|
SİTE ANA SAYFA | Galeri | Kayıt ol | Yardım | Ajanda | Oyunlar | Bugünki Mesajlar | Arama |
İslami Konular İslami konular |
|
Seçenekler | Arama | Stil |
02.11.2011, 12:58 | #1 |
Tecrübeli Yiğido
halukgta Şuan
Son Aktivite: 09.08.2016 13:35
Üyelik Tarihi: 13.10.2011
Mesajlar: 304
Tecrübe Puanı: 507
|
Nur cemaati mensubu kardeşlerime bir hatırlatmadır.
Allah Kur’an da, yarattığı kullarının özelliklerinden bahsederken, çok dikkat çekici üç özelliğinden bahseder.
—Tartışmaya meyillidir. —Aceleci tabiatta yaratılmıştır. —Zayıf yaratılmıştır, diye bahseder Kur’an. Tüm bu özelliklerin üzerinde bir güç olarak da bizlere, akıl ve muhakeme gücü verdiğini ve bunu kullanarak tüm güçlüklerin, zayıflıkların, boş tartışmalardan kurtulmanın, hata ve yanlışların üstesinden geleceğimizi söyler. Aklını Kullanmayanlarında, pislik içinde kalacaklarının, yanlış yollara sapacaklarının örneğini verir. Allah bizlere çok önemli bir uyarıda da bulunup, bizlere rehber olsun diye Kur’an ı gönderdiğini, sakın velilerin ardına düşmeyin diye tembihlerde bulunarak, Kur’an a sarılmamızı bütün şan ve şerefimizin Kur’an da olduğunu söyler. Kur’an dan imtihan edileceğimizi de bizlere hatırlatır. Allah gönderdiği ayetler üzerinde dahi düşünmemizi, aklımızı kullanmamızın öneminden bahsederek, bizlere aslında çok önemli bir işaret verir. Benim gönderdiğim ayetler üzerinde dahi düşünmenizi, aklınızı kullanmanızı istiyorsam, beşerin sözleri, kitapları ve sizlere anlatılan rivayetler üzerinde, çok daha dikkatli olmamız ve düşünmemiz gerektiğini anlatmaya çalışır bizlere. Aklını kullanmadan iman edenlerinde akıbetini, çok açık örneklerle verir. Yunus 100: Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah, pislik içinde bırakır. Bizler günümüzde inancımızı yaşarken, çok büyük bir hata yaptığımızın, farkında bile olamıyoruz. Ne yazık ki aklımızı devreye sokmadan inancımızı, imtihanımızı yaşıyoruz da ondan. Hatırlayınız bizlere, sizler Kur’an ı anlayamazsınız, Kur’an da her şey yoktur, onu veli insanlar anlar diye öğretmişlerdir. Bu Kur’an öğretisine tamamen aykırıdır. Bizlerin Kur’an dan habersiz oluşumuz, Kur’an ile aramıza soktuğumuz veliler, bu yanlışın ardı sıra gitmemizi sağlamıştır. Tabi Kur’an ve akıl devre dışı kaldığından, Rahmanın sakın velilerin ardı sıra gitmeyin ayetlerinden de habersiz aklın, mantığın, düşüncenin gücünden uzak kalmamız nedeniyle, yaratılışımızın özelliklerinden olan, tartışmaya meyilli oluşumuz, nefsimizdeki zayıflıklar, aceleci olmamız, bizlerin din ve iman adına büyük hatalar yapmamıza neden olmaktadır. Eğer Rabbim bizlerin bu Dünya da imtihanda olduğumuzu söylüyorsa, her beşer kendi imtihanı için çaba göstermeli, kendi imtihanını asla başkalarına havale etmeden, kendisi bizzat Kur’an ve akıl ekseninde imtihanını vermelidir. Kur’an ile doğru bir bağ kuramayan bizler, aramıza Onunla inanılmaz yüksek bir duvar ördüğümüzden, din adına öğretilenleri, bunlar Allah katındandır denilen bilgileri, Kur’an ile karşılaştırma imkânını da bulamıyoruz. Böylece çok büyük hatalar yapmaktan da kurtulamıyoruz. Hâlbuki Allah çok açık bir şekilde bizlerin sarılacağı kitabın, bütün şanımızın şerefimizin Kur’an olduğunu, bakın nasıl hatırlatıyor bizlere ve aklını kullanmayanlara bakın ne diyor Rabbim? Enbiya 10: Andolsun ki, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şanınız ondadır; Hala akıllanmayacak mısınız? Bu ayetleri indiren ve tüm şan ve şerefimizin Kur’an olduğunu söyleyen Allah ın sözlerini, hala duymazdan mı geleceğiz? Tüm bu yazdıklarımı, neden sizlere hatırlatma gereğini duyduğuma gelince. Bazı din kardeşlerimizin farkında olmadan, günümüzde yaptıkları büyük bir hatayı, Allah ın izniyle sizlere, dilim döndüğünce anlatmak, hatırlatmak istiyorum. Ne yazık ki İslam ı yaşarken bizler bazı cemaat, tarikat eksenli oluşumlara kendimizi öyle kaptırıyoruz ki, eğriyi doğrudan ayıran FURKAN dan habersiz oluşumuz, bizim yaptığımız affedilmeyecek, ÇOK AMA ÇOK BÜYÜK yanlışı fark etmemizi önlüyor. Sizlere şöyle bir teklifte bulunsam ve desem ki, sizlere Kur’an ı aratmayacak, Kur’an ın geldiği yerden gelen bilgileri içeren bir kitap var elimde desem. Hatta elimdeki kitap, Kur’an ayetlerinin ayetidir ve gelin onu okuyalım, bunları okuduğunuzda imanla kabre girip, cennete gireceksiniz, bu kitaptan başka kitap aramanıza gerek yoktur, desem ne dersiniz? Aslında birçoğunuzun bu sözlerim karşısında, neler düşündüğünüzü duyar gibiyim. Acaba bazı din kardeşlerimiz, farkında olmadan bu söylediğim kitapların olduğuna inanıp, böyle bir toplumun içinde imanını, inancını yaşayıp bu kitapların peşi sıra gidiyor olabilir mi? Evet, bu söylediklerimi iddia eden ve günümüzde de, belki de farkında olmadan, bu düşüncenin ardı sıra giden din kardeşlerimiz ne yazık ki var. Bana düşen değerli din kardeşlerimi FURKAN ile uyarmak ve Kur’an gerçekleri ile yüzleşmelerini sağlamaktır. Gerisi kendilerine kalmıştır. Kimin doğru yolda gittiğini yalnız Rabbim bilir. Benimde geçmiş yıllarımda kısmen girip çıktığım, değerli Nur cemaati mensubu kardeşlerim, acaba bahsettiğim kitaplarla ilgili, aşağıda yazılan bilgileri, düşünceyi biliyorlar mı? Ya da bu düşünceleri Kur’an süzgecinden geçirdiler mi? Yazdıklarım üzerinde lütfen dikkatle düşünmelerini, ondan sonra kararlarını vermelerini rica ediyorum. Çünkü herkes hesabını Rahmana, bizzat kendisi verecektir. Geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde, eğer pişman olmak istemiyorsak, bugün çok ama çok dikkatle düşünmenin zamanıdır. Bir Müslüman a düşen, din kardeşini yalnız ve yalnız KUR’AN ile uyarmaktır. Bakın Risale-i Nur kitaplarının, nereden geldiği söyleniyor. ( Resail-in Nur da aynı şekilde, ne doğunun kültüründen ve ilimlerinden nede batının felsefe ve fen bilimlerinden gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş (alıntılanmış) bir nurdur. Ama semavi olan Kur’an ın, doğu ve batı nın üzerinde olan Arş’ da ki yüksek yerden alınmıştır.) Yukarıdaki sözlere dikkatle baktığımızda, bahsedilen kitapların Kur’an ın geldiği yerden geldiği söylenebilmektedir. Bu apaçık Kur’an a şirk değil midir sizce? Ne yazık ki Risale-i Nur kitaplarının kendisine, gaibi bir şekilde vah yedildiğini, bildirildiğini, kalbine geldiğini söyleyen Said-i Nursi, bakın bu konuda neler söylüyor. ( Ben gönderilen risaleleri mütalaa ettim. Bir kısım hakikatleri mükerrer gördüm. Makam münasebetiyle tekrar edilmiş. Benim arzu ve belki ihtiyarım olmadan niçin böyle olmuş, kuvve-i hafızama (hafıza gücüme) gelen nisyondan (unutmadan) sıkıldım. Birden şiddetle bir ihtar ile ( On dokuzuncu sözün ahirine bak) denildi. Birden bir ihtar-ı gaybi (gaybi bir uyarı) ile kati kanaat verecek bir surette kalbime geldi. Denildi ki: Ciddi alaka ile senin eskiden beri tekrar ettiğin bir ışık var, bir nur göreceğiz diye müjdelerin tevili ve tefsiri ve tabiri, sizin hakkınızda belki iman cihetiyle, alem-i İslam hakkında dahi en ehemmiyetlisi Risale-i Nur dur.) Değerli din kardeşlerim, bu işler asla şaka götürmez. Allahın kitabına şirk koşmak, adeta Kur’an ın karşısına, Allahtan geldiğini söyleyerek kitaplar koymak, insanı dinden çıkartır. Son cümlenin üzerinde biraz düşünen, yapılan yanlışı sanırım anlayacaktır. İslam âlemi için en ehemmiyetli kitabın, bakın hangisi olduğunu söylüyor? Peki, Allah Kur’an da onlarca, yüzlerce kez ne diyordu bizlere? Kur’an ın ipine sarılın, bu kitapta sizlere, her şeyden nice örnekler verdik ki anlayasınız. Hadi bir benzerini getirsinler bakalım. Bütün şanınız ondadır. Bu kitap sizler için bir rehber, bir güneş, bir nurdur. Sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyordu. Allahın ayetleri, yukarı da ki söylenenleri onaylıyor mu? Elbette kime inanıp inanmayacağımız, herkesin kedisine kalmıştır. Buna kimse karışamaz. Lütfen hatırlayalım, Kur’an da Rabbim bir örnek veriyor ve bakın mahşer günü peygamberimizin, ümmetinin nasılda Kur’an ı terk ettiğini söyleyeceği, şimdiden bizlere iletiliyor. Bu ayeti Allah boşuna bizlere iletmiyor, yaptığımız onca yanlışın farkına varmamız için bizleri şimdiden uyarıyor. Bu ayet üzerinde düşünüp ders almayanların halini, huzuru mahşerde düşünmek bile istemiyorum. Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Peygamberimiz mahşer günü, benim ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar sözünü söyleyeceğini, Rabbim bizlere şimdiden hatırlatıyorsa, gelin bu ayetten büyük dersler çıkartalım. Yoksa son pişmanlık fayda etmeyecektir. Said-i Nursi bu kitapların kendi düşünceleri, kendi yazıları olmadığını, kendisine gaybi bir şekilde Allah tarafından bildirildiğini, bakın bir başka hangi sözlerle anlatıyor. (Bu gelen Mukaddime, lüzumundan fazla izah edilmekle beraber, bir derece uzun olması, ihtiyarsız (iradem dışında) olmuştur. Demek ki ihtiyaç var ki, öyle yazdırıldı. Olan Risale-i Nur un harika yüksekliklerini ve ilmi tahkikatını benim fikrim den zannedip dehşet almuşlar. Yazdığım vakit irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeyi muvafık görmedim.) Çok açık bir şekilde bu kitapların iradesi dışında, Allah tarafından yazdırıldığını söylüyor. En son cümlede söylenen, bu kitapları kendi fikirleri ile yazmadığı için, onları tanzim ve ıslah etme yetkisini kendisinde görmediğini belirtiyor. Bugün bu kitapların anlaşılır Türkçeye çevrilmemesinin asıl nedeni, bakın nasıl açığa çıkıyor. Allahın gönderdiği Kur’an ı, anladığımız dile ya da dillere çevrilmesine ses çıkarmayanlar, itiraz etmeyenler, Risale-i Nur kitaplarının günümüz diline çevrilmesine asla izin vermiyorlar. Doğrusu bunun karşılaştırmasını yapmak bile, bana azap ve üzüntü veriyor. Rabbim affetsin. Yine bu kitapların özellikle anlaşılması için Türkçe indirildiğini, fakat bazen Arapça ve kısmen de Farsça kendisine indirilmesini bakın nasıl açıklıyor. (Şu fıkra (bölüm) Arabî geldiği için, Arabî yazıldı.) (Yani bu münacat, kalbe Farisi olarak tahattur ettiğinden Farisi yazılmıştır.) Bu düşünce ve fikirler için, benim söyleyecek çok fazla sözüm yok. Allah tarafından Arapça ya da farsça indirildiğini söyleme cesaretini, doğrusu ben izah edemiyorum, bu sözler karşısında adeta ürperiyorum. Hepimiz Allahın imtihanından geçiyoruz. İsteyen istediğini seçmekte özgürdür. Yine aynı düşünce ve inanç, bakın bu kitaplar için neler söylüyor. (Kimin haddidir ki, bu nurlarda yanlışlık bulsun…. Onun için bir harfe dokunmayı azim bir günah işliyorum telakki ediyorum.) Hatırlarsanız bu sözleri Allah Kur’an için söylüyordu. Hadi bir benzerini getirsinler diye de meydan okuyordu. Gerçekten Kur’an eşi benzeri olmayan, tek harfine dahi dokunamayacağımız bir güneş, bir rehberdi. Ya bahsedilen kitaplar? Doğrusu ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Yapılan karşılaştırmalardan, Yüce Rabbim e sığınırım. Bakın Allah kendisine vahiy geldiğini söyleyenlere karşı, nasıl bir ayetle bizleri uyarıyor? Anlayana anlamak isteyene. Enam 93: Yalan düzüp Allah'a iftira eden veya kendine bir şey vah yedilmediği halde "Bana vah yedildi" diyen kişi ile "Allah'ın ayet indirdiği gibi ben de indireceğim" diyen kimseden daha zalim kim vardır! Bir görsen o zalimleri ölüm dalgaları içindeyken. Melekler ellerini uzatmış, "Çıkarın canlarınızı!" diye! Bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız; çünkü Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylüyorsunuz ve çünkü O'nun ayetlerine karşı büyüklük taslıyordunuz. Risale-i Nur kitaplarına girmiş, ona inanan kişilerin bazı düşüncelerinden de örnek vermek istiyorum. Bu sözlerin bahsettiğimiz kitaplara girmesine de, Said-i Nursi bizzat hayattayken onay vermiş ve kitaplarda yerlerini dahi kendisi tespit etmiş. Bakın neler söylüyorlar. ( Risale-i Nur yirminci asrın Müslümanlarını ve bütün insanları, koyu fikir karanlığından kurtarmak için müellifinin kendi ihtiyarıyla (iradesiyle) değil, büyük yaratıcımızın ihtiyarıyla yazılmış bir şaheseridir.) Çok zorlu bir imtihandan geçtiğimizin, lütfen artık bilincinde olalım. Eğer Kur’an ın ışığı kalbimize bir nebze yansımadıysa, Kur’an ile aramıza beşeri soktuysak, elbette gerçekleri görmemizde mümkün olmayacaktır. Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim, BU APAÇIK KUR’ANA ŞİRKTİR. Bunu sakın unutmayalım. Bu suç Allahın asla affetmeyeceği suçlar arasındadır. Lütfen dikkatle düşünelim ki, yaptığımız onca ibadetler, boşa gitmesin Allah korusun. Şimdide bu kitaplarda geçen, bu kadar da olmaz dedirtecek sözleri, sizlerin yorumunuza bırakıyorum. Bakın bu kitaplar için, Kur’an ayetlerine atfedilerek neler söyleniyor. ( Resail’in-Nur denilen otuz üç adet söz ve otuz üç adet mektup ve otuz bir adet lem’alar, bu zamanda Kitab-ı Mübindeki ayetlerin ayetleridir.) Yukarıdaki sözleri doğrusu tekrar etmekten bile Rabbim e sığınırım. Anlayan anlayacaktır, anlamayana ne yaparsanız yapın fayda etmeyecektir. Bu kitapları okuyanların cennete nasıl gideceklerini ve başka kitaplar aramalarının hata olacağını bakın nasıl söylüyor. ( Risale-i Nur dairesi içine girenler, tehlikede olan imanlarını kurtarıyorlar ve imanla kabre giriyorlar ve cennete gidecekler…. Zannederim ki hakaik-ı aliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i etmiş, başka yerlerde aramaya lüzum yok. Risale-i Nur talebeleri, Risale-i Nur un dairesi haricinde nur aramamalı ve aramaz. Eğer ararsa Risale-i Nur’un penceresinden ışık veren manevi güneşe bedel, bir lambayı bulur; belki güneşi kaybeder.) Tüm bu bilgileri, düşünceleri lütfen herkes bizzat kendisi, Kur’an ile karşılaştırmalıdır. Kur’an ı devre dışı bırakıp, aramıza beşeri ve kitaplarını sokarsak, huzuru mahşerde inanın çok kötü bir sürprizle karşılaşacağımızı da unutmayınız. Allah yukarıda ki sözleri, gönderdiği Kur’an için kullanıyordu hatırlayınız. Sizce aynı övgüye laik başka kitap, rehber olabilir mi? Karar sizlerin. Allah bizleri apaçık rehberiyle öyle uyarıyor ki, onu anlayarak birkaç kez okuyan, yanlış inançların ardı sıra asla gitmeyecektir. Hâlbuki Allah gönderdiği rehberinde, apaçık hak olarak peygamberimize indirilene inananların günahlarını, Rabbimin affedeceğini bakın nasılda söylüyor? Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir. İsra 88: De ki: "Yemin ederim eğer insanlar ve cinler bu Kur'an'ın benzerini getirmek üzere toplansalar, birbirlerine yardımcı bile olsalar onun bir benzerini getiremezler. Bakara 2: Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır. Bu ayetler üzerinde çok fazla değil, biraz düşündüğümüzde bizlere nasıl bir ders verdiğini ve hangi kitabın bizlere yol gösterici olduğunu, dikkatlice düşünen anlayacaktır? Yaratan madem eşi benzeri olmayan Kur’an ı bizlere gönderdi, o zaman yine Allah katından geldiği söylenen Risale-i Nur kitaplarını neden göndersin? Hâşâ Kur’an da her şey yok mu, Kur’an anlaşılması zor bir kitap mı? Kur’an bizlere yetmiyor mu? Bu düşünceler Rahmanın yüzlerce ayetine sizce ters düşmüyor mu? Kur’an ın ipine sarılın, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim ayetleri ile bu sözler bağdaşıyor mu sizce? Sizlere Rabbin rehberinden, bazı ayetler hatırlatmak istiyorum son olarak. Acaba Allah bizleri, Kur’an dışından gelen tehlikeler için nasıl uyarıyor? Tüm bunları aramak bulmak ve üzerinde düşünmek bizlere düşer. Eğer bu Dünyada imtihan olduğumuza inanıyorsak, imtihan olacağımız kitabında Allah KUR’AN olduğunu söylüyorsa, sizce bu kitap anlaşılması zor ve her şeyin açıklanmadığı bir kitap olabilir mi? Gerisi sizlere kalmış. Allah elçisine bile, tebliğ etmek sana, hesap sormak bana düşer diyorsa, gelin imtihan olacağımız kitabı, anlayarak okuyalım ve ona sarılalım. Sizce aşağıdaki ayetlerde Rahman bizleri, hangi kitaba yönlendirip, nasıl dikkatimizi çekiyor? Düşünen, aklını kullanan, daha da önemlisi velilere ve kitaplarına değil, Rabbine ve onun kitabı Kur’an a güvenen, onun ipine sarılan, her şeyi çok açık ve net anlayacaktır. Kamer 17: Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? İsra 36: Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur. Bakara 79: Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için 'Bu Allah katındandır' diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına. Furkan 1: Furkan’ı âlemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir. Araf 185: Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar. Araf 3: Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz. Araf 52: Yemin olsun ki, biz onlara, ilme uygun biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir Kitap getirdik. İnanan bir topluluk için bir kılavuz, bir rahmettir o. Zümer 3: Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır. O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez. Ankebut 51: Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır. Zümer 60: Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Allah ın ayetlerini tebliğ alan ve yazdığım Rabbin bu ayetlerine iman ettiğimizi söyleyen bizler, acaba yukarıda belirtilen kitapların, Allah katından gönderildiğine inanırsak, halimiz hesap günü nice olur dostlar? Karar ve seçim sizlerin. Hiç kimsenin buna müdahale etme hakkı yoktur. Çünkü her beşer, kendi yaptıklarından sorumludur. Allah kulları için, yemin olsun ki bu kitabı sizler için kolaylaştırdım diyorsa, bizleri aldatmak isteyenlerin kapanına lütfen düşmeyelim. Çünkü Allah anlaşılması zor bir rehber gönderip, daha sonra kullarını zorda bırakıp, O kitaptan asla hesap sormaz. Bunu söylemek Rabbin adaletine büyük saygısızlıktır, bunu da unutmayalım. Rabbim cümlemizin yardımcısı olsun. Gerçek doğruları bir gün Rabbin huzurunda göreceğiz. Kimin takvaca üstün ve doğru yolda olduğunu, yalnız ben bilirim diyen Rabbim e lütfen kulak verelim. Allah ortaya kitabın konup, hesabın görüleceğini söylüyorsa, gelin ortaya konacak ve hesabını vereceğimiz kitabın çevresinde toplanalım ve onu anlamaya çalışalım. Amacımız hiç kimseye ne saygısızlık yapmak, nede hakaret etmektir. Gerçek amaç Kur’anın hakkını vermek, onu layık olduğu yere taşımak, ona iman edenleri onun çevresine davet etmektir. Gerçek amaç Allah a ulaşan en doğru yolu bulmak ve din kardeşlerimizle birlikte, bu doğru yolda güç birliği yapmaktır. O da bölünmeden Kur’an ın çevresinde, tek yumruk olmaktan geçer. Rabbim cümlemizi kendi imtihanını bizzat kendisi vermek için, çaba gösterip mücadele eden, aklını kullanıp Kur’an ın ipine sarılan, onun nuruyla nurlanan, yaşayan kulları arasına girmemizi, nasip etsin inşallah bizleri. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK |
02.11.2011, 13:47 | #2 |
Navigator
Kardelencicegi Şuan
Üyelik Tarihi: 27.10.2008
Yaş: 57
Mesajlar: 48.623
Tecrübe Puanı: 5460
|
Cevap: Nur cemaati mensubu kardeşlerime bir hatırlatmadır.
Paylasim icin cok tsk ederim kardesim emeginize saglik.
__________________
|
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki Kullanıcılar Kardelencicegi'e Teşekkür Ediyor... |
26.12.2012, 13:26 | #3 |
Tecrübeli Yiğido
halukgta Şuan
Son Aktivite: 09.08.2016 13:35
Üyelik Tarihi: 13.10.2011
Mesajlar: 304
Tecrübe Puanı: 507
|
Cevap: Nur cemaati mensubu kardeşlerime bir hatırlatmadır.
TEK SAATİ OLAN, SAATİN KAÇ OLDUĞUNU BİLİR.
İKİ SAATİ OLANSA, ASLA EMİN OLAMAZ. |
26.12.2012, 14:38 | #4 |
Usta Yiğido
aktassa Şuan
Son Aktivite: 24.04.2016 21:30
Üyelik Tarihi: 13.10.2010
Mesajlar: 1.194
Tecrübe Puanı: 633
|
Cevap: Nur cemaati mensubu kardeşlerime bir hatırlatmadır.
Burada bir ekleme ve düzeltmede bulunmak isterim.
Maalesef günümüz din simsarlarının elindedir. Bu dinini hakkı ile yaşamak insana da büyük darbe vurmaktadır. Kadrolaşma, sınıf ayrımının olduğu bir gerçektir. Hatta farklı cemaat mensuplarının sırf kendi hocalarına inanmıyor diye birbirlerine Allah'ın selamını alıp-vermediğini bile biliyorum. Ama bunlar ile gerçek din alimlerini karıştırmamalıyız. Evet. Yukarıda bahsettiğiniz gurup için dedikleriniz doğru olabilir, ticari kaygılarla Kuran'dan alıntılarla birtakım kitapları piyasaya sürülmüş olabilir. Ama bunlardan evvel bu dinin hakikatlerini yazanlar da vardı. Bir Buhari, bir Rabbani vb. kişilerin sözleri dinimizi doğru anlamamızda en önemli etkendir. Kuran asıl rehberdir. Fakat o rehberi de anlayabilecek olgunlukta olmanız gereklidir. Örneğin, Kuranda namaz kılın denilmektedir. Peki namazın nasıl kılınacağı yazıyor mu acaba? Onu nasıl yapacağız? Peygamber Efendimiz nasıl kılmıştır, ne demiştir mesela? Veyahut bir mesele hakkında fıkhi bilgi Kuranda yazmaz. Onu da sahabe hazretlerinden öğrenebiliriz. O zamandan günümüze de gelebilen sahih eserler bellidir. Dediğim gibi buhari, tirmizi, rabbani vb. ne ait kitaplar mevcuttur. Yorum yoktur. Kısacası ehli sünnet vel cemaat kitaplarından faydalanmak gereklidir gerçekten Kuranı anlamak istiyorsak. Ama günümüzdekiler için aynı şeyi söylemem imkansız. İlgili cemaat ile ilgili ayrıntılı belgeseli kaldırılmadıysa google video üzerinden de Hristiyanlığın Truva Atı ismi ile bulabilirsiniz. Bunu yazmaktaki amacım birilerini yalanlamak veya boşa çıkarmak değildir kesinlikle. Hatta destek verip ekleme yapmak için bunları yazdım. Yanlış anlaşılmak istemem. Saygılar.
__________________
CAHİLLERLE GİRDİĞİM HER KAVGAYI KAYBETMİŞİMDİR!.. |
26.12.2012, 17:06 | #5 |
Yiğido
mete209 Şuan
Son Aktivite: 27.08.2015 20:17
Üyelik Tarihi: 15.04.2012
Mesajlar: 186
Tecrübe Puanı: 477
|
Cevap: Nur cemaati mensubu kardeşlerime bir hatırlatmadır.
Bu yazıyı yazan arkadaş Bediüzzaman'ın bunu neden yazdığını da anlatsaydı bari. Ömrü sürgünlerde ve hapislerde geçmiş, hayatında belki karnını doğru dürüst hiçbir zaman doyurmamış, kendi mülkiyeti adına hemen hemen hiçbir şey edinmemiş birisi acaba neden uyduruk(!) şeyler yazar?
Risaleleri az buçuk okuyan birisi onun Kur'an-ı Kerim'e alternatif bir kitap değil ancak bir tefsir kitabı olduğunu anlar, çünkü risalelerde ele alınan ayetler uzaydan inmemiştir, aksine bunlar Kur'an ayetleridir. Allah veli zatların kalplerine ilhamla bir şeyler gönderebilir. Buna inanıp inanmamakta serbestsiniz, fakat eğer şüpheniz varsa açıp Kur'an'ı ve risaleleri okuyun ( ikiside mevcut) bakın bakalım risalelerdeki hangi konular Kur'an-ı Kerim'e ters. Öyle kulaktan dolma bilgilerle birilerini karalayıp mide bulandirmanın manası yok! |
26.12.2012, 17:11 | #6 |
Usta Yiğido
LaEdri Şuan
Üyelik Tarihi: 12.06.2006
Mesajlar: 6.011
Tecrübe Puanı: 1281
|
Cevap: Nur cemaati mensubu kardeşlerime bir hatırlatmadır.
Risale-i Nur ve Said Nursi ile nur cemaatini farklı gözle değerlendirmek lazım..Risaleleri nur cemaatine mal edersem sevmem,okumam,elimi bile sürmem..Ama risale cemaatin malı değil..
Kurana alternatif tabi ki değildir,haşa.. Ancak cemaat tarafından Kurandan çok daha fazla okunduğu ve önemsendiği kesin..
__________________
Hani o, babasına ve kavmine, “Ne bu tapınıp durduğunuz heykeller?” demişti.(Enbiya-52) |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki Kullanıcılar LaEdri'e Teşekkür Ediyor... |
26.12.2012, 18:26 | #7 |
Yeni Yiğido
destan58 Şuan
Son Aktivite: 25.07.2015 19:27
Üyelik Tarihi: 07.08.2005
Yaş: 43
Mesajlar: 16
Tecrübe Puanı: 0
|
Cevap: Nur cemaati mensubu kardeşlerime bir hatırlatmadır.
risalei nuru baştan aşağı okudunuzmu?
yazmayayım diyorum ama yazmak zorunda hissediyorum kendimi, Allahın indirdiğiyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir. mAide 44 İmam-ı Ali (R.A.), Nurun eczalarından haber verdiği sırada, [Ya Rab! ÃyetüI-Kübra hürmetine beni kurtar, eman ve emniyet ver. (Celcelütiye) ] deyip, o Âyetü’l-Kübrayı şefaatçi yaparak, Nur Şakirtlerinin Denizli hapsinde, o risalenin hem Ankara, hem Denizli Mahkemelerinde galebesiyle ve perde altında tesirli intişarıyla, talebelerine beraat kazandırmaya sebep olduğu gibi, onun gizli tabı da, şakirtlerinin dokuz ay mevkufiyetlerine vesile olmasıyla, İmam-ı Ali’nin (r.a.), hem keramet-i gaybiyesini, hem Nur Şakirtlerinin bedeline duasını pek zahir bir surette tasdik etti. ne demektir bu? bu şu demek... Şehid Hz. Ali nin, Said Nursiye Gaybdan haber aktarırken kendi kitaplarını aracı kılarak Allah'tan yardım dilemesi !! en azından şu videoyu izleyin... [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...] ha bide,madem bediüzzaman dı,islamın 1400 yıllık halifesi,sürgünde,küfür hükümlerinin galip geldiği bir devlet kuruldu,müdahele etseydi? islam hurafeler ve masallar dini değildir.tevhid dinidir... tebliğ ettim şahid ol ya rab... |
27.12.2012, 17:54 | #8 |
Usta Yiğido
aktassa Şuan
Son Aktivite: 24.04.2016 21:30
Üyelik Tarihi: 13.10.2010
Mesajlar: 1.194
Tecrübe Puanı: 633
|
Cevap: Nur cemaati mensubu kardeşlerime bir hatırlatmadır.
"Ahir zamanda İsevilerin Dindarları , ehl-i Kuran'la ittifak edip müşterek düşmanları olan zendekaya karşı dayanacakları gibi şu zamanda dahi ehli diyanet ve ehli hakikat değil yanlız dindaşı , meslektaşı, kardeşi olanlarla samimi ittifak etmek, belki Hristiyanların Hakiki Ruhanileri ile dahi medarı ihtilaf noktaları, muvakkaten medarı münakaşa ve niza etmeyerek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar."
Bu söz benim değil. Lem'alar, sy 151 Hristiyanların Dindarları ile ittifak falan?
__________________
CAHİLLERLE GİRDİĞİM HER KAVGAYI KAYBETMİŞİMDİR!.. |
17.01.2013, 10:38 | #9 |
Tecrübeli Yiğido
nene-hatun Şuan
Son Aktivite: 10.06.2013 11:16
Üyelik Tarihi: 24.08.2012
Mesajlar: 293
Tecrübe Puanı: 475
|
Cevap: Nur cemaati mensubu kardeşlerime bir hatırlatmadır.
Sn halukgta sizi takip ettiğim diğer bir kaç forumdan da biliyorum. Açtığınız bu başlık çok yerinde olmuş. Özellikle nurcuların risaleler konusunda daha da sapkınlaşan tavırlarına şahidim. Bu konuda özellikle Turan Dursun'un müslümanlık ve nurculuk adlı kitabını her müslümanım diyenin okumasını tavsiye ederim. Şimdi Turan Dursun deyince birçoklarının yerinden zıpladığını zannediyorum. Ancak TD bu kitabı sırf müslüman kardeşlerini uyarmak amacıyla inançlıyken yazmıştır.
__________________
Hattı müdafaa yoktur Sathı müdafaa vardır O satıh bütün vatandır |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki Kullanıcılar nene-hatun'e Teşekkür Ediyor... |
19.01.2013, 14:35 | #10 |
Tecrübeli Yiğido
efe1058 Şuan
Son Aktivite: 19.01.2013 15:02
Üyelik Tarihi: 30.08.2005
Yaş: 40
Mesajlar: 227
Tecrübe Puanı: 723
|
Cevap: Nur cemaati mensubu kardeşlerime bir hatırlatmadır.
RİSALE-i NUR, NASIL BİR TEFSİRDİR?
Tefsir, Kur’an-ı Kerim’in lafızlarından kastedilen manaları beşer takati ölçüsünde açıklamak demektir. Kur’an’ın en yetkili müfessiri, Hz. Peygamber’dir (s.a.v.). “Sana da, ey Resulüm, bu Zikri indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın” (Nahl 44) ayeti bunu açıkça belirtir. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Kur’an hakkında üç mühim görevi vardı. Bunların birincisi tebliğ, ikincisi tebyin yani açıklama, üçüncüsü ise tatbiktir. Hz. Peygamber Kur’an’daki mücmelleri açıklamış, müşkülleri gidermiş, çok genel olan hükümleri sınırlandırmış (umumu tahsis etmiş), sorular üzerine cevap sadedinde bazen vahiy gelmiş, bazen kendisi açıklama yapmış, ondaki hükümlerin nasıl tatbik edileceğini göstermiştir. Ashab-ı Kiram, Kur’an’ın muayyen ayetlerinin açıklanmasına ihtiyaç duyar, Hz. Peygamber Efendimiz’in açıklamalarıyla maksatlarına erişirlerdi. İlerleyen asırlarda Müslümanların açıklanmasına ihtiyaç duydukları ayetlerin sayıları arttı. 2. ve 3. asırda yazılmış tefsirlere bakarsak, sure ve sure içinde ayet sırası gözetildiğini, fakat ayetlerin ekserisi hakkında herhangi bir açıklama veya rivayet yerleştirilmediğini görürüz. Ancak Hicri 3. asrın sonlarında bütün ayetlerin tefsir edilmeye başlandığına şahit oluyoruz. Bu alanda elimizde olan ilk tefsir eseri Taberî’nin (ö. 310/923) tefsiridir. Bu tarz devam ederken bazı tefsirciler, muayyen konular hakkında tefsir yapmayı faydalı bulmuşlardır. Zira aslında her müfessirin 6666 ayeti yeniden tefsir etmesine ihtiyaç da yoktur. Müfessir, kendi zamanının ihtiyaçlarını gidermeye öncelik vermeli, kendi zamanının ihtiyaçlarına ihtimam göstermelidir. Bu konudaki ayetleri özellikle ve ayrıntılı olarak açıklamalıdır. Bunun dışında kalan pek geniş alanı, başka müfessirlerin eserlerine havale etmelidir. Risale-i Nur, manevi bir tefsirdir Dinî ilimlerin öğretiminin zayıfladığı, insanların himmetlerinin ve dinî ilimlere ayırabildikleri zamanın azaldığı bir dönemde, işe en sağlam yerinden başlamak gerekiyordu. İşte Üstad Bediüzzaman’ın tefsiri, dinin temeli olan; Allah Teala’nın varlığı, birliği, sıfatları, melekler, kitaplar, nübüvvet, vahiy, ahiret hayatı gibi meselelerde, güçlü açıklamalar yapmıştır. Bunları yaparken, diğer tefsirlerdeki gibi farklı kıraat vecihleri, esbab-ı nüzul, i’rab, lügat vb. yönlerini açıklamamıştır. Bu konular önemsiz olduğundan değil, bu hususta ayrıntılı açıklamaların bulunduğu geniş tefsirlere havale ettiğinden ötürü böyle yapmıştır. Kur’an’ın tefsirini, başlıca ikiye ayırma görüşü İmam Gazali, İbn-i Kayyim ve Muhammed Abduh gibi zatlar tarafından da vurgulanmıştır. İşte Risale-i Nur, “manevî tefsir” kabilindendir. Manevî tefsir bazılarının zannettiği üzere, “işarî tefsir” demek olmayıp, lafızdan çok, manayı esas alan, manaları anlatmaya yönelen tefsir tarzıdır. Üstad Bediüzzaman “Risale-i Nur, Kur’an’ın çok kuvvetli hakiki bir tefsiridir” der, bazı kimseler bunun ne manaya geldiğini bilmediklerinden, Üstad, şöyle bir açıklama yapma ihtiyacı hisseder: “Tefsir iki kısımdır: Birisi, malum tefsirlerdir ki Kur’an’ın ibaresini, kelime ve cümlelerinin manalarını beyan, izah ve ispat ederler. İkinci kısım tefsir ise Kur’an’ın imanî hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan, ispat ve izah ederler. Bu kısmın pek çok ehemmiyeti var. Zahir malum tefsirler, bu kısmı bazen mücmel (çok kısa) bir tarzda derc ediyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannit feylesofları susturan bir manevî tefsirdir.” (Şualar, s. 434) Bir misal verelim: Besmele-i Şerife’yi tefsir eden mutad tefsirler “isim” kelimesinin manaları, etimolojisi, “ba” edatının işlevleri, Besmele’nin sure başlarındaki hükmü, Fatiha’nın başındaki besmeleyi namazlarda okumanın hükmü, Rahman ve Rahim isimlerinin anlamları gibi konularda bilgi verirler. Bu bilgiler, bir evin binası durumundadır. Fakat o binadan tam yararlanabilmek için evde bulunması gereken eşya ve yiyecek gerekir ki bunlar da manevî tefsir mesabesindedir. Risale-i Nur, Sözler kitabının Birinci Söz’ü ve makam münasebetiyle onun peşine konulan bir parçada, Besmele’nin insana gerçek kimliğini verdiğini, onu dünyada Yüce Yaratıcı’nın bir müfettişi makamına yükselttiğini, bu manevî kablo ile insanı sonsuz kudret sahibine bağlayarak ona muazzam bir enerji kaynağı ve şahsî gücünden binlerce defa fazla bir güç kazandırdığını, kainatı şenlendiren ve bütün yaratıkları insana amade kılan sırrın “rahmet” olduğunu; koyun, inek gibi hayvanların da “Bismillah” diyerek rahmet feyzinden bir süt çeşmesi hâline geldiğini, bahçelerin “Bismillah” diyerek hadsiz sebze ve meyveleri içinde pişirdiğini, kâinatı dolduran o rahmete ulaşmanın yolunun “Rahmeten lil âlemin” olan Hz. Peygamber’in (s.a.v.) terbiyesine girmek olduğunu anlatır. Bu konuda verilebilecek çok sayıda örneklerden biri de Birinci Lem’a’dır. Hz. Yunus’un (a.s) denizde balık tarafından yutulması zahirî bir hadisedir. Bediüzzaman, bu gerçekten hareket ederek her birimizin ondan daha müşkül durumda olduğumuzu, balığın onu yuttuğu gibi nefs-i emmaremizin de bizi yutup ihtiraslarımıza hapsettiğini, dalgalı dünya denizinde boğulmamak için, balığı bir denizaltı gemisi gibi bize hizmet ettirecek bir hâle gelmemiz için Hz. Yunus gibi tam bir teslimiyetle Yüce Rabb’imize sığınmamız gerektiğini güzelce anlatarak bu kıssayı nasıl okumamız lazım geldiğini bildirir. Bu tarz tefsire duyulan ihtiyacın daha fazla olduğu, ayrıca geniş kitlelerin bunu daha kolayca anladıklarını söylemeye hacet yoktur. Risale-i Nur, Kur’an’dan mülhem midir? Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi, eserini yazarken yanında Kur’an-ı Hakîm’den başka kaynak bulunmuyordu. Bazen bir konudaki ayetleri derinden derine tefekkür eder, onları tekrar tekrar okur, her tekrarında yeni yeni feyizler alır, sonra Kur’an’dan mülhem olarak (ilham alarak) sür’atli bir şekilde o konuyu açıklar, yanındaki talebelerine yazdırırdı. Bu eserleri şahsının malı olarak düşünmediğinden, fazileti Kur’an’a râci olup Kur’an hakikatlerine hizmet ettiğinden, bunların ehemmiyetini belirtir, insanların bu eserleri dikkatli bir şekilde okumalarını tavsiye ederdi. O, bu konuda şöyle diyor: “Manevi bir elektrik olan Risale-i Nur dahi, ne Şark’ın malumatından ve ne de Garp’ın felsefe ve fünunundan iktibas edilmiş bir nur değildir. Daha doğrusu, semavi olan Kur’an’ın Şark ve Garp’ın fevkindeki yüksek mertebesinden iktibas edilmiştir.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 76) Üstad’a göre Risale-i Nur’un Kur’an’dan mülhem olduğunun şu gibi delilleri vardır: Üstün ikna kabiliyeti, farklı seviyedeki insanlara hitap edip herkesin kendi durumuna göre yararlanmasını sağlaması, muhtevasının zenginliği, müellif âdeta bir yerden okuyormuşçasına süratle söylemesi, söylediğinin yanındaki talebeler tarafından hızla yazıya geçirilmesi, Külliyat’ın müellifinin havsalasının çok ötesinde bir genişliğe sahip olması. Risale-i Nur, getirdiği misaller ve diğer bazı özellikleriyle derin hakikatleri sade insanlara bile anlatır. Hâlbuki o gerçekleri, büyük âlimler bile “anlaşılmaz ve anlatılamaz” deyip, değil geniş kitleye, yüksek seviyedeki insanlara bile anlatamazken, Risale-i Nur etkili ve duygulu bir şekilde anlatır. Demek, Risale-i Nur’daki (sühulet-i beyan) kolay anlatım, şüphe yok ki ilahî inayet eseridir ve onun müellifinin hüneri olamaz. (Mektubat, s. 348) Şunu unutmayalım ki Kur’an-ı Hakîm, Allah Teala’nın bal arısına ve sair hayvanlara bile ilham ettiğini, Allah’ın kelimelerinin tükenmek bilmediğini bildirir. Kendisini Kur’an’a veren bir müminin, onun “tükenmek bilmeyen bedî manalarına” mülhem olmasında yadırganacak bir taraf bulunamaz. Sıradan insanların bile, iradeleriyle olmayan bazı durumlar hakkında “kalbime doğdu”, “içime doğdu” tabirlerini kullandıklarını çokça görürüz. Risale-i Nur’un, Kur’an anlayışına getirdiği yenilik Risale-i Nur’un üzerinde durduğu temel konulardan biri Kur’an’ın hakkaniyeti, yani gerçeğin ta kendisi olmasıdır. O, insanlara iyice temellendirilmiş bir Kur’an anlayışı vermeye büyük özen gösterir. Kur’an’ın klasik tarifi şöyledir: “Allah Teala tarafından Hz. Muhammed’e (s.a.v.) vahyedilmiş, tevatürle nakledilmiş, Mushaflarda yazılmış, tilavetiyle ibadet olunan, mu’ciz kelamullahtır.” Bu, Kur’an hakkında belirleyici bir çerçeve çizen mükemmel bir tariftir. Fakat Kur’an’ın işlevlerini ve ondan nasıl yararlanmak gerektiğini göstermek için Bediüzzaman, başka bir tarif daha yapar. Aslında pek teksifî (yoğun) olmakla beraber yine de uzun sayılabilecek bu tarifinden bazı cümleleri (sadeleştirerek) verelim: “Kur’an, bütün âlemlerin Rabbi sıfatıyla Allah’ın kelamıdır. Kıyamete kadar gelecek bütün insanlara yönelttiği ezelî hutbesidir. Görünen âlemde, görünmeyen gayb âleminin lisanıdır. İslam medeniyetinin güneşi, temeli ve mimarî projesidir. Uhrevi âlemlerin mukaddes haritasıdır. İnsanlığın hakiki hikmeti (felsefesi)… İnsanlığı mutluluğa götüren gerçek mürşididir.İnsana hem hüküm ve hukuk kitabı, hem dua ve ibadet kitabı, hem hikmet kitabı, hem fikir kitabı, hem zikir kitabı, hem insanın bütün manevi ihtiyaçlarına merci olacak çok kitapları içeren kapsamlı bir kitab-ı mukaddestir.”(Sözler, s. 383) Bir başka eserinde de, hangi yönünden bakılırsa bakılsın, Kur’an’ın bütün insanlığa ebedi ufuklar açan mükemmel bir rehber olduğunu şöyle temellendirir: “Kur’an’ın altı yönü de doğruluğunu gösterir: Üzerine oturduğu zemin, delil sütunları üzerine oturur. Üstünde mucize olduğuna dair parıltılar bulunur. Arkasını semavi vahyin gerçeklerine dayandırır. Önünde gösterdiği hedef, dünya ve ahiret mutluluğudur. Sağ tarafında aklı konuşturup tasdikini alır. Sol tarafında temiz kalplere ve vicdanlara hitap eder, fıtratın şahitliğini alır.” (Şualar, s. 134) Bediüzzaman’ın tefsirde izlediği usul Üstad Bediüzzaman hemen her bahsi, bir ayet-i kerime ile başlatır. Böylece yazacağı şeylerin, o ayetin feyzinden bazı katreler olduğunu gösterir. Fakat ayetin mealini vermez. Diğer tefsirlerin yaptığı tarzda açıklamalara girişmez. Onları önemsiz gördüğünden değil, öteki tefsirlerde zaten yapıldığından ötürü onlara havale eder. Anlatırken akla hitap eden deliller gösterir, bazen misaller verir, bazen hikâye zikreder. Kur’an’dan başka kaynağa müracaat etmez. Yeri geldiğinde hafızasından ilgili hadis-i şerifler nakleder. Bu, onun hayatının son otuz beş yılını sürgün ve hapislerde geçirmesine verilebilir. Fakat bunun ötesinde o, İmam-ı Rabbanî’nin (rh.a) “Tevhid-i kıble et!”“ tavsiyesini tutmak için böyle yaptığını şöyle anlatıyor: ““Cenab-ı Hakk’ın rahmetiyle kalbime geldi ki bütün tarikatların başı, bütün gezegenlerin güneşi, Kur’an-ı Hakîm’dir. Hakiki tevhid-i kıble bunda olur. Ona sarıldım. Nakıs istidadım, elbette layıkıyla o mürşid-i hakikiden en mükemmel şekilde istifade etmese de, yine de Kur’an’ın feyzini, yine onun feyziyle gösterebiliriz. Demek Kur’an’dan gelen o sözler ve o nurlar, yalnız birtakım ilmî meseleler değil, aynı zamanda kalbî, ruhî, hâlî olan imanî meselelerdir. Ve pek kıymetli ilahî irfan hükmündedir.” (Mektubat, s. 331) İşaratü’l-İ’caz tefsirinde ise farklı bir usul takip etmiştir. Öteki klasik tefsirler gibi sure ve ayet sırasını gözeterek ayetleri açıklamış, ayetler içinde cümlelerin, cümleler içinde kelimelerin tam yerinde olduklarını, Kur’an’ın belagat inceliklerini, üslup özelliklerini göstermekle beraber bilimsel tefsir ile sosyolojik tefsirin mükemmel örneklerini vermiş, Kur’an’ın mucize olduğunu çeşitli yönlerden ortaya koymuştur. Önsözünde belirttiği gibi, ona göre, fertler ne kadar âlim de olsalar, Kur’an’a mükemmel tefsir yapamazlar. Onun için çeşitli alanlarda uzmanların teşkil edeceği yüksek bir heyetin bu işi yapması sağlanmalıdır. Ancak, zorlayıcı şartlar bu eserini devam ettirmesine mâni olmuş, bir numune olmak üzere bir ciltlik tefsir elimizde kalmıştır. (Bu konuda güzel bir kitaptan geniş bilgi alınabilir: Dr. Niyazi Beki, Kur’an İlimleri ve Tefsir Açısından Bediüzzaman Said Nursi’nin Eserleri, İstanbul 1999) Bediüzzaman, nasıl bir hizmet ifa etmiştir? Bediüzzaman Said Nursî, Müslümanların başlıca fikir ve maneviyat merkezleri olan medrese, mektep ve tekkenin işlevleri arasında tam bir irtibat sağlamıştır. Ona göre bunlardan her birinin kendilerine mahsus alanları vardır. Fakat bir koordinasyon ile zaman zaman bir araya gelip müşterek gayeye hizmet etmelidirler. Bunu, üç ayrı odasının ortadaki büyük salona açıldığı bir ev benzetmesi ile ifade eder. Kendisinin de ilk yetişme ortamı olan medresenin zahirî, sağlam ilim ölçüleri; okulun temsil ettiği modern bilimler ve üçüncü olarak da nefis terbiyesi ve kalbe yönelen maneviyat eğitimi, ona göre vazgeçilmez üç unsur olup ahenk içinde Müslüman toplum içinde yerlerini almaları gerekir. Fikir öncülüğünü yaptığı birçok müesseseler, okullar, yayın evleri, gazete, radyo, televizyon, kitap, dergi çalışmaları ile onun temennilerinin gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Allah Teala onu garik-i rahmet eylesin, Müslümanları onun böylesi güzel irşatlarını uygulamaya muvaffak buyursun. Dücane Cündioğlu: “Risale-i Nur, kendi suretiyle, kendi hakikatiyle muhterem ve muhteşemdir” Kur'an'ı tefsir faaliyetini bir 'ilim' haline getiren, Tefsir'i "İlm-i Tefsir" olarak adlandırmamızı mümkün kılan en temel cihet, hiç şüphesiz bu faaliyetin öncelikle 'tedvin' edilmiş olması, yani cihet-i vahdet-i zatiye ve araziyesine istinaden bir mevzuunun, maksadının, mebadi ve mesailinin bulunmasıdır. Günümüz Türkçesiyle söyleyecek olursak, bilgi'nin bilim haline gelmesi için o bilginin tedvin edilip 'müdevven' hâle gelmesi, bir usule, bir yönteme kavuşması gerekir. Nitekim bir İlm-i Usul-i Tefsir mevcut olduğu içindir ki İlm-i Tefsir de mevcuttur. Ne var ki önce faaliyet meydana gelir, sonra o faaliyet birtakım kaideler vasıtasıyla bir usule kavuşur. Önce faaliyet, sonra kaide ve en nihayet usul. Evet, önce tefsir faaliyeti, tefsir teşebbüsleri meydana gelmiş, muhtelif yorumlar ortaya çıkmış, daha sonra bu faaliyetleri bir kaide, bir usul altına almak zarureti baş göstermiştir. Tefsir kitaplarının 'dirayet', rivayet tariklerine istinaden ikiye ayrılması ise tamamen itibaridir. Günümüzde geçerli "tefsir kitapları"nın tarihine ilişkin "fırkacı" şablon, esas itibariyle Ignaz Goldziher'in bir marifeti olup ne yazık ki M.H. Zehebi tarafindan meşrulaştırılmış ve yaygınlaştırılmıştır: Fıkhi Tefsir, Tasavvufi Tefsir, Felsefi Tefsir, vb. İmdi, herhangi bir metnin veya metinler mecmuasının bir tefsir eseri olarak sayılıp sayılmaması için, o metinlerde yer alan satırların Kur'an-ı Kerim'e istinad veya temas ya da Kur'an'ı tefsir ediyor olması kâfi değildir. Çünkü İslam âlimlerinin bütün eserleri şu veya bu derecede zaten Kur'an tefekkürünün mahsulüdür, pekala Kur'an ayetlerinin tesiriyledir. Mesela İmam Gazali'nin 'İhya'sı, Muhyiddin b. Arabi'nin 'Füsus'ul-Hikem'i, Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin 'Mesnevi'si de bu açıdan birer tefsir teşebbüsüdür. Ama gerçekte bu eserlerin hiçbiri "tefsir kitabı" değildir. Yani bu eserler Tefsir İlmi açısından tedkik edilebilir, mesela Mesnevi'den, Mesnevi'nin bölümlerinden adeta bir tefsirden istifade edilebilir gibi istifade de edilebilir. Lakin içinde tefsir addedilebilecek pasajların bulunması, Mesnevi'yi 'tefsir kitabı' kılmaz. Tıpkı bazı hadis-i şerifleri de şerhediyor diye onun bir "Hadis Şerhi Kitabı" kabul edilemeyeceği gibi. Tefsir Usulü itibariyle Kur'an-ı Kerim'in bir "mantuk"u, bir de "mefhum"u vardır. Bu nokta-i nazardan mesela "Mesnevi-i Şerif, Kur'an'ın mantukundan ziyade mefhumunun tefsiridir" diyebiliriz. Ancak bir eserde, ayetlerin veya hadislerin mefhumuna dair tefsir ve şerh teşebbüslerinin yer alması, o eseri -dikkat ediniz lütfen- "tefsir veya şerh kitabı" yapmaz. (Ayetlerin yorumuna 'tefsir', hadislerin yorumuna 'şerh' denilmesinin bile bir hikmeti vardır.) Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin asar-ı hasene-i muhalledesi "Resail" (Risaleler) ism-i şerifiyle şöhretyab olmuştur. Üstadımızın yazdıkları birer risaledir ve "Risale" de esasen ism-i has olmayıp ism-i cins'e delalet eder ve pek tabii ki 'Füsus' gibi, 'Mesnevi' gibi, 'Mektubat' gibi 'Risale/Resail' nevi de makbul ve muhterem bir yazım türüdür. (Sibeveyh'in eserinin adı 'Kitab'dı; İmam Şafii'nin eserinin adıysa 'Risale". Birer ism-i has yani.) Bir eserin türü belirlenirken sadece muhtevası değil, yazım tarzı da nazar-ı itibara alınır; alınmalıdır. Hasılı, benim nazarımda, Resail, Kur'an'ın kısmen mantukunu ve cümleten mefhumunu tefsir eder amma o bir "tefsir kitabı" değildir, olmasına da lüzum ve ihtiyaç yoktur. O kendi suretiyle, kendi hakikatiyle muhterem ve muhteşemdir. Bu makamda, suret maddeden, hakikat mecazdan üstündür. Madde ve mecaza değil, suret ve hakikate itibar ise, hiç şüphe yok ki ilim ve insafın şanındandır. Bir eserin nev'inin şahsına/ferdine münhasır olması, gayet nadiren vaki olur bir keyfiyettir. 'Güneş' bir nev'in adıdır. Birden fazla güneş olması mümkin ve caizdir. Lakin bu imkan ve cevaza rağmen yine de hakikatte bir tek güneş vardır. İşte bu yüzdendir ki güneşimizin nev'i, şahsına münhasırdır. Güneşi yıldızlar listesinin arasına dahil etmeyi, onu yıldızlardan bir yıldız haline getirmeyi bazıları 'marifet' addedebilirler. Bendeniz edemem. Prof. Dr. Niyazi Öktem Risale-i Nurlar’da Allah'ın kainatı bir ayna olarak yaratması anlayışı vardır Her şeyden önce ben bir ilahiyatçı değilim ve Risale-i Nur Külliyatını da derinliğine bilmiyorum. Bilebildiğim kadarıyla Said Nursi'nin İslam ilahiyatına tefsir açısından katkısı olarak Allah'ın kâinatı bir ayna olarak yaratması anlayışı vardır. Bu yaklaşım akılla imanın sentezi olarak da karşımıza gelmektedir. Allah-u Teala, kendinin aksi, aynası olarak bu evreni yaratarak kendini tanımak istemiştir. İnsana akıl ve irade vererek de bu tür bir var oluşu idrak edebilme olanağını sağlamıştır. İdrak süreci imtihan alanı olarak tezahür eder. Aklı bulandıran ögelerden kurtulabilmek için önce imanla işe başlanmalı, imtihan alanına akıl daha sonra dâhil edilmelidir. Ayna felsefesi, diğer bir tasavvufi eğilim olan “Sudur”felsefesinden farklıdır. Sudur'da fışkıran, kendini ortaya koyan tanrı anlayışı vardır.Oysa “Ayna”da yansıma söz konusudur. Sudur mekni, Ayna bir anlamda müteal bir tasavvuf anlayışını yansıtır. Said Nursi'nin tefsirinde yukarıdaki hususlar vardır. Bu konumuyla Bediüzzaman, 20. yüzyılda Türkiye coğrafyası açısından önemli bir düşünce adamıdır. Kaynak: Moral Dergisi, Sayı 48, Mart 2008
__________________
SPOR SEVGİ,BARIŞ ve KARDEŞLİKTİR |
Konuyu Toplam 1 Üye Okuyor. (0 Kay?tl? Üye Ve 1 Misafir) | |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
HAYIRLI CUMALAR... | sibelYILMAZ | Dini sohbet | 1230 | 08.02.2013 03:13 |
Hayata Dair! | 65serdal58 | Hertelden | 24 | 14.02.2010 18:53 |
KANGAL-Şekerpınar | Serd@r | Kangal | 38 | 14.01.2010 00:53 |
Kuran'da Evrim Yoktur | kaanansay | Muhtelif konular | 3 | 27.04.2009 15:09 |
Dev ArŞİv Gİrmeyen PİŞman | selocan58 | Full Program Download | 2 | 22.12.2008 23:46 |