12.07.2009, 10:07 | #1 |
Usta Yiğido
altuntas58 Şuan
Son Aktivite: 11.10.2012 21:24
Üyelik Tarihi: 29.08.2006
Yaş: 70
Mesajlar: 38.469
Tecrübe Puanı: 4521
|
Günün hikayesi
Affet Babacığım
Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı. Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu. Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak,böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı. Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can, "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular. Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can, sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu. Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi.Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi. Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı.Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü. Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu. Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü.Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terketti. Arabaya bindiler. Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Can: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu..."Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum.
__________________
|
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 5 Kullanıcı altuntas58'e Teşekkür Ediyor... |
12.07.2009, 10:13 | #2 |
Moderator
Salim58 Şuan
Üyelik Tarihi: 11.05.2009
Yaş: 58
Mesajlar: 59.381
Tecrübe Puanı: 10
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
Uzakdoğu'da bir Budist tapınağı, bilgeligin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.
Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki Budist, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sessiz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun içine bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki Budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı
__________________
Asil İnsan İdare Eder, Aciz İnsan Şikayet Eder, Basit İnsan İftira Eder, Dürüst İnsan Sabreder... |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 5 Kullanıcı Salim58'e Teşekkür Ediyor... |
13.07.2009, 11:07 | #3 |
Usta Yiğido
altuntas58 Şuan
Son Aktivite: 11.10.2012 21:24
Üyelik Tarihi: 29.08.2006
Yaş: 70
Mesajlar: 38.469
Tecrübe Puanı: 4521
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
Günün Hikayesi
ODTÜ İşletme'nin deli ama çok bilge, hem en sevilen hem en nefret edilen profesörü Muhan Hocanın Strateji Yönetimi dersinin ilk saati öğretim üyelerinin bile katılımıyla geçer ki her senesi ayrı ilginçtir. Derslerinden birinden bir anekdot: Muhan Soysal tepegöze bir Picasso resmi koyar. Herkes bakar bakar ama tarzı zaten kübik olan sürrealist resimde sanatla fazla ilgilenmeyenlerin anlayabileceği çok az şey vardır. Bozuk perspektifli bir oda, sarı uzun saçlı yaratığa benzeyen bişey. Etrafında başka yaratıklar, yerde yine bir yaratık ve arkadaki şekli bozuk içi parlak dikdörtgenin içinde başka bişeyler daha. 5-10 dakka hiçbişey söylemeden sınıfı izleyen hoca, birazdan Picasso'nun resmini alıp Meninas'in bir resmini koyar. Bu resimde sandalyenin üzerinde oturan sarı uzun saçlı bir aristokrat kızının etrafındaki dadıları onun saçını tararken yerde köpeği yatmaktadır. Ve babası arkasından ışık sızan kapıdan kızını izlemektedir. Ancak ikinci resmi görünce Picasso'nun resmindeki öğelerin ne olduğunu ve bu resmin Meninas'in tablosuna gönderme olarak yapılmış olduğunu farkeder tüm sınıf. Ve Muhan Soysal hiç unutamayacağımız dersini verir: "Hayatta hiçbirşey Meninas'in resmi kadar belirgin ve net değildir. İş hayatı gerçekleri size Picasso'nun resmindeki gibi şekil değiştirmiş olarak gösterir. Picasso'nun resmine bakıp, Meninas'in resmini görebilenleriniz başarılı olacak, diğerleri kübik şekillere bakıp yanlış anlamlar çıkarmaktan gerçekleri hiç göremeyecek." VE SON SÖZ...... Bir saatliğine mutlu olacaksanız, şekerleme yapın Bir günlüğüne mutlu olacaksanız, balık avlamaya gidin Bir aylığına mutlu olacaksanız, evlenin Bir yıllığına mutlu olacaksanız, bir servete konun Tüm yaşam boyunca mutlu olacaksanız, işinizi sevin...
__________________
|
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 4 Kullanıcı altuntas58'e Teşekkür Ediyor... |
16.07.2009, 08:17 | #4 |
Moderator
Salim58 Şuan
Üyelik Tarihi: 11.05.2009
Yaş: 58
Mesajlar: 59.381
Tecrübe Puanı: 10
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
Öğrencilerinden birinin eline bir testi verip kuşluk vakti çeşmeye gönderir Fakirullah Hazretleri.
Ne var ki öğrenci çeşmenin başına varınca oradaki çocuklarla oyuna dalar, ta ikindiye kadar oyun sürer. Nihayet gün batarken aceleyle testiyi doldurup döner. Bunca vakittir orada oyuna dalan öğrenciyi bu defa arkadaşları aralarına alıp hırpalamak isterler. Ancak Fakirullah Hazretleri müdahale ederek der ki: – Neye suçluyorsunuz arkadaşınızı? – Kuşluk vakti gönderdiniz ikindi üzeri döndü, bizi bu kadar bekletmeye hakkı var mı? derler. Büyük insan şöyle izah eder geç kalma sebebini. – Arkadaşınızın kabahati yoktur bu bekleyişte. Çünkü der, çeşmenin başında oyuna dalmaya mecburdu. Kısmetiniz olan su henüz kurnaya gelmemişti, yoldaydı. Başkalarının kısmetini doldurup ta size getiremezdi. Ne zaman yoldaki sizin kısmetiniz kurnaya geldi, işte o zaman oynamayı bırakıp testiyi çeşmeye tutarak kısmetinizi doldurup getirdi. Onun kabahati yoktur, yoldaki kısmetinizi beklemiştir
__________________
Asil İnsan İdare Eder, Aciz İnsan Şikayet Eder, Basit İnsan İftira Eder, Dürüst İnsan Sabreder... |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 5 Kullanıcı Salim58'e Teşekkür Ediyor... |
27.07.2009, 21:26 | #5 |
Usta Yiğido
altuntas58 Şuan
Son Aktivite: 11.10.2012 21:24
Üyelik Tarihi: 29.08.2006
Yaş: 70
Mesajlar: 38.469
Tecrübe Puanı: 4521
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
Daha önce hep çay götürdüğü odaya bu kez çağrılmış olmaktan endişeli:
- Buyurun müdür bey, dedi Nedim. - Seni evlendirelim mi Nedim? Nedim, kendisine sürekli takılan müdürün bu kez ciddi mi olduğunu anlamak için yüzüne baktı. Müdür, alaycı bir ifade ile Nedim’i süzerken, kaş göz işaretiyle koltuğu gösterdi. Koltukta oturan kadına dönen Nedim, hemen kaçırdı gözlerini... Bugüne kadar gördüğü en güzel kız oturuyordu orada... Kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu. Cevap veremedi. Müdür ısrarlıydı: - Evet? Ne diyorsun? Dalga mı geçiyordu müdür? Ama cevap vermek gerekirdi: - Siz... Siz bilirsiniz müdür bey. - Peki, yarın ikametgâh kağıdını, nüfus cüzdanını ve 6 tane fotoğraf getir! Aaa, galiba ciddiydi! - Peki efendim. Çıktı. *** Ayakları yere değmiyordu. Bu inanılmaz rüyanın bozulmaması için hiç kimseye söylememeye karar verdi. Birlikte yaşadığı annesine bile... Tabii ki gece uyuyamadı. “Birkaç saniyelik sevgilisine” şiir bile yazdı. Sabah önce berbere gitti. Sonra muhtara ve fotoğrafçıya... Bayramlık elbisesini giymişti. Evrakları müdür beye teslime gittiğinde, bir daha görmek için “servetini” verebileceği müstakbel karısı yoktu orada. Üzüldü ama soramadı. *** Ertesi gün müdürün kendisini çağırdığı haberi çay ocağına geldiğinde heyecandan demliği devirdi. Sağ eli yandı. Bereket bayramlık elbisesine bir şey olmamıştı. Merdivenleri üçer beşer çıktı. Müdür: - İşte evlenme cüzdanın, dediğinde artık işin olduğuna tamamen inandı. Müdürün elini öpmeye yeltendi, başarılı olamadı. Yine soramadı, “O nerede?” diye... *** Annesi ortalığı yıkmıştı Nedim evlendiğini söylediğinde... Bildiği en güzel sözcüklerle henüz kendisinin de tam göremediği karısını anlatmaya çalıştı ama nafile... Annesinin güzelden anlamadığına karar verdi. Tek üzüntüsü, dünya güzeli karısını köyüne götüremeyecek olmasıydı. Hayır götüremezdi; böylesine bir güzeli öyle küçük köy yerinde herkesten kıskanırdı. *** Ertesi gün, “Ne olursa olsun müdür beye karımı soracağım” kararıyla çıktığında müdür odasında yoktu. Sekreterine sordu. - Maça gitti, dedi sekreter. Utana sıkıla, evlenme cüzdanından bütün güzelliğiyle beynine, hayaline ve kalbine kazıdığı eşini sordu sekretere: - Tanıyor musunuz? - Tanımaz mıyım, dedi sekreter. - Şimdi nerede o? - Nerede olacak, tabii ki maçta. Atatürk Spor Salonu’nda. Otobüsü bekleyemedi Nedim. Taksiye bindi. Salona girdiğinde tribünlerde bir iki başka “çirkin” kadın vardı. Çoğunluk erkekti. Müdürü gördü. İnsanları çiğneyerek yanına çıktı: - Kusura bakma müdür bey... Şeyi aramıştım da... Yine gülümsedi müdür bey: - Bak orada, on iki numara, servis atıyor. Salon başına yıkılmıştı Nedim’in. “Karısı” bir sürü erkeğin içinde, bacakları meydanda top oynuyordu. Gözleri karardı, dizleri titredi. Hırsızlık yaparken yakalanmış gibi, hak etmediği bir şeye uzanırken eline vurulmuş gibi derin bir mahcubiyet duydu. Bayılmıştı. *** Bir bankanın voleybol şubesi, bir yabancı oyuncuyu Türk vatandaşı yaparak oynatmak için bu kez bir garibanı fena vurmuştu.. alinti
__________________
|
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 5 Kullanıcı altuntas58'e Teşekkür Ediyor... |
27.07.2009, 22:01 | #6 |
Usta Yiğido
yiğidoturan Şuan
Son Aktivite: 28.07.2014 13:58
Üyelik Tarihi: 02.02.2008
Yaş: 57
Mesajlar: 4.222
Tecrübe Puanı: 1042
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
Taşın Hikayesi
Genç bir Yönetici, yeni Jaguarı içinde kurulmuş, biraz da hızlıca, bir mahalleden geçiyordu. Park etmiş arabaların arasından yola fırlayan bir çocuk olabilir düşüncesiyle dikkatini daha çok yol kenarına vermişti. Bir şeyin yola fırladığını görünce hemen fren yaptı ama aracı durana kadar geçen mesafede yola çocuk fırlamadı. Bunun yerine, yepyeni arabasının yan kapısına büyükçe bir taş çarptı. Adam hızlıca frene yüklendi ve taşın fırlatıldığı boşluğa doğru geri geri gitti. Sinirlenmiş olan genç adam arabasından fırladı ve taşı atan çocuğu kaptığı gibi yakında park etmiş olan bir arabanın gövdesine sıkıştırdı. Bunu yaparken de bağırıyordu : Sen ne yaptığını sanıyorsun serseri? Bu yaptığın ne demek oluyor? O gördüğün yepyeni ve pahalı bir araba ve attığın o taşın mahvettiği yeri düzelttirmek için kaportacıya bir sürü para ödemek zorunda kalacağım. Neden yaptın bunu ? ”Küçük çocuk üzgün ve suçlu bir tavır içindeydi. “Lütfen, amca, lütfen kızmayın. Ben çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim, bilemedim. Taşı attım çünkü işaret etmeme rağmen diğer arabalar durmadı. Çocuk, gözlerinden süzülen yaşları elinin tersiyle silerek park etmiş bir aracın arkasına işaret etti. “abim orada. Yokuştan aşağı yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü ve ben onu kaldıramıyorum.” Çocuğun şimdi hıçkırıklardan omuzları sarsılıyordu ve şaşkın adama sordu : “Onu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturtmama yardım edebilir misiniz? Sanırım abim yaralandı ve benim için çok ağır. Ne diyeceğini bilemez halde, genç yönetici boğazındaki düğümden yutkunarak kurtulmaya çalıştı. Yerde yatan sakat çocuğu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturttu, cebinden temiz ve ütülü mendilini çıkartıp, çeşitli yerlerinde oluşmuş ve kanayan yara ve sıyrıkları dikkatlice silmeye çalıştı. Bir şeyler söyleyemeyecek kadar duygulanmış olan genç adam, abisinin tekerlekli sandalyesini iterek yavaş yavaş uzaklaşan çocuğun ardından bakakaldı. Jaguar marka arabasına geri dönüşü yavaş yavaş oldu ve yol ona çok uzun geldi. Arabanın yan kapısında taşın bıraktığı iz çok derin ve net görülür şekildeydi ama adam orayı hiçbir zaman tamir ettirmedi. Oradaki izi, şu mesajı hiç unutmamak için sakladı : Hiçbir zaman yaşamın içinden, seni durdurmak ve dikkatini çekmek için birilerinin taş atmasına mecbur kalacağı kadar hızlı geçme. Yaratıcı ruhumuza fısıldar ve kalbimizle konuşur. Bazen, onu dinlemek için vaktimiz olmuyorsa, bize taş fırlatmak zorunda kalır. Fısıltıyı dinle… veya taşı bekle. Seçim senin.
__________________
DESELERKİ, 'İSLAMIN PINARINDAN İÇMEK SUÇ' O SUÇU KABULLENİR İÇERİM AVUÇ AVUÇ |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 4 Kullanıcı yiğidoturan'e Teşekkür Ediyor... |
28.07.2009, 15:02 | #7 |
Usta Yiğido
altuntas58 Şuan
Son Aktivite: 11.10.2012 21:24
Üyelik Tarihi: 29.08.2006
Yaş: 70
Mesajlar: 38.469
Tecrübe Puanı: 4521
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
i -Açlıktan öldüren servet ,....
Bir zamanlar Yemen’de çok şiddetli bir sel ortalığı alt-üst eder. Sular çekildikten sonra eski bir mezarın açıldığı görülür. Ortaya bir kadın cesediyle büyük bir servet çıkar. Kitabedeki yazı okunduğunda görülür ki, bu ceset, Hımyerî hükümdarlarından Zu Şefer’in kızı olan Tace adındaki bir kadına aittir. Yusuf A.S. zamanında yaşadığı anlaşılan Tace’nin cesedinin boynunda yedi inci gerdanlık, kollarında yedişer kıymetli altın bilezik, ayaklarında mücevherli yedişer halhal, yani ayak bileziği ve on parmağında da muhteşem mücevher yüzüklerin bulunduğu görülür. Ayrıca baş tarafında çok kıymetli eşya ile doldurulmuş hazine gibi bir tabut parladığı da dikkatlerden kaçmaz. Bu tabutun ön kısmındaki levhada yazılı olanlar, en az mücevherler kadar ilgi çekicidir: “Ben Zu Şefer’in kızı Tace’yim. Memleketimizde müthiş bir kıtlık çıktığı için, tahıl getirtmek üzere Mısır Maliye Nazırı olan Yusuf Aleyhisselam’a adam yolladım. Epey bir zaman geçtiği halde gönderdiğim adam gelmeyince, adamlarımızdan bazı kimselere bir kantar (50 kilo kadar) gümüş verip, herhangi bir yerden bununla bir kantar un alıp getirmelerini istedim. Onlar da bulamadılar. Nihayet bir kantar altın verip tekrar gönderdimse de yine bulamadıkları için inci öğütüp yemekten başka çare bulamadım. Fakat o da beni besleyemediği için büyük bir servet içinde açlıktan ölümle yüz yüze kaldım. Benim bu hikayemi işitenler halime acısınlar! Acaba dünyada benden başka hangi kadın bu kadar muhteşem zinetler içinde açlıktan ölmüştür?” Tarihte altının da, incinin de, mücevheratın da, paranın da beş para etmediği durumlar az değildir. Herhalde insanlık bu gibi olaylardan ibret almalıdır.
__________________
|
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 5 Kullanıcı altuntas58'e Teşekkür Ediyor... |
28.07.2009, 15:35 | #8 |
Yasaklı
ayten58 Şuan
Son Aktivite: 19.03.2010 21:23
Üyelik Tarihi: 10.02.2009
Yaş: 61
Mesajlar: 11.519
Tecrübe Puanı: 0
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
harikasınız kardeşlerim elinize yüreğinize sağlık bende yazmak isterdim bir menkıbe ama oralim öyle bozukki anlatamam ben hoşgörünüze sığınıyorum.ve paylaşımınız için çok teşekkür ediyorum.
|
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 4 Kullanıcı ayten58'e Teşekkür Ediyor... |
28.07.2009, 15:43 | #9 |
Moderator
Salim58 Şuan
Üyelik Tarihi: 11.05.2009
Yaş: 58
Mesajlar: 59.381
Tecrübe Puanı: 10
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
asla yalan söyleme
Eski zamanlarda, insanlar ilim öğrenmek için çok çalışırlar, her türlü güçlüklere katlanırlardı. Küçük yaşlarında köylerinden, ailelerinden ilim öğrenmek için ayrılırlar, yıllarca onlardan uzaklarda zor şartlar altında yaşarlardı. Seyyid Abdulkadir’in de küçük yaşta içine öğrenme arzusu düşmüş, bunun çarelerini aramaya başlamıştı. Sonunda dayanamadı, annesine gelerek; -Anneciğim, ilim öğrenmek için Bağdat’a gitmek istiyorum...dedi. Annesi ise; -Senden ayrılmaya gönlüm razı olmuyor. Ancak seni de Allah yolundan alıkoymak istemem. Annesi Abdulkadir için yol hazırlıkları yaptı. En sonunda da oğluna lazım olur diyerek, 40 altını kaybetmemesi için bir kese içinde yeleğinin koltuk altına dikti. Sonra oğlunun gözlerinin içine bakarak şöyle dedi; -Sana son olarak nasihatim şudur ki, eğer beni ve Allah’ı memnun etmek istiyorsan asla yalan söyleme, doğruluktan ayrılma. Allah her zaman ve her yerde doğruların yardımcısıdır. Seyyid Abdulkadir annesine söz verdi ve ağlayarak elini öptü. Bağdat’a giden bir kervana katılarak yola çıktı. Hemedan yakınlarında dar bir geçide girdiklerinde kervanda bir bağrışma koptu. Eşkıyalar kervana saldırmışlardı. Bir anda bütün sandıklar yere yıkıldı, eşyalar yağma edilmeye başlandı. Haydutlar kervandakilerin neyi var neyi yoksa hepsini alıyorlardı. Eşkıyalardan biri de Abdulkadir’in yanına geldi. Onun fakir haline bakarak şaka olsun diye; -Söyle bakalım senin neyin var fakir çocuk? Abdulkadir; -Yalnız 40 altınım var, diye cevap verdi. Haydut önce şaşırdı sonra gülmeye başladı. İnanamadı ve tekrar sordu; -Doğru mu söylüyorsun? Abdulkadir: -Evet, doğru söylüyorum, 40 altınım var. Eşkıya meraklandı. Abdulkadir’i elinden tutup reislerine götürdü. Durumu reislerine anlattı. Haydutların başı; -Senin 40 altının varmış, doğru mu bu? Abdulkadir; -Evet doğru. Reis; -Söyle bakalım. Onu nereye sakladın? Abdulkadir; -Hırkamın içinde koltuğumun altında saklı. Bunun üzerine haydutlar hırkasının içinde, koltuğunun altında saklı bulunan 40 altını bularak reislerine verdiler. Herkes çok şaşırmıştı. Reis hayretle sordu; -Peki evladım, sen niçin üzerinde altın olduğunu söyledin? Eğer bize söylemeseydin onları bulamazdık. Abdulkadir; -Ben annemden ayrılırken, asla yalan söylemeyeceğime dair söz vermiştim. Arkadaşınız senin bir şeyin var mı diye sorunca, altınlarım olduğunu söyledim. 40 altın için verdiğim sözden döneceğimi mi zannediyorsunuz? Bu sözleri duyan haydutların reisi çok şaşırdı ve derin bir düşünceye daldı. Sonra etrafındakilere dönerek; -Yazıklar olsun bizlere. Bu çocuk kadar olamadık. Bu çocuk annesine verdiği sözünden dönmemek için her şeyini veriyor. Bizler ise Allah’a söz verdiğimiz halde, hiçbir zaman verdiğimiz sözlerde durmadık. O’nun yapma dediklerini yaptık yarın Allah’ın huzuruna çıktığımızda halimiz nice olacak? Sonra şöyle devam etti: -Sizler şahit olun. Şuanda bu çocuk benim kötü yoldan dönmeme sebep oldu.Şimdiye kadar yaptığım bütün günahlarım için pişman olup tövbe ediyorum. Bundan sonra iyi bir insan olup, Rabbim’in sevmediği işleri yapmayacağım. Reislerine çok bağlı olan haydutlar hep bir ağızdan; -Reisimiz, biz senden ayrılmayız.Sen hangi yolda yürürsen biz de o yolda yürürüz diyerek hepsi birden pişman olup tövbe ettiler. Kervandaki insanlardan ne aldılarsa hepsini geri verdiler ve bir daha haydutluk yapmayacaklarına söz verdiler. Seyyid Abdulkadir ise yoluna devam ederek Bağdat’a ulaştı. Orada ilim tahsiliyle meşgul oldu. Kısa bir zaman içinde çok ünlü bir alim oldu. Binlerce insanın Kötülüklerden vazgeçip iyi birer insan olmalarına vesile oldu
__________________
Asil İnsan İdare Eder, Aciz İnsan Şikayet Eder, Basit İnsan İftira Eder, Dürüst İnsan Sabreder... |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 4 Kullanıcı Salim58'e Teşekkür Ediyor... |
28.07.2009, 15:52 | #10 |
Usta Yiğido
abircan Şuan
Son Aktivite: 21.01.2015 10:55
Üyelik Tarihi: 03.08.2005
Mesajlar: 3.258
Tecrübe Puanı: 1034
|
Cevap: GÜNÜN HİKAYESİ
Slide 1
Anadolu’nun orta vilayetlerinden bir köyde, yavaş yavaş güneş batmaya hava kararmaya başlar. Karanlık iyice çöker köyün üzerine. Evlerden birinde bir kadın ve adam yatma hazırlığı yapmaktadır. Erken yatıp yarın sabaha, güneş ışığına erken uyanılacaktır. Slide 2 Adam üzerini değiştirir, yatağına yönelir. Evin penceresinden; karanlık bahçeye vuran ışıkta ağaçların arasında bir gölge belirir. Kadın pencereden dışarı bakar ve gülümser. Kadının sevgilisi bahçededir. . . Tam sözleştikleri gibi, sözleştikleri saatte ve yerde adam onu beklemektedir. Slide 3 Kadın kocasının uyumasından emin olunca, sessizce yataktan kalkar, üstünü giyer … Ve pencereden aşağıya atlar. Başka bir adam için, kadın kocasını terk eder. Koşarlar iki sevgili….. kaçıyorlar. Tarlaları , ovaları aşarlar….. Slide 4 Anadolu’da bir köy nasıl koşmasınlar ki. Arkalarından onları kovalayacak onca şey vardır. Namus belası, Töre cinayetleri, yoksulluk, cefa, korku. Arkalarında bunlar varken nasıl durabilirler. Köyden uzaklaştıklarına iyice emin olunca soluklanmak için dururlar. Slide 5 Kadın duraksamayı fırsat bilip nefes nefese der ki : ‘Evden çıktığımdan beri, ayakkabımın içinde bir şey var beni rahatsız ediyor’ çıkartıp bakar ki….. ayakkabısının içinde bir tomar para!!!!! Slide 6 Kocası her şeyin farkında. Biliyor ki gidecek, ‘Beni terk edecek ama bunca yıl çorbasını içtim, çamaşırlarımı yıkadı, ütüledi. Bana emeği geçti’ YABAN ELDE MUHTAÇ OLMASIN DİYE ! ! ! O Yoksul köylü; bütün parasını; başka bir adam için kendisini terk eden karısının, giderek kendinden uzaklaşan adımlarını attığı ayakkabısının içine koydu. Slide 7 O güzel insanı, O onurlu davranışı sergileyen, O terk edilen adamı HEPİNİZ TANIYORSUNUZ ….. Çünkü O; Bir dizesinde bize yürekten seslendiği gibi Slide 8 Uzun ince bir yoldaydı ve gidiyordu gündüz gece … Slide 9 Şimdi sorarım size; Bu memlekete töre cinayetleri, kadına karşı uygulanan şiddet mi yakışır yoksa, Aşık Veysel gibi hayatında hiç kitap okumasa, OKUYAMASA bile ……. KİTAP GİBİ HAYAT YAŞAYAN ADAMLAR MI YAKIŞIR? Slide 10 Sunay Akın’dan dinlediğim bu olağanüstü hikaye, okumayı sevenlerle paylaşılmak üzere gönderilmiştir. Hazırlayan: Yeşim Balaca (Bir Sunay Akın hayranı) fötr şapkalı adama selam olsun,
__________________
zaman kısa, dünya herkese yeter, mühim olan insanlık KANIMIZIN KIRMIZISI ALNIMIZIN AKIYLA SİVASSPORLUYUZ |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 3 Kullanıcı abircan'e Teşekkür Ediyor... |
Konuyu Toplam 1 Üye Okuyor. (0 Kay?tl? Üye Ve 1 Misafir) | |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Günün, Ayet ve Hadisi | altuntas58 | Serbest Dini Konular | 19 | 13.11.2011 17:09 |
-CUMA SOHBETLERİ- | Abdurrahman 58 | Dini sohbet | 50 | 28.08.2009 09:50 |
Peygamber Efendimizin tüm Ramazan boyunca okuduğu dua:)) | seva | Dualar | 0 | 19.08.2009 18:02 |
Acıklı bir aşk hikayesi :) | gürün_güzeli | Hertelden | 0 | 27.06.2008 19:09 |
Bİr Gelİncİk Hİkayesİ | bayatlı kenan58 | Arşiv | 0 | 23.05.2008 17:58 |