor. İstanbul, kendini yüzyılların imparatorluk merkezi yapan ticari öneminin tekrar keyfini çıkarıyor. Yeni kazanılan servetin, nüfusun çoğunluğunun eline henüz geçmediğini ve 14 milyon nüfusu olan İstanbul’un çoğunluğu için geçinmenin sürekli mücadele gerektiğine de dikkat çeken The Sunday Times, "Boğaziçi’nde büyük servet biriktirenlerde hiçbir burukluk işareti yok. Bunun yerine, zenginlik İstanbul’u rüya şehrine çevirdi. Forbes listesindeki milyarderlerin çoğunun, bir avuç aileye mensup olduğuna da değinen gazete, "Sabancılar bu ailelerden biri. Servetlerini 50 yılda; bankacılık, sanayi ve inşaat alanında yaptılar yorumunu yaptı. (Hürriyet Gazetesi, 07.03.2008. Hürriyet Gazetesi, 28 Şubat 2008. Hürriyet Gazetesi,04.02.2008. [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...], [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...] Hürriyet Gazetesi, 24.06.2008). Nasıl bir Türk tarihi bu böyle: “kötüye=soyguncu Yahudilere” ak, “iyiye=mazlum Türklere” kara deniyor; yani kara’ya ak, ak’a kara deniyor. O halde, İnadına Türk-Moğol'um, Kara Budun’um, Kızılbaş’ım Türk, uyan!; senden bildiğin “yaban”ı (yılanı:kripto’yu) farket! Konu muhali tarafından (29.10.2009 Saat 11:32 ) değiştirilmiştir.. |
Konuyu Toplam 1 Üye Okuyor. (0 Kay?tl? Üye Ve 1 Misafir) | |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
KIZILDERİLİ ATASÖZLERİ | 65serdal58 | Hertelden | 11 | 03.08.2009 21:32 |
Kızılderili atasözleri | fertelliyim | Serbest Kürsü | 5 | 28.12.2008 00:29 |