|
SİTE ANA SAYFA | Galeri | Kayıt ol | Yardım | Ajanda | Oyunlar | Bugünki Mesajlar | Arama |
Serbest Kürsü Serbest Konular |
|
Seçenekler | Arama | Stil |
12.01.2016, 15:34 | #1 |
Tecrübeli Yiğido
cebe Şuan
Son Aktivite: 17.08.2016 15:36
Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 607
|
Tarihsel Süreçte Anadolu’da Yahudiler
ROMANYOT YAHUDİLER
Anadolu’da , bilinmeyen zamanlardan (Antik Çağ’dan) beri yerli halklar arasında “Romanyot” olarak bilinen Yahudiler de yaşıyordu. Örneğin, Anadolu topraklarında, Yunanlılar ve Romalılar tarafından esir alınarak getirildikleri sanılan Yahudilere Ege Bölgesi’nde , Edremit, Bergama, İzmir, Efes, Ödemiş, Milas, Foça, vb ile Bursa, Ankara, Konya, Tokat, Samsun, Trabzon , Gaziantep ve daha birçok yerde rastlanmıştır.(Yusuf Beslalel’den aktaran Yalçın Küçük:İsyan-2, s:294.) Yahudi Jesus(İsa Peygamber)’un havarilerinden Yahudi Aziz Paul, başta memleketi Tarsus olmak üzere Yahudilerin yoğun olduğu Şam, Antakya, Efes, Konya gibi yerleri gezerek Sinagoglarda Yahudileri İsa’nın yoluna çağırıyordu. Örneğin, Konya, M. S. I. Yüzyılda önemli bir Yahudi yerleşim merkezidir.(Tekeliyet-2, s:347.) Roma döneminden beri Yahudiler Antakya, Konya, Bursa gibi Muğla-Milas yöresinde de çok yoğun idiler, o kadar ki buralar Yahudi yerleri olarak bilinirdi. Anadolu Yahudilerinin tarihçisi Milas doğumlu Siyonist AvramGalanti’ye göre, Menteşeoğulları (1280-1424, başkenti Milas), Germiyanoğulları(1300-1423, Başkent: Kütahya) ve Aydınoğulları (1308-1426, başkent:Birgi) beylikleri zamanında Muğla -Aydın yöresinde yoğun Yahudi nüfusu vardı. “Menteş” adı, İspanyol Yahudilerinin dili olan Ladino’daki“Mordehay”ın karşılığıdır. Menteşe beyliği prensleri, İbrahim, İdris, İlyas, İshak, Musa, Süleyman, vb İbrani adları taşırlar.(Prof.Dr. Yalçın Küçük: İsimlerin İbranileştirilmesi, s: 178.) Aynı durum, Germiyan ve Aydınoğlu Bey sülalelerinin (prenslerin) adlarına da yansıdığını tespit edebiliyoruz.(Prof.Dr. Yalçın Küçük :Tekeliyet, 2, s: 452.) Germiyanoğulları1300’de Yakup Bey tarafında kuruldu. Aydınoğulları Beylği’ni kuran Mehmet Bey’i, Germiyanoğulları’nın subaşlı(ordu komutanı)ydı. Urfa,Tarsus, Ankara, Çanakkale, Kars, Diyarbakır, Siirt ve daha bir çok ilde, ilçede, kasabada Yahudi toplulukları yaşıyordu. Adı geçen yerlerden başka Yahudiler, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yaşamakla birlikte en çok Çanakkale, Zonguldak, Hatay-İskenderun, Aydın-Söke, Ankara-Ayaş, Güneydoğu Anadolu’nun en çok Urfa ovasında (Harran), olmak üzere Diyarbakır, Siirt ve daha bir çok yerinde yaşarlardı. Bugün bu yerlerde Yahudi kimliğinde Yahudi olarak değil, Batı ve Güney Anadolu’da ‘Müslüman Türk’, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ‘Müslüman Kürt’ kimliğinde Yahudi olarak yaşamaktadırlar. Tablo-1: Türkiye’de Sabetaycı Yahudilerin Yoğun Olarak Yaşadıkları Yerler (Sabetaycılarıninternet sitesi([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...] alındı) Ankara Gaziosman Paşa, Çankaya-Hamamönü Balıkesir Gönen, Edremit-Akçay-Fener-Bostancı, Altınoluk, Sındırgı, Erdek-Halitpaşa, Burhaniye Edirne Manisa Soma-13 Eylül Mah. Öveçli-Kırkağaç, Gördes, Akhisar-Ragıbbey, Akgün Mah., talar Mah. Banş Mah. Salihli, Mimar Sinan Mah. Kütahya Simav Uşak Fatih Mah., Atatürk Mah., Kurtuluş Mah. İzmir Karşıyaka-Bostanlı -Aksoy Mah. ,Torbalı-Tepeköy Mah., -Muratbey Mah., Ertuğrul Mah., Salihler-Dikili-Salimbey Mah.-İsmetpaşa Mah.-Çandarlı-Barbaros Mah., Kabakum-Kocaoba-Bergama-Onur Mah.-Balçova-Bahçelievler-Güzelyalı-Yeşilyurt-Konak-Hatay-Alsancak, Menderes, ipekçiler Mah. -Tire, Sadıkpaşa Mah.-Bayındır, Urla, Menderes-Çukualtı Mah. Ilıca-Çeşme, mansuroğluMah-Bornova-Çamdibi, Şirinyer-Buca, Anafartalar Mah.-Ödemiş-Kınık. Bursa (Osmnagazi, Ömerbey Mah.-Mudanya, Kemalpaşa-lnegöl, Nilüfer) Mersin (Tarsus, Mezitli, Erdemli, Tömük) Adana (Seyhan-Beyazevler Mah.-Reşatbey Mah.-Toros Mah., Ceyhan Hatay-Antakya Hatay -İskenderun Gaziantep Kilis (Deveciler Mah.)(Şehitkamil, Şahinbey) Giresun Şebinkarahisar, Çırakman) Şanlıurfa Yenişehir Mah. Samsun Bafra, Alaçam, Ladik Tekirdağ Şarköy, Malkara Yalova Çiftlikköy Tokat Niksar, Erbaa İstanbul Harbiye, Teşvikiye, Şişli, Osmanbey, Nişantaşı, Moda-Caferağa-Kızıltoprak-Göztepe-Adalar-Caddebostan-Erenköy-Suadiye ve Anadoluhisarı'nda yaşayan gruplar mevcuttu. Özetle, Osmanlı Devleti’nin ilk kurulduğu ve giderek genişlediği topraklarda azımsanmayacak sayılarda Yahudi kolonileri vardı. Osmanlı Devleti’nin kurulmasıyla birlikte, Anadolu’ya Yahudi göçü hızlanmıştır. Orhan Bey’in (1326-1360) çağrısına uyarak Şam’dan ve Bizans’tan birçok Yahudi, yeni devletin topraklarına göç etti. Yahudilerin kendi dinlerini ve geleneklerini rahatça sürdürebilmek için ayrı bir mahallede oturmak isteğini Orhan Bey anlayışla karşıladı.( Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsyan-2, s: 294.) Bursa’da ‘Etz ha-Hayim Sinagogu’ Orhan Bey’in bir fermanı ile yapılmış olup İslam mimarisi egemendir. Yahudilerin Müslüman kimliğine nasıl gizlendiklerine bir örnek olmak üzere, Konyalı bir Romanyot Yahudi ailenin tarihsel serüvenini örnek olarak verelim. Yazar Soner Yalçın’ın verdiği bilgilerden Nakşibendilik tarikatına bağlı İstanbul Erenköy Cemaati’nin Şeyhi olan Musa Topbaş’ın Konyalı Romanyot Yahudi bir aileye mensup olduğu anlaşılmaktadır. “Musa Topbaş, 1916 ya da 1917'de Konya Kadınhanı'nda doğdu. Babası Kadınhanı esnafından Topbaşzade Ahmed Hamdi Efendi, Dedesi ise Mevlana Halid-i Bagdadi (1779-1827) hulefasından AhmedKudsi Efendi idi. Sonraki yıllarda Konya merkeze yerleşen ve ticaretle uğraşan Musa Topbaş’ın dedesi AhmedKudsi Efendi, yıllarca cami imamlığı, medrese müderrisliği yaptı. Topbaş ailesi, daha sonraki yıllarda da İstanbul’a taşındılar ve İstanbul’un Erenköy semtine yerleştiler. …Musa Topbas, Kadiköy'deki misyoner Fransız Katolik Ecol Chretiennes rahiplerine ait Saint Joseph Lisesi'ne verildi. Okul bedava değildi; üstelik pahalıydı; yıllık ücreti 15-20 liraydı. Konya'da cami imamlığı yapan Ahmed Hamdi Efendi'nin oğlunu bir misyoner okuluna göndermesini nasıl değerlendirmeli ? Musa Topbaş'ı zorlu bir öğrenim süreci bekliyordu: İki yıl hazırlık, üç yıl rüşdiye, üç yıl idadi olmak üzere on bir yıl okuyacaktı. Fransızca mecburi, diğer diller seçmeliydi. Fransızca’yla arası iyi değildi. Babası bu nedenle Prof. Angel isminde bir Yahudi’den ders aldırdı. Prof. Angel'in kim olduğunu bulamadık. Ama Yahudi Angeller İstanbul’un tanınmış ailelerinden. Örneğin, Sami Angel ünlü bir tekstilciydi. Musa Topbaş’ın Yahudi Prof. Angel'den ders alması tam beş yıl sürdü. Ve bu dersler sayesinde Fransızca’sını iyi bir seviyeye getirdi; zamanla Fransızca kitap yazacak,Fransızca'dan tercümeler yapacaktı.”( (Soner Yalçın: Efendi Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, s:377-379.) Öğretmeni bir Yahudi olan işte bu tarikat şeyhi Musa Topbaş, yaklaşık beş yüz yıl önce yaşamış Aziz MahmudHüdayi’nin hayatının ve öğretilerinin yeni nesillere belletilmesi için son 20 yıldır çok çaba harcayan bir cemaatin Önderliliğini yapmıştır. Önce, 4 ocak 1986 yılında "Aziz MahmudHudayi Vakfi”’nı kurdular. Bu vakıf, 1987'de "Hudayi Erkek Örgenci Yurdu"nu açtı. 1997'de bu yurda "Uhud Ortaöğrenim Öğrenci Yurdu"nun öğrencileri yerleştiğinden dolayı adı, "Hüdayi Ihlamur kuyu Ortaöğrenim Erkek Öğrenci Yurdu" olarak değiştirildi. Vakıf bu kez, 1999'da "Alemdar Erkek Kuran Kursu" öğrenimini faaliyete geçirdi. Bir yıl sonra da, 2000 yılında "Aziz Mahmud Hudayi Kız Kuran Kursu"nu açtı. Kursa katılan 350 kız öğrencinin 50'siyatılıydı.Vakfın Ümraniye'de huzurevi vardı. "Hudayi Tasavvuf Müziği Topluluğu" kuruldu. Alaeddin Yavaşça'nın, Aziz MahmudHüdayi'nin şiirlerini okuduğu CD çıkarıldı. Türkiye gizli Yahudileri konusunda uzman olan sosyolog ve ekonomist Prof. Dr. Yalçın Küçük, tarikat şeyhi Aziz MahmudHudayi’nin gizli Yahudi (kripto) olduğunu iddia etmiştir: “1600 yılı başındaki İstanbul’da vaki Yahudi katliamından sonra tekrar kripto hayata çekilenler olduğunu mütalaa etmek durumundayız. Bu arada, ikinci Mahmut'un en büyük Yahudi zenginlerini bir çırpıda asmasından sonra da kripto yaşamın canlandığını biliyoruz. Bu tarihlerde yaşayan Usküdari Mahmut Aziz Hüda-i Hazretleri'nin Kripto-Yahudi’si olmasını yüksek bir ihtimal olarak görüyorum.”(İsimlerin lbranileştirilmesi , s-205.) 1541 (H.948) yılında Ankara'nın ilçesi Şereflikoçhisar'da doğdu. Üsküdar'da câmi ve dergâh yaptırdı. 1628 (H. 1038)'de vefat etti. Kabri, İstanbul Üsküdar'da kendi dergâhı yanındaki türbesindedir. Asıl ismi Mahmud'dur "Hüdâyî" ismi ve "Azîz" sıfatı kendisine sonradan verilmiştir.([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...].) Prof. Yalçın Küçük, “Huda-i” sözcüğünün “Yahudi” sözcüğü ile aynı anlamda olduğunu, fakat söylenişindeki farklılığın etnik özellikten kaynaklandığını ileri sürmüştür: “Şimdi Kürt Yahudileri hakkında en temel kaynaklardan birisine başvurma zamanı gelmiş olmaktadır. Erich Brauer, bir de “Targum” hazırlamıştır., “Kürt Yahudileri”nin dili demektir Brauer’in kitabına ek olarak verdiği kısa sözlükte , “Hüdai” girişinin karşılığında, “Jews” yazmaktadır. Bunun anlamı şudur; uzun yıllar birlikte yaşadığımız ve halla bir bölümüyle birlikte olduğumuz Kürt Yahudileri’nindilinde , “targum”, “Hüdai” doğrudan doğruya, “ Yahudi” demektir. Buna şunu ekleyebiliriz, Türkiye’de pek çok kimse ve dünyanın her yerinde inançlı Yahudiler, "Hudai" ile karsılaşınca Yahudi olduğunu düşünmek durumundadır.”(Prof. Dr. Y. Küçük: Tekeliyet-1, s: 295.) Y. Küçük’ün bu iddiası, “Evet, Ben Selanikli'yim”adında bir kitap yazarak Sabetayist bir ailenin çocuğu olduğunu Türkiye'de açıklayan nadir isimlerden olan yazar Ilgaz Zorlu adındaki yazar tarafından doğrulanmıştır: "Sabetaycıların din değiştirmeleri sonrasında İstanbul’da yaptıkları ilk eylem, zamanın Halveti dergahı pirlerinden olan ve bugün Üsküdar’da yatan Aziz Mahmud Hudai'nin tekkesinin yapılmasında maddi destek sağlamalarıdır. Bunun ana nedeni uzun bir süre Sabetaycıların bu dergaha devam etmeleriydi.“( Ilgaz Zorlu: “Evet, Ben Selanikli'yim, s:41.) Başbakan Yardımcısı Bülen Arınç, Üsküdar'daki restorasyonu tamamlanan Aziz MahmudHüdayi Camisi'nin 22 Mayıs 2014’de yeniden hizmete açılması törenine katıldı. Burada konuşan Arınç, Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerinin, İslam aleminde çok önemli yere sahip olduğunu ifade ederek, caminin restorasyonunun Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapıldığını, bunun da iftihar vesilesi olduğunu söyledi. Bir gün önce( 22 Mayıs 2014) İstanbul Okmeydanı Cemevi’nde –bir yakınının taziyesi için gelen - bir Alevi genç polisin tarafından başından silahla vurularak öldürüldü. Bunu üzerine mahalledeki Alevi halk gösteriler yaptı, polis şiddetine karşı direndi. Bülent Arınç, Aziz Mahmud Hüdayi Camii’nin açılışında Alevi genci öldüren polisler için şunları söylemiştir: “Emniyet mensuplarımızı Cenab-ı Hakk korusun. Onları haksızlıktan da korusun, onların bir başka şekilde başka olaylar içinde mazlum ve mağdur olmalarından da korusun.” ( Akit Gazetesi, 23.05.2014) ([Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]) Sadece Topbaş ailesi değil, Türkiye siyasetinde, ekonomisini, kültürünü yönlendiren birçok aile tarikat şeyhi Aziz Mahmut Huda-i ile ilişkilidir. Soner Yalçın, “Efendi Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı”, “Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı” adlı kitaplarında ve 17.02.2008 tarihli Hürriyet Gazetesi’ndeki makalesinde, burada kısaca değinilen, Aziz Mahmut Huda-i örneğinde olduğu gibi, Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet döneminde birçok şeyhülislam, kadıasker, türbedar, tarikat şeyhi, şeriatçı yazar gibi Sünni İslam’ın (şeriatın) önder kadrolarının Yahudi asılı olduklarını, çoğunun bugün Siyonizm ile aynı anlama gelen masonluk örgütlerine üye olduklarını, üyelik no’larını vererek, ileri sürmüştür. Örneğin, Sünni Müslümanların adlarını çocuklarına koydukları Şeyh Feyzullah Efendi, Şeyh Küçük Hüseyin Efendi, Aziz Hudai Efendi ve yirmiye yakın Şeyhülislam Yahudi asıllıdır. Şeyhülislam Musa Kázım Efendi (1858-1920), Şeyhülislam Mehmed Ziyaüddin Efendi (1846-1917), Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi (1869-1954) masondular, yani Yahudi idiler. Hür ve Kabul Edilmiş Büyük Mason Locası belgelerinde, mason olan din adamları listesinde Müderris Mahmud Esad Efendi, Berlin Sefareti Başimamı Mustafa Hafız Şükrü, Sefaret İmamı Haşim Veli, bir dönem Darülfünun’da rektörlük yapan, siyasal İslamcı düşünürlerin önde gelen isimlerinden olan Babanzade Ahmed Naim Bey’in (1872-1934) adları da vardır. Soner Yalçın’ın verdiği bilgilere göre, Şeriatı savunan yazılar yazan, dergiler çıkaran, konferanslar veren Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh, Said-i Nursi, Mehmet Akif (Ersoy), Eşref Edip, Şemsettin Günaltay, Said Halim Paşa da mason idiler. Konya gibi, Bursa’da da Yahudi kolonileri vardı. Örneğin, Orhan Bey’in 1324’te Bursa’yı fethettiği zaman orada yerleşmiş bir Yahudi cemaatine rastladığı ve savaş dolayısıyla şehri terk eden Yahudilerin fetihten sonra şehre döndükleri bilinmektedir. Bunlar çoklukla Elen (Yunan) adı taşıyorlardı. Jesus’un (Hz.İsa) ailesinde de İbrani olmayan adlar taşıyanlar bulunuyordu. İran’ın Belh kentinde doğduğu ileri sürülen ve Evliya (ermiş, Tanrı tarafından kutsanmış) kabul edilen Mevlana(Mevlana: Efendimiz anlamına gelir. )Fars asılıdır, ancak karısı, kızı ve çocuklarının karıları Mevlevi menkıbelerinde Kira, Kirake, Kiramana, Despiman ve Efendipula gibi Rumca unvanlarla anılırlar.(Doğan Avcıoğlu: Türklerin Tarihi, s: 2022.) Rumca şiirler yazar ve Rumca konuşurken, Türkçe bilmezler. Bugün de Türkiye’de Romanyot Yahudileri, tipik Elen veya elenize adlar taşıyorlar. Hatta adlara bakarak Romanyot olup olmadıklarına karar verebiliyoruz. Örneğin, Defne, İskender, Helena, vb adlar taşıyorlar. Konunun uzmanı Prof. Dr. Yalçın Küçük, adlarında veya soyadlarında “-man”, “-men” eki taşıyanların da büyük olasılıkla Romanyot Yahudi’si olabileceğini ileri sürmüştür. |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 10 Kullanıcı cebe'e Teşekkür Ediyor... |
13.01.2016, 16:56 | #2 |
Tecrübeli Yiğido
cebe Şuan
Son Aktivite: 17.08.2016 15:36
Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 607
|
Cevap: Tarihsel Süreçte Anadolu’da Yahudiler
Osmanlı Ülkesine Yahudi Göçleri-1
(Osmanlı’nın Kuruluş Sürecinde Yahudi Göçleri) Bugünkü Türkiye toprakları 20. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı toprağı idi. Osmanlı Devleti, Ortaçağ olarak bilinen bir dönemde kurulup gelişmiş bir din-tarım imparatorluğuydu, yerine 1923 yılında bir ulus devlet olan ve Batı Uygarlığı’nın (Muasır Medeniyet’in) temel özelliklerini benimseyen/kabul eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu. Din-tarım imparatorluklarının sınırları 20. yüzyılın başlarında, özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ulus-devlet sınırları gibi keskin hatlarla belirgin değildi ve bugünkü gibi askeri birlikler tarafından sıkı bir şekilde korunmuyorlardı. “İbn Battuta, mükemmel seyahatnamesinde, hiçbir sınır kapısından geçtiğini haber vermiyor; sınırlarda engel yoktu. Sınırlar, ulus-devletlerin çok sonraki icatları oldular.” ( Prof. Dr. Yalçın Küçük : İsimlerin İbranileştirlmesi, s-200) Öyleyse, herhangi bir imparatorluğun egemenliğindeki topraklara başka bir devletin uyrukları rahatlıkla girip çıkabilirdi. Bu bağlamda, burada konu edinilen göçler münferit küçük grupların Osmanlı ülkesine girişleri değil, toplu olan, hem kendileri gelen (avdeti) ve hem de yönetenler tarafında bilinçli olarak getirtilip yerleştirilen yüzbinlerce, hatta milyonlarca insanı kapsayan göçmenlerdir. Örneğin, İspanya’dan 1492’deki kırımdan kaçarak gelen Yahudilerin sayısının 800 000 (sekiz yüz bin) olduğu tahmin edilmiştir.(Soner Yalçın: Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, s:360.) Buna göre, kendi gelenlerin (avdetiler, muhacirler, göçmenler) sayısı, o günün Osmanlı ülkesindeki tüm nüfusa oranlandığında çok yüksektir.. Nitekim, bu dönemde sadece İstanbul 44 Sinagogu ve 30 000‘i bulan Yahudi nüfusuyla Avrupa’nın en kalabalık Yahudi cemaati haline gelmişti. Bu sayı, günümüz Türkiye’sindeki nüfus ile karşılaştırıldığında; her 10 kişiden 1’i sadece İspanya’dan gelen Yahudi’dir ki, bu da 80 milyonluk Türkiye nüfusunun yaklaşık 8 milyonu Ladino(İspanyol Yahudi’si: kripto)’dur. (NOT: İzmir ve Ege’de çoklar, 1924 yılında yapılan Mübadele’den sonra Selanik’ten getirilenler hem Ege Bölgesi’ne, hem de Karadeniz sahiline yerleştirildiler. Romanyotlar, Aşkenazlar, Hazar ve Karay Yahudilerinin sayısını Ladino sayısına eklenirse, günümüz Türkiye’sinde İbrani asıllı nüfus azımsanmayacak ve belki de nüfusun çoğunluğunu oluşturuyor) Yahudi denetimindeki Türk tarih yazıcılığında, gerçekler ters yüz edilerek, Türkiye’ye sadede 1492 yılında İspanya’dan kovulan Yahudilerin getirildiği ve bunların da Osmanlı Devleti’nin –sırf insaniyet namına- Osmanlı topraklarına davet ettiğini yazar. Oysa, tarihe baktığımızda 1492 yılının sadece ve sadece sembolik bir tarih olduğunu, bugünkü Türkiye topraklarına Osmanlı Devleti’nin ilk kurulduğu yıllardan itibaren Yahudi akını olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte, büyük boyutlardaki kitlesel göçler ve Yahudi saçılması (diaspora) 1492’den çok daha önceden başlamıştı ve asıl göçler de 1492 yılından çok evvel gerçekleşmişti. Osmanlı ülkesine ilk kitlesel Yahudi göçünün 1391 yılında İspanya’daki Yahudi pogromuyla (Pogrom: Yahudi katliam (Rusça) başladığı, kırımdan kurtulan Yahudilerin büyük kısmının Kuzey Afrika üzerinden Avrupa’ya ve Osmanlı ülkesine dağıldıkları (diaspora) kaydedilmiştir. Önemli bir nokta da, göçün bir defaya mahsus olmadığı, sürekli olduğudur. İspanya’dan 1391 yılında gelenlerden sonra da bugünkü Türkiye topraklarına kitlesel Yahudi göçleri olmuş ve asıl göçlerin 1453’de İstanbul’un Türkler tarafından alınmasıyla birlikte başladığı ve ilk gelenlerin İspanya ve Portekiz’den İstanbul’a gelen Yahudiler olduğu ileri sürülmüştür(Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsyan-2, s: 293, dipnot.) İspanya’dan 1391 ve 1492 yıllarında saçılan (diaspora) Yahudilere, “Seferad” ya da “Ladino” denilmiştir. Ladino, eski İspanyol dildir, bu dili en iyi Yahudiler konuşurmuş tıpkı eski Almanca olan “Yidiş” dilini de en iyi Yahudilerin konuşması gibi. Türkiye’de de Türkçeyi (İstanbul lehçesi) en iyi (vurgulu, akıcı ve zarif) Yahudiler konuşur (Haber spikerlerinin çoğu, belki de hepsi İbrani asıllı olabilir) Türkiye’de gizli Yahudiler (Kripto ve Sabetayistler) arasında Ladino Yahudilerin sayısı -Türk, Kürt, Müslüman veya başka bir kimlik içinde gizlendikleri için- bilinmediği gibi tahmin de edilememektedir. Ancak, siyasette ve ekonomide çok etkin oldukları bilinmektedir. Bilkent Üniversitesi’nin sahibi Prof. Dr. İhsan Doğramacı bunlardadır. Sabetayizm’in kurucusu Şebbatay Zvi (Sebatay Sevi) de İspanya’dan gelenlerdendi, Sabetayistler bunların içinden çıkmıştır. Bunlar Osmanlı Devlet bürokrasisinde çok yükselmişler, 1560’lardan, yani Kanuni Süleyman (1520 – 1566) ve –Yahudi oğlu da denilen- oğlu Selim (II. Selim: 1566-1574) dönemiyle birlikte devlet bürokrasisine tam olarak egemen olmuşlardır. Yahudi oğlu II. Selimin oğlu III. Murat(1574-1595), zamanında Yahudiler, İstanbul’da güzel evlere de sahip olmuşlardır.(Prof. Dr. Yalçın Küçük, İsyan-2:, s:294.) Konunun uzmanı Prof. Dr. Yalçın Küçük,Türk tarih yazıcılığının İspanya’dan 1492’de kovulan Yahudileri Osmanlı Devleti’nin davet ettiği iddiasının ‘falsifikasyon’ (yalan) olduğunu, gerçekte herhangi bir davetin olmadığını, Yahudilerin canhıraş kaçarak önlerine çıkan her yere(Kuzey Afrika, Fransa, Osmanlı toprakları,vb) sığındıklarını yazar. Bunun böyle olduğunu onlara Anadolu’da verilen adlardan da anlamak olasıdır. İspanya ve Portekiz'den, Osmanlı topraklarına gelenlere Türkmenler tarafından" sürgün", “sürgünlü” ve “kendigelen" olmak üzere üç isim verildiğini ileri sürmüştür. Bu adlar arasında en yaygın kullanılanın ama en çok da saklananın “kendigelen" adı olduğunu kaydetmiştir. “Akdeniz'in Batısı’ndan ülkemize gelenlere verilen ve buna mukabil her türlü tarih yazıcısının, bir yasak malzeme misli, sakladığı sözcük ise “kendigelen”dir; biz Türkçemizde, İspanya’dan Türkiye'ye iltica eden Yahudilere "kendigelen" diyorduk. Türkmen halk Türkçesi olma ihtimali yüksek görünüyor ve bu söyleyişin, ikinci Bayezid ve oğlu Selim'den önce kullanılmaya başladığını düşünebiliriz.” (Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsimlerin İbranileştirlmesi, s-200.) Prof. Dr. yalçın Küçük, bu adlandırmanın çok doğrudan ve özü veren bir söyleyiş olduğunu, daha sonraki dönemlerde bu kadar mükemmel olanlarına rastlanmadığını belirterek, ’Kendigelen’, temiz ve doğru bir halk adlandırmasıdır ve şimdi yazılan tarihleri yalanlamaktadır,’ demiştir. (Hürriyet Gazetesi'nin bir haberinden, İstanbul Üniversitesi kadrosunda, "Doç. Dr. Abuzer Kendigelen" olduğunu öğreniyoruz. Mutlaka bir açıklaması olmalıdır ve isim-bilimde çok zaman birden fazla açıklama ile karşılaşıyoruz. Bir de "Gelenbevi" Ailesi var, ilgisi var mı, "aslının "gelenbe" olduğunu ve -i nisbet eki ile Arabi'de, sesli karakterlerin arasına "v" girdiğini, "ise-v-i" veya "musa-v-i", söyleyebiliriz. Judaik isim-sözlüğünde, "abuzer" görünmüyor, ama, "abuzohar" var, "zohar", kabbala'nın en önemli kitabının adıdır, biz daha çok "Zehra" ve köylerde "Zöhre" olarak söylüyoruz. Yakındırlar.( Prof. Dr. Yalçın Küçük : İsimlerin İbranileştirlmesi, s-201.) Bununla birlikte, Osmanlı toprakları ilk tercih yerlerinden biri olabilir. Çünkü Yahudiler, Müslüman toplumlar içinde daha iyi gizlenebiliyorlardı. İslam mitolojisi Yahudi mitolojisinden doğmuştur; peygamberleri ortak, inanç ritüelleri benzerdi ve büyük çoğunlukla ırksal kan bağları da vardı. Örneğin, Sabetayizmin temeli olan Kabala da İspanya'da, İslam tasavvufu içinde gelişmişti, temel kitabi Zohar, İspanya’dan tamamlanmıştır; o zamandan beri İslam ve Yahudi sufizmi birbirinden hiç ayrılmamıştır. (Prof. Dr. Yalçın Küçük: Tekeliyet-1, s:220.) Prof. Dr. Yalçın Küçük’e göre, İspanya ve Portekiz’den (Iberik yarımadası) Yahudi göçü, Resmi tarihimizin yazdığı gibi 1492 yılında değil, yüzyıl öncesinde 1391 yılında başlamıştı. 1391’deYahudilere kapsamlı bir katliam uygulanmıştı, buna Rusça “pogrom” denilmiştir. Bu tarihten hemen sonra, Osmanlı Beyliği, 1402 yılında Timur -yenilgisiyle parçalanmıştı ve ‘iç savaş’yaşıyordu (Fetret Devri), herhangi bir otorite yoktu ve ülkenin birçok yeri insansızlaşmıştı. İklimi, İspanya’ya benzeyen, beyi veya çarı ya da kıralı bulunmayan uygar bir “erez” (İsrail toprağı) görünüyordu. ( NOT: Erez sözcüğü İsrail toprağı anlamındadır ve Türkiye’de soy adı oalrak kullanılıyor. Bu soyadını taşıyanlar bürokraside yükselirler. Örneğin: Mesut Erez (Sami Süleyman Gündoğdu (S.Demirel)’nun Maliye bakanı idi, Yalım Erez (Kürt kripto) yine Demirel’in Bakanı idi) Ayrıca, Osmanlı topraklarında kadim zamandan beri Yahudi toplulukları yaşıyorlardı. Roma zamanından beri bu topraklarda yaşayan Yahudilere “Romanyot” deniliyordu. Kuşkusuz 1391 kıyımında İspanya’dan kaçanların Anadolu’daki dindaş ve kavimdaşlarından haberleri vardı. Türkiye’deki Yahudiler ile Osmanlı hanedanının da İspanya’daki Arabo-Judaik iktidarı mutlaka biliyorlardı. (Prof. Dr. Yalçın Küçük: Tekeliyet-1, s:221.) Belki de bu nedenlerden dolayı Osmanlı ülkesine en çok bu zamanda gelmişlerdir. Burada, en az ispanya'daki benzer bir "iktidar" olmayı hayal etmiş olmaları ihtimal ve imkan dahilindedir.(NOT: hayalleri Kanuni zamanında gerçekleşti) Nitekim, 16. yüzyılın başından itibaren Yahudilik, İstanbul’da güçlenmiş, yönetimin kilit noktalarını ele geçirmiş ve sonunda iktidar olmuştur. Prof. Dr. Yalçın Küçük, Ansiklopedia Judaica‘ya dayanarak I. Süleyman'ın (Kanuni, Muhteşem) kapitülasyon düzeninin Yahudilere dayanılarak hazırlandığını ileri sürmüştür: “Kapitülasyon düzeninin Yahudiler için çıkarıldığı abartma sayılabilir, yalnız Yahudilere dayanılarak tanzim edildiklerini ileri sürmek mümkündür. Kapitülasyon sadece ticaret serbestîsi getirmiyor; ayni zamanda tarafların tüccarlarına, karşı tarafın toprağında her türlü güvenceyi de sağlıyordu, bu, artık Osmanlı tebası olan Yahudileri Avrupa'nın her yerinde bir proteksiyon (koruma) zırhı ile donatmak demektir.Avrupa dillerini biliyorlardı, ticari ilişkileri vardı ve ayrıca akrabalarının bir kısmı o topalaklara dağılmıştı, İstanbul’da ticareti ellerine geçirmeleri de çok doğaldı; kapitülasyonlar, sadece hukuki ve diplomatik koruma getirmiş oluyordu ve öyleyse, kapitülasyonların motoru olmasalar bile en çok yararlananlar Yahudilerdi. O dönemde Osmanlı iktidarı, bugünün Amerika Birleşik Devletleri'ninkinden daha güçlüydü, korumayı efektif yapabiliyor, tebası olsun veya olmasın Yahudileri hapisten çıkarabiliyor veya el konulan servetlerinin iadesini sağlayabiliyordu. Demek ki Süleyman'ı bu kadar yüceltmeleri doğaldır; bunlar bir yana, Batılılar tarafından bile Osmanlı tahtının umudu sayılan, en kabiliyetli şehzadesini bir mektupla tuzağa düşüren ve bir çadırda tereddüt eden cellat’ı gözleriyle kışkırtarak boğduran, yönetimi saray kadınlarına ve entrikalarına bırakan, Osmanlı'ya Viyana Bozgunu'nu tattıran bir sultana hala muhteşem demeyi, tarihsel ölçülerde Yahudi terazisine de bağlayabiliriz. Kim ne derse desin, Yahudiler teşekkür etmeyi bilen ve kendilerini koruyanlara sadık kalabilen bir kavimdir. “(Prof. Dr. Yalçın Küçük: Tekeliyet-1, s:223) Bir parantez açıyorum: Yahudiler tarihte kendilerine iyiliği dokunmuş kişileri unutmazlar, cani de olsalar, melek gibi gösteriler. Pers Kralı Kyros (kıros olarak okunuyor) İ.Ö. 559-530 arasında hüküm sürdü. Yahudilerin Babil tutsaklığı, Pers kralı Kyros'unBabil'il işgali (M.Ö. 530) ile son buldu. Eski Ahid Ezra 1/1-4 de Kyros'un Babil'de tutsak olan Yahudiler'i özgürlüğüne kavuşturarak Anayurtları'na dönmelerini sağlayan kişi olduğu belirtilir. Bu nedenle, Yahudiler arasında peygamber mertebesinde kutsaldır, Tevratik, taşınmaktadır. Hem Türkiye’deki hem de tüm dünyadaki gizli Yahudiler “cyr (kır)”ın değişik versiyonlarını ad ya da soyadı olarak taşırlar. Örneğin Türkiye’de, kır, kır-dar, kır-ca, kır-cı, kır-aç, kır-can, ok –kır, ça-kır, vb soyadlılar çoktur. Hıristiyan gözüken Yahudiler (converso) da, cyrus, kroes, cruz, vb olarak taşımaktadırlar. Başka bir örnek: Yavuz Selim’in Yahudiliğe olan yararları için bugün Türkiye’de Musevi Yahudiler “Selim”, Sabetayist Yahudiler “Yavuz” adını kullanırlar. Yavuz’un oğlu Süleyman’ın Yahudilere çok daha fazla hizmeti olmuştur. Bunun karşılığı olarak, 2 öz oğlunu ve 4 torununu ( birisi 5 yaşındaydı) boğdurtan caniye Yahudi tarihçiler tarafından “muhteşem” ve “kanuni” sıfatları verilmiştir. İran Moğol Devleti’nin hanlarından Hülagü Han (1217-1265), dünya tarihinde "kan dökücü”, “kıyıcı”, “amansız” bir zalim olarak yer alır. Doğu edebiyatında, aşk şiirlerinde bile, onun kan dökücülüğü vurgulanır: “Tahammül mülkünü yıktın, Hulagü Han mısın kafir. Be hey zalim sen insaf et, Bizim de canımız vardır.” Hülagü, öldüğünde bile zalimdir: “İranlı tarihçi Vassaf’a göre, İran Moğol Devleti’nin kurucusu Hulagü Han (1256-1265), bayramlık elbiseler giymiş güzel kızlarla birlikte gömülür…” (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi,I. Kitap, s: 410-413.) Oysa, Yahudiler, güzellemeler düzerler. Çünkü, Hülagü’nün karısı Nesturi Hıristiyan’dır. Bu Hıristiyanlığın özünde Antakya Yahudi mistizmi vardır. Hülagü, gerek Haçlılara ve gerekse kendi egemenliğinde yaşayan Ortodoks Hıristiyanlara ve Müslümanlara karşı çok acımasız davranır. (LeonCahun: Asya Tarihine Giriş, s: 268-270. ). Buna karşın, Halep’in Moğollar tarafından fethinde ( 25 Ocak 1260) şehir yağmalanır, halk kılıçtan geçirilirken, resmi korumaya sahip olan sufi Müslümanların – yün giysililer- dergahlarına ve Yahudilerin sinagoglarına sığınanlara dokunulmaz. Pers Moğolları Nesturi mezhebi için bütçeye 360 000 frank kaydetmiştir. (L.Cahun, Agy,s: 272.) Hülagü’nün1264’de, bir sene sonra da eşi Dokuz Hatun’un ölümü üzerine, Jacobit Hıristiyanlar ( Hıristiyan gözüken Yahudiler) büyük yas tutarlar: “ Paskalya’nın başında Hülagü öldü diye yazar Abu’lFarac ( Bar Hebraeus(Yahudi oğlu) ; erdemliliğinin, yüce gönüllülüğünün, büyük tavırlarının eşi bulunamaz. Bir yıl sonra çok sadık kraliçe dokuz hatun vefat etti. Bu meşalelerin ve Hıristiyan dininin koruyucularının ayrılığı bütün dünyada Hıristiyanları büyük üzüntüye soktu” (LeonCahun, Asya Tarihine Giriş, s: 272.) Bunlar gibi daha çok sayıda tarihsel örnek vardır. Parantezi kapatıp, konuya dönüyorum: Kısacası, Osmanlı halkı ve yönetici elitin Yahudilikle 1492 yılında tanıştığı yargısı yalandır, çünkü tarihsel verilere uymamaktadır. Tarihe baktığımızda, hem Anadolu’da Türklerden önce vardılar, hem de İspanya’dan Anadolu’ya göçmeye 1492’den çok önceden başlamışlardır.(Prof. Dr. Yalçın Küçük: Tekeliyet-1, s:221.) Jewish Ansiklopecsi'nde yayınlanan Yahudi göçlerini gösteren haritadan İberik yarımadasından göçün 1492’den çok önceleri de olduğu ve göçen Yahudilerin yerleşik Yahudi topluluklarının olduğu ülkeleri tercih ettikleri anlaşılmaktadır. Ayrıca, kutsal yerler olan Kudüs ve Kıbrıs’a yakın olmak için de Osmanlı toprakları tercih edilmiş olabilir: “Tam ispanya’dan kovuldukları bir sırada, On Dördüncü yüzyılın son on yılı, birden bire aynı iklimde, daha büyük bir uygarlığın varisi, Kıbrıs ve Kudüs'e yakın ve sahipsiz bir ülkeyi buldularsa, bu son derece mesiyanik bir buluş olmalıdır ve Yahudiler buna, hep yatkın oldular. Öyleyse ve "gerçek" tarih; böyle görünüyorsa, falsifikasyon daha büyük ve cüretkâr olmak zorundadır. “ Kıbrıs, dünya Yahudiliği’nin gözbebeği oldu ve hala öyledir; Elenler'in (Yunalıların) eline geçmemesi için çok sert mücadele veriyorlar( 1570 ve 1974 Kıbrıs savaşları) ve bu nedenle de Avrupa Birliği’nin parçası olmasına hep karşı çıkıyorlar. Bu, daha sonraki dönemlerin ve yüzyılların tarihidir. Yukarıda değinildiği gibi, İberik yarımadasında, “New christian” kimliğine girerek eskiden olduğu gibi hem ticarette ve hem de ruhani ve idari kademelerde en yüksek yere gelmeleri ve hemen her yerde ve durumda bu yeni Hristiyanların eski dindaşlarını kollamaları ve desteklemeleri gibi deneyimlerini Osmanlı ülkesine gelince de sürdürdüler ve böylece eskinin “Yeni Hıristiyan’ı” Yahudi, bu kez “Yeni Müslüman” Yahudi oldu. Ancak, İbrani kökenli Osmanlı hanedanının bu duruma itiraz ettiği not edilmiştir: “Süleyman'ın, "Kanuni", gelenlerin judaizme dönmelerini istediği ve hatta şart koştuğu yollu işaretlere sahibiz. Ancak hem gelenlerin hepsinin bu şarta uymalarını bekleyemeyiz ve hem de 1600 yılı başındaki İstanbul'da vaki Yahudi katliamından sonra tekrar kripto hayata çekilenler olduğunu mütalaa etmek durumundayız. Bu arada, ikinci Mahmut'un en büyük Yahudi zenginlerini bir çırpıda asmasından sonra da kripto yaşamın canlandigını biliyoruz.”(Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsimlerin İbranileştirlmesi, s-205.) Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün bildirdiğine göre, Kanuni, sanki bütün konversoların (gizli Yahudiler) ve Yahudilerin hamisi idi, Yahudiler'i korumak için Venedik ve İtalya’ya karşı savaş tehdidinde bulunmaktan geri kalmıyordu. O kadar öyle ki, İtalya’da Yahudiler, Osmanlı casusları sayılmasalar bile yandaşı kabul ediliyordu. Öyleyse şunu görüyoruz, Türkiye'ye Yahudilerin göçü, 1492 sembolik tarihinden çok önce ve sonradır. Türkiye'nin Yahudiler için bir "rezerv devlet" olmaları, "yedekistan" da diyebiliyoruz, Muhteşem Süleyman'la başlamakta ve oğluyla devam etmektedir. Sonra, 1600 yıllarındaki kıyam ve 1820 yıllarındaki idamlarla gerilediğini biliyoruz. Yirminci yüzyılın başında yeniden canlanma var.(Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsimlerin İbranileştirlmesi, s:210.) İşte insanlık tarihinde hemen her dönem ve hemen her toplum tarafından lanetlenerek kovulan/kırılan bu ırkçı kabile toplumu, Osmanlı topraklarına kalabalık göçler halinde gelmiş ve istedikleri yerlere yerleşmişlerdir. Böylece, yukarıda söz konusu edilen ilk yerleşiklere (Romanyot Yahudiler) ilave olarak özellikle 1391 ve 1492 yıllarında İspanya'dan kovulmuş yeni Yahudi göçmenler (muhacirler)’in gelmesi/getirilmesi, Yahudilerin hem “nüfus”unu hem de “nüfuz”unu artmıştır. Prof. Dr. Yalçın Küçük’e göre, Osmanlı ülkesinde Yahudi hegamon gücün oluşumu, 2 öz oğlunu ve 4 torununu bizzat boğdurtan, buna karşın Yahudi tarihinde yine de “ Kanuni” veya “Great Şlome (Muhteşem Süleyman)” olarak anılan I. Süleyman zamanında başlamıştır; “ …başlıca kaynaklarla birlikte EncylopaediaJudaica’dan çıkardığımıza göre , bütün Yahudileri sarayına toplayan ve onlara çok büyük ayrıcalıklar tanıyan Kanuni zamnında Türkiye’ye geliyorlar. Aileden MoşeHamon, en büyük güce kavuşuyor, asıl adı Roxana olan Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa ile bir parti oluşturarak, ülkeyi yönetiyorlar/.../ Biliyoruz, Süleyman döneminin bir yükseliş görüntüsü taşıdığı kesindir; ancak bu görüntüğ aşıldığı zaman bozulma ve çürümenin bütün kanallarını da görebiliyoruz, bu nedenle, “ muhteşem” sıfatı havada kalmaktadır. /…/ 3. Murat (Kanuni’nin torunu) zamanında, hem genel hem de özel nedenlerle İstanbul Yahudileri çok büyük bir refah içinde yaşıyordu. /…/ Burada, “Alman Aile” denilen Aşkenazi’leri, “Evlad-ı Musa” sayılan Hamon’ları, Yahudilikte yarıazize sayılan Graciave Nasi’leri ortaya çıkarmış oluyoruz. Bunlara, kuşkusuz, Ester’i de eklemeliyiz, saraya ebe olarak girişi 1539 tarihindedir ve yarım yüzyıl dış politikanın yanında, iltizam işinde ve mansıp dağıtımında çok etkin olduğunu biliyoruz. Bunların hepsini Türk iç ve dış politikasında ve iç ve dış ticarette çok kritik noktalara getiren de Kral Süleyman idi. Muhteşem, ülkeyi bir Yahudi Partisi eliyle idare ediyordu/…/ Türkiye Yahudilerinin büyük tarihçisi AvramGalante, “Süleyman’ın Yahudileri lehine politikalar izlediğine de işaret ediyordu. /…/ Yahudi toprağındaki tek kutsal şehir olan Kudüs’ün duvarlarını ve ayrıca şehirde yaşayan Yahudilerin susuz kalmamaları için su tünellerinin yaptırdığını kaydediyor. Yahudi Ansiklopedisi, “Yavuz” olarak da bilinen ve Çaldıran seferine giderken casus olabilecekleri kaygısıyla kırk bin Türkmen ve kürtşiisini öldürtenSelim’in Yahudilere son derece şefkatli yaklaştığını yazmaktadır. Beyazıt, Selim ve Süleyman saltanatında İstanbul’da Yahudileri anlatıyordu: “Fethedilen yerlerdeki Yahudiler, başta İstanbul, imparatorluğun önemli kentlerine aktarıldılar.(Prof. Dr. Yalçın Küçük: Şebeke, s 49-63.) Bu belgelere göre, Türkiye Yahudiliği yaklaşık 500 yıldan beri siyasete, ekonomiye, kültüre egemendirler; Prof. Dr. Yalçın Küçük, Yahudi egemenliğine “Tekeliyet”, Yahudi tekelinde olan Türkiye’yi de “Tekelistan” adını vermiş ve bu adlar altında Türkiye ve Dünya (gizli=kripto) Yahudilerinin nasıl dayanıştıklarını, adlarındaki kodları, sinsiliklerini, hainliklerini, zalimliklerini sergileyen kitaplar yayınlamıştır. Prof. Yalçın Küçük, dünya Yahudiliğini siyasal ve ekonomik bakımdan devlete ortak eden, buna karşın Türkmenlere dinmez bir düşmanlık sergileyen Osmanlı Hanedanı’nın Türk kökenli değil, İbrani kökenli olduğunu ve Orta Asya’dan değil, Halep’ten geldiklerini ileri sürmüştür. “Türkmenler'in Anadolu'ya hep Malazgirt'ten girdikleri de bir tezvirat'tır, Ertuğrul ve klanı, Suriye'den, Halep'ten yukarı çıkmışlardı, mezarlarını da, boşuna, orada aramıyoruz. Eğer, Musul'da nüfusun küll-ü azamisi ve bahusus Kerkük'de küllü Türkmen iddia ediliyorsa, sebebi buradadır.”(Prof. Dr. Yalçın Küçük: Gizli Tarih, s: 84) Prof. Yalçın Küçük’e göre, Osmanlı Hanedanı’nın, Oğuzların ‘Kayı Boyu’ yoluyla Orta Asya’ya , yani Türk köklerine bağlanmaları 15. Yüzyılda akıllarına gelmiştir. Bu uydurma, anadilleri olan İbranice’nin yerine Türkçe konuşmalarına bir dayanak , bir meşruiyet gereksiniminden doğmuştur. Osmanlı Hanedanı kendilerini Kayılar yoluyla sadece Türk köklere değil, aynı zamanda Kayılar yoluyla Peygamber Ailesi'ne de bağlanmışlardır; bu, Sünni İslam’a bir yaklaşımdır. “... güzel, ama önce bu keşif için neden bu kadar geç kalındı, bu soru var ve ikincisi, Kayılardan bazı obaların Küçük Asya ve Bati Anadolu yörelerine geldikleri kabul edilse bile, Osmanlı Hanedanı ile bu kol arasında ilişki kurmak mümkün mü? En azından hiç de kolay olmadığını söyleyebiliyoruz. Fakat daha önemli olan ise, Osmanlı soyunun, kendilerini Türk olarak çağırdıklarını gösteren kaynaklardan da yoksunuz, düşündürücü bir eksiklik durumundadır. (Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsyan-1, s: 44) Hakiki" Türklerin, Türkmenler, Osmanlı’yı bir bütün olarak, hem Hanedan mensuplarını ve hem de "Osmanlı” olanları, çok büyük çoğunluğuyla bürokrasiyi, kendilerinden uzak, yabanıl saydıklarını Profesör F. Sümer’in hatırlattığı Türkmen Türküsü çok açık göstermektedir: Şalvarı şaltak Osmanlı Avradı kaltak Osmanlı Ekende yok, biçende yok Yemeye ortak Osmanlı Prof. Y. Küçük, Osmanlı Devleti’nin Türk/Türkmen düşmanlığının yanı sıra, dünyanın çeşitli ülkelerinde Osmanlılılar ile ilgili yayınlanan bilgi/belgelere dayanarak resmi tarihte öğretilenlerin yaşanılan tarihten çok, uydurmalar olduğunu ileri sürerek Osmanlı hanedanlığının ırk kökünü tartışmaya açmıştır. Batı ülkelerinde Osmanlı ile ilgili tüm kaynaklarda Osmanlı Devleti’nin kurucusunun adı, ‘Osman’ değil,‘Ottoman’ olarak yazılıyor. Türkiye dışında Osmanlı İmparatorluğu’nun adı da “TheOttomanEmpire(1300–1922) olarak geçer. Oysa, Osmanlı Devleti’nin kurulduğu 1300’den 656 yıl önce, 644 yılında, 3. Halife olan Osman’ın (580 – 656) adı Batı tarihlerinde doğrudan ‘Osman’ olarak yazılıdır. Yani, Batı kaynakları ‘Osman’ yazmasını biliyor, yanlışlıkla Osman’ı, Ottoman yazmayacak kadar da güvenilir kaynaklardır. Böyle olduğu halde, hiçbir Batı kaynağında Osmanlı Devleti’nin kurucusu kabul edilen kişinin adı ‘Osman’ olarak yazmaz, tümünde ‘Ottoman’ yazar. Bu da, gerçekte Müslüman olmayan hanedanın, Ottoman'ı bilinçli olarak Osman'a çevirerek etnik kökenini ve gerçek dinini bilinçli olarak gizlendiği kuşkusunu doğuruyor. Ayrıca, yine resmi tarihimizde kurucu ‘Osman Bey’in sıfatı ‘Gazi’dir; ‘Osman Gazi’. Gazi, İslam için savaşırken yaralananlara verilen ve Allah tarafından kutsanmış kişi demektir. Oysa, Algazi=Gazalı, yani Gaza şehrinden olan demektir.(Prof. Dr. Yalçın Küçük : İsyan-2, s:289.)Buna göre Ottoman, Yahudi asıllılar tarafından yazılan resmi tarihteki gibi Orta Asya kökenli değil, Filistin’deki Gazne şehrindendir. Osmanlının kökenleri hakkında eski ya da çağdaş kurumların hiçbirisi kesinlikle kanıtlanamaz. Osman Gazi hakkında geleneksel hikayelerin neredeyse tümü hayal ürünüdür. Çağdaş bir tarihçinin yapabileceği en iyi şey, Osmanlı tarihinin başlangıcının bir kara delikten ibaret olduğunu kabul etmek olacaktır. Bu deliği doldurmak yönünde her girişim, yalnızca , yaratılan masalların sayısını artırmakla sonuçlanacaktır.(Colinİmer’den aktaran Y .Küçük: Agy)Bu masallardan birine inanmak gerekirse, Osmanlı Devleti( 1300-1923) Bursa yakınlarındaki Söğüt’te kurulmuştur. Osmanlı kayıt defterlerinden birinde (TT 23’te) Söğüt’le ilgili şaşırtıcı bilgiler bulabiliyoruz. Osmanlı Devleti’nin beşiği olarak kabul edilen Söğüt’te halkın büyük bölümü Hıristiyan’dı (?) Bunun nedeni, o dönemde birçok Hıristiyan’ın Grekçe ve kutsal kitaplardan alınmış adların yanı sıra, Türkçe, Farsça ve Arapça adlar taşımasıdır. Bitinya’daki (Anadolu’nun kuzey-batı bölgesinde bugünkü Bursa, Bilecik, Bolu, Sakarya, Kocaeli, İstanbul’un Anadolu yakası ve Zonguldak’ın batısı) gayrimüslimler, çoğu zaman Türkçe, bazen de Farsça ve Arapça adlar taşırlar.(Beldiceanu-steinherr’den aktaran Y. Küçük: İsyan-2,s:290.) Yani, bunlar Hıristiyan gözüken Yahudiler olabilir. Nitekim, Sultan Orhan, 1326’da Bursa’yı ele geçirdiği vakit, orada bir Musevi cemaati bulunmuştur.(Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsyan-2, s:289.) Yunan ihtilali sırlarında, Türkiye Yahudileri bu ihtilallere karşı Türklerle işbirliği yapmıştır. Çok yakında, 27.07.2009 tarihinde, Yahudi köken kuşkusu olan Prof. Dr. Halil İnalcık’ınyazdığı masla göre ise, Osmanlı’nın Söğüt’te değil, Yalova’da kurulmuştur.(Hürriyet Gazetesi, 27.07.2009.)Yalova'da, bugün içlerinde Güneydoğulu kripto Yahudilerin yoğun olduğu yerleşim yeri olduğu ileri sürülmüştür. Gerek hanedanın adları, gerek Yahudilere koruyucu/kollayıcı, buna karşın ordu gücüne yaslandıkları Türklere duydukları nefret ve acımasız davranışları ve gerekse sonradan yazılan tarihin (masalların) uydurukluğu göz önüne alınarak, “Gerçekten, ırka dayalı bir şecere zinciri izlenecek olursa, Osmanlı Hanedanı‘nı oluşturan unsurların en çok yabancılaştıkları ırkın Türk ırkı veya Türk unsuru olduğu sonucuna varılabilir”. (Doç. Dr. Fikret Başkaya: 700 yıl.) |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 13 Kullanıcı cebe'e Teşekkür Ediyor... |
16.01.2016, 09:59 | #3 |
Tecrübeli Yiğido
cebe Şuan
Son Aktivite: 17.08.2016 15:36
Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 607
|
Cevap: Tarihsel Süreçte Anadolu’da Yahudiler
Osmanlı Ülkesine Yahudi Göçü-2
(Osmanlı’nın Yıkılış Sürecinde Yahudi Göçleri) Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yıllarında olduğu gibi, tam 600 yıl sonra yıkılış yıllarında da Osmanlı ülkesine yoğun Yahudi göçü vardır, aslında bunlar göçmezler, Osmanlı ülkesine “sel” gibi akarlar; tıpkı 1391 ve 1492 yıllarında İspanya’dan can havliyle kaçan ataları gibi canlarını dişlerine takarak ve bu kez Yahudi olarak değil, Türk ve Müslüman kimliklerinde, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinden, Kafkaslar’dan ve Balkanlar’dan Türkiye topraklarına kendilerini zor atarlar. Çünkü, Hıristiyan Batı, onların tefeci, ahlak düşkünü ve bilime, akıla, uygarlığa düşman bir kavim olduğunu tarihsel deneyimlerinden biliyorlardı. Bu nedenle, Osmanlı’dan bağımsızlıklarını geri alan Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Macaristan, Polonya, vb ülkelerde kırımdan kurtulmak için kaçarlar. Örneğin, 1848’de Demokratik devrim olarak bilenen orta Avrupa’daki Yahudi isyanlarında, Macaristan ve Polonya’dan kaçan Yahudiler Osmanlı ülkesine gelmiş ve yükselmişlerdir. Bunlardan biri de Konstantin Borjenski’dir. Bu kişi Mahmut Celalettinadını almış ve paşalığa yükseltilmiştir. Çok düşündürücü bir olay da, İlk “Türkçü” kitap olan, “Eski ve Yeni Türkler”’in bu İbranitarafından yazılmasıdır. Konstantin Borjenski’nin soyundan gelenler arasında Türkiye solu’nun teorisyenlerinden Mehmet Ali Aybar ile komünist olarak bilinen şair Nazım Hikmet de vardır. (Prof. Dr. Yalçın Küçük: Sırlar, s:105.) Müslüman olarak gözüken Yahudiler, 1856 Kırım Savaşı’ ndan1960’lı yıllara kadar Rusya’dan, Kafkaslar ve Kırım’dan sürekli Türkiye topraklarına akmışlardır. Asıl göç Kırım’dan olan Karaim (Karay) Yahudigöçüdür; 5 milyona yakın göçmen geldi, Türkçe konuşan kimine göre İbrani, kimine göre de Türk kavminden olan Hazar Yahudilerine “Karay” denilir. Karaylar göçtükleri her ülkede Yahudi olarak kabul edilmişlerdir. Kırım, Rusların eline geçince Kırım’dan göçmeye başladılar. Büyük bir kısmı Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine dağıldılar. Macar Yahudi’si Arthur Koestler, “onüçüncü kabile” adlı kitabında Nazilerin İkinci Dünya Savaşı’nda “gaz odaları”nda yaktığı Yahudilerin büyük kısmını bunların oluşturduğunu yazmıştır. Karayların bir kısmı da ya doğrudan ya da Romanya-Edirne üzerinden İstanbul’a gelip yerleştiler. Bunlar en çok bugün “Karaköy” olarak bilinen yere yerleştiler, yerleştikleri yere “Karay Köy” adını verdiler, zamanla ‘Karaköy’e dönüştü. (Soner Yalçın : Efendi Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, s :419.) Kırım Savaşı’ndan hemen sonra ve Osmanlı’nın Rusya karşısında aldığı her yenilgiden sonra Rus topaklarından Osmanlı mülkü topraklara göçmen akını olmuştur. Kırım Savaşı’ndan sonra “Nogay” denilen Tatarlar Türkiye’ye göçtüler. Ankara-Eskişehir arasındaki tarımsal üretim verimi yüksek ovalarda büyük topraklar verilerek yerleştirildiler.Osmanlı yönetiminin göçenlerin hiçbir zaman bir yerde toplanmasına izin vermediğine tanıklık ediyoruz. Buna karsın Tatarlar, Eskişehir-Ankara yakınları arasında ve özellikle Eskişehir Ovası'nda önemli bir yoğunluğa erişebilmişlerdir. Bunların “Karay Yahudileri” olup olmadıkları araştırtması gereken bir konudur. Fakat 1862–1865 yılları arasında çok büyük yoğunluğa ulaşan "Büyük Çerkez Göçü”, hem zamanında yarattığı problemler, hem de daha sonraki gelişmelere uzanan gizli kanalları nedeniyle çok daha önemlidir; belli çözümlemelere imkân veriyor. Bu arada son zamanlarda yayımlanan bazı çalışmalarda, Osmanlı yönetiminin bu göçleri dağıtırken çok net bir politika izlediğini gösteriyor; göçenleri yerleştirmede hiçbir tesadüfün yeri olmadığı netlikle ortaya çıkmaktadır. Osmanlı yönetenleri, Çerkezler başta olmak üzere, özellikle 19.yüzyılın ikinci yarısında Türkiye’ye gelen ve mevcut nüfusa göre olağanüstü büyük bir ölçüyü bulan göçerleri, öncelikle, Rumlar ve Ermeni halkının yaşadığı yerlere yerleştirilmiştir. Osmanlı ülkesinde 1881/82 ve 1893 yıllarında yapılan nüfus sayımında Türkiye’de yaşayan Rum ( Elen, Yunan) sayısı iki milyon üç yüz otuz iki bindir. Osmanlı mülkünde yaşayan Rum (Elen ) halkın 1914 sayımına göre yarısından fazlasının Edirne, Aydın, İzmir, Trabzon, Samsun, Kayseri ve İstanbul’da yaşadığı kaydedilmiştir. Aynı yıllarda Ermeni nüfus bir milyon yüz bindir. Osmanlı ülkesine Ermenilere hemen her yerde rastlanmakla birlikte, en çok yoğunlaştıkları yerler Erzurum, Sivas, Van, Elazığ, Diyarbakır ve Bitlis’tir. Bunlardan başka Ankara, Trabzon, Kayseri, Adana ve Halep’te de Ermeni halkı yoğun olarak yaşamaktaydı.(Y. Küçük: Agy.) Gerek Rumlar, gerekse Ermeniler zengin insanlardır. Osmanlı mülkünde Rum ve Ermeni halklarının yoğun olarak yaşadıkları yerlerleÇerkez göçmenlerin yerleştirildiği kesindir. Çerkezler, Diyarbakır, Mardin, Halep, Şam, Erzurum, Sivas, Çorum, Çankırı, Adapazarı, Bursa ve Eskişehir’e yerleştirilmişlerdir. O tarihlerde İskenderun Halep’e bağlıdır. Bunun ötesinde, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlere de yerleştirilmeler olmuştur. Çünkü, aynı yerlerde Ermenilerin yoğun olarak yaşmalarıdır. (Prof. Dr. Yalçın Küçük: Sırlar, s:113.) Türkiye’nin aldığı göçler, tamamı denecek ölçüde kuzeybatıdan olmuştur. Türkiye’ye geniş Çerkez kavminden çeçenler çok az göç etmişler, gelenler genellikle bizim Çerkez dediğimiz Adıge’ler ve Ubıh’larla daha az ölçüde Abaza ve Abhazlar olmuştur. Bu sonuncular içinde çok az Hıristiyan Çerkez'i ayıracak olursak, gelenlerin tümü Müslüman dinindendir. Örneğin, 1889-1890 yılı kayıtlarına göre Konya’nın Saideli ilçesinin köylerine Balkan Muhaciri Müslümanlar yerleştirilir. Sarayını köyüne 172 hane Rumeli muhaciri; Mesudiye köyüne 29 hane Rumeli muhaciri; Ladik köyüne 3 hane Rumeli muhaciri...” “Saideli'yle ilgili bir not daha yazmalıyım: Fatih Sultan Mehmed, 1467'de Konya bölgesindeki Karamanoğullarını yıkarak, topraklarını Osmanlı Devleti'ne kattı. “Osmanlı'dan kaçıp Karamanogullarına sığınan ve sadık taraftarı olan Turgutoğulları Saide köyü’nde oturuyorlardı. Fatih Sultan Mehmed, isyan etmesinler diye bir bölümünü bölge dışına sürdü. Halep yoluyla Mısır'a giden Turgutoğulları’na mensup aileler, yıllar sonra çıkarılan afla Osmanlı'ya dönüp, Manisa’nın Turgutlu ilçesini kurdular...”(Soner Yalçın: Efendi Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, s: 379.) İbrani asıllı yazarlar pof. Y. Küçük ve gazeteci-yazar Sonr Yalçın’ın verdiklleri bu bilgilerden anlaşıldığına göre, Balkanlardan gelen Müslüman kimliğindeki Yahudilere vatan yapılan Saideli 1467 yılından önce Kızılbaş Karamanoğlu Türkmenlerinin köyüdür. Anadolu, Osmanlı tarafından bilinçli olarak Türksüzleştirilirken diğer yandan Yahudileştirilir, Doğu ve Güney Doğu ise Kürtleştirilir. Osmanlı’nın genel olarak tüm Anadolu’da, özelde Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da Kızılbaş-Türkmenleri topraksızlaştırması, katliamlara uğratması ve sürgün etmesinin bir sonucu olarak, Türkmenlerin Kafkasya, İran, Irak, Hindistan, Özbekistan, Afganistan ve Suriye gibi Fars, Arap, Kürt vb yabancı kültürlerin egemen oldukları topraklara göçmesi ile Anadolu’da Türk nüfus azalırken, İbrani asıllı nüfus artar. Müslüman kimliğindeki İbrani tolumunun nüfusuyla birlikte “nüfuz”u da artar ve Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün “Tekelistan” olarak adlandırdığı günümüzün Türkiye’sindeki “İbrani eğemenliği”nin temelleri daha o zamandan atılmış olur. Kürtler ise, İran’da egemen Kızılbaş Türkmen Safevi Devleti’ne karşı kalkan olarak kullanıldıklarından ‘özerk’ bir siyasal yapıya sahip olurlar. Böylece, günümüzde Doğu ve Güney Doğu Anadolu’daki Kürt halkının tarih, coğrafya, dil ve nüfus gibi ulus temelleri o zamandan atılmış olur. “Yavuz Selim ve Kanuni Süleyman gibi kudretli Osmanlı padişahlarının Kızılbaşlık gerekçesiyle Türkmen’e karşı terör politikası izlemeleri ve feodal Kürt beylerini Sünni diye desteklemeleri, etnik yapıda Türkmen aleyhindeki gelişmeyi pekiştirir. Kürt feodal beyliklerindeki birçok Türkmen öğe, Türkçe’yi unutarak özümlenir. ...Osmanlı, Kürdistan adını verdiği bölgede devletin temel dayanağı olan tımar sistemini uygulamaz. Devletin yönetimini bölgede, yönetimin babadan oğla geçtiği Kürt beylerine bırakır. Bölgede bulunan Türkmenlerin önemli bir bölümü dillerini unutur ve Kürt kabillerine karışır.” (Doğan Avcıoğlu: Türklerin Tarihi, 5.Kitap, s: 2248. ) 1912 yılında patlak veren ve Osmanlı ordularının büyük hezimete uğradığı Balkan Savaşı’nda Türkiye topraklarına Müslüman kimliğinde kaçan Yahudi sayısının bir milyona yakın olduğu tahmin edilmiştir. Rusya’dan Osmanlı ülkesine Yahudilerden başka Müslüman olarak tanınan halklardan da göçen olmuştur. Örneğin, 1862-1865 yılları arasında Kafkasya’dan Türkiye’ye iki milyon Çerkez göçtü. Bunların arasında Adıge, Çeçen, Abaza ve Ubıh’larolarak bilinen Çerkez halklar geldi. En çok gelenler “ Adıge Çerkezleri” idi. Hepsi de ‘Naşkşibendi’ ve ‘Kadiri’ tarikatlarına üye idiler. Kafkasya’da verdikleri savaş şeriatı getirmek içindir, hala da öyle. Kırım Savaşı’ndan sonra İskenderun bölgesine Tatarlar (Nogay) yerleştirildi. Maraş-Kayseri hattında Uzunyayla olarak bilinen bölgede yerleşik Avşarlar’la Çeçenler arsında çatışmalar sürekli oldu.( Prof. Dr. Yalçın Küçük: Sırlar, s:112. ) |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 9 Kullanıcı cebe'e Teşekkür Ediyor... |
02.02.2016, 16:27 | #4 |
Tecrübeli Yiğido
cebe Şuan
Son Aktivite: 17.08.2016 15:36
Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 607
|
Cevap: Tarihsel Süreçte Anadolu’da Yahudiler
FİLİSTİN’E YAHUDİ GÖÇLERİ
Dünyanın neresinde, hangi ülkesinde yaşarlarsa yaşasınlar, Yahudiler için mekan Ortadoğu coğrafyasıdır ve her zaman bu mekan yeni nesillerin toplumsal belleğine kazınmıştır. Bu bağlamda 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde Zionist Theodor Herzl başkanlığında toplanan I.Siyonist Kongre’nin 100 yıllık hedeflerini 3 ana başlık halinde toplayabiliriz.( [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...]) 1 – İlk 50 yılda Filistin’e yerleşimi sağlamak, ileride kurulacak devletin temellerini hazırlamak. Kongrede hazırlanan siyonist programı hayata geçirmek için gereken altyapının oluşturulması için finans desteğini sağlamak amacıyla bir fon kurulması kararlaştırıldı. bu fon Filistin'de toprak satın alınması ve bu topraklarda bir devletin altyapısının oluşturulmasına harcanması kararlaştırıldı. Filistin’e Yahudi Göçleri Osmanlı döneminde başladı, “1882 yılında, Rusya’da, Yahudiler aleyhinde meydana gelen harekette kovulan, kaçan kültürlü ve zengin Yahudiler, barınacak bir yer aramışlar. Ingilizlerin ricası üzerine Sultan Abdulhamit bunların, Filistin’de boş yerleri satın alarak yerleşmesine müsaade etmiştir.” (Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsyan-2, s:121 (Fahrettin Paşa’nın anılarından aktarma) Türkiye’de bütün islamcı/şeriatçı gruplar Osmanlı padişahı Abdulhamit’i anti-semtik gösterirler. Oysa, Prof. Dr. Yalçın Küçük’e göre, Filistin’e ilk Yahudi göçleri bu padişah döneminde olmuştur. Abdulhamit, Yahudilere Filistin’de çok toprak satmıştır. İsrail’in kurucu kadrosu , Osmanlı toprağı Filistin’e, en çok Abdülhamit ve İttihat-Terakki iktidarlarında yerleşmişlerdir. Bu göçmenler hakkında kesin rakamlar olmamakla birlikte, 1882-1903 döneminde 10 -30 bin arası Yahudi Osmanlı toprağı Filistin’e göç etmiştir. 1904-1914’de 40 bin, asıl kurucular bunlardır. İsrail’in kuruluşunu ilan eden ilk başbakanı Ben Gurion ile Rus Yahudi’si Jabotinsky Abdulhamit döneminde Filistin’de yerleşmişlerdir. Sonuç olarak, İsrail’in kuruluşunun temelleri Sultan Abdülhamit zamanında atılmıştır..( Prof. Dr. Yalçın Küçük Gizli tarih, s:335) Filistin’e , eski İsrail toprağına göç Yahudiler arasında “Aliyah(Aliye)olarak bilinir. ( Türkiye'de kız çocukları arasında 'Aliye' adı yaygındır ve onlar Alevi olarak bilinir, çünkü Ali'nin dişili çağrışımı vardır) “Çok eskiden beri var, Mısır’dan çıkışa da “aliye” deniyor, Erez İsrael’e uçmak anlamındadır. Kelime anlamı, asansiyon veya yükseğe çıkış’tır. () Orta Çağ’daki bazı seyyahlar, Yerusalem veya Safed’deki Yahudilerin sayısını bir elin parmaklarıyla veya birkaç katı ile gösterebiliyorlardı. Judaica Ansiklopedisi, 1741 yılında, bugünkü İsrael’deki Yahudi nüfusunu on bin olarak bildiriyor. Bu nüfusu artırmak için toplu uçuşlara ihtiyaç oluyordu. Birinci Aliye, 1882-1903 tarihleri arasında gerçekleşmişti; Rusya ve Romanya’dan 20 bin ile 30 bin Yahudi Osmanlı mülkü Filistin’e göçtüler. İkinci Aliye’yi, 1904-1914 yılları arasında oldu, Erez İsrael’e yerleşenlerin sayısı, İkincisinde 40 bin çevresinde tahmin ediliyor; İsrael Devleti’ni kuran kadrolar, bunlardan ve bahusus İkinci Aliye’den çıktılar. İkinci Aliye’de, 1905-Rusya Burjuva İhtilali’nin yarattığı hayal kırıklığının rolü büyüktür, izleyen baskılar, bundist, judaik disiplinde alyansist ki ben “rezervist” terimini öneriyordum, politikalardan kopuşu da beraberinde getirmişti; Yahudilerin kurtuluşunu “yurt” topraklarında arama eğilimi güçlenmişti. Bu açıdan temsili bir değeri var, ikinci aliye’de Yusuf Trumpeldor çok öğreticidir; bir ölçüde Burjuva- Demokrat İhtilali de doğuran Japon-Rus savaşında kahramandı, bir kolunu kaybetti. Sonra, Zion Katır Birliği’nin kuruluşuna öncülük etti ve Türkler’e karşı Gelibolu’da savaştı, daha sonra Araplar tarafından öldürülenler arasındadır, 1920 yılını biliyoruz. Ben-Gurion veya Ben-Zvi, bu zamanda uçtular; demek ki, kurucular, büyük ölçüde, Abdulhamid ve daha az ölçüde İttihat ve Terakki iktidarlarında yerleşmişlerdi; bunu, netlikle tespit ediyoruz. Üçüncü Aliye, 1919-1923 yıllarındadır. Devam ettiler; bir de “Aliye Bet” var; bunlar, kaçak, illegal imkanlarla göçenlerdir. Cumhuriyet kurulduktan sonra, Türkiye’den Aliye Bet olduğunu biliyoruz. Bu konuda uzman Yahudiler var; ancak çok çeşitli kaynaklarda, Tevfik Rüştü Aras ve özellikle Selim Sarper’in çok yardımcı olduğunu öğreniyoruz.”( Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsimlerin İbranileştirilmesi, s:49-51.) Abdülhamit, bir yandan Filistin’e Yahudi göçünü kolaylaştırırken , diğer yandan 1891 yılında kurduğu Kürt askeri birlikleri olan “Hamidiye Alayları” ile Anadolu’da Ermeni katliamları yaptırıyordu. “Sultan Hamid, bu yola ve ciddiyetle,1895 yıllarında koyuldu ve 1915 yılında haleflerinin eliyle, önemli bir mesafe kaydedilmişti. Burada Kürtleri kullandılar ve Hamidiye Alayları, Kürtler’inErmeniler’e karşı düzenli birlikleri oldular.“ (Prof. Dr. Yalçın Küçük : Gizli Tarih,s: 151.) Yahudi Ansiklopedisi (Judaica Ansiklopedisi) Filistin topraklarındaki Yahudi nüfusunun 1741 yılında on bin civarında olduğunu kaydetmiştir. Osmanlı padişahı II. Abdulhamit döneminde Filistin’e toplu Yahudi göçleri olmaya başlamıştır. Fransa’da yaşayan Yahudilerin kurduğu Alyans İsrail Üniversitesi, 1878 yılında Filistin’de ilk olarak Mikveh Yisrael ( İsrail’in Ümidi) adında bir Yahudi tarım okulu kurmuştur. Bu okuldan hemen sonra Kudüs’te bir müzisyen topluluğu “PetahTikva” (Ümit pasajı) adıyla ilk Yahudi köyünü kurdular. Bu adın Tevratik bir anlamı ve tarihi var. “İsrail Devleti’nin kurucu devlet başkanı Ben-Gurion, Filistin’e göçtüğünde ilk önce bu köyde, Petah Tikva, Ümit Pasajı’nda çalışmaya başladı. Adını, Petah, “Geçiş”, Tevrat’tan almaktadır. Bu köyün kurulması, şimdi bir şehir büyüklüğünde, Yahudiler arasında sevinç yarattı; o kadar öyle ki, “Tikva”, Ümit, siyonizmin resmi marşı olmuştu. 1878 yılında, “Ümit Pasajı” Köyü’nün kurulmasının yarattığı sevinçle, Herz İmber, 1886 yılında, “Tikvatenu” şiirini yazdı ve daha sonra bestesi yapıldı, notalarının, 1896 yılında yayınlandığı kaydedilmektedir; şiirin ve dolayısıyla marşın Türkçe adı Ümidimiz’dir. Bundan sonra marşın her fırsatta söylendiğini biliyoruz. İngiliz mandası sırasında “Ümidimiz”, siyonizmin resmi marşı oldu. Bu, 1920 yıllarındadır. 1920 yıllarından itibaren, çeşitli radyolarda da çalınmaya başladığı tahmin edebiliyoruz. Bizde ilk “Ümit” adının, 1920 yıllarında doğanlarda görülmesini normal karşılıyorum. Ümit Haluk Bayülken ve Ümit Yaşar Oğuzcan, ilk ümit’lerimizdendir ve gerçekten de, Ümit Bayülken, 1921 ve Ümit Oğuzcan da 1926 yılında dünyaya gözlerini açmışlar; onomastique açıdan uygun zamanlarda doğduklarını tespit edebiliyoruz. İsrael Devleti’nin ilan edildiği mecliste, “Ümit” Marşı hep bir ağızdan söylenmişti. Bu nedenle, 1948 yılından hemen sonra “Ümit” adı üzerine yeni bir dalga olması gerekiyor; bu dalgadan doğanların şimdi altmış yaşına merdiven dayadıklarını hesaplayabiliyoruz.( Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsimlerin İbranileştirilmesi, s: 165,166.) Türkiye’de Türkler ve Kürtler arasında 1967 yılından, yani İsrail’in Arapları 6 gün gibi çok kısa bir sürede dağıtıp, kalıcı bir devlet olduğunu kanıtladıktan sonra, hem oğlan çocuklarında ve hem de kız çocuklarında çok yaygındır. “İspanyolca “Mikve”, Ladino da olabilir ve İbrani “Tikva", Türkçe karışlığı "Umut" ve Farisi karşılığı "Ümit" olmakla, bizde hem kızlar ve hem de erkeklere konmaktadır. Tarihsel nedenleri de var, Sultan Hamit zamanında, Filistin, bugünkü İsrael'de, kurulmuş olan model çiftliğin adı “Mikve" veya "Tikva” idi ; "İsrael’in Ümidi” deniyordu ve yıllar sonra, İsrael’in kurucularından Ben-Gurion, Israel Devleti'nin oluşumunda en önemli iş olarak görüyordu. O kadar öyle ki bir benzerini de Aydın çevresinde kurmayı denediler. Bu ad çok yüksek tutulmaktadır. Ümit Yaşar Oğuzcan, Ümit Haluk Bayülken,vb.”( Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsimlerin İbranileştirilmesi, s:106, dip not) Yukarıdaki alıntı paragraflarında da görüldüğü gibi, yaklaşık iki bin yıl dünyanın çeşitli toplumları arasında göçebe, tefeci, fitneci, toprak spekülasyonu, rüşvet, iktidarlara ortak olmak gibi çok farklı işlevler, köle-kadın-silah-uyuşturcu ticareti gibi toplumsal ahlakı ve dayanışmayı bozucu işlevlerden sonra Filistin’e ilk Yahudi göçleri 1880’lerden itibaren başlamış ve 1920 yıllarında hızlanmış olsa da, asıl Yahudi göçleri İsrail Devleti’nin kurulduğu 1948 yılından sonra olmuştur. Ancak daha kapsamlı göçler 1967 yılından sonra başlamıştır. Prof. Y. Küçük’e göre, bunda asıl etkenin 1967 yılında Arap-İsrail Savaşı’ndan İsrail’in büyük bir zaferle çıkması, geçici korsan bir oluşum değil artık kalıcı bir devlet olduğunu kanıtlamış olmasıdır. Bütün dünyada kripto-Yahudiler bu tarihten sonra İsrail devletinin yaşayabileceğine inandılar(Prof. Dr. Y. Küçük, İsyan-1, s: 411. ). Yani bu tarihten sonra sadakat ile bağlı oldukları ülkelere-toplumlara ve örgütlere ihanet ederek “ Büyük İsrail= Türkiye’yi Fırat nehrine kadar içine alan Vaat Edilmiş Topraklar” projesini gerçekleştirmek için çalışmaya başladılar. “1967- Altı Gün Savaşı, çok büyük bir “push” (harekete geçiren vuruş;itme) etkisi yaptı, biliyoruz ve ben de, diğerleriyle birlikte, ayrıca İsrael’in asıl kuruluşu tabir ediyorum. Beklenmedik bir zamanda Arapları, hezimete uğrattılar ve İsrael’in bir kalıcı “yurt” olduğuna inandılar. Sovyetler’deki Yahudi muhalefeti işte bu tarihte başladı; Sovyet Yahudileri “aliye” mücadelesini açtılar.Yıkılışın başındayız. Bizdeki İbrani asıllıların sosyalist hareketi boşaltmalarının başlangı¬cı da bu tarihtedir. Bunlar da bizim sosyalist hareketten “aliye” yapıyorlardı; uçarken, yıkıyorlardı. Judaizm’de kavgaların önemli bölümü ka¬lanlar ile gidenler arasındadır; Türkiye İşçi Partisi’nin iç savaşı’ndan söz ediyorum. Ne ilginç, aliye’nin tarihi, Rusya-Türkiye tarihi’dir. Rusya’dan uçuyorlardı ve Türkiye’de bir yere konuyordu. Buna “aliye” diyoruz; uçanlar, İsrael Devleti’ni kurdular. Demek ki “aliye” olmasa İsrael Devleti olmayacaktı; kudsiyeti ve Türkiye’de ad ve dizi olmasını buna bağlıyoruz.En büyük aliye’ler, Sultan Hamid zamanında ve izleyen Jön Türk iktidarındadır. Jön Türk ayrı, Sultan Hamid’in, siyonistlerle mücadele ettiği, tam bir falsifikasyondur. İsrael’in temelleri, Hamidiye Devri’nde atılmıştır; “aliye” şahidim oluyor. Gidenler Eşkenaz’dılar. Türkiye’de kalanlar Seferad idiler. Dokuzuncu Siyonizm Kongresi’nde Osmanlı Delegesi, sonraki adıyla Munis Tekinalp, “vaad edilmiş toprak” burasıdır, deyu haykırıyordu; “haydi, gelin, haydi” misullu çığırıyordu. Belki de eşkanazlar ve sefaradlar arası “yurt” savaşı yapılıyordu, bilemiyoruz.”(Prof. Dr. Yalçın Küçük: İsimlerin İbranileştirilmesi, s:49.) Başka gözlemciler de Prof. Küçük’ün bu tezini destekleyen görüşler ileri sürmüşlerdir. “...1967 İsrail zaferi sadece Batı Şeria'nın fethini ve Yahudi devletinin görece kalabalık bir Arap nüfusu kontrol etme zorunluluğunu değil, aynı zamanda Siyonist hareket içinde aslen jeopolitik büyük değişimleri de getirdi beraberinde. 1967 zaferine kadar Siyonist hareket oldukça az dindar Yahudilerin olayı idi, ancak Kudüs’ün fethinden sonra tüm dünyadaki dindar veya laik Yahudilerin İsrail’e bakışları değişir. O zamana kadar Siyonist hareket oldukça az dindar Yahudilerin hatta din konusunda özgür düşünenlerin olayı idi ve hahamların ve daha dindarların çekincelerine hatta düşmanlığına yol açmıştı. Ancak dindar veya laik, yüzyıllardır olduğu gibi her yıl "seneye Kudüs'te" diye dilekte bulunan insanların İsrail'e bakış tarzı bu şehrin fethinden ve Tsahal'ın ani zaferinden sonra değişti. İsrail askerlerinin Ağlama Duvarı'nın dibinde bulunması kaderin bir işareti olarak görüldü. Bundan ötürü çok sayıda İsraillinin dindarlığı da arttı.”( YvesLacoste: Büyük Oyunu Anlamak, s: 292-296.) AFORİZMALAR: 1. Kabala da İspanya'da, İslam tasavvufu içinde gelişmişti, temel kitabi Zohar, ispanya’da tamamlanmıştır; o zamandan beri İslam ve Yahudi sufizmi birbirinden hiç ayrılmamıştır. (Prof. Dr. Yalçın Küçük: Tekeliyet-1, s:220.) Türkiye kriptoları arasında kız çocuklarına "Zohar"ı çağrıştıran " Zehra" adını verenler vardır. 2. Hava şirketi “el-al” adında da var, bu şirket de, “yükseğe doğru” çıkmayı kastetmektedir. “Zion”, dağ olduğu için, Har Zion, Zion Dağı’na işaret ediyor ve biz buradaki h’yi yiyoruz ve a’yı e’ye çevirerek “er” de diyebiliyoruz. Ancak “ar” olarak bıraktığımız da oluyor, “sanıyorum”, “ar-çelik” veya “ar-seven” sözlerinde böyle bir bırakma var. (Prof. Dr. Yalçın Küçük Gizli tarih, s:335.) Diğer kaynaklar: [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...] [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...] |
Yukarıdaki Mesaj için Yandaki 7 Kullanıcı cebe'e Teşekkür Ediyor... |
12.05.2016, 12:47 | #5 |
Tecrübeli Yiğido
cebe Şuan
Son Aktivite: 17.08.2016 15:36
Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 607
|
Cevap: Tarihsel Süreçte Anadolu’da Yahudiler
GÖÇMENLER ve YERLİ HALKLAR
Türk Silahlı Kuvvetlerinde Genelkurmay Başkanları ve doğum yerleri: Halifelerin ve Genel Kurmay başkanlarının doğum yerleri nedense benzerdir; Yunan adalarında ya da Rumeli’de doğmuşlardır ve Genelkurmay Başkanı olanlar daha çok Selanik doğumlu olanlardır. Örneğin: Mustafa Kemal: Selanik’liydi. Fevzi Çakmak: Limni’li, Kazım Orbay: İzmir’li, Salih Omurtak: Selanik’li, Nuri Yamut: Selanki’li, Abdurrahman Nafiz Gürman: Bodrum’lu. (Soner Yalçın: Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, s: 450 , dipnot.) ••• “Ben, Cumhuriyet’in ilanından sonra mübadil olarak, 1924 martında ailemle birlikte Türkiye’ye gelmiş bir göçmen çocuğuyum, ilkokuldan başlayarak bütün öğretim yıllarım, bir cumhuriyet çocuğu olarak geçmiştir. Türk milletini, uygar milletler düzeyine çıkarmayı amaçlayan cumhuriyetin Türk toplumuna kazandırdığı devrimleri günü gününe yaşadım. ..”Kurmay Albay Sami Küçük: “Neden İhtilalci Oldum.” Aktaran Y. Küçük,: Çıkış, s: 123.. Tekin Yayınevi.) ••• CHP Genel Başkan adayı Yalova Milletvekili Muharrem İnce, "Sıradan bir halk çocuğuyum. Annem Karadeniz, babam Selanikli. Ortak yapımım. Annem bir köylü kadını. Şalvarlı, başörtülü, tarlada çalışan bir kadın. Babam da bir kamyon şoförü. Bağkur maaşıyla geçinen sıradan birisi. Çocukluğum çobanlık yaparak geçti. Kamyonlarda muavinlik yaptım. Devletin okullarında okudum. El bebek gül bebek büyümedim. Babamın evinde masa olalı çok kısa süre oldu. Yer sofrasında yemek yiyorduk. Yer yataklarında büyüdüm ben. Aynı tastan yedim ben yıllarca çocukluğumda. Ben halkın ta kendisiyim zaten. Elitist, seçkinci, yalılarda büyümüş birisi değilim ki. Bu milletin ciğerini bilirim. Geçim sıkıntısı yaşamış birisiyim. Halkla o bağı kurarım. Pazarcıyla, kahveciyle, profesörle de kurarım.Toplantının ardından kurultay delegeleriyle bir araya gelen Muharrem İnce Giresun'a hareket etti. [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...] ... AK Parti Adayı Şeboy’a ‘suyun öte yanından’ destek İzmir’deki Balkan derneklerinin destek verdiği AK Parti İzmir Milletvekili adayı Cemil Şeboy’a suyun öte yanı diye tabir edilen Balkan topraklarından da duygulandıran bir destek geldi. Makedonya Studenicani Belediye Başkanı AzemSadiki ekibiyle birlikte İzmir’e gelerek Şeboy’a destek için çalışıyor. [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...] .. Akşener: Korkunun ecele faydası yok! Akşener İzmir'de yaptığı mitingde, 15 Mayıs'ta Kongre'nin yapılacağını belirterek "Korkunun ecele faydası yok. Geliyoruz, iktidar olacağız. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanı da ülkücü olacak" dedi./…/ Doğduğu köyün adının İzmir’de konuştuğu Gündoğdu meydanı ile aynı olduğunu belirten Akşener “Rumeli kadınları adına söylüyorum ki bu ülkeyi böldürtmeyeceğiz. Bölmeye kalkanlar önce Türk kadınlarını, önce bizi karşılarında bulacaklar. Bizim iktidarımızda Türkiye bir bayram sofrası olacak” dedi. [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...] Dün ve bugün Türkiye halklarını (Türk-Moğol, Rum, Ermeni, Kürt, Laz, Çerkez, Arap, vb) yöneten asker ve sivil bürokrasinin hemen tümü göçmendirler. Bugün de , yukarıda birkaç örnekte görüldüğü gibi, ister iktidarda ister muhalefette olsunlar aktif olanlar göçmen kökenlidirler, neden? Biz Türk-Moğollar neredeydik, ne iş yapıyorduk ve neden kendimizi yönetemedik/yönetemiyoruz? Uyur idik uyardılar Diriye saydılar bizi Koyun olduk, ses anladık Sürüye saydılar bizi... Pir Sultan Abdal |
14.06.2016, 11:48 | #6 |
Tecrübeli Yiğido
cebe Şuan
Son Aktivite: 17.08.2016 15:36
Üyelik Tarihi: 12.01.2009
Mesajlar: 245
Tecrübe Puanı: 607
|
Cevap: Tarihsel Süreçte Anadolu’da Yahudiler
Bir Saklanma Yöntemi (Kamuflaj): TÜRKİYE’DE MÜSLÜMAN ERMENİLER VAR
/…./ Mesela Pakradun’ları, Müslüman gözüken kripto Ermenileri duymuşuzdur da, Müslüman Ermeniler olduğunu bilmiyor çoğumuz. Ermeni kökenli olunca Müslümanlar da biraz garip bakıyor, diğer Ermeniler de.. Ermeni, Süryani kökenli bir Müslüman birilerine biraz garip geliyor. Irk ve din birliğinden kaynaklanan bir durum bu.. “Türk” diyince, eşittir Müslüman diye düşünen vardır da, Türk’ün de Hristiyanı, Yahudisi, dinsizi olur.. Karaim Türkleri Yahudi’dir mesela, Gök oğuzlar Hristiyan. Gagavuzlar yani.. Bu Yahudilikten miras.. Bugün “Rum” diyince Kıbrıs Rum kesimi, Anadolu’daki Yunan bakiyesi geliyor aklımıza. “Bizans” da öyle. Rumi, Urumiye, Arzı Rum, Rumeli, Ahiyani Rum, Baciyanı Rum, Gaziyanı Rum kim oluyor. Bizim takvimimiz niye Rumi takvim. Rumi sanat kimin sanatı. [Üye Olmayanlar Linkleri Göremez. Üye Olmak İçin Tıklayın...] ANADOLU’DA MÜSLÜMAN YAHUDİLER ÖN Bilgi: Aşağıdaki metni Prof. Dr. Yalçın Küçük'ün "Atamanoğlu Fatih" adlı kitabından, noktasına virgülüne dokunmadan aldım. FATİH MEHMET ve ÖNCESİNDE MÜLKİ OSMANİ’DE YAHUDİLER Tarih maddecidir, tarih yazımında, numismatics (tarihsel para ve madalya bilimi) ile mezar taşları okuması ayrıca önemlidir; tarihin materyalist olduğunu gösteriyor. Mezar taşları birer kimlik ve çok za¬manda siyaset kaydıdırlar ve sikkeler hem hükümranlığı, çok zaman, ticari ilişkileri haber veriyor. Tarih yazımı, başkaları ile birlikte, bunlara dayanıyor. Tabii, hepsinden önce bir teori ve kurgu gereklidir. Çok zaman eksikliğini duyuyoruz. Şüphesiz çözmek ve yararlanmak için ön bilgi şarttır; burada Paul’u bilmek zorundayız. Bir Yahudi idi, İsa da bir Yahudi’dir ve o tarihte İbrani dili kaybolmuştu. Yahudi İsa, Arami konuşuyordu, “Siriyak” da diyoruz ve Paul, İsa’ya muhaliftir. İsa, Yahudilere mesih olarak ortaya çıkmıştı, Paul kabul etmiyordu. Sonra döndü, “İsevi” oldu, İsa taraftarı anlamında kullanıyorum, İsa’nın öğretisini savunuyordu. Saul, doğuştaki adı, Hıristiyanlığın ortaya çıkış tarihlerinde, Tarsus’ta doğmuştu, ilahiyat okumak için Kudüs’e gitti. Buradan şunu çıkarıyoruz, Tarsus’ta Yahudiler vardı ve bunlar dışarıdan gelmediler. Bu, bizim çıkışımızdır. Paul’un itinènaire’ine bakmamız yeterlidir, materyalizm budur, çünkü Paul, İsevi itikatını yaymak istiyordu ve hep Yahudiler’in güçlü oldukları ve sinagoglarının bulunduğu yerlere gidiyordu. Tabii, Tarsus, tabii, Antakya, bundan başka, Konya ve Kıbrıs-Baf adlarım verebilirim. Gittiği yerlerde Yahudilere konferanslar verdi, tartıştı ve kiliseler kuruyordu. Güzel, Paul’un seyahati ne demektir; bildiğimiz tarihten beri, bu topraklarda Yahudiler’in yaşadıkları bilgisini vermektedir. Antalya yöresinde milattan öncesine ait Yahudi mezar taşları bulabiliyoruz ve büyük bir Yahudi yerleşim yeri olarak bildiğimiz Milas’taki Yahudi mezar taşları ise Osmanlı Beyliğinin kuruluşu ile yaşıttır. Bu, pek eski Yahudilere “romanyot” adını veriyoruz. Türkiye Yahudiliğinin büyük tarihçisi Avram Galanti, Milas-Bodrum’da doğ¬muştu; Bodrum sokaklarında arkadaşları ile oynuyordu, sekiz yaşma kadar bir tek Türkçe kelime bilmediğini biliyoruz. Demek Bodrum’un mahallelerinde Yahudi bebeler çoktular. Bu kelime “romanyot” Romalı ve/veya “Rumi” anlamındadır ve bir kaynak, bizde romanyot Yahudiler’in Van, Afyonkarahisar, Gelibolu, İzmit, Sinop, Amasya, Tokat ve Tarsus’ta çok eskiden kalma sinagogları ve kendisini sürdüren cemaatleri olduğunu haber veriyor/ Van ve Tarsus Cemaati beşinci, İzmit altıncı yüzyıldan kalmadır. Burada sadece bugünkü Türkiye vilayetlerini tasnif etmiş durumdayım. Aynı kaynak, Pre-Ottoman (Osmanlılardan önce) Anadolu’da, Konya, Antalya, Milas, Samsun, Sinop ve Tire’de Yahudiler’in yaşadıklarına ve cemaatlerinin varlığına işaret ediyor. Tabii, Bursa ve Edirne’yi de ihmal edemeyiz. Moise Franco, Edirne’de, Cigît le rabbin Moché HalévV Askenazi décé¬dé le 17 Ab de l’an 1466 de J.C,Hakan Halevi’ye ait, Aşkenaz olduğunu öğreniyoruz; bir mezar taşı olduğunu yazıyor ve ayrıca “El-Kahaldes Les Gregus”, Yunaniler’e ait sinagogun da haberi var. Öyleyse, Pre-Ottoman Türkiye’de Yahudiler vardılar ve devam ettiler. Türklerin Anadolu’ya girişlerinden önce bu ülkede yaşayanlar arasında Yahudiler de bulunuyordu, tekrarlıyorum, daha sonra atıldılar. Osmanlı Beyleri, zapt ettikleri şehirlere Yahudi yerleştirmeye çok önem ve öncelik veriyorlardı; ancak Yahudi nüfus artışları daha çok dış faktörlere bağlı idi. Çünkü bilhassa on dördüncü yüzyıl başından itibaren Avrupalı Yahudileri kovmaya başladılar ve özellikle 1347 tari¬hinde başlayan “Kara Ölüm”, veba salgım ile birlikte, Yahudi katliam¬larına başladılar. Yahudiler kaçtılar. 1360 yıllarında Macaristan’dan kovulan Yahudiler, Türkiye’ye göç ettiler ve Türkler, memnuniyet ile kabul ettiler. Ancak ilk ve en büyük , Yahudi göçü, 1391 tarihinde Ispanya’dan kovulanlardı; bu 1391 sürgününden Türkiye’ye göçenler çoktular. Şöyle özetleyebilirim, Türklerden önce bu topraklarda Yahudiler yaşıyordu ve bunlara “romanyot” diyoruz, tekrarlamış oluyorum. Macaristan ve Avrupa’dan gelenler Eşkenaz tabir ediliyor ve “Alman” Yahudiler’i de denmektedir. İspanya ve Portekiz’den çıkanlar ise “Seferad” Yahudileri’dirler, “İspanyol” Yahudileri olarak biliniyorlar. Bir ara üçü birden var oldular. Birbirine benzemiyor ve birbirlerini sevmiyorlardı; Seferadlar. Romanyotlar’ı ezdiler ve hemen hemen yok ettiler. Ve seferadlar, İspanyolları andırıyorlardı ve endogami ilkesi nedeniyle bu özelliklerini hep korudular. ( Tipik örneği C. Dere adlı mankenin yüz görünümü, Cebe) Eşkenazları daha çok İstanbul’a ve Seferadlar’ı İzmir ve çevresine yerleştirdiler. Israel’de kurucular, Rusya ve Polonya Yahu¬diler’i oldukları için Eşkenaz’dılar ve Seferadlar’ı pek rahat ettirmediler. Bu nedenle Seferadlar’dan Israël göçü fazla olmadı, önce Hollanda, sonra Latin Amerika ve arkasından Kuzey Amerika’ya gidenler hariç; İzmir bölgesi Yahudiler’i bölgelerinde kaldılar. Bununla birlikte, Seferad ve Eşkenaz Yahudiler’in İzmir ve İstanbul itibariyle dağılımını mutlak kabul etmemek durumundayj: Çünkü İzmir’in en tanınmış Yahudisi’nin Şabtay Tzvi’nin, biz “Sabetay Sevi” diyoruz, Eşkenaz olduğuna, Gershom Scholem bizi inandırmıştır. Sabetayizm’in büyük araştırmacısı Scholem, onomastique disipline dayanarak, “Tzvi” adının Seferadlar’da olmadığını yazmıştı. Demek İstanbul’da Seferad, İzmir’de Eşkenazlar yaşıyorlar ve Ankara’da Portekiz’den gelenlere rastlıyoruz. Vardılar ve sonradan da geldiler. En çok 1391 kovulmasında Türkiye’ye ulaştılar, bunlar ayrıca çok kalifiye Yahudiler idiler. Moğollar ve Türkler, zapt ettikleri yerlerde yüksek becerili olanlarını idam et¬mezler ve merkeze gönderiyorlar; bu kez ihtiyaç duyulan bu kalifiye elemanlar, kendiliklerinden geliyordu. Çok hoş, biz bunlara “kendigelen” demeye başlamıştık, daha sonra bu adı kısmen, dönmeler için de kullanıyorduk. Bilhassa, 1391 kovulmasından bu kendigelenleri, izleyen yıllarda, saray doktoru, defterdar ve yüksek bürokratlar olarak buluyoruz. Hep tercih ettik. İspanyada Yahudiler’in kovulmaları, par-excellence,1391 yılında olmuştu, bunların göç hattını gösteren bir haritayı Jewish Encyclopedia dan alarak yayımlamıştım. Buraya alıyorum; İstanbul, önemli ola¬rak geldikleri yerdir. 1492 yılı kovulmasında da Türkiye’ye göçtüler; ancak kovulan Yahudiler’e sadece Türklerin ve bu arada Bayezid’in kapı açtığı savına ise “gerçek dışı” demek çok hafif kalıyor. Bunun Israël Dışişleri Bakanlığı tarafından Türklerin gururunu okşamak maksadıyla uydurulmuş bir yalan olduğunu, çeşitli çalışmalarımda göstermiş bulunuyorum; Türklere hep destek olan ve yardım eden Yahudiler, devamlı alacaklı hesabım dengelemek için bu masalı uydurduklarını Israël bilim adamları ortaya çıkardılar. Israël Dışişleri Bakanlığı uydurmuştu; Israelli araştırmacılar bozdular ve ben, Israël kaynaklarından aktarmış bulunuyorum. *Bugün Türk televizyon ve eğlence sektörünü, spiker, programcı, ankorman, dizici olarak damgalarını vuruyorlar ve bu nedenle de bu sektör, bir İspanyol havasına kavuşmuş durumdadır. (Prof. Dr. Yalçın Küçük: Atamanoğlu Fatih, s:470-473) |
Konuyu Toplam 1 Üye Okuyor. (0 Kay?tl? Üye Ve 1 Misafir) | |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Yahudiler ve soykırım yapan ataları. | halukgta | İslami Konular | 1 | 26.01.2012 20:50 |
YAHUDİLER, TÜRK MANDASI ALTINDA İSRAİL İSTEMİŞ | 65serdal58 | Hertelden | 2 | 23.02.2010 23:25 |
Gözü Dönmüş Yahudiler Kudüs'de Filistinllere Saldırdı | eyupk | Dünya ve Türkiye'den Haberler | 0 | 23.07.2008 21:03 |
Sultan II. Abdülhamit ve yahudiler. | Fatihmd | Serbest Dini Konular | 0 | 17.06.2008 17:48 |
Kur’an’ın neliği (niteliği-mahiyeti) meselesi/Ali Karataş | seva | Dini Bilgiler | 1 | 30.04.2008 11:23 |